Tarih: 05.12.2009
Yer: Mardin Makine Mühendisleri Odası Toplantı Salonu
küçük Millet Meclisi katılımcıları:
1- Mardin Makine Mühendisleri Odası – Yusuf Yazar (Üye)
2- Eğitim-Sen – Özgül Köse (Eğitim Sekreteri)
3- Ses – Faruk Bozyel (Başkan)
4- Turizm Derneği – Abdurrahman Aygüler (Üye)
5- Eczacılar Odası – Muhyettin Bozan (Yönetim Kurulu Üyesi)
6- Çevre Ekoloji ve Yaban Yaşamı Destekleme Derneği – Nusret Çakar (Başkan)
7- Tüm Bel-Sen – Hasan Sertkaya (Başkan)
8- Mardin Tabipler Odası – Hamit Kasap (Yönetim Kurulu Üyesi)
9- Türk –İş İl Temsilcisi – Memduh Öztürk (Temsilci)
10- İHD- A.Kadir Çurgatay (Üye)
11- KAMER Mardin Şube-Tülay Elçioğlu (Başkan)
Diğer Katılımcılar:
1- Hamdullah Yıldırım – İHD (Üye)
2- Sıddık Ergül – Mardin Eczacılar Odası (Üye)
3- Özlem Mungan – DTP (Belediye Meclis Üyesi )
Milletvekilleri:Katılım olmadı.
Mazeret bildiren vekiller: Mazeret bildiren olmadı
Belediye Başkanları: Katılan olmadı.
Kolaylaştırıcı (Moderatör): Özgül Köse (Mardin Eğitim –Sen Eğitim Sekreteri)
Medya:
1.Mardin Haber
2.Haber-Türk
Konular (Gündem) :
Genel Konu: Alevilik ve Dersim
Yerel Konu: Yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi
Genel Konu:
Sunum: Ben Dersim’liyim. Dersim olayında yaşanan katliamın üzerinden 3 kuşak geçmesine rağmen hala anlatmakta zorluk çektiğimi ifade etmek istiyorum. 1937 yılından önce devletin Dersim’e girdiği ve değişime uğratmak için alt yapısını hazırladığı bilinmelidir. Yani 1937’de değil, öncesinde planlanan bir harekat olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
1937’de Tunceli, Dersime yapılan harekatın adıdır. O vahşet harekatının adını il’e veriyorlar. Halkın Tunceli ismine büyük tepkisi ondandır. Dersim’liler Tuncelili olarak anılmak istenmiyorlar. Dersim katliamında çok acılar yaşandı.Kadınlarımız, kızlarımız asker eline geçmemek için, kendilerini sulara attılar. Çatışmada halk mağaralara kaçıyordu. Mağaraların önünü kapatıp ölüme terk ediliyor, zehirli gazlar ile mağarada bulunan insanlar öldürülüyordu. Katliam çok büyüktü. 40 bin kişinin öldüğü ve 12 bin kişinin sürgüne gönderildiği söyleniyor. Fakat orada ölen insanların sayısı 90 bin civarındadır. Sürgüne gönderilen Alevilerin kızları Türk ailelerine evlatlık veriliyordu. Orda ciddi bir asimilasyon yaşandı. Buradan tek sonuç çıkartılabilir , o da devletin tek ulus, tek millet anlayışı.
21 Mart 1937’de isyan başlıyor. 15 Kasım 1937 Seyit Rıza’nın asılması ile isyanlar bastırıldı,bitti diye biliniyor. Ancak yerel, bireysel isyanlar 1948’e kadar sürmüştür.
1- Faruk Bozyel (SES):1924 Anayasası beraberinde bir çok kimliğin reddini, bunların sonucunda 1925’te Şeyh Sait isyanını, daha sonra da Ağrı isyanını getirmiştir. Bu isyanların bastırılmasından sonra Dersim trajedisi yaşanmıştır. Çünkü Dersim ve yöresinde Alevi kültüründen gelen özgür bir irade vardı. O özgür kimliği yok etmek, sisteme dahil etmek için bastırılıyor. Bu yaşananlar, ne Alevi inancına yönelik ne de Dersim’le sınırlıdır. Neredeyse, bütün doğuyu içine alacak kadar boyutu geniştir. 3 nesil geçmesine rağmen, halen canlılığını koruyan, yürekleri dağlamaya devam eden acı bir olaydır. Bu gün CHP sözcüsünün dile getirmesi önemlidir. Çünkü laiklik ilkesine sarılan Alevilik, CHP şemsiyesi altına giriyor. Dönüp geriye baktığımızda Kahramanmaraş, Sivas, Gazi gibi yaşanan bütün acılar CHP’nin iktidarda olduğu veya iktidar ortağı olduğu dönemlere denk geliyor. Diğer bir konu da, bu günlerde gündemde olan Alevi açılımı. Buna dikkat etmek gerekiyor. 80’li yıllarda geliştirilmeye çalışılan, ılımlı İslam politikasına uygun, Aleviliği de içine alacak şekilde dizayn etmek, bir kesimi Kahramanmaraş’a bağlıyarak Alevi iradesini teslim almaktadır. Çağdaş demokraside olması gereken, devletin elini inançlardan çekmesi ve inançları özgür bırakmasıdır. Çözüm noktası, sistemin bütün mağdurlarının bir araya gelmesiyle (işçisi, emekçisi, Alevisi, Sunnisi) halkların bir araya gelmesi, ortak bir siyasi iradenin ortaya çıkarılması ve bunun etrafında örgütlenerek demokratik ve çağdaş bir yaşam inşa edebilir. Geçmişin acılarını bir nebzede olsa dindirebiliriz.
2- Muhyettin Bozan (Eczacılar Odası): Alevilerle ve Alevilikle ilgili tarihte bir sürü söylem var. Bu olayların resmi tarih dediğimiz tarih tarafından çarpıtıldığı da bir gerçek. Çünkü tarihi de egemenler yazar. Bu nedenle bize tarih olarak sunulanın, bir senaryodan ibaret olduğunu söyleyebilirim. Tabi ki geçmiş bizim için önemli. Geçmişimize bakarak geleceğimizi belirleyeceğiz ama geçmişe takılıp kalmamamız gerekiyor. Asıl bizim için önemli olması gereken, bu ülkede yaşayan bütün farklılıkların bir arada özgür bir şekilde yaşayabileceği özgür bir geleceği nasıl inşa edebileceğimizdir. Yine asıl önemli olan bu ülkede ,bundan sonra nasıl bir yönetim biçimi istediğimizdir. Bence bunu tartışmamız ve geçmişten çok geleceği nasıl inşa etmemiz gerektiğini konuşmamız çok daha önemlidir. Tarihe baktığımızda egemenler egemenliklerini sürdürebilmek için toplulukların çelişkilerini çoğaltarak onları birbirleriyle çatıştırarak egemenliklerini sürdürmüşler. Bu, ülkemizdeki egemenler için de böyledir. Ülkemizdeki egemen sistem de aynı kuralı uygulamaktadır. Kürdü Türk’e , Alevi’yi Suniye karşı kışkırtarak yani farklılıklar arasındaki çelişkileri kullanarak egemenliğini sürdürmektedir.Bu nedenle bu ülkede yaşayan bütün halklar, bütün inançlar ve çoğunluğu oluşturan ezilenler ve emekçiler bu oyunu bozmak zorundadır. Bu farklılıkları herkes zenginlik olarak algılamak ve birbirleriyle empati kurmak zorundadır. Bir Alevinin kendi inancıyla yaşamasının bir Sunniye veya bir Kürdün kendi dilini konuşmasının bir Türk’e ne zararı olabilirki. Ama egemen sistem, bunu insanlara sorun olarak sunuyor, kabul ettiriyor ve bu anlamda mağdurları birbirleriyle çatıştırıyor ki, bu şekilde tuzu kurular olarak egemenliklerine devam ediyorlar. Bu nedenle hepimizin bilmesi gereken, özgürlüğün bir bütün olduğu, hiç bir dinin hiç bir mezhebin, hiç bir ırkın veya hiçbir fikrin tek başına özgür olamayacağıdır. Ya hepimiz birlikte özgürleşir ya da hep beraber hiç hak etmediğimiz bir yaşantıya mahkum ediliriz. Bu anlamda özgürlük bir bütündür. Aleviler Sunnilerin türban özgürlüğüne, sunnilere, Alevilerin inanç özgürlüğüne Türkler ve Kürtler birbirlerinin temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmadığı sürece hiç bir kesim kendi özgürlüğünü savunamaz ve özgür olamazlar. Herkes kendi dünyasında yaşadığı süreçte teker , teker avlanır. Bizleri birbirimizle tokuşturmaya devam ederler. Bu nedenle mağdurlar, mağdurlarla mücadele edeceğine bütün mağdurların bir araya gelerek birbirlerinin farklılıklarını kabul ederek, egemenlere karşı koyarak bu oyunu bozmaları gerektiğine ve bozabileceklerine inanıyorum. Daha demokratik ve özgür bir ülkeyi hep beraber yaratabileceğimize inanıyorum.
3- Nusret Çakar (Çevre Ekoloji ve Yaban Yaşamı Destekleme Derneği): Eğer bilgilerim beni yanıltmıyorsa, Osmanlıya ilk başkaldırı, 1514 yılında, Osmanlı'nın en güçlü, en baskın ve yayılmacı olduğu dönemde, Turhal’lı (kimi bilgiler,Yozgat'lı diye yazar) Şeyh Celal tarafından düzenlendiğidir. Bundan sonra yapılan neredeyse tüm başkaldırılara "Celali İsyanları" denmektedir. Bütün başkaldırılarda olduğu gibi, bir çok masum insan yıkıma, ölüme ve sürgüne uğrar. Şuna dikkat etmek gerekir: Bu yıllarda, kendisi bir Kürt olan ve sarayın en önemli tarihçilerinden biri olan "İdrisi Bitlisi" in bu işlerde rolü bir hayli büyüktür. Bir de büyük bir asker olan amcasının oğlu vardır. Bu rol paylaşımının içinde."Mısır Seferi" ne çıkıldığında "Yavuz"’un Tuğra basılı boş fermanlar verdiği ve istediklerini istedikleri gibi yapmaları konusunda görevlendirdikleri bilinir. Şu anda net olarak anımsayamamakla birlikte,"Şeyh Celal"’de Alevidir. Osmanlı'nın son dönemlerinde,"Kürt İsyanları" tarihe damgasını vurur. Aslında, Kürt coğrafyasındaki başkaldırıları bir "Alevi "isyanı gibi görmek yanlıştır. Bu coğrafyanın her türlü koşulları, ora insanının sert yaradılışlı, başına buyruk ve özellikle de yapılan yanlış ve haksız uygulamalara karşı çıkan bir profili ortaya çıkarmış. Yönetim, bu coğrafya insanını tam olarak denetim, zaptu-rapt altına alamamıştır. Bana göre ne yazık ki, Cumhuriyet döneminde de aynı yanlışlar yapılarak, sözüm ona bir "İsyan" ortamı oluşturularak, acımasızca uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Unutmadan bir şey daha: Onur Öymen' i de şiddetle kınıyorum
4- Abdurrahman Aygüler (Turizm Derneği): Yok et ve yönet felsefesi ile yapılmıştır. 1925’ten beri hazırlık yapılıyordu. 100 kişi neden durup dururken isyan etsin ki. Şeyh Bedrettin, Tokat isyanında da bunu görüyoruz.
Halk yok edildikten sonra , yönetilip asimile ediliyor. Devlet alt yapısını hazırlamıştı. İsyan ettir ve yok et.
5- Hamit Kasap (Mardin Tabipler Odası): Büyük saldırı.Post trovmatik sendurumdur. Aile içi, Mahalle içinde devlet uygular. Hepsinin nedeni insanları travmaya uğratmaktır. Bu bölgeye uygulanan yöntem de aynısıdır.
Devlet geleneğinin devam etmesi lazım. Tek Millet, tek Bayrak, tek dildir. Bu örnek İngilizlerde de görülür. (Rus yazar İvan Petroviç Pavlov ‘un üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneyleri bölgede yaşananlarla karşılaştırılarak detaylı anlatıldı. )
6- Özlem Mungan (Mardin Belediye Meclis üyesi): Enteresan topraklarda yaşadığımızı biliyoruz. Ezilen topluluk Alev’ilerdir. Kültürleri, yaşam biçimleri aşağılandığı için, bunu kendi iç bünyelerinde yaşamaktaydılar.
Her şeyin birbirinin aynı olan insanlar istenmekteydi. Egemenin farklılıklara ihtiyacı yoktur. Biz acılarımızı göremiyoruz ve ortaklaştıramıyoruz. Egemen insan evladını birbirine kırdırtacak. Bizim bu topraklarda her birimiz ortaklaşıp helallaşmalıyız.
7- Hasan SERTKAYA(Tüm-Belsen): Devletin uyguladığı politikalardan anlaşılıyor ki, Alevi Katliamı Cumhuriyet döneminden değil, ta Osmanlı’ dan başlamaktadır. Devletin bu uygulaması, Kürtlere uyguladığı rejim ile bağlantılıdır. Dersim Alevilerinin Kürt kökenli olmasından dolayı, başka bölgede yaşayan (Hatay vb.) Alevilerin sıkıntıları, uygulanan politikalar, bölgesel farklılıklar göstermektedir. Bölgemizde Şeyhler, Ağalar çoktur. Devletin Doğu bölgesine uyguladığı politika, bunları kullanarak böl-yönettir. Dersim Alevileri, Kürt Halkına yıllardır uygulanan yok etme politikalarından dolayı o acı katliama maruz kalmışlardır. Bu acıların bir daha tekrarlanmaması için, geçmişimizden ders alarak, halkların farklılıklarını kabul ederek, kendilerine özgür yaşama hakkı tanınmalıdır.
8- Hamdullah Yıldırım (İHD): Gündem maddesini eleştiriyorum. Alevilik ve Dersim değil, yaşanan katliamın’’Dersim Katliamı’’adı ile olmalıydı.
Sistem organizeli bir şekilde oluşmuş. Temel sorun Alevilik değildir. Kürt sorunudur. 1925’te Şeyh Sait isyanından sonra sunni Kürtlerin hizaya getirilmesi, ıslah edilmesiydi. Amaç burada, Alevi Kürtleri ve sunni Kürtleri birbirine düşürmekti. Cumhuriyet döneminde, coğrafik yapısı çok zor olan bir yere, Ankara ve Eskişehir’e kadar Demiryolunun döşenmesi dikkat çekicidir. Devletin burada döşediği demiryollarının kalkınma amaçlı olmadığını görmek lazım. Bana göre, Dersim’e yapılan barajların nedeni Dersim’i fiziksel anlamda da yok etmektir.
9- Sıdık Ergül(Eczacılar Odası): Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, tek tipleşmek üzerine kuruldu. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Dersim halkı üzerinde ciddi baskılar vardır. Çünkü hem Aleviler hem de Kürt’türler. Acının ve Asimilasyonun en çok yaşandığı yer.
Sunum: Yerel yönetimden katılım (Belediye Başkanı) olmadığından konu protesto edilip görüşülmedi.
Kullanılan Materyaller:
Mutfaktan gönderilen DVD’ in gösterimi yapılmıştır.
Değerlendirme:
Tunceli isminin acilen kaldırılması ve Dersim olarak kabul edilmesi. Sabiha Gökçen’in katliama katılmasından dolayı isminin konulduğu tüm noktalardan kaldırılması. Devletin Alevilerin tümünden özür dilemesi .Devletin inançlardan elini çekmesi, özgür bırakması gerekmektedir.
Değerlendirenler:
Ayşe ELVEREN MULLA ESMAİL
Mardin küçük Millet Meclisi Girişimcisi