Yer : Ticaret ve Sanayi Odası
Tarih : 08.01.2011
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
Çevre Gönüllüleri Derneği ( Hasan Argünağa-Bşk)
Türkiye Emekliler Derneği (Remzi Çekmen-G.S)
Nubihar-Der (M. Ali Takak-YKÜ)
Mazlumder (Murat Çiçek-Bşk)
İHD (Tahir İmret- YKÜ)
Hasankeyf Yaşatma Girişimi(Recep Kavuş)
b. Meslek Odaları
Baro(Ekrem Taşkın-Bşk. Yrd.)
Ticaret ve Sanayi Odası(M. Salih Yıldız-Bşk. Yrd.)
TMMOB(Süleyman Noyan-İKK Sekreteri)
c. Sendikalar
Bem-Bir-Sen(Yusuf Çiftçi-Bşk.)
SES(Deniz Topkan-Bşk)
d. Kanaat Önderi, Bireyler ve Diğer
1. Batman Üniversitesi(Yrd. Doç. Zeki Argunhan)
Katılan Milletvekilleri:
M. Emin Ekmen (Ak Parti)
Belediye Başkanları:
Yok
Mesaj Yollayanlar:
Ahmet İnal (Ak Parti)
Moderatör:
M. Salih Yıldız(BATSO Başkan Yardımcısı)
Gözlemciler:
1. Ziver Özdemir (Ak Parti İl Başkanı)
Medya:
Yerel ve ulusal, yazılı ve görsel basın mensubu katıldı.
Konular:
Genel konu: İki Dillilik ve Özerklik
Yerel Konu: Güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılan işçiler.
Konuşulanlar:
YEREL KONU
M. Salih Yıldız: Ben bunun nedeninin kalifiye eleman azlığı ve işsizlik oranının yüksekliği olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanı doğru veya haklı göstermez ama bu durumun neden olduğunu gösteren bir tespit. Aslında bu durum sadece Batman’a haz bir şey değil, Türkiye’nin genelinde yaşanan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Deniz Topkan: Bu gerçekten önemli bir konu. İlimizde sanayileşmenin ve iş alanının olmaması da bunda önemli bir etkendir. Aslında bu sadece özele ilişkin bir durum da değil; aynı zamanda kamu kurumunda çalışanlar da aynı duruma düşürülmeye çalışılıyor. Baktığınız zaman daha önce kamu da devlet memuru varken şimdi ismini sayamayacağınız kadar çeşit statü verildi. Sözleşmeli, 4/B, 4/C vb… Bir başka problem de taşeron firma olayıdır. Eskiden kadrolu elemanların yaptığı işleri şimdi müteahhit eliyle firmalara yaptırılıyor. Kamu kurumlarının özelleştirme adı altında satılmasıyla bu durum daha da artmıştır. Bu durumun çözülebilmesi için ciddi ve güçlü bir muhalefet ve sağlam adımlar atan iktidar gereklidir. Çalışanın işini kaybetme korkusu hakkını arama konusunda önünde önemli bir engel olarak duruyor. Ayrıca başbakanın memura “ senin maaşınla üç eleman çalıştırırım” dediği yerde biraz da normaldir bu tür şeylerin yaşanması! Tabi bir başka önemli etken de tabiî ki işverenin içinde yatan kar hırsıdır.
Hasan Argünağa: Ben buna çağdaş kölelik diyorum. Bence bu ilimiz için çok önemli bir sorundur. Gençlerimiz çok uzun sürelerde, çok düşük ücretlerle ve güvencesiz çalıştırılmaktadır. Bu bir emek sömürüsüdür. Ayrıca aynı durum tarlalarda çalıştırılan gündelikçi işçiler için de geçerlidir. Bu kesim örgütsüz durumdalar ve hiçbir şekilde haklarını arayamıyorlar. Buna da hem bilinçsiz olmaları, hem de işini kaybetme korkusu neden olmaktadır. Bu kadar çok işsizliğin olması da ayrı ve önemli bir etkendir. Köyünde üretici ve patron konumunda olan kişiler buraya gelip zor duruma düşüyorlar ve işsiz ordusuna katılıyorlar. Birçok uluslar arası sözleşmeye imza atmış bir ülkeyiz. Ama buna rağmen bu insanların haklarını koruyacak ya da artıracak bir adım atılmıyor. Bence bu insanların ilk yapmaları gereken şey örgütlenmektir.
Yusuf Çiftçi: Aslında bu konu yerel değil, genel bir konudur. Küçük de değil de büyük mecliste tartışılmalıdır. Bu durumun yaşanmasının birçok nedeni vardır. Biz hep balık yemeyi öğretiyoruz, balık tutmayı değil. İnsanlar hep hazır yemeye, dilendirilmeye alıştırıldığı için iş yapma ve hakkını arama noktasında hep eksik kalıyoruz. Evet düşük ücretle ve güvencesiz çalıştırılan çok sayıda insanımız vardır; ama bunların bir çoğu da kendi istekleriyle yeşil kartları iptal olmasın diye sigorta yaptırmamaktadırlar. Olaya sadece çalışan değil işveren gözüyle de bakmak gerekir. İki taraflı bilinçlenmeyle aşılabilecek problemlerdir bunlar. Meslek liselerinin kapatılmasıyla vasıfsız işçiler çoğaldı. Uzun vadede tekrar meslek liselerinin cazip hale getirilmesi ve bilinçlenmenin önemli derece artırılması gerekir. Tabi burada yine en az suçlanacak kesim yeşil kartı iptal olacak korkusuyla sigorta yaptırmayan kesimdir.
Remzi Çekmen: Anayasada yer alan soysa devlet ilkesi tam olarak hayata geçirilmediği sürece bu tür sorunların yaşanması doğal olacaktır.
Recep Kavuş: Aslında burada kastedilen kesimin tanımının tam olarak yapılması gerekmektedir. Çünkü şuanda okulda olması gerekirken dışarıda çalıştırılmakta olan o kadar çok çocuğumuz var ki… Bunların bırakın güvenceli çalıştırılması, okulda olmamaları bile suç. Diğer kesime gelince de bence işin kaynağına inmek gerekir. İşsizliğin bu kadar çok artmasında ve bu şekilde emek sömürüsünün yapılmasının ardındaki en büyük etken köyden kente yaşanılan yoğun göçtür. Köyden gelenlerin büyük bir çoğunluğu okumamış ve bir meslek edinmemiş insanlardır. Bu nedenle çok düşük ücretlerle ve uzun sürelerle güvencesiz şekilde çalıştırılmaktadırlar. “Ne iş olsa yaparım.” Sözü bile başlı başına acı bir durumdur. Köye dönüş yolunun hızla hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bunda il yönetimi(vali-belediye) ve merkezi hükümet birlikte hareket etmelidirler ve gerekli tedbirleri bir an önce almalıdırlar.
Ziver Özdemir: Keşke ilimizde sömürü yapacak kadar çok iş adamları olsaydı da biz onlardan hesap sorabilseydik. Maalesef burada girişimci olarak çok sayıda işletme var. Eğer onları da hemen “emek sömürücüsü” olarak ilan edersek haksızlık etmiş oluruz diye düşünüyorum. Hak arama noktasında bilinçlenme yeni yeni başlıyor. İş alanlarının artırılması ve kalifiye eleman sorunun çözülmesiyle meselenin rahatlıkla hallolabileceğini düşünüyorum. Hak arama noktalarında da eksiklik olduğunu düşünüyorum. Emekçinin hakkını araması gereken sendikalara baktığımız da onlarında hak aramadan ziyade sendika ağalığı oluşturdukları görülecektir.
Süleyman Noyan: Emek sömürüsünün temelinde kapitalizmin kendisi var. Bugün yaşanan bütün bu durumların tek nedeni daha fazla kar etme hırsıdır. Bugün gidip Çin’de fabrika kuruluyorsa buradaki tek nedende budur. Emek sömürüsünde amaç çok kazanç olduğu için üç kişinin işini tek kişiye yaptırma mantığı vardır.
M.Emin Ekmen: Bugün baktığımız zaman binlerce insan özel sektörde uzun sürelerle ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Bunların örgütlenmesi baktığımız zaman olması güç bir ihtimaldir. Ama daha önemli şeyler yapılabilir. Yapılacak çalışmalarla, bir bilinçlenme çalışması yapılabilir. Bu konuda TkMM, Kent Konseyi ve TSO gibi kuruluşlar yapacakları çalışma, etkinlik vb. şeylerle bir duyarlılık ve farkındalık yaratabilirler. İşverenleri daha duyarlı hale getirecek çalışmalar yapılabilir. Örneğin bu konuda duyarlı davranan işverenler ön plana çıkartılarak diğerleri de teşvik edilebilir. Ben, işverenin sigorta yaptırırsam ve 8 saat çalıştırırsam zarar ederim mantığını doğru bulmuyorum. Yeşil kart ile ilgili eleştiriyi ise doğru buluyorum. Bu hafta meclise gelecek olan torba yasa şayet geçerse içinde bununla ilgili düzenleme de var. Ayrıca çocuk parası uygulaması asgari ücretliye verilebilir. Böylece bu sorun da çözüme kavuşabilir. Ayrıca çocuk parasına yardım gözüyle bakılmaması gerektiğine inanıyorum. Kadına ve okullaşmaya çok önemli faydaları olmuştur diye düşünüyorum. Ayrıca kalifiye eleman yetiştirme konusunda da İş-Kur’un ara eleman yetiştirme konusunda önemli bir bütçesi var. Bu konudaki başvuruları geri çevireceğini de zannetmiyorum.
GENEL KONU
Remzi Çekmen: Hiçbir dilin üzerinde baskı olmamalıdır. Özerklik de bence çok güzel bir durumdur. Üniversitelerin özerkliğine bakınca yerelde de özerkliğin iyi olacağını düşünüyorum.
Yusuf Çiftçi: Kurum olarak Türkiye’de yaşayan bütün dillerin anayasal güvence altına alınması taraftarıyız. Bunda bir sakınca ve korku nedeni olmadığını düşünüyoruz. Anadilde şarkılar türküler, fıkralar ya da eğitim bir tehdit unsuru değildir. Buna ne MHP kesiminin bölünüyoruz endişesiyle, ne de BDP kesiminin Kürdistan’ı kurduk sevinciyle yaklaşması gerekir. Herkes istediği dili istediği şekilde konuşabilmeli ama bu birlik ve beraberlik ruhunu da bozmadan yapılmalı, bu tür bir formül üretilmelidir. Bu Türkiyelilik bilinci ile yapılmalıdır. KCK operasyonunda sırf anadilinde savunma yapmak istiyor diye serbest bırakılmayanlar var. Bence bu doğru değil. Özerklik konusuna gelince, bunu MHP dile getirseydi bu kez diğer kesim karşı çıkacaktı, Ak Parti deseydi CHP karşı çıkardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde onlarca eyalet var, orda bölünme diye bir korku var mı? Yerel yönetimler güçlendirildiği zaman sorunlar daha kolay çözülecektir.
Tahir İmret: Dil konusu her boyutu içinde barındırıyor (dini-insani-kanuni vs.). Nerden yaklaşırsak yaklaşalım bu bir doğal haktır. İslam’da Allah der ki” Sizleri farklı farklı kavimlerden yarattım ki tanışıp kaynaşasınız diye”… Korkulardan ve paranoyalardan kurtulmamız gerekir. Dünya’da bununla ilgili çok güzel örnekler var. Burada kimsenin Türkçeye yönelik bir tepkisi yok. Az önce sunumda da izledik, Didim Belediyesi iki dilli hizmet sununca bir sorun olmuyor veya Bill Clinton mecliste İngilizce konuşunca sorun olmuyor da, Kürtler kendi dilleriyle ilgili bir girişimde ve talepte bulundukları zaman hemen kıyametler kopartılıyor. Buda aidiyet duygusunu zedeliyor. Devletin bunu sahiplenmesi gerekir. Özerklik konusuna gelince; bugün gelişmiş toplumlara baktığımızda merkezden yönetim iflas etmiştir. Yerel yöneticilerin yerele ilişkin kararları almada daha yetkili ve etkin olmaları gerekir. Bu çok önemli bir gelişme olur. Bu öneri sırf Kürtlerden geldi diye böylesine tepki koymak doğru değildir. Objektif olmak gerekir. Bu bütün ülkenin ihtiyaç duyduğu bir gelişmedir.
Hasan Argünağa: Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de ilk önce medyanın etkisinde kaldım. Daha sonra BDP’nin sitesinden özerklikle ilgili projelerini anlatan yazıyı indirdiğimde durumun farklı olduğunu gördüm. İlk önce tespitlerde bulunuyorlar. Şu ana kadar yaşanan sorunlar dile getiriliyor ve bunun nedenleri belirtiliyor. Daha sonra da çözüm önerilerini sıralıyorlar. Hepsini incelediğimizde bu taslağın ayrılıkçı bir taslak olmadığı görülecektir. Ülke 20-25 tane bölgeye ayrılacak, her bölgenin kendi meclisleri olacak ve bunlar merkezi yapıya bağlı olacaklar. Farklı bir bayrak önerileri yok. Sadece her bölgenin bir sembolü olacak diyorlar. Resmi dilin Türkçe olduğunu da vurguluyorlar zaten. Bütün bunların anayasal değişimle olması gerekir. Eğer sadece bu taslağa bağlı kalınırsa ben bir tehlike olarak görmüyorum. Yerelin güçlenmesi her açıdan iyidir. Burada yaptıkları en önemli hata bence, bunu tek taraflı ilan şeklinde beyan etmeleridir. Gerekli düzenlemeleri beklemeden uygulamaya geçeceğiz demeleridir.
Murat Çiçek: Dil konusunda söylenen her şeye katılıyorum. Gerek insani gerekse İslami olsun doğal bir haktır. Açılımın faydaları olduğu gibi zararları da olmuştur. En büyük zararı da Kürtlere konuşamama sıkıntısı getirmiştir. Konuşanın, fikrini söyleyenin önünde sürekli bir yargı engeli veya tehdidi vardır. Başbakanın görüşlerine katılmıyorum ama onun düşüncelerini söyleme özgürlüğü vardır. Sözleri yanlıştır. Tek dil, tek millet söylemi bir inkar politikasıdır. Resmi dil konusuna gelince; bu bir de olabilir, birden fazla da… Bu toplumun uzlaşmasına bağlı bir durumdur. Ama farklı dillerin tanınması gerekir. KCK davasında ana dilde savunma yapmanın engellenmesi gibi durumlar yaşanmamalıdır. Özerklik konusu tartışmalı bir konudur. Buna benzer bir taslağı 2004 yılında Ak Parti düzenlemişti ama o zaman ülkeyi böler gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veto etmişti. Şimdi bu duruma aynı gerekçeyle Ak Parti’nin karşı çıkması bir tezatlıktır. DTK’nın söylediklerinin çok samimi olduğuna daha doğrusu çok demokratik olduğuna inanmıyorum. Eğer siz durumu sadece bu bölgeye göre söylerseniz bunun kapsayıcılığı ve sahiplenirliliği olmaz. Ama her şeye rağmen bu tartışmaları olumlu buluyorum.
Veysi Demir: Allahu Teala diyor ki “Ben sizleri farklı kavimlerden yarattım ki birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye” İslama gerçekten inanan bir kişinin tek dil, tek millet demesi mümkün değildir. Başbakanın bunu ne niyetle söylediğini bilemiyorum. Cumhuriyet kurulduğundan beri insanların kafasını iki balyoz inmiştir. Biri milliyetçilik, diğeri laikliktir. Kürtlerin kafasına bu ikisi birden inmiştir.
Ahmet Sevim: Ortada garip bir durum var. MHP hariç bütün kesimlerin Kürt dilinin varlığı hakkında bir itirazı yok ama konu dilin tanınması konusuna gelince işler değişiyor. Devleti koruma içgüdüsünün çok yanlış yürütüldüğünü görüyorum. Başbakanı biraz ikircikli buluyorum. Oy kaygısı ve siyasi korku nedeniyle yanlış adımlar attığını düşünüyorum. Bu tür konularda her kesimin hassasiyetleri göz önüne alınıyor, ama maalesef kimsenin Kürtlerin hassasiyetlerini göz önüne aldığı yok. Özerklik bir yönetim aracıdır. Tartışılabilir. Fakat son süreçte düşünce ifade özgürlüğünün kısıtlandığı bir döneme girdik. Devleti bu şekilde bir savunmanın içine çeken kişilerin çok da özgürlükçü olmadıklarını düşünüyorum.
Süleyman Noyan: Köy hizmetleri neden il özel idaresine bağlandı, kent konseyleri niçin oluşturuldu, bütün bunlar daha iyi bir yaşam kalitesi sunma mücadelesidir. Özerklik de böyle bir durumdur. Başbakanın tavrını doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Bizimle konuşurken başka şeyler söylüyor kapıdan çıkınca verdiği demeçler tam tersi oluyor. Kürtlerin özerklik talebi işin açıkçası hoşuma gitti. Şimdiye kadar Kürtlerin bir proje üretmediği vs. gibi şeyler öne sürülüyordu. Şimdi ise tüm Türkiye’yi kapsayıcı bir proje sundu. Katılırsınız, katılmazsınız, eksikleri olabilir eleştirebilirsiniz. Ama kimden geldiğine bakmadan üzerinde tartışılabilir, çözümler üretilebilir.
Ekrem Taşkın: Hak konularına bakınca ortaklaşmamak mümkün değil. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusu daha cumhuriyetin ilk yıllarında gündeme gelmiş bir konudur. Herkes farklı düşünebilir, ama olaylara empati kurarak yaklaşmak gerekir. En doğal hakların bile tartışılma dili önemlidir. Bunların politik bir dille veya siyasi bir duruşla olmaması gerekir. Öyle olunca ülkenin batısında bunun bir bölünme hareketi olacağı öne sürülüyor. Bu bir bölünme talebidir o nedenle bu konuyu tartışmayalım bile denmektedir. Bence bunun tamamen politik duruşlardan uzak tutulması gerekir. O zaman daha kolay çözüme ulaşılacağını düşünüyorum.
M. Emin Ekmen: Ana dil konusunda herhangi bir insanın ana dilin özel ve kamusal alanda kullanılmasına karşı olmasının her hangi bir temeli olamaz. Anadilin özel ve kamusal alanda nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin tespit ayrıdır, bunların nasıl realize edileceği ayrıdır. Ben temel bir insan hakkı ve doğal bir hak olarak kabulü konusunda buradaki hiçbir kimseden farklı düşünemem düşünsem kendimle çelişmiş olurum; ama bunun realitesini de konuşmak gerekir. Bir defa mevcut resmi dışında dil ile ilgili sınırlamalar anayasaldır. Resmi dil Türkçe’dir kısmını ayırıyorum. Çünkü BDP de dahil kimse resmi dili tartışmıyor. Anadilde eğitimin önünde anayasanın 10 maddesi var. Anayasalar da ya meclis eliyle ya da referandumla değişir. Şimdi kalkıp meclise iki dille ilgili anayasal değişikliği getirseniz mecliste yüzde seksen reddedilse, referandumda yüzde yetmiş reddedilse siz memlekete hizmet mi etmiş olursunuz. Eğer siz siyasetçi iseniz memleketin içinde bulunduğu demokratikleşme sürecini, değişimi çok iyi bir şekilde yönetmek zorundasınız. Siz entelektüel bir ahlakla doğru bildiğini söyleyip bir kenara oturma lüksüne sahip değilsiniz. Tabi bir entelektüel, bir aydın doğrusu budur gerisi hükümetin sorunu der oturur. Ama hükümet bu süreci yönetmekle sorumludur. Bu süreci yönetirken de Türkiye’deki ortalama algı ve dinamikleri göz önüne almak zorundadır. Bu Tayyip Erdoğan bir daha başbakan olsun diye değil ama demokratikleşme süreci tamamlansın diye Tayyip Erdoğan bir daha iktidara gelmek zorundadır. Eğer Tayyip Erdoğan düştüğünde iktidara CHP ve MHP gelecekse bunun da yaratacağı etkileri hepimiz göz önüne almak zorundayız. Dil ile ilgili başbakanı çıkışları eleştirilebilir. Ama bunu eleştirirken de TRT de önce 45 dk sonra 24 saat Kürtçe yayına dikkat edelim. Başka dilde propagandanın serbest bırakılması, Faki Teyran adına Van Valiliğinin konferans düzenlenmesi, Me-u Zin’in Kürtçe ve Türkçe basımı, Mardin de yaşayan diller enstitüsü… Şu an orada 20 civarında öğrenci Kürtçe dilinde yüksek lisans eğitimi alıyor. Peki Dünya’da kaç tane Kürt Dili üzerine akademik eğitim yapan enstitü veriyor? İki veya üç tanedir(İsveç-Ermenistan). Bugün BDP yüzde elli beşle iktidara gelse ve yarın ana dilde eğitime başlıyoruz dese bunun bir altyapısı yoktur. Bence Kürtler için şuan için en uygun talep Kürt dili ana bilim dalında lisans eğitimi almayı talep etmektir. Bu hem toplumun evrimi ve demokratikleşmesi hem de realite olarak daha uygundur. Kürtçe ana bilim dalında bir eğitimi başlatmalıyız diyorum. Muş Üniversitesinin böyle bir talebi oldu bunu takip ediyoruz şuanda. Yarın hayata geçiremeyeceğiniz bir şeyi söylemeniz doğru değildir. Bu bağlamda başbakanın bu sürecinin yönetimine ilişkin demeçlerini bu şekilde değerlendirmek gerekir. Buna bağlı olarak Türkiye’de hala bir örgüt silahlı olarak mücadelesini devam ettirmektedir. Beş yıl öncesine kadar bağımsız bir Kürdistan talebinde idi. Silahların gölgesinde özgür bir tartışmayı ne kadar yönetebiliriz. Kendisi dışındaki herkesi hain, işbirlikçi olarak gören bir anlayışa karşı? Silahların gölgesinde demokratik bir tartışma olamaz. Anadille ilgili benim tutumun net ama ben özerkliğe de net olarak karşıyım. Hem de bunun yüzde yüzüne karşıyım. Bunun gerekçeleri var ve bu tartışılıyor zaten. Birincisi Türkiye gerçeği coğrafya temelli bir bölgeleşmeyi gerçekleştiremez. Bir defa 25 ayrı bölge diyor. Bu 25 ayrı bölgeyi hangi mantıkla oluşturdukları belli değil. Özerklik olduğu zaman ülkenin batısındaki Kürtlere yaşam hakkı kalmayacaktır. Aslında oralarda şuan da milliyetçilik değil ulusalcılık temelinde bir karşıtlık var. İkinci karşı çıkışım meclislere seçim şeklidir. Köy ilçeyi ilçe şehri şehir Ankara’ya gidecekleri seçecek. Bu demokrasi anlayışına ters bir durumdur. Doğrudan demokrasiyi tartışırken araya bu kadar kademe koymak ne kadar doğrudur. Bir diğer konu da, öz savunma güçleri nedir, amacı nedir? Deniyor ki öz savunma güçleri ahlaki politik toplumun gereğini yapacak. Hangi ahlak? Evlilik tek kişilik genel evdir diyen ahlak anlayışı mı? Bunu neye göre belirleyeceğiz? Benim ahlak sınırlarımı özerk yapı mı çözecek? Buna karşı silahlı bir yapı olacak. Yani biz şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni hangi gerekçelerle eleştirdikse şimdi de küçük bir Kemalizm oluşturma anlayışı çıkıyor ve bu Kürtlerin talebi olarak sunuluyor. Ve yine öz savunma güçlerine ilişkin bir cümle “gerici, faşist, soykırımcı anlayışa karşı…” sana göre ben gerici olabilirim. Bana göre de başkası faşist olabilir. Bir stanilist anlayışla bunu çözemeyiz. Bu işin çözümünde BDP’nin varlığı inkâr edilemez. Ama BDP’yi tartışma konusu yapan yine kendi tavrıdır. Kendi dışında herkesi hain ilan bir anlayıştan bahsediyoruz. Oy alma oranına bakınca BDP Kürtlerin yüzde yirmi beşini temsil ediyor. Çözüm hak ve hukuk temelinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında olmalıdır. Tek milleti başbakan ısrarla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olarak dile getiriyor. Tek dil deyince de devletin resmi dili Türkçedir diyor. Özerkli noktasında ben güçlendirilmiş yerel yönetimlere inanıyorum.
Öneriler:
Ortak sonuç:
Değerlendirme:
a. Sivil toplum ile
70 kadar sivil toplum kuruluşuna mail ve telefon yolu ile diğer bütün STK’lara da basın yolu ile duyuru yapıldı.
b. Milletvekilleri ile
Telefon, faks ve mail ile her dört milletvekilimize de ulaştık, Bir katılım oldu. Bir vekilimizden mazeret telgrafı gelirken diğer iki vekilimizden bir geri dönüş alamadık.
c. Katılımcılarla
d. Medya
Bütün yerel basın ve ulusal basının temsilcileri davet edildi.
Değerlendirenler: Cuma Gülcü (Batman kMM Girişimcisi)
08.01.2011 Batman kMM Toplantı Tutanağı
previous post