Yer: Malatya Belediyesi Fırat Toplantı salonu
Tarih: 08 Ocak 2011
Katılımcılar:
Dernek, Vakıf ve Girişimler
1.Uluslar arası Af Örgütü (Ferman Salmış- Üyelik Geliştirme Koordinatörü)
2.İnsan Hakları Derneği (Tahsin Peker- Yönetim Kurulu Üyesi)
3.Mazlum Der (Fikri Aksoy- Yönetim Kurulu Üyesi)
4.Beydağı Yamaçları Kor. Der. (M.Sait Aytekin-Başkan)
5.Bilsam (Murat Sezik)
Meslek Odaları
1.Mimarlar Odası (Vefik Şahin-Yönetim Kurulu Üyesi)
Sendikalar
1.Memur Sen (Selahattin Canpolat-Yönetim Kurulu Üyesi)
2.Hak-İş (Mustafa Baştürk- Başkan)
Kanaat Önderi, Bireyler ve Diğer Katılımcılar
1.Asım Demirkök (Gazeteci)
2.Kadir Akgüneş (Avukat)
Katılan Milletvekilleri: Katılan olmadı.
Belediye Başkanları: Katılan Olmadı.
Mesaj Yollayanlar:
Moderatör: Arjen Ari –Yazar, şair, dil bilimci.
Diğer Katılımcılar:
1.Hasan Doğan (Avukat)
2.İsmet Emre (Akademisyen)
3.Nihal İlimen (Yazar)
4.Baran Boztepe
5.İbrahim Göçmen (Gazeteci)
6.Hüseyin Sarıgül (Mali Müşavir)
7.Servet Akbudak
8.Mazlum Çetinkaya
9.Latif Sağlam
10.Ali Duran (Şair)
11.Asım Tursun (Öğrenci)
12.Hüseyin Bozkuş
Medya:
1.Anadolu Ajansı
2.Er Tv
3.Kanal Malatya
Konular:
1.Genel Konu: İki dillilik, Özerklik?
Konuşulanlar:
1.Arjen Ari: “Üç dilli bir insanım, Kürtçe anadilim Arapça ve Türkçeyi sonradan öğrendim. Çok dillilik, sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil. Dünyanın çeşitli ülkelerinde bu çok dillilik kullanılıyor ve herhangi bir bölünme ve ayrılığa neden olmuyor. Türkiye’de bugün gündemi dolduran demokratikleşme ve Kürtlerin ortaya attığı demokratik özerklik ve iki dillilik konusu gündemde. Her ne kadar bugün kürt dili gündemde olsa da aslında yasaklanan sadece kürt dili değildir. Gürcülerin, Süryanilerin, Abazaların, Çerkezlerin, Ermenilerin de dili var. Devletin bütün çabasına rağmen kürt dili yok edilemedi. Bir dili yok etmek, bir ormanı yok etmekle aynı şeydir. Çünkü bir ağacın toprak üzerinde kalma sebebi olan eğer onun damarlarıysa bir halkı da yaşatan yegane sebebi onun dilidir. Bizim kültür dediğimiz yaşamamızın ana kaynağı da dildir. Dilin yok olması o halka özgü bütün destanların, stranların, türkülerin yok olmasıdır. Mezopotamya’da otuz üçe yakın uygarlık gelmiş geçmiş. Yazılı belgeler olmasa biz o uygarlıklardan habersiz kalacaktık.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte kürt mesesi, ermeni meselesi, dil meselesi denen problemler yaşanmaya başladı. Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde herhangi bir engel değildir. Türkiye’de yaşayan diğer azınlıklar kendi kültürlerini yaşatamayacaksa, dillerini konuşamayacaklarsa, aleviler ibadetlerini özgürce yapamayacaklarsa o halde demokratikleşmeden anladığımız nedir? Türkiye’de yaşayan dini azınlıklar, aleviler kendi ibadetlerini yapamayacaklarsa, Kürtler kendi dillerini konuşamayacaklarsa, yezidiler tekrar kendi topraklarına dönemeyeceklerse, Çerkezler kendi dillerini istemeyeceklerse o zaman Türkiye’nin demokratikleşmesinden anlamamız gereken ne? Kürt sorununu, azınlıklar sorununu çözemeyen bir Türkiye hiçbir zaman demokratikleşemez. Bütün problem gidip gelip Kürtlerin başında patlıyor. Kürtler de bu değişimin öncülüğünü yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini. 1889’da başta Jön Türk hareketinde Kürtler var, Ermeniler var, Çerkezler var, Abazalar var. Bu ittihat terakki hareketine dönüşürken de yine bu halklar var. Ama ittihat ve terakki hareketi dönüşürken de başta içine aldığı bu halkların dillerine, kültürlerine karşı değildir ve karşı gelmemiştir. Ne zaman ki Rusya’dan gelen aydınlar Turancılığı empoze etmeye başladılar ve iktidara yakın olmaya başlayıp bu teoriyi geliştirdiler o zaman Türklerle Kürtler ve öbür azınlıklar arasında sorunlar yaşanmaya başladı. Tek dil, tek bayrak gibi bugün hala tartışmalı olan konular o günden kalma konulardır. Bu işlerin içinde Kürtler de var; örneğin Ziya Gökalp. 1908 ile 1918 arasındaki dönemde ittihat ve terakkinin iktidar olduğu dönemlerdir. Bugün hala acısını çektiğimiz ayrımcılık, Kürtleri başka talepleri, korkular o günden kalma konulardır. Bugün biz hala bu korku tohumlarını nasıl ortadan kaldırabiliriz, barış içinde birbirimizi anlayarak ve farklılıklarımızı zenginlik bilerek nasıl bir arada yaşayabilirizin yollarını arıyoruz. Dün olduğu gibi bugün de iktidar olmaya çalışanların dışında insanların bir biri ile problemi olmadı. Fakat ne zaman ki devlet ele geçirildi ne zaman ki devlet yapısında kafatasçı anlayış egemen olmaya başladı o zaman aleviler sunileştirilmeye, Kürtler Türkleştirilmeye, yezidiler başkalaştırılmaya başladı ve bu hala devam ediyor. Biz bunun önünü almazsak çözüm yollarının önünü tıkamadan konuşmaya başladığımızda sorunlarımızı çözmeye başlayabiliriz. Kürtler isteselerdi Türkiye Cumhuriyetini on kez bölerlerdi. Çünkü Kürtlerin o gücü var. Kürtlerin dili yok olan otuz üç uygarlığa dayanıyor, dünü olan, bugünü olan ve yarını olan bir dildir. Kürtlerin talepleri dün olduğu gibi bugün de red edildi.
2.Hasan Doğan: “Dünyanın bütün ülkeleri ulus devlet ideolojisinden türeme sistemlerle yönetiliyor. Ulus devlet ideolojisini 19.yüzyılda somutlaştıran üç tane ana sistem var. Bunlar üniter devlet, federal devlet ve konfedarel devlettir. Bunun yanında sosyalist ve komünist sistemler vardır. Üniter yapıdaki devletler insanlığı iki tane büyük felakete götürmüştür. Birincisi, 1. Dünya savaşına götürmüş ve imparatorlukları yıkmış. Bu durum 2. Dünya savaşına kadar sürmüş ve üniter yapı ikinci olarak, devletleri ikinci dünya savaşına götüren ırkçılığa taşımış insanlığı. 2. Dünya savaşından sonra da gelişmiş ülkeler bu üniter yapıyı terk ederek federal yapıya dönmüşler. 1950 den sonra uluslar arası hukuk teşekkül etmeye başlamış. Bu topraklarda da 1.dünya savaşında çizilen yapı alt yapıları oluşmadan sadece üst yapı olarak ulus devletin üniter yapıları kalmıştır. Kuruldukları günden beri de kan bu topraklardan eksik olmamıştır. 21. yüzyılda bunlarda ısrarın mümkün olmadığı görülmüştür. Hala bu bölgede can yakıcı savaşlar var. İki dilliliğin hukuki çerçevesini çizmek zorundayız. Demokratikleşme gerçekleşirse çok dillilik burada da yaşam bulmaya başlayacaktır. Demokratik özerklik bugünkü üniter yapısına dokunmadan bir sistem, bir yorum yaratmak. Üniter yapı bizim ülkemizde çok katıdır ve hukuki statü buna göre çizilmiştir. Üniter yapıyı bozmadan yeni bir sistem yaratacak, herkesin kendi dilini konuşacağı, herkesin eğitimini yapacağı ekonomik ve ulusal varlığıyla birlikte olacağı bir yapıdan söz ediliyor. Üniter yapının içinde demokratik özerklik sistemi çeşitli ülkelerde denenmiş bir sistemdir. Bu sistem ret edilecek bir sistem değil. Bu model çözüme en yakın olan modeldir ve korkulacak bir sistem değildir. Bu yeni sistem hem ülkeyi demokratikleştirecek, hem sorunu çözecek.”
3.Mazlum Çetinkaya: “Türkiye’de aydın pozisyonunda olan okumuş bazı kesimler Kürtçe konuşulan ortamlarda buna karşı olmalarını “anlayamıyoruz” argümanıyla savunuyorlar. İki dillilik yerine çok dillilik demek gerekir. Bu coğrafyada çok dillilik içerisinde en fazla yasaklama gören Kürtçedir. Kürtçe ne kadar yasaklanmaya çalışıldıysa o kadar tepki gördü. Bütün bu asimilasyona rağmen yok olmadı. Çok dilliliği Türkiye’de hayata geçirebilmek için bir devlet modeline ihtiyaç yok. Son süreçte tartışılan demokratik özerklik kavramı üzerinde Kürtçenin özgürlüğünü konuşmak, konuyu geriye götürmektir. Bunun hukukunu düzenlemek meclisin görevidir. Yerel anlamda yapılması gerekenler de vardır. Bu konuda Türk aydın ve duyarlı kesimin ciddi katkıları olmalıdır”.
4.Asım Demirkök: “Kürt coğrafyasında kadınların yüzde sekseni Türkçe bilmiyor. Devlet bir erktir, var olduğundan beri bir örgütlenmedir ve örgütlenmesi anayasayla sabittir. Anayasasını değiştirip dönüştürmeden iki dilliliği nasıl gerçekleştireceksiniz? Yaşamın içine, eğitimin içine nasıl koyacaksınız? Kafa karışıklığımızın giderilmesi gerekir. Anayasayı kimle değişeceğiz? Dindarların, Alevilerin, Kürtlerin sıkıntıları var. Devlet tek tipleştirmiş ve sıkıntı alanları yaratmış. Devletin örgütlenmesini değiştirmemiz lazım. Anayasayı toplumun tüm kesimleriyle birlikte ortaklaşarak değiştirebiliriz. Seçim sürecinde tüm illerde milletvekili adaylarını yeni anayasa konusunda zorlamamız ve sürekli olarak gündemde tutmamız gerekir. Sorunları çözecek olan siyasettir o nedenle de siyasetin kanallarını zorlamalıyız”.
5.İbrahim Göçmen: “Burada konuşulanların hepsi anayasanın değiştirilmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunmak içindir. Demokratik taleplerimiz 12 Eylül faşizmiyle yok edildi. Daha önce televizyon kanallarına çıktığımızda “Kürt” sözcüğünü ağzımıza alamıyorduk. Bugün bunları konuşabiliyorsak bu anayasayla değil, Kürtlerin verdiği mücadele sonucunda oldu. Demokratikleşme konusunda ülke olarak ne kadar geliştik ona bakmamız lazım. Cumhuriyetin içinde yaşayan tüm halklar eşit vatandaş haklarına sahip olmalıdır. Ermenilerin yaşadığı yere Ermenistan, Azerilerin yaşadığı yere Azerbaycan deniliyor fakat Kürtlerin yaşadığı yere Kürdistan denilemiyor. Niye? Bunların hepsini masaya yatırıp konuşmamız gerekir. Türkiye’de demokrasiyi yakalayabilmemiz için mutlaka Kürt sorununun çözülmesi gereklidir”.
6.Hüseyin Sarıgül: “Hangi konuyu tartışıyorsak doğru bir teoriyi ortaya koymamız gerekir. Sürekli şöyle bir vurgu yapılıyor; iki dillilik ve çok dillilik bir toplumu bölmez. Ama bunun bir toplumu bölebileceği teorisi de her zaman tartışılabilir. Tarih birliği olan, dil birliği olan, coğrafya birliği olan toplumların bölünmemesi toplumun beraber yaşaması iradesiyle ilgili bir şeydir. Eğer dil böler dersek Türkler ile Kürtlerin geçmişlerine, tecrübelerine saygısızlık etmiş oluruz. Bin yıldır Kürtler bugünkü kadar kimliklerini görünür olmaktan uzaklaştırmadılar. Daha çok kürttüler, daha çok kürt kimlikleriyle öne çıkıyorlardı ama beraberdiler. İnsanların kendi dillerini konuşmaları, kendi kültürleriyle ve kimlikleriyle yaşamaları kendi hakları değil mi? Türkler benimle yaşamak istiyorsa yaşarım. Dünyada iki yüz tane devlet var, fakat sıra Kürtlere geldiğinde bunu Kürtlerden mahrum bırakacağız. Bırakın Kürtleri, Alevileri herkes nasıl yaşamak istiyorsa onları hakları ve iradeleriyle baş başa bırakalım. Eğer birlikte yaşayacaksak da kendi özgür iradeleri ile bir arada tutalım. Ama herkesin korkuları var. Hiçi bir dil kendine ait getto oluşturmadan yaşayamaz. Bir dil ancak kendi gettosunda var olabilir. Önemli olan özgürlüktür. Bugün Kürtler özerkleşerek özgürleşmeyebilirler”.
7.Servet Akbudak: “Problem bizleri yönetenlerdedir. Birey olarak, toplum olarak yetkilendirdiğimiz hükümet yapısı bir yönetme gücünü elde etmiş fakat meşru bir biçimde yönetmiyor. Toplumun mutabakatıyla yönetmiyor, gücünü kullanıyor sorun buradadır. Dil negatif bir haktır, doğuştan gelen bir haktır. Muhalefetin dilini eleştirdik, son derece insanlık dışı ancak iktidarın dili çok mu insani? Burada çok ciddi insani ve ahlaki sorun var”.
8.Tahsin Peker: “Bu coğrafyanın en yaşlı topluluğu Kürtlerdir. Demokratikleşmeyi neden Kürtlere yaptırıyorsun? Fedakarlığı yapan hep Kürtler mi olmalı? Özerklik, Türkiye’nin harcıdır. Özerklik olmasa Kürtler alternatif olarak başka alana yönelmek zorunda kalacaklardır. Özerklik kavramı yeni gündeme gelmedi. Değişim dönüşümü sağlamak herkes kendi ölçüsünde “kral çıplak” demediği zaman iş, Kürtlerin üzerine kalacak ve bu da Kürtleri ayrışmak zorunda bırakacak. Dil antika bir şey değildir. Eğer bir dil ticarette, ekonomide, eğitimde kullanamıyorsa yok olmakla karşı karşıyadır. Kürtler ve Türklerin özgürlüğü birbirine bağlıdır ve ancak birbirlerini tamamladıkları zaman yol alırlar. Anayasa toplumsal bir sözleşmeyse, bu anayasadan Kürtler, aleviler, sosyalistler memnun değil, dindarlar memnun değil. Bir avuç mutlu azınlığın anayasasını korumak zorunda da değiliz”.
9.Murat Sezik: “Dile saygısızlık insana saygısızlıktır. İnsanın var olabilmesi ve kendini ifade edebilmesi için her şeyden önce kendi diliyle kendini ifade etmelidir. Kürt düşünürlerin içinde bulundukları durumun çok samimi olmadığını düşünenlerdenim. Abdullah Öcalan şu an cezaevinde tutuklu, herhangi bir sebepten dolayı öldüğünde memleketin halini düşünmek dahi istemiyorum. Kürt aydınlardan tehditvari ifadeler geliyor, yaklaşımlarının çok da sağlıklı olmadığını düşünüyorum”.
10.Kadir Akgüneş: “Kürtler, bu ülkenin temel ve asli unsurudur. Atatürk kurtuluş savaşını başlatmadan bu coğrafyayı gezerek Kürtlerin de desteğini almıştır. Ulusalcılık duygusu yayılmaya başladığında bu topraklarda yaşayan Ermenilere, Süryanilere ve diğer azınlıklara tahammülsüzlük başladı ve buraları terk etmeye başladılar. Bu tahammülsüzlük Kürtlere karşı da başladı, dili yasaklamaya çalışıldı. Bunun insani bir çözümü olmalıdır”.
11.Asım Bey: “Kürtlerin anadillerini kullanma konusunda diğer halkların “hayır” diyebilme hakkı var mıdır? Eğer Kürtçe anadil olarak kabul edilecekse bunun uygulaması nasıl olacak?”
12.Mustafa Baştürk: “Bu ülkede insanların kendi anadillerinde konuşma konusunda devlet baskı yapmışsa bu yanlıştır. Ama sürekli olarak o yanlışa takılıp aramızdaki mesafeyi açmak, kin ve nefreti büyütmek istiyorsak ayrı bir sonuca gideriz. Milliyetçiliğe kayma gibi bir risk taşıyoruz. Demokrasi tam teşekküllü yerleştiğinde Kürtlerin de problemi çözülecektir, Türkiye’de yaşayan tüm insanların da problemi çözülecektir. Farklı düşünceler tahammül etmek demokrasinin gereğidir. Ülkede kin ve nefreti körükleyen bazı olaylar olmasaydı aramızdaki makas yine de açılmış olmayacaktı. Kardeşçe yaşamak istiyorsak problemlerimizi samimi bir biçimde ve kardeşçe çözeceğiz.
Ne Türklerin ne Kürtlerin bu ülkede bölünecekler diye bir kaygısı yok, ön yargıları olduğu için bunlar gündeme geliyor”.
13.Nihal İlimen: “Bir takım ezberleri bozmamız gerekiyor. Ezberden öğrendiğimiz ve sloganlaşmış bazı sözlerimiz var. Her insan hem kendi kültürünün hem kendi kişisel tarihinin bir ürünüdür. Eleştirel karşılaştırma yapmadan bazı bilgileri olduğu gibi alıyoruz. Dili yaşatmak gerekiyor. Dil yaşamadığı zaman o kültürü ve o milleti yok edersiniz. Dili kullanırken farklı bir milliyetçiliğe de gitmemek gerekir. Bir arada yaşamamız gerekiyor ki bir birimiz daha yakından tanıyalım. Bir hakkın savunulması için çoğunluk olmasına gerekmiyor. Niyet okuyuculuğundan da vazgeçmeliyiz. Sorunların çözümüne daha insana bir pencereden bakmalıyız”.
14.Latif Sağlam: “Dili beynimizin içindeki düşünceleri ifade etme aracı olarak kabul edersek sorunu çok kolay çözeriz. Nece olduğu hiç önemli değil. Eğer dili düşüncelerimizi karşımızdakine en sağlıklı bir şekilde ifade edeceğimiz bir format olarak algılarsak hiçbir sıkıntı olmaz”.
15.Ferman Salmış: “ Her birimizin yarası kimliği haline gelmiş, kimin sorunu varsa onu siyasallaştırmış ve kimlik haline getirmiş. Kimlik krizi yaşayan bir Türkiye var. Bir de sorun siyaseti diye yeni bir şey gelişiyor. Bunun iki türlü yaklaşımı var; birincisi çözüm amaçlı yaklaşmak diğeri sadece oy potansiyeli amaçlı yaklaşmak. Dili resmi dille çok devletçi hale getirirseniz aslında dilin doğasını bozmuş olursunuz. Dili çok politik araçlarla ifade ettiğinizde de aynı sıkıntıyı yaşamış olacağız. Dili doğasından, özelliğinden, duygusundan, kimliğinden, sanatsal gücünden uzaklaştırırsanız sadece politik bir argüman olarak sunarsınız. Böyle olunca dil dendiği zaman uzaklaşıyor ve onu bayrak olarak görüyoruz. Kafamızdaki barikatlar yavaş yavaş yıkılmaya başladı. Türkiye’nin bütün sorunlarının çözümü için hukuk devleti, yeni bir anayasa, vicdan ve adalet olmalıdır”.
16.İsmet Emre: “Dilin araç olarak kullanılması onun en basit halidir. Dil aslında insanın kendisidir, daha ontolojiktir ve insanın kendi varoluşunu onama mekanizmasıdır. Herkesin ana dilini kullanması kadar doğal bir hak yoktur. İnsanların kendilerini en rahat hissettikleri, kendilerinden en razı oldukları durum, kendi dillerinde cümle kurmalarıdır. Bunun engellenmesi en basitinden bireysel psikolojisinden başlayarak sosyolojik dağılmaya kadar varabilen bir çatışmayı yaratabilir. Türkiye’de bugüne kadar tek dil egemenliğinin olması sadece iç dinamikleriyle ilgili bir durum değil aynı zamanda dış konjoktürle de ilgilidir. Günümüzde artık bir dilin merkez diğerlerinin merkez kaç olduğu bir sistem yoktur. Ama devlet olarak adını verdiğimiz sistematik kaosa yer vermeyecek bir sistemi, düzeni ihtiyaç olarak görür. Türkiye’de bunun sıkıntısı yaşanıyor”.
Ortak sonuç:
Değerlendirme:
İletişim:
Sivil toplum ile
35 Sivil Toplum Örgütüne e mail, telefon ve davetiye yoluyla çağrı yapıldı.
b. Milletvekilleri ile
Telefon ve sms ile ulaşıldı.
c. Katılımcılarla
E mail ve telefonla çağrı yapıldı.
d.Medya ile
25 civarında yerel basın ve ulusal basın temsilcileri e mail ve telefonla arandı.
Sonuçlar:
Değerlendirenler: Semine Dengeşik- Malatya kMM girişimcisi
08.01.2011 Malatya kMM Toplantı Tutanağı
previous post