YER: Cezayir Restoran (Taksim)
TARİH: 6 Mart Pazar 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Tennur Koyuncuoğlu (İstanbul Barosu)
2 / Şener Karataş (İnsan Hakları Derneği)
3 / Demir Küçükaydın (Demokrasi Gönüllüleri)
4 / Faik Güleçyüz (Kontrgerillaya karşı İnisiyatif)
5 / Gürcan Onat (ASSAM)
6 / Hüsnü Adalı (Liberal Avrupa Derneği)
7 / Ümmühan Bektaş (Tüketici Sorunları Derneği)
8 / Ali Faik Aydın (İstanbul Platformu)
9 / Şanar Yurdatapan (Düşünce Suçuna Karşı Girişim )
10 / Mustafa Haksever (Uluslararası Kudüs Derneği)
11 / Alanur Özalp (Türk Psikologları Derneği)
SENDİKALAR
Yok
ODALAR
1 /
2 /
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
GÖZLEMCİ
DSKG – Berna Akkizal
DİĞER KATILIMCILAR
6 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Cemil Altay
GENEL GÜNDEM: Kadın Cinayetleri; şiddet, ceza indirimleri ve çözüm önerileri
YEREL GÜNDEM: İstanbul’da Trafiği, Meydanlar, kavşaklar ve taralı alan düzenlemesi
KONUŞULANLAR
Toplantı, Moderatör Cemil Altay’ın katılımcılara yönelik usulle ilgili açılış konuşmasıyla başladı. Önceki senelere ait “Kadına şiddet” içeriğindeki genel gündemli toplantılara ait ortak paydaları hatırlatan Altay, en son Kadir Has Üniversitesi’nin 26 ilde 1200 kadın ile yüz yüze yaptığı araştırmaya ait verileri paylaştı. Toplantı hazırlıklarına yönelik vekil ve belediyeden kurulan iletişimle ilgili geri dönüşleri de aktaran Altay, sunum videosundan sonra sözü sivil topluma verdi.
Ümmühan Bektaş: Şiddet ve cinayetlerin kategorik olarak incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şiddet veya cinayet sadece tecavüzle ilgili bir mevzu değildir. Yani tecavüz veya başka birçok sebebi olabilir. Benim üzerinde durmak istediğim şey, şiddetin kökeninde iletişimsizliğim olması. Bu sadece kadına yönelik şiddette değil, bütün şiddetlerin temelini oluşturuyor. En ufak tartışmaları düşünelim, kendimizi tam olarak ifade edemiyoruz. İkinci olarak karşımızdakini tam olarak dinlemiyoruz. Üçüncü olarak empati kuramıyoruz. Karşımızdakini zaten anlamadık, kendimizi de anlatamadık, en sonunda da “ama yine de ben haklıyım” sonucuna ulaşıyoruz. Bunda sonuç olarak karşılıklı anlama ve dinleme kültüründen yoksunuz. Geleneksel olarak zaten böyle bir yapımız yok. Sonuç olarak da şiddete eğilimli oluyoruz. Çünkü karşımızdakini anlamadık, kendimizi ifade edemedik, “beni anlamadın, bu yüzden de bunu hak ediyorsun” diyerek şiddeti karşımızdakine hak görüyoruz. İletişimin sekteye uğraması, iletişimin zarar görmesi bütün ilişkileri kökeninde zayıflatıyor. Bunun için biraz daha diyalog kurmalı, kendimize yönelmeli ve iletişimimizi sağlıklı kurmalıyız diğer insanlarla diye düşünüyorum. Bu durumda her iki taraf da kaybediyor. Kadına yönelik şiddet, cinayet diye ayrım yapmayı doğru bulmuyorum. Evet bu yönde eğilim çok fazla, erkeklerin örnekleri çok. İletişimsizliği çözersek eğer, kadına yönelik şiddetin de çok konuşulacağını düşünmüyorum.
Ali Faik Aydın: Kadın karşı şiddet, aile içi şiddet, toplumda şiddet, bunları birlikte ele almak gerekiyor. Kadına karşı, aile içi, çocuğa karşı şiddetin… içinde feodal ilişkilerin henüz demokratikleştirilememesi gelmektedir bana göre. Bir de şiddetin çok çeşitli türleri var. Harçlık vermemek, okula yollamamak… bunlar da şiddet türleridir. Ayrımcılık, ötekileştirme türleridir. Bir de liderlerin, yöneticileri, şiddet çağrışımlı açıklamaları var. Yumuşak bir konuyu bile çok şiddetli tonda açıklaması, içeriğinde tehdit-ayrımcılık-ötekileştirme olması, feodal kültürün aşılamadığını, demokratikleşemediğini göstermektedir. Bir de dinin kullanılması var. Tek başına dinin bir kabahati yok ama dinin bu şiddet içinde, feodal kültürde kullanılması var. Örneğin geçenlerde Nasreddin Hoca bir baskıda, çok eşli gösterilmiş. Toplumu yavaş yavaş, feodal, geri bir toplum haline dönüştürmeye çalışıyorlar. Şiddetin türleri çok önemli, ekonomik şiddet, mirasta şiddet, işe alımlarda ya da işten atmalarda şiddet var.
Tennur Koyuncuoğlu: En azından hepimizin şiddeti içselleştirdiğini söylemeliyiz. Kadının, bu tutucu sisteme karşı çıkışı bile bir çeşit şiddet gösterisiyle oluyor. Buna karşın daha yoğun bir şiddetle karşılaştığı için kadın altta kalıyor. Bedeli, yoğun karşı şiddet oluyor. Kadın cinayetlerinin temelinde, kadınların kadınlara dayatılan toplumsal sistemi aşması var. Bu bütün tarihsel süreç içerisinde böyle olmuştur. Kadınlar her yerde her zaman var. Ancak tüm kadın tarihi incelendiğinde en önemli faktör, kadın yok, görünmez kılınıyor. Bu sistem tamamen erkeklik sistemine uygun biçimde işliyor. Kadın ne zamanki görünür hale geliyor, göründüğü anda bastırılıyor. Şiddetin asıl kaynağı bu. Kadın yine görünmeden, fısıldamadan her şeyi yapacak ama kendini göstermeyecek. Düzen yürüyecek, kadın kendi istediklerine ulaşamayacak. İktidar artık merkez değil. İmparator, kral, dini başkan değil. İktidar artık, kişiler arası ilişkileri yönetme sanatı. İktidar kendine uygun özneyi yaratıyor. Bu özne öyle yaratılıyor-disipline ediliyor ki, bu öznenin içinde şiddet doğal olarak var. Çünkü neo-liberal sistemler enerjiden besleniyor. Bu sistemler temelde serbest irade ve kişi özgürlüğünü temel alıyor. Sistem de buna çalışıyor, kişiler özgür! Nereye kadar özgür? Bu toplumda kurucu şiddet olarak dönüyor. Sistem öyle bir şekilde çalışıyor ki, artık herkes her istediğini yapabileceği bir şiddet ortamına dönüyor. Bunu kimse yadırgamıyor ve neo liberal sitemin işine geliyor. Toplumsal bütün amaçlar unutulmuş oluyor; dayanışma yok. Toplumun sınıf, cins-ırk, temsil özelliği, kültür ve birleşik neo liberal sistemle, insanlar şiddetle bir araya gelmiş ve şiddet kaçınılmaz olmuş oluyor. Aile olarak baktığımızda en büyük fonksiyon, şiddet yaratan hücre olması. Erken yaşlarda evlilik de açıkça şiddet kaynağı. Aile hiyerarşi üzerine kurulur, itaat üzerine. Kız çocukları bu itaat sebebiyle, ensest kurbanı olabilmekte, eğitimsiz bırakılmakta, ergenlik sorunları bastırılmakta. Sokağa çıktığında, kamuda aynı şiddet pekiştirilmekte. Kadınların giyimi, gece sokağa çıkmaları… işyerinde bile, giderek tacize bahane sayılmakta. Sonuçta kadınlar topluma aktif olarak katılamamakta, karşı karşıya kaldıkları ruhsal ve fiziksel şiddetle başa çıkamamaktadır. Devlet uluslararası ve yerli yasalarla, zorunlu olduğu halde kadını korumamaktadır. Bürokrasi, yargı kararları korumamaktadır. Kadın cinayetlerinde bile, katil, pişmanlığına-kıyafetlerine bakılarak ceza indirimine tabi tutulmaktadır.. Hakim, önüne gelen katile “şu durumlarda böyle bir tahrik olsaydı… ben ne yapardım” diyor. Yani, şiddet açısından, cahil hiç okumamış kişiyle, son derece entelektüel kişi arasında hiç bir fark yok. Entelektüel kişinin tuzakları daha büyük oluyor. Kadın katillerine karşı hadım etme, müebbet hapis gibi ağır cezalar vermek, sorunu çözmez. Tam tersi, onları bir hasta gibi kabul edip, tedavi edip, iyileştirmek gerekir. Bu arada kadını topluma teşhir etmek değil, şiddet yapan erkeğin hikayelerini topluma anlatmak, toplumun asıl şiddet kaynaklarına ulaşmak en önemlisi.
Şanar Yurdatapan: Sami Selçuk ile Yargıtay Başkanı olduğunda görüştüğümde, “Şanar Bey, hakimleri büyütüyorsunuz gözünüzde acı gerçek şu. Ben kendi çalışma arkadaşlarıma bir erkeğin kendi eşine tecavüz edemeyeceğini anlatamıyorum!” Yani bir erkeğin kendi karısına tecavüz etmesini hak olarak düşünüyorlar? Bu mantık gökten zembille inmiyor, geleneksel sebepleri var. Erkek ağladığı zaman, erkeksin sen ağlamazsın, kadın ağlayabilir. Bu farklılıkları doğuruyoruz. Kadın hava kararmadan eve dönmek durumunda… şiddetin yine azdığı bir dönemdeyiz. Balık baştan kokuyor, Kutuplaştırıcı politikalar, Erdoğan’ın ısrarla sürdürdüğü, rakiplerinin de hemen tabi olduğu söylemler… Salı günleri grup toplantıları… çocuklara Salı günleri tv izlemeyi engellemek lazım.
Cezasızlığın altı, kravat takıp ya da iyi halden indirim almalar vb. ısrarla hakimler bu mantığı devam ettirmesiyle doluyor. Mesela -“Adam” gibi yapma!- dilimize yapışmış. “İnsanca” yapsanıza şunu!
Bunda, İslam dininin payı var mı yok mu? Ben ateistim, Müslümanlar kendilerini yargılasalar daha doğru ama Kuran’ın çoğu yerinde kadın ve erkeğin eşit olmadığını görüyoruz. Kesin olan şey, biz din kurallarına göre toplumu yönetmemeliyiz. Din, bireylerin kendi hayatlarını ilgilendirir. Yasalar, tüm topluma, din, dil, ırk göz etmeksizin eşit bir şekilde yazılmalı, uygulanmalı.
Kadın Haklarını Koruma Komisyonu, Kadın-Erkek Fırsat Eşitliğine dönüştürüldü. Dolayısıyla, ismi değiştiren mantık bu kanuni eşitlikten korkuyorsa ve altında da din varsa, ya inandıkları şey ya anlatılış şekli yanlış.
Şenel Karataş: Yıllar önce, Mardin’de bir tecavüz olayın birçok insan, çocuk denecek yaşta bir kıza tecavüz etmişti. Birkaç arkadaşla birlikte o çocuğa İstanbul’da okuması için sahip çıktık. Yakın çevremizde aydın diyebileceğimiz kişiler de dahil, çoğu kişi çocuğa potansiyel gözüyle bakmıştı, arkasından çok ucuz söz ettiler. Kimse bu kızı, içinde kamu görevlilerin de olduğu kişiler tarafından tecavüze uğradı, mağdur, travmalı diye sorgulamadı. Asıl sorun, binlerce yıldır kadının erk karşısında nasıl kodlandığı? Kadın, zayıf halka olarak kodlanmış, öteki olarak doğuyor. Şanar Bey, “adam” örneği verdi, ben dilde ayrımcılık dersi veriyorum ve en fazla ayrımcılık kadın konusunda. Bu bizim bakış açımız. Sistem de bunu besliyor. “Kadın, erkek eşit olmaz fıtrata aykırı” “Kadınlar işsizliği arttırıyor” “Dekolte giyilmesin” açıklamaları… herkes evden başlayarak kadına ayar vermeye çalışıyor ve sistem içinde meşru oluyor bu. Biraz önce 8 Mart eylemi vardı, kadınlar alana girmeden gazlar atılmaya başlandı. Kadının güçlü olmasına karşı bir tepki var. Onun için hakimler katili, kravat taktı diye serbest bırakıyor, bazıları “o da mini etek giymeseydi…” diyebiliyor. Mobbinge uğrayan kadın var ve bunda da “acaba kancık kuyruk salladı mı?” bakış açısı var. Ben karamsarım ve çözüm için kurulan komisyonların erkek bakışından dolayı çözüme ulaşamayacağını düşünüyorum. Binlerce yıldır gelen ezber yıkılmalı. Temel problem birbirimizi algılama biçimimiz, iletişimsizlik değil. Önce kadınla ilgili dilin, arkasından algının, sonra da hangi referansla olursa olsun dini-milli… kadını ağızlarına pelesenk etmeden sistemin değişmesi lazım.
Demir Küçükaydın: Gerek kadın üzerindeki baskı-şiddet, gerek genel olarak şiddet tüm dünyada var ama bunun Türkiye’deki özel durum var, yeterince açık ve net bir görüş yok. Bu nedenle kadına yönelik şiddet ya geleneğe, ya alışkanlıklara, ya kültüre bağlanarak siyasi bir hedeften-programdan yoksun bırakılıyor. İnsanların kendisinin değiştirilmesine bırakılıyor, yanlış burada. Kadına yönelik şiddetin en temel sebebi modern silahlara, istihbarata, bürokrasiye sahip merkezi devlettir. Bu merkezi bürokratik devlet parça parça edilmeden yurttaşların özgürce bir araya gelmesinin ifadesi olan, yurttaşların üzerinde yükselen onlara hizmet eden demokratik devlet cihazı kurulmadan ne kadının üzerindeki şiddet gider ne de trafik canavarı gide, çünkü biz kadına şiddete de trafik canavarı gibi bakıyoruz. Bu devlet tamamen tepeden tırnağa örgütlüdür, yurttaşlar ise örgütsüzdür. Tüm ayarlar, senin hatanı görmüyorum tarzında. Bu devlette özgür bağımsız yurttaş yoktur, her şey onun göz kapamasına bağlıdır, siz ona öyle bağlısınızdır. Burada bu devleti parçalamayı somut hedef olarak almak gerekiyor. Bunun haricinde kadın sorununun çözülmesi olanaksız. Hiçbir parti bu konuyu açıkça koymuş değil. İkincisi kadınların acil olarak savunulması için somut talepler: Kadınlar fiili itaatsizlik yaparak yanlarında silah taşımalıdırlar. Kadınların silah taşıma haklarını açıkça mitinglerde savunmalıdırlar. Erkeklerin tırnak makası taşıması bile yasaklanmalıdır. Bir şeyler böyle değişmeye başlar. Bunu söylediğiniz zaman şiddeti savunmuş olmuyorsunuz, en basit canlının kirpinin bile dikenleri vardır. Kadınların hiçbir şeyi yok kendisini savunmak için. Çırılçıplaklar erkeklerin kuzgun bakışlarının karşısında. Kadınlar öz savunmasını kurmalı, örgütlemeli, silahlanmalıdır. İkincisi kadınlar siyasi partilerden bağımsız kendi öz örgütlenmelerini yapmalı, bu sadece kadınlardan oluşmalı. Bu olduğu anda hem Türkiye’deki erkekleri eğitmeye başlar. Çünkü ırkçılıkla mücadelede Avrupa’daki siyahların beyazlara karşı ayaklanmalarında görüyoruz. Türkiye’nin tarihinde yaratılan Müslüman şizofren toplumun Ermeni ve Rumlara yaptıklarını da düşünürsek, kadınların hareketi hem bunları da, daha önce ezilmiş olanları da içine alıp yüzleşmemizi sağlayacak hem de bir psikoterapi gibi toplumu tedavi edecek. Bu tedaviyi yapacak olan kadınlardır.
Gürcan Onat: Bence sorun insan-fert olarak kendimizde. Çünkü şiddet gören kadınlar, yabancı bir kimseden şiddet görmüyorlar. Kimse sokakta tanımadığı bir insana tokat atmıyor. Yakın çevreden şiddet görüyoruz. Bu iş aslında çocukluktan başlıyor. Özeleştiri yapalım, hepimiz çocukken anne-babamızdan tokat yemişizdir. Kardeşler de birbiriyle kavga etmişlerdir. Oradan başlıyor, işte orda olmamalı bu iş. Hiçbir anne-baba çocuğunu dayakla eğitmemeli. Öyle bir eğitim sistemi kurmalıyız. Şiddet hayatımızda hiç olmamalı ki, ailede olmasın. Evlenmeden önce çoğu erkek kıza “senin tek bir saç teline kurban olurum” der, evlendikten sonra çorbanın içerisinde kıl gördüğü zaman olay olur. Hani kurbandın? Bizim toplumumuzda birazcık gücü fazla olduğu zaman, yeri geldiğinde o gücü başkalarına kullanma eğilimi gösteriyor. Bu olmamalı. Eğitimle mi olacak, bakıyoruz profesör eşini öldürebiliyor. Dediğim gibi, çocuğumuza bir fiske dahi vurmadan yetiştirmeliyiz. Bir de çocuklarımıza kişilik, şahsiyet vermiyoruz. Karşımızdaki insanı bir birey olarak kabul edemiyoruz. Nasıl kabul ediyoruz, “benim” kızım olarak, o da ayrı bir kişilik ama onu ayrı bir şahsiyet olarak da göreceksin. “Benim” karım, tamam “senin” karın ama o da ayrı bir şahsiyet. Onun ayrı bir dünyası, beklentisi olabileceğini bir koca kabul edemiyor! Sorun burada. Dini konuda da çok yanlış okumalar yaptık. 35 senedir dinimi yaşamaya çalışıyorum ve bu “emanet” meselesini kesinlikle yanlış anlamışız. Dindar insanların büyük çoğunluğu yanlış anlamış. “Kadınlar size emanet verildi” demesi, o size ait değil, emanet, mülkiyetin zıttıdır. Yani onun kendi hayatını yaşayabilmesi için kolaylık sağlayabilirsin.
Mustafa Haksever: Ben genelden özele gitmek istiyorum. Dünyada güçlü ülkeler, zayıf ülkelere tahakküm, zülüm uyguluyor. Güçlü insanlar, zayıf insanlara şiddet uyguluyor. Bu şiddet bütün canlıları ilgilendiriyor. Hayvanlara da, bitkilere de maalesef. Demek ki bu sorun bir insanlık sorunu. Tersinden bakarsak, bazı güçlü kadınlar, zayıf erkeklere de şiddet uyguluyor. Sadece kadın sorunu değil, onunla birlikte bir insanlık sorunu. Çözüm için, hak ve adaleti insanların çok iyi idrak edip, bilincine yerleştirmesi lazım. Hak, doğru olan şeyi kabul etmek, adalet ise kimin hakkı ne ise sahibine verilmesidir. Hak ve adalet, insanların bilincine, şuuruna, vicdanına yerleşmesi gerekir. Bunu nasıl yaparız? Yedek parça değiştirerek yapamayız. Ancak eğiterek yapacağız, eğitim seviyesini yükselteceğiz. İnsanoğlunu eğitmediğiniz müddetçe alçalır. Her şeyi devlete yüklemek de doğru değil. Toplum olarak her ferdin bu konuda üstleneceği bir görev vardır. Eğitim sistemimizde büyük yanlışlıklar var, birçok şey çarpıtılıyor. Tarihimize baktığımızda en büyük numune bizim peygamberimizdir. Bunu iyi anladığımızda bu sorunu çözeriz. Hz. Mevlana bu topluma hak ve adalet duygusunu yaymış, büyük veli zatlardır. Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan… ne zaman ki biz bu insanların öğretilerinden uzaklaşmışız, bu alçaklığa, seviyeye düşmüşüz, kabul edelim. Ben ilahiyatçıyım, maalesef toplumun bildiği dinin çoğunluğu yanlış. Kaynağından değil, gazeteden öğrenilenler yanlış. İslam kesinlikle Kuranı Kerim ve hadisi şeriflerden öğrenilir.
Hüsnü Adalı: Kısa konuşacağım, bu konuda daha çok kadınlar konuşsun istiyorum. Kadına şiddetin birçok etkeni var, din de bunlardan biri. Gerçek Müslüman diyorlar ama gerçek Müslüman gösteremiyorlar. Hz. Muhammed, Ömer, Ali, Osman… o günlerde kalmış gerçek Müslümanlar. Şu an, Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanı, Başbakan… yaptıklarıyla Kuranı Kerim’de okuduğumuz insanlara benzemiyorlar. Bu konuyu hatırlatmak isterim. Her şeyi devlete yüklemek doğru değil ama hiçbir şeyi yüklemek de doğru değil. “Dindarlar anlamıyor” ama düşünürsek örneğin, futboldan anlamayan futbol aşığı olmaz. Bir şeyin kuralını bilmeyen insana o konuyla ilgili sıfat da yükleyemeyiz. Bugün örnek gösterecek bir insan yok. Dini değil de, evrensel insan hakları, AİHM kriterleri, AB kriterleri… diğer ülkeler bunu din ve devlet işlerini ayırarak yapmışlar. Laikliğin iki veçhesi var, din ve devlet işlerinin ayrılması ve herkesin dinini veya dinsizliğini istediği gibi yaşaması. Bu konuda dini konuşmayı da sağlıklı bulmuyorum. Kadına şiddet daha çok hukuki ve insani bir şey.
Alanur Özalp: Son dönemde bir olay var, adam karısını “Cumhurbaşkanına hakaret ettiği” gerekçesiyle şikayet etti. Bu olayın desteklenmesi beni ürkütüyor. İşyerinde, mahallede biri aniden size gelip “sizi birisi şikayet etti” diyebilir ve tutuklayabilir artık, öyle bir hal aldı, rahatsız edici. İnsanlar “bana dokunmayan yılan bir yıl yaşasın” şeklinde düşündüğü için, bu hali de ayrı bir tehlikeli. Artvin olayına da, değinmek isterim. Oradaki şirket, işlerini tıkır tıkır yürütüyor. Uyanık olunması gerekiyor.
Gazete bayiine gidip baktım, saydım, 22 tane karikatür dergisi var. Bizim bildiğimiz bir dergi Gırgır’dı. Sayı 22, hadi 30 olsun, bir anda bu kadar dergi çıktıysa, halkta bir sıkıntı var demektir.
Bir de son zamanlarda yandaş medyanın televizyonları kapandı, kimse sesini çıkarmadı, yandaş olmayan medyanın kanalları kapandı, MHP’nin medyası kapandı, Kürtlere seslenilen medya kapandı… demokrasi çok seslilikse, özgür eleştiriyse, nasıl oluyor bu? Dinden bahsedildi, gördüğüm kadarıyla bir şeriat istemi var. Şeriatta bu bahsettiklerimizin hepsi var. Şeriatta, kafa kesmek, kol kesmekten bahsediliyor.
İranlı işadamı Babek Zencani hakkında idam kararı var. Bir ortağı da bizde, Reza Sarraf. İran’daki ortak, idama mahkumken, bizdeki diğer ortak keyif içinde. Cumhurbaşkanı ziyaretinde “Gine’ye de bir Külliye yapalım” dedi ama milletvekili Sağlar, “orada hava soğuk, oradaki halka çadır götürelim” daha sağlıklı değil mi?
Şenel Karataş: Bu ülkede yıllardır Kürt sorunu var. Bu sorunu çözemeyince adını değiştirdik, dedik ki, aslında Kürt sorunu değil, Türk sorunu var. Türklerdeki Kürt algısını değiştirirsek belki çözülür dedik. Burada da Kadın Sorunu dediğimiz şey, aslında bir Erkek Sorunu. Şimdi biz kız çocuğunu “kızını dövmeyen dizini döver” diye yetiştiriyoruz. Halbuki erkekleri yetiştirmek gerekiyor. Ortaya tecavüzcü olarak çıkan onlar. Tüm ebeveynlere düşen, erkeğin yetiştirilmesi… ailelerde başlayacak temel nokta, bir erkeğin kadınlara bir birey olarak bakacak şekilde yetiştirilmesi. Kürt Sorunu yıllarca Kürtler olmadan tartışıldı. Kadın Sorunu da öyle. Benim hatırladığım bir toplantıda, salonda 100e yakın erkek ve sadece bir kadın vardı. Kadın Sorununu çözmek istiyorsanız, bu tarz oluşumlarda kadınların kimliğiyle var olmasına zemin oluşturmalısınız. Erkekler de, bu tarz toplantılarda konuşup, eve gidince kadına şiddet uygulayabildiğini gördük. Kadınlar, kendi adına kararları, anayasal düzenlemeleri, kadınların kendi içindeki hukukçuların yapmasını öneriyorum.
Ali Faik Aydın: Öncelikle şiddetin nedenini, yapısını tanımlamak gerekir. Alan araştırması gerekiyor. Demin dinsel motifler kullanılarak feodal yapının demokratikleştirilememesi. Demokratikleştirme nasıl olacak? Her şeyden önce bu yapıya dikkat çekici eserler, tiyatro oyunları, filmler gibi… yapılmalı, şiddet olan her alana yönelik eğitim verilmeli. Bu eğitim özel de olabilir, genel eğitim içinde konuya ilişkin özel eğitimler de olabilir. Yine büyük topluluklarda eğitim olmalı, orduda… büyük işyerlerinde, fabrikalarda, atölyelerde, denizlerde ve tarlalarda… insan olan her yerde eğitim olmalı. Bu şiddet önlenemediği takdirde asla demokratik, mutlu bir toplum olamayız. İlla ki bize yapılması şart değil şiddetin. Benim ülkemde ya da herhangi bir ülkede yapılması bile vicdanları rahatsız etmeli. Örneğin Arabistan’da şu anda bir kadın idam cezasını bekliyor. Bu feodal din yapısı nedeniyle, muhtemelen de idam edilecek. Bir de demokratikleştirme derken, toprak reformu da yapılmalı. Büyük egemenlikler çözülmeli. Silahlanma var ve bireysel silahlanma özendiriliyor. Vahşi kapitalizmin de frenlenmesi gerekiyor.
Tennur Koyuncuoğlu: Ülkemizde “anne” sıfatı çok öne çıkarılmaktadır. Kadınlar evlendiği zaman anne olup-olmamaya kendileri karar vermelidir. Bakabilecekse… çünkü uygulama gösterdi ki, hem işimi yapayım, hem de evimi toparlayım, bunu bir arada götürmek çok zor. Erkek hiç karışmamalı. İkinci olarak, kadınların silahlanması, karşı şiddeti doğurur. Erkekler işin başka ustalıklarını, tuzaklarını öğrenir, kadınlar da bu sertliği çoğu zaman gösteremez. Kadına şahsiyet, kişilik vermek, karar gücüyle onu onaylamak, daha doğru olur. Erkek çocukların yetiştirilmesi gerçekten çok tartışılan bir konu. Nasıl yetiştireceksiniz, kızınız gibi mi? Sofrayı sen topla, yemeği sen hazırla… dışardan bu sistem kabul görmez, erkek kişilik sorunu yaşayabilir. Gerçekten bu konu çok özel, madem ki kadın doğurmuş, erkek ve kız çocuğunu aynı görevlere, sorumluluklara vererek, başka bir erkek yetiştirmesi bir çözüm olabilir.
Gürcan Onat: Bu sorunun Kadın sorunu değil, erkek sorunu olduğunu düşünüyorum ben de. Erkek yetiştirmekte ve kız yetiştirmekte de sorunlarımız olduğunu düşünüyorum. Yemek hazırlarken sorun başlıyor. Niye kadın sofrayı hazırlıyor ki? Kadının öyle bir sorumluluğu mu var? Kadın çalışıyorsa, erkek çalışıyorsa, o evdeki bütün işler ortaktır. Kadın çalışmıyorsa anlayabilirim ama çalışan bir kadın eve geldiğinde, sofra birlikte hazırlanır. Belki genlerimizi değiştirmemiz lazım, öyle işlemiş ki bize bu durum.
Ceza indirimi kesinlikle olmamalı. Bilakis ağırlaştırılmalı. Amiyane söyleyeceğim “kuyruk sallama meselesi”… arkadaşlar o ayrı bir olaydır, bu ayrıdır. Niye ikisini birleştiriyoruz ki? Bir bayan böyle bir şey yapmaz, farz edelim ki yaptı, bir erkek olarak sen kendine sahip çıkacaksın, saldırmanı, tecavüz etmeni gerektirmez ki! Mini etek meselesi var, iyi de benim de göz kapağım var! Yani onun mini etek giymesi, benim bakmamı gerektirmez, diyorum. Bu davetkar tutum, erkek de gitmeyecek, yani ceza indirilmez! Bilakis ağırlaştırılmalı. Kadının buna davet ettiği, sözleri de yanlıştır, hakarettir.
Kişiyi olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Bütün sistemler mükemmeldir fakat uygulayan insan faktörü bozuyor bunu. İnsanları olduğu gibi kabul edersek, sorun kalmaz diye düşünüyorum.
Faik Güleçyüz: Kuyruk sallama meselesiyle ilgili yıllar önce Taciz adında bir film izlemiştim Jodie Foster’ın. Bir bilardo salonu, 3-5 erkek var, arada bir tane kadın var. Kadın sokak kadını, mini etek var, bir tane erkek kadına asılmaya başladı. Kadın pas veriyor, sarılıyorlar, öpüşüyorlar. Şu oluyor, bu oluyor… en sonunda adam azıtıyor, bilardo masasının üzerinde, herkesin ortasında tecavüz edecek. Jodie Foster “hayır” diyor, istemiyor o noktada. Net. Adam ısrar ediyor. Tam tecavüz etti mi, hatırlamıyorum ve mahkemelik oluyorlar. Esas hikaye o. Foster’ın avukatı da kadın. Öyle çetrefilli ki, kadın kuyruk sallıyor göz göre göre, her erkek yaratılışı gereği azabilir yani. Kafam karıştı benim, bir türlü çözemiyorum. Kadın mı haklı, adam mı? Jürinin kararını da hatırlamıyorum, adam mahkum oldu mu? Ama ben sinemadan çıktığımda aklım hala kadının kuyruk sallamasında. Yani herif haklı bana göre. Sonradan düşününce “yahu nasıl haklı olabilir ki?” Ne olursa olsun, kadın istemiyor kardeşim. İstemiyor, duracaksın. Burada erkeğe iş düşüyor. Eğer kadın istemiyorsa, onurun varsa, adamsan, çekip gideceksin.
Demir Küçükaydın: Sorunu ya hukuki düzeyde, örneğin siz son sorunuzda indirimler üzerine ele aldınız, ya da eğitim sorunu olarak ele alıyoruz. O zaman eğitimi düzeltmemiz gerekecek. Ya devletin eğitimi değiştirmesi ya bizlerin ailede çocukları vs… ama eğitenleri kim eğitecek? Dolayısıyla sorun baş aşağı koyuluyor. İnsanların modern yurttaşlar haline gelmesi, siyasi mücadele içinde halkın örgütlenmesi içerisinde, bu çabalar içerisinde insanlar değişir. Kendi kendilerini eğitebilirler. Bu mücadele içerisinde insanlar toplu halde kendilerini değiştirerek başka insanlar haline gelir. Örneğimizi en basit Kürt hareketinde görüyoruz. Türkiye’nin tabiri caizse en feodal bölgeleri Kürdistan. Bugün Türkiye’nin en modern bölgeleri haline geldi diyebiliriz, kadın erkek ilişkileri açısından. Kadınlar silahlı, dağlarda dövüşüyor, bunun yansımalarını görüyoruz. Eş başkan mekanizmalarını Kürt Hareketi ortaya çıkarıyor. Meclis’teki bütün kadın konuşmaları hep Kürtlerden geliyor. Bir zamanların feodal Kürtlerden geliyor, nasıl oldu, mücadele içerisine girdiler ve değişiyorlar, o kadınlar kendi çocuklarını başka türlü yetiştiriyorlar. Sorun şudur: Hangi somut siyasi hedefler için, nasıl örgütlenme biçimleriyle harekete geçilmelidir ki, bu kadın konusunda böyle bir eğitimi, toplumsal bir hareketi yaratabilelim?
Tennur Koyuncuoğlu: Kürt kadınlarının, Türk kadınlarından da çok büyük başarı kazandığını teslim ediyorum. Ama sakınca şu: Militarist hedef içerisinde toparlanıyorlar. Bu güzel bir hedef değil. Aynı şekilde kadına silah vermek gibi. Tekrar militar bir grubu yakalamak için, kadını kullanmak gibi bu. İnanın çözüm olsa, Kürt milliyetçiliği ayrı bağımsız olarak kurulsa, kadın evine dönecektir. Bunun dünyada pek çok örnekleri var. Amaç nedir? Amaç, insancıl olmak, hümanist ve feminist bir perspektifle olaya bakmak gerekir. Arkadaşım güzel söyledi: Silah verin. Türkiye’nin sorunu kendiyle yüzleşmedi. Tamam yüzleşmedi ama tüm dünyada kadın sorunu var. Yüzleşenlerde de var. Onlar da Nazilere karşı nasıl bir savaş verdiler? Yüzleştiler ama en büyük şiddet yine kadına karşı Almanya’da. Hümanist, dayanışmacı, toplumsal bir hedef koyularak, eşitlik mücadelesi. Kadın-erkek farklıdır, aynı olamaz. Ama farklılıkta eşitlik. Bütün sloganın bu olması gerekiyor. Farklıyım ama eşitiz. Tahsilim eşit, eğitimim eşit, söylemem eşit. Ve kadına silah değil, “hayır” deme hakkı. Nerede hayır diyorsak, kadının sözü doğrudur. Bu hissi verdikten sonra toplum düzelir, kolay bir şey değil, çünkü iktidar tam tersini yapıyor. İktidar parçalanmalı doğru ama hümanist ve dayanışmacı bir hedefe doğru.