Yer : Antakya Ticaret Ve Sanayi Odası
Tarih : 06.02.2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
Antakya Kent Akademisi Derneği (Nidal Kar -Yönetici)
Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği (Mevlüd Oruç-Yönetim Kurulu Üyesi)
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Hatay Şubesi (Cemile İzdem-Yönetici)
DOM-Der (Mustafa Karabulut- Başkan)
Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği (Prof.Dr. Nureddin Çolak- Yönetici)
İnsan Hakları Derneği Hatay Şubesi (Semra Berrak- Başkan)
Mazlum-Der (A. Hamdi Ayan-Yönetim Kurulu Üyesi)
Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV) Hatay Destekleme Derneği (Tahsin Rende-Başkan)
b. Meslek Odaları
Hatay Barosu (Av. Sinan Akgöl-Başkan)
Hatay Tabip Odası (Doç. Dr. Tacettin İnandı-Başkan)
c. Sendikalar
BÜRO MEMUR SEN (Abdülgani Kavukçu –Hatay İl Temsilcisi)
Katılan Milletvekilleri: Milletvekili katılımı olmadı.
Belediye Başkanları: Belediye Başkanı katılımı olmadı.
Mesaj Yollayanlar:
Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya; askeri ve sivil vesayet konusuna şahsen önem verdiğini ve bu toplantıya özellikle katılmayı çok istemesine rağmen Osmaniye’de Başbakan’la olan programa katılması sebebiyle, toplantıya katılamadığından dolayı üzüntülerini ve selamlarını bildiren mesaj yolladı. Bu mesaj dışında mesaj yollayan olmadı.
Moderatör: Sinan Akgöl, Avukat, Hatay Barosu Başkanı
Gözlemciler: SHP (Mustafa Köse- İl Başkanı)
Diğer Katılımcılar:
Lümeys Dede-
Mehmet Salmanoğlu
Tevfik Erkek
Medya:
Antakya Gazetesi
Atayurt Gazetesi
Hatay Gazetesi
Hatay Kent Gazetesi
Hatay Politika Gazetesi
Hatay Söz Gazetesi
Harman Gazetesi
Özyurt Gazetesi
Konular:
1. Genel Konu : Askeri Vesayet-Sivil Vesayet ve Anayasa
2. Yerel Konu : Türkiye-Suriye Arasında Vizenin Kaldırılmasının, Sosyal ve Ekonomik Açıdan İlimize Olumlu-Olumsuz Etkileri
Konuşulanlar:
Askeri Vesayet-Sivil Vesayet ve Anayasa
1.) Sinan Akgöl- MODERATÖR- (Hatay Barosu Başkanı); Bugün askeri vesayet sivil vesayet ve anayasa Türkiye’nin gündemindeki iki farklı konu ile ilgili bir toplantıda farklı görüşlerin ortaya çıkması muhtemel. Ben izlediğimiz videolardaki önyargıları ve ön kabuller konusundaki çekincemi ifade etmek istiyorum. Takdiri sizlere bırakıyorum.
2.) Semra Berrak; (İnsan Hakları Derneği Hatay Şube Başkanı); Gerçekten bir burjuva demokratik yönetimi isteniyorsa aslında halk egemenliği olmalı. Türkiye’de Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren önderler subay kökenli olmuş ve bu bizim yönetim anlayışımıza yansımış. Cumhuriyet tarihine baktığımızda hep askerler ön planda olmuş ve sanki sivillerden daha fazla bu ülkenin sahibiymiş gibi davranmışlar. Dönem dönem demokrasiye engel olmuşlar, darbeler yapmışlar. Cumhuriyet anlayışımızda zaman zaman militer anlayışlar, derin devlet, Ergenekon ortaya cıkmış. Bir türlü sivil demokrasi yerleşememiş. Biz sivil demokrasinin olmasını istiyoruz. İnsan hakları açısından ele aldığımızda, insanlar kendilerini yönetimde ifade edecek kurumları oluşturmalılar. Siyasal partilerini oluşturabilmeliler. Bu anlamda insan hakları açısından askeri vesayete karşıyız. Çünkü demokrasiyle askeri anlayış hiçbir zaman birlikte olamamıştır. Diğer taraftan sivil vesayet tartışmaları, yani AKP’nin tek partili yönetime doğru gidişi tartışılıyor. Buna da karşıyız. Eğer gerçekten demokrasiyi, insan haklarını savunuyorsak halk egemenliğinden bahsetmemiz gerekiyor. Vesayet halkın elinde olmalıdır. Yani askeri vesayet değil, sivil vesayet değil, halk vesayeti olmalıdır. AKP’nin açılım adı altında gerçekleştirmeye çalıştıkları tüm insanları umutlandırmıştır. Çünkü ayrımcılığın önüne geçilebilecek diye insanlar umut beslemeye başlamışlardır. Bu anlamda sivil bir anayasaya ihtiyacımız vardı. Sivil anayasa gündeme gelecek diye umut beslemiştik olmadı. 1982 anayasasının kaldırılması gerekiyor ve AKP’nin bu anlamda ikiyüzlü bir politika izlediği son dönemlerde ortaya cıktı. Açılımı gerçekleştireceğiz diye insanlara umut vaat ettiler, değişimden yana olduklarını ortaya koydular, insanları kendi yanlarına çekmeye çalıştılar; diğer yandan bir türlü 1982 anayasasını değiştirmeyip askeri vesayeti ön plana çıkarmaya başladılar. Ülkemizin demokratik kamuoyunun önderliğinde yeni bir Anayasaya ihtiyacı var. Her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırarak, Türkiyelilik kimliğiyle Anayasa yapılmalı ve halkın vesayeti oluşturulmalıdır. Emine Erdoğan’ın GATA’ya başı bağlı olduğu için alınması bir ayrımcılıktır. Her türlü ayrımcılık kaldırılmalı ve ayrımcılığın önlenmesi anayasal garanti altına alınmalıdır.
3.) Tahsin Rende; (Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV) Hatay Destekleme Derneği Başkanı); Kafa o kadar karışık ki renkleri birbirinden ayırt edemiyorsunuz. Sebebine gelince, 60 darbesini gençliğimizde kutlama törenleriyle geçirdik. 70 muhtırasını da keza üniversite yıllarında coşkuyla yaşadık. 80 darbesi de eski değil, o da zihinlerimizde heyecan yaratan bir darbe idi. Bugüne döndüğümüzde; yazılanlar, bunların bir tezgâh olduğunu anlatıyor. Bu durumda duygularınız nasıl olur? Yani askeriyenin siyaseti kontrol amaçlı toplum mühendisliğine soyunması, toplumu belirli bir istikamete yöneltmek istemesi korkunç bir şey. Bunların açığa çıkmasını temenni ediyoruz. Şu an ülkemizde tartışılan gündemin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet tarihinde ilk kez sivil anayasa çalışmasının yapılması, demokratik açılımın konuşulması fevkalade ciddi ve ülkemiz için yararlı olacağına inandığım düşüncelerdir. Ben bu düşüncelere toplumun tüm kesimlerinin destek vermesini temenni ediyorum. Fakat maalesef ilimiz sol eğilimli olmasına rağmen insanlarla konuşuyoruz; AKP’ye karşı oldukları için, bu fikrin AKP den geliyor olması sebebiyle reddedilmesi gerektiği görüşündeler. Oysa meseleyi hangi siyasi partinin getirdiği değil, ülkemizin öyle bir şeye ihtiyacı var mı yok mu önce onu bir görüp ondan sonra eksikti, yanlıştı demek gerekir. Gerek demokratik açılım, gerekse sivil anayasa çalışmalarına tüm kesimlerin destek vermelerini arzu ediyorum. Ülkemizin bunu aşması halinde ben bir ekonomik derneğin temsilcisi olarak ülkemizin çok kısa sürede dünyanın on büyük ülkesi arasına yer alacağına inanıyorum. Ve o nedenle en kısa sürede Kürtlerin de Türklerin de TC bayrağına saygı duyacak bir şekilde, anayasasına saygı duyacak şekilde yapılacak çalışmalara destek vermelerini temenni ediyorum. Aksi takdirde yapılacak çalışmaların amacına varmamasını ülkemiz açısından bir kayıp olarak görüyorum.
4.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi); Ülkemiz on yıllardan beri askeri vesayetle yönetiliyor. Ben askeri vesayeti insan haklarına, demokrasiye, özgürlüklere karşı eylemlerin odağı olarak ifade ediyorum. Askeri vesayet Türkiye gerçekliğine aykırı olarak Laik-Sünni-Türk elit beyaz bir kafa yapısı teşkil etmiş. Askeri vesayet Kürtlere, Araplara, Lazlara, Çerkezlere, Çingenelere, Ermenilere, Alevilere, Hıristiyanlara, Yahudilere, Sünnilere ve Türklere de, türbanlılara da karşı. Yani askeri vesayet devletin tabanı olarak hiçbir şey bırakmıyor. Bir tek kendisi var. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne en büyük darbeyi kendisi yapıyor. Çünkü herkese acı çektiriyor ve zihinsel olarak insanlar Türkiyelilikten uzaklaşıyor. Askeri vesayetin kaldırılması için uğraşanları desteklememiz lazım. Bu tür çalışmaların sivil vesayet ya da sivil diktatörlük olarak adlandırılması yanlıştır. Bunu yanıltma olarak görüyorum. AKP’yi sevmek sevmemek ayrı bir konu, desteklemek desteklememek ayrı bir konu. Türkiye askeri vesayetle devam edemez. Bana göre sivillerden kaynaklanan anti demokratik sivil dikta uygulamalar varsa bu da yüksek yargı organlarında, basında, siyasette, bürokraside bulunan askeri vesayetin uzantılarından kaynaklanıyor. Seçimle işbaşına gelmiş hükümetlerin rakibi asker değildir, rakibi meşru siyasettir. AKP ile meşru alanda mücadele etmeyi göze almak lazım. Askeri vesayete ve etkilerine son vermek için EMASYA protokolünün kaldırılması yeterli değildir. Bana göre milli güvenlik siyaset belgesi adı altında kırmızı anayasanın da kaldırılması lazım. Ülkemiz içerde ve dışarıda herhangi bir tehlike ile karşı karşıyaysa hepimiz bilelim ve hepimiz karşı duralım. Devletin ve hükümetin bakanları var. Herkes kendi görevini yaparsa Milli Güvenlik Kuruluna ihtiyaç yoktur. Vicdani ret hakkı tanınmalı, zorunlu askerlik kaldırılmalıdır. Zorunlu askerlik askeri vesayetin devamını sağlayan bir şeydir. 18–20 yaşındaki insanlarımızı dağa sürerseniz bu askeri vesayetin sürdürülmesidir. Askeri okullara öğrenci alma koşulları değiştirilmeli. Alevi, Kürt sülalesinde ne olduğuna bakılıyor, bu kıstasların değiştirilmesi lazım. Askeri vesayet buradan kaynaklanıyor. Askeri okullarda memleketi savunmak için paralı memur değil, müstakbel darbeci yetiştiriliyor. Askeri vesayeti besleyen asker ürünü olan önyargılar var hepimizde var. Mesela Türkün Türk’ten başka dostu yokmuş. Bütün dünya düşmanımız mı? Mesela ben Türk değilim Arabım ama Türklere düşman değilim. Biz asker milletiyiz, niye bilim milleti olmuyoruz da asker milleti oluyoruz. Bütün bunlar tek bir ırka dayandırılıyor. Türkler asker milletiymiş. Ben Arabım, Türkiye’liyim ben ne oluyorum? Asker milletin neyi oluyorum? Ölme ve öldürmeyle övünme zamanı değil. Biz ülke olarak yaşatmak ve yaşamak üzerine övünmeliyiz. Bütün dünya bizim dostumuzdur. Ülke olarak sivil, özgürlükçü, demokratik bir anayasaya ihtiyacımız var.
5.) Ahmet Hamdi Ayan (Mazlum-Der Yöneticisi); Ben diyorum ki Cumhuriyetçilik, Laiklik v.s. hiçbir ilke insan onurundan kıymetli değildir. Evet, ayrımcı bir siyaset var Türkiye’de ve askerlerimiz sürekli bir iç düşman dış düşman ekseni üzerinde olaylara bakıyor. Yani onlarda bizim insanımız ama bunları belirleme onların hakları değil. Burada siyaseti vatandaş üretir. Bu arada hemen bir argüman ileri sürülür bu argümanda nedir. İşte Hitler hareketi. Bugün AKP yi eleştiriyoruz ne için Avrupa ya yanaşıyor diye. Zaten içerde diktatörlük kurulduğu zaman bu nerde hesap verecek Uluslararası örgütler var. Onlara bağımlı bir hale geliyoruz. Bu kötü bir şey değil ki. 82 anayasası öz itibariyle gayrı meşru ve insana bakışı yanlış. Burada kutsanan bir devlet kavramı var diyor ki ikinci madde T.C. devleti ülkesi ve milletiyle, yani tek bir realite var TC devleti. Onun bir milleti, birde ülkesi var. Yani ülke ve millet ikinci pozisyonda. Şimdi bu bakış tarzıyla hazırlanacak bir anayasayla ne getirirseniz getirin Anaysa Mahkemesi iptal edecektir. Yani 367’deki hukuksuzluğu hatırlayalım ya da Tayyip Erdoğan’a verilen cezanın onaylanmasını, Hasan Celal Güzel’e siyasi yasak getirilmeyen maddeden başbakana yasak getirildi. Şimdi bu Anayasayla, bu yargı sistemiyle hiçbir yere varamayacağımız belli. Yani ben şundan tarafım Avrupa Birliği ekseninde oluşturulacak bir temel anayasa. Buna göre oluşturulacak kurumların hakemliğinde bir yere varacağız. Bu noktada John Stuart Mille’nin demokrasiye bir eleştirisi var: çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşmemesi. Ama o eserin yazıldığı yaklaşık 200 yıllık bir zamandan bahsediyoruz. Şimdi dünyayı bir bütün olarak düşündüğümüz zaman Avrupa Birliğinin sivil anaysa konusunda bize hakemlik edeceğini üzülerek söylüyorum. İç dinamikler buna müsaade etmiyor. Askerin tamamen elinin çekilmesi, isteyenlerin savaşması. Benim gibi savaş karşıtı bir adamı askere almak zaten bir insan hakkı ihlali. Yani evrensel ölçekte hak ve özgürlükleri garanti altına alacak bir anayasa çözüm olur diye düşünüyorum.
6.) Tacettin İnandı (Hatay Tabip Odası Başkanı); Vesayet sözcüğünü sorgulamak istiyorum. Vesayet askerin koruması mı? Siyasetin koruması mı? Bu anlamda ülkenin ya da hiçbirimizin ne askerin ne de bir başkasının korumasına ihtiyacımız var. Bunun en önemli güvencesi demokrasidir. Ama anayasa konusu önemli ve değişmesi gerekiyor. Bugüne kadar Türkiye sivil bir anayasa yapmakta zorlanıyor. İnsan hak ve özgürlüklerine dayalı kısa ve öz bir anayasa Türkiye için bir gereksinim. Yalnız bu süreçteki tek engeli asker olarak görmemek gerekiyor. Toplumdaki her bir kesimin yönetimde söz sahibi olması gerekir. Asker birey olarak yer almalıdır ama bu koruyuculuk anlamında değildir. Bu ülkenin vatandaşıysa asker olarak, emekli, çalışan olarak yaşayan herkesin ülkenin yönetimi üzerinde söz sahibi olmalıdır. Asker askeri konularda fikir beyan edecektir. Sağlıkla ilgili konularda nasıl ben fikir beyan edebiliyorsam, güvenlikle ilgili konularda o da kendi görüşlerini ortaya koyabilmelidir. Saygıyla karşılanmalı, dinlenmelidir ama demokrasinin temeli olan üç kuvvetin sağlıklı bir şekilde işlemesi lazım. Ne yazık ki düşmanlaştırma sadece askere özgü bir şey değildir. Türkiye’nin kültüründe vardır. Yani sadece asker iç-dış düşman yaratmıyor. Ben parti başkanlarını dinlerken her gün psikolojik şiddet yaşıyorum. Ayırım gözetmeksizin kendinden olmayanı düşman gibi yok etmek üzere konuşuyorlar. Bu kelimeleri hem ülkeden hem de uluslararası plandan geri çekebilirsek, yani yurtta barışı dünyada barışı öne çıkarabilirsek bazı şeyleri daha rahat başarabileceğimize inanıyorum. Anayasamız ihtiyaçlarımıza cevap vermiyor. İnsan hak ve özgürlüklerine dayalı bir anaysa oluşturulması gerekiyor. Kültürümüzde düşmanlık sözcüğünü azaltmamız gerekiyor. Demokrasiyi yaşatacaksak birbirimizi saygıyla karşılamamız gerekiyor. Türkiye’deki siyasetçilerde demokrasi bilinci gelişmemiştir. Siz yüzde doksan dokuzu da ele geçirseniz uluslararası hukukun üzerinde bir hak sahibi olamazsınız. Yani tek başına siyasetçilerin dediği olur mantığı yanlıştır. Temel hak ve özgürlükleri gözeterek, azınlıklarında söz sahibi olduğu bir ülke için uğraşmalıyız. Bunu yapmanın yolu nedir derseniz, demokratik örgütleri güçlendirmek zorundayız. Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası önemli bir engel. Bunları çözmemiz gerekiyor.
7.) Prof. Dr. Nureddin Çolak (Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği Yöneticisi); Genel kanı arkadaşlarımızın söylediği gibi askeri vesayet olduğu yönünde. Biz bu günlere kadar bunu yaşayarak geldik. Türkiye 1960’dan beri Zülfü Livaneli’nin sözüyle söylüyorum iyi çocuklarını öldürdü, kötü çocukların besledi. Yani özgür düşünceye, sola karşı ciddi bir direnç ve bunu ezmek için elden gelen yapıldı. Anayasayı değiştireceğiz diye ortaya çıkan gençler asıldı, ama anayasayı değiştiren insanlar bu ülkenin cumhurbaşkanı oldu ve yargılanamadı bile. Onların getirdiği anayasa biliyoruz ki demokrasi değil. Çünkü bu anayasayla bir toplum mühendisliği ulusal bir devlet, tek homojen bir millet oluşturma yönünde bir çaba vardı ama bu olmadı. Çok yasamız var ama bu yasaların hukuki olduklarına inanmıyorum. Çünkü zorla bizi bir yere kanalize etme yönünde hazırlanmış yasalar. Mesela YÖK yasası, 25–30 yıldır her gelen hükümet bunu değiştireceğim diyor dokunulmuyor. Anayasa da böyle işte. Herkes diyor ki 82 anayasası özgür bir anayasa değil. Sizlere soruyorum şu anda milletvekillerimiz özgür mü? Hayır, çünkü ben onu seçmiyorum o milletvekilini birinci sıraya koyan parti başkanıdır. Şimdi bir rektörlük seçimi düşünün biz hakkımızı kullanıyoruz seçim yapıyoruz. YÖK bu ilk altıya girenlerden istediğini seçiyor. İsterse bir oy almış olsun. Ve cumhurbaşkanı bunu atıyor. Şimdi bu bir yasa ama hukuki değil. Dolayısıyla şu anda bir anayasa yapılacaksa bence Türkiye’de yüzde bir oy potansiyeli olan bir partinin dahi söz hakkının olması gerekiyor. Üç partimiz var gurubu bulunan ve bunlar birbirlerine düşman gibi bizi strese sokan demeçler veriyorlar. Bir kere anayasa yapabilmek için özgür kafaya ihtiyacımız var. Seçim yasasının değişmesi gerekiyor. Siyasi Partiler yasasının değişmesi gerekiyor. Ama elde bunu tutan insanlar bunu bırakmıyor ki şimdi kafa yormamız gereken şeylerden bir tanesi toplum olarak bunları nasıl değiştirebiliriz. Bugünkü haliyle değiştiremeyiz. Bir kısır döngü söz konusu. Evet her 4-5 yılda bir seçim yapıyoruz. Ama benim istediğim seçim yok. İlköğretim müfredatına insan hakları ve demokrasi derslerinin girmesi gerekmektedir. Dünyanın merkezi sayılabilecek bir ülkede yaşıyoruz. İnsanların inançları ve etnik kökenlerini ikinci plana atarak insan olmanın erdemlerini ortaya koyan, her konuda birbirimizi anlayacak düzeye gelmek adına bir eğitim yapılması geleceğimizi sağlamlaştıracaktır.
8.) Abdülgani Kavukçu (BÜRO MEMUR Sen Hatay İl Temsilcisi); Anayasamız ülkemize dar gelmektedir. Yani bu elbise bu milletin üzerini giydirmemektedir. Bunda da hepimiz fikir birliği içerisindeyiz. Birde benim gözlemlediğim bir şey var. Bilenler bilmeyenler bu konuda yetkisi olanlar olmayanlar herkes birbirinin işine karışıyor. Herkes birbirinin sahasına giriyor. Askerin görevi güvenlik ama yönetimle ilgileniyor. Hükümetin görevi memleketi idare etmek, bazı olaylara karışıyor. Herkes kendi işiyle ilgilense, herkes kendi alanında yürüse, kimse kimsenin işine karışmasa, hoşgörü olsa, insanlar birbirlerinin dilinden, dininden, ırkından, eşarbından, açıklığından bahsetmese bence bu memleket çok daha güzel idare edilir. Çok daha güzel günler bizim olur. Hepimizin bir inancı var ama bir dünyada iki nazarya var biri Darwin nazaryası, biri Âdem aleyhisselam nazaryası. İnsanların ya Âdemden geldiğine inanacaksınız ya da Darwinden. O zaman Ademden geldiğine inandığımıza göre, neden birbirimizi yok aleviydi, yok Kürttü yok Laz, Çerkez, Çingeneydi. Herkesi insan olarak görmekte fayda vardır. Ve böyle olursa her tarafın süt liman olacağı kanaatindeyim.
9.) Mustafa Karabulut (DOM-Der Başkanı); Ben DOM sözcüğüne açıklık getirmek istiyorum Dom sizin deyişinizle Çingene ama biz bunu kabul etmiyoruz. Asırlar boyu Türkiye ve dünyanın her yerinde yaşarız. Türkiye’de 7-8 milyon civarındayız ama buna rağmen devletten bir destek almadık. Kendimizi bildik bileli hakarete uğrarız, dışlanırız. Manisa’da olan olaylar bir şey değil. Hiç kimse kendi memleketinden sürgün edilecek kadar ağır suç işlememiştir. 60–70 kişilik guruba devlet sahip çıkamıyorsa demek ki orada bir çatlak var. Ben siyaset yapma gücünü kendimde bulamıyorum. Biz insanız ama bize tepeden bakıldığı zaman bu bizim zorumuza gidiyor. Hırçınlaşıyoruz. Ne zaman bir suç işlense çingene mahallesindendir diye düşünülüyor. Bize valilik, belediye çok duyarsız kaldı. Benim üç yeğenim var Dom oldukları için iş sahibi olamadı. Kimliğini gizlemeden iş bulamıyorlar.
10.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı); Bu coğrafyada birlikte yaşayan bütün insanlar kendi sorunlarının çözüleceği bir yaşam biçimi isterler. Kısa tarihsel anekdotlar olarak anlatabileceğim dönemler vardır. Biri tek partili yaşam dönemidir. Tek partili demokrasimiz uzun bir süre aldı. O zamanın konjonktürü içerisinde çok partililikle az partililik arasında belki çok büyük sorunlar olmuyordu. Ama çok partili rejime girdikten sonra yani Menderes dönemine tekabül eden bir demokrasiyi düşündüğümüz zaman Menderes yönetebildi mi hayır yönetemedi. Çünkü askeri darbeyle bu görevi elinden alındı. Peki daha sonra bütün siyasi partilerimiz 70-71 e kadar yönetebildiler mi? Hayır yönetemediler. Çünkü yönetecek şartları ve yetkileri yoktu. Peki bugün %47 oy almış bir AKP yönetebiliyor mu? Hayır yönetemiyor. Tabii buna bir sürü şey söyleyebiliriz. Endişelerimizi söyleyebiliriz. Biz her partiyi beğeniriz beğenmeyiz hiç önemli değil ama seçimle gelmiş siyasi partiler bir rejimde eğer ülkeyi yönetmesi gereken haklarını kullanamıyorsa o zaman o demokraside sorun var demektir. Bunların beceriksizliğini toplumsal yapımızda ki çarpıklığa mı başka yerlere mi indirgeyebiliriz? Elbette hepsinin payı var. Ama birilerinde siz yönetemezsiniz, böyle bir ehliyetiniz yok deme hakkı varsa o zaman bunları kimin söylediğini bilmemiz lazım. Demokrasilerde eğer biz parlamentonun yüceliğini, önceliğini düşünecek olursak bu hak onlar da olmalıdır. Türkiye de siyasal rejimin vasilik, hamilik konusunda sorunları var. Bu sorunları aşmak gerekiyor. Demokrasinin artık evrenselleştiği bir yerde bu sorunları aşmamız lazım ancak bu sorunları aşarken asker düşmanlığı, bürokrasi düşmanlığı, siyaset düşmanlığı ve fert düşmanlığı, Kürt, Alevi düşmanlığı yaparak da aşamayız. Vatandaşına güvenen, herkesin rahatça kendini ifade edebileceği, özgürce kendi inanç gruplarını yaşayabileceği ve yaşarken de korkuların oluşmayacağı bir demokrasinin standartlarını bizim yaratmamız lazım. Türkiye’de bir vesayet rejimi var. Vesayet rejiminin içerisinde egemen olan koruyucu zihniyet var ve artık bu olmamalıdır. Çünkü artık bu olduğu müddetçe korkuların törpülenmediği bir yerde biz yaşayacak, çatışmayacak bir demokrasi oluşturamayız.
11.)Lümeys Dede (Eğitimci); Ben askeri vesayet konusunda çok endişeliyim. Balyoz, sarıkız, ayışığı. İnsanlarda bunların doğruluğu ne kadar endişesi var. Biz yolda giderken insanlar sorar hocam Askeri vesayetin Türkiye’nin üzerinde gölge etmemesi gerektiğine inanıyorum. Ama sivil vesayetten de ürküyorum. Yani şu anda referandum diyor AKP hükümeti. Ben referandumdan da ürküyorum çünkü okuma yazma oranı bu ülkede az. Askeri vesayet dediğimiz olayda ordunun saygınlığının giderek toplum içerisinde düştüğünü de gördük. Bu saydığımız sarıkız, balyoz v.b. hareketler yalan mı? Gerçek mi? Daha insanların kafası net olmadığı için en kısa zamanda umarım aydınlığa kavuşur. Herkeste netleşir. Ama bir an önce sivil toplum örgütlerinin de çoğalması gerekir.
12.)Mehmet Salmanoğlu (Sosyolog); Sosyoloji mezunuyum. Olaya o açıdan bakacağım. Şimdi T.C. devletinin kuruluşuna göz attığımız zaman yani ta ittihat ve terakkiden aldığımız zaman ülkenin o zaman ki dinamikleri sivil ve askeri bürokratlar seçkinciler dediğimiz iki sınıf vardı ve bu iki sınıfın eliyle T.C. devleti kuruldu. Ama tabi kurulurken belli ki biliyorsunuz bir savaştan sonra ve bir anlamda bir devrimden sonra kuruldu. Şimdi tabi devrimi yapan unsurlar kendi kural ve yasalarını koyarlar ve kendilerine uygun en mükemmel şartları koymuş olurlar. Fakat bir süre sonra toplum büyümeye başlayınca ve toplumun talepleri artmaya başlayınca, bu talepler doğrultusunda hakların gelişmesi gerektiği konusunu bir türlü kabullenmediler. İşte bunun adına statüko denir. Statüko toplumun gelişmesiyle beraber giderek değişir. Tabi bizim gibi bir ülkede bu daha çok sancılı oluyor. Bu toplumun gerçekten okuma yazması yoktu yüzde seksen doksanı köylüydü ama bu toplum ekonomik dinamiklerle birlikte yavaş yavaş kırsaldan kente gelmeye başladı ve kent nüfusu artmaya başlayınca ister istemez bu çocuk artık kendi rüştünü ispat etmek istedi ve burada asıl ben bunun sahibiyim vasisiyim diyen askeri vesayet bunu bir türlü kabullenmedi. Onun için ülkemiz dört müdahaleye maruz kalmıştır. Halk kendi rüştünü ifade etmiştir. Halk arenaya inmiştir. İyi kötü kırarak dökerek de olsa inmiştir. Bunu anlamak ve değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.
13.) Sinan Akgöl– MODERATÖR- (Hatay Barosu Başkanı); Bir durum değerlendirmesi yaptım ve toplumun bazı kesimlerine veya bazı düşüncelere ne kadar uzak olduğumu fark ettim. Uzaklık bilgi anlamında bilgi eksikliği anlamında yoksa o taleplere isteklere veya görüşlere karşı olup olmamak anlamında değil. Mesela Mevlüt beyin bir takım söylemleri var bir kısmına katılıyorum bir kısmına katılmıyorum ama dillendirdiği konular beni düşündürdü. Yani gerçekten farklı bir görüş ortaya çıktı. Onun için bu toplantılar en azından olaylara yaşanılanlara çok farklı pencerelerden bakma, insanların çok farklı görüşlerini dinleme imkanı verdi. Onun için bu toplantıların düzenlenmesinde büyük emeği olan meslektaşım Ekrem beye teşekkür ediyorum. Aynı zamanda sizlerle böyle bir ortamı paylaştığım görüş ve fikir alışverişinde bulunduğum içinde mutluluğumu kişisel olarak ifade etmek istiyorum. Görüşlerimizde farklılıklar osla bile bunu bir masanın etrafında konuşup tartışmak bunun içerisinden bir ortak akıla ulaşma çabamızın çok değerli olduğuna inanıyorum.
Yerel Konu– Türkiye-Suriye Arasında Vizenin Kaldırılmasının, Sosyal ve Ekonomik Açıdan İlimize Olumlu-Olumsuz Etkileri
1.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi);Suriye ile vizenin kaldırılması ve sosyal ve ekonomik olarak olumlu etkilerini sağlayabilmek için kendimce öneriler yapmaya çalışacağım. Birincisi Antakyanın sahili olarak adlandırabileceğimiz Samandağ sahilinden Suriye’ye, Lübnan’a veya Kıbrıs’a feribot seferlerinin yapılması gerekiyor. Gümrükten yük veya yolcu taşıması yapılması gerekiyor. Merkezi Antakya’da olan Ortodoks patrikhanesi var. Bu Antakya patrikhanesi, Şam patrikhanesi değil. Bu patrik Şam’da faaliyet yürütüyor. Patrikhane kapalı. Kendisi koşullar sağlanıp Antakya’ya getirilmeli. Yani Antakya da faaliyet yürütmeli. Araplardan buraya insanlar gelecek. Sağlık, Turizm, Eğitim, Bürokrasi, Yerel yönetimler sadece Hataylılara hizmet yapacak şekilde değil de Ortadoğu’dan gelen insanlara da hizmet yapacak şekilde organize edilmeli. Yerel yönetimler, Valilik, Kaymakamlık Arapça hizmet verecek kadroya sahip olmalı. Turizm polisi olmalı. MKÜ üniversitemiz var Arap ülkelerinden öğrenci kabul etmeli. Yani her yönden bu konuda yüzümüzü dönmeliyiz. MKÜ’ de Arap dili ve edebiyatı olmalı. Ülkemizin Ortadoğu’ya yönelik TV yayını yapması lazım. TRT sabayı açacağız dediler, daha açmadılar. Ben Arapça yayın dinliyorum. Lügatimi korumak için şimdi benim ülkem Arap yayını yapsın ve kendi ürettiğimiz ürünü Arap ülkelerine pazarlamak için reklâm ve pazarlama için bile bu TV yayının radyo yayının yapılması lazım. Trafik levhaları, broşürler, doğal turistik yerler, yerleşim yerlerini belirten tabelalar aynı zamanda Arapça harfleriyle yazılmalı. Mesela şöyle bir anlayış var Hatay’da yaşayan Araplar Suriye de yaşayan Türklerin mukabili olarak görülüyor yanlış. Ben T.C. vatandaşıyım ana dilim Arapça ama T.C. vatandaşıyım. Suriye’deki Türkler eğer haksızlığa uğruyorsa devletimle birlikte o Suriye deki Türkleri savunacağım. Ben Suriye’deki Türklerin karşılığı değilim kardeşim yani bu mantığın terk edilmesi lazım. Bu memlekette en iyi Arap asimile olan Araptır ve en iyi alevi inancını reddeden inkâr eden alevidir mantığı terk edilmeli. Ticaret ve Sanayi Odası gibi odaların bunu destekleyip kurs açması gerekir. Bu ekonomi aynı zamanda iletişimi gerektiriyor. Yani biz Suriye’den tercüman mı getireceğiz? Veya bu Arapçayı Bursa’daki adam mı öğrenecek? Burada herkesin ihtiyacı var. Belediyeler, Ticaret ve Sanayi Odası, TOSYÖV, Valilik herkes bu konuda düşünmeli ve kurs yerleri açılmalı.
2.) Sinan Akgöl- MODERATÖR- (Hatay Barosu Başkanı); Turizm konusunda Hatay valiliğine bir öneride bulunmak lazım.bu gelen yoğun ilişkilerin artışı karşısında hakikaten o tabelalarda Arapça da olamasın da inanılmaz bir fayda var. Bunu hem sayın Valime hem de gereken arkadaşlara da söyleyeceğim bu toplantıdan gelen bir öneri olarak ileteceğim.
3.) Tahsin Rende; (Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV) Hatay Destekleme Derneği Başkanı); Suriye 77-78 yıllarında biz potansiyel suçlu ve komşu ülkenin adamları gözüyle bakılırdık. Suriye ile ticaret yapanlar gözaltına alınıp, ülkeye girişlerinde sorgulanırlardı. Ne yaptın kiminle görüştün gibi. 95-96’larda bu had safhada idi. Türkiye’nin gündemine Hatay yerleşmişti. 28 Şubat sürecinde dahi MGK gündemine girmişti. Valimiz MGK ya davet edildi ve orada valimiz Utku Acunun düşünceleri alındı. Hatay’da neler olup bitiyor. O günde bize yapılan bu haksız önyargıya bir tepki olmak üzere 96 senesinde din ve insan konulu panel tertipledik. Açılış konuşmasında bize yapılan haksız önyargılara tepki olarak düşüncelerimizi ve bizimle ilgili düşüncelerden duyduğumuz endişe ve rahatsızlığı ifade ettik. Bu yetmedi yerel olarak ortaya koyduğumuz tepki daha sonra da TV kanallarında devam etti. Milliyetin bir manşeti vardı MGK toplantısının ardından. MGK da Hatay alarmı. Ne oluyor Hatay da? Valla memleket elden gidiyor. Oradaki Arap kökenlilere Suriye’den gelen kaynaklar toprak alıyorlar. Bugün geldiğimiz günlere bakıyoruz hakikaten arzu ettiğimiz güzel günler o nedenle hükümetin ve Dışişleri bakanının bu bağlamda yaptığı çalışmaları takdirle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum. Günün tabiriyle hepimiz asimile olduk. Aman biz sıkıntı yaşadık yeni nesil yaşamasın hepimiz yeni nesle ana dilini öğretmedik ve hepimiz bir kültürü katlettik. Affedilir bir yanımız yok. Bizim de Arap turizmine ihtiyacımız var ve bize en çok destek olacak olan körfez ülkeleri ve komşu ülkelerdir. Bu bağlamda komşularla yapılan vize anlaşması çok güzel bir başlangıçtır. Bizim Antalya’ya nazaran daha fazla zenginliğimiz var. Hem komşu, doğu ülkelerine yakınlığımız, kültür ortaklığı artı Hıristiyanlık açısından da bir inanç şehri olmamız. Bu sebeple tüm sivil topum kuruluşları olarak turizmi benimsememiz ve eğitime okuldan başlayıp barış, kardeşlik ve hoşgörü de Türkiye’yi aşmamız lazım. O nedenle tüm burada ki arkadaşların gayretine çalışmasına ihtiyaç var. Biz bunu yaparsak ilimizi ekonomik anlamda çok daha yaşanılır çok daha iyi bir konuma getirebileceğimize inanıyorum. Acıklı bir örnekle tamamlayacağım bu konuyu. Toplumun %15-20 si belki 30 u çevre ilçeleri de katarsak 40’a yakını Arap kökenli fakat bir Ortadoğu ülkesinden gelen bir heyeti karşılamak üzere yapılacak olan toplantıda bütün bu kitle içerisinden tercüman olacak derecede Arapça bilgisine sahip bir kişi yok. Geçmiş yıllarda oda olarak düzenlediğimiz bir toplantı da Reyhanlı ilçemizden bir arkadaşı getirmiştik. Başka bir organizasyonda da şimdi AKP milletvekili olan Fevzi Şanverdi katılmıştı. Durum bu denli üzücü boyutta. İnşallah önümüzdeki yıllarda bu sorun düzelir.
4.) Nidal Kar (Antakya Kent Akademisi Derneği Yöneticisi); Arapların kendi kültürlerini kaybetmesine yönelik bir şeyler söylemek istiyorum. Benim ninem Türkçe bilmiyordu sadece Arapça biliyordu. Babam Türkçeyi de Arapçayı da okuyup yazabiliyor. Ben Arapça okuma yazmaya dair bir şey bilmiyorum. Sadece anlayabiliyorum derdimi anlatabilecek kadar konuşabiliyorum. Bunun için ilerde çocuklarıma bunu aktarma şansım belki de hiç olamayacak. Yani kültürün kaybolması dilden başlıyor. Vizenin kalkması bence bunu olumlu yönde etkiler. Azımsanmayacak kadar bir Arap nüfusu var burada. Suriye ile her zaman ilişkiler vardı vize öncesinde ama bu sadece buradaki Arapların Suriye’deki akrabalarını ya da tanıdıklarını bayram ziyaretinden öteye gitmeyen bir ilişki vardı. Vizenin kalkmasıyla bu gidiş gelişlerin daha rahat olacağı tabi ki açık. Bu neye yarar öncelikle bu iki ülkenin yaşayış biçimini tanımaya yarar. Bu iki günlük bayram ziyaretlerinde olacak bir şey değil. Turizm yönüyle ya da insanların gidip Suriye’deki insanların yaşam kültürünü, edebiyatını, şiirini tanımamız, onların bizi tanıması hem iki halkı yakınlaştırmaya, hem Arapların kendi kültürünü korumaya yarar. Hem Araplardan öte burada yaşayan tüm insanlar için halkların kaynaşması için bunun önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.
5.) Ahmet Hamdi Ayan (Mazlum-Der Yöneticisi); Şu sevindirici artık hepimiz aynı dili kullanıyoruz. Özgürlük dili. Yani çok temel noktalarda uzlaşıyoruz. İnanç özgürlüğü, etnik kimlik, başkalarının hakkı yani bu sevindirici bir şey. Farklılıklarımız olsa da birbirimizi artık dışlamıyoruz. Birbirimize çok ters gözle bakmıyoruz. Suriye’ye gittim. Bir, bir buçuk gün kadar kaldım Lazkiye’de şöyle bir gezdik dolaştık tabi şimdi insan bir şeyler hissediyor. Düşündüm ya on yıl önce biz bunu hayal bile edemezdik. Yani Suriye her an Hatay’ı alacak işte muhaberat polis örgütü hemen tutacak, aman konuşmayın. Hiç kendimizi tedirgin hissetmedik. İşte çat pat Arapça konuşuyoruz. Kültürlerde birbirlerinden etkilenecek. Hani bizim gelişmemizde Almancılarımızın çok büyük katkısı var, gelip anlatırlar, polis şöyle olur, cadde şöyle olur, eleştiri getirirler. Oradan buraya gelen adamda temizlikle ilgili bir takım olumlu izlenimleri dönüp anlatacaktır. Yani birbirimizi geliştireceğiz belki orada arkadaşlıklar kurarak birbirini tanıyarak birbirine yardımcı olacağız.. Hem Hatay da bir şeyler oluyor, hem bölgemizde bir şeyler oluyor. Bunu tabi ki desteklemek gerekiyor. Birbirimize yaklaşıyoruz. Dileriz Ermenistan’la da İran’la da sorunlarımızı çözeriz. O zaman Türkiye bölgesel bir güç olacak. Şimdi ilginç bir şey var. Mesela Amerika dünya devi iki tane sınır komşusu var Meksika, Kanada dış ticaretin %40’ını onlarla yapıyor. Dehşet bir rakam bakın Eskimolara kadar Cola satan bir devlet ama % 40 komşularıyla ticaret yapıyor. Mesela Batı Almanya’nın komşularıyla sınır ticareti % 90. Bizde % 5-6 idi son verileri bilmiyorum bir ara % 10,5 a çıktığını düşünüyorum. Fakat bir Türkiye sempatisini de Suriye de görüyorsunuz. Bunu hiç hayal bile edemezdik.
6.) Semra Berrak; (İnsan Hakları Derneği Hatay Şube Başkanı); Benim söyleyeceğim ticaretle ilgili değil ama. Yine de bağlantılı. Şimdi bizde insan haklarında bir slogan var herkes farklı herkes eşit diye. Yani farklılıklarımıza rağmen eşit olabiliriz. Ben Arap değilim ama Arap kültürüyle çok içli dışlıyım. Bu bölgeye yaşamaya geldiğimde insanlar çocuklarına kendi dillerini öğretmiyor. Ben şaşırdım dedim zaten bunlar okula gidince Türkçeyi öğrenecekler. Siz niye kendi ana dilinizi öğretmiyorsunuz? Çünkü dil aynı zamanda kültürü en iyi aktaran araçtır. Eğer bir kültürü yok etmek istiyorsanız önce dilini köreltirsiniz. Çünkü sizin diliniz ve aktaracağınız şeyler çok farklıdır. Kendi diliniz olmadığı zaman kendi yaşam biçimini çocuklarınıza aktaramazsınız. Bu herkes için geçerli sadece Araplar için değil. Sonra bir kuşak bu bölgede Arapçayı bilmez oldu. Bunun temel nedenlerinden bir tanesi yazı dilinin olmaması. Yani sözel olarak konuşuluyor ama yazıya geçirilmediği için dil geliştirilemiyor. Bu yüzden şöyle bir önerim var. Bölgedeki Arapçanın geliştirilebilmesi için aslında Valiliğin organize etmesi gerekiyor. Arapçanın yazı dilinin öğretilmesi amacıyla pozitif bir ayrımcılık oluşturulabilir. Arapça kurslarının açılması gerekiyor.
7.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı); Suriye açılımı Hatay’daki Alevi Arapları çok ciddi ilgilendiriyor. Birkaç açıdan ilgilendiriyor ama bu küreselleşen dünyada açılımların bütünü çok önemli ve bunu mutlaka desteklemek lazım. Şimdi bunun ekonomik boyutu sosyal boyutu, kültürel boyutu, hukuki boyutu beraberinde gelişeceği için mutlaka bunu desteklemek lazım. İki örnek vereceğim 1980’de Bursa’da sorgulanıyordum. İşte Hatay, Alevi falan deyince önce böyle bir şaşırdılar. Bir tepki gösterdiler. İşte bir sürü hakaret. Daha sonraki yıllarda 85’lerden sonra Malatya cezaevinden çıkıyorum. Tekrar emniyete götürüyorlar. Giderken diyorlar ki nerelisin Hataylıyım. Arap Alevi misin lan? Diyaloglar hep böyle kabaydı. Diyorlar ki işte bu bilmem neyin çocuğu yarın Suriye’ye kaçar. Böyle bir tarihten geldik. Hatta bir kaç yıl önce savaşa kadar gidecektik. Bütün bunlar yaşandı. Bunlardan sonra bugünün yaşanır olması harika bir şey. Umarım siyaseten kurulan bu ilişkiler kurumsallaşarak devam eder. Türkiye’deki vesayet rejimi ile Suriye’deki vesayet rejimi benzer. Paradoksların oluşmasında Hatay Alevileri mağduriyeti vardı. Orada alevi bir vesayet rejimi var. Ve burada Türk vesayet rejimi var. Bu iki vesayet rejiminin aslında ikisinin de az günahı yok. Yani yaşadığımız tarihi biliyoruz ki, bizim ne kadar günahımız varsa Suriye’nin de günahı var. Bu açıdan günahlarında ortadan kalkacağı bir dünyaya doğru gitmek bu ilişkiler açısından da önemli. Dolayısıyla etnik yapıdan çıkıp insani boyuta, diplomasi boyutuna, uluslararası hukuk boyutuna taşınması açısından da Hataylı aleviler ve Türkler açısından Suriyeliler açısından da bu çok önemlidir. Ben bunu yürekten destekliyorum. AKP’nin bu açılımlarını AKP’li olmamama rağmen benimsiyorum. Çok doğru yapıyor. Bu tür ilişkilerin bütünü belki endişelerimizi ve korkularımızı beraberinde törpüleyecek. Türkiye’de herkesin bu benim ülkem, benim rejimim diyebileceği bir sürece kavga ederek savaşarak değil, farklı düşüncelerle, farklı projelerle birbirinin yerine eklemlenebileceği bir demokrasiye gidebiliriz diye düşünüyorum.
8.) Lümeys Dede (Eğitimci); Geçen Harbiye yolunda polis arkasında Hafız Esadın oğlunun resmi olan bir arabayı durdurmuş. Resim büyük olunca ben de durdum. Polis o kadar kötü şartlanmış ki önce Türkçe diliyle bunları bir güzel kalayladı ondan sonra onların Türkçe bilmediğini bildiği için oradan bir lokantadan iki kişi çağırdılar tercüman olsun diye. Yani önce bir kalaylaması dikkatimi çekti. Bak bir açılım var, vize kaldırılması var ekonomi canlanıyor niye böyle yaptınız. Ben bu yüzden polisin de eğitilmesinden yanayım. Polisimiz eğitilsin. Bu polisin kafası değişmedikten sonra bu açılım yapılmış yada yapılmamış önemli değil. Bazen alışveriş merkezlerinde de rastlıyorum Arapça bilen iki kız almışlar, onlarda Arapçayı tek tük biliyorlar. Mademki bu işte çok iddialıyız, eğitim verilmesi, okulların açılması lazım.
9.) Sinan Akgöl- MODERATÖR- (Hatay Barosu Başkanı); Bu karşılıklı ilişkiler, karşılıklı gidiş gelişle ortaya çıkan eksikliklerin tamamlanması yönünde hem Türkiye hem Suriye tarafında yetkililerin bir takım önlemler almasını, bir takım düzenlemeler yapmasını gerektirecek. Hakikaten bende Mevlüt Beyinde Semra Hanım’ın da ifade ettiği gibi, iletişimin temel unsuru dil olduğuna göre bu konudaki eksikliklerin ikmali yönünde sivil toplum kuruluşlarının marifetiyle bu konudaki görevlerini yerine getirecektir.
Öneriler: Mevlüd Oruç- Semra Berrak; Yerel konu olan Türkiye-Suriye Arasında Vizenin Kaldırılmasının sonucu olarak Arapça dilinin öğrenilmesi için Valilik, Belediye ve ilgili Sivil Toplum Kuruluşları tarafından Arapça okuma-yazma kursları açılması
Ortak sonuç: –
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
36 Sivil Toplum Kuruluşuna E-mail ve SMS ile ulaşıldı. Bazı katılımcılarla ayrıca görüşülerek çağrı yapıldı.
b. Milletvekilleri ile
Faks ve e-mail ve SMS ile milletvekillerinin tamamına ulaşıldı. Hatay’ın 10 milletvekillerinden hiç biri toplantıya katılmadı, sadece Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya tarafından mazeret bildirildi.
c. Katılımcılarla
E-Mail ile katılımcılardan konu istenmesine karşın katılımcılardan konu önerisi gelmedi.
Ayrıca toplantı gün ve saatlerinde; milletvekilleri gibi kendilerinin de mazeret bildirmemeleri ve o güne başka bir iş koymamaları, mazeretleri halinde yerlerine temsilci göndermeleri istendi.
d. Medya ile
E-mail adresi bulunan 40 ulusal ve yerel basın temsilcisine elektronik posta gönderildi. Ayrıca cep telefonu bulunan ulusal ve yerel basın temsilcilerine SMS ile davetiye ve toplantı duyurusu gönderildi. 8 yerel basın temsilcisi toplantıyı izledi. Basın ilgisi yönünden bu toplantı oldukça zengindi. Konu ilgi çekiciydi. Toplantı ile ilgili gazetelerde yer alan değerlendirme ve haberler çok olumluydu.
Sonuçlar: Toplantının yapılacağı yer olan Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Salonuna toplantı düzeni için geldiğimizde, salon bir önceki gün geç saatlere kadar süren bir kokteyl sebebiyle kullanılamaz vaziyetteydi. Toplantı için yer krizi ve telaşı içindeyken görüştüğümüz Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı kendi makam odasını büyük bir incelik göstererek kullandırdı. Bu davranış katılımcı ve toplantıyı izleyen basının olumlu görüp takdir ettiği bir davranıştı. Yine Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanının nezaketi ile katılımcılara yapılan içecek ve pasta ikramları ile yuvarlak masa toplantısı şeklinde geçen samimi, sıcak bir toplantı ortaya çıktı. Basının toplantıya olan ilgisi ve toplantıyı izleyip, notlarını ve gözlemlerini gazete haberlerine aktarması doyurucuydu. Yer ve sandalye yetersizliği sebebiyle, düzenli olarak milletvekillerine ayırdığımız ve isimlerini yazıp boş bıraktığımız sandalyeler bu kez yoktu. Buna karşın toplantıyı izleyen basın sanki sandalyelerimiz var ve isimleri üzerinde yazılı ve boş olarak duruyormuş gibi değerlendirme yaptı.
Değerlendirenler: Ekrem Dönmez- Hatay KMM Hamalı