Yer: Cezayir Restaurant
Tarih: 07.04.2013
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler
1.Güvercinler Meclisi (Şahin Candaş)
2.Tüketiciler Birliği (Yusuf Polat)
3. Mazlum-Der (Hasan Postacı)
4. ASDER (Gürcan Onat)
5. Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
b. Meslek Odaları Yok
c. Sendikalar Yok
Katılan Milletvekilleri
1. M.Hilal Kaplan (Kocaeli -AKP)
2. Osman Kahveci (Karabük -AKP)
Katılan Siyasiler:
1.Demokratik Özgürlük Hareketi (Mahmut Sürmeli)
2.Yeşiller ve Gelecek (Ümit Şahin)
3.Hak-Par (M.Ali Erdoğan)
Özel Konuk: Ömer Madra (Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni)
Moderatör: Yakup Karabacak
Diğer Katılımcılar:
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 12 izleyici/gözlemci katıldı.
Medya: Yok
Konu: İklim Değişikliği ve Türkiye
Konuşulanlar:
Ömer Madra: İklim Değişikliği konusu dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de maalesef özellikle medya tarafından sürekli göz ardı edilen bir konu. Son birkaç yıl içerisinde uluslar arası kuruluşların yayınladıkları raporlarda OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin iklim konusunda herhangi bir politika üretmediği ve Türkiye’nin iklim politikaları üretme konusunda 58 ülke arasında sondan üçüncü ve dördüncü olduğu görülmekte. Bu son derece kaygı verici bir durum ve bunun değiştirilmesi için ne yapılması konusunun tartışılmasını önemle rica ediyorum.
Hüsnü Adalı: Hem dünya ekonomileri aynı hızla büyüyecek hem de dünya temiz kalacak, ikisi birden mümkün değil bir tercih yapmak lazım. Kalkınma hamlesi ve telaşı ile cari açığı azaltmak için halka sormadan danışmadan Almanya dâhil birçok ülkenin terk etmeye hazırlandığı nükleer santraller, termik santraller nerdeyse her dereye ve çaya kurulan HES’ler. Bu uygulamalar aynı zamanda demokrasi sorununa denk geliyor.
Hasan Postacı: Türkiye’de yapılacaklar çok önemli ama sorun küresel bir sorun. Partiler üstü siyaset üstü bir konu olması gereken bu mesele yine burada da radikal bir muhalefete kurban ediliyor. İktidar ve muhalefet ayrımı yapmadan çok ciddi bir güç birliğine ihtiyaç var. Yeryüzü, bizim bedava alışveriş yaptığımız bir süper market değil eğer bu bilinci toplumsallaştırırsak değişimin ilk adımını atmış oluruz.
Gürcan Onat: İnsanlar bu dünyada emanetçi olduklarını hiçbir zaman unutmamalı. Dünyada kullandığımız her şey bize emanet. İnsanlarda bu bilinç yok olunca- her şeyin sahibi benim- düşüncesi yerleşince istediği gibi kullanmaya kalkıyor. Amerika her şeyin sahibi benim diyecek bizlerde burada çevre sempozyumları yapacağız.
Mahmut Sürmeli: Siyasal alandan baktığınızda karar ve egemenliğe dayalı bu sistemin, bu konuyu çözüme kavuşturması mümkün değil. Çünkü onun asıl amaçladığı mesele daha fazla kar daha fazla sömürü. Doğal olayların toplumsal etkileri daha çok yoksulu kenarda dışarıda kalmışı vuruyor. İnsanın yaşamını sürdürebilmesinin teknolojinin daha insani amaçlarla kullanılmasının yol ve yöntemleri var. Dünyadaki kirlenmenin, kar hırslarına dayalı olduğunu görmemek mümkün değil. İnsan yaşamının sürdürülebilirliği doğa ile savaşmadan, doğa ile karşı karşıya gelmeden olmalı.
Şahin Candaş: Çevreyi koruma iddiasında bulunan kesimleri çok samimi görmüyorum. Politik amaçlarla bunların oluşturulduğunu düşünüyorum. Bu küresel bir sorundur. Elbette yerel kaynakları- yerel sonuçları vardır ama küresel çözümler üretmek gerekiyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun insan hakları ihlallerine kayıtsız kalamıyorsak çevre konusuna da kayıtsız kalmamalıyız. Küresel tepkiler aktiviteler geliştirmeliyiz.
Yusuf Polat: İklim değişikliği Türkiye’nin değil dünyanın sorunu. Dolayısıyla Türkiye bu sorunla dünyadaki gelişmelerden bağımsız bir şekilde karşı karşıya kalmış değil.
Bizlerde hala çevre bilinci gelişmiş değil. Bu konularda çalışmalar yapan derneklerin çevre örgütlerinin üzerine büyük bir görev düşüyor. Bu kuruluşların konu üzerinde bu memlekette bilinçlendirme çalışması yapması gerekiyor.
Şanar Yurdatapan: Tehlikeli ve büyük bir oyunun hakikaten tam farkında halen değiliz.
Kar amacı güden kapitalist sistem bu sorunu çözemez denildi. Kendine sosyalist diyen ülkelerde farklı bir şey yapmadı ki. Sovyetler Birliği de aynı tahribatı veriyordu doğaya. Çin aynı şekilde. Atmosfere karbondioksit salımının en büyük sorumlularından bir tanesi ve kendisini komünist olarak tanımlayan bir ülke. Çözüm orada değil. Bu ancak ve ancak insanların bilinçlenmesi ve politikayı aşağıdan yukarıya baskı yapmasıyla olacak bir iş.
Ümit Şahin: Türkiye Cumhuriyeti 1992 de başlayan iklim değişikliği çerçeve sözleşmesinden bu yana dünyada en kaçak oynayan ülkelerden biri olma başarısını elde etmiş bir ülkedir. Türkiye Kyoto sürecine girerek çok önemli bir aşama kaydetti. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti net bir şekilde iklim değişikliğinin varlığını ve kendi sorununu kabul etmiş durumdadır ve bu konuda önlem almak zorundadır. Ama çok sayıda iklim zirvelerinde Türkiye tek bir pozisyona sahip olabilmiştir. Bu pozisyon -Türkiye’nin özel koşulları- denen koşulları kabul ettirmek üzerine sunmuştur. Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak indirim yükümüne sahip değil. Gelişmekte olan bir ülke olarak kirletme hakkını savunma noktasında kalmış. Başlangıçta haklı gibi görünen bu nokta 22 sene boyunca tekrar edile edile Türkiye’yi haksız bir konuma düşürmüştür. Şuanda maalesef Türkiye Japonya Kanada ABD ve Rusya ile beraber dünyada iklim değişikliğine karşı verilen mücadelenin karşısında duran bir ülke konumundadır. Türkiye’nin öncelikle bu -özel koşullar- denen eski şeyi bırakması çağdaş enerji trendlerini yakalaması gerekiyor. En kısa zamanda hem enerji politikalarını hem iklim politikalarını hızlı bir şekilde bu yönde değiştirmeye başlaması gerekiyor.
M. Ali Erdoğan: Çevre sorunu gerçekten önemli, bu konuyu konuşmamız gerekiyor. Greenpeace gibi örgütlerin yaptırım gücü olmalı.
M.Hilal Kaplan: Şu an dünyada sera gazı dediğimiz gazların etkisiyle dünyanın ısınması artıyor. Eğer tedbir alınmazsa mevcut karbon salımı devam ederse 2050 veya 2100 yılları arasında bir süreçte doğal felaketlerin yaşanacağı bir dünya önümüzde duruyor. Böyle bir realite var. Bilim adamları, eğer 6 derece bir ısınma olursa dünyanın sonu diyor. Hiçbir canlı türünün yaşamadığı bir yer olacak burası. Dolayısıyla önlem almamız lazım. Ekonomik kalkınma uğruna dünyayı yok etmeyelim. Hiçbir şey insan yaşamından daha değerli değildir. Ekonomik kalkınmayı da sürdürülebilir çerçevede yapalım.
Osman Kahveci: Dünyamızı tehdit eden çevresel felaket olan iklim değişikliği son yıllarda çok daha sarsıcı olarak konuşulmaya başlandı. Bunların nedenleri fosil yakıt kullanımı, sanayileşme ve kentleşme sürecidir. Birleşmiş Milletler bu durumun vahametini anlayıp, iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi hemen arkasından Kyoto protokolü sürece ile aktif hale getirdi. Türkiye bu süreçlerin hepsinde aktif olarak yer aldı. Türkiye iklim değişikliği ulusal eylem planını 2 Mayıs 2010 yılında devreye soktu ve uygulamaya geçti. Burada fasıl fasıl eylem planları ortaya kondu. Bunların başında enerji arzı, sanayi, ormancılık, tarım, ulaştırma, atık gibi iklim değişikliğine etki eden faktörler kısa dönem orta dönem uzun dönem vadeli olarak planlandı ve uygulanmaya konuldu. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti iklim değişikliği ile ilgili dünyadaki faaliyetlerde hiçbir zaman geri kalmamıştır.
Türkiye, çevreye duyarlı sürdürülebilir kalkınmayı ilke olarak benimsemiştir.
Türkiye’de tek başına kullanılan yıllık enerji 1185 kilovat. Avrupa’da 3770 kilovat. Dünya ortalaması 1778. Yani Türkiye’de fert başına enerji tüketimi dünya ortalamasının çok çok altında. Enerji kullanması eşittir refah eşittir kalkınma. Demek ki daha Türkiye’nin büyümeye ve enerjiye ihtiyacı var. Dünyanın enerji ihtiyacı %2 artarken Türkiye’nin enerjiye olan ihtiyacı %8 artıyor. Türkiye büyüme sürecinde. Onun için Türkiye başata yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere enerjiyi üretmek ve bir şekilde enerjiyi temin etmek zorunda. Soru-Cevap:
Akın Hakan Alkan: Çevreyle ilgili hiçbir bilgi alamadım. Dünyada bu kadar kaynak yayımlanmışken bizler neden bunlardan uzakta yaşıyoruz?
Osman Kahveci: Son yıllardaki ekonomik teknolojik gelişmeler ile birlikte özellikle fosil yakıtlardan kaynaklanan ısınmanın normal seyrinin daha üzerinde olduğu şeklindeki tespitleriyle birlikte zaten Birleşmiş Milletler düğmeye bastı. Ve bu süreçle ilgili olarak birçok uluslararası anlaşmalarla birlikte duyarlı bir toplum meydana geldi. Eğer bu konuda bugün bir toplantı yapıyorsak duyarlılığımızın bir neticesidir.
Hasan Postacı: Başbakan ısrarla nükleer santral yapmakta kararlı. Bilim adamları ise çevreye zarar verdiğini, yapılmaması gerektiğini söylüyor. Bu konu ile ilgili fizibilite yapılmış mı?
M.Hilal Kaplan: Türkiye kalkınmakta olan bir ülke, enerjiye gereksinimi var. Türkiye dünyada olduğu gibi enerjinin %30-35’ini kömürden elde ediyor. Nükleer santral, sera gazı salımı hemen hemen hiç olmayan bir enerji kaynağıdır. Ancak gösterilen ve yaşadığımız hadiselerde bir nükleer kazası sonrası yüzyıl hatta iki yüzyıla yakın bir süreçte bitkinin hayvanın insanların genetik formasyonunu değiştirerek yeni hastalıklı başka bir dünya yaratacağı bir noktadır. Japonya’da atılan atom bombasının etkileri halen sürmekte. Doğayı kirletmediği için nükleer santrallerden enerji elde etmek güzel, ama böyle bir tehlikeyi göz önünde bulundurduğunuzda mutlaka güvenirlilik esaslı olmalı ve maalesef bu ülke deprem bölgesi. Yüzyıllar sürecek genetik bir değişikliğe neden olacak bir enerji neden zorunlu olsun. Türkiye doğal kaynaklarıyla özellikle güneş almasıyla Avrupa’nın çok önünde olan bir ülke. Nükleerde diretmemizin bir anlamı yok.
Osman Kahveci: Türkiye enerjisinin %73’ü dışa bağımlı. Kömür payı %30 petrol %27 doğal gaz %32.Türkiye yenilenebilir enerji kaynaklarını tam kapasite ile kullanabilse bile bunlar Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamaya yetmez. Türkiye de refah seviyesi arttıkça enerji tüketimi de artıyor. Böyle bir durumda Türkiye enerjisini bir şekilde bir kaynaktan bulmak zorunda.
Dünya, enerjisinin %17 sini nükleerden alıyor. Nükleer enerjiyi kullanmayan hiçbir ülke yok. Nükleer enerjiyi tercih etme nedenlerinden bir tanesi karbon salımının olmaması. Türkiye’nin nükleer enerjiyi kullanmaktan başka alternatifi yok. Tabi bunu kullanırken en gelişmiş tedbirleri almak zorunda.
Şanar Yurdatapan: İleri sanayi ülkeleri bu işi daha fazla Türkiye daha az yapıyor dediniz ama Türkiye, karbon salımı en hızlı artan ülkelerden birisi. Bu bize bu meşruiyeti sağlar mı? Dünya giderse hep beraber…
Osman Kahveci: Türkiye, sanayileştikçe-geliştikçe bu artacak. Bu başka ülkelerde oldukça yüksek bir rakam. Türkiye’de karbon salımı artarken orman alanlarımızda artıyor. Türkiye dünyada orman varlığını arttıran ilk üç ülkeden biri.
Ümit Şahin: 1990 da Türkiye’nin salımı 187 milyon tondur, 2010 da 401 milyon tondur yani % 114 bir artış olmuştur. 1990’da kişi başı salım 3 ton iken en son envanterde bu salım 5,5 tona çıktı. Eğer Türkiye ortalama %5 arttırırsa 2020 yılında Türkiye’nin sera gazı salımı yıllık en az 600 milyon tona çıkacaktır, kişi başı da 7,5- 8 ton civarı. Şu anda Avrupa Birliğinin ortalama salımı 9,5-10 ton civarında. Avrupa Birliği 2020’ye kadar bu rakamı %20 düşürüyor. Bu bütün belgelerinde var ve bunu uyguluyorlar. Avrupa Birliğinin 2020 yılında salımı kişi başı 8’e düşecek. Türkiye’de Avrupa ortalamasının üstüne çıkacaktır. Şu an Türkiye iklim zirvelerinde gelişmekte olan ülke rolünde. Geçenlerde bir yetkili çıkıp 2020 ‘ye kadar yapabildiğimiz kadar kömürlü santral yapalım sonra bize yaptırmazlar dedi. Eylem planında bizim önerimiz şu Türkiye 2015’e kadar arttırmalı sonra düşürmeli ve 6, 6,5 tonla sınırlamalıdır. Bunun alt yapısı mevcuttur, bütün hesaplamaları yapıldı rüzgâr güneş potansiyelleri bellidir. İlk şey Türkiye’nin bağlayıcı indirim hedefi alması ve bundan kaçmamasıdır. Kyoto protokolünden çıkmak istemesinin nedeni de bağlayıcılığı olmasıdır.
Osman Kahveci: Hükümet iklim değişikliği ile ilgili Kyoto protokolünden sonra düğmeye basmış ve üzerine düşen görevleri yapmak üzere ilgili birimlere talimatları vermiştir.
On yıl önceki termik santralden çıkan karbon monoksit gazıyla bugün termik santrallerden çıkan karbon monoksit gazında %200’e varan düşüşler vardır. Çünkü çevresel olarak birçok yeni teknikler ve teknolojiler devreye girmiştir.
Gürcan Onat: Çevre bilincinin arttırılması için hükümet somut olarak neler yapıyor?
Osman Kahveci: Şu anda atık piller dahi toplanıyor. Devlet, çevre bütçesinden birçok belediyeye atık su ve katı atık tesisleri yapıyor.
Değerlendirme:
İLETİŞİM:
SİVİL TOPLUM İLE,
Sivil toplum örgütlerine mail aracılığıyla toplantı bilgisi verildi. Bazılarına faks gönderildi.
MEDYA İLE,
Basına, ajanslara mail yolu ile haber verildi.
07.04.2013 İstanbul kMM Toplantı Tutanağı
previous post