YER: TYB Kızlarağası Medresesi 14:00
TARİH: 12.10.2014
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1/Vasfi Kösebey – Emekli İlahiyat ve Din Görevlileri Derneği
2/Cüneyt Sarıyaşar – Mazlum-Der
3/Necmettin Keleş – As-Der
4/Hüsnü Adalı – Liberal Avrupa Derneği
5/Feyza Geçmen- Liberal Demokrasi Hareketi
6/Şenel Karataş – İHD
7/ Jale Yanılmaz – Tüketici Güvenliği Derneği
8/ Şahin Tekgündüz – İstanbul Hepimizin
9/ Fevzi Durmuş – Beyazay Derneği
10/Şanar Yurdatapan – Düşünce Suçuna Karşı Girişim
11/ Mehmet Bülent Deniz – Tük-Bir-Fed
MESLEK ODALARI
Yok
SENDİKALAR
Yok
KANAAT ÖNDERİ VE AKADAMİSYENLAR
Yok
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1/ CHP Adana MV. Faruk Loğoğlu
BELEDİYE BAŞKANLARI
YOK
MESAJ YOLLAYANLAR
Ka-Der, Türkiye Barış Meclisi mazeret bildirdi.
PARTİ TEMSİLCİLERİ
HAK-PAR Av. M.Ali Erdoğan
İZLEYİCİLER
1/ Faik Akçay
2/ Kenan Demir (LDH)
3/ Tahir Arıca
4/ Sabahattin Şaki
5/ Şahin Şaki
6/ İbrahim Atik
7/ Hasan Tuncer (LİBAD)
8/ Gürcan Onat (As-Der)
9/ Halis Oruç Tabak (Avukat)
MEDYA
Yok
MODERATÖR
İlhami Mısırlıoğlu
KONULAR
GENEL KONU: Orta doğuda değişen dengeler ve Türkiye’nin dış politikası
YEREL KONU: İstanbul’da Ulaşım Sorunu, Ulaşım Kazaları
KONUŞULANLAR
Sunum videosu gösterildikten sonra İlhami Mısırlıoğlu yeni katılım gösterenler için TkMM ilkeleri ve toplantı işleyişine dair bir açış konuşması yaptı.
Feyza Geçmen – Ortadoğu hala göçmen. Türkiye’nin içinde bulunduğu ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin politikaları sebebiyle Ortadoğu kan ağlıyor. Dış politikamız belirsiz. İç hukuk sistemimizdeki sıkıntılar dış politikamıza da yansımış. Hukukun üstünlüğünü dile getirip, Esad’a yönelik politika yürütmek, Mısır ile olan ilişkilerimiz, büyükelçiliklerimizin olmayışı, birçok konuda geri olmamızı ve alınmış kararlar üzerine bizim artık mecburen içinde bulunmamız gerektiği gibi bir sonuca götürüyor bizi. Ortadoğu’da olan savaş maalesef, bizim ülkenin de içine yansımış durumda. Ülkenin neresinde olursak olalım artık adım atamaz hale geldik. Gerek sığınmacılar, gerekse kimliği belli olmayan masum ya da değil birçok tehlikenin de artık iç içe olduğu bir ortama doğru sürükleniyoruz. Sokaktaki değil evdeki insan da kendini bu savaşın içinde hissediyor. IŞİD’in desteklenip desteklenmediğine yönelik hem John Biden olsun hem de ülke içinde yapılan anket olsun, hükümetin IŞİD’i desteklediği konusunda bir durum var, hükümet bunu reddetse de. Hükümetin hem son olaylarda hem de genel olarak kullandığı dil kutuplaştırıcı ve tansiyonu arttırıcı. “Misliyle karşılık verilecektir” denmesi kötü. Başbakanın hukuku göz önüne “Hakedilen ceza verilecektir” demesini daha uygun buluyorum.
Hüsnü Adalı: Genel Gündemi “Ortadoğu’da gelişen dengeler ve olmayan Türk dış politikası” desek fark etmez. Emekli hariciyeci Yalım Eralp şöyle diyordu “Hariciye’ye girerken bize ilk öğretilen şey, Ortadoğu’da açıkça taraf olmanın çok büyük bir hata olduğu, intiharla eşdeğer olduğudur” Papa 2. Jean Paul’a atfedilen bir söz de şöyle “Ortadoğu’da çözüme yakın olan şansınız 1. Şık, Tanrı’ya dua etmektir, 2. Çözümü Ortadoğululardan beklemektir” Hala Suriye’nin adını devam ettiren bir hükümetimiz var. Liberal arkadaşım Hasan Tuncel’in dediği gibi Ortadoğu toplumları inanç toplumları ve gelişmiş toplumlar ise bilgi toplumları, bu önemli bir fark. Mezhepçiliğin, dar görüşlülüğün bizi getirdiği yer burası: Ortadoğu’da büyükelçiliğimiz kalmamış, Barzani dışında da diyalog kurduğumuz bir lider yok. Stratejik derinlik maalesef stratejik sığlığa dönüşmüş. Sıfır sorun, sıfır komşu olmuş. Bizim 700-800 milyar dolar gelirimiz var ABD’nin ise 15 trilyon dolar. Ne kadar para o kadar köfte. Siz 700-800 milyar dolarla 15 trilyonluk konuşamazsınız. İç barışı sağlayamayan bir dış barışı sağlayamazki. Çin’in Uygur bölgesi hakkında Türkiye konuşunca, Çin’in verdiği cevap şöyle “Evi camdan olan bize taş atamaz” Yabancı dil bilmeyen, öfke patlamaları yaşayan bir cumhurbaşkanı ile, bir olay olduğunda titreyen, ağlayan bir başbakanımız var. Hükümet teflon gibi, üstüne bir şey yapışmıyor. Kimse gücümüzü test etmesin, demiş Davutoğlu. Margaret Thetcher derdi ki “Güçlü olmak leydi olmak gibidir, leydiler hiçbir zaman ben güçlüyüm demez.” Siz eğer güçlü değilseniz söyleyip durursunuz. İsrail’e bakınca görüyoruz, tasvip etmesek de söyleyince yapıyor ama Türkiye’ye bakınca uçağı düşürülüyor, rehine alınıyor, tık yok, sorumlu yok. Türkiye’de en kısa liste sorumlu olup istifa eden listesidir. Çözüm ise AB Süreci’dir. Hükümetin başarılı olduğu 2002-2007 arası dönem bunun en güzel örneği, AB şartlarına uyduğu için. 2. Dönem su koyvermeye başladı stabil gitti, ve 2011’den sonra aşağı gidiş. Davutoğlu’nun eski öğrencisi Yar. Dç. Behlül Özkan 300’den fazla makalesini incelemiş ve şöyle diyor “Pan İslamist, dış politikası hayallerden ibaret ve AB’ye inanmayan. OD merkezinde Türkiye’nin olduğu suni bir düzen istiyor. Batı’nın otoriter yayılmacılığıyla İslamcılığı harmanlıyor. Ulus öncesi düşünce yapısına sahip ve bu gerçekten şok edici. Yabancı basında Erdoğan ve Davutoğlu ile ilgili son 2 yılda olumlu bir şey yok. 8-10 yıl olumluydu bu durum. Ne oldu da böyle oldu arkadaşlar.” Teşekkürler.
Fevzi Durmuş: Mezopotamya sürekli karışık geçmişte de böyleydi. 100 yıl önce İngiltere tarafından çizilen haritaların değiştirileceği algısı oturtulmuştu. Suriye belki 2 belki 3’e bölünecek. Irak’ta da, Libya’da da benzer durum var. Arap Baharı kabusa döndü. Haklı ile haksızın ayırt edilebileceği bir ortam yok. Bunu ayırt edecek uluslar arası düzeyde bir söylem gelişemedi. Saddam’ın geri kalan ordusu olarak nitelendirilen IŞİD var ve önüne kim çıkarsa çıksın suni islamı temsilen infaz gerçekleştiriyordu. Ben rehinelerin kazasız belasız kurtarılmasını başarı olarak görüyorum. Libya’daki tahliyede başarılıydı, eksiklerimiz muhakkak vardı. Neleri daha iyi yapabiliriz, onu konuşmamız lazım. Aynel Arap denilen, Kobani olan bölgede Mezalim devam edecek. Ölen insanların dili dini ırkı olmamalı. HDP’nin diğer bölgelere de aynı hassasiyetle yaklaşmasını beklerdim. Ezidilere olan müdahaleden sonra dış güçlerin reaksiyon gösterdiği görüyoruz. Aslolan insandır. Türkiye’nin yaptığı insani yardımlar önemlidir, daha koordineli olmalı.
Vasfi Kösebey: Bu konu çok geniş bir konu. Sovyetler çökmeden önce bize iki yakın toplum vardı. Biri Suriye diğeri Pakistan. Suriye’de akrabalık ve aşiret bağları çok kuvvetlidir. Orada %8lik bir grup hakim olmuştur. Orda müthiş birikim vardı, 82’de olmadı Arap Baharı’yla patlak verdi. Gelelim IŞİD’e. PYD ikili oynadı, Esad dokunmadı oraya. Beşar’dan kurtarılmış bölge olarak Kanton ilan ettiler ve biz kabul etmedik İran kabul etti. Salih Müslim net davranmadı ve hep ikili oynadılar. Şimdi IŞİD sıkıştırınca “Bizi niye savunmuyorsunuz” oldu. Biz niye savunalım ki, dediğimizi kabul etmediniz. Sıfır sorun politikasını Türkiye çok iyi uyguladı. Bir arkadaşım anlattı, Şam’da bir otelde lobide toplanıyoruz. Bu toplantıya bütün ataşeler gelir. İslam coğrafyasından tüm ataşeler, bizim türk ataşesini dinliyordu. Lider gibi görülüyordum. Bizi Avrupa almamış, ortadoğuya sırtımızı çevirmişiz. Ataşeler diyordu ki bize “harf devrimini niye yaptınız” Harf devrimini yapmasaydık bir federasyon olabilirdik. Özal da böyle söyledi Irak’ı, Suriye’yi içine alan bir federe olma imkanından bahsetti. Batı’nın ikili oynaması yüzünden Türk Dış politikası bu halde. İsrail belirleyici. Son zamanlarda olanlar asla kabul edilemez. İstiyorsan git orda savaş, kalkıp da burda yağma yapma.
Necmettin Keleş: Ortadoğu, yıllardır Batı’nın ordaki kaynakları kullanmak için müdahale ettiği bir bölge. Dış güçler burayı sömürüp, çıkarına göre inşa etti. Türkiye “Yurtta sulh, cihanda sulh” lafını yanlış anladı. Türkiye ne zaman bu emperyalist emellere çomak soktu, Türkiye’yi hedefe oturttular. Ezidiler, Kürtler, Araplar vb. ne zaman kendi bağımsızlıklarını tayin etmeye kalktılar, dış güçlerin kontrolünde yapmışlardır. Yani iç dinamiklerinden kaynaklı bir hareket olmamıştır bu. Her ne kadar Arap Baharı olarak görülse de, öyle değildir. Türk dış politikası, mazlumun yanında olan, kendi çıkarları için değil, o bölgenin mazlumun hakkı için yürütülen bir ilişki gibi olduğunu algılamakta zorlanabiliriz. O bölgede emperyalistlerin yürüttüğü politikaların arasında Türkiye’nin mazlumun yanında olan politikası görünmeyebilir, biz de algılayabiliriz. Suriye’de teröristler yetiştirilip Türkiye’ye gönderildi. Yani orada mazlum halkı değil, dış güçlerin oyunları olduğunu görüyoruz. Dış politikamız kısa vadede mantıklı görünmeyebilir. Uzun vadede çok kazanımı olacak bir politika olarak görüyorum ben. Suriye’ye, Ortadoğu’da, Mekke’de çoğu ülkeyle şu anda aramız kötü olabilir ama ilerde bugünki mazlum halkın başa gelmesiyle çoğu şey Türkiye lehine olacaktır.
Cüneyt Sarıyaşar: Kurulduğumuzdan beri sadece ülkemizde değil gerek ortadoğuda gerekse de bosnada, afganistanda çatışma coğrafyalarında ilgiliydik. Bu ateş Irak ile yakıldı, Suriye ile devam ediyor. 100 yıl önce bu coğrafyada azınlıklar üzerinde egemenler tarafından oluşturulmuş iktidarlar muktedir kılındı, jandarma rolünde, TC dahil. Halkına kültürel soykırım yapan TC dahil. Yeryüzünde yeniden düzen kuranların yeni bi çabaları var. Sermaye, çatışmayı azaltacak bir düzen kuruyor. Arap Baharı yeni değil. 10 yıllar içerisinde defalarca ayağa kalkan halklar, ilk defa kendi jandarmaları çektiler ve o diktatörler halklarıyla karşı karşıya kaldı. Ortadoğu insan hakları ihlallerinin bir yaşam standardına döndüğü bölge durumunda. Her ihlalde uyarımızı yaptık. Türkiye’nin dış politikasına baktığımızda, bölgede zülum gören halkın yönelik insani yardım yapılmasını önemli buluyoruz. Hükümetlerin yaptığı her iş düzgün olacak değil, gerektiğinde uyarılarımızı yapmaya da devam ediyoruz.
Şanar Yurdatapan: 92 yılında Türkiye’ye döndüğümde 3 ildeki Nevruz kutlamalarında basına bakıldığında pkk eylem yapıyor deniyordu. Halbuki Şırnak’ta yerel halka resmen havan topu atılıyordu. Ordu aldığı emir üzerine resmen sivil halka saldırmıştı. Ama asıl vahim olan, ülkenin geri kalanının bunu tam tersi yönde biliyor oluşuydu. Bu durum sonraki binlerce ölümün vaatçisiydi. Bunu Gezi olaylarında da yaşadık. Provokatörler her zaman olur. Ama provokatörlerin bir kısmı kendini göstermek isteyen gruplar olurken daha büyük çoğunluğu devletin içinden, mitten, polisten mahsus o olayları karıştırmak için yapanlardı. Son günlere baktığımızda, bunun içinde kuşkusuz aynı durum vardır. Ahmet Türk’ün sağ duyulu bir lafı vardır “Biz barış yapabileceğiniz son kuşağız, eğer bizle bunu yapamazsanız arkadan gelen kuşak, taş atan çocuklar, evlerini küçükken asker basan bu çocuklara laf atmanız mümkün değildir. Bu çocuklar köylerini asker basıyor, annelerine babalarına kolluk kuvvetleri tarafından sıraya dizilip taciz edildiğini görüyor. Ve nefret hissi büyüyor. Bunu kendim ilk hapishaneye düştüğümde kendi gözlerimle gördüm. HADEP Kongresi’nde bayrağı indiren çocuğa sordum, ne derdin var bayrakla? Babalarımız aynı bayrak altında savaştı. O bana özetle bunu anlattı işte. Onun için köylerine gelen dedelerini döven herkesin gözü önünde, onun gözünde ay yıldız ne ise yahudinin gözünde gamalı haç o. Kıvılcımı atın yeter. Dış politikamız yeterli değil. Sıfır sorundan, sıfır dostluğa gidiyoruz. Esad deyince, eskiden kan kardeştiler, ne olduysa bu hale geldi. Kobani’de izlenen politika çok kötü. Sadece IŞİD değil, içine tüm terör örgütlerini alıyor. Amaç tabiî ki de PKK ama PKK lideriyle görüşürken, IŞİD’in yanında PKK’yı da dile getirmek yan yana gitmez. Pkk lideriyle görüşmek doğru ama bu ikisi yan yana gitmeyince işte gördünüz: ordakileri ölüme terk ettiğiniz takdirde Türkiye’nin her tarafında kıyamet kopar. Bir kıvılcım yeter. Kıvılcımı kimin çıkarttığı da belli değil.
Şenel Karataş: Ben 20 gün önce bölgeye gittim. Bu Rojava denilen bölge, Erbil Dohok, Şengal, Zaho ve Laleş bölgesini gezdim. Okuduğum duyduğum birçok şey kafamda alt üst oldu. Ortadoğuda Kürtlerin öksüz olduğunu düşünüyorum ve bir kez daha bunu gördüm. Aslında politikaların çok acımasız olduğunu, bu ülkede gördüğümüz gibi insan yaşamına önem vermediği, Ortadoğu’da da böyle olduğunu gördüm. Büyük devletlerin, büyük holdinglerin kurbanları haline gelmiş bir insanlık coğrafyası vardı orda. Suriye meselesinde, kendi içindeki problemi çözemeyen Türkiye’nin haddini aştığını düşünüyorum. Kendi vatandaşı havan topu atıp düşmanlaştırmış, kışkırtmış bir yönetimin Suriye’ye ağabeylik yapması, demokrasi havarisi kesilmesi bana çok doğru gelmiyor. Suriye’nin yaptığı doğru mudur, Esad hep aynıydı. İktidarın işi bozulunca, Esad’ı canavar olarak görmesi ve Türkiye’ye de bunu böyle ilan etmesi, iktidarın böyle bir hakkı olduğunu düşünmüyorum. Ezidiler, Türkmenler saldırıya uğradı, Kobani daha direngen bir halk, Kürtler o coğrafyada bu konuda deneyimliydi. Kobani için ayağa kalkınmasını, “Neden Türkmenler için ayağa kalkılmadı” diye cevaplamak hata. Bazı kişiler böyle hareket ediyor. Şimdi biz Kobani için ayağa kalktık, siz de Türkmenler için ayağa kalksaydınız, böyle bir durum var. Uzaktan birilerini terörist diye yaftalamak, Gezi’de nerdeydiniz, şurda nerdeydiniz şeklinde bir hesap sorma var. Halbuki bu diktatöryal yönetim hepimizi bir şekilde köşeye sıkıştırıyor. Biz sistemin her zaman yandaşı değil, bir anda muhalifi haline gelebiliriz. Gezi’den edindiğim halklar birbirini tanımıyor. Halklar birbirini devletin onlara yüklediği ezberlerle biliyor. En büyük sorun bu. Ezidilerle ilgili KDPli bir yetkiliyle görüştüğümüzde, hükümetin görüşü gibi “Ezidiler Müslüman değil, Müslümanlığın fıtatında bu var.” “Peki bu tebliğe küçük çocuğun kafasını kesmek, insanları postallarıyla ezmek de mi var” dediğimde “E, onları da anlamak lazım” dedi. Katili anlamaya çalışırken onun öldürdüğü masum insanların anlamaya yönelik bir şey yapılmıyor. Halklar kendi ezberlerinin dışına çıksa, birbirini ezberlerden farklı düşünüp tanısa, aslında acı olarak pek farklarının olmadığı, acılarının birbirlerinin aynısı olduğunu görecektir.
Şahin Tekgündüz: Tartışmaya katkısı olacağını düşündüğüm, konuyla ilgili 3 soru dile getirmek istiyorum. Türkiye’ni Dış Politikasının tutarlılığı veya tutarsızlığını ile ilgili. 1:Türkiye’nin Kobani ile ne ilgisi var? Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği bir soru bu. Bir soru daha gündeme geliyor. Türkiye’nin Suriye ile ne ilgisi var? Ordaki iktidarı düşürmek için can siperane bir mücadele içindeyiz. 2: IŞİD ile PKK’yı aynı terör örgütü olarak görüyoruz. Çözüm Süreci’nde taraf olan PKK ile yaptıkları dünya ölçeğinde tepki alan IŞİD ile nasıl aynı terör örgütü olarak değerlendirilebilir. 3: Esed ile kimler ile mutlu fotoğraf çektiriyor? Bunlar Türkiye’nin Ortadoğu politikasını özetlemeye yeter de artar bile.
İlhami Mısırlıoğlu: Bu toplantı vekillerimizin de toplantısı, kendi toplantısı sayıyoruz. Kendisine, vekilimize katıldığı için teşekkür ediyoruz. Bu toplantılar vekil-müvekkil buluşması ve onlar gelmediğin toplantılar eksik kalıyor. Kendisine söz vermeden önce hem bu tartışmalara ışık tutucu nitelikte bugünün devletlerini anlamak için Fernand Brodel’in Akdeniz kitabını kurcalamakta fayda var. Diyor ki “Uygarlıklar 3 konuda doğru davrandıklarına göre ya kalıcı oluyor ya da yıkılabiliyorlar. Bir tanesi Bilgi akışını doğru düzenlemek ve akışın önünü kesmemek. İkincisi su akışını düzenlemek ve önünü kesmemek. Üçüncüsü ticaret yollarını düzenlemek ve önünü kesmemek. Örneklerle bunu anlatıyor ve hangisi bunlardan birini ya da ikisini yapamıyorsa, yıkılıyor ve yerine başkası kuruluyor. Küresel adaletle, o sırada oluşmuş hukukla yerel çıkarların kesiştiği noktaları doğru yorumlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Biz de o noktadan bakalım Ortadoğu’ya. İşin özü kim bilgi akışı, su akışı ya da ticaret akışını düzenliyor ya da engelliyorsa, bu çerçevede baktığımızda petrol ve doğalgazı da ekleyince devletlerin politikalarını daha iyi yorumlama imkanı bulabiliriz.
Faruk Loğoğlu: Hepinize teşekkür ediyorum. Aslında kMM’nin adını değiştirmeliyiz. TBMM’nin asıl sahibi sizsiniz. Türkiye Ana Millet Meclisi demeliyiz. Emekli Büyükelçiyim. Söyleyeceklerim ancak beni bağlar. Bazı noktalarda ayrıldığım hususlar olabiliyor. 3 bölümde konuşmam gerekiyor. İlki Ortadoğudaki sorun ne. İkinici Hükümetin izlediği politika ne? Üçüncüsü ise CHP nin çözümü ne? İlk maddeye gelirsek, Ortadoğu 1. Dünya Savaşı’ndan hatta Osmanlı Çöküşü’nden bu yana sorunlarını halledemeyen bir bölge. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail-Arap İhtilafı çözülemedi. Bu devam ediyor. Bunun üstüne Arap Baharı ve yarattığı sorunlar bindi. Ve Irak ve Suriye’deki gelişmeler bunu çetrefil haline getirdi. Bunun altında yatan ne? Öncelikle bir din çatışması var. İŞID’ın ön plana çıkardığı, hem Müslüman olanlara hem de Müslüman olmayanlara karşı bir yaklaşımı var. Ayrıca bir mezhep çatışması (şii-sunni) var. Üstüne bir de etnik çatışma var. (arap-kürt-bunun içinde başka grupları da sayabiliriz) Dolayısıyla zaten sorunlu olan bu bölgedeki sorunlar yumağı çok daha karmaşık hale geldi ve içinde çıkılamaz durumda. Peki bu nereye gider? İki şey söyleyebiliriz, bu çatışmanın, kanın akmasının devam edeceğini söyleyebiliriz maalesef hazırlıklı olmalıyız. Çünkü bugün IŞİD’ten bahsederken sanki IŞİD biterse Suriye’nin ve Irak’ın sorunu çözülmeyecek. Önceden El Kaide’den, El Nusra’dan, Afganistan’da Taliban’dan 14-15 senedir bahsediyorlar, bırakın onları Türkiye zamanında Cumhurbaşkanının ne olacak 3-5 çapulçudan dediği PKK terörüyle 30 senedir uğraşıyor. Yani terör örgütleri sorunun kendisi değil, sorunun ürettiği bir sonuç, IŞİD dahil. O bakımından sorunun daha derinlerine inmek lazım. Burda demokrasiden yoksunluk, ekonomik geri kalmışlık, kadın-erkek eşitsizliği, laikliğin olmaması gibi temel sorunlar nedeniyle özellikle bölge ülkelerinde sürekli terör örgütleri, mezhep çatışmaları, etnik çatışmalar üreten bir iklimle karşı karşıyayız. 2. ise bölgedeki ülkelerin parçalanabileceği. Bu IŞİD’in kuracağı bir İslam Devleti olabilir. Türkiye’yi de içine alabilecek bağımsız bir Kürt Devleti’ne yol açabilir. Bunun Türkiye bakımından anlamı ne? Son bir haftada bunu görüyoruz. Türkiye kan çanağına döndü, şu an için 20 ölü var. Her gün gerginlikler artıyor ve bu Suriye’den sığınmacılarla ilgili gerginliğin üstüne biniyor. Bir de şimdi, bölgedeki gelişmelerin ülke içine yansımaları da çok ciddi bir gerilim ve can kaybı var. Son bir nokta, bölgedeki durumun Türkiyeye yansıması, Türkiye bölgeyi ve özellikle İslam Dünyasını çok uzun bir gelecek için kaybetmiştir. Mısır, Irak, Suriye, S.Arabistan, Katar hepsi dahilrdir buna. Davutoğlu’nun başka bir anlamda kullandığı haliyle, Türkiye bölgede kendini sıfırlamıştır. Türkiye’yi Arap Devletlerinden farklı kılan demokratik ve laik yapısıydı, bunları kaybediyoruz ve bunları geri getirebilirsek tekrar eski halimize dönebiliriz.
Ali Erdoğan: Bir yanlışı düzeltmek istiyorum. Kobani ismi yeni bir isim dedi. Ama Kobani ismi 5000 yıllık bir isimdir diyelim ama zalim Arap hükümeti oraya Aynel Arap demiştir. Aynel Arap arabın gözü demektir. Nasıl ki Türkiye Kürdistan’daki isimleri Türkleşmiştir, ordada Kobani’ye Aynel Arap denmiştir. Ortadoğu’nun en büyük halkları Acemler, Araplar, Türkler, Kürtler ve son zamanlarda Yahudiler. 1. Dünya Savaşı’nda egemen ülkeler, Kürdistan topraklarını 4e böldüler. Biri İran’da diğer 3 bölge Osmanlı’da. Bu parçalanan bölgede Kürtlere Araplar Arap dedi, Türkler Türk dedi, Acemler siz Acemsiniz dedi. Bunların dağlara, taşlara, çocuklarına koyduğu adlar, konuştuğu dil Kürtçe yasak. Ortadoğuda dengeler değişiyor, Kürtler sahneye çıkıyor. Suriye, Iraktaki Güney Kürdistan denilen bölge devletleşmiş. Bir arkadaşımız kantonları anlamak mümkün değil dedi Rojava’dan bahsedilirken halbuki İsviçre’de 7 kanton var. Burda kendilerini idare eden Rojava’daki kantonların Türkiye’ye, bana, bir müslümana ne zararı olabilir. Yani zalim Esad’ın altında Araplaştırılmaları daha mı iyi? Son zamanlardaki olan olaylar tamamen hükümetin provokatif davranışı sonucu olmuştur. Başbakanın IŞİD ile PKK aynı demesi büyük bir gaftır. IŞİD ile PKK aynı ise, sen MİT’in başını niye 5 senedir İmralı ile Kandil ile görüştürüyorsun, anlaşma yapıyorsun? Misliyle karşılık veririz, yanlış bir söylem. kendi halkına misliyle karşılık vermek demek düşmana söylenecek bir laf bu. Eğer sen bir ülkeysen demokratik olarak, hukuki yollardan cezalandırabilirsin. Ortadoğu’da ortaya çıkmış yeni bir Kürdistan var ve bunu kabul edeceğiz arkadaşlar.
Vasfi Kösebey: Efendim ben sosyoloğum. Ulusların iki unsuru vardır. 1:Dini unsur, 2:Etnik Unsur. Sayın vekilim M. Kemal iki kelimeye karşı çıktığı için daha baştan kaybetmiştir. Sizin laiklik dediğiniz şeyin 40 – 50 sene hadi 90 senelik ömrü var. 90 senedir laiklikle yönetilen Türkiye huzura kavuştu mu, asla kavuşmadı. Osmanlı Döneminde bu tarikatler hepsi sıradan şeylerdi. Ama bugün hepsi büyük cemaat oldu. Tek sebebi baskılar sonucu bu hale gelindi. Onun için devleti idare edenler bu iki unsuru göz önüne almazlarsa, ordan bir yere varmaları mümkün değildir. Kürdü de Türkü de yaratan Allahtır. Yani Kürde Türk olacaksın, Türke de Kürt olacaksın diyemeyiz. Ama ulus devletler maalesef bunu yapmıştır. Büyük acıların sebebi bunlardır. Ben inanıyorum ki, devletin asla en ufak bir provokasyonu olmamıştır.
Hüsnü Adalı: Bir laf var, Edward E.’ya ait: “Eğer fikrini asla değiştirmeyeceksen, neden bir fikre sahipsin ki” şeklinde. Laiklik eleştiriliyor ama Sunni bir diyanetin olduğu yerde laiklik olmadığı için, olmayan kurum eleştirilemez. Yani bütün konuşmalar kadük kalıyor. Özal’ın Ekonomi başdanışmanı Süleyman Yaşar açıklama yaptı. “Dış politika olarak İran’daki ilerleme ve Türkiye’deki gerileme aynı şekilde devam ederse İran 5-10 yıl içinde Türkiye’yi geçecek.” Cengiz Çandar’ın bir lafı ilgimi çekti. “Artık dış dünyada basın, akademik çevreler Erdoğan ve Davutoğlu’nu Müslüman Kardeşler’in Türkiye şubesi olarak görüyor.” Yani Türk’e Türk propagandası kolay. Bir de bu oyunlar Norveç, Avustralya, Kanada’da niye yapılmıyor arkadaşlar? Yaranız varsa kaşınır. Ve yaradan, yaranın sahibi, birinci derece sorumludur. Türkiye olumlu lafı da bitti. Benim Hacıdan, Ortadoğu’dan gelen arkadaşım var, diyor ki “ 6-8 yıl Erdoğan, Davutoğlu iyiydi ama son 2 yıldır Erdoğan ve Davutoğlu hepsi çizildi, kimse değer vermiyor.” Acı gerçek bu. Bir de medya ve bazı şeyleri anlamayan arkadaşları görünce Pulitzer ödüllü A. Sinclair lafı geldi “Bir insanın birşeyi anlamamasına bağlıysa menfaati, o insan o şeyi anlaması son derece zordur”
Şanar Yurdatapan, atışmalar ile ilgili format hatırlatması yaptı ve genel gündem ile yerel gündemin önemi ve süre yönünden eşit tartışılmasına yönelik açıklama yapıp söz hakkını kullandı.
Şahin Tekgündüz yaptığı kısa açıklamayla, belirttiği 3 soru cümlesinin cevaplanması için değil, konuşmaların içeriğinin ona göre şekillenirse daha sağlıklı olacağını düşündüğü için, oluşan yanlış anlaşılmayı düzeltti.
Fevzi Durmuş: Şahin Bey’in belirttiği sorular, konu başlığı üzerinden gideceğim. Büyük devlet olmanın gereğidir bütün meselelere bakarak durumu değerlendirmek ve ona göre politika geliştirmek. Bizim coğrafyamızda olan herşey bizi 1. Dereceden ilgilendirdiği gibi dünyada da olanlar da bizi 1. Dereceden ilgilendirir. Burada akraba topluluklardan tutun da, Osmanlı bakiyesi toplumlardan tutun da, birçok toplumun harmanlandığı bir mozaik var. Burada acı çeken insanlar birilerinin akrabasıdır ya da değildir. Önemli olan orada insanların acı çekmesidir. Dolayısıyla biz çözüm önerilerimizi, buradaki problemi nasıl çözeceğimize yönelik geliştirmeliyiz. Tabi ülke içindeki problemleri de aynı vakar ve duyarlılıkla çözmek için projeler geliştirmeliyiz. Benim milletvekilimize bir sorum olacak.
İlhami Mısırlıoğlu soru-cevap formatına ait katılımcılara bilgilendirici konuşma yaptı.
Soru-Cevap:
Fevzi Durmuş: Hükümet Suriye Rejimi’ne yönelik tavrını değiştirdikten sonra CHP sanki “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” mantığıyla mı acaba Suriye’ye gitti? CHP’nin ana felsefesi neydi?
Faruk Loğoğlu: Türkiye’nin bölgesinde, dünyada olup biten herşeyle ilgilenmesi lazım. Fakat ilgilenmek ile taraf olmak arasında çok büyük bir fark var. Türkiye’nin geleneksel politikasının temel ilkelerinden biri Arap Dünyasındaki ihtilaflara karışmamak, Arap ülkeleri içindeki taraflara hiç karışmamak. Davutoğlu’nun en büyük hatalarından biri buydu, Türkiye’yi Arap dünyasındaki bütün ihtilaflara taraf yaptı ve Arap ülkeleri içindeki ihtilaflara da taraf yaptı. Suriye’ye niçin gittiniz kısmı ise, komşu ülke Suriye. Bunlarla bir alıp veremediğimiz, bir düşmanlığımız yok. Ciddi olaylar oluyor, orada olup bitenleri birinci ağızdan öğrenmek için hükümetle konuştuk, Beşar Esad ile konuştuk, muhalefetle görüşemedik çünkü hükümetin sultası altında düzenlenen bir geziydi. Fakat muhalefet ile sonra Türkiye’de konuştuk. Yani CHP, burda partizanlık yapmak istemiyorum, hem rejimle hem de muhalefetle konuşan tek siyasi partidir. Şimdi Suriye ile tüm kanallarımız kapalı. Büyükelçilik yok, konsolosluk yok, temas yok. Son geldiğimiz nokta, tezkereye bakıldığında ÖSO’yu ABD talimatıyla “eğit-donat” şeyi yapacağız. Yani komşu bir ülkenin rejimini devirmek için TSK eğitim verecek. Bunun hiçbir uluslararası doktrinde (BM kararında) mevcut bir rejimi devirmeye yönelik bu hakkı bir ülkeye veren hiç bir hukuki madde yok.
Ali Erdoğan: Emekli Washington Büyükelçisisiniz. Kendi özel görüşünüzü belirteceğim dediniz. Neden böyle bir açıklama yaptınız?
Faruk Loğoğlu: Hayır, benim söylediklerim doğru da olsa kurumsal anlamda CHP’yi bağlamaz. Şu ana kadar konuştuğum herhangi bir konuda partiyle görüş ayrılığım yok. Zaman zaman nüanslar olabiliyor.
Vasfi Kösebey: Atatürk’ün Arap ülkeleriyle işbirliği yapılmaması şeklinde bir vasiyeti var mıdır? Bu politika tutmuş mudur? Sayın Halk Parti Genel Başkanı’nın Beşar Esad’ı tutmasında mezhebi bir etken var mıdır, yok mudur?
Faruk Loğoğlu: Atatürk’ün böyle gizli bir vasiyeti olduğunu bilmiyorum, sanmıyorum ve Sadabat Paktı’nın kurulmasına öncülük eden bir Cumhurbaşkanıydı. Bu varsayımın doğru olduğunu pek düşünmüyorum ve akla mantığa aykırı. Mezhebi etkenlik sorusu ise hep duyuyoruz, ucuz bir politika bu. Hocam bakın siz sosyoloğum diyorsunuz, bu kadarını bilmeniz lazım. Biz Esad’ı desteklemedik, hiçbir zaman desteklemedik. Hatta Erdoğan’ın desteklediği dönemde de desteklemedik. İyi ilişkiler kurulmasından yanaydık ama hep dedik, hala diyoruz, Esad bir diktatördür, halkına baskı yapmaktadır, makul bir insan değildir. Bunu mezhepçiliğe indirmek, sizin dünyadan haberinizin olmadığı anlamına gelmektedir, kusura bakmayın.
Şanar Yurdatapan: Türkiye bölgeyi çok uzun süreliğine kaybetti dediniz, ne yaptı da kaybetti? Tekrar kazanmak için nasıl bir politika izlemeli?
Faruk Loğoğlu: Kaybetti, çünkü bugün İsrail de dahil, üç Arap ülkesinde Suriye, Mısır’da büyükelçiliği yok. Libya’dan, Yemen’den vatandaşları kovulan bir Türkiye var. Arap Baharı’nda etkisi olan bir Türkiye var. Ortadoğu barış sürecinde hiçbir etkisi kalmamış bir Türkiye var. İleriye dönük Suriye ve Irak politikalarında ciddi bir imkan var. Bu Arap ülkelerinde, eşitlik seviyesinde, saygı seviyesinde, sevgi seviyesinde eşitlerimiz olarak kucaklamak. Ve mezhep ayrımı, etnik ayrımı yapmadan kucaklamak ve en önemlisi bu ülkelerin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına sahip çıktığımızı sadece söylem değil eylem olarak da göstermeliyiz.
Şahin Tekgündüz: Bir ülkenin iç politikasını, dış politikasını ayrı ayrı ele almak mümkün mü? Türkiye bu konuda nerede? Teşekkürler.
Faruk Loğoğlu: Çok önemli bir soru, basit bir yanıtı yok. Akademisyenler için önemli bir soru. Küreselleşme sürecinin başladığı yıllara kadar, 1. ve 2. Dünya Savaşı… genelde dış politika kendi kulvarında yürüyen, sanki iç işlerinden ayrışmış gibi yürüyen bir süreçti. Ama küreselleşen dünyada ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasi ilişkilerin iç içe girdiği bir ortamda ve demokratik olsun, olmasın bütün ülkelerde, dış politikanın ülke insanlarını etkilediği dönemde bu ayrımı yapmak mümkün değil. Yani dış politikada attığınız her adım sizin içinizi, ekonominizi, toplumsal yaşamınızı etkiliyor. Toplumsal planda attığınız örneğin çözüm süreci, adımlar da dış politikanızı etkiliyor. En vahimi AKP iktidarlarının iç ve dış dinamiklere olan dinsel yaklaşımı Türkiye’nin dış politikasını bambaşka bir mecraya götürmüş ve özellikle son 4 yılda TC tarihinde hiçbir zaman yaşanmadığı kadar kötü, ülkeyi tehlikeye sokan, çıkarlarımız zedeleyen bir dış politika döneminin içine girmiştir. Bu devam etmektedir.
Şenel Karataş: PKK’ya El Kaide ve IŞİD ile aynı kategoride terör örgütü demek doğru mu?
Faruk Loğoğlu: Akademik bir soru aslında bu. Böyle düşünürsek doğru değil. Her terör örgütünün tabanı, çıkış noktası ve hedefi, eylemleri ve gerekçeleri farklı. Ama sonuçta hepsinin ortak noktası, şiddete başvurması. Çözüm Süreci açısında sakat doğmuştur, bir yere de gitmemektedir. Bunun da basir iki sebebi var. Birincisi PKK silah bırakmadı. İkincisi PKK şiddet ve terörden vaz geçtiğini ilan etmedi. Bu şartlar altında PKK ile yapılan müzakereler bir yere gitmemektedir. Bölgemizdeki gerçekleşenler ve Çözüm Sürecin’ndeki tehditler, daha ağır bir yük yüklemektedir.
Necmettin Keleş: Genel bir yargı var: CHP’nin hükümeti hep dışarıya şikayet etmesi ve terör örgütüne destek verir bir tavırda göstermesi, sandıkla deviremediğini gayri meşru olarak devirmeye çalışma gayretinin sebebi nedir?
Faruk Loğoğlu: STK ile bir araya gelmenin faydalı olduğunu görüyorum. Bir Arjantinli diplomat zamanında şöyle demiştir. “Kötü soru yoktur, yanıt kötü olabilir” Sorunuza alınmıyorum. CHP’nin belirttiğiniz çizgiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Bir Türkiye içinde hükümeti eleştirirken neler diyorsak, yurtdışında da aynı şeyleri söylüyoruz. Türkiye’nin gerçekleri sadece Türkiye içinde konuşulur diye birşey yok. Sadece CHP takip etmiyor Türkiye’de olan biteni, yurtdışında herkes takip ediyor, bizim de Almanya, Fransa’yı takip ettiğimiz gibi, eleştirdiğimiz gibi. Bunu AKP iktidarı yapıyor maalesef. Yani ABD hakkında Türkiye’de konuşurken ABD’ye vuruyorlar, vur abalıya diyorlar. Washington’a gittiklerinde kuzu oluyorlar. Bu farklı yaklaşım, büyükelçilik yaptığım için biliyorum Türkiye-ABD ilişkilerini sağlıksız kılıyor. O yüzden CHP her zaman her yerde gördüğünü söylemeye devam edecektir.
Fevzi Durmuş: CHP’nin oyunu yükseltemediği, halka anlatamadığı şeyleri, Avrupa’da muhataplarına anlatmasını ne kadar doğrudur?
Faruk Loğoğlu: CHP, kendini Avrupa’da daha rahat anlatıyor. Biz bunu parti içinde de kabul ediyoruz. CHP’nin düşünceleri, projeleri, öneriler var. Ama bunu halka iletmek konusunda çok ciddi sıkıntılarımız var. Bunun nasıl aşarız? Hala yanıtını bulabilmiş değiliz. Yurtdışında anlatmaya gelince ise onun getirisi var. Türkiye yalnız yaşayan bir ülke değil. Bugün Amerika’ya da, Avrupa’ya da, Arap ülkelerine de ihtiyacımız var, Türkiye’nin iyi ilişkilere ihtiyacı var. Yani ana muhalefet partisinin kendini dışarda iyi anlatması, Türkiye’nin çıkarları bakımından önemli. Biz sadece Suriye’ye gitmedik. Mısır’a da gittik. Mısır’a AKP politikalarını kötülemek için değil, o ülke ile ilişkilerimizi biraz daha yukarı çıkarabilir miyiz diye gittik. Oradaki iş adamlarımıza, 500den fazla firma var, onlara acaba bizim gidişimiz yardımcı olabilir mi, bir düşünceyle gittik ve fayda da sağladı. Irak’a gittik. Aynı şekilde. Orda da fayda sağladı. Muhalefet sadece şikayete gitmiyor. Şikayet de etmiyoruz.
İstanbul kMM Hamalı Cemil Altay