YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 3. Kat Kızılay
TARİH: 7 Ekim Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Kırmızı Şemsiye ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Raportör)
2 / Atatürk Çizgisi Platformu (Metin Genç – Başkan)
3 / Doğal Yaşam Derneği (Egemen Sarı – Üye)
4 / Mazlum-Der Ankara Şubesi (Abdurrahman Ünlü – Başkan)
5 / Türk Mühendisler Birliği Derneği (K. Mükremin Barut – Üye)
6 / Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Derneği (Selen Doğan – Politika Danışmanı)
7 / Ankara Eğitim ve Kültür Derneği ANKA-DER (Sebahattin Gökmen – Başkan)
8 / Evrensel İnsan Hak ve Özgürlükler Derneği (Lütfi Gölpunar – YK Üyesi)
9 / Öğrenci Velileri Derneği (Enver Önder – Başkan)
10 / Başkent Kadın Platformu Derneği (Zeynep Göknil Şanal – Dönem Başkanı)
11 / Cerattepe (B. Aslı Bayramoğlu)
12 / Anadolu Kütüphaneciler Derneği (Hürdoğan Aydoğdu – Başkan)
13 / Toplumsal Araştırmalar ve Özgün Düşün Merkezi (Bülent Durukan – Başkan)
SENDİKALAR – KONFEDERASYONLAR
1 / Hak – İş Konfederasyonu (Hakkı Sever – Üye)
2 / Uluslararası Engelliler Yaşlılar Kimsesizler Federasyonu (Alisa Çiçek Akyol – Ankara İl Başkanı)
ÖZEL KONUKLAR
1 / Bilkent Üni. Uluslararası İlişkiler Bölümü (Yrd. Doç. Dr. Selver Şahin)
1 / Gazi Üni. Uluslararası İlişkiler Bölümü (Arş. Gör. Didem Özdemir Albayrak)
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Değişen Dünya Düzeninde Yeni Bağımsızlık Talepleri
YEREL KONU: Melih Gökçek'in İstifa Haberleri
KONUŞULANLAR
1 / Didem Özdemir Albayrak: Self determinasyonun ayaklarından bir tanesi de bunu talep eden grupların iktisadi bağımsızlığı. Self determinasyon, iktisadi olarak kendinizi yönetecek sistemi, kendinizin seçmesi ve doğal kaynaklarınızı nasıl değerlendireceğinize kendinizin karar vermesidir. Genel trendlere bakmak lazım. Bağımsızlık hareketleri hangi dönemlerde hızlanıyor, ne tarz taleplerle geliyorlar? Ne zaman dünya ekonomisi krize girerse ya da krizlerde derinleşme olursa, bu krizlerin sonuçlarıyla milli hükümetler baş etmekte zorlanırlarsa, o zaman genellikle doğal kaynaklar açısından daha zengin bölgeler veya ekonomik açıdan ülkenin geri kalanından daha iyi olan bölgelerden bağımsızlık talepleri gelebiliyor. Bu kitleler genellikle bütçeden kendi bölgelerine ayrılan kalemlerle, vergiyle, doğal kaynaklardan gelen gelirin paylaşımıyla ilgili taleplerini sunuyorlar. Kuzey Irak'ta da durum şu: Ülke krize giriyor, diyorlar ki, biz kaynak üretiyoruz ancak bunlar düzgün kullanılmıyor; dolayısıyla bizim bölgelerimizin kalkınmasının önüne de bariyer konmuş oluyor. Bu kaynakları biz kullanırsak, merkezi hükümetlerden daha iyi kullanırız, bölgelerimiz daha hızlı kalkınır ve zenginleşir. Özellikle Katalonya örneğinde ikinci bir talep daha var. Merkezi hükümetin yani İspanya hükümetinin yanlış iktisadi politikaları sonucunda ülke krize giriyor, kemer sıkmak zorunda kalıyor; ancak kaynakların çoğunluğu üreten İskoçya ve Katalonya ülkenin geri kalanının iktisadi yükünü de kendileri kaldırıyormuş gibi bir hisse sahipler. İskoçya'daki iktisadi süreç, oradaki petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinden tartışıldı. Doğalgaz kaynaklarının %80'inden fazlası İskoçya'da, dolayısıyla ciddi gelir elde ediliyor. Petrol, doğalgaz ve alternatif enerjiler üzerinden alınan vergiler, Birleşik Krallık'ta çok yüksek. Ancak bu vergiler merkezi hükümetin kendi havuzunda toplanıyor ve İskoçya'nın bunun üzerinde herhangi bir anayasal hakkı yok. Dolayısıyla İskoçya'nın şöyle bir hesap yaptığı düşünülüyor: Bağımsızlığımı alırsam, bu vergilerin %84'ü benim bütçemde toplanacak, petrol ve doğalgaz gelirleri gelecek, kendi kalkınmamı gerçekleştirecek bağımsız bir devlet olabilirim. İskoçya'da ancak 2014'te bağımsızlık referandumuna hayır denmesinden hemen sonra petrol fiyatlarındaki düşüş İskoçya'nın hesaplarının çok da doğru olmadığını gösterdi çünkü çok ciddi bir gelir kaybına uğradı, mevcut bütçe anlaşmalarına rağmen ve bütçesi yaklaşık yüzde 5 açık veriyor son üç yıldır ve bunu hala toparlayamadılar. Onun üzerine bireksit bindiği ve en büyük partneri Avrupa Birliği olduğu için; şu andaki bağımsızlık referandumları 2020'lere ertelendi. Bu ticari ve iktisadi durumu değişmeden İskoçya'da bir bağımsızlık referandumu yapılması çok zor görünüyor. Katalonya'da da benzer bir durum var. Katalonya 17 özerk bölgeden bir tanesi. 2006 yılına kadar vergi, bütçelendirme konularında Katalonya'nın daha fazla hakkı var. 2006'da İspanya anayasasında yapılan değişiklikle Katalonya'nın bu hakları kısıtlanıyor, hatta diğer 16 bölgenin de. 2008 ve 2012'deki dünyada krizler yaşanıyor. Birincisi emlak piyasasındaki balon patlıyor 2012'deki finans krizleri sonucunda İspanya, Portekiz gibi ülkeler borçlarına ödeyemez hale geliyorlar. Ciddi mali önlemler almak zorunda kalıyorlar. Kemer sıkmak zorunda kalan yerlerden birisi de Katalonya oluyor. Ancak Katalon bölgesi tek başına İspanya milli gelirinin beşte birini üretiyor, turizm gelirleri yüksek. Söyledikleri şu: Siz bizi daha fazla vergilendiriyorsunuz, dolayısıyla biz kendi ürettiğimiz zenginliği, kendi bölgemizdeki kalkınma için kullanamıyoruz. Bu da kamu yatırımlarının azalması anlamına geliyor. Katalanların bağımsızlığı tanınırsa, devlet kurarlarsa, gerekli süreci tamamlayıp AB üyesi olabilir. Üretim sistemlerinde değişikliğe gitmeleri gerekecek. Kuzey Irak'la ilgili ise en çok tartışılan bir şey, petrol gelirlerinin nasıl paylaşılacağı. Kürt bölgesel yönetiminin söylediği şey, bütçe payının verilmediği, verilse bile adil olmadığı yönünde. Merkezi yönetimin söylediği ise Kürt bölgesel yönetiminin yapılan anlaşmalara uymadığı. 2005'te hazırlanan anayasada bütçe kanunda Irak'taki petrol ve doğalgaz rezervlerinin tüm Iraklılara ait olduğu ifade ediliyor. Ancak dağıtımın nasıl adil şekilde yapılacağına dair bir yapı yok. Yani tüm bölgelerle ilgili bir tartışma var. Merkezi hükümet 2008'e kadar belirlemeye çalışıyor bunu. Kürt bölgesel yönetimi tek başına petrol lisansları vermeye ve satmaya başlıyor, ki anayasal olarak buna hakkı yok. Bu nedenle 2008'de bir kriz çıkıyor. BM'nin araya girmesiyle Kuzey Irak'a düşen %17'lik payın aktarılması konusunda anlaşılıyor. Fakat diğer bölgelerden itirazlar geldiği için petro dolar tahsisatı gibi bir bütçe kalemi uyduruluyor. Önce bire bir anlaşmalarla sağlanıyor, 2014'te tekrar bir sıkışma oluyor. Çünkü Kürt bölgesel yönetimi bu sistemi kabul etmiyor. Yeni bulunan kaynakların bu sistem içinde değerlendirilmesini istemiyor. Konu, merkezi yönetimin petro dolar tahsisi ve %17'lik payı kesmesiyle sonuçlanıyor.
2 / Selver Şahin: Kosova ve Doğu Timor'un bağımsızlık mücadelesi ve başarıyla sonuçlanmasından bahsedeceğim. Bağımsızlık hareketleri iki temel ilke arasındaki tansiyonu temsil eder. Devletlerin sınırlarının bölünmez bütünlüğü ulusların kendi kaderini tayin hakkı. Bu iki ilkeden hangisinin uygulanacağını uluslararası siyaset belirliyor. Bu mücadeleleri başarıya götüren dış dinamiklere bakmak lazım. Kosova eskiden Osmanlı'nın parçasıydı. 1912'de Osmanlı parçalanırken, sonra tekrar Sırp kontrol altına giriyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da yeni kurulan ve adı Yugoslavya olan Sırp-Hırvat-Sloven krallığının parçası oluyor. Arnavutlara göre bu haksız bir durum. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının engellendiğini söylüyorlar. Sırplar ise tarihsel haksızlığın kendilerine yapıldığını iddia ediyorlar. 20. yüzyılda Kosova Yugoslavya'nın parçası; federal devlet, 6 cumhuriyet, özerk eyalet var, birisi Kosova. 1989'dan itibaren Yugoslavya'nın da bir dağılma süreci var. Cumhuriyet özerk eyalet arasında bir fark var. Yugoslav anayasasına göre, Kosova'da çoğunluğu oluşturan Arnavutlar, halk olarak tanımlanıyor, ulus olarak değil. Soğuk savaşın bitimi ile birlikte Arnavutlar için daha uygun bir ortam oluşmaya başladı. Arnavutlar mücadelelerinde insan hakları, demokrasi bağlamında yürüttüler. Bu sayede sorunlarını uluslararasılaştırabildiler. 1999'da NATO müdahalesi yapıldı. Bölge BM yönetimi altına yerleştirildi. 2008'de de bağımsızlığını ilan etti. Doğu Timor eski Portekiz kolonisi. Sonraki yüzyılda Hollandalılar geliyor, Portekizlileri doğuya atıyorlar, böylece ülke ikiye bölünüyor. Bu Timor'un kaderi uluslararası dinamiklerle çiziliyor. 1949'da Endonezya bağımsız oluyor ve Doğu Timor'u ilhak ediyor. Uluslararası anlamda bu kabul görüyor çünkü Vietnam Savaşı'na denk geliyor, orada mücadeleyi yürüten de solcu bir örgüt. Burası sol bir partiyle yönetilen zayıf bir ülke olursa Küba gibi olabilir korkusuyla, Endonezya'nın hakimiyeti kabul edildi. Ülkelerin başında Avusturalya geliyor. 1999'da Avustralya Doğu Timor'u bağımsızlığa götüren öncü kuvvet oluyor. Doğu Timor'a askeri güç gönderiliyor ve orada bir BM yönetimi kuruluyor. 2002'de ise bağımsızlığını ilan ediyor. Bu iki vakanın da kendine has koşulları var, kesinlikle emsal yaratmadı.
Selen Doğan: Ben birkaç hafta önce İskoçya'da bağımsızlık meselesiyle ilgili bir protesto gösterisine katıldım. Katalanların, Alman Sosyalistlerin de destek verdiği son derece coşkulu bir mitingti. Ben şöyle görüyorum: Sokakta herkes şunu söylüyor: Katalonya zaten özerk bir bölge, bağımsız olup ne yapacaklar, bunu neden istiyorlar? Bunun arka planında başka talepler var. Bağımsızlık meselesinin uzun ve zorlu yolculuğuna bir sosyalizm perspektife eşlik etmiyorsa, bu da çok ileriki bir gelecekte Bu başka tür bir ulus meselesini yaratır mı? Yaşadığımız tüm savaşların, çıkar çatışmalarının, bugün yaşadığımız şiddetin hep bu ulus devlet mantığından kaynaklandığı göz önünde bulundurulursa, böyle bir şeyden endişe etmeli miyiz? Bir kadın yurttaş olarak bu tür hareketleri destekliyorum. Çünkü bu hareketin içinde bir toplumsal cinsiyet perspektifi olduğunu da görüyorum. İskoçya'da, Glasgow'da tanık olduğum şeyin içinde sadece körü körüne bir bağımsızlık talebi yoktu. Bağımsız olurlarsa, ülkedeki nükleerlerin ülkeden çıkartılacağı gibi barışçıl beklentiler de vardı. Bu da elbette kadın ve toplumsal cinsiyet konularına dahildir, bu nedenle önemsedim. Kendilerine İskandinav sistemini modeli aldıklarını anlattılar. Kira çok yüksek ama çocuklar için ücretsiz kreş, ücretsiz üniversite eğitimi olanağı var. İngiltere'de bir çocuğu siz kreşe veremezsin çünkü ailesini bir servet kazanıyor olması lazım, özellikle Londra'da. Ama İskoçyalı devlet bakıyor. Kendilerini Birleşik Krallık'ın bir parçası gibi hissetmedikleri çok verimli sosyal ve kültürel anlamda, kendine başka bir şeyi örnek alıyorlar, bu da bana makul geldi.
Kemal Mükremin Barut: Ulus devlet kavramı, bir 1789 Fransız İhtilali'nde ticaret burjuvazisinin gelişmesiyle arada bir dil kullanılması gerekliliği ile o değil İspanyolca mı Katalanca mı olacak tartışmaları içinde çoğunluğun dili olması üzerine kurulmuş bir kavram. Folklor kelimesi de aynı sürece denk gelen bir kavram. Yıllarca değişen sınırları içinde yaşayıp sonra bir sınırı kutsamak çok akıl harcı değil. Ulus devletin modasının giderek geçtiğini düşünüyorum. Fransa, orada yaşayanların taleplerine cevap verebilmek için içinde yaşadığı cumhuriyeti defalarca reforme etmiş. Cumhurbaşkanına Erdoğan'ın hiç akademik olmayan bunlar devlet kursa ne yapacaklar gibi söylemleri var. Bu söylemlerin dört parça Kürdistan'daki Kürtleri yaraladığını düşünüyorum. Bu hiç teknik bir izahat değil. Statükonun bozulmaması adına bir şeyler yapılabilir ama halklar self determinasyon istiyorlarsa akıbetleri ne olacak? Birlikte omuz omuza savaş paradigmasının ortadan kalktığını düşünüyorum. Mustafa kemal Samsun'a çıktığı andan itibaren bağımsız bir devlet yaratma projesi vardı, Türklere dayalı bir devlet olacaktı. Bu kardeşlik paradigması da kendini zaman içinde yavaş yavaş tüketti.
Enver Önder: ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkı yeni bir olay değildir en azından Fransız ihtilalinden sonra başlayan süreçte, ulusallık içeriği de olsa uluslar kendi yazdıklarını belirleme hakkını çeşitli alanlarda kullanıyorlardı. Bugün de dünyanın çeşitli yerlerinde bir şekilde bu gerçekleşmektedir. Ancak birçok yerde bu, savaş ve karşılıklı kırım olma boyutuna varmıyor. Daha uygarca ve uluslararası teamüllere yasalara uygun tartışma boyutunda gelişiyor. Ancak biz de her şeye kin öfke ve düşmanlık üzerine oturtuyor. Biz de bir halk söylemi vardır derler ki; başını bağlayamayan, ya düğünde gelin başını bağlamaya kalkarsa, ağzına yüzüne bulaştırır. Benim ülkemde her gün genç bir fidanın cenazesi kalkıyor. Tabii bunlar, güdümlü medyanın gözümüze soktuğu şeyler. Bir de bunun farklı bir boyutu var; etkisiz hale getirdiklerimiz: üç tane Mehmetçiğimiz öldü ama on tanesini öldürdük. Devlet sorumluluğuyla öldürdü kavramı bağdaştırılarak bize sunuluyor. Öte taraftakilerin anaları vatandaş da değil, ciğerleri de yok, onlar hesaba katılmıyor. Bu uygarlık ve insanlık değildir. Ben kendi ülkemde barış ve kardeşlik içinde yaşamayı sağlayamayan bir yönetimin, Kuzey Irak'taki devlete düzen vermeye kalkmasını anlayamıyorum.
Alisa Çiçek Akyol: Ben önce sorularımı sıralayacağım: BM'nin 193 üyesi var. Katalonya 194. olmanın hayalini kurmaya başladı. 195. ve 196. üye sizin tahmininize göre kimler olur? Katalonya, ardından Bask bölgesi, Fransa, İtalya bağımsızlık hareketine katılacak. Bu bir zincir gibi arka arkaya gelecek. Çözülen bu zincirle, bağımsızlıklar arka arkaya gelirse biz bundan nasıl etkileniriz? Mesut Barzani'nin Irak'ın kuzeyindeki özerk yapıya bağımsızlık kazandırma çabası, merkezi yönetime ve etraftaki ülkelere kabul ettirmeden kalkışılan bir arayışın başarıya ulaşması için şu anda hangi stratejiyi uygulanmalıdır? Kolay mi olacak, zor mu; biz bundan nasıl etkileneceğiz?
Lütfi Gölpunar: 19. yüzyıl uluslaşma yılıydı. 20. yüzyıla dünyanın üçte biri sosyalist oldu. 21. yüzyılda ise daha farklı özellikle İslami hareketlerin yoğunlaştığı bir süreci yaşıyoruz. 19. yüzyılda uluslaşırken, o günkü koşullarda sosyalistler daha çok önderlik ediyordu. Bugünkü referandumdaki etkin öğe ise muhafazakarların önderlik etmesi. 19. yüzyılda dünyaya hakim olma egemendi, bugün ise ekonomiyi elde bulundurmak önemli. Biz kendi yaşadığımız ülkede bunu daha çok hissediyoruz. Merkezi idarelerin yönetimlerin denetimini ellerinden kaçırdığını düşünüyorlar. Bugün ülke nüfusunun en az üçte biri Kürt nüfusuyla yaşayan bir topluluk olmamıza rağmen, bugün bunu tanımamamız için Kuzey Irak bir fırsat olarak görülüyor. 80'ler ve Doksanlar da Türkiye'de Barzani ile içli dışlı bir ilişki vardı. Bugün ise Kürtlerin kendilerini ifade etmelerinin önüne nerelerde engel konabilirse, orada engel konmaya çalışılıyor. Kuzey Kürdistan'daki bağımsızlık referandumuna karşı çıkış noktaları bu. Kürtlerin dört ülkede yaşamaları, dolayısıyla buralara da sıçrayacak. Biz ne kadar tedbir alırsak, o kadar geciktirmiş olacağız düşüncesiyle Kuzey Irak'taki referanduma karşı çıkıyorlar. 19. yüzyıldaki uluslaşma hareketindeki önderlik ile bugünkü referandumlardaki önderlik arasındaki fark nedir?
Zeynep Göknil Şanal: Tarihsel olarak yaşananlar bir uluslaşma süreciydi. İnsanların kendi ırkları, kimlikleri daha önemliydi o zaman. Bugün saf ırk diye bir şey olmadığını bilim insanları ispatlıyor. Dolayısıyla bu söylemin artık ortadan kalkmış olması lazım. Ulus derken, bir arada yaşamak isteyen ne kadar bir topluluktan söz ediyoruz? Gitgide daha mı parçalanıyor olmamız lazım, yoksa birleşiyor mu olmamız lazım? Bu parçalanmanın pek çok sebebi var elbette. Kimileri gerçekten bağımsızlık istiyor kimileri de onların bağımsızlık istediğini düşünmesini sağlıyor. Bana göre Kuzey Irak'taki olay tamamen petrolle ilgili ve birileri bunu uzun süredir hak mücadelesi gibi göstermeye çalışıyor. Kürtlerin kendi mücadelesine farklı biçimde bakıyorum fakat bir de böyle bir gerçeklik var. Son 50 60 yıla baktığımızda bir tarihi mirası yok ediyorlar. Beyrut, Bağdat, Halep gitti, Şam gitti, Diyarbakır'ı yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunları yapanlar petrolün peşinde olanlar. Bu dönemde bölünüp parçalanmadan bizi bir yere götürmeyeceğini düşünüyorum.
Abdurrahman Ünlü: Dünya bir krizin eşiğinde yine tıpkı 1. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi. Yeni bir sisteme geçiş öngörülüyor. Bu sistem halkların, toplumların iradesinde oluyor gibi gösterilebilir. Ama öyle olduğunu düşünmüyorum, ekonomik temeli olduğu çok bariz. Dünyayı yöneten küresel güç odakları hepimize yeni bir sisteme geçişe razı ediyorlar. Kaos yaratarak bir arada yaşamamızın önemsiz olduğuna bizi inandırıyorlar. Ulus devletler buna direnmek için milliyetçiliği tekrar bir koz olarak kullanıyorlar. Bağımsızlık hareketleri de bu olan bitenden bağımsız değil. Dünyayla ve bizimle ilgili birileri kararlar veriyor; neye karar verildiğini bilmiyoruz. Hepimiz bu kararlara sürükleniyoruz . Suriye'de ve dünyanın bir çok yerinde yaşanan sorun bu. Hocalarımızın bu sorunun nereye vardırılmak istendiği konusunda bir öngörün var mı?
Belgin Çelik: Biz burada hala geçmişteki liderleri konuşuyoruz. Kimse bulunduğu yerdeki sistemi istemiyor. Her zaman bir yerlerde var olan sisteme başkaldıran birileri oluyor. Burada en çok kim fayda sağlıyor; faşizan milliyetçiler. Silahlar ne için alınıyor? Büyük bir silahlanma başlıyor. Amerika'da Trump bir patlayacak, oradan büyük bir şey çıkacak.
Hürdoğan Aydoğdu: Her şey ekonomik temellere dayanıyor. Dünya kapitalizmi de bir kriz içinde şu an ve çıkışı yok. Dünyadaki bağımsızlık hareketleri ile Kuzey Irak'taki hareketi ayırmak gerekiyor bence. Burada büyük Ortadoğu Projesi denen bir proje var. Bunun yanında geleceğin enerjisini konuşuyoruz. Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğalgaz kaynaklarına hiçbir sistem müdahale edemiyor. Suriye'ye saldırmalarının gerekçesi de bu zaten. Bu kaynakları da bir şekilde garanti altına almak lazım. Didem Hanım'a bir sorum olacak. BM'nin Bağdat'taki petrollerin geçmesi için merkezi hükümet ile anlaşma yapması lazım. BM alıyor ödemeyi; savaş tazminatı olarak Irak'tan belli bir miktarını kestikten sonra Irak'a aktarıyor bildiğim kadarıyla. Geri kalanın %17'sinin Kuzey Irak'taki halklara aktarılması gerekiyor. Irak merkezi hükümeti onu da yapmıyor. Türkiye ise kendi anlaşmasını bir kenara bırakarak oradaki petrollerin direkt olarak Türkiye'ye gelmesini sağladı. Türkiye üzerinden satılıyor ve parası da Barzani'ye gidiyor. Şu anda Barzani meclisi toplamıyor, işletmiyor. Petrol kaynakları Kerkük ve Musul'da, oranın nüfusu Türkmenlerden oluşuyor. Nüfus değişimi yaratmak için Kürtlerin oraya yerleşmelerini sağladı. Sonrasında referanduma gidiyor. Peki petrolün vanasını kapatabilir mi kapatamaz mı?
Metin Genç: Dünya savaşları cephelerde oluyordu ama şimdi cephelerde değil. Sen Türk'sün, sen Kürt'sün, Sen Yezidi'sin, sen Arap'sın, sen Alevi'sin, sen Sünni'sin üzerinden tartışmalar yürütülüyor. 1. ve 2. Dünya savaşları ırkçılık ve emperyalist devletlerin çıkarları yüzünden oldu. Bugünkü savaşlar ABD'nin silah satmak, petrol almak için yaptığı insanların ölme savaşıdır.
Emir Ali Türkmen: Birkaç soru sormak istiyorum: Her halkın ulus olma hakkı var mıdır? Mesela Kıbrıs'taki Türklerin ulus olma hakkı var mıdır? Ortadoğu'da 40 milyonun üzerinde olduğu söylenen Kürtlerin ulus olma hakkı yok mu? Buna kim karar verecek? Türkiye'de referandum yapıldı birçok siyasi parti "Türkiye'de rejim el değiştiriyor" dedi. Başka bir ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı, Türkiye'yi işgal edelim diye konuştu mu? Bir parlamentosu ve özerklik yasası var, diyor ki "Referandum yapıyorum, bağımsız olmak istiyorum." Başka bir olursun ne yapacağına karar vermek bize düşüyor mu? Şimdiye kadar orada petrol yok muydu? Türkiye'de neden herkesin Türklük damarı tuttu, Kürt kardeşim diye konuşuyoruz mesela? Türkiye Kosova için bütün mal varlığıyla mücadele etmedi mi? Müslüman topluluklar Sudan ve Filistin için mücadele etmiyor mu? Filistin'in ulus olması ne kadar meşru ise Kürt'ün ulus olması o kadar meşhur değil mi? Önyargılarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Dış mihraklar bizi bölmek istiyor diyoruz peki bizim bölmek istediklerimiz? Dünya beşten büyük diyoruz ama Ortadoğu da Türkiye'den büyük. Sykes-Picot anlaşmasından çıkmış bir sürü Arap ülkesi var, hepimiz meşru görüyoruz. Bir sürü Türk cumhuriyeti var; hatta Irak'taki, Kürdistan coğrafyasındaki Türkler'in hakkı diye bağırıyoruz; Azerilerin, Yezidilerin hakkı diye bağırmıyoruz? En demokratik ülke denen İspanya'da Bask'lar sokağa çıktığı zaman Katalanlar kafa göz kırdı, ne farkı var bizim polisimizden? Ama yalnızca petrol ve iktisadi kalkınma meselesi olarak görerek gerçeği konuşamayız. Herkesin renkleri, inançları ve farklılıklarıyla yaşayabileceği adil bir dünya mümkün mü sorusunu hepimiz sormalıyız ama bunun için önce hakları hiç verilmeyenlerin haklarının verilmesi gerektiğini de söylememiz lazım. Ortadoğu coğrafyasında 40 milyon Kürt yaşıyor. Ulusları olsun istiyorlar.
Soru-Cevap
Selver Şahin: … Anayasalarındaki bütün hedefler dışardan yazıldı. Sınırlarındaki azınlık haklarının korunması şartı getirildi bağımsızlıklarının tanınırlığı için. Benzer eğilimleri 21. yüzyılda da görüyoruz. Kosova'nın anayasası dışardan dayatmayla sunulan bir yasa, aynı şekilde Bosna Hersek ve bağımsızlığını kazanan başka ülkelerde olduğu gibi. Bağımsızlıktan kasıt hukuki tanınmaysa evet ama kendi kendini yönetimse orada büyük sorunlar var. Bahsettiğim ülkelerin bağımsızlık sonrası yaşadıkları istikrarsızlıklar söz konusu. Ekonomik ve sosyal sorunlar. Kosova, bağımsızlığını 2008'de ilan etti, üç seçim geçirdi ve her seçim sürecinde oy verme oranlarına bakarsak, %40 oranında bir kesim oy veriyor. İnsanların bağımsızlık sonrası yaşadıkları bir hayal kırıklığı olabilir.
Oya Özden: Bulgaristan-Yunanistan-Sırbistan-Romanya bir Balkan zirvesi yaptı. Sırbistan Kosova'nın hiçbir şey yapmadan bağımsızlığını ilan ettiğini söylüyor. Oradan aykırı bir ses yükseliyor bu konuda ne söylersiniz?
Selver Şahin: Sırbistan'a göre Katalonya'da olan şeyler çifte standart. Haklı da çünkü Sırbistan Kosova'yı kendi bölünmez sınırlarının bir parçası olarak görüyor. AB olarak siz İspanya anayasasını bu kadar yüceltiyorsunuz da 2006'da bizim anayasamız neden tanınmadı? 2006, 2007, 2008'de bir bağımsızlık referandumu olmadı ama 1991'de Kosova Arnavutları bir referandum yaptılar ve bağımsızlık yönünde oy kullanıldı. Referandum yapılıp yapılmaması önemli değil, dışardan bir destek varsa bağımsız olursunuz ama bağımsızlık sonrası istikrarsızlık yaşanıyor. Kosova'da yaşanıyor çünkü kuzeydeki Sırplar ülkenin parçası olmak istemiyor. Kosova Arnavutlarının Yugoslavya dönemindeki taleplerini şimdi Sırplar'da görüyoruz. Hukuki anlamda bağımsızlığın kazanılması hikayenin bittiği nokta değil, daha devamı var.
Kimin ya da kimlerin bağımsızlık hakkı var?
Selver Şahin: Uluslararası ilişkilerde hak hukuk yoktur, gücünüz varsa hakkınız hukukunuz vardır. Kosova'yı istisna olarak kabul ederken, Kuzey İrlanda istisnai kabul edilmiyor. Kosova'yı istisna yapan şey, güçlü devletlerin desteğini almış olmasıdır. Uluslararası hukukta kimlerin bağımsızlık hakkı olduğuna dair bir düzenleme yoktur. Siyaset merkezli bir süreç var ve her zaman büyük güçlerin istediği olur. Her halkın ulus olma hakkı var mı? sorusu hukuki bir bakış açısıyla yanıtlanabilecek bir soru değil, siyasetten cevaplanabilecek bir soru. Örneğin Slovenya, Yugoslavya'nın bir parçası iken bağımsız oldu. Veya Hırvatistan AB ile bütünleşirken, neden aynı şeyi Bosna Hersek'te göremiyoruz? Hem iç hem dış dinamiklere bakmak lazım. Kuzey Irak konusunda, Barzani'nin bu süreci gerçekten bağımsızlık için başlattığından emin değilim. 2005'te de bir referandum vardı zaten. Bölgesel Kürt yönetimi ne tür finansal sorunlar yaşıyor acaba? Demek ki içerde bir hoşnutsuzluk var.
Silahlar nerede kullanılacak?
Selver Şahin: Savaşlar ekonominin canlandırılması veya düzenin kendi devamlılığını sağlaması ve krizleri kurtarması için de önemlidir. Ben batının samimiyetine inanmıyorum, sadece kendi çıkarları için birilerini destekler. Örneğin Amerika Kosova'da, Doğu Avrupa'daki en büyük askeri üssünü kurdu. Devletler hayrına bir yerin bağımsızlığını desteklemez. Güç dengelerine, maddi çıkarlara bakmak lazım. Her şeyi tek bir unsurla açıklayamayız. Bir şeyin kökeni ekonomik ya da siyasidir diyemeyiz. Batı bir karmaşa yarattığı için ve biz bu haldeyiz, yoksa biz kaos yaratılmaya meyilli olduğumuz için mi onlar istedikleri şekilde hareket edebiliyorlar?
Avustralya, Doğu Timor'un bağımsızlığını destekledi dediniz. Avustralya kendi referandumunu yaptığında bağımsızlık istemediği çıktı ortaya, bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Selver Şahin: Avustralya'da şöyle bir durum var; halk kral ve kraliçeyi hala devlet başkanı olarak görür. Anayasal krallıktır yani. Kraliçe, Avustralya'nın genel valisini atar. Bu semboliktir. Avustralya'nın kendi seçilmiş idarecileri vardır. Oradaki oylama, Avustralya Cumhuriyet mi olsun, yoksa kraliçenin başkanlığındaki düzen devam mı etsin şeklindeydi. Az bir farkla mevcut durumun devamına karar verildi. Bu bir bağımsızlık referandumu değildi.
Oya Özden: Bir inisiyatif kullanarak Didem Hanım'ın eşine söz vereceğim. Kendisi de Gazi Üniversitesi'nde uluslararası hukuk çalışıyor. Uluslararası hukuk açısından bu bağımsızlık talepleri nasıl yorumlanıyor, kendisinden dinleyelim.
Gökhan Albayrak: Uluslararası hukukta self determinasyon, ayrılma hakkı gibi kavramlar kullanılıyor, tartışılıyor. Bu halka da yansıyor. Uluslararası hukukta ayrılma hakkı bir norm haline gelmemiştir. Ayrılma yasağı da yoktur. Bu hürriyet, serbestlik alanına girer. Bir yerde, bir toprak parçasında otorite kurarsınız, devlet olursunuz, referandum da yapmanıza gerek yok, başka ülkelerin tanımasına da gerek yok. Tanıma bir devletin oluşması için gerekli değildir ama etkili olmak açısından gereklidir. Self determinasyon uluslararası hukuka BM Antlaşması ile girdi. Daha sonra ikiz sözleşmeler var, 1966'da iki insan hakları sözleşmesi kabul edildi. Birinci maddesinde yer alıyordu self determinasyon hakkı. O dönemde sömürgecilik vardı Afrika ve Asya ülkelerinde. Sadece sömürgelerin ayrılma hakkı kabul edildi uluslararası hukukta. Diğer devletler için geçerli değildi. Uluslararası hukukta hak yok ama yasak da yok, devlet kurulabilir. Kürtlerde isterlerse devlet kurabilir, Çingeneler de kurar ama bu etkililik meselesidir. Buna gücünüz varsa kurarsınız. Uluslararası hukuk bu bağlamda bakar. Bir devletin sınırlarının olması gerekiyor ama uluslararası hukukta şart değil. Bugün Kuzey Irak'ta bir devlet kurulduğunda, Kerkük meselesinin belirli olmasına gerek yok. Orada tartışmalı da olabiliyor sınırlar. Kuzey Irak'taki devlet Kerkük'te etkili bir otorite kurarsa, orayı da kendi hakimiyeti altına alabilir. Uluslararası hukukta sınırlar anlaşmalarla belirlenmeye çalışılır. Bazen belirlenemez, İsrail'de olduğu gibi.
Bu, bizi devletin tanımını yeniden yapmaya götürmez mi?
Gökhan Albayrak: Uluslararası hukukta devletin üç tanımı var: Bir ülkenin olması lazım, onun üstünde insan toplumda olması lazım; bir de bu insan topluluğunun siyasi otorite altında yönetilmesi lazım. Bu üç unsur olduğunda devleti kurulmuş sayıyoruz. Bir varlık devlet mi değil mi bu üç unsura göre belirleniyor. Bugün Suriye ve Somali gibi devlet olup olmadığı tartışmalı yerler de var.
Bülent Durukan: "Devlet altı" diye bir kavram konuşulmaya başladı. Kimlerdir, neye göre belirlenir? Bunu açabilir misiniz?
Selver Şahin: Devletin merkezi düzeyde yapılanması ve bir de taşrada yapılanma gibi mi anlamak lazım bunu?
Bülent Durukan: Şöyle kavramlaştırılıyor, bir sonraki adımı devlet olan devletler. Birkaç yerde okudum. Akademik anlamda bir geçerliliği var mı? Bu gerçekçi bir değerlendirme mi, subjektif bir kavram mı?
Selver Şahin: Bir sorunun tek bir cevabı yoktur, nerden baktığınız önemli. eğer kavramı doğru anladıysam; devlete giden yoldaki oluşumlar, organizasyon biçimleri. Buna Kosova'yı da örnek verebiliriz. 1999'da Kosova'ya NATO müdahalesi yapıldı, Kosova BM yönetimi altına konuldu. Statü belli değil, resmiyette hala Sırbistan'ın parçası. Sırbistan'ın orada hiçbir şekilde varlığı yok, Kosova'nın kurumları BM yönetiminde oluşturuldu. Bu da nihayetinde bağımsızlığa götürdü. Aynı şekilde Doğu Timor'da da bu şekilde bir yol izlendi. Bence buna Kuzey Irak da uyuyor. Kuzey Irak Türkleri de kendi kurumlarını oluşturup, o kurumların rüştünü ispatladığını gösterip tek eksiğin tanınma olduğunu söylemek gibi bir strateji güdüyor da olabilir. Irak'ın geri kalanı mezhep savaşlarına gömülmüşken, biz daha istikrarlıyız, güvendiğiniz yurtdışında temsilciliklerimiz var, cumhurbaşkanımız, başbakanımız, partilerimiz, seçimlerimiz var. Biz aslında devletiz, tek eksiğimiz tanınma gibi bir yaklaşımları var. Kazanılmış egemenlik diye bir kavram var. Siz önce fiili olarak durumu yaratıyorsunuz, sonra uluslararası toplumu da buna hazırlıyorsunuz. Hukuki tanınmayı da resmiyete geçiriyorsunuz.
Bülent Durukan: Sanırım DAEŞ bu kavramı popülerleştirdi. Adında devlet geçiyor ama kendisi bir örgüt.
Didem Özdemir Albayrak: Devlet altı tanımını ben de duymadım ama bir devlet dışı aktör tanımı var. Mesela DAEŞ ilk çıktığında devlet dışı terörist bir aktör daha doğrusu bir silahlı grup olarak değerlendirildi. Mesela çok uluslu şirketler de devlet dışı aktörler olarak tanımlanıyor. Belki bunlar arasında da bir ayrım yapabilmek için devlet altı tanımı üretilmiş olabilir. Eğer bu tanım, Sever Hoca'nın tanımladığı gibiyse devletin kendi içinden örgütlenip çıktığı gibi bir anlam çıkıyor. DAEŞ olabilir, sivil toplumun parçası olan ciddi sosyal bir aktör olabilir. Belki onların içinde bir ayrıcalık yaratmak için de bu tarz bir kavram kullanılıyor olabilir.
Selver Şahin: DAEŞ de önce biz devlet kurduk deyip insanlardan vergi topladılar. İnsanları kontrol etmek gibi fiili bir durum yaratıp bunu hukuki zemine taşımak istediler.
Didem Özdemir Albayrak: (STÖ'lerin soruları toplu olarak yanıtlandı) Ulus devletin modası geçti mi? Bir sürü halk hareketi var, sosyal hareket var. Bunları nasıl değerlendirebiliriz? Öncelikle gördüğümüz sosyal hareketlerin büyük bir kısmında, i̇deolojik olarak çok farklı yelpazede ayrı olsa da iki dinamik görülebilir: Birincisi devletlerin yönetimindeki eksikliklerden duyulan rahatsızlık. İktisadi açıdan bakarsanız en büyük rahatsızlık küresel ekonominin parçası olduk, sınırları aştık liberalleştik, zenginleşecektik, burada bir sıkıntı var, kriz oldu biz kaybediyoruz mantığı. İkincisi; madem bu kadar küreselleşiyoruz, ekonominin bir parçası olup neden hala devletlerin kontrolü altındayız yönünde de bir talep gelebilir. Yine yönetimden memnun olmayıp farklı şekilde yönetilmesi gerektiğini düşünüp, milliyetçilik veya din özelinde temellendiren gruplara rastlayabiliriz. Sağ ve sol iki tip ideolojiden bahsedebiliriz. İskoç öğeyi neden bize popüler geliyor? Halk hareketlerinin büyük bir çoğunluğu muhafazakar bir hükümetin haklarını kısıtlamasına verilen tepki olarak ortaya çıkıyor. Bu kadar küreselleşirken neden kaybediyoruz mantığından da çıkıyor. İskoçya'da söylenen de bu. İskoçya'da etnik kimlik çok fazla bu uygulanmaz. Hak, hukuk, özgürlük üzerinden devam eder ve bu nedenle çok geniş tabanlı bir eylemci grubunu içinde barındırır. Katalonya'da da böyle bir hareket var. Bu hareketlere kimler liderlik edebilir. O noktada devletin karakteri çok önemli, iç dinamikleri nasıl ilerliyor? İki yönde eğilim var: Bir yanda birçok talebi içinde bulunduran radikal, demokratik bir güruh var; bir de sağa kayarak milliyet ve din unsurlarını içinde barındıran hareket var. Uluslararası sistem krizlerini iki şekilde çözebilir: kapitalizmin krizdeyse kendini daha fazla geliştirecek alanlara kayıp, devletleri ekarte etmeye çalışabilir. Bu durumda mikro devletler oluşabilir. Bir de kontrol etmek istediği bir bölge varsa, başka siyasi aktörler aracılığıyla da harekete geçebilir. Bağımsızlık hareketleri Türkiye'yi etkiler mi? Kuzey Irak'taki referandumun Türkiye'ye etkisi olacağını düşünmüyorum. İki Kürt hareketini birbirinden ayırmak lazım. İki devletin yapısı birbirinden çok farklı. Irak'taki Kürtler 1970'ten beri özerkler. Devletin yapılanma sistemi çok farklı, üniter bir devlet değil orası. O nedenle dinamikleri farklı. Görüş açısından organik olarak hareket eden bir grubun olduğunu düşünmek de hatalı olabilir çünkü her sınırın içinde kalan grubun farklı talebi olabilir. Türkiye vanayı kapatabilir mi? Ben kapatabileceğini düşünmüyorum. Türkiye'nin Kuzey Irak'la 10 milyar $ yıllık ticaret hacmi var. Kriz olsun olmasın ticareti yasal olan veya olmayan yollarla devam ettiriyoruz. Bence devam etmeli de. İstese Türkiye vanayı kapatabilir ama yapılacağını düşünmüyorum. Bölgedeki petrolü kapattığınız zaman bir nevi merkezi hükümeti petrolü dışarı çıkarmak için başka bir yola sevk ediyorsunuz. Bu hemen yapılabilecek bir şey değil. Gelirinin %84'ü petrolden gelen bir ülkenin dış kanalları kapatması beklenebilir bir şey değil. Enerji akışı açısından da ters olur. Türkiye Çin ve Rusya ile birlikte İpek Yolu projesine girdi, enerji akış hatlarını değiştirmeye çalışıyorlar. Enerji geçiş yolları çeşitlenecek ve Türkiye bunda önemli bir rol oynuyor. Kuzey Irak ve İran'dan gelen petrollerin hepsi birbiriyle bağlantılı. Rusya'nın Ukrayna'dan aşağıya indirip Avrupa'ya indirme planı var. Böyle bir plan varken, enerji akışını, vanayı kapatarak engelleyemezsiniz çünkü bunun karşı tarafa bir yaptırımı var. Rusya'nın çok ciddi yatırımı var Kuzey Irak'ta. Türkiye'nin bu durumda vanayı kapatabileceğini düşünmüyorum, çok zedeleyici olur.
Mükremin Barut: Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişiyle yüzleşmek gibi bir derdi var. Bu konuda eksiğimiz var. Bu sorun nasıl aşılır?
Emir Ali Türkmen: Türkiye'deki siyasi partilerle benim geldiğim siyasi hareketin yapısal ve fikri farklılıkları olduğunu düşünüyorum. Türkiye'deki siyasi partiler tekçi, Cumhuriyet'in ana kriz meselesi de buradan kaynaklanıyor. Cumhuriyet yapısal bir krizle karşı karşıyadır ve bunları aşamamaktadır. Bunun bir nedeni tekçilikti, bir diğeri Türkiye'nin farklı inanç meselelerine yapısal çözümler üretememesidir. Türkiye'nin farklı etnik topluluklar ile kurduğu ilişkide problem var. Yurttaşlar olarak şuna karar vermemiz lazım; bir coğrafyada yaşayan halkların mutlu olmasının dinamiklerini nasıl inşa edeceğiz? Mutlu olmayan halklar varsa ve buna itiraz ediyorlarsa, bunu totaliter rejimlerle Cumhuriyeti yaşatarak, insanları susturup cezaevlerine atarak yapmanın iyi sonuçları olmamıştır. Cumhuriyetin çoğulculuğa ihtiyacım var. Demokratik bir Türkiye için Kürt coğrafyasının özerkliğinin şart olduğunu düşünüyorum. Kendi içimizdeki Kürtleri mutlu edemezsek, güneydeki Kürt bölgesine ne yaparsak yapalım bu sorunu çözemeyiz. Kürtler var diyorsak onların hakkı hukuku olduğunu da kabul etmeliyiz. Türkler kendi ana dillerinde eğitim almak istediklerini söylediklerinde onları susturuyoruz, cezalandırıyoruz. Toplumsal dönüşüme ihtiyacı var. Türkiye'nin krizi iktisadi değil siyasi bir kriz. Bu krizden çıkmanın yolu, Türkiye'nin kendi vatandaşlarıyla bu Cumhuriyeti nasıl yeniden inşa edeceği sorusuna vereceği cevapla ilgili. Sivil toplumun da bu sorulara cevap araması gerekiyor. HDP'nin eş genel başkanları televizyonlarda ve mitinglerdeki söylemlerinden dolayı bugün cezaevindeler. Kürt gençleri neden daha gidiyorlar diye sorduklarında, bunun bir paradoks olduğunu düşünüyorum. İnsanların şiddet araçları üzerinden değil, sözün gücü üzerinden birbiriyle diyalog kurdukları bir arayışa girmeliyiz. Cumhuriyet kendisini buna kapatmış görünüyor. İkinci olarak Türkiye bir model değiştirme arayışına giriyor, daha otoriter ve totaliter bir rejime yönelmiş durumda. Bugün parlamento etkisizleştirilmiş ve daha merkezi bir yapı inşa edilmiş durumda. Türkiye'nin kendini demokratikleştirerek, çoğulcu modellere yönelmesi gerekiyor. Dünyanın iktisadi ve askeri açıdan Türkiye'den çok daha güçlü merkezleri var. Türkiye'nin kendisine bir yönelim belirlemesi lazım. Bugün bundan uzak görünüyor. Bunun için önce yurttaşıyla barışması gerekiyor. Burada sivil topluma da büyük rol düşüyor. Darbe girişimi sonrası süreç, tüm kurumların tasfiyesinin önünü açtı. Buna itiraz etmeliyiz.
Yerel Konu: Melih Gökçek'in İstifa Haberleri
Bülent Durukan: Başka bir belediye başkanı ile yaşamadım bu şehirde. Farklı uygulamaları başka şehirlerde ve ülkelerde gördüm. Şu pencereden baktığımızda bile ne tür hatalar yapıldığını görmemiz mümkün. Ankara'daki son 25 yılımı büyük bir talihsizlik olarak görüyorum. Ama içimde bir kıpırtı var, Kızılay'da bir kutlama yapacakmışız gibi görünüyor.
Lütfi Gölpunar: Diyarbakır Belediye Başkanımızın sadece kimliğinden dolayı cezaevine girdiği ve 12 Eylül'de köpekle aynı yere konulduğu bir dönemde, bugün bunun on kat fazlasını yapan, özellikle kadın arkadaşlarımızı sayım memuru olarak görevlendiren bir belediye başkanı ve hırsızlık çetesi var. 7 Haziran seçim sonuçlarını istişafi denilen bir kavramla açıklamaya ve bugünkü hırsızlık ve yolsuzluk metal yorgunluğu olarak tanımlayan bir anlayış, bunların dışında olduğunu ispatlamak için istifa yöntemini belirliyor. Kürt illerindeki belediyelere kayyum atıyor. Bunun savunulacak bir tarafı yok.
Selen Doğan: Bir zamanlar demokrasi vardı, insanlar seçiliyordu, oy veriyorduk. Ama çifte standarttan kurtulmadığımız sürece çözüm olamaz. Gözümüzün önünde demokrasi ve hak ihlalleri yaşanmasına sessiz kalırken, bu konuyu magazinleştirmek bana doğru gelmiyor. Altındağ belediye başkanı Veysel Tiryaki'nin Büyükşehir'e getirileceği gibi haberler okudum. Buna da içten içe sevinmedim değil. Veysel Bey'in sivil toplum örgütleriyle, kadın örgütleriyle iyi çalışmalarına tanığım. En azından belli bir binayı yıkmak yerine tarihi bir semti onarmak da iyidir. Arka planını bilmiyorum tabii. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek biçimindeki bir siyaseti çok anlamıyorum.
Enver Önder: Gökçek'in başkanlıktan alınmasının iki nedeni var: Birincisi koruma altına almak. Yaptıkları hırsızlıkları kendi yandaşları tarafından bile yandaş medyada afişe edildi. Tepki topladılar. Bunun geri çekilmesiyle unutturulacak. İkincisi toplumun gazını almak için 2019'a hazırlık için yüz değişikliği yapmak. O yüzde politika değişmeyecektir. Bu, Türkiye'de herhangi bir değişimin kanalını açmayacaktır.
Alisa Çiçek Akyol: Bu kişiyi isteyen bir yapı var. Görevden alınmasına sevinmeyi anlamıyorum. Onu görevden alan zihniyet aynı. Kayyum atayan zihniyet de aynı. Bu değişmedikten sonra Melih Gökçek'in alınmasının bir önemi yok. Görevden alındıktan sonra hangi göreve getirilecek? Belki başbakan olacak. Şu anda gündem değiştirmek, insanların sempatisini kazanmak amacı var.
Hakkı Sever: Bir belediye başkanını seçtik, 24 yıldır varlığını sürdürüyor. Seçimle gelen seçimle gider.
Aslı Bayramoğlu: Seçildiği kısmına katılmıyorum. Biz bir hafta oylarımızın başında beklemek zorunda kaldık. Oğlu geldi, liseyi bastı; İçişleri Bakanı YSK'yı bastı. Benim için seçilmiş bir başkan değil. Son dönemde şunu yaşıyoruz; oy veriyoruz, oyumuzu korumak zorunda kalıyoruz. Çalıyor ama çalışıyor mantığı herhalde bizim ülkemiz dışında başka bir yerde yoktur.
Metin Genç: Meseleyi Ahmet Mehmet meselesi olarak görmüyorum. 25 yıldır belediye başkanlığı yapmış olacak. Guiness Rekorlar Kitabı'na girecek. Ergenekon, Balyoz derken her ay Silivri'ye gittik, arkadaşlarımız yargılandı. 17-25 Aralık hırsızlık olaylarına katılan bakanlar neredeler? Cumhuriyet Savcısı'na ifade bile vermediler.
Hürdoğan Aydoğdu: i̇lkesel olarak seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiği mantığına katılıyorum fakat şaibeli seçimde oylarımıza sahip çıktık ama bu sefer YSK'yı çaldırdık. Bu yüzden seçilmiş gibi gözüküyor ama bu bir gasptır. Arka planlarına baktığınızda eğer bir hırsızlık yaptıysa neden yargıya gidilmedi? Bunların yargılanması lazım. Sayıştay raporlarına bakarak da yargılanmaları mümkün. Bundan sonra hangi göreve gelecek acaba, bunun pazarlıkları sürüyor şu anda.
Belgin Çelik: Melih Gökçek'in her seçimde 2,5 milyon kart cebinde. Burada kömürden makarnadan bahsediyoruz. Bu çok aşağılayıcı. 2,5 milyon insan ihtiyaç sahibi, biz varoş, cahil diye aşağılıyoruz. Ben 1970'te Kürtçe şarkı dinledim diye falakaya yattım. Her şeyi yaşadık. Bir şeyleri değiştirmek çok kolay değil. Oylar geçmişte de çalındı. Sihir, halkın kafasına girmekte.
Mükremin Barut: Kamusal yönetimin devlet ve yerel yönetimler ayağı var. Türkiye'deki sistem şu; yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetim vesayeti var. Kayyum atamaları bu gerekçeye dayandırılarak yapılıyor. Karşı çıkmamız gereken bu merkezi yönetim vesayetin kaldırılması olmalı. Yerel yönetimler sürekli müfettiş denetimi altındadır. Türkiye'de ne zaman bir darbe olsa bir emekli albayı belediye başkanlığına getirmişlerdir. Ankara'da da böyle oldu. Çok yakında İller Bankası binası yıkıldı, cumhuriyetçiler ve ulusalcılar ne yaptı? Mimarlar odası dışında kimse gidip basın açıklaması yapmadı. Yarışma ile kazanılmış bir bina, cumhuriyeti temsil ediyor. Yakınına bir cami yapıldığı için bu bina yıkıldı, Ankara'nın kılı kıpırdamadı. Belediyede bunun yıkım kararını kalanlar için de CHP'liler de var. Hani sizin ulusal değerleriniz?
Egemen Sarı: Ben bir gencim ve mutsuzum. Aldığım eğitimden, işime uygulayamamamdan dolayı. Hayatımı sürdürmek için aldığım eğitim dışında işlerle uğraşmak zorunda kalıyorum. Bu yönetimden dolayı da olabilir. Devletin başına kim gelirse gelsin, akan çeşmeden kendi kovasını doldurma anlayışın var. Bunun değiştirilmesi gerekiyor.
Emir Ali Türkmen: Prensip olarak seçilmiş birinin bir başkasına yönelik "seni görevden aldım" tutumu, demokrasiyle bağdaştırılamaz. Eğer demokratik bir toplum hayatı kuracaksak, seçimlerin temel bir mesele olduğunu kabul etmemiz lazım. Bu, bir seçmen olarak verdiğin oya sahip çıkma meselesi. Bu da bir vatandaşlık görevi. Türkiye'de bir model sorunu var, ben kendi kendimi denetleyemiyorum. Melih Gökçek'in akıbeti nasıl Erdoğan'ın iki dudağı arasındaysa, Ankara ile ilgili her şey de Gökçek'in iki dudağı arasında. Bu kentte yaşayan insanların buna itiraz etmeleri, bu kentin nasıl olması gerektiği konusunda bir model arayışına girmeleri gerektiğini düşünüyorum. Sandığa bu kadar atıfta bulunan bir partinin, başkanın, HDP'nin belediye başkanlarını hiçbir yolsuzlukları yokken cezaevine göndermesi, demokrasiye inanmamalarıyla ilgili bir durum. Toplumun demokrasiye sahip çıkma inancının zayıf olmasıyla da ilgili bir durum. Asıl buraya itiraz etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Seçilmişlerin içeriye atılma meselesine karşı tutum almalıyız. Yasada suç teşkil edecek bir durum varsa yargıya gidilmeli. Belediyelerin denetim meselesi konusu var. Gökçek'in yolsuzluk yaptığını ve denetlenmediğini düşünüyorsak, hukuk sistemimizde bir sorun var demektir. Bu durum, hırsızlıklara, yolsuzluklara meşru zemin açmış durumda. Kimse hukuka güvenmiyor. Bir seçilmişin kapıya konması kendi başına problemli. Bu, hukukun ve demokrasinin olmadığı bir çadır devleti modeli. Anayasamız yeterince kötü, yasalar da işlemiyor. Bizler yurttaşlar olarak başta yerel yönetimleri güçlendirmeliyiz.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
340 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu