YER: Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
TARİH: 06.01.2013
KATILIMCILAR DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1. Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
2. Adaleti Savunanlar Derneği (Gürcan Onat)
3. Liberal Demokrasi HareketiDerneği (Özcan Arslan)
4. Mazlumder (Hasan Postacı)
5. Tüsev (Semanur Karaman)
6. Listag (Şule Ceylan)
7. Darbelere karşı 70 milyon adım (Şenol Karakaş)
8. Sivil Dayanışma Platformu (Ayhan Ogan)
9. Gazetecive Yazarlar Vakfı (Cemal Uşak)
10. Güvercinler Meclisi (Şahin Candaş)
11. Hukukçular Derneği (Bilal Çoban)
MESLEK ODALARI Yok.
SENDİKALAR Yok.
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1. Osman Boyraz (AkParti)
2. Süleyman Çelebi(CHP)
KATILAN SİYASİLER:
1. Mahmut Sürmeli (Demokrasi ve Özgürlük Hareketi)
2. Ali Ekber Uğur (BDP Genel Merkez)
3. Serdar Aktan (LDP)
BELEDİYE BAŞKANLARI Yok.
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 13 izleyici/gözlemci katıldı.
MEDYA Yok.
MODERATÖR / ÖZEL KONUK
Şanar Yurdatapan / Lokman Ayva
Genel Konu: “Hükümetin 10 yılı”
KONUŞULANLAR:
Özcan Arslan: İktidarın 10 yılına baktığımızda durumu iyi görünmüyor. Son zamanlarda zaten yeni gündemler yaratılarak kafalarımız karıştırılıyor, hem de asıl konulardan uzaklaşıyoruz. Diğer taraftan muhalefet de iktidarla polemiğe girdiği için, çok fazla şey yapmıyor. Ekonomiye bakılacak olursa; ama rakamlardan ziyade vatandaşın anladığı anlamda ekonomiye bakılacak olursa; verilere bakıldığında Türkiye’nin cari açığı 70 milyar doları aşmış. 2002 ile 2010 yılı arasında, devletin borçları 149 milyardan 306 milyar dolara, özel sektör dış borcu 43 milyar dolardan 190 milyar dolara, vatandaşın bankaya olan borçları 7 milyardan 180 milyar TL, çiftçinin bankaya borcu 5 milyar TL’den 24 milyar TL’ye, işçi sayısı 2. 27 milyardan 3.22 milyara, ithalat 68 milyar dolardan 188 milyar dolara, dış ticaret açığı 16 milyar dolardan 72 milyar dolara, karşılıksız çek sayısı 740 bin adetten 1 milyon 900 bine çıkmış. 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı, 3bin 354 TL, açlık sınırı ise; bin 61 TL olarak belirlenmekte. Buna göre, her 4 kişiden 3’ünün yoksulluk sınırında olduğu görüyor. Diğer yandan vergiler de gittikçe büyümekte. Zamlar yapılmakta…Evet hükümet bir sürü şey yapmış; yollar, havaalanı, adliye binalar… Bunlara ihtiyaç da var ama, öncelikler bunlar mıydı? Çok daha öncelikli konularımız var. Yargı konusuna bakacak olursak; AHİM’in 2012’de yayınladığı rapora göre; yargılamanın ve tutukluluk süresinin aşırı derecede uzun sürmesi ve tutukluluğa çok sık başvurulması Türk adalet sisteminde kronik bir işlev bozukluğu olduğu ortada.
Hüsnü Adalı: İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi ülkeleri zamanının refah, demokratik ülkeleri arasında olmasının sebebi AB süreçleridir. Kıbrıs Rum Kesimi ve AB’ne karşı konuşmalar nedeniyle öncelikle Egemen Bağış’ı eleştirmek gerekir. Ak Parti, Ankara’ya karşı demokrasi getirmek, Anadolu’nun sesi olmak için gelmiş. Şimdi Ankara kriterlerinden bahsediyor. Bu devlet partisi olmanın ispatı mı oluyor acaba? AB çalışmalarında komisyonlarda bulunmuş emekli büyükelçi Akın Özçer şöyle diyor; “AB’ni suçlamak yerine, bizden kaynaklanan ve kökleri derinden etkileyen şu gerçeğe bakmak gerekiyor. Devlet, başından beri sürece nasıl uyum sağlayayacağıyla ilgilenmiyor aslında. Bu sürece en az değişimle statü korumanın peşinde koşuyor ne yazık ki.” Bu da akla şunu getiriyor; hiç bir şeyin değişmesini istemiyorsanız, her şeyi biraz değiştirmek gerekir. “Kürt sorunu”na bakarsak, bir çok yerden başlanabilinir, ama biz PKK sorunundan başladık. Kürt sorunu Türkiye’nin en can yakıcı sorunu. Ve iyileşmenin tek yolu var; o da yüzleşmek, kabullenme ve özür dileme. Taksim Meydanı’nda 34 Türk yanlışlıkla bombalanarak öldürülse, insanlar ne düşünür… Devlet ve medya “Uludere olayı” diyerek olayı biraz basitleştiriyorlar. Terminoloji önemlidir. Hepimiz kardeşiz demek güzel, TRT Şeş vs.. bunun gibi güzel şeyler de oldu. Ama milliyetçi duygularla sorunlar çözülemez.
Şenol Karakaş: Bu 10 yıl içinde AKP’nin başarısı var ve bu başarının altında yatan sebepler de var. Bu başarının sebeplerini anlamadan muhalefet tarafından düşünüldüğünde başarıların sonu gelmez. Öncelikle Cumhuriyet’in zorbalığı ve AKP’nin bu zorbalığa karşı gibi görünmesi önemli bir etkendi. Kemalizm ile Cuntacı zihniyet arasında çok doğrudan bir bağlantı var. 27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat, 27 Nisan darbeleri gibi. 27 Nisan muhtırasına ve sonraki gelen seçimlere bakıldığında, askeri vesayetin zülmunden ezilen insanlar için, bu vesayetten bağımsız gibi görünen AKP çok oy topladı. 2001 krizi AKP açısından çok önemliydi. Alt sınıflar, yoksullarla büyük burjuva arasındaki bütün kayışlar darmadağın olmuş, insanlar gelecek beklentilerinde kopmaya başlamıştı. AKP ile gelen ekonomik büyümeyi de hesaba katarsak, daha istikrarlı bir toplum modeli yapıldı. Ama en önemlisi CHP, MHP, DSP koalisyonunda partiler çok büyük çöküntü yaşadılar. 2001 Şubat krizinde yine böyle bir arayış gündeme geldi. Bu arayışa soldan yanıt gelmediği için de AKP bu arayışın sözcüsü gibi hareket edebildi. AKP’nin başarısı ise muhalefetin garabetindendir. AKP’nin şeriatçi olduğu, yobaz olduğu, ajandaları olduğu söylenerek yapılan muhalefet, Ergenekoncuları, Balyozcuları savunan, Oslo sürecinin aşağılamaya çalışan ulusalcı, milliyetçi muhalafet, AKP’nin halk tarafından daha demokratik görünmesine neden oldu.
Şahin Candaş: Aslında bu 10 yıllık süreçte ana ekseni kaçırmamak gerekir. Bu dönem ittihat ve terakki rejiminin tasfiye edildiği ama tamamlanmadığı bir süreçtir. Bu süreç tamamlanmadan demokratik bir ülkeye dönüşmüşüz gibi yapmamak gerekiyor. Bu ana ekseni görmeden ne iktidarı ne de muhalefeti çok fazla tanıyamayız. Hem muhalefet bu eksen içinde besleniyor ve buraya varıyor, hemde iktidar –yada iktidar arayışı- bu eksen/ ana akım üzerinde besleniyor. Ak Parti kendini muhafazakar demokfrat olarak tanımlıyor. Ancak sosyalistler sosyalist gibi olmasını istiyorlar, liberaller liberal gibi, milliyetçiler milliyetçi olmasını… istiyorlar. Herkes kendi düşüncesine göre değerlendiriyor. Kürt sorununun aşılmasını bekliyoruz. Ayrıca Hükümetin kararları alırken de halkın katılımcığını da gözetmesi gerekiyor.
Gürcan Onat: Son 10 yıl içinde yaşananlara hepimiz şahit olduk. Kendi düşüncelerimize göre eleştirdik de. Ama önemli olan biraz da empati yapabilmek. Ak Parti işe hızlı başladı. AB konusunda çok ciddi ve yoğun çaba sarfetti. Sonunu getiremedi, bekliyoruz. İleri demokratikleştirmeye verdikleri önem ve çabalar güzel, ama hala çok ciddi sorunlar var. “Siyasi Partiler Yasası”nda olduğu gibi. İnsan hakları adına geçmişle yüzleşme gayretleri çok güzeldi. Dersim konusundaki özür dileme de çok güzeldi. Terörü bitirmek için, PKK ve Öcalan ile görüşmelerin yapılması çok faydalı ve devam edilmesi gerekiyor. Kürt sorununun çözümü için ezber bozan adımalr gerekiyor. Kürdistan telafuzu gibi. Darbelerle ciddi mücadeleler oldu. Ancak tabi darbelerin sivil ve medya ayağının tam anlamıyla ortaya çıkartılamamış olması önümüzde duruyor. Ergenekon’un ortaya çıkartılmış olması çok önemlidir. Derin devlet ile mücadele de sürüyor ama çok yetersiz. TSK’da düzenleme çalışmaları var. Askeri mahkemelerin durumu hala belli değil. Yani aslında önümüzde hala çok sorun var. Ezberler bozulur ama bize en gerekli olan şey sorunlara en acil olan tarafından başlamak gerekiyor. Türkiye’de insanlar darbezededir. Çünkü darbelerle yön verilemye çalışıyorlar. Askeri vesayetin tamamen kaldırılması gerekiyor. Ak Parti’den beklenen şey ise; sivil toplum ile biraz daha diyaloga girmesi, iletişim kurmasıdır.
Cemal Uşak: Bir çok konu var elbet üzerinde konuşulan. Ancak en önemlisi Kürt sorunudur. Türkiye’nin yakın yada uzak siyasi tarihinde hiçbir iktidar partisi 3. Dönemine güçlenerek girmedi. Bunun bir demokratik ahlak açısından bir anlamı vardır. Bu elbette çoğunluğu elde eden partinin her yapıtığının doğru olduğu anlamına gelmez. Ama demokrasi gereği bu bir saygı gerektirir. Bu elbette iktidar partisinin omuzlarına ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Ünlü bir söz vardır; “iktidar bozar” diye. Mutlak iktidar mutlak bozar. Bu siyasi iktidarlar için her zaman geçerlidir. Kürt sorunu çerçevesinde, Ak Parti bir çok konuda olduğu gibi bu sorunu da çözme şansına sahip. Başbakan en son yaptığı basın açıklamasında, yeni başlayan müzakere süreci hakkında, sivil toplumdan yeterli desteği göremediğini söyledi. Eğer bizler bu kanın durması için bu müzakerelerin, görüşmelerin doğruluğuna inanıyorsak – ki bu geçmişte yapılan hatalar bir yana, bu süreç çözüm umudu taşıyor-, açıkça ifade etmek gerekiyor. Bu müzakereler konusu ilk duyulmaya başladığında iktidar partisinin halk bunu nasıl karşılıyor, gibi bir endişeye kapılması olasıdır. Toplumun diğer kesimleri bir yana, iktidar partisine destek veren kesimlerin bile, bu kan dursun, sorun çözülsün de, hangi yolla olursa olsun, demeleri gerekiyor.
Hasan Postacı: Genel anlamda Ak Parti’nin, genel statükoyu değiştirme noktasında çok önemli, niteliksel adımlar attığı bir gerçek. Kürt sorununun çözümü özelinde de, çok içiçe geçmiş, tarihsel bir sorunu çözmek elbette çok kolay değil. Bu konuda AK Parti’nin sınavı geçememiştir. Özellikle 12 Haziran seçimleri sonrası ciddi bir stratejik değişime geçti. Yeniden 90’ları aratmayan güvenlik politikalarına döndü. Bu kırılmayı telafi etmek mümkümdü aslında. Mesela Anayasa’nın bu sorunu çözme konusunda ciddi, dinamik bir proje olduğu önemliydi. Ama Ak Parti burada aslında Anayasa yapmak istediğini ama engellerin olduğuna vurgu yaptı. Bu da süreci tıkadı. Bu son müzakereler konusunda, toplum her defasında kanı durduracak, güvenlik politikalarını dışlayan, sivil- siyasi müzakere edecek yöntemlerin her zaman arkasında olmuştur. Bu konuda yeterli destek vardır. Ama 12 Haziran sonrası dönem, müzakerelerin toplumda yeterli bir güven içinde gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olur. TESEV’in yaptığı araştırmaya göre duygusal bir kırılma olduğu görülüyor.
Semanur Karaman: Ak Parti’nin son 10 yılını değerlendirirken iki Ak Parti görülüyor. 2007’den öncesi ve sonrası olmak üzere. 2007 öncesi demokrasinin önündeki bir takım engelleri eleştiren ve bunları değiştirmeye yönelik çalışmalar sarfediyordu. Ama 2007’den sonra, özellikle kadın kimliğimden dolayı, kendimi aldatılmış hissediyorum. Amaçlanan şey askeri vesayet yerine muhafazakar vesayetin gelmesiyse, ve farklı görüşlerini ifade edenlerin bir cadı avına maruz kalmasıysa öncelikle birey olarak bunun karşısında olmak gerekir. Kadın olarak ise; Başbakan “Kadın ile erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum. Yaradılışları farklı.” demişti. Ve bu çok kırıcı. Öyle bir ülkede yaşamak istemeliyiz ki, muhafazar olsun yada olmasınülkenin başbakanı bu tarz ifadeler kullanma lüksü olmasın. Muhafazakar olmaya ve bu tarz politikalar üretmeye herkesin hakkı vardır. Ama önceliğin demokratik kriterler olması gerekir. Kamuda bir seçici muhataplık var. Evet bazı yasama ve karar alma süreçlerinde sivil toplum örgütlerinin fikirleri alınıyor, ama hangi sivil toplum örgütlerinin? Müzakere sürecinde de, sivil toplumun destek vermesi gerekir, ancak katılımcı olarak da içinde bulunması gerekir.
Bilal Çoban: Hukuksal olarak geçtiğimiz 10 yıla baktığımızda, en önemli gelişme darbecilerin yargılanmaya başlanmasıdır. Ve bu soruşturmaların devam ettirilmesi, demokrasi kavramının yerleşmesi açısından çok önemli. Ergenekon, Balyoz gibi olumlu davalar olduğu gibi, çok olumsuz davalar da var. Hrant Dink davasında güzel sonuçlar elde edilemedi. Bu cinayet sanki bir şahsın kendi insiyatifiyle işlemiş olduğu bir cinayetmiş gibi bir sonuç çıktı. Bunun böyle olmadığı kamu vicdanında görülmektedir. Diğer bir soruşturma ise, Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgilidir. Üzerinden zaman geçmesine rağmen hala bir sonuç alınamadı, tutuklu kimse de yok. Uludere olayında ise, hükümet maalesef başarısız kalmıştır. Kasten yada hata ile büyük bir mağduriyet oluştu. Olayın üzerinden 1 yıl geçti. Hala bir sonuç yok. Ve bu olay Türk ile Kürt halkları arasında bir soğuma malzemesi olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Yeni Anayasa çalışmaları Cumhurbaşkanı seçimlerinden önce tamamlanacaktır. Ama yeni Anayasa derken, sivil Anayasa mı olacak? Şu anki gidişata göre hiç bir şey değişmeyecek gibi geliyor.
Şule Ceylan: TBMM’ne Listag olarak ziyarette bulunduk. Milletvekilleriyele, Anayasa Komisyonu Başkanı’yla görüşmeler yaptık. Ve bu görüşmelerde istediğimiz tek şey vardı: Çocuklarımızın cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlerinin Anayasa’da yer alması. Ancak görüldü ki, kendileri de ayrımcılığa uğramış olsalar bile bu isteğimizin Anayasa’da yer alması mümkün değil. Çünkü onlar insan haklarına inanıyorlarmış, ayrıca belirtilmesine gerek yokmuş. Halbuki çocuklarımız, nefret suçlarına maruz kalıyorlar, can güvenlikleri yok. 2002 yılında Başbakan bir programda sorulan, “Eşcinselere hak tanımayı düşünüyor musunuz?” soruya, “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman uğradıkları muameleyi doğru bulmuyoruz.” diye cevap vermiştir. Ancak herhalde sonradan unuttu. Bu sözü kendisine kartpostallarla hatırlatıldı. Ama bir geri dönüş alınamadı. LGBT bireyler bir çok çalışma yürütüyorlar, dernek kuruyorlar, eylem yapıyorlar. Ama meclis ziyaretinde gördük ki, insanlar karşılarında bir anne yada baba görünce bu çocukların uzaydan gelen bir ucube, garabet olmadığını anladılar.
Ayhan Ogan: Dönüşüm süreci yaşıyoruz ama, bazen gergin oluyor bu süreç. Ama kolay değil, 100 yıllık alışkanlıklar ve topluma öğretilmiş şeyler var ve toplumu bunlardan geriye döndürmek zor. Ak Parti’nin çok eksikleri var, doğru. Konuşuldu da. Ama en temel olarak esasa dair bir ilerleme olmadı. Yapılan değişiklikler usulen yapılmış gibi. Yargı, ekonomi, demokratikleşme, vesayet olsun.. Belki sivil toplumun esasa dair değişikliklerin üzerinde durması iktidar partisi için de yol gösterici olabilir. Yargı maalesef devleti korumaya, kamu güvenliği ve yararı üzerine örgütlenmiş. Örgütlenme insan merkezli olmalı. Anayasa konusunda da bir kesime dair hak ve özgürlüklerin yazılması, esas olan her şey yasaktır, şunları şunları yapabilirsiniz manasına gelir. Halbuki Anayasa yapılırken her şeyin serbesttir, şunlar şunlar hariç denilmesi gerekir. O zaman gerçek sivil anayasa olur. Yasakların sıralandığı, özgürlüklerin kısıtlandığı Anayasa devlet eksenli Anayasa olur.
Osman Boyraz: Elbette eleştiriler olacaktır. Eleştiri olmazsa, zaten bir problem var demektir. Bir çok konuya değinildi, ama öne çıkan konu Kürt sorunu. Özellikle bu sorunu hep beraber çözmemiz gerekiyor. Bu ülkede yaşayan herkes ev sahibidir, kimse kiracı değildir. Hiç kimse de ırkını seçme hakkına sahip değildir. Bu ülkede bin yıllık bir kardeşlik hukukumuz var. Nasıl bir ayrım gözetilebilinir ki! Bu sebeple son 1 yıla bakıldığında en önemli gelişme belki de bu konuyu konuşuyor olabilmemizdir. 10 yıl önce bunları konuşma şansımız yoktu. Son 4 yılda askeri vesayet konusunda gelişmeler yaşandı. Toplumun da desteğiyle bu sorun çözülecek. Bazı sorunlar çözüldüyse, beraber hallettik. Özellikle terör ve Kürt sorunu konusunu Başbakan çözer demek, herkesi çözümsüzlüğe iter. Bu sorunu hep beraber, karşılıklı hoşgörü ile halletmemiz gerekiyor. Uludere olayında yaşananlar çok üzücü ve kimsenin tasvip etmediği olaylar. Gerçekten herkesin yüreğini dağladı. Ve kimse çocukların ölümü üzerinden siyaset yapamaz. Ama empati yapabilmemiz gerekli. Irkı ne olursa olsun herkes için aynısını düşünebilirsek bu sorun çözülür. Bu müzakere süreci umut verici. Çünkü toplum artık bazı şeyleri kanıksadı. Ekonomik olarak bakıldığında ise, 2002 yılında halktan toplanan 100 liralık vergi gelirinin 103 lirası faize giderken, bugün 117.4’ü faize gidiyor. Her şey 4 4’lük değil, ama çözme noktasında gayret ediyoruz. Her yerde kriz varken, bizim ekonomimizde daralma yok. Daha da iyiye gideceği konusunda sinyaller var.
Süleyman Çelebi: Sivil toplum örgütü kavramı Türkiye’de doğru işlemiyor. Göstergesi de, devletten bağımsız olmamaları. Sermaye gruplarından da bağımsız değiller. Herşey sorunsuz, çok güzel gidiyormuş gibi, ama o zaman soruyoruz kendimize hangi Türkiye’de yaşıyoruz diye. Her şey güllük gülistanlıksa ve biz bu sorunları yaşıyorsak, gaz bombalarıyla boğuşuyorsak insan tereddüt ediyor. AB konusunu sorgularken, “AB’nin de bu konuda katkıları var”ı alıp çıkardığımızda geriye pek bir şey kalmıyor. Adeta buzun üzerine tersten yazıyormuşuz gibi. AB süreci başladıktan sonra, hangi başlığın şu anda tıkandığı meçhul. İlerleme değil, geriye gidiş var. Grev yasakları mı kalktı? 12 Eylül rejiminin bile getirmeye çekindiği yasaklar geldi. Bunları üzerini kapatmamamız gerekir.
Ali Ekber Uğur: Başarı bilginin verilere dayalı sonuçlarından elde edilir. Ekonomik durumda bir değerlendirme yapılırsa, bu verilere göre de olabilir. Sadece sokaktan olması şart değil. Ama verilerle kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde, sokakta kendi cevabını bulmuyorsa çok da anlamlı değildir. Gayri safi milli harcamalar 2000 yılında 125 milyon 596 lira, 2009 yılına gelindiğinde; 953 bin 974 lira. Bu verilere göre iktidar partisinin başarılı bir artışı söz konusu. Yaşadığımız koşullarda herkes ekonomist, hukukçu… oldu. Ama esas sorun bu büyümenin, gelişmenin halka yansımasında. Türkiye’nin bölgeleri arasındaki dengesizlik giderek artıyor. 2002’de Ak Parti “3Y” ile iktidara geldi. Bunlar; “Yolsulluk, Yolsuzluk ve Yasaklar.” Kriz sonrası AK Partiyi iktidara getiren de bu oldu. Dünya’da gelişmişlik sıralamasında gitgide geriye düşüyoruz. Dünya’nın en büyük ekonomilerinden birinde gelişmişlik nasıl geride kalıyor? Son görüşmelerler ilgili, Türkiye karanlık bir odadır. Ve bu odada kara bir kediyi aramak, hele de yoksa ne kadar zordur. Türkiye demokrasi ve özgürlükler açısından bu karanlık odaya benziyor.
Mahmut Sürmeli: Bir siyasi süreci değerlendirirken, o siyasi sürecin başladığı dönemde sorun olan konuların, sorun olmaktan çıkıp çıkmadığına bakmak gerekir. Ekonomi konusu halka yanlış aktarılıyor. Önemli olan rakamların kağıt üzerindeartıp azalması değil, bunun halka nasıl yansıdığı. İnsanların ölmeye devam ettiği, demokrasi ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı, hala insanların kimliklerinin inkar edildiği bir dönemdeyiz. Yargı meselesinde ise, yargı her zaman siyasetin güdümünde olmuş bir harekettir. Buna son birkaç yıldır on binin üzerinde siyasetçinin, neyle suçlandığı bile belli değilken, tutuklandığını eklersek, süreç korkutucu. Ak Parti bir çok meselede “mış” gibi yapıyor. Mesela demokratikmiş gibi yapıp, demokratik kimliğini önde tutuyor. Roboski için bugün hala çeşitli kılıflar bulunmaya çalışılıyor. Bugün iktidar hala dün yaptığı bu masayı sadece Kürt hareketinin bastırılması için amaç olarak kullanırsa, bu daha vahim sonuçlara yol açar.
Güliz Sağlam: Toplumda lgbt bireyler var. Lgbt bireyler hakkında bir şey yapılacak mı?
Süleyman Çelebi: Geçmişte olduğu gibi, bugün de bürokrasinin iktidarı var. Burada milletvekillerini ikna etmek fayda etmez. Çünkü milletvekilleri kendi iradeleriyle parmak kaldırmazlar. Bürokrasi ne isterse o olur. Bu gerçeği bilmek gerekir. Bu konuda da iktidar belirleyici. Muhalefet ne kadar istese de, önergeler verse de, bunlar görüşülmüyor.
Ali Ekber Uğur: Değişik kesimlerden bireylerin sorunları ancak onlarla görüşülerek hallolur. İktidarın belirleyeci olduğu doğrudu, çünkü çoğunlukları var.
Osman Boyraz: Bu konuda biraz zamana ihtiyaç var. Ama belki de sorunu daha net, anlaşılır anlatmak gerekiyor.
Bilal Macit: Doğal hukukta kadını tanımlarken, saçı-eteği vs gibi kavramlar olduğunu sanmıyorum. Bu sebeple kamuda başörtülü çalışma konusunda ne diyorsunuz?
Süleyman Çelebi: Bu biraz geniş bir konu. Bu konuda sürecin tamamlanması konusunda bize bir şey düşüyorsa, yerine getiririz. Ama başörtüsü sorunu esas olarak, başörtüsünü , başörtülü olmayanlara baskı olarak kullanmaktır.
Hüsnü Adalı: Meclis’te çalışamıyoruz, dediniz. Çalışamadığınız halde orada olmanın, çalışmaya devam etmenin motivasyonu nedir?
Süleyman Çelebi: Bürokratik engeller olması, zor da olsa çalışmıyoruz anlamına gelmez. Ak Parti bugüne kadar sivil toplumla en çok görüşen partidir. Görüş alıyor, doğru. Diyalog mekanizmaları var. Ancak kendi iradesi yönünde oluyor. Yani diyalog iradeye yansımıyor. Bırakıp gitmek çözüm olacaksa, yarın istifa edeyim. Ama istifa etmek sorunu çözmez.
Osman Boyraz: En çok uykusuz kaldığımız dönemler vekil olduğumuz dönemlerdir. Bazı sıkıntılar var evet, ama değişimin altındaki imzalar milletvekillerinin imzalarıdır.
Serdar Aktan: Ermeni Partisi ne olacak? Süryaniler kilise kurmak için izin istiyorlar, alamıyorlar. Kendilerine yer gösterilmiyor. Başka dinden olan insanlarında ibadet istekleri var.
Osman Boyraz: Biz kimseyi ötekileştirmeden herkesin düşüncesini, ibadetini yapmasına olanak sağlamaya çalışıyoruz. Herkes kendini özgürce ifade etsin, başkasının alanını daraltmasın. Bu konuda bir çok çalışma yapıldı.
Şükrü Boyraz: 10 yıllık geçmişinizde çeşitli şeyler yaptığınızı ifade ediyorsunuz. Ama 2005 yılında çıkan 5378 no’lu yasaya 2006 yılında kısıtlamalar geldi. Bu kısıtlamayla erişilebilirlik ve taşınabilirlik de ksııtlandı. Bizim hapis süremiz ne zaman bitecek?
Osman Boyraz: Ak Parti iktidarı özürlüler konusunda çok çalışmalar yapmıştır. Eğitim masrafları olsun, taşınabilirlik açısından olsun, işe yerleştirilme açısından olsun bir çok konuda ilerleme kaydedilmiştir. Bu konuda çalışmalara devam da ediyoruz.
Burcu Dağ: Erişilebilirlik yeterli değil. Bunun dışında en önemli sorun raporlama. Her yerde ağır engelli birinden tekrar tekrar rapor istenmesi bize çok yük.
Osman Boyraz: Yazılan raporlarla ilgili herkesin tıbbı bilgisi olamaz, dolayısıyla ne zaman iyileşme olur bilemez. Belki mevzuatta değişiklik yapılması gerekir.
DEĞERLENDİRME
Bu toplantıda ilk defa kronometre program kullanıldı.Bu program perdeye yansıtıldı.Ve konuşmacılar konuşma sürelerini takip edebildiler. Böylece herkes süresini idareli kullanabildi.Yine ilk kez soru-cevap bölümü denendi.Daha dinamik bir toplantı oldu.
İLETİŞİM SİVİL TOPLUM İLE
170 kadar sivil toplum örgütüne mail aracılığıyla toplantıbilgisiverildi. Bazılarına faks gönderildi.Ayrıca telefonlar edildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Ak Parti ve CHP milletvekilleri gruplarından görevlendirildiler. BDP Genel Merkez’ten görevlendirme yaptı.
MEDYA İLE
Basına, ajanslara mail yolu ile haber verildi.
06.01.2013 İstanbul kMM Toplantı Tutanağı
previous post