YER: Cezayir Toplantı Salonu
TARİH: 06 OCAK 2019
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1/ DSKG (Şanar Yurdatapan)
2/ İnanç Hürriyeti Derneği (Vasfi Kösebey)
3/ ASSAM (Gürcan Onat)
4/ İstanbul Platformu (Ali Faik Aydın)
5/ İstanbul Hepimizin (Şahin Tekgündüz)
6/ Kontrgerillaya Karşı İnisiyatif (Faik Güleçyüz)
7/ Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
8/ Şahlanış Hareketi (Murat Altun)
SENDİKALAR:
MESLEK ODALARI:
MİLLETVEKİLLERİ:
İZLEYİCİ: 2
ÖZEL KONUK:
MODERATÖR
Yakup Kadri Karabacak
GENEL KONU: Bir yılın tortusu; 2018'de Türkiye
KONUŞULANLAR:
Yakup Kadri Karabacak: Değerli katılımcılar önümüz yerel seçimler. Şubat ve Mart toplantılarımızı yerel seçimlere ve adayların davetine ayırmış olacağız. 2019’un ilk toplantısına başlayalım.
Faik Güleçyüz: Beni bilhassa ilgilendiren Suriye konusu hakkında konuşmak istiyorum. Afrin’e Türk askeri girdiğinden beri karşı çıkan bir insanım. Bunu yanlış buluyorum. Türk askerinin Suriye’de olmasının ülkemize hiçbir faydası yok. Ben bir asker gözüyle söylüyorum bunu. Mustafa Kemal’in bir lafı var mecbur olmadıkça savaş cinayettir diyor. Bu adamlar savaş meydanlarından gelmiş insanlar, boşa konuşmuyorlar, yaşadıklarının sonucunda bunları söylüyorlar. Kurtuluş Savaşı bitti ve ne dedi M. Kemal yurtta sulh cihanda sulh. Ben Türk askerinin bugün Suriye’de bulunmasını yanlış buluyorum bize hiç bir faydası olmayacaktır insanlar boşuna ölüyor.
Hüsnü Adalı: 1milyar insanın gece yatağa aç girdiği 20 milyon çocuğun öldüğü dünyada bol para, mutluluk, huzur dilemeyi çok ahlaklı bulmuyorum. Bunun yerine daha gerçekçi şeyler önereceğim. Sivil toplumlu, gerçekçi iyimserlik içinde, yapıcı mücadeleyle dolu bir yıl dilerim hepinize. Ragıp Duran’ın bir lafı var kurt kuzuyu yerken tarafsız kalmak kurdu tutmaktır.
Fatih Portakal değerli bir gazeteci ve vicdanlı bir insandır, Selahattin Demirtaş düzgün bir insan ve kaliteli bir siyasetçidir, Osman Kavala idealist bir insan ve büyük bir sivil toplumcudur, Metin Akpınar büyük bir sanatçı ve entelektüeldir. Hiç biri müsvedde değildir, kem söz sahibine aittir. Hayatımıza değer katmış insanlardır ülkelerine siyasetçilerden daha fazla katkıda bulunmuşlardır. Bu arada Ahmet Altan’ı unutmayalım 10 Eylül 2016’dan beri hapiste protesto ediyorum. Kenan Sofuoğlu’nun emir erlerim paylaşımlarını görmüşsünüzdür. Bir özür dileme, mahcup olma, utanma yok. Ne oldu muhafazakar camianın manevi değerlerine, utanma duygularına.
Binali Yıldırım meclis başkanlığından istifa etmeden aday olabiliyor bunu hatırlatayım bu bir suçtur. Son yıllarda çok söylediğim bir sözü hatırlatacağım burada maalesef Sadi Şirazi diyor ki ; bir hükümdar haksız yere köylünün bir yumurtasını alsın, adamları bütün tavuklara el koyar. Türkiye Ak Parti’den ve sağ iktidarlardan yoruldu. Ekonomi, çevre, doğa, toplumsal barış, adalet, insan hakları, demokrasi, vicdan, ülke yoruldu. Arkadaşlar tespit yapmak, yorum yapmak suç değildir. 209 Nisan 2017’den beri vikipedia girilemeyen bir ülkede yaşıyoruz. Ak Parti, MHP, BBP, Perinçek kabus koalisyonu. Barış demek ülkede yasak. Savaşa hayır diyenler neredeyse taşlanacak. İnsanlar neden ülkesini terk ediyor? Suriye’de iç savaş var, peki Türkiye’de ne var? Dünyanın ve Türkiye’nin liberal, laik ve sol değerleri savunan, barışçı, ötekileştirmeyen, dini ve milli değerleri sömürmeyen siyaset ve siyasetçilere ihtiyacı var. Güçler ayrılığı tesis edilmeli, tüm toplumun katılımı ile yeni bir anayasa yapılmalı, seçim barajı kalkmalı, siyasi partiler yasası değişmeli, parlamenter sisteme dönülmeli, ademi merkeziyet tekrar tesis edilmeli, farklı coğrafyalara sahip çok çeşitli etnik grup ve kültürlerin olduğu bir ülke merkezi sistemle yönetilemez tek adam sistemiyle hiç yönetilemez. Birey olarak ne yapabiliriz? Norveçli bir kişi ortalama 7 sivil toplum örgütüne üye. Sivil topluma katılalım görev alalım mücadele edelim. Gerçekçi, iyimserlik ve yapıcı mücadele dolu bir yıl diliyorum.
Düşündüğünü söylemeye korkan kişi düşünmekten de korkmaya başlarmış, düşündüğünüzü korkmadan söyleyin arkadaşlar.
Şanar Yurdatapan: Faaliyetlerimiz gereği her hafta ifade özgürlüğüne ilişkin bülten çıkarıyoruz. Ayda bir de ayın özetini çıkarıyoruz, iki dilde. Özellikle yerli ve yabancı basın mensupları ve de politikacılar için de yararlı olan bir şey. Diplomatlarda çok ilgi gösteriyor çünkü her gün bir şeyler oluyor ve bunları derli toplu bir yerde görebiliyorlar. Bir de yıllık kitap çıkıyor. İnanın her gün içinde yaşamakla birlikte hepsini yan yana görünce yeniden yeniden tüylerim diken diken oluyor. Herhalde aynı duyguyu sizde paylaşıyorsunuz. Bunun adı faşizm. Böyle bir dünyada yaşıyoruz böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz. İfade özgürlüğüne ilişkin şeyler var her biri hayatın bir parçasıyla ilgili. Ekmeğinizin azalmasına itiraz edip bir gün gösteri yapmaya kalktığınızda pat diye karşınızda buluyorsunuz ifade özgürlüğünü engelleyen maddeleri. Ama yine de Türkiye’yi en derinden etkileyen olay hep bıçak sırtında yürüyen, hep sıcak para varsa var olan, ama onun da cömertçe harcandığı bir sistemin çöküşü oldu. Gerçek olan şu, ekonominin bu şekilde idare edilmesi mümkün değil. Farkındaysanız para bulmaya uğraşıyorlar. Bunları cömertçe harcarken aklınız neredeydi? Zaten olağanüstü şartların avantajlarıyla buraya kadar gelen Erdoğan, kendini seven insanların kalbini aslında buradan kaybedecek, düş kırıklığı buradan gelecek. Çünkü istediğiniz kadar medyayı elinize geçirin, aksi iddia edeni hapse tıkın sonuçta insanlar pazara gidiyor çarşıya çıkıyor. Hayatı negatife doğru gittikçe bunu bu şekilde tutmak mümkün değil. Medya tamamen ele geçirilmiş durumda internet üzerinde biraz hayat devam ediyor gibi ama haklarında açılan dava sayıları da taze taze meşgul olduğum için hakikaten korkunç. Meşhur 299. Madde cumhurbaşkanına hakaret, eleştiri hakaret addediliyor. Göze çarpan iki şey var; Türkiye’nin 3. büyük partisi hapiste partiye el konulmuş durumda hareket edemez hale getirilmiş. Binlerce üyesi içeride. İkincisi; yargının tamamen teslim oluşu artık çığırından tamamen çıktı. Evren dönemini aratacak hale geldi. Mesela Ayşe Çelik davası bunun çok güzel bir örneği. Ayşe Çelik söylediği bir takım laflardan dolayı yargılandı ama onlardan dolayı mahkum olmadı. Söylemediklerinden mahkum oldu. Kararda, işte bütün bunları PKK’nin yaptığı ortadayken bunlardan hiç bahsetmeyip şunu söylemek…
Şahin Tekgündüz: Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız geçen yılı veciz bir şekilde ifade etmiş ve tanımlamış. Diyor ki yolsuzlukların ve yasakların olmadığı bir Türkiye inşa ettik.
Goebbels’in nasihatlarından birisi; yalanı o kadar büyük söyleyin ki daha inandırıcı olsun diyor. Dolayısyla Goebbels’in bütün nasihatlarını birebir uyguluyor eksiksiz. Bu onlardan birisi.
Bir taraftan da bunu şunun için yapıyor; en masum en küçük demokratik eylemleri bile şiddetle bastırıyor. Çünkü yol olur diye korkuyor.
Önümüzdeki seçimleri yerel seçim olarak görmüyorum. 4 parti merkezinden Türkiye’nin paylaşılması operasyonudur. Seçmenin inisiyatif kullanmasına izin verilmiyor. Tepede oturanlar ülkeyi paylaşmak isteyen dört beş lider sözüm ona şurası senin olsun burası benim olsun tam bir Kayseri pazarlığı içerisinde ülkeyi paylaşıyor. 2019’un daha vahim olacağını düşünüyorum. Bunun bir nedeni de ekonominin seçimlerden sonra bataklığa saplanacağı gün gibi aşikar çünkü bütün kaynaklar seferber edilmiştir seçim için. Mümkün mü asgari ücrete zam? Çünkü seçim var. Kesenin ağızı tümüyle açıldı. Mahfi Eğilmez değerlendirmesinde bütün kaynaklar sadece seçime yöneltildi diyor. Bunun bedelini bu toplum ödeyecek dolayısıyla 2019 daha vahim bir yıl olacak ve baskılar da bu nedenle daha fazla artacak.
Murat Altun: Önümüzde bir yerel seçim var. Bu köprüden önce son çıkış. Türkiye dönülmez bir yola giriyor, bu dönülmez yola girerken otobüsün şoförü muavini değil otobüste ki herkes zarar görecek. Türkiye çok hoşgörüsüz yoksulluğun yolsuzluğun ahlaki çöküntünün hızla arttığı ekonomik sorunların had safhaya çıktığı bir ortama döndü. Suriye hadisesi 2010 larda oraya geleceğiz namaz kılacağız Esad katil Esad gidici abukluğuna girilmeseydi 900 km sınırda bir yerleşke kurulmuş olsaydı bu kadar kan akmazdı. Bakıyoruz Taksim Meydanı’nda Suriye kökenli savaş kaçkını tosuncuklar Suriye bayrağı açıyorlar. Bayrağınızı bu kadar seviyordunuz da niye yurdunuzda kalmadınız? Bu son derce ayıptır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Suriye bayrağı sallayarak yılbaşı kutlamak nargile kafelerde nargile tüttürmek son derece yanlıştır. Ben etnik ayrımcılığa ırkçılığa karşı bir insanım bu ırkçılık değil, bu Türk ulusuna ve Türk halkına yapılmış bir hakarettir.
Gürcan Onat: Geçen yılın ve ondan önceki yılların tek başarısı bence küçük Millet Meclisleridir. Bu kadar farklı düşüncedeki insanı birbirlerine saygılı bir şekilde hiçbir yerde bir araya getiremezsiniz. Bunu bir tek küçük Millet Meclisleri başardı. Bunun için çok kıymetli bu bütün Türkiye’ye de örnek olmalı. Biz birbirimizi dinlemiyoruz. Herkes sadece kendi düşüncesini aktarmakla halkı etkilemekle meşgul. Kürt sorunu ne olacak? Hala belirsiz. Şunu biliyorum ki en soldan en İslamcıya kadar artık bizim Kürtlerimizin kafasında bir Kürt devleti oluştu. Ben bunu açıkça ifade ediyorum. Kürt devleti istiyorlar. Bu konuda en soğuk duran İslamcılardır, ümmet bilinci ile hareket ettikleri için onlar bütün Müslümanlar bir araya gelsin diye düşünür, ama şu anda inancını yaşamaya çalışan Kürtler de ya sen nasıl kardeşsin, böyle kardeşlik mi olur sen kardeşinin devleti olmasını istemiyor musun? Dünyada bütün ulusların devleti var bırak kardeşinin de bir devleti olsun diyor. Bu konuda Türkiye’de ne olacağı belirsiz. Devlet isteyen Kürtler var bun biliyoruz, peki Kürtlerin dışında Türkiye’de yaşayan bütün uluslar bu konuda ne yapacaklar? Bu belirsiz kafamda oturtamadım bunu. Dünyanın beşten büyük olma meselesi çok önemli. Biliyoruz ki hala dünyayı bu beş idare ediyor. Buna alternatif olarak biz ne yapacağız? Yapmalı mıyız? Yapmaya kalktığınızda bu beş anında müdahale ediyor. Hangi görüşte ve inançta olursa olsun bu topraklarda bir ekonomik kriz olursa hepimiz etkileneceğiz. 2019’da bizi böyle bir şey bekliyor gibi geliyor bana. Ben de bu konuda endişeliyim. O halde hepimiz ne yapalım diye düşünmemiz lazım. Suriye’de bu savaşın bitmesin istemeyenler de bunlar bence.
Faik Aydın: Yılbaşı öncesi milli piyango bileti satılıyordu bana bir yorum sordular bende Türkiye’ye bu halde demokrasi gelme olasılığı büyük ikramiye çıkma olasılığından daha zayıftır dedim. Türkiye’de uygulanan politikalar sonucu bir olumsuzluk yaşanıyor. Hemen bunu yabancı bir düşmana yüklüyorlar. Bu bir Türkiye klasiği. Bu Osmanlı’dan kalan eski bir alışkanlık kendinizi aldattığın gibi başkalarını da aldatıyorsun. Bir de geçen yıl cadı avının Türkçesi fetöcülük, herkesi fetöcü ilan ettiler. Ben de bu fetocopy diyorum.
Vasfi Kösebey: Türkiye’de demokrasinin olmadığı söyleniyor, diktatörlükten bahsediliyor. Türkiye’de seçimler yapılıyor seçimlerde herhangi bir şey yok. Biz anlamıyoruz. Geçen yıl ekonomik kriz meselesi önemliydi. Cumhurbaşkanını başbakanken seçimle götürmek, suikastla götürmek, Gezi Olayları ile götürmek, 15 Temmuz’da NATO ile işbirliği yaparak götürmek, 17-25 Aralık keza öyle ve en son ekonomik kriz ile götürmek. Bunu açık açık tüm dünya kabul ediyor. Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın konuştuğu topluluğa baktım Kadıköy’ün kreması olan topluluk. Sevdiğimiz komedyenlerdi ama kalkıp top yekun kalkınma, ihtilale hazırlanma Fatih Portakal’da aynı şekilde biz bu güne kadar ihtilallerden çok çektik. Şimdi Suriye meselesine gelince hayali olmayanın yarını olmaz. Mustafa Kamal diyor ki ben Türkçe ve Kürtçe konuşan yerleri alacağım diyor. Selanik dahil buna Antakya’yı almıştı. Suriye’nin kuzeyi Türkiye’ye katılmak ister bunu bilin bir kere. Bu hükümetin hatalarından bir tanesi; İran’ı okuyamamıştır. Oradaki problem ne Amerika’dır ne de başka bir şeydir oradaki problem İran’dır. Efendim Türkiye’nin Afrin’de ne işi var? Amerika’nın ne işi var? İngiltere’nin ne işi var? Fransa’nın Rusya’nın ne işi var? En çok bizim işimiz var orada çünkü terör orada odaklanmış. Hükümetin orada yaptığı şey gayet normal ve güzeldir. Kürt sorunu çözülmemiştir çözülecek gibi de değildir. Bugün PKK’yi bitirseniz yarın başka bir şey çıkar. Türkiye’de bir konsensüs olması lazım yani biz ne yapalım bunlarla rahmetli Özal federeyi teklif ederdi. Vefat ettiği için en çok üzülenin Öcalan olduğunu, bu problemi çözecekti maalesef olmadı dediğini söylerler.
Şanar Yurdatapan: Yanlış ve eksik bilgiler doğal olarak bizi yanlış sonuçlara götürür. Ne yazık ki çok bilgi kirliliği var. Atatürk’ün Türkçe ve Kürtçe konuşanları ben bir araya getireceğim diye bir ideali vardı diyorsunuz. Bu o kadar aleni bir şeydi ki nereyi kurtaracaktık biz? Anayurdu, misakı milli hudutları. Neydi misakı milli? İngiltere, sen Türklerin yaşadığı yere bak niye Kürtlerin yaşadığı yere sahip oluyorsun diyordu. Ankara hükümeti de biz Türkler ve Kürtlerin ortak devletiyiz diyordu. Bunun üzerine bir belge var. İsteyen herkese yollarım. Altında Gazi Mustafa Kemal heyeti temsile reisi diye imza var. İş Bankası tarafından Türkçeye çevrilmiş. İçinde beş defa Kürt beş defa da Kürdistan lafı geçiyor. Orada özetle diyor ki İngilizlerin hakimiyeti altında olan bölgelerdeki Kürtlerin İngilizlerle, Fransız egemenliği altındakilerin Fransızlarla silahlı çatışması için uğraş diye bir emir yolluyor ki düşmanlık bilsinler diye. Lozan’da ne oldu güç başka türlü olduğu için Türklerin oturduğu bölgeler kaldı ama Kürtlerin oturduğu bölgenin ortasından sınır çizildi cetvelle. Ondan sonra bunlar geldi.
Seçim öncesi seçim sonucu ne olursa olsun ben istediğimi devam ettireceğim diye hazırlığını yaptı Erdoğan. Belediyeler artık önümüzdeki ay ne harcayacaklar ne geliri olacak hepsini bildirecekler ve hazinedeki özel bir hesaba gidecek, izin geldikçe oradan çıkacak paralar. Bu ne demektir? Kaybettiği yerlerdeki belediyelerin canını okur, parasız bırakır ondan sonrada bak gördünüz mü çöpler toplanmıyor der belediye başkanının yerine başka birini tayin eder onun üzerine çöpler toplanmaya başlar. Şimdi bu ne İslam’a ne akla ne vicdana sığmayan bir şey ama hazırlık bu. Bütün bunlara rağmen seçim çok önemli çünkü özellikle büyük şehirleri kaybettiği taktirde başlayacak olan zincir daha iyi bir yere götürebilir. Fakat çok acı çekeceğiz, hazır olalım.
Hüsnü Adalı: Bunu Cem Toker yazmıştı sandıkla demokrasi gelse sebze hali demokrasinin kalesi olurdu. 2014’te bir yerel bir cumhurbaşkanlığı seçimi, 2015’te iki genle seçim, 2017 referandum, 2018 genel seçim, 2019 bir yerel seçim daha haydi bana dünyada yayınlanmış Türk demokrasisi ileri gidiyor, Türkiye tam bir demokrasi diyen tek bir makale bulup gönderin. Seçim demokrasinin en son göstergesidir. Esad’da seçim yapıyordu Mübarek’te Putin’de, İnanmayacaksınız ama Kuzey Kore’deki Kim Jong-Un’da.
Dünya beşten büyüktür diyenlere mesela diyorum ki bizi de alsalar o beşli gruba acaba dünya altıdan büyük der mi? Demokrasi böyle bir şey arkadaşlar. Şu Soylu, Akar rakamlar verip duruyor şu kadar terörist öldürüldü şu kadar operasyon yapıldı beyin yıkayıp duruyorlar. Ben de sayı vereyim o zaman. Çin ve Mısır’la birlikte en çok gazetecinin hapiste olduğu ülkelerden biriyiz. Enflasyon 20 küsur, dövizin durumu ortada. Bu yıl eski borsacı finansçı olarak söyleyeyim -2 civarı küçüleceğiz. PİSA testinde matematik ve okuduğunu anlamada dökülüyoruz. Enseyi karartmayalım mücadeleye devam edelim.
Murat Altun: Algılar çok önemli. Sultan Abdülhamit Han parıltısı yapıyorlar, diziler çekmişler. En çok toprak kaybı olan padişahlardan biridir.
Tayyip Erdoğan ben gidersem devlet batar diyor. Atatürk beniz naçiz vücudum toprak olacak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır diyor. Gençlere güveniyor umudum gençlerdir diyor. Bir şahıs gitti diye, bir kurum bir kuruluş yok olmaz. Enflasyon %20’lere yeni indi, hedef %7 idi tutturduk diyor. Millet poşet konuşuyor. Memleket çok kötü idare ediliyor. Artık tünelin ucundaki ışık gözükmüyor.
Faik Güleçyüz: Türkiye, Ortadoğu’da barış ülkesi olmalı, biz barış ihraç etmeliyiz savaş değil. Biz kendi ülkemizdeki Kürtlerle barışmalıyız ve her şeyden önce akan kanı durdurmalıyız. Esas sorumluluk bana göre PKK’dir, irade ondadır. Yani devlet silah bırakmaz böyle bir mantık olamaz. Şu anda PKK sınırdan silahlı adamlarını çekse bile geç kaldı bana göre, iş daha da sarpa sarmış vaziyette, PKK açısından diyorum tam açmaz içerisindeler. ABD’de terk ediyor satıveriyor yani. Tekrar söylüyorum biz barış ülkesi olmalıyız en hayırlısı Ortadoğu’da Kürt-Türk Federasyonu’dur. Herkese barış zenginlik huzur getirir.
Şahin Tekgündüz: Hep şikayet ediyoruz ve ne yapmamız gerektiği konusunda çok fazla önerilerde bulunmayı pek sevmiyoruz. Bu şikayetçi olduğumuz ortamı ve durumu ortadan kaldırabilmek için demokrasinin bütün imkanlarına sonuna kadar sahip çıkmak zorundayız. Bir çok kimse seçimlere güvenini yitirdiği için iktidarın tavrından umutsuz olduğu için sandığa gitmemeyi sanki hoş bir tavırmış gibi sahiplenmeye kalkışıyor. Bunun önüne geçebilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Ben Türkiye’nin yakın orta ve uzun vadede kurtuluşunun bir tek yoldan geçeceği kanaatindeyim. Sivil toplum örgütlerinin güçlenmesi çoğalması ve toplumun kılcal damarlarına kadar girebilecek biçimde demokrasiyi enjekte etmek için elinden geleni yapması yani sivil toplum örgütüne sahip olmayan bir toplum bütün bu yaşadıklarımıza mahkum bir toplum demektir.
Gürcan Onat: Sivil toplum örgütleri dernekleri vakıfları yaygınlaştırmamız insanımızın buraya katkısını sağlamamız lazım. Sivil toplumun birbirleriyle de irtibatları gerekiyor.
Türkiye’de ve dünyada nerede olursanız olun hangi rejim olursa olsun İslam şeriatı komünizm kapitalizm fark etmez onların başarısı insanın içindeki kalitesi ve ahlakı ile değerlendirilir anca. Rejim önemli ama insanda o ahlak yok ise siz ne yarsanız yapın en mükemmel rejimi de getirseniz çökmeye mahkumdur. Bizde eğitim pespaye bir halde iyice düşmüş, fakat eğitimle birlikte ahlakımız da gitti.
Vasfi Kösebey: Türkiye’de demokrasi var mıdır? %100 vardır. Askeri harekat olabilir mi? Kemalist grubun ne aşamada olduğunu bilemiyoruz olabilir mi? Olur. Toplumsal kalkışma ve ekonomik kriz.
Ekonomik kriz atlatılabilir de, FETÖ grubu, Alevi grubu, Halk Partinin kemikleşmiş grubu, Kürt grubu bunlar toplumsal kalkışmada pastayı alabilmek için ön tarafa çıkarlarsa, burada Türkiye kaybeder, hepimiz kaybederiz. Onun için sivil toplum örgütlerini demokrasi için istemeliyiz. Toplumsal kalkışma için istersek Türkiye bunun altında kalkamaz tam bir savaşa girer. 2019’da Türkiye için iç savaş yorumları da var. Ürkütücü korkutucu bir şey bu.
YEREL KONU:
Yakup Kadri Karabacak: Türkiye’de siyasetin genel alışkanlıkları itibarı ile kamuoyuyla yürüttüğü bilgilendirme çalışmalarında hep bir problem olmuştur. Kanal İstanbul bunun en tipik örneklerindendir. Ne ilgili bakanlıkların ne de cumhurbaşkanlığının Türkiye’nin ve İstanbul’un bu kanal neden ihtiyacı olduğu sorusuna verdiği derli toplu cevapları bulmak gerçekten oldukça güç. Bir kanal yapılması isteniyor bunun hakkında bazı tartışmalar yürütülüyor ancak bunun terazinin hangi kefesini ağır bastıracağı konusunda ciddi şüpheler var. Çevresel boyutunda kafa yoran insanların Kanal İstanbul’un çevresel etkilerinin bilhassa İstanbul’un kısa sürede telafi edemeyeceği bazı sonuçlar doğuracağı yönünde ciddi bir eğilimi var. Ancak bunun karşısında Çevre Bakanlığı’nın yapmış olduğu aleyhte bir açıklama maalesef halen yok.
Uluslararası hukuk bağlamında Kanal İstanbul’un durumu içinde üç aşağı beş yukarı aslında aynı durum söz konusu. Hükümet kaynaklarından yapılan açıklama daha çok şu yönde; İlk olarak tartışmanın ne üzerine kurulu onu söyleyeyim Kanal İstanbul’un yapımının Montrö Boğazlar sözleşmesinin delinmesi anlamına gelmeyeceğini söylüyor. Buna hiçbir uluslar arası hukukçunun da itirazı yok. Gerçekten de dünyadaki bütün su yollarını ve daha sonra insan eliyle yapılmış kanalları hukuki durumunu belirleyen daha çok özel anlaşmalar var. Türkiye’nin boğazlar meselesine Marmara Denizi’nin durumuna ilişkin bizim ilk tartıştığımız belge Lozan Boğazlar Sözleşmesi. Bu oldukça tartışmalı bir belge. Türkiye’nin itiraz ettiği iki tane düzenleme var. Bunlardan bir tanesi boğazların silahsızlandırılması İmralı Adası dışındaki Marmara Adası’nda ve Boğaz çevresinde Türkiye’nin silahlı birlik, silahlı personel bulundurması Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne göre yasakmış. Türkiye’nin itiraz ettiği diğer madde de Boğazların güvenliğinin ve trafiğinin taraf devletlerden oluşan bir Boğaz Komisyonu’na devri. Bunun ciddiyet kazanması İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ile beraber olmuş. Uluslararası hukukta bir kural vardır sözleşmeleri yapabilirsiniz ancak o sözleşmeleri yaptığınız dönemdeki şartlarda değişiklikler olursa bu sözleşmelerin revize edilmesini talep etmek uluslararası hukukun doğal haklarından bir tanesi olarak kabul edilir. Nitekim 30’larda dünyanın artık yeniden bir savaşa doğru gittiği meselesi ayyuka çıktığında bilhassa İtalya’nın Akdeniz’de yürüttüğü yayılmacı politikalarından sonra Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda ve milletler cemiyetinde yaptığı bütün bu çağrılar, bir süre sonra karşılık bulmaya başlamış. Nihayetinde Lozan Boğazlar Sözleşmesi 13 yıl yürürlükte kaldıktan sonra 23 Haziran 1936’da Montrö’de yeni bir sözleşmenin imzası için taraf devletler bir araya gelmişler. 20 Temmuz’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi yürürlüğe girdi. Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda meşru olarak kabul edilen taleplerinden iki tanesi Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile telafi edilmiş gibi görünüyor. Uluslararası hukukçuların bu anlamda ortak bir kanaati var.
Burada dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı var. Montrö Boğazlar Sözleşmesi yürürlüğe girdikten sonra ancak 20 yıl geçerli bir sözleşme. Sözleşmenin bir diğer önemli maddesi de 1. ve 2. Maddeleri su yolunun kullanımında serbestlik ilkesi.
Ancak; barış şartlarında, savaş şartlarında serbestlik ilkesi ile ilgili düzenlemeler var.
Sözleşme yalnızca İstanbul Boğazı’nı düzenlemiyor Çanakkale ve Marmara Denizi’ni de kapsıyor. Karadeniz’den çıkan bir gemi Kanal İstanbul’u kullanıp Marmara Denizi’ne geçebilir ancak İstanbul Boğazı’nı kullanmasa bile Kanal İstanbul’u geçtikten sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesinin hukukuna tabidir. Bu anlamda uluslararası hukukçuların anladığım kadarıyla esastan yürüttükleri bir tartışma yok.
Bir gemi Süveyş Kanalı’ndan geçmezse Afrika yarım adasını dolanmak mecburiyetinde ve bu korkunç bir maliyet ve zaman artışı aynı şekilde Panama Kanalı’da. Buradaki iddialardan bir tanesi şu; Türkiye’de İstanbul Boğazını kullanan hiç bir gemi onun yanı başında yapılan ve aynı uzunluğa sahip başka bir boğazı kullanma ihtiyacı duymaz. Çünkü yolu kısaltmıyor ayrıca Montrö’den kaynaklı olarak elde ettikleri avantajlardan da vazgeçmek istemezler. Burada Türkiye’nin haklı bir güvenlik endişesi var, bilhassa petrol tankerlerinin geçişinde arz ettikleri risk. Bugüne kadar Boğazdan bir uluslararası gücün yada 3. Bir taraf devletin askeri gemisinin geçişinde Montrö’den kaynaklı olarak yaşanmış bir krizi ben bulamadım. Belki aramızda hatırlayanlar vardır. Kanal İstanbul’un yapımında Montrö bir engel değil.
Şanar Yurdatapan: 2. Dünya Savaşı sırasında Alman savaş gemileri, silahlarını Bulgaristan veya Romanya’da bırakıp, izin verildiği kadarıyla silah takıp Sovyetler Birliği’ni bombaladılar. Sovyetler Birliği, Montrö benim güvenliğimi sağlamıyor bu değiştirilmelidir bu arada Kars ve Ardahan’ dan da yerler istiyorum deyip ekleyiverdi Stalin arkasına ve Türkiye’nin başına dert açtı. Bu da Türkiye’nin NATO’ya girişinin gerekçelerinden biri olarak gösterilir. Böyle bir sorun çıkmıştı.
Şimdi yeni açılacak olan kanalın uluslararası anlaşmalara uyar mı uymaz mı mesele değil uydurulur. Aralarında pazarlık ederler anlaşırlar. Ama iki tane anlaşamayacakları nokta var. Birincisi doğurabileceği söylenen ekolojik felaket. Bir taraftan evet bunu yaparsak şu kadar para kazanırız, doğayı mahvettiğin vakit kazandığın parayı başka bir taraftan çok daha feci şekilde geri ödüyorsun.
İkincisi ise ekonomik ve siyasi dengenin bozulması. Eğer bir ülkeyi dengeli bir şekilde kalkındırmazsan yığılmalar olur. İstanbul İzmit Bursa hepsi bir şehir haline geldi. İstanbul ve İzmit arasına yığılan sanayide yer kalmayınca bu sefer taştı Bursa’nın kuzeyine. Öbür tarafta da Çatalca’ya doğru gidiyor İstanbul tekrar büyütülüyor yanlışı yanlışla büyütüyoruz.
Şahin Tekgündüz: Türkiye’nin başka sorunları varken buna niye ihtiyaç duyulmuştur? Bunun akılcı kabul edilebilir bir gerekçesi yok. Amaç başka. O bölgeyi imara açmak ve imara açılmış durumda. İstanbul ve İstanbul’un kuzeyi felç edilmiştir. Kanal İstanbul geçekleşecek mi? O da büyük bir soru işareti bence. Olabilir gerçekleşebilir, çünkü irrasyonel ve akıl dışı her şeye evet diyen ve dayatan bir iktidar var Türkiye’de. Bu kanal yapıldığı taktirde doğada meydan gelecek büyük tahribat, sadece Marmara’yı değil geniş bölgedeki dengeleri alt üst edecek diyor uzmanlar. Şimdi Boğazın bir özelliği var derinliği o kadar fazla ki iki yönde dip akıntıları var üstte diğer akıntılar var doğa kendi dengesini orada kurmuş. Bu ise suni bir kanaldır. Batı ülkelerin ve çevre ülkelerinde buna karşı çıkması gerekir, çıkacaklardır da ancak burada kapitalizmin getirdiği ahlaksızlık ve geçici çıkar çabası sebebiyle ses çıkarmayabilirler. Türkiye değil sadece bütün dünya ahlaksız bir politika içerisinde. Diplomatik yönden bir mücadele gerekiyor. Bunun mücadelesini veren AB ülkeleri bünyesinde bir kişi vardı onu Türkiye’den kaçırdılar Cengiz Aktar. Şimdi Yunanistan’da yaşıyor burada yaşama şansı yoktu. Bu diplomatik mücadeleyi kim nasıl verecek? Ufacık başını kaldıranların tepesine balyozla vurulacağından emin olduğu için kimse sesini bu konuda çıkaramıyor.
Murat Altun: Son nehir kuruduğunda son ağaç kesildiğinde son balık öldüğünde paranın yenilemez bir şey olduğunu anlayacaklardır. Tespit edilen medeniyet tarihinde insan eliyle doğaya karşı kurulan hiçbir şeyin ayakta olmadığı görünmüştür. Ben Kıta Avrupa’sını karış karış dolaştım. Kıta Avrupası’nda iki yılda bir kaldırımlar değişmez. Üsküdar’da kazı sırasında antik dönem bir şeyler çıktı üstünü asfaltladılar. Dünyada anıt taş çıktığı zaman 1 km alan açarlar ki insanlar basınlar diye.
3. Köprü 8,5 milyar dolara yapıldı. Milletin cebinden beş kuruş para çıkmayacak dediler. Osman Gazi Köprüsü keza öyle. Kimse geçmiyor köprüden. Adam bütün körfezi dolaşsa 40 lira benzin yakacak sen diyorsun ki 220 lira ver köprüden geç. Böyle kadük abuk sabuk yatırımlar yapıyorlar. Bunların finanslarını kamu bankaları sağlıyor. Birilerini zengin ediyorlar.
3.Havaalanına ihtiyaç var mıydı? Yoktu. O bölge rüzgar alıyor. Bir yere havaalanı yapılmadan önce modern dünyada en az iki sene bilim adamları kontrol ederler. Bizde öyle bir şey yok ki. Üsküdar İmam Hatip Lisesi’nden mezun olanlar, Bilal’in arkadaşı onun bacanağı bir yerlere getirilmiş.
Hüsnü Adalı: İnsanların aslında muhafazakar olması gereken tek konu çevredir. Çünkü bunun geri dönülmez eşiği geçip geçmediğini bilemeyiz geri dönülmez eşiği geçtiğindeyse o eşik geçilmiştir. Çevre konusunda hepimiz çok hoyratız. Bizim belediye başkanlarımız şehri korumakla değil viyadük, üst geçit, alt geçit ve inşaat yapmakla övünüyorlar. Londra’da büyür ama eski şehirle yeni şehir ayrıdır. Almanya 2.Dünya Savaşı’nı yaşadıktan sonra çok akıllıca bir şey yaptı ve nüfusu homojen bir şekilde dağıttı. Biz ise hala İstanbul’a yükleniyoruz hiç akıllıca değil. Dindarların lafı ile söyleyeyim Allah bizim belamızı verecek, kusura bakmayın. 20.yy demokrasi katılımcı çağı. Hayatımız etkileyecek kentimizi geri dönülmez şekilde değiştirecek çocuğumun geleceğini şekillendirecek bir karar için referandum yapmak o kentliye sormak gerekmez mi? Barcelona’da sokağa yapılacak merdiveni bile orada oturan mahalleliye soruyorlar.
Gürcan Onat: Bu konuyu ciddi olarak incelemek gerekiyor. Çevre çok çok önemli. Ben doğa ile oynanma taraftarı değilim. Doğayı değiştirmeye çalışmak gerçekten büyük risktir felaketle sonuçlanabilir.
Vasfi Kösebey: Ekolojik tahribat önemli gönül isterdi ki buraya bu işi çok iyi bilen uzman birisi gelsin. İmara açılacak burası, gecekondu olmaz. İstanbul’un en büyük şansı bu iktidarın gecekonduyu bitirmesi oldu. Muazzam siteler yaptılar. İstanbul’un suyu 2050’ye kadar var.
Sanayi enerji ve alt yapıya bağlıdır. Türkiye’de Kapitalizm gelişiyor. Kapitalizm medeniyetin öncüsüdür. Buna kimse itiraz edemez. Kapitalizm var ki bu kadar fabrika oluyor. O fabrikada bir sürü insan çalışacak. O halde kapitalizme karşı çıkmanın anlamı yoktur.
Faik Aydın: Büyük yatırımlarda getiri beklenir bu yatırımın getirisi yok. Ayrıca doğaya bir tecavüz bu. Doğa intikamını alır. Bunu büyüklük kompleksi, kibirlilik olarak algılıyorum ben.
Şahin Tekgündüz: Şimdi bir ada oluşacak bu proje gerçekleşirse yani İstanbul Trakya’ya göre bir ada haline gelecek dolayısıyla kara yoluyla geçişler nasıl olacak? Herhalde açılıp kapanan köprüler yapılacak. Orada da karayolu trafiği köprü rantını iktidara sağlayacak sanıyorum.