Yer: Kocasinan Belediyesi Meclis Salonu
Tarih: 06.02.2016
KATILIMCILAR
DERNEK,VAKIF VE GİRİŞİMLER
1. KAYSERİ GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR (Erol ÜNLÜ -Sekretarya)
2. MİLLET DERNEĞİ (Osman İKİNCİ- Yön Kur. Üyesi)
3. KAYSERİ ŞEHİT VE MUH. GAZİLER DERNEĞİ (Süleyman ÖZDEMİR-2. Bşk)
4. BİRLEŞİK KAFKAS DERNEĞİ (İzhan BAYKAL-Dernek Başkanı)
5. RİBAT EĞİTİM VAKFI (Habip KÜÇÜK- Yön Kur. Üyesi)
6. KAYSERİ GAZETECİLER CEMİYETİ (Demet ÖZTÜRK)
7. İLİM HİKMET VAKFI (Nevzat TERECİ)
8. KAYSERİ GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR (Ahmet TAŞ-Dönem Sözcüsü)
9. TEKNİK EĞİTİM VAKFI (Cafer BEYDİLLİ- Vakıf Başkanı)
10. SİVASLILAR FEDARASYONU (Mehmet SARIKAYA)
11. KANSER ARAŞTIRMA DERNEĞİ (Seyit KOCAKAYA)
12. YEŞİLAY (Osman ÖZENÇ- Yön. Kur. Üyesi)
13. MAZLUMDER (Dilaver GÖĞTAŞ)
14. MİMAR VE MÜHENDİSLER GRUBU (Hasan ARPACIK -Yön. Kur. Üyesi)
15. HİMAYEDER (Mehmet Emin ŞEKER-Dernek Başkan Yrd.)
16. TAÇCIOĞLU DERNEĞİ (Necla CEREN)
17. ENSAR VAKFI (Hayri ÖZSARAÇ-Vakıf Başkanı)
SENDİKALAR
1. TOÇ-BİR-SEN (Murat KUZKALE-Şube Başkanı)
2. EMEKLİ MEMUR-SEN (Ömer ÇAKIR-Şube Başkanı)
3. GENÇ MEMURSEN (M. Mücahit YILDIZ – Yön. Kur. Bşk)
4. EĞİTİM BİR-SEN (Abüdder ELBEY – Yön. Kur. Üyesi)
SİYASİ PARTİLER
1. MİLLET PARTİSİ (Mustafa TEMİZER- Yön Kur. Üyesi )
2. SAADET PARTİSİ (Duran SOYUĞUR -GİK Üyesi)
BELEDİYELER
1. KAYSERİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BŞK. (Nuri SELÇUK-Kültür Daire Başkanı)
KANAAT ÖNDERİ
YOK
MİLLETVEKİLİ
YOK
GÖZLEMCİLER
1. Yılmaz TEKER (Gözlemci-Öğretmen)
2. Yusuf SOYUĞUR (Gözlemci-Serbest Meslek)
3. Lutfi ÇETİNKAYA (Gözlemci-Emekli Müftü)
MEDYA
1. TV Kayseri
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve gözlemcilerden toplam 52 izleyici katıldı.
MODERATÖR: Adnan EVSEN
Kayseri küçük Millet Meclisinin Şubat Ayı Özel Konuğu Yakup Kadri KARABACAK
Kayseri küçük Millet Meclisinin Şubat ayı toplantısının özel konuğu, araştırmacı ve uluslarası ilişkiler uzmanı Yakup Kadri KARABACAK oldu.
6 Şubat 2016 Tarihinde Cumartesi günü Kocasinan Belediyesi Meclis salonunda yapılan toplantıya birçok sivil toplum kuruluşuna ait temsilciler, gözlemciler, siyasi parti temsilcisi, belediye yetkilisi, medya ve üniversite öğrencileri katıldı.
Özel Konuk Yakup Kadri KARABACAK: Kayseri’de birçok kurumu ziyaret etme şansı buldum. Özellikle şehrin entelektüel olgunluğundan son derece memnun kaldığımı samimiyetimle sizlere ifade etmek isterim. Değerli katılımcılar özgeçmişim çok ilginç bir özgeçmiş değil Türkiye’deki her genç gibi hayatta kalma mücadelesi içerisindeyiz. Ama çok mutlu bir işle meşgulüm. Sekiz yıldır TkMM’deyim. Yani kurulduğu günden bu yana TkMM il koordinasyonlu üstlenmiş bulunmaktayım. İzniniz olursa evvela TkMM’nın niteliğine vurgu yapmak isterim. Sunum daha yakın bir geçmişe projeksiyon sunuyor daha yakın geçmişten bahsediyor. Ancak Türkiye’de ifade özgürlüğünün 21. yy’daki pozisyonunun ve gücünün son derece tartışmalı olduğunu biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ten bu yana düşünce ve ifade özgürlüğü noktasındaki pratiklerinin çok da pozitif olmadığı galiba Türkiye’deki her yurttaş açısından kabul edilebilir bir tanımlama olur. Zaman zaman bu eğrinin yukarıya doğru yol aldığı pozitif dönemler yaşadık. Ama başta adı konmuş üç tane askeri darbe olmak üzere bizim bildiğimiz beş tane ve birçok darbe teşebbüsüyle beraber Türkiye’nin hem siyasal hem demokratik toplum yapısı defalarca bıçak yarası aldı. Ancak buna rağmen bugün tartışmaya konuşmaya devam ediyoruz. Konunun TkMM’ler tarafından bizi en çok ilgilendiren tarafı şüphesiz toplumun kendi içerisindeki bütün farklılıklarıyla birlikte düşünen ve ifade özgürlüklerine nasıl baktığına ait değerlerimizin erozyona uğrayıp uğramadığına ilişkin meselesidir. Takdir edersiniz ki bir çok siyasal kriz var. Bu krizlerin bir kısmı bugünde var. Bu krizlere siyasetin çözüm üretmesi için çeşitli mekanizmaları kullanıyoruz. Sivil toplumlar bu anlamda bütün bu siyasal krizlerin topluma ne derece sirayet ettiğine ilişkin aslında gerçeği görmemizi sağlıyor. En başta da ifade ettiğim gibi toplumsal olgunluğumuz tartışma becerimiz dolayısıyla sorunları çözme kapasitemiz de en yalın ifadeyle ortaya temel değerlerden bir tanesi. Siyaset ne yapar ne eder ayrı bir tartışma. Türkiye’nin siyasal serüveni geçmişi bir tarafa geleceği ne yöne eğrilecek bunu zaman içerisinde göreceğiz. Ancak siyasetin çözmekle mükellef olduğu bu krizlerin her zaman toplumdaki yansımalarında toplumda derin yaralar açtığına inandık. TkMM’lerin sekiz yıl öncesinde çalışmaya başlamasının en önemli nedeni de buydu. Toplumun bir araya gelmesini sağlayacak, farklı konuları tartışmasına imkan sağlayacak mekanizma görevi üstlenecektir. Farklı düşünceleri, duyguları, toplum birbirinin ağzından dinlemeye, bütün imkânsızlıklara rağmen TkMM kanalı ile çalışmıştır. Değerli katılımcılar sunum 2002 yılından bu zamana kadar olan kısmı yani AK PARTİ dönemine ait hatırlatmaları içeriyor. Ben konunun kapsamını genişletmek adına birkaç eklemeler yapmak isterim. Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün nereden nereye geldiği noktasında bu açıklamalar faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Ne zaman bu konuda bir mesele gündeme gelse benim aklıma istiklal mahkemeleri gelir. İstiklal mahkemelerinde sırf inancından dolayı idam edilmiş ve istiklal mahkemelerinin sembolü haline gelmiş olan İskilipli Atıf Hoca aklımıza gelir. Ancak ne yazık ki İskilipli Atıf Hoca yalnızca onun siyasal sitemlerini benimsemiş insanların aklına gelir. Diğerleri bunu çok fazla zikretmezler ve çok fazla hatırlatmak istemezler. Ama tam tersine hem darbe dönemlerinde hem de başka dönemlerde bu mağduriyetin tarafları olmasa bile sırf düşünce ve ifade özgürlüğünden yararlanamadığı için bu ülkede cezalandırılan devletin hışmına uğrayan yüzlerce binlerce insan olduğu belki aramızda bu hışımdan nasibini alan değerli dostlarımız katılımcılarımız da var. Yine sembol niteliğini taşıyan bu meselelerden bir tanesi aslında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevi yaptığı dönemlerde Sayın cumhurbaşkanımızın okuduğu şiirden dolayı hapis yatması meselesidir. Türkiye demokrasisi ve yargı sistemi şiir okuduğu için bugün cumhurbaşkanı olan kişiyi henüz 1990’lı yılların sonunda cezaevine yatırmıştır. Şiir okuduğu için, o iddianameye baktıysanız eğer başka herhangi bir suç yoktur. 1995’te Yaşar KEMAL Der Spiegel’e verdiği bir röportajdan dolayı DGM’de yargılandı. Aralarında Abdurrahman DİLİPAK’ın ve Şanar YURDATAPAN’nın da bulunduğu Türkiye’nin onlarca aydını bu röportajı, içeriğine katılsınlar ya da katılmasınlar, yayınladılar ve kendileri hakkında ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundular, Bizi de yargılayın diye dolayısı ile yargılama süreci sivil itaatsizlikle beraber akamete uğradı. Aynı girişim az önce örnek verdiğim sayın cumhurbaşkanımız için de yapıldı. Bugün bu hatırlatmaları aslında gönül rahatlatmak için yaptım. Sunum zaman sıkıntısı yüzünden bu konulara vermedi ama ben önemli gördüğüm için ifade etmek istedim. Buradan çıkacak sonuç şu: Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde siyasete egemen olan fikirler zaman aralıklarıyla değişebilir. Bu demokrasi serüvenleri askeri darbelerle kesintiye uğratılmıştır. Ama özellikle iktidarı elinde bulunduran karar vericilerin aykırı fikirlerle ya da muhalefetle olan ilişkileri her zaman problemli olmuştur. Şimdi bugün biraz cevabını aramaya gayret edeceğimiz soru bu olmalıdır: Acaba dün gerçek anlamda bu mağduriyeti yaşamış siyasal tercihler fikirler, bugün de başkalarını mağdur etmekte midir? İfade özgürlüğü bütün bunların üzerinde demokrasimizin kalitesini gösteren etmenlerden bir tanesidir. Bu tartışmaların yanı sıra yakın gelecekte yeni bir anayasa ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.
Hem Türkiye’de hem dünyada medyanın siyasal gücünün bu kadar artıyor olması hem siyaset aktörleri açısından hem de sivil toplum örgütleri açısından önemli bir tartışma meselesi olarak devam etmektedir. Türkiye’de belki çok yakında olduğumuz için fark edemediğimiz, ama demokrasinin 4. ayağının medya olduğu ve siyasal sistemde en önemli belirleyici aktör olduğu bilinmekle birlikte, Türkiye’de dünyada olduğu gibi medya, uluslararası yayın kuruluşlarına ait olanlar var. Bu bağlamda onlarından siyasal tercihleri olduğunu bilmekteyiz. Aynı zamanda siyasal iktidara yakın ve uzak medya organları da bir gerçektir. Ancak medyanın ne kadar şeffaf olduğu önemli bir tartışma konusu dün belki 1990’lı yıllarda medyanın Türkiye’de muhafazakâr kesimin yaşadığı problemler ile bir haber yapması gerçek anlamda birçok zorlukla karşılaşılmasına sebep oluyordu. O zamanlar bu manada yapılacak olan ya da yapılan haberler yüzünden susturulan ya da işinden atılan gazeteciler oldu. Bugün iddia odur ki iktidar kendi aleyhinde yapılabilecek bir haber neticesinde bütün gazete yazarlarını görevden aldırabilecek kudrete sahiptir. Bu iki örneği şu yüzden veriyorum: Yine farklı siyasal sistemler, iktidarlar; ama ortada kaybettiğimiz etik ve ahlaki değerler var. Demokrasinin en başından beri ortak değerler üzerinde inşa edilebileceğine kanaat ettim. Zaman zaman buna karşı inancımız sarsılsa da bugün karşı karşıya kaldığımız pratikler Türkiye’nin gelecekte rasyonel bir demokrasi oluşturabilesinin ancak bu ortak değerlerle oluşturabileceğini göstermektedir.
Değerli Katılımcılar;
Özel konuk olarak katıldığım Kayseri TkMM’nin amacı farklı düşünen insanları bir araya getirerek onların fikir alış veriş yapmalarını sağlamak ve bu düşünceleri de Ankara’ya taşımaktır. Burada bu konuda benim ne düşündüğümden ziyade sizlerin ne düşündüğünüz daha önem arz etmektedir.
Hayri ÖZSARAÇ (Ensar Vakfı Kayseri Şubesi): Ben aşırı özgürlükten yana sıkıntılıyım. Bunu ifade etmek istiyorum. ’’Harp hiledir. Öyle ki askerimizin, polisimizin ne zaman nerede ne yapacağı basında o kadar detaylı anlatılıyor. Bunun biraz daha kısıtlanması gerektiğini ve bunun da basına yapılan bir darbe gibi algılanmaması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Teşekkürler.
Mehmet Mücahit YILDIZ (Genç Memur-Sen-Kayseri Şube Başkanı): Basında özgürlük noktasında bizler biliyoruz ki her birey bir basın çünkü sosyal medya günümüzde çok aktif. Dolayısı ile eski basın tabirinden daha çok bireyleri konuşmamız gerekiyor. Eskiden basın dediğimizde saygılı, sınırlarını bilendi. Ancak günümüzde bireyler için içerisine girdiği için yerli yersiz her şeyi söyleyebilen kitle oluştu. Facebook, Twitter gibi sosyal medya organlarında sadece cumhurbaşkanına hakaretlerde dava açılabiliyor. Bu durumun sade bir birey içinde geçerli olması gerektiğini düşünüyorum.
Osman EKİNCİ (Millet Derneği Kayseri İl Temsilcisi): Vermiş olduğunuz bilgilerden dolayı teşekkür ediyorum. Şöyle bir ifade de bulunduğunuz buna aynen katılıyorum: Düşünce ve ifade özgürlüğü demokrasinin ve hukukun kalitesini ortaya koyar, çok güzel bir söz. Buna göre dünyada Freedom House |ve the Freedom of the press diye insan hakları örgütleri var. Buraya göre o zaman bizim karnemiz zayıf diyor ki bu raporda Türkiye 100 ülke üzerinde 65. Sırada diğer taraftan 180 ülke içerinde 149. sırada. Bunu yukarı çekmek için neler yapılabilir. İkincisi Kayseri’de yerel gazetelere Millet Derneği olarak yazı göndermekteyiz. Onlar bunu yayınlamamaktalar bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ahmet TAŞ- Kayseri Gönüllü Kuruluşlar Sözcüsü): Yakup Bey’e hoş geldiniz diyorum ve verdiği bilgiler için de teşekkür ediyorum. İnsanı yaratan cenabı Allah insana ayrı ayrı özellikler vermiş kavraması ayrı anlayışı ayrı iş yapması ayrı insanların farklı özellikleri vardır. Yetiştiğimiz çevre bizim kimliğimizin oluşmasında farklı farklı etkileri var. Dolayısı ile insanların farklı farklı düşünmesi, farklı farklı algılaması, farklı farklı iş görmesi daha doğal bir şey olamaz. Ama ilahi dinler ve ilahi olmayan dinler de bile insan tamamen başıboş bırakılmamıştır. Var git işine ne yaparsan yap dememiştir. İllaki bir kontrol ve disiplin olmuştur. Basın yayın hürriyetinin de tamamen serbest olmasına da şahsen ben doğru bakmıyorum. Darbe dönemlerinde de insanlar basın yayın yüzünden hapis yattığını biliyoruz. Altı milyon oy alan bir partinin de kapatıldığını hatırlamaktayız. Tabi bizde şöyle bir gelenekte var. Bizim toplumumuzda kendi gibi düşünmeyen birine haksızlık yapılırsa buna tarafsız kalmak, ama kendine yakın birine yapılırsa buna müdahale etmek gibi bir erdeme yakışmayan bir yaklaşımımızda var. O nedenle diyorum ki ben devlet bir dönem ülkücüleri tırpanladı, bir dönem solcuları, bir dönem İslamî düşüncesi olanları tırpanladı. Diğerleri hep seyretti. Sıra kendine gelmeyeceğini düşündü ama sıra ona da gelecekti. Doğru olan neydi? Haksızlık durumunda sessiz kalmamak müdahale etmekti. Son zamanlarda aslında 28 Şubattan sonra basın yayından dolayı mağdur olan bir sürü insan var. Bugün bu hukuka göre, ama bir anayasa değişikliğine göre bugün suç olan bir şey yarın suç olmayabiliyor, ben inanıyorum ki bugün ki anayasaya göre Adnan MENDERES ve arkadaşları asılmazlardı. Belki 80’lerdeki mağduriyetlerin çoğu yaşanmazdı. Belki 28 Şubat dönemindeki mağduriyetlerin bir kısmı da yaşanmazdı. O zaman yeni bir anayasa ve basın kanunu yapılmalı; ancak basın da başıboş bırakılmamalı. Devletin gizli sırları, genel ahlak ve genel sağlığa dikkat edici yayınların yapılmasına uygun özgürlükler verilmelidir. Kamu güvenliği, temel hak ve hürriyetlere uygun basın yayın yapılmalıdır. İktidara ya da muhalefete uymadı diye al şunu içeri at gibi düşüncelere de karşı durmalıyız. Adalet her zaman herkese lazım. Keşke yeni bir anayasa yapılabilse diyerek teşekkür ediyorum.
Nevzat TERECİ (İLİM HİKMET VAKFI): Üç darbe dönemi ve 1924 Anayasası üzerindeki değişiklikler gibi birçok şeye şahit olduk. Şu andaki mevcut gündemden de hiç düşmemekte anayasa değişimi. Mevcut partiler en az bir sene oturdular 60 madde üzerinde bir karar kıldılar. Benim düşüncem o dur ki iktidar partisine fayda sağlayacağı kanaati üzerine muhalefet partiler yan çizdiler. Şimdi de yine gündem de ama yaklaşımlar pek olumlu değil. Anayasanın ilk dört maddesi bizim kırmızı çizgimizdir değiştirilemez düşüncesi yanlış. Başta bunun tartışılıp değiştirilmesi gerekir. Zira her şey bunun üzerine bina edilmiş durumda. Niye korkuluyor ki anlamıyorum. Yani bu ülkede öncelikle bu dört madde çözülmeli ki etnik veya mezhepsel sorunlar çözülebilsin; Ancak ben pek ümitli değilim. Teşekkürler.
Yakup Kadri KARABACAK (TkMM Koordinatörü): Şu çok kadim bir soru düşünce ve ifade özgürlüklerinin sınırı ne? İki tane örnek vereceğim. Hatırlarsanız MİT tırlarının durdurulması hayli tartışma kopardı. Bugünde Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ve Ankara temsilcisi cezaevindeler. Etyen Mahçupyan’ın bu konuda bir konuşmasına şahit olmuştum. Biliyorsunuz ki bu operasyonu yapanların MİT tırlarını durduranların ve bu soruşturmaya izin verenlerin Cumhuriyet gazetesinin ve kolluk kuvvetlerinin neden bu soruşturmaya muhatap olduğuna dair kamuoyuna ait bir tartışma yok. Kamu güvenliğinin ihlal edildiğinin kısmı bizce budur. Tartışma bu ihlali kamuoyuna taşıyan gazetenin niyeti ne olursa olsun olay vuku bulmuş ve bu bakış açısını sağlıklı bulmaktayım. Düşünce ve ifade özgürlüğünün bu bağlamda sınırlayıcı bir mesele olduğunu ifade etmek isterim. Hatırlarsanız Taraf Gazetesi ilk yayına başladığı zamanlar tartışma çıkartıyor ve Ak Parti iktidarına karşı yapılacak olan bir takım darbe girişimlerini de ifşa etmişti. Mehmet Baransu bazı çevrelerce demokrasi kahramanı ilan edilmişti. Gazeteci olarak elinize gelen bavullardaki bilgilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını teyit etmeden yayınlamayı gazeteciliğin etik kuralları açısından tartışmalıyız. Ama bu Can Dündar için de geçerlidir, bu bilginin ona nasıl geldiği, neden yayınlamayı tercih ettiği, neden teyit etmeyi denemediği sorgulanmalı. Kendisi şunu diyebilirdi: bu haber siyasal kaygılarla bize ulaştırıldı, yayınlamamayı da tercih edebilirdi. Ama bu onu yayınladığı için müebbet hapisle yargılanmasına sebep olmalı mı? Bence güvenlik ve ifade özgürlüğü arasındaki tartışmaya zihin açıcı bir örnektir bu.
Siyasetin hiçbir zaman Türkiye’de sorunları kısa sürede ve esaslı çözeceğine inanmadım. Ama ezelden ebede kadar bu topraklardaki olgunluğun siyasetin yarattığı sorunları her zaman aşacağına da canı gönülden inandım. Bunun önemli beri değer olduğunu düşünüyorum, bu yüzden de sekiz yıldır bu işle meşgulüm. Bu coğrafyanın sağduyusu, birikimi siyasetin olumsuz yönlerini bugünü kadar engellemiştir. Biz uluslararası kurumların bizim lehimize bir şeyler söylediğinde bundan umutlanıyoruz ve mutlu oluyoruz. Ama eleştirdiğinde hep düşman ilan ediyoruz bu çok kolaycı bir şey. Yani bütün dünya bizim düşmanımız değil. Çıkarı bizim le uyuşan ya da uyuşmayanlar vardır. ABD ile bugün siyasal eğilimlerimiz daha yakındır ama yarın farklı olabilir. Ama uluslararası anlamda kredisi olan sivil toplum örgütlerinin yayınladığı raporlara çok da bu gözle bakmamak gerektiği fikrindeyim. Zira gerilemekte olan bu trend bütün dünya için geçerlidir.
Ben de ailem de akademi camiasında sohbetlere girme şansı buldum. Akademi camiasının başka bir dünya olduğunu ve çok problemli olduğunu da biliyorum; ancak akademisyenlerin açıkladığı metne katılalım ya da katılmayalım bu metni imzaladıkları için onların üniversiteleri tarafından işlerine son verilmesi ya da evlerinin aranmasına o akademisyenler layık mıdırlar? Yoksa Davutoğlu’nun en baştan dediği gibi fikre fikirlerle karşılık verilmesi gerektiği düşüncesi mi daha doğruydu. Bunun eksenin de bazı akademisyenler tarafından karşı bildiri yayınlandığını da bilmekteyiz.
Mustafa TEMİZER (Millet Partisi): Düşünce ve ifade özgürlüğünün topluma sağlaması gereken faydaların şunlar olduğunu düşünüyorum: Bir toplumda düşünce ve ifade özgürlüğü varsa o toplumda karşılıklı sevgi ve saygı oluşmalı. Bunların akabinde de gelişme görülmelidir. Ancak maalesef bugün ülkemize baktığımız zaman düşünce ve ifade özgürlüğünün ülkemizde olmadığına şahit oluyoruz. Birincisi devleti yönetmekle görevli kurumlarımızın içerisinde demokrasinin olmadığını parti içerisinde farklı düşünce kanaatlerini ifade etme özgürlüğü yoktur. Siyasi partiler kanunun getirdiği bir anlayış ile partilerimizde özgürlük diye bir şey olmadığını düşünüyorum. Dolayısı ile ifade özgürlüğünün amaçlarına ulaşılması yerine sanki toplumda kutuplaşmayı tetikleyici bir proje var. Toplumda sorunları çözmekle görevli olan kurumlar farklı düşünceleri kutuplaştırma görevi üstleniyorlarmış gibi düşünmekteyim. Ve bunu iktidarı ya da muhalefeti diyerek ayrım yapmıyorum. Ne yapılması gerekir, toplumda haksızlığın, adaletsizliğin toplumun bütünü tarafından zulüm olduğunun kabul edilmesi gerekir. O halde gelin bütün haksızlıkların karşısında dimdik duralım.
Süleyman ÖZDEMİR (Şehit Gazi ve Harp Malulleri Derneği.): Düşünce ve ifade özgürlüğü deyince birileri çıkıyor basın önünde bildiriler yayınlayabiliyor. Bu bildiri yayınlayanlara ben seslenmek istiyorum. Bölücü terör örgütlerinin gencecik evlatlarımızı dağlara kaçırdığı zamanda Diyarbakır’da anneler oturma eylemi yaptıklarında acaba orda akademisyenler biz sizlerin yanınızdayız diye neden bildiri yayımlamadılar. Yine bir askerimiz Diyarbakır’da eşiyle pazarda alışveriş yaparken haince kalleşçe ensesine kurşun sıkılarak şehit edildiğinde bu akademisyenler neredeydi? Ben 15 yıl silahlı kuvvetlerde görev yaptım. O bölgenin insanın ne çektiğini ve askerlerimizin vatanın bölünmemesi için neler çektiğini biliyorum. Ama onlar şimdi çıkıp demokrasi insan hakları ve özgürlüklerden bahsediyor. Çocuklarımızı dağa kaçırıp, insanların yolunu ve iş makinelerini yakıp yıkmak mı özgürlük? O akademisyenlere soruyorum neredeydiniz?
Ahmet İLHAN (Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi): Özgürlük konusu dünyada bir standarda kavuşmuş değil. Fikir özgürlüğü, medya özgürlüğü bütün dünyada tartışılıyor. Bunları bir tarafa bırakıp ülkemize dönecek olursak ülkemizde darbe ürünü olan bir anayasa var. Bu anayasaya göre hareket eden yargı ve bürokrasi var. Öncelikle bunu aşmamız gerekmektedir. İkinci olarak da medyanın aşması gereken sorunlar var. Neyin özgürlük olduğu neyin haber neyin hakaret olduğu konusunda kendi kendisini yargılaması gereken bir medyamız var. İnsanlara hakaret etmek özel hayatlarını ifşa etmek fikir özgürlüğü değildir. Bütün dünyada bu basın özgürlüğü kabul edilmeyen suçlardır. Üçüncü mesele de bizim uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerimizdir. Mademki bu kuruluşlara biz üyeyiz bu kuruluşları dikkate almamız lazım. Ama şunu da gözden kaçırmamız gerekiyor. İkiyüzlü davranıyor mu bu kuruluşlar evet davranıyorlar. Bunu da bilmemiz gerekir. Bunun yanı sıra kendi açılımlarımızı da onların uyarılarına gereksinim olmadan yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda anayasamızın bir an önce değiştirilmesi gerektiğini ifade etmek isterim.
Dilaver GÖKTAŞ (Mazlumder Kayseri Şubesi): Basın deyince Avrupa bizi eleştiriyor. Almanya’da İsrail’i eleştiren bir milletvekili çok büyük tepkilerle karşılaştı. Ancak bizim ülkemizde ki basın Avrupa’nın bu halini gördüğü halde samimi davranmamakta ve günden güne farklı davranmakta. Akademisyenlerden bahsettik. Onlarda gerçekten samimi değiller. Yeni Anayasa meselesinde de aynı samimiyetsizliğin olduğu düşüncesindeyim. Basın kuvvetler ayrılığında dördüncü kuvvete gelmekte değil mi? Biz basını birinci kuvvet yapacağız desek, bunlar kabul etmez. Neden deyin, doğruyu yazacaksınız, yalan yanlış şeyler yazmayacaksınız desek işte orada onlar yine kabul etmeyeceklerdir. Yani demek istediğim samimi değiller. Anayasada da 60 maddede anlaştılar, ama yine de bir uzlaşma olmadı sebebi samimi olmamalarıdır.
Murat KUZKALE (TOÇ-BİR-SEN ): Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanmalarını tartışmamız doğru değil. Çünkü mevzu bahis haberin paylaşılmasının yasak olması ve bunu onların bile bile haber yapmalarından dolayı örgüt kapsamında tutuklandılar. Biz burada bunların tutuklanmalarını değil de belki şunu eleştirebiliriz: Daha az bir ceza verilebilir miydi? Bu yasa kapsamında tutuklanmalarını tartışmamız doğru değildir. Çünkü beğensek de beğenmesek de ortada bir anayasa var. Medyanın özgürlüğü kapsamında Kayseri’de geçen aylarda üvey anne olayı yaşanmıştı. Ben bu tür olayların medyada olmasını doğru bulmuyorum. Haber olarak bunların değeri olabilir, ama görüntülerin yayınlanmasını doğru bulmuyorum. Basınımızın bu kadarda özgür olmaması gerektiğini ifade etmek istedim.
Yakup Kadri KARABACAK (TkMM Koordinatörü): Toçbirsen başkanımızın sorusuna cevaben: Yerel (Kayseri) basında çıkan haberler özgürlükten değil bence medyanın basın yayın ilkelerinden bigâne olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Can Dündar ve Erdem Gül yayın yasağını ihlalinden dolayı yargılanıyor olsalardı, bunun karşılığı müebbet olmazdı. Onlar terör suçundan yargılanmaktalar.
Necla CELEN (Taşçıoğlu Derneği): Can Dündar ile ilgili bizim göremediğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum. Gördüğümüz kadarıyla bunların müebbet hapisle yargılanmaları biraz abartılı. Çünkü bu onları kahramanlaştırdı. Bence zira onlar profesyonel yazar, gazeteciler bunlar. Devletlerin gizli yönlerini ortaya çıkartmak doğru değil ama cezalar da orantılı olmalıdır. İnsanların özel hayatları ile ilgili yapılan haberler asılsızsa en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Sanatçı Sezen Aksu’yu hepimiz biliriz. Kendisi hakkında yapılan asılsız haberler neticesinde bunu takip edip dava açmakta bu milletimiz için örnek teşkil etmelidir. Diğer konu bizler ne yapıp edip yeni bir anayasa için uğraş vermeliyiz. Sağcısı solcusu birleşmeli bu konuda.
Ahmet TAŞ- Kayseri Gönüllü Kuruluşlar Sözcüsü): 28 Şubat döneminde bir muhasebeci arkadaş şunu anlatmıştı: O dönemde benim mükelleflerimin defterlerini incelendiler, herhangi bir kusur bulamadılar. Sonra benim defterlerimi incelediler ve bir kusur bulamadılar. Kayseri yetkili biri o muhasebeciyi yanına çağırmış ve demiş ki sana ceza yazacağız. Hiç kusur bulamadınız dediğim halde, yukarı böyle istiyor dediler dedi. Beni de (Ahmet TAŞ) bir İslami gruptan dolayı yargılamışlardı. Hiç bir gerekçe yoktu, en son şöyle deniyordu: Sizin falanca gruba aşırı sempatti duyduğunuz tespit edilmiştir diye kınama ile cezalandırıldım. Ama devlet müşfik olmak durumundadır.
Dilaver GÖKTAŞ (Mazlumder Kayseri Şubesi): Yatağında yatarken şehit edilen polislerimizi neden söylemiyoruz? Sormak lazım akademisyenlere. Samimi değiller bunlar. Olan vatandaşlarımıza olmaktadır.
Mehmet ŞEKER (HİMAYEDER): Bir gazetecinin tutuklanmasına elbette karşıyız. Ancak Can Dündar o haberden sonra bir ödül aldı bildiğim kadarıyla. Bu işin arkası karanlık diye düşünüyorum. Arkasında desteği olan bir gazetecidir kendisi eğer suçu yoksa çıkarılacaktır. Akademisyenlerin görüşünü bildirmesi güzel bir olaydır. Ama onların bildirgesi önceden hazırlanmış bir bildirge mesela gözlemci istemişler. Bu istek oraya BM gelmesi ve oranın bölünmesi demektir. Bunu basından takip ediyoruz gördüğümüz kadarıyla bu doğru değildir.
Lütfi ÇETİNKAYA(Emekli Müftü): Basın insanları nasıl görüyor bunu bir örnekle ifade etmek istiyorum. Filistin’de bir kız çocuğu İsrail askeri tarafından vuruldu. Yaralı yere düşen çocuğu postalıyla defalarca başına vura vura eziyet etti. Türkiye’de ve dünyada bu elim olay medyada yeterince yer almadı. Ancak Paris’te bir kedinin öldürülmesi bütün dünyayı ayağa kaldırılıyor. Acaba Müslüman olduğu için mi bir hayvan kadar basında yer almıyor bu tür haberler.
Ortak sonuç:
1. Düşünce özgürlüğü engellenmemelidir. Ancak diğer şahısların özgürlük alanına müdahale edilmemelidir. Can Dündar ve Erdem Gül ile yapılan yargılamalar aşırı abartılı.
2. Medya özgürlüğü, toplumun genel ahlak yapısına ve bireylerin özel alanına girmemelidir.
Değerlendiren: Adnan EVSEN
Kayseri kMM Hamalı