Yer : Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
Tarih : 07.11.2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
1. Adaleti Savunanlar Derneği / ASDER (Gürcan Onat)
2. Düşünce Suçuna Karşı Girişim / DÜŞÜN (Şanar Yurdatapan)
3. Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği / AHDER (Ersin Satı)
4. İnsan Yerleşimleri Derneği (Korhan Gümüş)
5. Dünya Çevre Bilinci ve Eğitim Derneği (Nesrin Akkoç)
b. Mecliste Grubu Bulunmayan Siyasi Parti ve Hareketler:
1. Liberal Demokrat Parti (Alp Pamir)
2. Hak ve Özgürlükler Partisi (Mehmet Ali Erdoğan)
3. Liberal Demokrasi Hareketi (Alper Korkmaz)
4. Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (Mahmut Sürmeli)
5. Eşitlik ve Demokrasi Partisi (Hasan Kayım)
c. Gözlemci:
Uluslararası Af Örgütü, Türkiye (Ziya Çelik)
d. Katılan Milletvekili:Yok.
e. Belediye Başkanı:
Yerel konu ile ilgili çalışmaları olan Küçükçekmece Belediyesi son ana kadar katılacağını söyledi, ancak katılmadı ve mazeret bildirmedi.
f. Diğer Katılımcılar:
Çeşitli kuruluşlardan, partilerden ve halktan 5 kişi izleyici katıldı.
g. Medya:
1. Zaman Gazetesi
2. Anadolu Ajansı / AA
Moderatör:
Melis Tantan (TkMM)
Genel Konu: "Başörtüsü ve Kamusal Alan"
Yerel Konu: "İstanbul Depreme Ne Kadar Hazır?"
Konuşulanlar:
Genel Konu: "Başörtüsü ve Kamusal Alan"
Gürcan Onat (ASDER): Ben bu başörtüsü sorununa insanlık suçu olarak yaklaşıyorum. Hiçbir insanın ve hiçbir devletin hiçbir insana baskı yapmaması ve inançlarına müdahale etmemesi gerektiğine inanıyorum. Düşünebiliyor musunuz, karşınızdaki insana sen kırmızı giymişsin, giyme diyen insanlar var mı, dolayısıyla bir insanın başına ne taktığına da kimsenin karışamayacağına inanıyorum. Bunun o hanımefendiye hakaret olduğunu düşünüyorum ve bu şekilde değerlendiriyorum. İnsanlar zaten inandıkları gibi giyinirler. İnsanların inançlarına müdahale edilemez. Herkes inanacı gibi yaşıyor. Kimseye senin başın neden açık, eteğin neden bu şekilde denilemeyeceği gibi “senin başında neden bu örtü var” da denilemez. Dolayısıyla ben bunu insanlık suçu olarak görüyorum.
Daha 25- 30 sene önce böyle şeyler yoktu. Tabi bizi bu noktalara ne getirdi; bunu da görmemiz, değerlendirmemiz lazım.
Bu benim şahsi tespitimdir, ancak bizi bu noktaya biraz da politikacılar getirdi diye düşünüyorum. Ben istinasız tüm politikacıları suçluyorum. Partilerin oy kaygısıyla bu konuyu kullandığını düşünüyorum. O yüzden bütün siyasilerin bu konudan elini çekmesi gerekiyor. Kimse bunu siyasi simge olarak kullanmamalı, görmemeli.
Şanar Yurdatapan (DÜŞÜN): Düşünce ve ifade özgürlüğü açısından bakıldığında çok net bir şey görünüyor. Biz genel olarak adına “Düşünce Özgürlüğü” diyoruz,ama aslında o ifade özgürlüğüdür, insan karşısındakinin ne düşündüğünü nereden anlayacak da suçlayacak, derdim. Sonra bunun da tam doğruyu anlatmadığının farkına vardım. Çünkü insanlar bir sosyal baskı yüzünden düşüncelerinden korkar hale geliyor. Ve o düşünceyi düşündüğü andan itibaren onu kafasından atmaya uğraşıyor. Bu, dini yobazlıkta günah işliyorum, korkusu oluyor. Ama başka sosyal baskılar yüzünden de insanlar düşündüğünün tam tersini söylemek zorunda kalıyor.
İfade özgürlüğü açısından bakınca ifade etmek demek illa sadece söylemek, yazmak, çizmek değil; bunu müzikle, tiyatro ile… ifadesi de var. Ve bir insanın kendi kendini ifadesi, kendini toplum içinde koyduğu yer ve kendisine yakıştırdığı giyim de bunların bir parçasıdır. Niye kimi saçını uzatıyor kimi uzatmıyor? Çünkü kendini o şekilde ifade ediyor o insan. Uzatmayana ‘uzatsana, mecbursun’ demek. yada uzatana ‘keseceksin bunu, böyle rezalet olmaz.’ demek, ikisi de eşdeğer şekilde insan haklarına tecavüz ve ifade özgürlüğüne yapılan bir saldırı ve baskı anlamına gelir.
Bu sorunun ‘böl ve yönet’in bir parçası olarak kullanıldığını düşünüyorum Türkiye’de. Birbirinden farklı kesimleri farklılarından dolayı birbirine düşmanlar haline getirilebiliyoruz. Dolayısıyla bu düşüncelerin tümünü kaldırıp atmamız gerekiyor.
Korhan Gümüş (İYD): Aslında bu sorunun gündelik hayatımıza ilişkin yarattığı bu bagaj çok önemli. Birbirimizle konuşurken aramızda bir duvar var. Ama bu duvar görünmüyor ve bu yüzden yıkılması çok zor. Bu gündelik hayatımızı çok etkiliyor ve biz bunu politika üzerinden tanımladığımız için daha da zorlaşıyor. İnsanların gündelik hayatı terörize ediliyor. Bu sistem haksızlık üretiyor ve bu haksızlığı üretmek için bu gibi simgeleri şiddet unsuru olarak kullanıyor. Bu gibi sorunlar uzaktan bakınca gülünecek şeyler. Olacak şey değil bir insanın başını zorla açtırmaya yada kapatmaya çalışmak. Ama bunun nasıl olduğunu anlamamız gerek. Bu ulus devletin hayatın tüm anlamlarını askıya alan politikasının sonucudur. Politikanın ayaklarını yere bastırmak gerek. Bunun içinde her alanda bu korkulardan kurtulmak gerek. Başı açık olanların kapalı olanların haklarına sahip çıkması gerekiyor. Kendi özgürlüklerimi düşünüyorsam başkasının özgürlüklerine daha fazla saygı göstermem lazım ki, kendi özgürlüklerim teminat altına alınmış olsun.
Ersin Satı (AHDER): Şu anda her şey bilinç altımızdaki kaygılarımız, bize öğretilenler, tek tip insan olmamız için her türlü global bakış açısının Türkiye’ye yansıtılması. Biz de bilinçaltımızın dışında kalan düşüncelerimizle karışı tarafa saldırıyoruz. Çünkü bu konu ile ilgili bilimsel bakış açımız ve alt yapımız olmadığı için duygularımızla hareket ediyoruz. Duygularımızla hareket etmesek göreceğiz ki karşı tarafında özgürlüğündeki çabalarında yanında olmamız gerek. Karşı tarafa ne kadar özgürse biz de o kadar özgürüz.
Mehmet Ali Erdoğan (HAK-PAR): Bu cumhuriyeti askeri bürokrasi kurdu. Ağa ve beyler de destekledi. Çünkü kentli burjuvazi yoktu. Varsa da İstanbul ve İzmir’deki Yahudi ve Rum azınlıktı. Ancak bunların Türk- İslam sentezinde yerleri olmadıkları için, Cumhuriyet asker, sivil, bürokrat ve yerli toprak ağalarına dayanıyordu. Demokratik değildi. 1920’lerin ideolojisi ulusalcılıktı. Modelleri de İtalyan ve Alman faşizmiydi. Halk yararlarına dayanmayan, despotik bir Cumhuriyet içte ve dışta düşmanlar yaratmadan yaşayamazdı. Dış düşmanlar ve iç düşmanlarımız vardı. Dış düşmanlarımız tüm komşularımızdı. İç düşmanlarımız ise, dindarlar “irtica”, solcular “koministler” ve Kürtler “bölücüler”. Cumhuriyet bu düşmanları sembollerle tanımlamıştı. Bu semboller oldukça tehlikeliydi. Kürt bayrağı- alfabesi- müziği, orak-çekiç ne kadar tehlikeliyse irticayı çağrıştıran başörtüsü de o kadar tehlikeliydi. Oysa cumhuriyet rejimi demokratikleşmeden kendi halkıyla barışık olamazdı. O zaman da militarist, statükocu, oligarşik yapının altındaki halı çekilmiş olurdu. Kamusal neresidir? Kim tayin ediyor? Herkes eşit şekilde istediği kıyafetle her alana girebilmelidir. Aslında faşizm tek tip insan yaratmaktır. Birkaç gün önce haberlerden bir öğretmenin küpe taktığı için tayin edildiğini öğrendim. Bir öğretmen neden küpe takamasın, bir kadın neden başörtüsü takmasın. Bence ülkemiz son zamanlarda demokratikleşmenin sancısını yaşıyor ve bunu aşacağız.
Alper Korkmaz (LDH): Liberallere göre, başörtüsü sorun olamaz. Şahsen beni hiç ilgilendirmiyor kimin ne giydiği. Herkes istediği yerde istediğini giyme hakkı vardır. Tesettürlü biri ile ilgili bir sorunda yırtmaçlı birinden bahsedip bunun karşılaştırmasını yapmak bile abestir. Başörtüsü sorununu had safhada savunan insanların lafta söylenen özgürlük kelimesinin kendi istekleri doğrultusunda kullanmamaları gerekiyor. Farklı inançlara sahip olanların özgürlük alanlarına ve sıkıntılarına da aynı şekilde yaklaşmaları gerekiyor. Mesela ramazanda davul sesinden rahatsız olan biri buna tepki veriyorsa ona hak verilecek mi verilmeyecek mi?
Mahmut Sürmeli (DÖH): Türban sorununu aslında türbanı savunmak yada karşı çıkmak üzerinden tartışmadan çıkarıp ve temel hak ve özgürlükler üzerinden tartışmaya çekmek gerekir. Böyle yaptığımızda hiç kimsenin yada hiçbir kurumun kişilerin giyim- kuşam ve yaşamı üzerinde söz hakkı hakkı olamaz. O yüzden bir kadına türban tak ya da takma gibi bir dayatma kimsenin haddi değildir. Meseleye böyle bakmak gerekiyor. İkinci olarak bizim toplum olarak özgürlük algımızın ve anlayışımızın sınırlarını tartışmak gerekiyor. Sosyalist kişiler üniversite kapılarında türbanlı öğrencileri içeri almamak için eylem yapıyorsa, türbana özgürlük için mücadele edip anadilde eğitim hakkı için mücadele verenlerin yanına bile uğramıyorsa, yine cemevlerine özgürlük diyip türban özgürlük diyenlerin karşısında duruyorsa ya da bunların tam tersi oluyorsa; burada hakikaten özgürlük algısının samimiyetini tartışmak gerekiyor. Ben asıl sorunun burada olduğunu düşünüyorum. Benim açımdan kamusal alan özel alanın dışındaki tüm kesimlerdir. Devlet eğer bir müdahalede bulunacaksa, bu ancak insanların kamusal alanlardaki özgürlüklerini garantiye almak biçiminde olmalıdır.
Hasan Kayım (EDP):Çok basit sorunları istediğimiz kıvamda en büyük sorun haline getirebilen bir ülkede yaşıyoruz. Ben başörtüsü sorunun konuşulduğuna inanmıyorum. Bu konuşmak değil gürültü çıkarmak, nemalanmak. Eğer konuşabilseydik, sorunu toplumun bütün kesimlerinde bir yıl konuşulur bir şeyler yapılırdı, sorun çözülmek isteniyorsa. Ben buna inanmıyorum. Bu ülkede sorunların çözülmemesi yönünde bir mantalite hakim. Ordu- Yargı oligarşisi bu toplumu istediği şekilde götürmek istiyordu, ancak yaşanan ve yaşanacak tarih buna izin vermiyor, zorlanıyorlar. Zulüm görenlerin birbirini desteklememesini iyi gördükleri için, şimdilik olanları birbirlerine karşı kullanıyorlar. Dindarları, Alevileri, Kürtleri, Hıristiyanları birini diğerinin sorunlarına duyarlı hale getirecek, yaşananlar topluma bütün çıplaklığıyla anlatacak bir muhalefet yaratırsak AKP ve CHP nin işinin zorlaştığını hep beraber göreceğiz. Ben, başörtüsü sorununun çözüleceğine inanıyorum. Ancak AKP ve CHP seçimlere kısa bir zaman kala, bu durumdan karlı çıkmanın, çoğunluğu elde etmenin aracı olarak bir süre daha bu konuyu gündemde tutacaklar. Bunları politik malzeme olarak kullanmak için. Bu iki parti çıkarları konusunda ortaklaşıyorlar. Yüzde on barajını hiç konuşmuyorlar, ruhban okulu gündemlerinde bile değil, alevilere zorla din dersi okutuluyor bu konuda ikisi de suskun uzlaşı içindeler, ana dilde eğitim ikisinin de üstünü örttüğü bir yara. Milli Güvenlik Dersini ikisi de irdelemiyor, YÖK ortada Benim şahsen başörtülü yurttaşlarla ilgili bir sorunum yok. Partimin de yok. Yetişkin insanların giyinme özgürlüklerine karışma hakkımızın olmadığını da çok iyi biliyoruz.
Alp Pamir (LDP): Liberal Demokrasi Partisi adına ben burada siyasi bir kimlikle bulunuyorum ve bu konuları pek tartışmak istemiyoruz. Doğal olarak kişilerin hak ve özgürlükleri bağlamında tabiki türbanlı veya başörtülü bir insanın özgürlüklerini kullanma hakkı her alanda olmalı. Zaten biz bunu savunuyoruz. Başörtülü bir milletvekili neden olmasın mesela. Eğer seçilenleri tarafından faydalı çalışmalar yapacağına inanılıyorsa, neden olmasın! Siyasilerin artık bu sorundan elini çekmesi gerekiyor. Bireylerin özgürlüklerini sonuna kadar korumakla yükümlü olan bir devletin bu konu üzerinde politikalar üretmeye çalışması yanlış. Cumhuriyet’in en katı yönetim dönemlerinde dahi, insanlara bir takım yaptırımlar uygulayarak bu sorunu ötelemeye çalışan yönetimler dahi başarılı olamadı. Sonuçta bu konuda siyaset yürütmek, politikalar üretmek bir devletin yapmaması bir iştir. Asıl konu, her bir bireyin özgürlüklerinin savunulması gerektiğidir. Türban tartışması mesela tek taraflı yürütülmekte. Biz bundan üzüntü duyuyoruz. Kişisel özgürlüklerin önüne devlet tarafından bir takım engellemelerle set çektiği zaman birey kendini geliştiremiyor, dolayısıyla kurumlarda. Birey ve kurum kendini geliştiremeyince toplumu geriye çekiyor. Geriye gittiğimiz dönemde de bu tür problemler en üst seviyeye çıkıyor. Biraz önce küpesi olduğu için tayin edilen öğretmen haberinden bahsedildi. Burada problem devletin o öğretmeni sürmesi değil, bu bir şekilde aşılacaktır. Ama sürüldüğü köyde insanlar bir araya geliyorlar ve öğretmeni tehdit ediyorlar. Asıl tartışılması gereken sorun burada. Bu yönden tartışmamız gerekirken tek taraflı özgürlük üzerinden bu tartışmanın tüm medyada bu şekilde yürütülmesi hepimizi yanlış düşünmeye sevkediyor. Asıl olan Türkiye’nin layık olduğu seviyeye taşınması için yapılması gereken politikaları üretmektir. Biz ülkeyi nasıl kadın-erkek eşitsizliğinde 50. ülke yapabiliriz, buradan ilk 10 ülke arasına nasıl taşırız. Ülkeyi yönetenlerin tartışması gereken budur. Bu çalışmalar zaman içinde türban sorununun da çözümünün önünü açacaktır. Birey özgürlüklerinin her alanda oluştuğunu gören kamuoyu artık bu konu üzerinden ilgisini çekecektir.
Yerel Konu: "İstanbul Depreme Ne Kadar Hazır?"
Korhan Gümüş (İYD): Öncelikle iki yapı arasındaki farka bakmak gerekiyor. Beton binalar yıkıldı, diğer yapılara yönelik ilgi artışı oldu Düzce’de. Beton yapılar ile geleneksel dediğimiz yapılar arasındaki fark nedir? Eski yapılarda, yani ahşap karkas yapılarda, risk bilgisi yapım sürecinin içinde aktarılan bir şey. Yani binanın sağlamlığına dair bilgiler yüzlerce yıldır devam eden yapı teknikleri içinde üretiliyor. Modern bir döneme geçildiğinde ise, bu beton olduğu için insanları öldürdüğü söylendi yapıların ama yanlış bir teşhis. Beton insanı öldürmez. Sorun daha çok bilgi ile ilgili. İnsanlar bu süreç içinde bu bilgiyi üretemiyorlar. O zaman mesele biraz demokrasi ile ilgili bir konuya geliyor. Yani vatandaşların kendi gelecekleri hakkında karar verebilmeleri için sürecin içinde bilgilenmiş olmaları gerekiyor. Şu anda İstanbul’un üzerinde çanlar çalıyor. Bu kentsel dönüşüm modelinin gözden geçirilmesi gerekiyor. Başbakanın açıkladığı modelin insan hakları ile ilgili bir boyutu var. Buradan tartışılması gereken çok temel bir konu var. Yenileme alanı ilan ediyorlar. Sadece inşaat mantığıyla kent dönüşebilirmiş gibi düşünülüyor. Oradaki nalbur, ev sahibi vs. ne olacak düşünmüyorlar. Depremin risk oluşturması depremi neden olarak gösterip, yanlış kentsel dönüşüm projelerinin uygulanmaya çalışılmasıdır. Yani ihale mantığıdır. Sağlam olan az katlı binalar yerine ucuz maliyetli çok katlı yapılar yapılıyor.
Ersin Satı (AHDER): 99 Depremi sonrasında psikolog arkadaşlarla ne yapabiliriz?’i konuştuk. Çocukları, insanları nasıl normal hayata çekebiliriz, diye sordular. Çünkü depremi tanımıyoruz. İnsan karmaşaya düşmüşlerdi. Neden oluyor, kadınlar yemeğin altını yaktım diye mi?, çocuklar altımı ıslattım diye mi? erkekler o akşam çok okey oynamıştım, diye düşünüyorlar. Depremle alakası olmayan, tamamen suçluluk duygusu içerisindeki bir karmaşa oldu. Ne yapabiliriz, insanlara nasıl anlatabiliriz konusunda ise, devlet olmadan sivil toplum her ne kadar daha ileride de olsa eksik kalıyor. Onlara rağmen değil, beraber çalışmamız gerekiyor. onları da bilgilendirerek bu konuda beraber çalışma yürütmemiz gerekiyor. Karar verici olan onlar. Ama karar vericiler değiştiği zaman bilgiler masada kalıyor. Karar vermek kişiye kalıyor. Yıkılan bina ile yıkılmayan bina arasındaki farka baktığımızda, bu 1 dolardır metreküpünde. 100 metrekarelik bir binada 100 dolar yüzünden insanların öldüğünü anlatmak gerekiyor. Bir de yumuşak zemine yapı yapılmaması gerekiyor. Ve toplumun bilgilendirilmesi gerekiyor.
Nesrin Akkoç (Dünya Çevre Bilinci ve Eğitim Derneği): Tatbikatlar yapılıyor mu şu anda İstanbul’da, 2 senede bir yapılması yeterli mi? Milli Eğitim ve asker depreme hazır, ama halka hazır mı? Belki de halkı bilgilendirmek için televizyonlarda kısa programlar yapılmalı, herkesin izleyebileceği zamanlarda gösterilmeli.
Gürcan Onat (ASDER): Ben Adapazarlı’yım. 66 depreminde oradaydım. 99 depreminden sonra o korkuyu hatırladık. Hatırladık ama ne yaptık? Az önceki konuşmacılardan 100 dolar yüzünden öldüğümüzü öğrendik, fay hattını zaten biliyoruz, belediyelerden bilgilendirme için bütçe olmadığını öğrendik. Asker, Milli Eğitim kendini hazırlar ama halk hazır değil. Devlet, belediyeler ve üniversitelere çok önemli görev düşüyor. Akademisyenlerin fikir birliğine varıp bilgilendirme yapmaları gerekiyor.
Alper Korkmaz (LDH): Ben bu konuda iyimser değilim. Organize olduğunu düşündüğümüz kurumlarda da sorunlar var. Orduya baktığımızda bir dava sonucu tüm komutanlarımızın hasta olduğu ortaya çıktı. Veya Taksim’deki patlamadan sonra bir polis ağlamaya başladı. Onun etrafı sakinleştirip, düzene koyması gerekirken vatandaşın onu teskin ettiği ortaya çıktı. Organize olan devlet kurumlarında bu sorun var. Yani bu kadar önemli konular tamamen devlete bırakılmamalı. Vatandaş kendisi halledecek sonunda. Vatandaş bilinçlenip devletten bir şey beklemeyecek hale gelmesi gerekiyor. Çünkü depremden sonra tüm devlet kurumları dağılacak, Kocaeli depreminden sonra öyle olmuştu.
Alp Pamir (LDP): Devletin bu konudan elini çekmesi gerekiyor. Depreme hazırlık için de yasaların uygulanması gerekiyor. Yasada zaten var neyin nasıl yapılması gerektiği. Gerekirse imar planları daha teknolojik olarak değiştirilir, tekrar yapılır. Ama hepsi zaten yasalarda mevcut. Ama uygulanmıyor. Özel sektörün , özellikle özel sigortaların yasal düzenlemeler ile imar ve inşaa çalışmalarında sorumluluk almalar sağlanmalıdır.
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
Genel ve Yerel konuda konu ile ilgili çalışma alanı olan 60- 70 arası sivil toplum örgütü ve meslek odaları toplantıya çağrıldı.
b. Milletvekilleri ile
Her parti için çağrıda bulunuldu.
c. Medya ile
Tüm medya kuruluşlarına mail yoluyla haber verildi.
Sonuçlar:
Son aylarda boş kalan koltuklar üzerine toplantı sonrası kısa bir görüş alış-verişi oldu. Meclisteki katılımcıların da boş koltukları doldurma çalışmalarına dahil olması hakkında konuşuldu.
Değerlendiren:
Selin Karakartal
07.11.2010 İstanbul kMM Toplantı Tutanağı
previous post