Yer : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, ATAUM
Tarih : 6 Mart 2010
Katılımcılar:
a.Dernek, Vakıf ve Girişimler:
1. Muhafazakar Demokrat Düşünce Topluluğu (Murat Köse)
2. Pembe Hayat (Kemal Ördek)
3. Devrimci 78’ liler Federasyonu (Nejat Kangal)
4. HYD / Helsinki Yurttaşlar Derneği (Bülent Atamer)
5. Başkent Kadın Platformu Derneği (Nesrin Semiz)
6. İHD / İnsan Hakları Derneği (Emrah Öner)
7. İHAD / İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (Selahattin Üneş
8. MAZLUMDER / İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği (Emine Doğan)
9. Kafkas Derneği (Turhan Yılmaz)
10. LDT / Liberal Düşünce Topluluğu (Raşit Sarıkaya)
c. Akademisyenler:
1. Sarp Balcı (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi – Araştıma Görevlisi)
Katılan Milletvekilleri:
1. İbrahim Binici (BDP – Şanlıurfa Milletveili)
Katılan Siyasi Parti Temsilcileri:
1. Ali Ersin Gür (Yeni Sol)
2. Abdülkadir Sarı (Türkiye Partisi – Genel Başkan Yardımcısı)
3. Hayrettin Dilekcan (Saadet Partisi – GİK Üyesi)
4. Murat Alparslan (AKP – Ankara İl Başkanı)
Moderatör:
Nur Betül Çelik ( A.Ü. İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı)
• Gözlemciler:
1. Şule Balcı (Ankara Üniversitesi S.B.F.)
2. Hasan Anlar (İHD/ İnsan Hakları Derneği)
3. Yılmaz Cenk (Devrimci 78' liler Federasyonu)
4. İsmet Buğran Eke (Pembe Hayat)
5. Samir Altunkaya (AKP Ankara İl Başkanlığı)
6. Ümit Altuntaş ( AKP Ankara İl Başkanlığı)
7. Neslihan Yahşi (TP Genel Başkan Yardımcısı)
Diğer Katılımcılar:
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 3 civarı izleyici/gözlemci katıldı.
Konu: Ordu ve Yargının Politikamızdaki Rolü Nedir, Ne Olmalıdır?
Konuşulanlar:
Nur Betül Çelik (Moderatör):Başlığımız “Ordu ve Yargının Politikamızdaki Rolü Nedir, Ne Olmalıdır?” Bu başlığın sorunlu olduğunu düşünüyorum. Yürütme ile ilişkisi açısından ordunun yerini tartışabiliriz. Yargı ile yürütme arasındaki ilişkileri, demokratik gerekirlikler açısından konuşabiliriz. Ama bu iki kavramı bir arada ele almak sorunlu görünüyor. Bu kavramlar birlikte ele alındığına göre ya Türkiye' de böyle bir durum vardır; ya da biz bunları birlikte düşünmeye meyilliyiz. Bugün bunları birlikte ele alırken aynı zamanda ayrı ayrı da konuşmaya çalışacağız.
Sarp Balcı (Akademisyen):Nur Betül Çelik önemli bir ayrımın altını çizdi; ordu, yargı ve politikayı birarada düşünmek hem politik hem de akademik açıdan sıkıntılıdır.
TC’nin kuruluşunda üç temel korku etkilidir: İslam irtica adı altında, Kürt meselesi bölücülük adı altında ve Sol ise komünizm adıyla. Bu korkular rejimin kurulmasında belirleyici olmuştur.
Ülkenin kuruluşunda öncelikli olan ise parlementodur. Türkiye’de orduyu da parlamento kurmuştur. Aynı parlemento yalnız orduyu değil yargıyı da inşa etmiştir, bunu da Fransız Devrimi' yle ortaya çıkan “konvansiyon” geleneğini takip ederek yapmıştır. Bu ise bazı olumsuzlukları beraberinde getirmiştir. Bizim modernleşme tarihimiz ise esasen bir hukuk devrimidir. Hukuksal alandaki dönüşüm ülkenin modernleşmesinin önünü açmıştır.
Bugün Türkiye’de ilkler yaşanıyor. Önemli bir momentte olduğumuzu düşünüyorum. İlave olarak AB süreci aksıyor, Kıbrıs, Ermeni ve Kürt açılımı zora girmiş durumda. Türkiye kendi başına sorunlarını çözen bir ülke olmanın eşiğinde. Bu noktada Türkiye liberal demokrasi açısından bir vasat oluşturabilir ve ortak bir programla yoluna devam edebilirse sorunlarımız bitmiş olmayacak aksine tam da o zaman sorunların gerçekten derinlerine inebileceğiz.
Kemal Ördek (Pembe Hayat)
Bugünkü konuştuğumuz konular günlük hayatımızdan çok da kopuk, bağımsız konular değiller.
Kürt, Sol ve İrtica meselelerine baktığımızda TC' nin erkekliğini kaybetmekten korktuğunu görüyoruz. Nazi Almanya' sında Yahudilere yapılanları Türkiye' de LGBTT ' lere yapmıştır. İstanbul civarındaki bölgelerde LGBTT' ler farkedildikleri anda saçları kazınıp, bileklerine damga vurulup Eskişehir'in kırsal yerlerine atılıyorlardı. Günümüzde orduya askerlik için başvuranlar muayene edilerek LGBTT oldukları anlaşıldığı anda hasta damgası vuruluyor. Ailesine açık olup olmadığı bakılmaksızın ailesi aranıp “Gelip kız çocuğunuzu buradan alın.” gibi şeyler söyleniyor. 80' lerde adliyeye girmelerine bile izin verilmezken, bugün LGBTT' leri öldürenlere ağır tahrik indirimleri veriyor. Bu da yargıçların ne kadar homofobik ve heterofobik olduğunu gösteriyor.
Anayasada reform yapılması yetmez; birtakım devrimlere ihtiyaç vardır. Bu görev de kanun yapıcılara düşmektedir. LGBTT' ler gibi her grubu muhatap alan bir anayasa, TCK ve genel yasalar oluşturulmadan demokratikleşilemeyecektir.
Nejat Kangal (Devrimci 78' liler Fedrasyonu): İlk itirazımı konu başlığına yapıyorum: Bu başlık dönemin politikasını yönetenlere teslimiyet içeriyor, gündemi sıkıştırıp gerçeklerden koparıyor; ama güzel bir tartışmaya da fırsat veriyor.Askeri vesayet ile yönetilen bu ülkede ordunun politikada ve yargıdaki baskın ve belirleyici rolü ortadadır. Yargıyı ordu gibi ikinci bir güç gibi göstermek algılama hatalarına neden olabilir. Politik iktidar da bu ayrımları seviyor. Mesela "Politik yaşamımızda emniyet teşkilatının rolü nedir, ne olmalıdır?" sorusu neden sorulmuyor?
Özgürlükten anlaşılması gereken başkalarının, ötekinin özgürlüğüdür:Laik bir ülkede başını örten genç kızların, dindar bir ülkede ateistlerin, Sünni bir ülkede Aleviler' in, kapitalist bir ülkede sosyalistlerin, Türkiye' de Kürtler' in, yüzde kırklarla iktidara gelenlerin değil de yüzde on barajıyla engellenenlerin özgürlüğüdür. Onlar özgür olmazsa ordu, yargı, emniyet politikleşir. İktidar taş atan çocuklarla ilgili yasayı meclisten geri çekti. Taş atan çocuklar olmazsa onlar politikeşmezse ordu, yargı, emniyet politikleşir.
İzlenecek yol bellidir; darbeciler ve muhtıracılar yargılanmalı, askeri vesayet rejimi tasfiye edilmeli, demokratik bir anayasa ve seçim sistemi oluşturulmalıdır.Demokratik düzenlemeler hızla gerçekleştirilmelidir. 15 yaşındaki çocuklar derneklere üye olduğunda, üniversiteliler poltikleştiğinde, aileler politikleşen çocuklarıyla gurur duyduğunda, itirazlar yüksek sesle dillendirildiğinde, basın yönetenleri rahatça eleştirdiğinde, yönetenler bu durumdan mutluluk duyduğunda, kısaca halk politikleştiğinde ordu, yargı, emniyet politikleşemeyecektir.
Raşit Sarıkaya (Liberal Düşünce Topluluğu):
Yargıda yaşanan sorunlar son dönemde Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı ile başladı, Danıştay'ın katsayı kararıyla devam etti. Yine Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili kararı da vicdanlarda derin izler bıraktı. Eğer hukuku muhalefet aracı olarak sağa sola çekerseniz, politize edersiniz; kimin elinde nasıl bir uygulama alanı bulacağını tahmin edemeyeceğinizden çok ciddi sorunlarla kerşılaşırsınız. Anayasa Mahkemesi’ nin ya da HSYK’nnın yapısı değiştirildiğinde sorunlar tamamen çözülmese de en azından çözüm için bir yerlerden başlanmış olacaktır. Bu hükümet 2002'den beri iktidardadır ve sorunları çözmeye yönelik attığı bir sürü adım bile yeterli olmamaktadır. Şimdiye kadar HSYK’ nın ve Anayasa Mahkemesi’ nin yapısını değiştirmiş olmalıydı. Belli kaygılar nedeniyle HSYK' ya farklı görüşten insanların katılımı engelleniyor. Mahkemeler, yüksek yargının ve HSYK’ nın vesayeti altındadırlar. Yüksek mahkemelere ve HSYK’ ya rağmen farklı bir kararın çıkması, hakimin özgürce karar vermesi mümkün değildir. Anayasa Mahkemesine üyelik seçim sistemini dahi eleştiremiyorsunuz. Üyeler, bu tür eleştirileri hakaret kabul edip, tazminat veya ceza davası açtıklarında mahkemeler, farklı düşünseler bile yüksek yargı mensupları lehine karar verebiliyorlar.
Türkiye’de öteki yapılan Aleviler' i, Kürtler' i, gayrimüslimleri ne kadar tanıyoruz? Doğuya gidip bir iki film çeken, yahut orada üç beş ay kalan, oradakileri tanıdığını sorunlarını ve çözümünü bildiğini zannediyor. Birbirimizi hala yeterince tanımadığımız, bilmediğimiz, önemsemediğimiz ortadadır. Biz herkesi kendimiz gibi eşit haklara sahip, kimliğiyle birlikte değerli görmeye başladığımızda sorunlar çözülecektir.
Selahattin Üneş (İnsan Hakları Araştırmaları Derneği): Askeri vesayet ya da yargı vesayeti aslında Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle yaşıt olmayan, iki yüz yılı aşkın bir süredir var olan ve gerektiğinde padişahlarını tahttan indirip hadım eden onunla da yetinmeyip tecavüz edebilen bir kurumsal geleneğin bugüne yansımalarıdır. Sanıldığının aksine Osmanlı' dan Cumhuriyet' e geçişte bir kopuş yoktur, bu gelenek büyük ölçüde korunmuştur. Bugün gelinen noktada, toplumun demokratikleşme, sivil ve demokratik bir anayasa taleplerine karşı gösterilen direnç, gücünü sahip olduğu bu gelenekten almaktadır. Yargının, yasamanın da yürütmenin de üzerinde yer alarak rejimi jüristokrasiye doğru evirmesinin kökeni son birkaç on yıldan çok daha gerilere dayanmaktadır. Bu bağlamda Cumhuriyet’ in ilk yıllarında Mustafa Kemal’ i ayakta alkışlayan ve ondan brifing alan yargıçları hatırlamak yeterli olacaktır.
Öncelikle bu gösterilen dirençler göz önüne alınmalı, bunların kırılabilmesi yönünde sivil toplum ciddi bir performans ortaya koyabilmelidir. İdeolojilerinden arınmış, en azından bunları öne çıkarmaktan vazgeçmiş, bu salondaki “önyargılar giremez” yazısına/prensibine inanarak önyargılarını terk edebilmiş STK' lar, politika üzerinde ciddi bir baskı oluşturmalıdır. Vesayetçi zihniyet, ne yazık ki sadece devlette değil toplumda da önemli ölçüde yaygındır, toplum tarafından da içselleştirilmiş durumdadır. Yapılması gereken, toplumda demokratik bir bilinç inşası yolunda çalışmaktır. Bu çalışmada STK' lara büyük rol düşmektedir; ancak öncelikle STK' lar bu misyonlarını fark etmeli, sorumluluklarının farkına varmalı ve kriterlerini tekrar gözden geçirmelidir.
Bülent Atamer (Helsinki Yurttaşlar Derneği): Şu an örgütüm adına konuşmuyor, kendi kişisel görüşlerimi dile getiriyorum. Öncelikle yargı sorununu bir yurttaş olarak nasıl anlayıp ifade ediyoruz, bu sorun kafamızda nasıl şekilleniyor bir bakalım: Yargıdan anladığımız adaletin sağlanmasıdır. Peki yargıyla ilgili bir sorunum çıktığında başvuracağım yer iyi bir avukat mı yoksa yakınım olan bir savcı mı olacaktır? İkicisini yapanları akıllı vatandaş olarak gördüğümüze göre sokaktaki vatandaşın görüşü yargının iyi işlemediğidir; ancak bu dile getirildiği anda bir devlet kurumuna hakaret etmekten dolayı suç işliyor olurum ve yargılanırım.O zaman bu meseleyi çözmek gerekiyor; ama yasayı değiştirince gerçekten sorun çözülecek midir? Bu yöntem de diğer mekanizmalar da sorunu çözerken açmaza düşürecektir.
Yargının politikleşmesinden anladığımıza bakalım: Eğer politikleşmeden anladığımız iyi bir şeyse yargının poltikleşmesi kötü bir şey değildir. Ben kendi adıma yargının politikleşmesini istiyorum, yargı süreçlerinde söz sahibi olmak istiyorum. Böyle olabilsin ki yargı şeffaf olabilsin. Ancak bunun yanında yargının beynime düşünce vaaz etmesinden korkuyorum. Yargı bu anlamda ideolojik olmamalıdır. Yargının ideolojisinden sıyrılmasını nasıl sağlarız? Bunu düşünmemiz gerekiyor.
Emrah Öner (İnsan Hakları Derneği)
Ordu ve yargı politik yaşam karşısında en büyük engeldir. Ancak bunlar kadar politika yapanlar da politikanın önünde büyük bir engel oluşturuyor. İktidarlar gelip geçti; ama darbeci anayasa hala durmaktadır. Değiştirmemek suretiyle anayasa siviller tarafından da onaylanmıştır. Şimdiki hükümetin yapmaya çalıştığı Kürt Açlımı da, Alevi Açılımı, Anayasa Açılımı da inandırıcılıktan uzaktır; DGM' lerdeki değişiklik tabela değişikliğinden başka bir şey değildir.
Tarihsel ve felsefi açıdan bakıldığında güçlü olan yani ordu devleti kurandır. Ordu ilk ilkel komünal topluluklardan bu yana her zaman devletle iç içe olmuştur. Modern devletlerde güçler ayrılığı benimsenmiştir. Bu da yasama, yürütme ve yargıdan ibarettir. Halbuki Türkiye’de buna ilaveten bir de ordu vardır. Modern devletlerde ise ordu görev alanı sınırlanmış, uzmanlaşmış bir yapılanmadır, TC ' de ise durum böyle değildir.
12 Mart' lara, 12 Eylül' lere bakıldığında ordunun bakışı malumdur: Korunması gereken toplum değil, topluma karşı devlettir. Ordu olaya böyle bakıp müdahale etmektedir. Askerler adeta bir siyasi parti olarak mecliste yer almaktadır. 27 Mayıs topluma bu bilinci yerleştiren en önemli tarihtir. Bazen yargı, bazen ordu bazen de siyasetin kendisi politikanın önünde engel olmuştur. Genelkurmay’ın yaptığını bazen HSYK, HSYK’ nın yaptığını bazen de siyasetin kendisi üretmektedir. Ordu ve yargının vasiliği devam ettikçe Türkiye’de demokrasi gelişemez.
Nesrin Semiz (Başkent Kadın Platformu):
Askerlik yapanlar bizim kendi evlatlarımızdır. Milletin bağrından çıkan bu ordu ise kendini milletinden ayırmış, en büyük ve en yüksek güç gibi davranmaktadır. Zamanında elde edilmiş güçleri geri vermek istemiyorlar; bu da çok doğaldır.
Hukuk olmadığı yerde kargaşa vardır; ancak sorunlara baktığımızda bu hukukun herkese eşit davranma görevini yerine getirmediğini görüyoruz. Hükümetler ise kendileri için olumsuz bir karar verilmediği sürece “Bizim keyfimiz yerinde.” diye düşünerek bunca hükümet değiştirilmesinin formülünün bulunmadığı için darbeci anayasayı onaylamış sayılıyorlar. Hükümetler ellerini taşın altına koymayıp, ancak kendileri yargılandığında kıyametler kopardığı için sorunlar ortaya çıkıyor.
Nasılsanız öyle yönetilirsiniz. Tüm toplum olarak bir zihinsel dönüşüm şarttır; artık kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemeyi öğrenmeliyiz. Herkes kendi istediğini, düşüncesini söyleyebilmeye başladığında ve bu söylenenleri karşılıklı olarak dinlemeyi başardığımız zaman bu sorunlar çözülecektir.
Sarp Balcı:Malesef Türkiye, demokratikleşme konusunda kendi grubundaki ülkeler göz önünde bulundurulduğunda bir geç kalmışlık yaşıyor. Demokratikleşmenin büyük dalgalarının sonuncusu 1990’ larda yaşanırken Türkiye’ de Kürt meselesi, İran’ da devrime paralel siyasal İslamın yükselişi ve peş peşe gelen iktisadi krizler 12 Eylül’ün ardından kurulmuş olan siyasal rejimi zayıflatmak bir yana güçlendirmeye yaradı. Bu geçkalmışlık da düşünüldüğünde tarihe takılıp kalmamak önemlidir. Ayrıca ünlü tarihçi Hobsbawm’ın söylediği gibi “geleneğin icadı” kapsamında siyasi irade kendisini meşrulaştıracak unsurları tarihten çekip çıkartmakta da zorlanmayacaktır. Mesele demokrasiyi güçlendirmek bu sürecin geliştirilmesini zorlamaktır.
Demokratikleşme konusunda siyasetçiler yıkıcı bir rekabet yerine ortaklıkları arttırıcı bir biçimde tavır geliştirebilirse bunun karşısındaki setler yıkılabilir. Siyasetçilerin arkasında kitleler ve beraberinde demokratik güçler olduğundan bu setler onlara karşı duramaz. Bunu Macaristan, Brezilya, Uruguay ve Güney Kore başardı, biz de yapabiliriz.
Burada katılımcılar adaletten ve hukukun tarafsızlığından söz etti. Halbuki hukuksal düzen adaletin araçsallaşmış hali olarak meseleyi teknik bir düzeye indirger ve hukuk her zaman taraftır. Tarafı da statükonun yanıdır. Bu statükoyu değiştirmek için birlik olunmalıdır; bir minimum ortaklıklar alanı inşa edilmelidir. Bunu yapamazsak korkarım çatışmalar derinleşecektir ve sorunlarını hep ileriye öteleyen bir toplum olacağız.
Nur Betül Çelik:
Ben de başlığa itiraz ediyorum. Bu başlıkla tartışmaya başladığımızda orduyu bir dördüncü erk olarak kabul etmiş, bu durumu meşrulaştırmış oluyoruz. En azından bu anlamda ordunun politika üzerindeki etkisini tanımış oluyoruz.
Parti temsilcilerimizi dinlemeye geçmeden önce buraya kadar yapılan konuşmalarla ilgili kısa bir toparlama yapmak gerekiyor. Öncelikle Sarp Balcı’nın sözünü ettiği TC' nin üzerinde kurulduğu üç korkuya iki korkunun daha eklenmesi gerektiği konuşmalardan çıkarabilir. İrtica, bölünme ve komünizm korkularına ek olarak bir de politika korkusu olduğu anlaşılıyor. Siyasal iradelerin gelenekten istedikleri unsuru çektikleri saptamasından hareketle TC' nin inşası sürecinde politika korkusunun gelenekten en sık çekilen unsur olduğu açık. Bu çerçevede konuşmalarda geçen “politik yurttaş” meselesinin önemi vurgulanmalıdır. Politikleşmeden korkmamak, yurttaşın politika ile olan ilişkisi tekrar gözden geçirmek gerekmektedir. Yine konuşmalardan anlıyoruz ki, bir de erkekliğini kaybetmekten korkan bir devletle karşı karşıyayız. Bu korku hem cinsel tercihi farklı olanlar için hem de kadınlar için ayrı ayrı problemler yaratmaktadır.
Abdülkadir Sarı (Türkiye Partisi): TC tarihinde ordu kendi görevi olan dış güvenliğin dışına çıkarak yurtiçi güvenlikteki konularda da kendi görevli sayıyor ve siyasette aktif rol alıyor. Bunu ordunun yönetime dört kez müdahale edişinde görebiliriz. Asker aynı zamanda iktisadi ve sosyal alanlarda da ayrıclıklara sahiptir; bu da Osmanlı geleneğinden miras alınmıştır.
Yargının siyasete müdahalesi ise siyasi parti kapatma şeklinde olmaktadır. Anayasanın dışında Danıştay da aldığı kararlarla siyasete istişare etmektedir. Bağımsız ve tarafsız yargı istemek yerine çağdaş ülkelerde işleyen hukukun standartlarını yerleştirmeye çalışılmalıdır. Burada görev siyasetçilere ve STK' lara düşmektedir.İnsanlar iyi bir şekilde aydınlatılmaldır.
Anayasayı bölük pörçük değiştirmek yerine tamamen sivil bir anayasaya geçilmelidir.Meclisteki siyasi partiler ülkedeki her bir kişiyi temsil edecek nitelikte olmalıdır; anayasa her bir insanı koruyacak nitelikte olmalıdır.Devlette “Nasıl daha iyi hizmet edebiliriz?” anlayışı yaygınlaştırılmalıdır; bu bağlamda herkes üstüne düşen görevi ve sorumluluklarını yerine getirmelidir.
İbrahim Binici (BDP) :
Türkiye'de uluslararası sermaye çıkarları askeri zor yardımıyla gerçekleştirilmektedir; çeşitli kurumlar da bundan oldukça memnundur. Ordunun toplum ve siyaset üzerindeki etkisi Türkiye' yi zora sokmaktadır. Ordu bombaların provakatif aktörü olarak halkı tehtid etmektedir.Genel Kurmay Türk halkına karşı ve onun üzerinde, onun canını yakan büyük güç olduğunu saklayamaz. Ordu siyasal yaşamın tamamen dışına itilmeli ve asli görevleri dışındaki işlere karışmamalıdır. Ordu savaşı yapar. Aslolan askeri zora başvurmadan, savaşmadan devlet çıkarlarının korunmasıdır.
Yargı bugüne kadar bizim için, Kürtler için siyasaldır. İstiklal Mahkemeleri Şeyh Said' i, Seyid Rıza' yı idam etmiştir. Şemdinli halkına yapılanlara bakılırsa burada hukuk mukuk yoktur. Şemdinli halkına bomba atanlara “iyi çocuklar” denilip beraat ettirilmiştir. 12 yaşındaki Uğur' u öldüren polisler “nefsi müdahale” denilerek beraat ettirilmiştir. Türkiye' de 1923'lerden bu yana yirmi milyon Kürt asimile edilmiş, yok sayılmıştır. Bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden demokratikleşme, demokrasi olmaz.
Sivil demokratik anayasa için %10 seçim barajı kaldırılmalı, siyasi partiler eşit koşullarda seçime girmeli ve devlet tarafından eşit desteklenmelidir.
Murat Alparslan (AKP):
Türkiye' de ordu kutsanmış bir peygamber ocağı gibi kabul ediliyor. Ordu milletin birlik ve beraberliğini koruma görevini üstleniyor. 28 Şubat öncesinde siyaseti kontorl altına almak isterken sonrasında da yönetime el koymayı ve ülkeyi yönetmeyi isityor. Bugün ordu yalnıca yürütmeye karşı sorumlu olan ve bunun dışında yürütmeyle ilgisi olmayan bir kurumdur. Böyle anlaşılması gerekir.
Yargının Türk Milleti adına karar verme yetkisi var. Milletin iradesi üzerinden bir egemenlik oluşturmaya çalışıyorlar. Yasama, yürütme ve yargının görevlerinin ve yetkilerinin çok sıkı bir şekilde belirtilmesi ve onların bu sınırlar içinde kalmalarını sağlamak gerekiyor.Anayasa değişikliği en kısa zamanda yapılmalıdır Bunun yanında bir zihniyet ve kültür değişimi şarttır. Bu da STK' larla ortak payda ve ortak şuur oluşturulma zemininde yapılmalıdır.
Ali Ersin Gür (Yeni Sol):
Her iktidar kendi hukukunu yaratır ve her hukuksal yaptırımın politik yönü vardır. Hukukun ve yargının politik olmadığı tespiti bir aldatmacadır.Doğaldır ki iktidar erkini elinde bulunduran güç, kendi iktidarını pekiştirmek ve kalıcı kılmak amacıyla birtakım kurallar koyar ve bu kuralları uygulayacak çeşitli kurumlar oluşturur. Konulan kurallar yasa, anayasa, kanun hükmünde kararnameler, tüzük, yönetmelik, genelge, yazılı veya sözlü emir vs. olarak adlandırılırken uygulayıcı merciler olarak da mahkemeler, ordu, polis, hapishaneler, hastaneler, okullar, siyasi partiler, tımarhaneler vs. şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Türkiye hukuk devletinden çok kanun devletidir. Hukuk devletinde idarenin bütün tasarufları yargı denetimine açıkken, Türkiye ' de bir sürü makama karşı dava açamazsınız. Bugün Türkiye bir darbeler hukukuyla yönetilmektedir. Sıkı yönetimin kaldırılmasıyla durum değişmemiştir; Devlet Güvenlik Mahkemeleri' nin yerine Özel Güvenlik Mahkemeleri getirilmiş ama tabela dışında hiçbir şey ve hiçbir kimse değişmemiştir.
AKP anayasayı makyajlayarak değiştirmiştir. Yapılması gereken darbecilerin yargılanması ile ilgili 15. maddenin değiştirilmesidir. Ergenekon davası sonuna kadar götürülmelidir. Bu ülkede bir adalet ve vicdan hareketi olmalıdır. Mevcut adalet sisteminde reform yapmak yetmez; devrim yapılmalıdır. Yeni sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa yapılmalı ve kanunlar buna göre uygulanmalıdır.
Fahrettin Dilekcan (Saadet Partisi):
Bu coğrafyadaki insanların hepsini kuşatan bir sistem kuramamışız. Bugünkü sistem tek tip insan yetiştirme gayesindedir, biz de milletçe kimlik bunalımı yaşamaktayız. Toplumsal olarak zihinsel karmaşa yaşıyoruz ve adalet duygumuz deforme olmuş vaziyette. Bu yapıdan kurtulmanın yolları var: Anayasa parça parça değil, herkesi kuşatacak bir tarzda olacak şekilde değiştirilmelidir. Bir anayasa meclisi seçilmeli ve bu meclis tüm yapıların, grupların temsilcisi olacak şekilde dizayn edilmelidir. Yargı millete hesap verecebilecek bir yapıda olmalı, ekonomik kurum ve kuruluşlar milletin iradesi tarafından denetlenebilir olmalıdır.15. Madde değiştirilmeli ve anayasa orduyle ilgili sorunları düzeltecek şekilde oluşturulmalıdır.
Nejat Kangal:
AKP demokratikleşme sağlayabilir mi diye düşünüyordum. Demokratikleşme diyorlar; ancak Kürt Açılımı, Kürt Sorunu ne oldu? İktidar olanlar hep aynı şekilde davranıyorlar. Yine gelecek parlementoyu beklememiz gerekecek çünkü aciliyetleri açısından gündemlerinde bu yok!
Kemal Ördek: MHP ve CHP iki toplantıdır burada yoklar, demek ki toplumu muhatap alan partiler değiller. İktidardaki bütün partilere baktığımızda muhatap almama sorununu görüyoruz. İbrahim Bey yirmi milyon Kürt' ün muhatap alınmadığını söylüyor. Tekel işçileri, Kürtler, Aleviler neden muhatap alınmıyor? Yapılan anketlerden cıkan benzer sonuclara gore farklı cinsel yönelime sahip insan sayısı her ulkenin %10 'u civarında. bu da Türkiye' de 7.5 milyon insan eder. AKP, bu kadar insanı muhatap almayacak mı? Almak adına samimiyetinizi göstermenizi bekliyoruz.
Abdülkadir Sarı:Biz bütün insanların bireysel / kültürel hak ve özgürlüklerinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını sağlayacağız.
Murat Alparslan:Çeşitli haklar verilerek Tekel işçilerinin maduriyetin önlenmesi amaçlandı; ancak siyasal rant hesaplarıyla Tekel işçilerinin talebi amacından uzaklaştırıldı.
Her türlü ayrımcılığın kaldırılması konusunda bu talepler somut adımlara dönüştürülmelidir. Bu konuda elimizden geleni yapıyoruz.
Bunun dışına Anayasa Kurucu Meclisi oluşturulması fikrine karşıyım. Bu meclise güvensizlik oluyor; farklı bir meclis çatısına ihtiyaç var mı? Farklı meşguliyet zemini aramak ve buradan farklı siyasal rantlar elde etmek istemek yanlıştır.
Fahrettin Dilekcan:Büyük Meclis Parlementosu gerçekten aranan tarzda bir anayasa oluşturursa tabiki destekleriz. Biz özgürlükleri sadece kendimiz için istemiyoruz. Örneğin birilerinin şarap şişesini kırmaya kalkan müslümanın tazminat ödemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sarp Balcı:Ordu ve yargı konusundan bir anayasa tartışması konusuna ve bu sorunu aşmaya yönelik bir iradeye gelinmesi bence çok pozitif bir durumdur. Önümüzdeki süreçte iktidarda olanlara yahut iktidara önümüzdeki seçimde geleceklere özel sorumluluk düşüyor. Onların birleştirici bir rol oynaması demokratikleşme yolunda müzakereler için zemin oluşturma açısından hayatidir. iktidarların gelecek eleştirilere karşı müsamahakar bir tavır geliştirmeleri de müzakerelerin başarıya ulaştırılmasında önemlidir.
Demokratikleşme sorunu zor bir sorundur. Sürecin merkezinde yer alan Parlamentonun meşruiyetinin güçlendirilmesi amacıyla %10 barajı, Siyasi Partiler Kanunu ve seçime katılan partilere kamu yardımı konularının demokratik bir perspektifle yeniden değerlendirilmesi uygun olur.
Pratik olarak bir yol haritası ihtiyacı varsa yapılacak olan bellidir. Avrupa Parlamentosu Raporu ve AB ilerleme Raporu ortadadır. Oradan başlamak işleri kolaylaştırır kanaatindeyim.
Ali Ersin Gür:Ordunun darbeci zihniyeti engellenmeli, Genel Kurmay Başkanlığı milli savunma iradesine bağlı olmalıdır. TSK İç Hizmet Kanunu' nun 35. maddesi kaldırılmalı ya da değişik biçimde düzenlenmelidir. Bir hukuk reformu olmalı, hakimler ve savcılar birbirinden bağımsız bir örgütlenmeye sahip olmalıdır. Kürt sorunu çözülmelidir; bu hem ekonomik hem de insani bir sorun olarak bir karadelik haline gelmiştir.
Murat Alparslan:Ali Bey' in katkıları değerlendirilmelidir. %10' luk baraj için çalışılabilir.
Ortak sonuç: Anayasayı değiştirmek ve bunu yaparken herkesi olabildiğince bu sürece dahil edecek kanallar oluşturmak gerekiyor. Sivil Anayasa olursa ordu ve yargının politikaya müdahalesinin önüne geçilebilir
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
+/- 50 STK, Akademi, Kanaat Önderi, Kişiler Telefon, e-posta ve kişisel görüşme yapıldı. Toplantı lobisinde TkMM broşürleri de verildi
b. Katılımcılarla
50 civarında kişiye ulaşıldı, 27 genel katılımcı katıldı. İHH, ÇHD, Ankara Çocuk Hakları Platformu, KADER, Kadın Koalisyonu, İHOP, TBB, Siyasal ve Kültürel Hakları İzleme Derneği, TGTCV, PDD, KAOS-GL, Etimesgut İl Gençlik Merkezi, YARSAV, TOHAV, TEPAV, Siyasal Ufuk Hareketi, Genç Siviller, Eşitlikçi Toplum için İzleme Derneği davet edildiler, katılım olmadı.
Demokrat Yargı, SETA, ASDER, Türkiye Barış Meclisi, AKDER katılacaklarını belirtmelerine rağmen katılmadılar.
Sonuçlar: Gerek moderatörün gerekse katılan birkaç Sivil Toplum Örgütü' nün toplantı başlığına ilişkin eleştirileri oldu. Ordu ve yargının aynı başlık altında olmasının sakıncalı olduğunu, medya algısının toplantı başlığına yansıdığını dile getirdiler.
Değerlendirenler: Oya Özden / Melodi Çakın