YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 3. Kat Kızılay
TARİH: 5 Aralık Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / AEGEE (Servet Kıraç – Üye)
2 / Kürd-Der (Ömer Özaydın – YK Üyesi)
3 / Şiddetsiz Toplum Derneği (Nermin Yalçınkaya – Üye)
4 / Çocuk İhmali ve İstismarını Önleme Ağı (Türkay Asma – Başkan)
5 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
6 / STAD-Der (Mehmet Ali Koçkaya – Başkan)
7 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
8 / Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – CEİD (Göksu Günay – YK Üyesi)
9 / Kafkas Dernekleri Federasyonu (Bahadır Gümüş – Üye)
10 / Anka-Der Ankara Eğitim ve Kültür Derneği (Sebahattin Gökmen – Başkan)
11 / Hacettepe Üni. Kuir Araştırmaları Topluluğu (Doğukan Taylı – Başkan)
12 / Mazlum-Der (Ayşegül Sarıkaya – Şube Yöneticisi)
13 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
SENDİKALAR – FEDERASYONLAR
1 / Hak-İş (Yakup Göker – Üye)
MİLLETVEKİLİ: Ayhan Bilgen (HDP Kars Milletvekili)
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 6 izleyici ve 1 basın mensubu katıldı.
MODERATÖR
Belma Tokuroğlu
GENEL KONU: Uluslararası İlişkiler ve Terör
KONUŞULANLAR
1 / Belgin Çelik: Bu ülkede neyin lanetini yaşıyoruz? Deniz Gezmiş’lerden bu yana darbelere bakıyorum, günümüze geliyorum, hala faili meçhuller var. En son Tahir Elçi. Doğu kökenli işadamlarına karşı bir operasyon vardı, bugün Antalya’da işçilere saldırılıyor. Hepimiz Kürt kardeşimiz diyoruz ama bana pek samimi gelmiyor. Biz doğuda olanları gazetelerde televizyonlarda göremiyoruz. Her şeyi 12 Eylül darbe anayasasına bağlıyoruz. Doğuda ve batıda başka bir kanun var. Gazeteci Gül ve Dündar’ı içeri aldılar. Bizde özgürlük ve demokrasi yok. Huzur, mutluluk gitti yüzlerimizden, hep üzüntü içindeyiz. Biz yönetenlerimizi seçemiyoruz. Padişahım çok yaşa zihniyetindeyiz. Doğaya, hayvanlara, insanlara saygılı bir iktidarı umarım görürüz.
2 / Nermin Yalçınkaya: bu ülkelerdeki şiddetin ortadan kaldırılması ve şiddete karşı güçlenmek için kadınlar başta olmak üzere, derneklerde örgütlenmeli, yakınlarını ve çevresini şiddete karşı koruma yöntemlerini örgütlerin de katkısıyla öğrenmeliyiz. Uluslararası örgütler, silahlı kalkışmaları desteklememeli, silahla kurulan devletler tanınmamalı, silah üretimi sınırlandırılmalı, silah kaçakçılığı önlenmeli, şiddet örgütlerine silah ve şiddet yaptırımları ağır olmalı. Hep ülkede hem de dünyada aileler ve gönüllü kuruluşlar şiddete karşı şiddetsiz yöntemlerle mücadele vermelidir. Şiddete karşı olanlar ve demokratik kitle örgütleri herkesi örgütlenmeyi iletişim ve işbirliğine davet etmelidir çözümün anahtarı ulusal ve uluslararası alanda örgütlenmedir.
3 / Türkay Asma: Tabii ki barış diyorum. Savaş en çok çocuklarımızı vuruyor. Diyarbakır’da yaşananlarda çocuklarımızın yaşam, eğitim, sağlık, oyun hakkı gidiyor. Hoşgörü ve barış ortamını yok ediyoruz ve onlara model oluyoruz, diyoruz ki biz senin tüm haklarını yok ediyoruz, sen de kendi güçlü hissettiğinde diğerlerinin haklarını yok et çünkü şiddet bir modeldir. Çocuklara sevgiyi öğretebilirsek barış gelir. 13 yıllık iktidarda biz şiddeti kaşıdık, tepedeki kişi kindar ve dindar nesil yetiştirmekten bahsetti. Birbirimizin acısına saygı duymayı öğretemedik çocuklara. Barışsız yaşayamayız. Gelir dağılımındaki adaletsizlik de düşmanlığa neden oluyor. Bu eşitsizlikleri yok etmeliyiz. İktidar barış vaadinde bulundu ama muhalefet dahil bu barışın koşulların hiç tartışmadık. Bazı gruplar silahlanıp bir güç olarak diğer bir güce karşı yasadışı bir savaşı ilan ettiler. Biz toplum olarak buna seyirci kaldık. Gezi’ye sahip çıkamadık, ölenleri insanlara alkışlattık.
4 / Ömer Özaydın: Terör tanımını ülkeler ve egemenler farklı yaparlar. Biz ulusal ve uluslararası anlamda bunu bir yöntem olarak görmeliyiz. Terör bir yöntemdir, hem devletler hem de örgütler kullanıyorlar. Bir sorun varsa ve çözümü uzun bir zamana yayılmışsa, herkes kendi düşünce ve amaçlarını gerçekleştirmek için bu yöntemi kullanır. Hem devletin hem de devletin yöntemlerine ve yasalarına karşı hak arayışı içinde olan bazen illegal örgütler de bu yöntemleri uygulamışlardır. Bu yöntemin en çok uygulandığı nüfus kitlesi Kürtler ve sol güçler, akımlar olmuştur. Kürtlere yönelik bu uygulamalarda, sıkıyönetim zamanında köy baskınlarıyla sistematik olarak herhangi bir siyasi faaliyet içinde bulunmamış olan kitleleri köy meydanlarında özellikle erkekleri çırılçıplak soyundurarak işkence ediyorlardı. Bu yöntemlerin amacı sindirmek. Toplumda öne çıkmış kişilere yönelik suikastlar var. Faik Bucak bunlardan birisidir. Bugüne kadar aydınlanmamış bir suikast bu. Onun yerine geçebilecek ikinci isim Sait Elçi. İki Sait olayı var. Sait Kırmızıtoprak 1970’lerde ortadan kaldırılıyor. 70’lerde siyasi faaliyetler birtakım derneklerde yürütülüyor ancak 80’den sonra Vedat Aydın’ın katledilmesinin ardından diğer failler meçhuller ve en son Diyarbakır’da Selahattin Demirtaş’a düzenlenmiş bir suikast var. o başarılı olmayınca Tahir Elçi’yi ortadan kaldırdılar. Bu bir yöntemdir.
5 / Göksu Günay: Terör bu coğrafyada yabancı olduğumuz bir sorun değil. Ortadoğu ve petrol kaynakları zengin ülkelerin iştahını kabarttığı sürece sonu gelmeyecek. Şu anda bir savaş hali var. Akdeniz’e gönderilen gemiler, uçaklar… Biz bir savaşın içindeyiz. Ortadoğu ülkeleri içinde biz uzun süre özellikle Kürt meselesinde terörü hep yaşadık ama ülkenin doğu ve batısı bunu aynı şiddette yaşamadı. Ben en büyük terörü ortak hislerimizin kaybolmasında buluyorum, Gezi’de bu ortaya çıktı. Bize bunları yapıyorlarsa Kürtlere neler yaptı diye düşünüldü. Ev baskınlarında 3 kadın öldürüldü, ilçeler boşaltılıyor, Tahir Elçi kameralar önünde öldürüldü. IŞİD’in katliamları da her yerde oldu. Ancak Avrupa’nın göbeğinde yaşanınca duyuluyor. Bir Cumhurbaşkanı ispat edin, ederseniz o koltukta oturmam diyor. Türkiye böyle koşullarda yönetiliyor bugün.
6 / Enver Önder: Uluslararası ilişkiler ile terör arasında doğrudan biri ilişki vardır. Ulusal çıkarlarını evrensel çıkarlardan üstün gören devlet yöneticileri başka ülkelere terör ihraç eder. Kendi çıkarlarını savunmak üzere terör ihraç edenler, başkalarının ihraç ettiğini de elinde olmadan ithal etme durumunda kalırlar. Devletlerin başka devletler içinde terörü nasıl besleyip büyüttükleri ve kullandıklarının açığa çıkması bir uzmanlık işi bilinirdi ancak çağımızda sıradan herkes bu gelişmeleri izleyebiliyor. ABD emperyalizmi, Afganistan’da Sovyetler Birliği’nin büyüttüğü Taliban örgütünün, işi bitti diye terk edince bu örgüt İkiz Kuleler’i vurarak binlerce insanı katledilmesine neden oldu. G20 Zirvesi’nde 40 ülkenin terörü finanse ettiği açıklandı. Uçak düşürme olayından sonra Putin Türkiye’nin IŞİD’i finanse ettiğini dünyaya duyurdu. Bu terör örgütünün versiyonları ortaya çıktı. Devlet yöneticilerinin terör örgütlerine bakışları kişiye göre ya da döneme göre değişiyor. Bizde PKK kimi zaman hatırı sayılır örgüt sayıldı, ardından da seçimler sonrası tükaka ilan edildi ve terör örgütü sınıfına kondu. Bu terörü azaltmak yerine ülkeyi kana boğdu, bir bölgeyi yaşanmaz hale getirdi. Vahşi kapitalizmin kar hırsı sınırlanmadıkça, insan yaşamının kalitesi için ekonomik bir denge sağlanmadıkça terörü durduramayız. İnsanlar gibi devletler ve yöneticiler de dürüst olmalı, barış içinde eşit koşullarda bir arada yaşama koşulları birlikte belirlenmelidir. Barış süreci evrensel boyuta taşınmalı yoksa toplumun bir bölümü dışlamak terörü kışkırtır. Ülkemizde yazı yazanlar cezaevine konuyor, 12 kişinin katili salınıveriyor. Tırlarda silah olduğunu söylediği için vatandaşını casuslukla suçlayan bir Cumhurbaşkanı ile yönetiliyoruz.
7 / Ayhan Bilgen: ülkemizde siyaset sivil toplum ilişkisi sanki karar verici-talep edici düzleminde gibi görülüyor. Katılımcı demokrasi açısından bu yeterli değil. Esas olan toplumun çıkarlarını ve insanı merkeze alıyorsak, siyasetin konumu sivil toplumdan daha ilerde olmamalı. Sorumluluk itibariyle daha ağır yükü var ama inisiyatif sivil toplumda olmalı. Ortada bir yaklaşım farkı var. Her ülkeye ve döneme göre değişen standartlar. Bu kavram çok objektif değil, bu şekilde değerlendirmek gerek. Şiddetle ilgili pozisyonumuz nerede olmalı? Herkes kendi durduğu yerden, kendi ideolojisiyle bakabilir ama evrensel değerlerle bakınca insancıl ve barışçı bir dille bile savaşa karşı çıksak bile ne yazık ki savaş insanlık tarihinin reddedilemez bir boyutu. Onu sadece karşı çıkarak durduramayacağımıza göre ona karşı daha etkili ve güçlü bir yaklaşım geliştirmeliyiz. Buradaki kavram insancıl hukuk kavramı. Şiddet varsa, devlet, birey ya da örgüt eliyle, savaşın kurallarını koymaya çalışmak; sivillerin zarar görmediği, çevrenin zarar görmediği şekilde savaşı sınırlandırmak; bu savaşı olağan görmek değil, madem tümüyle bitiremiyoruz tahribatını indirgeyecek bir sınırlandırma yapabilmek. Diğer bir kavram, terörle mücadele. Bu kavramın sübjektif olduğu ortada. Terörle mücadele adına yapılanların, insan hak ve özgürlüklerini keyfi biçimde kısıtlaması ve ortadan kaldırması, yaşam alanlarımızı korumamız açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Basın özgürlüğü, yaşam hakkı gibi haklar hepsi bu mantığın ciddi tehdidi altında.
8 / Mehmet Ali Koçkaya: Barış ve kardeşlik kelimelerin sıkça kullanıldığını ama aynı zamanda etkisini de yitirdiğini görüyoruz. Gelir dağılımındaki adaletsiz kaldırılmadıkça barış sağlanmaz. Halkların birbirleriyle hiçbir sorunu yok ama iktidarı ele geçirme sürecinde ya da iktidarı elde tutma sürecinde yönetimlerin politikalarının insanları çatışmacı bir ortama ittiğini düşünüyorum. Umutsuzluğun ve öğrenilmiş çaresizliğin var olduğu bir süreçteyiz, insanlar neticeye varmadığı için konuşmak istemiyorlar. Ortadoğu ve İslam ülkelerinde yaşananlar Ortaçağ Avrupası’nı andırıyor. Küresel ya da bölgesel bir savaşa gidebiliriz ama bedellerin çok ağır olmaması için sorumluluğumuz var. STK’lar görevlerini yapmalı. Her an sıcak çatışma yaşanabilir. Bu ülkeler insanların hayat kalitesine ayırmaktan vazgeçtikleri bedelleri silaha ayırıyorlar. Egemen güçler egemenliklerini sürdürebilmek için bu silahları kullanacaklar. Bu bölgelerde ölenlerin ve yerinden göçenlerin sayısı artacak diye endişe ediyoruz. İktidar mücadelesi, bunu sürdürme adına halkların zayıf yönlerinden faydalanma olarak ortaya çıktı.
9 / Bahadır Gümüş: Çeçenler son zamanlarda yabancı savaşçı listelerinde yer almaya başladı. Faili meçhullere bir isim daha eklendi, Çeçenistan fahri konsolosu 2 sene önce öldürüldü. Türkiye’deki Çeçen mülteci kamplarındaki Çeçenlerin IŞİD’e katılmaması için çaba sarf etmişti. Araştırmacı Oliver Roy Avrupa’nın karşılaştığı sorun İslam’ın radikalleşmesinden çok, radikallerin İslamileşmesi. Çeçenler yakın tarihte bir savaştan çıktı, eski düşmanları dostları oldu. Hızlı bir şehirleşme, gelir dağılımında dengesizlik var. kendini cihatçı olarak adlandıran gruplar Kafkasya’da da artış gösteriyor. Bu bir anlam arayışı olabilir, doğru ya da yanlış. Bu çerçeveyi anlamlı kılan bir antropolog var, Talal Asad. Kendisi dinin anlam verdiğini, bunun bağlamla ilişkili olduğunu ama bu bağlamı da iktidarın belirlediğini söylüyor. İktidarı sadece siyasi değil, kurum ya da örgüt bazında da görüyor. Ben IŞİD’i kendi bulunduğu bölgede iktidar olarak değerlendiriyorum ve insanların anlam arayışına cevap verdiğini düşünüyorum. Diğer yabancı savaşçıların da bu nedenle onlara katıldığını düşünüyorum. bugün iki farklı Müslümanlıktan bahsediyoruz. Türkiye’de çoğu insan İslamiyet’in bu olmadığını söylüyor ama IŞİD İslam adına bunları yaptığını söylüyor. Farklı iktidarların, dinin farklı boyutlarını ortaya çıkardığını ve farklı Müslümanlıklar ortaya çıkardığını söylüyor Talal Asad.
10 / Melike Meryem Atlay: Rus uçak krizi sonrasında bizim yıllardır uğraşıp elde ettiğimiz bazı durumlar sekteye uğradı. Mesela geçen hafta bizim Genel Kurulumuz vardı. Dünya Çerkes Birliği’nden 14 kişi katılacaktı ancak uçak krizi nedeniyle gelemediler ve toplantı iptal oldu. Aynı şekilde Adige Cumhuriyeti’nde çok fazla Türk öğrenci var. onlar da şu an Rusya öğrencileri geri gönderebilir. Bu büyük egoların çarpışması yüzünden, yıllarca uğraşıp elde ettiğimiz haklarımızı yitiriyoruz. Eğitim ve seyahat özgürlüğü egoların dışında kalmalı.
11 / Yakup Göker: Türkiye’nin sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğu aşikar. Dünyada ve Türkiye’de terör ve terör örgütlerinin dört siyasi partinin ortaklaşa bir kararıyla lanetlenmesi gerekiyor.
12 / Nejat Kangal: komşularla sıfır sorundan başlayan bir ilişki vardı böyle bir şey hedefleniyordu devlet tarafından. Geldiğimiz durum çok farklı. Bize tarihi düşman olarak öğretilen Yunanlılar ve Ermeniler dışında herkesle düşmanız şu anda. Bugün Irak hükümeti gerekirse uçakları harekete geçirebileceklerini ve Musul’daki Türk birliklerini vurabileceklerini, topraklarının işgal altında olduğunu söylüyorlar. Dün Musul’a çok sayıda tank ve asker gitmişti. Bugün Irak’ın böyle bir tepkisi var. bunlara bakınca uluslararası ilişkiler deyince aklımıza iç politika geliyor. Kürtlerle sorun üzerinden tüm dünyaya karşı bir tavır, yöntem geliştirmeye çalışan bir devletimiz var. Devletin 70 yıllık politikalara dönmesi söz konusu oldu. Devlet terör deyince aslında Kürt sorununu kast ediyor. Terörist deyince Kürtleri kast ediyor. Biz yıllardır devlet terörüyle katlediliyoruz. Devrimciler, sosyalistler, Kürtler. Sadece AKP döneminde yaşanmadı bunlar, demokratik partilerin iktidarda olduğu zamanlarda da Madımak vs. yaşandı. Aslında süren devlet politikasının kendisiydi. Bir terörist var mı, elbette; devlet. Bugün şehirleri yakıyorlar, sokağa çıkma yasağı olan yerlerde barikatlar var deniyor. Burayı teröristler bastı deniyor, birkaç sivil öldürülüyor, terörist yok ortada. Orada sadece bir halk bastırılıyor ve kaçırılmaya çalışılıyor. Terör deyince anlamamız gereken bu. Terör devlet demektir. Bugün de uluslararası ilişkilerimizi buna göre şekillendirdikleri için, eğer Suriye’nin Türk sınırı Barzani’nin elinde olsaydı bugün başka bir şey yapıyor olurdu MİT.
13 / Servet Kıraç: Tahir Elçi’nin ölümünden dolayı çok üzgünüz. Bu ülkede işini iyi yapan insanlar ya kurşunlarla ya da kelepçelerle susturulmaya çalışılıyor. Koltuk sahipleri savaşın soğuk rüzgarlarını eştiredursun, biz gençler olarak dostluk ateşimizde ısınmaya çalışıyoruz. 10 Ekim patlamasından sonra AEGEE’nin farkı ofislerinden destek çağrıları aldık, Paris’teki saldırı sonrası biz de desteklerimizi ilettik. Ancak kendi ülkemizde farklı görüşten barış isteyen insanların katledilmesi gayet normal karşılandı. Bizim tek isteğimiz kayıtsız şartsız barış. Bunun için kendi aramızda projeler çıkarmaya hazırız. Bu kadar değerli insan bir aradayken sizin de sağlayabileceğiniz tüm katkıları istiyoruz, yol göstermenizi bekliyoruz.
14 / Doğukan Taylı: Terör konusu hepimizin canını yakan bir konu. Babam emekli polis. Ailem bir dönem Diyarbakır’da yaşadı, terörle 90’lı yıllarda karşı karşıya geldi. Günlerce sokağa çıkma yasakları yaşandı. Biz Ankara’dan orada neler yaşandığını pek görmüyoruz. Terörü lanetliyoruz ama orada zor şartlar altında yaşıyor insanlar. Can güvenliğine sahip değiller. Can Dündar konusuna değinmek istiyorum. Böyle bir söylenti vardı, o tırların terör örgütlerin yardım ettiği yönünde. Basının bu denli bastırılması, bizim canımızı çok yakıyor. Biz çalıştığımız LGBTİ bireyler anlamında zaten dezavantajlı bir grup olarak doğudaki hayatta kalma çabasının şehir ayağını biz de burada yaşıyoruz başka şekilde. Biz bu ülkenin gençleri olarak neden daha iyiye gidemediğimizi anlayamıyoruz. Rusların sınırımıza girmesini, bizim onların uçağını düşürmemizi de anlayamıyorum. Kendimizi iyi hissetmiyoruz.
15 / M. Ali Doğan: Terör olayları büyük egemen güçlerin maden yatakları üzerindeki istekleriyle ilgili. Ama sadece Ortadoğu ve Uzak Doğu alevler içerisinde, Vietnam ve Singapur gibi yerlerde. Değerli madenlerin süper güçlerin eline geçmesini ya da bunları rahatlıkla kullanabilmeleri için insanları mezhepsel olarak ayrıştırarak birbirine kırdırıyorlar. Bu insanları öne sürerek, kendi egemen güçlerini yerleştirmek istiyorlar. IŞİD iki yıl önce ortaya çıktı. neden Müslümanlığı kullanıyorlar? Daha önce neredeydiler? Dünyadaki süper güçlerin bir oyunu içindeyiz ve onların oyuncağıyız.
16 / Muzaffer Çapoğlu: IŞİD, emperyalistlerin, bölgedeki doğal kaynakların paylaşımı konusunda insanları kullanıyor olmasıyla yarattığı bir örgüttür. Bugün bize karşı kullanılıyor, komşularımızla ilişkilerimizi bozuyorlar. Terörü dünyaya yayıyorlar. Bu tip terör örgütlerinin aklı başkasının kontrolündedir. Ne İslam’ın radikalleşmesi ne de radikallerin İslamileşmesi gibi bir şey söz konusudur. Bunu dile getirmek istedim.
Soru-Cevap
Mehmet Ali Koçkaya: Demokrasi modern çağın en popüler yönetim şekli. Ancak demokrasi Batı’da ve Doğu’da farklı algılanıyor. Dünyada da öyle. Acaba Batı tipi demokrasi Ortadoğu’da ve İslam ülkelerinde kabuğunu kırmasına vesile olabilecek mi, bize huzuru ve refahı getirebilecek mi?
Ayhan Bilgen: Kavramları çok fetişe etmemek lazım. Demokrasi çok geniş bir kavram, doktriner boyutundan, yönetim modeline kadar uzanıyor. Ama kastettiğiniz çoğulculuk ve farklılıkların bir arada yaşaması, özgürlükler giib eksenler. Bu anlamda insanlığın kazanımlarının inançlar anlamında bir tehdit oluşturmadığı düşüncesindeyim. Şöyle durmak daha tehlikeli, İslam asla demokrasiye izin vermez, Kur’an dogmatiktir, inançtır. Böyle dediğinizde insanlığa bir şey katmıyorsunuz. Tam tersi bir görüş de var, İslam’ın demokrasiye ihtiyacı yoktur, zaten kendisi yüksek ve kapsayıcıdır. Bu da kendince doğrudur inanan açısından. Bu coğrafyaların sorunları var, güncel sorunlar, bunlara çözüm üretmek zorundasınız. Buna çözüm üretmenin, itikatla çatışmasına gerek yok; tersine inancın da ahlakın da hayatta bir karşılığının kalabilmesinin yolu bu sorunlara cevap üretebildiği sürecedir. Yoksa arkaik hale gelir.
Ayşegül Sarıkaya: Çözüm süreci çok zordu. Buna bir şekilde ikna olunmuştu. Ama süreç kötü bir şekilde bitti. Devletin de örgütün de buna çok inanmadığını görmüş olduk. Çözüm sürecinin bir alternatifi de yok. Çatışma devam edecek. Bununla ilgili parti olarak bir çalışmanız var mı?
Ayhan Bilgen: Çözüm sürecine esastan karşı çıkmak mümkün değil. amacı ile ilgili kısmında herkesin farklı yorumları ve eleştirileri olabilir. Bir şey iyi yönetilemediği için başarısızlığını tartışmak başka bir şey, işi başa çevirmek başka bir şey. Bizim böyle bir sorunumuz yok dediğinizde inkar etmiş oluyorsunuz. İnsanlar ölüyor, hangi nedenle olursa olsun. Sorunla yüzleşmek gerek, dünya deneyimlerinden de ders çıkararak yapılabilir bu. Sorunu diyalogla çözme yoluna gitmek lazım, sonrasında kim ne yapar konusu tartışılabilir. Kritik olan bu sürecin yeniden başlaması. Bu sürecin askıya alınması kim tarafından olursa olsun, bunun doğru olarak okunabilmesi için üçüncü tarafın varlığının önemi ortaya çıktı. Artık önemli olan üçüncü taraf. Bu kavram refleksle karşılanıyor, başka bir devlet, dış güçler, emperyalistler gibi algılanıyor. Burası da bir üçüncü taraf. Orada ölen kim olursa olsun, bu ülkenin insanı. Üçüncü bir sivil, tarafsız, taraflar üzerinde baskı kurabilecek bir iradenin ortaya çıkması, bence bu sürecin en büyük teminatı. Akademi, kanaat önderleri, barış aktivistleri, insan hakları savunucuları. Üçüncü taraf kavramının farklı yansımaları var. Dünyada mesela üçüncü taraf BM mekanizmaları, bazı ülkelerde ki tarafın da üzerinde ağırlığı olan aktörler. Bazı ülkelerde bazı üçüncü taraflar sadece izleme yapıyor. Çok homojen bir üçüncü taraf yok. Çark kendisini yemeye başladığında ülke zarar görüyorsa, araya bir güç kırıcı denen çatışmayı engelleyici bir iradenin girmesi gerekiyor. Barış, devlet açısından bir kriz çözücüdür, Kürt hareketi açısından bir statüdür ama hepsinden önemlisi toplum için bir anlamı var. Toplumun örgütlülüğü ve sürece müdahil olması kadar doğal bir şey yok. Biz üçüncü tarafa daha evrensel bakıyoruz. HDP olarak bunun içinde olabiliriz de olmayabiliriz de. Bir başka Kürt partisi olabilir, Kürt partisi olmayabilir de. Hak ve özgürlükler konusunda tüm toplum taraftır. İş silaha geldiğinde, silah kimdeyse onu ikna etmek gerekiyor. Aktörün kendisiyle doğrudan görüşmek ya da aracı göndermek. Bene demokrasi tamamen açık ve şeffaf yürümeli. Güvenlik boyutumu toplumun henüz algılaması zor. Hangi aktörle neyi konuşmak lazım, o önemli.
Enver Önder: Biz 550 milletvekili seçip parlamentoya gönderdik. Türkiye’de süren savaş tüm toplumu etkiliyor. Bunun çözümünü neden parlamentoda değil de arabuluculara yöneliyorsunuz?
Ayhan Bilgen: Parlamentoda parti disiplini kavramı o kadar kötü bir kullanımda ki. Muhalefetin doğru bir konuda iktidardan destek bulmasına imkan yok. İnsani bir şey öneriyorsunuz ama kabul görmüyor. Nüfus sayımı gibi oluyor önergelerin oylanması. Hükümet iyi bir şey yaptığında da muhalefet bu işi kamplaşmaya götürmeden olumlu katkı sunmalı. Siyaset toplumun üzerinde yük haline gelmiş. Parlamento sorun çözen bir yer olmaktan çıkmış, neredeyse toplumun beklentilerini oyalayan, krizlere müdahale edebilen, çözebilen niteliğinden çıkmış. Toplumsal çabadan çıkmış, çıkarlara hizmet eder hale gelmiş. Ülkenin temel sorunu neyse parlamento ve demokrasi bunun için var. Demokraside ilk konu, kim vergiyi kim belirleyecek, nerede kullanılacak? Kime düşman olunacak, kiminle savaşılacak; bu da ikinci meseledir. Demokrasiyle ilgili karar süreçleri bunlar etrafında döner. Bu ikisinde de Türkiye parlamentosunun sivil toplumla yapısal bir ilişkisi var mı? Mesela yakında bütçe görüşülecek, hükümet her koşulda o bütçeyi geçirecek, muhalefetin sözünün bir hükmü olmayacak, sivil toplumun da o araya girmesine imkan yok çünkü meclise giriş çıkışlar yasaklanacak. Sivil toplumun bütçe sürecinde meclise giriş çıkışının yasaklanması diye bir şey olabilir mi? Sivil toplumun karar alma süreçlerine katılımı konusunda bizde bir kabul yok. Buna tüm toplum katılabilmeli, süreç şeffaf olmalı aslında. Biz mecliste tüm partilerin katıldığı bir çözüm süreci anlayışı olması gerektiğini düşünüyoruz. Hiçbir hak pazarlığa tabi değildir.
Türkay Asma: Ayşegül’ün sorusuna çok net bir yanıt gelmediğini düşünüyorum. Asıl sorun şu: siz projenizde neler istediğinizi, Kürt tarafını temsil eden bir parti olarak, barış sürecinde neler istediğinizi paylaşmalısınız. Karşı taraf da buna karşı neler vereceğini paylaşmalı ki üçüncü taraflar araya girebilsin. Bunların hiçbirini bilmeden kim size nasıl destek verecek? Siz seçilmiş bir vekilsiniz. Oraya giden insan ağlarsa olmaz. Biz sizi meclisi çalıştırmanız, haklarımızı korumanız için gönderiyoruz. Siz orada bizim haklarımızı korumazsanız, bu meclis çalışmıyor derseniz, bunun bir anlamı var mı? Önce direnmelisiniz, siz direnirseniz biz arkanızda oluruz. Yoksa bu iş yürümez.
Ayhan Bilgen: Önce siyasetin kendi tarzının değişmesi lazım. Siyasi partiler yasasının değişmesi gerek. Ben burada çok dert yandım galiba. Size katılıyorum. Ama her fırsatta mecliste söz almak için elimizden geleni yapıyoruz. HDP’nin kendi taleplerini anlatmak konusunda eksikleri var galiba. Taleplerimiz hala net okunmuyor olabilir ama parçalanmışlıktan kaynaklanıyor. Ne istiyor olabiliriz ki diye bakmaya başladık. Bir inanç grubu kendi inancının statüye kavuşması, varlığının kabul edilmesi konusunda eşitlik ve özgürlük istiyorsa, dille, kültürle ve kimlikle ilgili talebi olan da bunu ister. İstediklerimiz zaten biliniyordur varsayımıyla hareket ediyoruz sanırım. Bunları anlatmak ve makuliyeti üzerinden bir yeniden bir toplumsal çalışma yaparak üçüncü taraf aramak daha doğru. Bunlar üzerine biz çok konuştuğumuz için belki de sanıyoruz ki bizim gibi taleplerimizi biliyor duygusuyla yaklaşıyoruz ki bu da bizim yanlışımız evet.
Göksu Günay: İki seçim yaşadık. 7 Haziran seçimlerinde HDP batıyı da kucaklayan ve özellikle sosyalistlerin oyunu da alabilecek bir performans gösterdi. 1 Kasım’da ise o hedefe ulaşamadığını, seçim günü barajı geçip geçemeyeceği korkusunu yaşadık. HDP bundan sonra nasıl bir çizgi sürdürecek? Demirtaş’a bir suikast gerçekleştirildi, Figen Yüksekdağ ölümden döndü, Tahir Elçi öldürüldü. Bu kadar terörize edilmiş bir ortamda HDP ne yapacak, biz ne yapacağız?
Ayhan Bilgen: Bütün kriz galiba egemenlik kavramıyla ilgili. Sorunun yüzleşmek istemediğimiz boyutu bu. Terörü egemen psikolojisiyle tarif etmek başka bir şey, hak ve özgürlük ekseninde başka bir şey. Biz insan ve toplum güvenliğini merkeze alan bir bakışla yorum yaptığımızda egemenliğe dair sembollerin içi boşalıyor. Seçim sürecinde, öncesinde ve sonrasında bizim de dilimizde sorunlar oldu. Örgütlenme modelimizde sorunlar var, demokrasiyi içerde işletmeyle ilgili sorunlarımız var. ama şurası önemli, niyet olarak birlikte yaşamaya dair bir iradeyse, bu yürüyüşte sendeleyebilirsiniz ama bir güvensizlik egemense, orada ne yasa, ne kazanımlar ne de parlamentodaki temsiliyetiniz kurtarıyor. Çözüm süreçlerinde siyasetin taraflarının birbirlerinden çok kendilerine güvenmesi gerekiyor. Karşı taraf demokrasiyi istismar etse bile kendi halkımdaki herkesin en iyisini hal ettiğini düşünüp iyi örnekler üzerinden bir şeyler kurmalıyım. Topluma güveniniz yoksa, onun yerine karar verme, onu hizaya sokma eğilimi içine girersiniz.
Belgin Çelik: Ölüler ülkesiyiz. Terörün en önemlisi devlet terörüdür. Devlet terörü biterse, tüm terörler biter. Devlet ne yapıyor burada? HDP’nin terörün ortadan kaldırılması konusunda önderlik etmesi gerektiğini düşünüyorum. HDP’nin barışı daha çok konuşmasını, anayasada önderlik etmesini istiyorum.
Ayhan Bilgen: Bu işi bir kısırdöngüde bırakmak ile herkesin bu işin çözümü için bir şeyler yapması arasındaki bir tercih noktasındayım. Şiddet arttıkça konuşmanızın önemi yok. konuşamadıkça şiddetin zemini güçleniyor. Bu kısırdöngüye teslim olduğunuzda bedel ödeyeceğiz. Biz buna nerden yetebiliriz, toplumda neyi yayabilirsem, umudu güçlendirebilirim? İki taraf birbirinden kopmuş, bilgi kaynakları ters işliyor, dolayısıyla müdahalede bulunup alan açıp, tüm topluma sesinizi duyurabileceğiniz bir mekanizma bulmanız gerekiyor bu da HDP’nin tek başına kaldırabileceği bir şey değil. HDP’nin söylediklerinin bir kısmına daha çok Kürtlerin bir kısmı tarafından da şöyle bakılıyor: HDP Türkiyelilişme adı altında taleplerimizden taviz veriyor ve canımızın yandığı konudan geri adım atıyor diye bir tepki oluyor. Batıda da bunu ayıracak bir irade sınırlı. Sizi kriminalize eden, tek bir kimliğe, bölgeye hapseden bir anlayış oluyor. Barış hepimiz için gerekiyorsa, hepimizin etki alanı olduğu noktalarda, korkusuzca konuşabileceğimiz alanlar oluşturması gerekiyor. Benim hayat alanıma müdahale edilmese bile ona müdahale edebileyim, insanlar birbirlerine değebilsinler. Bir insan herhangi bir konuda ayrımcılığa, haksızlığa uğruyorsa, diğer insanlarla birbirine değebilmeli. Kopuk kopuk her birimizi bize bir şey olduğunda feryat ediyoruz ama büyük fotoğraftan kopuyoruz. Devletin demokratikleşmemesinin en büyük mazereti, bu toplumdaki kamplaşma. Bir süre sonra kutuplaşmış bir toplum ortaya çıkıyor ve ortak bir gelecek de tahrip olmuş oluyor. Bunu alttan yukarıya doğru işleten bir mekanizma kurmamız gerekiyor. Böyle bir durumda hangi partinin iktidar olduğu önemini yitirir.
Muzaffer Cağoğlu: PKK, Kürt sorununun çözümüne silahla katkı sunacak bir örgüt. PKK’yi bir terör örgütü olarak görüyor mu HDP? Kendilerini onlara silah bıraktırma konusunda yetkin görüyor mu?
Ayhan Bilgen: Bu ülkenin bir gerçekliği var. 70’lerde bir örgüt kurulmuş ve 90’lara kadar eylemler yapılmış sonra da hem devlet hem de örgüt şunu tartışmaya başlamış. Öldürerek örgüt bitirilemiyor devlet açısından; örgüt açısından da öldürerek hedefine ulaşamıyor. 90’lardan sonraki diyalogları ve değişimi görmek gerekiyor. Devlet biz de yanlışlar yaptık, bunu konuşalım demeye başlıyor. Örgütünde de tepesinden itibaren daha sosyolojik, felsefi olarak daha anarşik bir siyasi literatür okuması oluşmaya başlıyor. Devlet son Kürt kalana kadar savaşacağım dese, bugün konuşma imkanı bulamayabilirdik. Biz silahın bir çözüm aracı olmaktan çıkması gerektiğini söylüyoruz. Bu da örgütten de tepkilere neden oldu seçim sürecinde. Ortadoğu’da sadece romantik bir barış savunuculuğu ile herhangi bir şey çözemeyiz. IŞİD diye bir şey var. oradaki Kürtler onlarla savaşmasalardı, bugün Irak’la Suriye’nin tamamı IŞİD’in eline geçecekti. Belli ki bu coğrafya da silah hala devletler ve topluluklar örgütler açısından da bir çözüm aracı. Bunu ortadan kaldıracak bir mekanizma kurmalıyız. Bu ülkede insanların düşüncelerini ifade etme özgürlüğünü tanırsanız, silah ve şiddet olmadığında bu konuşulabiliyorsa her koşulda bunun mekanizmaları var. Diyoruz ki Türkiye artık demokratikleşmeyle ilgili adımlar atsın ki silahın kullanılma koşulları kalksın. Ama bu ortamda silah devri bitmiştir, herkes hak ve özgürlüklerini kullanıyor; dağa gitme, silahı bırak, dergi gazete çıkart diyemiyorsunuz.
Doğukan Taylı: PKK’nın silah bırakması gerektiğini söylediniz. Figen Yüksekdağ’ın “Sırtımızı PKK’ye dayıyoruz” söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ayhan Bilgen: Figen Hanım bunu Suruç’taki bombalamanın ardından söylemişti. Suruç’ta 50 civarında insan öldü. Köken ve siyasi hareket olarak HDP içinde ESP geleneğinden gelen insanlar ve Figen Hanım da onların başkanı ve onun eski arkadaşları. Bu duygusallık içinde çaresizliğini dışavurmak, yalnız olmadığınızı ifade etmek için söylediğiniz bir şey. Maksadını aşan bir ifadeye dönüştü. Bir siyasetçi bence silahlı bir örgüte referans vererek konuşmamalı. PYD ile YPG’yi de ayırmak gerekiyor. Kürt Hareketi de KCK ile ayırdı. Toplumsal alanda örgütleneceğim diyerek silahla araya mesafeyi koydu, başardı başaramadı o ayrı bir şey. PYD bir parti, sosyalist enternasyonale üye. Avrupa’da temsilcilerini karşılıyor, Suriye’de Şam ve bölgesel yönetimde etkili olacak. PYD ile ilişkilerini Türkiye normalleştirmeli. PYD’nin de Ankara’da temsilciliği olmalı. Karşılıklı iki ülkenin Kürtleri iyi ilişkiler içinde olmalı. Türkiye’de YPG demek Kandil’dekiler demek gibi bir algı oluştu. Hem siyaset yapıyorum, hem sırtımı Kandil’e dayıyorum dediğiniz andan itibaren bu algı normal olmayacak. Bizi tehdit ediyor gibi algı yaratmış olabilir. Bununla birlikte yaşamaya dair bir dil kuramazsınız.
Nejat Kangal: Son dönemde sokağa çıkma yasağı olan ilçelerde ne gördünüz? Biz basından başka bir şey görüyoruz ya da görmüyoruz.
Ayhan Bilgen: Bir süreden beri, devlet olayı şöyle okumaya başladığından beri; Erdoğan’ın söylemleri üzerinden en azından. ‘Ben üzerime düşeni yaptım sorun çözüldü ama sen paralel bir güç, bir irade olarak duruyorsun.’ Örgüt de şöyle bakıyor: Sen bana kalıcı hiçbir garanti vermedin aslında, bunların hepsi bir göz yumma, bir döneme dair bir tolare etme gibi görüyor, hiçbir hukuki güvence görmüyor. 90’lara dönülebilir diye düşünüyorlar. Aslında hiçbir şeyin garanti edilmediği düşüncesinde örgüt. O da kendini güvence altına alma davranışı içine girdi. Devlet orada sokağa çıkma yasağı ilan etti, insanlar sokaklara hendek kazıp barikat kurdu. Devlet mahallelerde milisler olduğu ve insanların da onları korudukları iddiasıyla sizler de bu muameleye maruz kalıyorsunuz diyor. 90’larda aynı şeyi köylere uygulamışlardı, 3 bin köy yakıldı. Aynı süreç şehirler için yaşanıyor. Kimin haklı olduğunun bu aşamada çok önemi yok. Evler yaşanmaz vaziyette. Buradan kim karlı çıkacak ki? Örgüt, bu şehirleri bu yöntemle devletten alacaklar mı? Bu pratikle mümkün değil. Tersini düşününce, devlet de milisler var diye sokaklara girerek bu şehirleri temizleyemeyecek. Şehirde yasak bitiyor, ölenlerin içinde yaşlılar ve çocuklar çıkıyor. İçinde militanlar da çıkıyor ama terörle mücadele bu değil. Devlet bu yöntemle halkla milislerin arasını açacağını düşünüyor. Ama bir kişi ölüyor, tam tersi oluyor. Tüm kitle dönüp devlete karşı öfke duyuyor. Biz burada ölürken, Batı’da siz eğlenmeye devam ediyorsunuz diye tepki gösteriyorlar. Roboski buna iyi bir örnektir. Kimse kusur ve ihmalden bile ceza almadı, nasıl birlikte yaşayacağız, hayvan sandık vurduk deniyor. Mağdurlar da diyor ki bu sınırları biz çizmedik ki; ben sınır ticareti yapıyorum, akrabamı görüyorum diyor. Sınırları çizerken ben yoktum diyor, bize başka taahhütlerde bulundunuz ama bedelini ben ödüyorum diyor. Bu tablo, sizin umut ve alternatif içeren mesajınızın anlamını ortadan kaldırıyor.
Mehmet Ali Koçkaya: Çözüm sürecinin tıkanmasında samimiyeti niyet, yöntem ve tarafların karşılıklı hatalarından hangisi daha etkili oldu?
Ayhan Bilgen: Burada bence niyeti ölçme olanağı olmadığı için başka bir kavramla, tutarlılıkla konuşmak gerek. Sizin çözüm sürecinde ne yapmanız lazım ya da yapmamanız lazım? Bir şey yapmamanın kendisi de çözümsüzlüğe hizmet ediyor. Kürt sorununda mesele sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi olmaktan çıktı. Suriye ve Irak’taki gelişmeler Türkiye’nin iç gelişmelerini doğrudan etkiler hale geldi. Bölgedeki bu gelişmelerle birlikte siz hiç yanlış yapmasanız da diğer tarafta çıta yükseliyor. Ben darbe dönemine dönmedim deseniz de toplumsal beklenti farklılaşmış oluyor. Hak ve özgürlükler ne kadar gelişirse, o kadar yararımıza. Bunları korku olmaktan çıkartıp, bunların gelişeceğini ortaya koymalıyız. Birbirimizi öldürmeye kırmızı çizgiyi koyacağız. İlk adımı kim atmalı? Devlet diyor ki ilk adımı sen at, silaha sarılmadığını göster ki samimiyetini anlayalım ve haklarını verelim. Örgüt de diyor ki sen önce demokratikleş, ben silahı kullanmam, ben de dağda yaşamaktan memnun değilim, toplumsal hayatta siyasi mücadele vereyim. Biz nerede durmalıyız siyasetçiler olarak? Vatandaşın muhatabı devlettir. İlk adımı atan küçülmüş olmaz. Örgütün yerinde olsam, şöyle bir radikal karar alsam; örgüt sınırdan geçse devlet bunları tarar mı ya da alıp cezaevine koyar mı; akıllı bir devlet bunu yapmaz, kabullenmek zordur. Devlet bunu büyük bir sivil yürüyüş gibi değerlendirebilir mi? Siz böyle bir şey yaptınız, ben de demokratik bir anayasa hazırlayıp af çıkarıyorum der mi? Biz de devlet “Aa gelmişler, çantada keklik, hepsini bir alayım” der mi? Ben vatandaşsam bunu isteme hakkım öncelikle devletten. Devlet o silah bıraksa da bırakmasa da sen benim haklarımı tanıyan bir anayasa yapmak zorundasın. Örgüt silahı bırakmayacağım, bağımsız Kürdistan devleti kuracağım dese bile burayı demokratikleştirerek bu sorunu çözebileceğini kabullenmiş durumda değil. Devlet bu hakkın istismar edileceğini ve bölüneceğini düşünüyor. Sen otoriter davrandığında bölünmenin altyapısını oluşturuyorsun. Sonra savaşan başka yol kalmıyor. Birisi ilk adımı atacaksa, bunun devlet olması konusunda hepimizin çaba harcaması gerekiyor.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
340 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu