YER: Bodrum Belediyesi Meclis Salonu
TARİH: 10 Ağustos 2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF ve GİRİŞİMLER
1 / Bodrum Demokratik Anayasa Platformu (BDAP) – Güngör Sezgün (Temsilci)
2 / Kent Konseyi – Ali Melih Verdön
3 / Bodrum Denizciler Derneği (BDT) – Mustafa Demiröz (Başkan)
4 / BESİAD – Engin Ali Kaplan (Y.K. Başkanı)
5 / Bodrum Engelliler Derneği – Metin Erzi (Genel Sekreter)
6 / Bodrum Kadın Dayanışma – Figan Erozan Şendikmen
9 / Bodrum Eğitim Gönüllüleri Derneği – M. Fatih Kaya (Genel Sekreter)
MESLEK ODALARI
1 / Deniz Ticaret Odası (DTO) – Tunç Kurtluoğlu (Misafir)
2 / BODER – Alişir Şahin (Yönetim Kurulu)
3 / BİTAV – Temel Orhun
SENDİKALAR
1 / DİSK Genel İş Sendikası (Belediye Gıda A.Ş. çalışanı) – Yaşar Çelikan
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER YOK
GOZLEMCİLER
1 / Bodrum Belediyesi –Mustafa Özsu (Meclis Üyesi)
2 / Bodrum Belediye – Ali Galip Güven (Başkan Yrd.)
3 / BDP – Hamit Geylani (Eş Başkan Yardımcısı)
4 / BDP- Şehbal Şenyurt (Bodrum BDP, PM Üyesi)
5 / BDP – Yüksel Yıldız (BDP Bodrum İlçe Başkanı)
6 / CHP – Saime Demirtaş (İlçe Kadın Kolları Başkanı)
7 / CHP – Sami Algün (Bodrum CHP Gençlik Kolu)
8 / DTP – Akgün Şenyurt
9 / Yeşiller – Yüksel Selek
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Nurettin Demir (CHP)
BELEDİYE BAŞKANLARI YOK
MESAJ YOLLAYANLAR
1-Tolga Çandar-CHP Muğla Milletvekili
2-Ali Boğa- AK Parti Muğla Milletvekili
DİĞER KATILIMCILAR Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 22 izleyici/gözlemci katıldı.
MEDYA
1 / Bodrum Gündem – Çiçek Bozoğlu.; Doğacan Doğan
2 / Bodrum Kent TV – Ayhan Ongun/Ali Ballı
3/ Uğur Yurtsever- Arena Gazetesi
4/ Selçuk……..TRT
MODERATÖR Ayhan Ongun – Gazeteci, Yazar – Bodrum Kent TV
KONULAR
GENEL KONU: Komşularımızla İlişkiler – Suriye
YEREL KONU: Yarımadanın Alt yapı sorunları-atık
KONUŞULANLAR
GENEL KONU: Komşularımızla İlişkiler – Suriye
1 / Hamit Geylani: Önemli bir sözle herkesin dikkatini çekmek istiyorum. “Cihanda Sulh, Yurtta Sulh”. Yurtta sulhun, yani ülkede barışın olmadığı bir noktada komşularla ve diğer ülkelerle barışın kurulması çok zordur. Onun için komşularla sıfır problem adına önce ülkede barış gerçekleştirmek gerekiyor. Ülkedeki barış önce hanede, ilçede, ilde başlar. Oysa ki, bilindiği gibi 30 yılı aşkın bir süredir bu ülke çok ağır bir şiddet ve çatışma altındadır. Ben iki gün önce Hakkari’den, Şemdinli’den geldim. CHP de 5 kişilik bir heyetle gelmişti. Gerçekten orası alev alev yanıyor ve bu alev tüm ülkeyi de sarma potansiyelini barındırıyor. Bu nedenle bölgedeki tüm meclislerin, tüm demokratik kitle örgütlerinin yapacağı şey bir an önce Şemdinli’de ateşe benzin dökmek değil, su dökmek hepimizin görevidir. Şimdi ülkede bu ateşin içinde ülke barışını tehlikeye sokan bir anlayış olduğu zaman bölgede ve komşuda barıştan ve iyi komşuluk ilişkilerinden söz etmek olanaklı değildir. Suriye’de bu hadise kuşkusuz bu bölgeyi, Türkiye’yi ilgilendiriyor, dünyayı ilgilendiriyor. Çünkü dünyanın her yerindeki bir savaş kıvılcımı komşuları da etkiliyor, dolayısıyla cihanı da etkiliyor.Bu etkilerin en aza indirilmesi noktasında o hadiseye o ülkenin bir sorunu olarak bakmak gerekiyor. Ancak, o ülkeyi kesin ve kalıcı biçimde barışa ulaştıracak unsurlar o ülkenin kendi dinamikleridir. O ülkenin yapacağı şey o halkları birbirlerine düşürmemek, birbirleriyle didiştirmemek. Onlara demokratik, çağdaş hukuk haklarıyla yol göstermek. Biz sadece katkı sunabiliriz onlara. Bölgeye sirayetinden kaçınmak lazımdır. Değerli arkadaşlar, faşist ve zalim rejimlerin sonu yoktur, görülmemiştir. Kendi ülkesinde barışı olmayan bir ülke komşularıyla barış içinde yaşayamaz. 30 yıldır şiddet sarmalı var Türkiye’de. 30 yıldır denenmeyen hiçbir yol yordam, yol haritası kalmadı, ama bitmedi, bitmediği gibi daha da keskinleşti. O zaman demek ki bu yöntemler yetmiyor. Çözecek yöntemleri bulmak gerekiyor. Çözecek yöntemler demokrasidir, diyalogdur, çağcı hukuk yollarıdır, empati kültürüdür ve vatandaşlarına sahip çıkmadır. Devletin güvenliği bu ülkede yaşayan tüm halkların, tüm inançların, tüm kültürlerin yaşamın her alanında üzere, anadil dahil olmak üzere, eğitimi, gelişim dahil olmak üzere (bunları çoğaltabiliriz). Bu tedbirlerin alınmasıyla ve de demokrasi güvenliği kendiliğinden alınmış olur. Demokrasi güvenliği olduğu zaman kendi yurttaşıyla barışık olmak, kendi demokrasisini geliştiren bir ülke komşularının yanındadır. Onun için biz diyoruz ki komşu ülkelerle, dünya ülkeleriyle barış içinde yaşamalıyız. Çünkü bu barış herkes için gereklidir. Kendi vatandaşıyla kavgalı olan bir ülke, kendi topraklarını 30 yıldır havadan bombalıyor, karadan bombalıyor, topa tutuyor, kitlesel gözaltına almalar yapıyor vb. Buna bir ülke ne kadar dayanabilir? Belediye başkanları cezaevinde, kadınlar cezaevinde, çocuklar cezaevinde… Bu kutsal ülkede çiçekler yeşereceğine, Ergenekon’da gördüğümüz gibi her dere kenarında, her kovukta, vb. maden fışkıracağı yerde silah, cephane çıkıyor. Bu ülke bunu hak etmiyor. 70 milyon insan bunu hak etmiyor ve bu ülkenin dirliği ve bütünlüğü içinde herkes ana diliyle, inancıyla, kültürüyle yaşamın her alanında kendisini ifade etmeli, örgütlenebilmeli, o yaşam alanlarında iktidarlaşmalıdır. Bu haklar medya alanına da taşınmalıdır. Bu haklar insanın en doğal haklarıdır, en beşeri hakkıdır. CHP isterse, barış olur. İstemek ayrıdır, gereklerini yerine getirmek ayrıdır. . Özür dileyerek iki cümle ekleyeyim. Suriye’de kimliği olmayan Kürtlerden Türkiye’nin korkmasına gerek yok. Suriye’de hem muhalifler hem Esat rejimi açısından muazzam bir çatışma var. Biliyorsunuz Suriye’deki Kürt’lerin kimliği yok. Kimliği olmayanın hiçbir hakkı olmaz. Mülkiyet hakkı olmaz, eğitim hakkı olmaz, yani o kadar mağdur bir halktır. Bu nedenle Türkiye’nin bundan kaygı duyması abestir. Kürtler Türkler en iç içe geçmiş topluluktur. Bu ülkede herkesin, Laz’ın, Çerkez’in, Abaza’nın, Arap’ın, Türk’ün ne hakkı varsa Kürtlerde sadece onu istiyor, başka bir şey istemiyor. Bana sordular, “Siz Kürtler ne istiyorsunuz?” diye. Tek kelimeyle şöyle bir cevap verdim: “Kişi olarak, aidiyet olarak, hak olarak siz ne istiyorsanız, biz Kürtler onun daha azını istiyoruz”. Teşekkür ediyorum.
2 / Yüksel Selek: TBMM’yi toplamayı çok ciddiye almak gerekiyor. CHP bunu istedi, AKP yanaşmadı, MHP buna karşı çıktı. Ancak, bu konu çok önemli. Kürt sorunun çözümünün mecliste tartışmak üzere toplanmalılar. Bu sadece Şemdinli’de Hakkari’de olan olaylarla ilgili değil. Sokağa çıkp Meclis’i zorlamayı ömrümün sonuna kadar yapacağım.
3 / Yaşar Çelikan: Ben kendi adıma görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Bana göre bu Suriye emperyalist ülkeler ve elebaşı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin devamıdır. İktidar “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine uymuyor. Tüm muhalifleri Ergenekon ile sindirdi. Önderlik edecek tüm muhalifler tutuklu. Bütün dış politikalar göz önünde. Zaten geldiğimiz nokta itibariyle de sorunumuz olmayan ülke kalmadı. Diğer taraftan bütün toplumsal muhalefet güçlerini de sindirdi. Zaten Türkiye’de öncelikli olan Ergenekon’du. Operasyonlar da başladı. Bugün gazeteciler, milletvekilleri, toplumsal muhalefette önderlik yapacak, toplumu yönlendirecek bütün muhalif güçler bugün tutuklu. Bir şekilde sindirildi insanlar. Kendilerini ifade etmekten menediliyor. Aydın tehdit ediliyor ve bir şeklide mevcut iktidarın etkisi altında. İnsanlar duygularını düşüncelerini ifade etmekten korkuyorlar, sokağa çıkmaktan korkuyorlar. Türkiye adım adım ilerliyor. Bugün Misak- Milli sınırları artık tehlike altında, çünkü bu Büyük Ortadoğu Projesi sınırları da çiziyor. Bence toplumsal muhalefeti örgütleyecek örgütlü tüm yapıların birlikte bir cephe oluşturması lazım. Siyasi partilerden bunun önderliğini yapacağına inandığım tek parti CHP’dir. Fakat daha önce sizlerin de ifade ettiği gibi söz ve eylem birliği şarttır. Sözde bu duygu ve düşüncelerini ifade ediyorlar ama iş eyleme geldi mi somut olarak maalesef adım atmıyorlar. Mesela sendikalarla ilgili çalışmalarda en önce CHP ile karşı karşıya geliyoruz. Yani genel başkanın söylediğiyle ilçe başkanının dediği yaptığı tutarlı değil. Bu dış politikalar için de geçerli, iç politikalar için de geçerli.
4 / Güngör Sezgün: Suriye konusundan önce hep dile getirdiğim ama kendimi tekrar söylemek zorunda hissettiğim bir şey var. Bu toplum birbiriyle konuşmayı başaramayanlar toplumu haline getirildiği için Cumhuriyet’in doğuşundan bu yana, şimdi de konuşmakta zorluk çektiğimizi görüyorum. Farklı düşüncelere sahip arkadaşlar konuşma konusu bulduklarında ilk şey birbirini suçlamak olmamalıdır. Buna özen gösterilmesini özellikle rica ederim. Çünkü, eğer düşmanlaştırılmış bu insan ilişkilerini yine birbirini öteleyen, birbirini kötüleyen noktadan yürütmeye kalkarsak bu toplantıların amacı boşa çıkar. Bu beni çok etkiliyor. Şimdi burada konuşulacak o kadar önemli şeyler varken buna değinmemin nedeni bu. Yani, “Dünya emperyalist bir şeydir” diye başladığınız zaman, emperyalist olmayanı kim söyleyecek ve buradan başlarsak barış, demokrasi, yeni anayasaya nerden kapı bulacağız? Biraz zor. Dikkat etmek gerekir. Dünya kocaman bir köy. Bütün dünya artık milliyetçi sınırlar içinde yaşayan devletler politikasında ekonomik ve diğer anlamda karşılıklı bağımlı bir yapıya geçiyor. Bunu görerek bakmak lazım. Bu yer yer çatışmaları körüklüyor, ama önümüzde büyük bir barışa da yelken açıyor bence. Bu tarafa bakarsak bunu görürüz, savaşa doğru bakarsak savaş görürüz. Barışın olanaklarını araştırırsak, barış görürüz. Suriye meselesi ise, son günlerde öne çıkarılan haliyle, bir Kürt meselesi değildir. Bir Müslüman meselesi de değildir. Sünni meselse, Şii meselesi, Ermeni meselesi de değildir. Hepsi birdendir. Ama buna gelinceye kadar olan kısmı, kanaatimce, dünya ekonomisi ile dünya siyaset ilişkilerinin yeniden kuruluş zemininde bir kaos ve peşinden bir çözülme yaşamak üzeredir. Şu anda öğrendiğimiz, bildiğimiz, yapıla gelmiş her şey birikimin etkisi altında ve değişmek zorunda. Tabii şimdi hemen Suriye’de olanlara baktığımız zaman acıların büyüklüğü karşısında canımız sıkılıyor ve çözüm önerileri geliştirmekte, ortak akıl bulmakta zorlanıyoruz. Ama, büyük projeye bakılırsa… Ben Büyük Ortadoğu Projesi’ni kastetmiyorum. İnsanlığın varlık içerisinde karşılıklı yürütmek zorunda olduğu hem ekonomik hem siyasi, bağımlılık içinde yürütmek zorunda olduğu ilişkiler yumağında nerede durmalıyız. Bu kuşkusuz barışın yanında olmakla ifade edilir. Peki, gelelim yakın çerçeveye. Çevresinde barışı arzu eden bir ülke kendi içinde barışı kuramamışsa, bu nasıl olabilir? Olmaz tabii. Onun için de kendi barışını kuramayan bir yapı, barışın olmadığı ortamlara kilitlenmek zorunda kalır. Peki, başka bir çerçeveden bakalım. Orta Doğu Türkiyesiz olabilir mi? Olmaz. Neden? Hem geçmiş mirası nedeniyle hem dünya ekonomisinin enerji koridoru olan Türkiye nedeniyle, Anadolu’da demokrasinin diğerlerine göre daha yüksek işlerliğe sahip olduğu bir ülke olarak Türkiyesiz Orta Doğu düşünülemez. Peki, Kürtsüz Orta Doğu düşünülebilir mi? Bu da mümkün değildir. Çünkü hep tekrar edilen bir söz, binlerce yıldır kadim halk denilen Kürtler bunca yıldırmaya, baskıya rağmen yok edilemediler. Kimse kimseyi yok edemeyecek. Peki şimdi nedir zorluğumuz? Yokedemedik, ama nasıl yaşayacağımızı beceremiyoruz. Ama bunu becereceğiz. Yani önümüzde 10-15 yıl içerisinde, buradan başlayan bu küçük çalışmalar meyvesini verecek ve Kürt sorunu da Orta Doğu sorunu da barışla çözülecektir. Barışla çözülecek derken savaş hiç olmayacak demek istemiyorum. İstemediğimiz halde çok değişik etkenlerle, ekonomik veya kültürel farklılıklar nedeniyle, güçlü bir çatışma alanı olan bu bölgede çatışmalar sürecektir. Ama dünyada silah sanayine yatırım yapanlar ile barışa yatırım yapanların kavgasında ben inanıyorum barış kazanacak. Bizim bu toplantılarımız da diyalogla güçlendirilerek ortak aklı ve seçtiğimiz milletvekillerinin bugüne kadar bizimle sürdüremedikleri toplu diyalog zeminini sürdürmeye yararsa, bunu başarabilirsek ve bu alış veriş buradan Ankara’ya, sokağa, başka insanlara da sirayet edebilirse, sabırla bu çalışmayı sürdürmeye devam etme gereği duyuyorum. Teşekkür ederim.
5 / Ertuğrul Barka: Bodrumluyum. Konuşuyorsak, kaynak göstererek, kanıtlayarak konuşmalıyız. Karşılıklı bağımlılık dediğimiz zaman, hiçbir sorunu çözemiyor, baştan teslim oluyoruz. Prof. Dr. Hikmet Başkaya diyor ki, “Bir toplumsal olayı, bir tarihsel gerçeği doğru değerlendirebilmek için sürecin içinde incelemek gerekir”. Bugünkü Suriye olayı Türkiye’den Libya’da olandan, Afganistan’da olandan vb. farklı şeyler değil. SSCB’nin dağılması, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra neler oldu. Ama orayı yıkıncaya kadar da neler yaptıklarına baktığımız zaman şöyle bir noktadan başlayabiliriz. Amerika’daki üniversitelerin dergilerinde var olan –bilgisayarım keşke yanımda olsaydı, buradan yansıtabilirdik-… Hiroşima’da bombaların savaş bittiği halde atılması Japonların teslim olması için değil, Sovyetlere ellerinde nasıl bir silah olduğunu göstermek için, sosyalist hareketi baskılamak içindi. İşte o emri veren kişi başkan seçilip yemin edeceği sırada diyor ki, Temsilciler Meclisi’ne konuşurken, “ ……………sömürgecilik uygulayacağız” diyor. İlk kez o zaman ……… geri kalmış ülkeler ve kalkındırma sözcüğü. Tabii daha önce Uluslararası Çalışma Örgütü’nün genel sekreteri kalkınma veya geri kalmış ülke lafları bunların 3. Dünya Ülkeleri dediği ülkeler. Bir yanda kapitalist blok ABD var, bir yanda SSCB’nin önderliğini yaptığı sosyalist kamp var, ama bunların dışında kalan iki tarafın paylaşmaya çalıştığı 3. Dünya Ülkeleri var. İşte bu kalkınmayı nasıl yapacağız? Marshall yardımını biliyoruz. Diyor ki yardım edeceğiz. Yani, emme basma tulumbaya bir maşrapa su verip tulumbayı çalışmaya başlatıp yeraltındaki suyu istediğiniz kadar çekersiniz diyor. Tarihsel süreçte bu 3. Dünya ülkeleri ile kapitalist grup arasındaki makas inanılmaz açılıyor. Sözüm ona kalkındıracaklar. Asla. Bu ülkeler inanılmaz yokluklara, yoksulluklara, askeri darbelere düşüyorlar. Bir çatışma da Türkiye’deki gibi. Bugün Türkiye’de yapılan madencilik ile şovenist madencilik yapılan ülkelerde iç savaş olasılığı %25. Gelişmiş denilen Batılı ülkelerde bu oran %2. Ülkede kullanılmaz bir sosyal dengesizlik oluyor, toplumsal yıkım oluyor. İnsanlar birbirine düşüyor. İlgilenen olursa, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kemal Kardeş’in Kaz Dağları’nda yapılacak olan altın madenciliğini 450 bin-500 bin kişiyi nasıl 14 yıl içinde işsiz ve çaresiz bırakacağını söylüyor. İşte bunun toplumsal maliyetleri de ne olacak? “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitapları var; 1, 2,3, 4. Orayı bir okuyun. Asla karşılıklı mağdur falan yok. İlk defa o devlet değil. İşte bunlar ilaç, silah, uyuşturucu, enerji şirketleri. Bunların CEO’ları oturuyorlar, dünyada nerelerde ne yapılabilir, vb dünyada binlerce kişinin nasıl ölebileceğinin kararının verildiğini dinledik. Kitaplarda yazıyor bunlar. İş adamı, iş sahibi insanlar var Türkiye’de. O kitapları yazanlar da var. Yani asla ve asla karşılıklı bir bağımlılık yok. Bugün doğal kaynaklara dadanmış sermaye var. Sermaye yürümek, büyümek zorunda. Sermaye bisiklete binmiş adam gibidir, durursa düşer. Asla durması mümkün değil. Durmamak için de, kendini büyütebilmek için de sularımıza madenlerimize halat atmıştır ve dünyadaki bütün bu enerji kaynakları, su kaynaklarına saldırıp, halkları birbirine düşürüyor. Eğer biz burada en Kürdüm, ben Aleviyim, ben hamalım diyemiyorsak, 100 tane şirket yaşamı ve insanı yok etmeye yönelik işlere kalkışırlar. Son tahlilde, yaşamı yok etmeye, insanı yok etmeye yönelik bu çılgınlığa kalkıştılar ve biz buna karşı durmadıkça, ne Suriye’yi , ne Afganistan’ı, ne Libya’yı ne de başka bir şeyi doğru tahmin edemeyiz, tartışamayız. Son tahlilde yaşamı savunma meselesi bu. Ne yapacağız.? Bunu kime karşı yaparlarsa yapsınlar, burada toplanacağız. Bunu Kürtlere karşı yapıyorlarsa burada toplanacağız. Dünya insanlar için. Ama diğer canlılarla anarşik bir zincirin halkaları olarak bir arada yaşıyoruz. Yaşam saygı duyacağız, başkalarına da saygı duyacağız. Teşekkür.
6 / Ayşe Erdem: Bir süredir Hatay’daydım. Suriye-Türkiye ilişkisinde benim gördüğüm, geçen sene de bu mülteci kamplarında zaman geçirmiştim, bu sene de hem sınırda hem de şehirde mültecilerle zaman geçirdim. Ben meseleyi Kürt meselesi açısından ya da savaş açısından görmüyorum. ….. olarak anlatmak istiyorum. Bu mültecilerin bu kadar çok gelmesi, bizi nasıl etkileyecek? Bunu ciddi düşünmek gerekiyor. Çoğu şöyle düşünerek geliyorlar, orada devrim diyorlar yaptıklarına ama orada ciddi katliamlar yapılıyor ve tanıştığım hemen hemen bütün çocuklar, “Babam bile olsa, Aleviyse öldürürüm” diyor. Bunlardan yüzlercesi beraber yaşamaya başlayacak önümüzdeki günlerde. Daha önce böyle bir ayrım yoktu. Şu anda Alevi-Sünni ayrımı çok ciddi boyutlara varmış vaziyette. Yani, hasta geliyor hastaneye, diyor ki “Aleviyse ben doktora ameliyat olmam” diyor, ölmek üzere bu arada. Hastanedeki doktorlar birbirlerine bakıyorlar kim Alevi, kim Sünni diye. Gelenler Alevilerin varlığını istemiyor. Ülkemiz Alevi-Sünni çatışmasını körükleyecek bir sorunla karşı karşıya. Dolayısıyla, ben Türkiye’nin durumunu bu bağlamda düşünüyorum. Fikrim olduğu için değil sadece bunları gördüğüm için. Biz bu insanlarla birlikte yaşayacağız. Bu sosyal hayatımızı nasıl etkileyecek.
7 / Şehbal Şenyurt Arınlı: TkMM toplantılarının Bodrum’da başlaması , Bodrum için Bodrum sorunları için ve dünya ile olan ilişkiler de bu toplantılar çok önemli. Suriye’de kimliksiz bir toplumdan söz ediliyor. Suriye rejimi 1962 vatandaşlık yasasını çıkarırken Türkiye’den gelen Kürtlere kimlik vermedi. Geçmişte Hatay meselesi, 1. Dünya Savaşı süreçlerinde olanların kimlikleri var. Ben Suriye’de kaldım. Suriye’yi kavramak gerçekten çok zor. Orada çok ciddi Alevi ve Müslüman olmayan azınlıklar var. Kendi sivil toplum örgütleri vs ile çok etkinler .Bizim sınırımızdaki Kürt halkı için mesele Suriye devleti içinde var olma meselesi. Buradan, bize korku şeklinde yansıtılan da meselenin çok tersi. Alternatif yayınları izleyen var mı? Maalesef, medyada tek yanlı yayınlar oluyor. Biraz buna da dikkat çekmek için söz almak istedim. Olabildiğince alternatif yayınları izleyin, orada yaşayan Kürt örgütleri bunun altını çiziyor. Suriye’de bir yaşam modelinin devamında hareket ediyoruz diyorlar. Bizde büyük korkularla bu mesele yaşanıyor.
8 / Nurettin Demir: Teşekkürler geldiğiniz için. Ben aynı zamanda Urfa’nın CHP’nin fahri fahri milletvekiliyim. Urfa’da ve Diyarbakır’da yıllarca hekimlik yaptım. Onlar da şimdi ekmek istiyor, barış istiyor, başka bir şey istemiyorlar. Ancak, çıkar odakları bunları onlara çok görüyor ve çabalarını baltalıyorlar. Sadece bir güç gösterisi olarak gerçekleştirilen Nagazaki, Hiroşima buralarda devam ediyor aslında. Böyle bakınca, Suriye’deki olaylar daha kolay anlaşılabiliyor. İnsanları katleden bu savaş neden? Niçin? Bütün mesele Büyük Orta doğu Projesi. Yıllardan beri söyledik. Adım adım uygulanıyor. Nasıl ki Hiroşima’ya o bombaları zevkle attılar, şimdi geliyorlar bize en yakın komşumuzda büyük bir mutlulukla o savaşı çıkarıyorlar. Irak’ta da böyle yaptılar. Ve bizi de kullanıyorlar. Bu bir gerçek.
Suriye’de ne oldu da herkes birbiriyle düşman oldu? Önceleri Suriye bizi sevgiyle karşılıyordu. Ne oldu da birden düşman olduk? Bunun cevabı Büyük Orta Doğu Projesi. Bizi kullanıyorlar. Hemen iktidara sözü getireceğim. Ama sıfır sorunla iktidara geliyorsunuz sıfır sorunla ülkenin insanlarından oyları alıyorsunuz. Dış politikada da, komşularla ilişkide sıfır sorun politikasıyla geleceksiniz oyları alacaksınız ama daha çok geçmeden o sorunun baş aktörü olacaksınız. Bu, önemli bir şey. Urfa’da 20.000 kişi var. İki ay kadar önce Ceylanpınar Vakfının kamp alanı var. Yirmi bin kişilik bir çadır kent var. Modern klimalı bir çadır kent. Batı standartlarında. Ordaki insanlarla konuşuyoruz. Niçin geldiniz diye soruyoruz? Burada maaş veriyorlarmış. Para veriyorlarmış. Iş veriyorlarmış. Ceylanpınar çadır kentinde 2000 kişi var. Niye bu kadar büyük? Demek ki bir beklenti var. Yani savaşın devam edeceğine dair bir beklenti var. Bu bir plan! İnsanları iş vereceğiz diye getirmişler. Bölge fosil atıklarının/enerjinin %36’sını oluşturuyor. İş esas olarak enerjiyi kontrol altında tutmak. Kürt, Alevi fark etmez, hepsini kullanıyorlar. Hatay’da millet birbirini boğazlar hale geldi. Bir miting bile yapılamıyor. Alevi-Sünni çatışması korkusu büyük. Ekonomik kayıp ise ciddi bir sorun. Bütün kapılar kapanmıştır. Irak kapısı kapanmıştır maalesef, Suriye kapısı kapanmıştır. Bir yıl içersindeki kaybımız 5 milyar dolardır. 5 milyar dolar ihracattan kaybımız vardır. Mersin’den itibaren Hakkari’ye 10 ilde ekonomi çökmüştür. Ellerindeki TIR’ları falan satmak zorunda kalmışlardır. Bu kadar zor durumdalar. Dolayısıyla ne yapmalıyız? Hükümet bizi bu ateşin içine attı. Bu nedenle, biz öncelikle barış, dostluk ve kardeşliği savunmalıyız. Biz CHP olarak Meclis’te bunu yapıyoruz. CHP Başbakan’a gitti.
Uludere bir dram mesela. Bölünmezliği CHP’nin sağlayacağına dair bir beklenti var orada. Onlar çocuklarını kaybetmişler, ama ısrarla barış istiyorlar. Teşekkür ederim.
YEREL KONU: Yarımadanın Katı Atık Sorunu
1 / Reşat Uygun – SUNUM
2 / Filiz Dizdar: Grubum adına değil, kendi adıma konuşuyorum bugün. Katı ve sıvı atık meseleleri çok ciddi. Bodrum’da müthiş bir rant kavgası var. Hazine, orman, kamu arazileri, kıyılar ve köyler gidiyor. En değerli kıyıarımız gözden geçiriliyor, haberimiz bile olmuyor. Problemimiz büyük. Hem katı atık hem sıvı atık problemlerimizi çözmeden herhangi …’a gidilmemesini istiyoruz. Seneye artık Bodrum’da yaşayamayacağız. Atık ve altyapı problemlerimizi gündeme getirme nedenimiz budur.
3 / Tunç Kurtluoğlu: Denize dökülen atıklar konusunda uzun zamandır çalışma yapıyoruz. Yereli aşan bir konu var burada. Mavi yolculuk gibi Bodrum’u aşmış, dünya markası olmuş bir tatil şekli, Balıkçı’nın ağzı ile “yaşam biçimi” var. Tekneler Bodrum, Marmaris, Fethiye dolaşıyor, tekneler atığını taşıyor. Tespitlerimize göre denizden denize yüzde üç oranında bir atık veriliyor. Biz denizci olduğumuza göre bu sorunu halletmeliyiz dedik. Yönetmelikten yana problem yok, o doğru. Yönetmelik çıktı, Mavi Kart uygulaması ilan edildi, cezalar belirlendi, denize atık vermek yasaklandı. Ama atık nereye verilecek, nasıl verilecek? Bir sürü yerde atık alım tesisi yok. Kanun idareye yetki vermiş, belediyeleri sorumlu kılmış ama Gökova’yı, Hisarönü’nü hangi belediye halledecek? Göcek’te denize girince kaşınıyorum, Türkbükü’nde denize girince kaşınıyorum, Kaşınmatik gibi olduk. Sorumlu kılınan yerler göstermelik işler yapıyor. Atık alım istasyonları görüntü ve koku kirliliği yaratıyor. Atık vermek için Bodrum’dan çıkıp Gökova’ya girince dönene kadar atık vermek için tek bir yer yok. Bodrum Belediyesi doğru bir proje ile ihale yaptı ama Belediye’de çıkan problemler uygulamayı engelledi. Gökova ve Hisarönü için 3 ayrı kaynaktan para çıkartıldı fakat parayı bir araya getirmek mümkün olmuyor. Mobil alım yapılması düşünülüyor ama işi bilmeyenler müdahale ediyor. Kıyılarımızı, denizlerimizi kaybediyoruz, oysa Mavi Yolculuk Türkiye’nin iki-üç markasından biri. Türkbükü’nde şu anda 320 küsur tekne var. Bunların atığını toplayacak bir şey yok. Sadece Gökova’da günlük 300 ton atık çıkıyor, Bodrum’da ise 150 ton. Ciddi olarak genel bir atık yönetimi oluşturmak gerekir. Yarımada’da karadan denize giden atıkların da ıslahı gerekiyor. Kara ve deniz konseptlerini birlikte oluşturmalıyız.
4 / Mustafa Demiröz: İlk bölümde hep dilek ve temennilerde bulunuldu. Hepimiz takiye yapıyoruz. Mış gibi yapıyoruz. Bir yandan barış istiyoruz, bir yandan silahlı mücadele yapıyoruz. Sadece yönetmelik çıkartıyoruz, işleri hallettiğimizi sanıyoruz, hiçbir şey halletmiyoruz. Yarımadada’ki en önemli sorunumuz –katı atık da önemli ama- denizi kirletmektir.o kadar hızlı ve yoğun kirletiyoruz ki; tedbir almazsak üç-beş yıl sonra tartışmanın anlamı kalmayacak. T.C. Devleti 1 milyar 300 milyon yardımda bulunmuş. Denizciler derneği, DTO dedi ki 300 bin TL verin, biz de üstünü tamamlayalım. Bir çözüm üretelim dedikten sonra Ankara’ya, Müsteşar’a sekiz-on defa gittik geldik. Sezonun ortasındayız artık, zaman geçti, ümidi kestik. Denizleri foseptik çukuru olmaktan kurtarmamız gerekir. Biz de çözüm üretmeye çalışıyoruz. Ama asıl gerekenler ne yapıyor? Bodrum’un, Gümbet’in, Turgutreis’in kanalizasyon durumu ortada, gidip görmek gerek. “Ne göreceğiz?”: Turgutreis’te kanalizasyonun çıkış yeri gözle görülür şekilde yeşil. Rengi dahi kaybolmuş, gemiciler sığlık zannediyor. Bunları çevre yetkililerine sorunca “arıtıyoruz” diyorlar. Bodrum’un atık arıtma kapasitesi saatte 600 ton. Bazı saatlerde atık 800-900 tona çıkıyor ve bunlar direk denize basılıyorlarmış. Dört elle sarılıp korumamız gereken değerlere, denizimize sahip çıkmazsak, kıymetini bilmezsek, yarın öbür gün çıkacak bir salgının, enfeksiyonun sonuçları çok vahim olur. On mil ötede komşumuz ve rakiplerimiz var. “Adalar’da bu iş nasıl?” Adalar’da katı atıklar yakılıyor. Avantajları var; açık denizde akıntılar ile sıvı atıklar dağılıyor, fakat bizim koylarımız kapalılar. Katı atık konusu-sorunu bölgelere, kentlere göre değişiyor. Türkiye’de günde kişi başına 1.5 kilogram katı atık üretiliyor. Katı atığın çeşitleri de var. Bodrum’daki evsel katı atıklarının içinde tehlikeli, zehirli atık olmadığını varsayıyoruz. Yarımada’da kanserojen, alerjen atık yok. Evsel atıkları fenni usullerle bertaraf ediyoruz. İzmir’deki Harmandalı, Türkiye’deki ilk bilimsel-teknik, fenni diyeyim, katı atık bertaraf tesisi süresini dolduralı 10 yıl oldu, hala oraya atık dökülüyor. Biliyorsunuz 3 gün önce de yangın çıktı orada. Bu arada, Su İşleri’ne göre, orman yangınlarının yüzde kırkı vahşi atık yerlerinden kaynaklanır. Bodrum’da bu işin hesabı-kitabı olmalı. Ancak 7 kilometre taşınırsa ekonomik olur. Daha sonra daha büyük kapasiteli kamyonlarla taşınmalı. Yarımada’da dolayısıyla atık aktarma tesisleri kuracaksınız, buralarda 20 tonluk dorselerle toplayıp fenni tesislere götürülecek. Bu araziyi ve bu arazinin değerini düşünün: Ekonomiyi önceleyen politik düşüncelerle tercihler yapılan bir ülkede hangi parti olursa olsun, olabilir mi? Bir de istasyonda çöp suları olur. Kanallarla bu sular toplanır, metan gazları ortaya çıkar. Yani katı atık sıvı ve gazlara dönüşür, katı atık yakılarak bertaraf edilir. Yakmak tehlikeli bir iştir; mühendislik harikası tesisler gerektir. Türkiye’de üç tesis bunu yapıyor, toplam kapasiteleri 50-60 ton arasında. Türkiye’de yıllık 2 milyon ton evsel katı atık üretiliyor deniliyor, aslında bu 7 tondur. 2 milyon burcun var, 60 kuruş kazanıyorsun gibi düşünün. Ekonomiye öncelik verip ekolojiye vermiyorsanız, insana önem vermiyorsanız olacak budur. Bunları üretmesek, Tepecik Camii’nin orada kara donlarla yüzerdik, şimdi petler yüzüyor. Gider Bardakçı’da su içerdik, şimdi parası olan su içiyor. Bardakçı’da su yok ediliyor. Önce ekonomi, önce kar, ortak payda bu. Bodrum’da turizm politikaları da yanlış. Ülkemizi pazarlıyorlar. Biz buraya yaşam alanımız olarak sahip çıkacağız.
5 / Engin Kaplan: Konuştuğumuz konu utanç kaynağı olan bir konu. Katı ve sıvı atık çok önemli bir poblemdir. Problemin kaynağına inmeliyiz. BU görevin nasıl karşılanacağını konuşmalıyız. Bodrum’u önemseyen bütün Bodrum halkının önceliğini alması gereken konu bu. Her gün küresel sermaye bir yeri daha ele geçiriyor. Asıl korunması gereken resmin daha büyük olması gerektiğini görmeliyiz.
6/ Figan Erozan: Bodrum’a ne yaptık? Elbirliğiyle Bodrum yerel yöneticilerini nasıl çözmeli? Büyük kent olmaya doğru gidiyoruz. Bodrum yerel yöneticilerinden ne istiyor, nasıl çözmeli?
7 / Yüksel Selek: Çok genel konular konuştuk. Çözümlerin merkezi olmasına katılmıyorum. Düşünce fırtınası şeklinde çözüm aranmalı, ademi merkeziyetçi yönetim olmalı.
8 / Nurettin Demir: Bodrum’u şöyle görüyorum: Bir evde düğün var, herkes geliyor, yiyiyor, içiyor, eğleniyor sonra gidiyor, sıkıntılar ev sahibine kalıyor. Eve kalıyor. Maalesef böyle, herkes geliyor. Maviyi denizi yaşıyor. Cevat Şakir’in deyişiyle “Maviyi anlarsın, Denizi anlarsın ama Mavi Denizi anlamazsın.” Kimse büyük Mavi Deniz’in sorunlarına bakmıyor. Bodrum’da sıkıntılar çok büyük. Bodrum’u nasıl kurtarırız diye bakılıyor. Sorunlar çok fazla. Yerel yöneticilerin bunları çözmesi zor. Merkezdeki yöneticilerin el koyması lazım. Bakanlar geliyor, toplantılar yaptılar, “gelmişken gelin, çöplüğe gidelim” dedim. Soruyoruz, cevap alamıyoruz. Ama yöneticilerin, iktidarın yani sorumluları en çok korktuğu yine halktır. Sizlerin, sivil toplum konuya sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle Muğla-Bodrum-Yatağan-Milas’ın bir bütün olarak ele alınması lazım, ya da Milas ve Bodrum berber ele alınmalı. Çok büyük para istiyor, çok büyük yatırımlar istiyor. Bodrum kurtarılmalı ama nasıl kurtarılmalı, hepberaber konuşmamız tartışmamız lazım, sık sık görüşmemiz lazım.
Ayhan Ongun – KAPANIŞ
İlk toplantımızdı. Belki sonraki konumuz “Bodrum nereye gidiyor?” olmalı. Bodrum’a sahip çıkmak gerekiyor. Bodrum dünya markası, burada yaşamak ayrıcalık. Yaşanır bir kent haline getirmeliyiz, sorumluluklarımızı üstlenmeliyiz diye noktalamak istiyorum.
ÖNERİLER
1 / Fatih Kaya: Daha çok STK lara ulaşıp, onların katılımını sağlamak gerek.
ORTAK SONUÇ
1 / Dış politikada ve özellikle Suriye konusunda hükümet aceleci davranmış, ön alayım derken gereksiz yere itibar kaybına uğramıştır.
DEĞERLENDİRME
İlk toplantı olmasına karşın eksiklerine rağmen başlangıç için verimli olduğunu düşünüyoruz. Sonraki toplantılar hem içerik, hem de katılım açısından daha iyi olacağını umuyoruz.
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
Bodrum da var olan tüm STK lara mail, faks ve telefon yoluyla ulaşıldı.32 kişiyle telefon görüşmesi yapıldı.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Tüm Muğla Milletvekillerine mail yoluyla çağrı yapıldı, ayrıca 4 milletvekiliyle telefonla görüşüldü. CHP Milletvekili Nurettin Demir katıldı. Tolga Çandar 30 Ağustos etkinliklerine yönelik bir hazırlık toplantısı nedeniyle katılamadı, Ali Boğa da bir gün önce gece köyceğiz de düşen yangın uçağı nedeniyle bölgeye gitmek zorunda kaldığı için katılamadı. Her iki vekilde başarı dileklerini ileterek bir başka toplantıya mutlaka katılacaklarını bildirdiler.
MEDYA İLE
Bodrum da faaliyet gösteren ulusal ajans temsilcileriyle yerel basın mensuplarının tamamına ulaşılarak çağrı yapıldı, yerel basında geniş şekilde haber olarak yer verildi.
KATILIMCILARLA
Katılımcılarla doğrudan ya da internet aracılığıyla iletişime geçildi.
SONUÇLAR
TkMM ilkelerimiz videosu ile genel konuya ilişkin videolar gösterildi. Genel konu, yerel konu ve genel konunun anayasa olan ilişkisi ele alındı. Yerel konuyla ilgili ekteki pover-point sunum yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ AYHAN ONGUN Bodrum kMM Hamalı
10.08.2012 Bodrum kMM Toplantı Tutanağı
previous post