Yer : Antakya Ticaret Borsası Toplantı Salonu
Tarih : 05 Aralık 2009
Katılımcılar:
1- Antakya Ticaret Borsası (Mehmet Ali Kuseyri-Başkan)
2- Antakya Kent Akademisi Derneği (Berkat Kar-Yönetici)
3- Akdeniz Kültür Ve Dayanışma Derneği (Mevlüd Oruç-Başkan)
4- Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (Nabi İnal-Başkan)
5- Tabip Odası (Tacettin İnandı-Başkan)
6- Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği (Nureddin Çolak-Yönetici)
7- İHD(Semra Berrak-Başkan)
8- Mazlum-Der (M. Yaşar Soyalan -Yönetici)
9- MEMUR-SEN (Mevlüt Burgaç-Yönetici)
10- Özgür Eğitim-Sen (Ahmet Hamdi Ayan-Yönetici)
11- TÜKODER (Nihal Mengüllüoğlu-Başkan)
12- Türkiye Yazarlar Sendikası Antakya Temsilciliği (Mehmet Karasu-Başkan)
Katılan Milletvekilleri: Milletvekili katılımı yoktu.
Belediye Başkanları: Belediye Başkanı katılımı yoktu.
Mesaj Yollayanlar: Mesaj yollayan yoktu.
Moderatör: Doç. Dr. Tacettin İNANDI- MKÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi – Hatay Tabip Odası Başkanı
Gözlemciler:
1-SHP(Mustafa Köse-İl Başkanı)
Diğer Katılımcılar:
1- Bozkurt
2- Fethullah Çiftçi
3- Hatice Can
4- Lümeys Dede
5- Mehmet Ali Okay
6- Şemsettin Günay
7- Yahya Kemal Avşar
8- Zeynel A. Zorlu
Medya:
1- Hatay Söz Gazetesi( Ali Görün)
2- Onuncu Köy Gazetesi(Halit Basık-İmtiyaz Sahibi)
3- Hatay Politika Gazetesi(Ferit Lif)
Konular:
1- Genel Konu : Aleviler ve Dersim
2- Yerel Konu : Konunun ilimizdeki yansımaları
3- Sivil Anayasa : 1982 Anayasasında konunun olumlu-olumsuz düzenlemeleri ve varsa öneriler.
Konuşulanlar:
1.) Tacettin İnandı; Moderatör (Hatay Tabip Odası Başkanı):Tartışmaları olumlu görüyorum. Sorunlarımızı konuşmaya başlıyoruz. Dersim Türkiye’de çoğumuzun bilmediği konulardan biri. Geçmişte bununla ilgili bize çok fazla şey anlatılmadı. Yeni yeni konuşmaya başlıyoruz. Kuşkusuz olaya birçok açıdan bakabiliriz. Bir açıdan bir mahkeme gibi yargılayabiliriz. Bir başka açıdan bir bilim insanı gözüyle bakabiliriz. Bir başka ve benim daha çok önemsediğim bakış açısı ise geçmişte olup bitenlere bakmalı, anlamalı, öğrenmeliyiz. Nedenleri ve sonuçlarını çok iyi bilmeliyiz ama bunu daha çok gelecek için bilmeliyiz. Yani yargılamaktan ziyade, geçmişte yaşananlardan ders alabilir miyiz? Gelecekte insanlığı bu gibi olaylardan ders alarak koruyabilir miyiz? Sadece Dersim’de değil Maraş’a kadar, yani 20 yıl öncesine kadar bu olayların devam ettiğini görüyoruz. Geçmişteki olayları analiz edip, sorunu nasıl çözebiliriz, konunun üstesinden nasıl gelebiliriz ona kafa yormak ve ders çıkarmak bence daha doğru gibi geliyor. Kuşkusuz Dersim’de bir sorun yaşandı. Sorunun çözüm yöntemi bu mu olmalıydı. Çözüm yöntemi hala insanlara acı verdiğine göre keşke başka bir çözüm yöntemi olabilseydi. Türkiye Cumhuriyetinin anayasasında kuruluştan bu yana Laiklik ilkesi olmakla birlikte uygulamada önemli çelişkiler yaşanıyor. Laiklik, inançların temel bir güvencesi ama Türkiye’deki uygulanışı maalesef çok başarılı olamadı. Diyaneti kurarak, daha çok bir mezhebe bağlı camilerin ve imamların maaşa bağlanması laiklik ilkesine uygun düşmüyor.
2.) Semra Berrak; (İnsan Hakları Derneği Başkanı) Dersim, Onur Öymen’in mecliste yaptığı talihsiz konuşmayla gündeme geldi. Dersimde gerçekten bir isyan mı vardı, yoksa katliam mı vardı bunun netlik kazanması gerekiyor. Bunlar gelişirken Türkiye’de inançlar da özgürce hiç konuşulmadı. 86 yıllık Türkiye tarihinde birçok inanç ya İslam içinde mezhep olarak düşünüldü bastırıldı ya da azınlık olarak insanlar yaşadıkları bölgelerden göçe zorlandılar. Cumhuriyet döneminde baskılamaların bu kadar ortaya çıkmasının nedeni Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan politikalardı ve onların devamı niteliğindeydi. Cumhuriyet tarihinde bir ulusallaştırma yöntemi izlenmiş ve 1930’lu yıllardan itibaren azınlıklara yönelik politikalar izlenmeye başlanmış. 1935’lerde denetim kurmaya çalışılıyor. Dersimde bir isyan yok. Devlet Dersim’de bir baskı kurmak istemiş, bu baskıyı da kabul etmemiş oradaki insanlar. 1937-38’de oradaki aşiretler toplu bir şekilde bu baskıya karşı gelmişler. O dönemde bu direnişe karşı askeri yöntemler kullanılmaya başlanmış. 1950’li yıllarda ise Varlık Vergisi Kanunu çıkarılarak azınlıklara yönelik baskı devam etmiş. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde azınlıklara karşı sürekli bir baskılama, onları yok etme, kendi içine alma politikası var. Bundan dolayı da ülkemizde toplumsal uzlaşmazlıklar yaşanıyor. Yani birbirine karşı içe kapanıp birbirimize küserken toplumsal sorunlar başlıyor. Kim getirirse getirsin toplumda bir açılım yaşanacaksa buna sahip çıkmamız gerekiyor. Hatay’da farklı inançta yaşayan insanlar var. Bu inançlara saygı göstermek gerekiyor. Kendi inancımızın güvencesi farklı inançların özgürce yaşanmasıdır. Alevi Nusayri inançlı insanlarımızın inançlarını özgürce yaşaması için Alevilerin bu bölgede bayram olarak kutladıkları Ğadir Humm bayramının tatil olmasını istiyoruz. Ğadir Humm bayramının tatil olması için valiliğe dilekçe verildi. Eğer böyle bir şey kabul edilirse, sadece dini inanç bazında değil, bu bölgede yaşayan Alevi-Nusayrilerin varlığı da resmen tanınmış olacak. Umarım demokratik açılım halkın düşünceleri alınarak ve halkla birlikte devam eder.
Ben öğretmenim, Ders anlatırken Atatürk ilke ve inkılapları olarak şunu anlatırım. Devletlerin dini olmaz.Dini olursa egemenliği altında olan insanlara eşit davranılmaz. Oysa tarihimizde dört anayasa değiştirdik. Bu dört anayasada askeri zihniyetle düzenlenmiş. Demokrasiyi içselleştirmemiş. Dört anayasada da diyanet işleri gibi bir kurum var. Diyanet işlerinin varlığı sebebiyle devlet halklarına eşit davranamamakta. Bu yüzden eşitliğin sağlanabilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması gerekir. Eşit yurttaşlık kavramı ancak böyle içselleştirilebilir. Bu coğrafyada yaşayanların hoşgörüyü içselleştirmesi, önyargıları kırması gerekir. Bunun da anayasayla bağlantısı var. Toplumsal olarak önyargıları kırmanın bir yolu anayasalardan geçiyor. Tarih tekerrürden ibaret değil. Tarihi öğrenmediğimiz zaman tekerrür eder. Biz dersimden bir şey öğrenmemişsek Dersim o zaman bir daha olur.
3.) Mehmet Yaşar Soyalan; (Mazlum-Der Yöneticisi): Dersim’de yaşananları doğru şekilde anlayabilmek için öncelikle kurucu irade hakkında fikir sahibi olmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, kurtuluş savaşı verilirken Türkiye’deki etnik, dini yapılanmalar bütün olarak hareket ettiler. Hiçbiri arasında ayrım yapılmadı. İlk meclis oluşturulurken Alevisiyle, Lazıyla, Kürdüyle birlikte inşa edildi. Hatta yerel yönetimler oluşturulurken bile buna dikkat edildi. Kurtuluş Savaşı bittikten, devlet mekanizmaları yerine oturduktan sonra İttihat-Terakki geleneğinden gelen bir yapı devlete egemen oldu ve zaman içinde tüm oluşan etnik ve dini guruplar yavaş yavaş dışlanmaya başlandı. Mesela ikinci meclis oluşturulurken birinci meclisten çok farklı bir yapı ortaya çıktı. Yönetimde de farklı yapılanmalar ortaya çıktı. Özellikle Lozan sürecinden sonra devleti yöneten anlayış daha net ortaya çıkmaya başladı. İnkılâplar yapılırken mecliste ve toplumda yeteri kadar tartışılmadı. Tartışılmayınca önce bir hoşnutsuzluk oluştu. Çünkü Sünnisiyle, Alevisiyle, Lazıyla, Kürdüyle birlikte inşa ettiğimiz bir meclis vardı. Bunlar daha sonra yavaş yavaş tek fikir tek ulus çerçevesinde oluşmaya başlandı. Anadolu Osmanlı bakiyesi bir yer. Birçok ulustan; Balkanlardan, Kafkaslardan, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’dan binlerce insan Osmanlı bakiyesi olarak Anadolu’ya yerleşmişti. Dolayısıyla tek bir ulus oluşturmak çok zordu. İnsanların dini ve etnik kökenlerini dışlayarak bir ulus inşa etmek belki ideal olabilirdi ama mümkün olmayan bir şeydi. Bunun mümkün olmadığı bugün ortaya çıkıyor. O dönemde insanlar hoşnutsuzluklarını dile getirmeye başlayınca merkezi otorite bu itirazları dile getiren insanlara baskı uygulamaya başladı. Onları dinlemedi. Niye siz hoşnutsuzsunuz denmedi insanlara. Karşı çıkanlar cezalandırıldı ve daha sonraki yıllarda Dersim öncesi Dersim sonrası sıkıntılar yaşandı. Bu itirazlar sadece Alevi kökenli, Kürt kökenli olanlardan gelmedi. Bütün toplumun çok farklı kesimlerinden geldi. Konya’da, Yozgat’ta, Erzurum’da çok ciddi olaylar oldu. Osmanlı da her şey devlet eliyle yapılır. Yani tarikatlar, toplum, ağalar devlet eliyle yönlendirilir. O geleneğin bir devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti devam etti. Osmanlı yönetimi İstanbul’da kaldığı için, Anadolu’dan bütün kentlerden insanlar bir araya gelerek Osmanlı’ya rağmen ortak bir mekanizma oluşturdular. Ancak Osmanlı’daki o ittihat ve terakki geleneği devlete egemen olduğu zaman yeniden aynı refleksleri göstermeye başladı. Mesela Türkiye’ye Komünist Partisi kurulacak olsa da, Şeriat Partisi kurulacak olsa da biz kurarız dendi. Yani vücudunuza uyuyor mu uymuyor mu bir gömlek biçiyorlar ve bunu giyeceksiniz deniyor. Bu gömlek bana uymaz dediğinizde, nasıl uymaz denerek baskı yapılmaya başlanıyor. Alevilere yapılan baskılar bundan farklı değil. Dersime, Alevilere yapılanları doğru anlamak için yöneten mantığı doğru kavramak lazım. İster Türkiye Cumhuriyeti ile başlayalım ister 300 yıl geriden Alemdar Mustafa Paşa’dan başlatalım. 300 yıldan başlayan merkezi otoriteyi iyi kavramadığımız zaman bugün Dersimi de, Menemeni de, Konya’da olanları kavramamız mümkün değil.
4.) Bereket Kar; (Antakya Kent Akademisi Derneği Yöneticisi): Hepimizin yabancı kaldığı bir olay Öymen’in konuşmasıyla gün ışığına çıkarıldı. Mesele isyan mıydı, katliam mıydı sorunun bu boyutuna fazla takılmamak gerekir. Sonuç itibariyle bu tarihi süreçte onbinlerce insan katledilmiş ve onbinlercesi göç ettirilmiş. Bunlar kimler: bu ülkenin vatandaşları. Peki, bir devletin kendi vatandaşına bir katliamı reva görmesi kabul edilir bir şey mi? İnsani, vicdani açıdan bakacaksak ister kendi hakları, ister herhangi bir hak için mücadele etsin bunların uçaklarla bombalarla yok edilmesi ne kadar insanidir? Bu tespiti yapmak lazım. İkinci olarak bu tür katliamlar günümüze kadar ve devlet insanını ötekileştirip, özgürlüğünü, inancını yok sayarak devam etmiş. Bütün bunları bitirmiş ve düzlüğe çıkmış olsaydık, belki bu tarihi olayı konuşmak bir anlam kazanabilirdi. Geçmişte böyle bir kara lekemiz vardı ve bunu gün yüzüne, aydınlığa taşıma sorumluluğuyla karşı karşıya kalırdık. Fakat mesele devam ediyor, çözülmemiş. Adam diyor ki; Kıbrıs’ta 73’te Dersim’de 37’de, Çanakkale’de analar ağlamadı mı, ağladı. Şimdi Kürtlerde de analar ağlıyor. Niye bağırıyorsunuz, bunlar da ağlasın. Öymen’i tek başına kınamıyorum Öymen, kendi partisinin zihniyetini ve bu devletin bugün taşıdığı zihniyeti dile getirmiş. Bunlar çözüm bekleyen sorunlar hala. Alevi meselesi zamanında bitirilmiş olsaydı bugün tartışılmıyor olacaktı. Aleviler daha dün İstanbul’da yüzbinlerce insanla meydana çıktı. Sorunları var hala çözülmemiş. Hala direnç gösteriliyor ve çözmekten uzak duruyorlar. Kürtler açısından durum farklı değil. Beni Apo’nun İmralı’da ne söylediği ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren şu; bu ülkede onbeşmilyon insan yaşıyor mu yaşamıyor mu, yaşıyor. Peki, bunların talep ettiği haklar var mı, var. Süren bir savaş, çatışma var mı, var. Peki, bu akan kanı durdurmak önem taşımıyor mu? İnsani bir görevimiz değil mi? Bu cumhuriyet, bu ülke bunu çözmekle yükümlü değil mi? AKP bir açılım yaptı ve çözeceğim dedi. Ben bunun yalnız AKP’nin anlayışı olduğuna inanmıyorum. Bölgesel, küresel bir politikanın bir sonucu olarak AKP’ye dayatıldığını düşünüyorum. AKP’de bunu iyi okuyarak kendi çıkarlarına da yontarak gerçekleştirmeye çalıştı. Bana göre gerçekleştiremez. Çünkü AKP buna inanmadığı gibi; 37’deki Dersim zihniyeti hala devam ediyor. Hala farklı kesimlere, Kürtlere, Alevilere yada bunun dışındaki azınlıklara farklı bir bakış açısıyla yaklaşma zihniyetinin devam etmesinden kaynaklı, yani hala diktatörce, işkenceyle, zulümle, insanlarını disipline etme politikasının devamı gereği ne yazık ki bunu yapamayacak. Tabi bunun Hatay’a olan yansımalarını bence iyi konuşmamız gerekiyor.
5.) Ahmet Hamdi Ayan (Özgür Eğitim-Sen Yöneticisi); Fransa’da Ermeni tehciriyle ilgili konuşan bir öğrencimize ceza verildi. Öğrenci şöyle söylüyor: Ermenileri biz katletmişsek hak etmişlerdir. Sorun bakış tarzında. Bir katliamı, cinayeti normal kabul etmekte. Karşıdaki insan bunu hak etmiştir şeklinde düşünmek. Dersim hikâyeleriyle büyüdüm. Yakın bir akrabam vardı. Derdi ki; iddiaya girerdik bir köylü geçiyor, nişan alıyor şuradaki insanı öldürebilir misin gibi. Hangi inanç veya ülke bir insandan daha değerlidir. İnsanı katlediyor ve buna kılıf buluyoruz. Dedim ki Hacı Amca insanları öldürüyordunuz peki çocukları ne yapıyordunuz. Çocukları emzirecek değildik, cevap basit. Fakat yaşlı amca bir müddet sonra herhalde rahatsız oldu; dedi ki “çocukları sormuştun ya onu hatırlamıyorum” Necip Fazıl Kısakürek “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde 20 çocuğun nasıl katledildiğini anlatır. Sorun sadece Kuyucu Murat Paşa’da değil. 6–7 yaşındaki bir çocuğu askerler öldüremez ve Kuyucu Murat Paşa bu ileride şöyle yapacak deyip katleder. Necip Fazıl’ın canlı tanıklara dayalı anlattıkları var. Bir tanesi hala aklıma geldikçe kötü oluyorum. Besi isimli bir kız çocuğundan bahsedilir. Tarihe geçmiş acılar var. Anne karnında bebek süngüleniyor. Anne ölüyor, iki kadın geliyor çocuk yaşıyor mu diye bakıyor. Çocuk annesinin karnından dışarıda. Bu çocuk bugün halen yaşıyor ve topuğunda süngü izi var. Biz bir devrim yaptık, devrim ve biftek kanlı olur dersek davayı kaybetmiş oluruz. Sorun burada. Bir dönemi kutsarken, bir asr-ı saadet yaratırken valla saltanat vardı ülkede, ülke inim inim kan ağlıyordu, cumhuriyet geldi özgürleştik. Vallahi böyle değil. Benim anadilim farklı, babamın dili farklı, Rumca konuşuyoruz biz. Ben son temsilcilerden bir tanesiyim. Bir kültürü yok ettik. İnancımız, kültürümüz her şeyimizle tehdit altındayız. Buna direnenler kötü şekilde cezalandırıldı. Yani tankla serçe avlandı. Serçe avlanmalı mı o da ayrı sorun. Evet sorun var ama sorunun çözüm biçimi dehşetengiz. Bu yaşandı, yaşanıyor ama bu zihniyeti bizim insani değerler bakımından sorgulamamız lazım. Bir ideolojik yapıyla hayatın bütününü izah etmeye kalkarsak yanılırız. Onun için insani değerler açısından bakalım, kendimizi eleştirelim. Açılımın Amerika destekli olduğundan bahsedildi. Amerika’dan gelen her şey kötü olmuyor. Yani kategorik olarak biz çok doğruyuz, Amerika yüzde yüz yanlış, bizim bir hatamız yok diye düşünmek de doğru değil.
6.) Nureddin Çolak (Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği Yöneticis): Türkiye Cumhuriyeti bir ulusal devlet kurma projesidir. Türkiye Cumhuriyetinin olduğu coğrafya; çok değişik kültürlerden, etnik kökenlerden, dini inançlardan olan dünyanın merkezi sayılabilecek bir yer. Bu kadar etnik köken ve dini inanç farklılığını bir potada eritmenin mümkün olmadığını şimdi görüyoruz. Cumhuriyet vatandaşlarına eşit mesafede durmadı. En önemli noktalardan biri bu. Ya bana uyarsın ya da buradan gidersin hesabı yapıldı. Bu süreçte insanlar korktu, mağdur oldu, bir kısmı sisteme uydu, asimile oldu. Geldiğimiz noktada sorguluyoruz şimdi gerçekten homojen bir yapı yaratabildik mi diye, yaratamadık. İnsani değerleri, demokrasiyi, hoşgörüyü önde tutmamız gerekirken, okullarımızda bu tür konular işlenmiyor. Demokrasi, vicdan, özgürlük, insan hakları konuları işlenmiyor. Türküm doğruyum çalışkanım her şey böyle bir ideoloji üzerine kurulu. Üzerine bizim en çok kafa yormamız gereken şey, nasıl kaliteli bir demokrasi kurabiliriz olmalı. Yani, devletin insanlarına eşit mesafede nasıl durabileceği ve insanların o ülkenin vatandaşı olmaktan mutlu olacağı bir sistemi nasıl kurabiliriz üzerine kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum.
7.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı): Ben konuyla ilgili, Baskın Oran’ın bir yazısını paylaşmak istiyorum. Cumhuriyet tarihinde Dersim isyanı diye bir olay olmadı. Bu sorun Ankara’nın Dersim’de ıslahat yerine fütuhat yapmayı tercih ettiği için planlandı. Bu fütuhat 12 yıl boyunca santim santim planlandı ve isyan yokken uygulandı. Dersim halkı sadece savunma yaptı. Dersim’in fetih hazırlığı 1925’te planlandı ve o dönemde Atatürk hasta değildi. 1937-38 Dersim olayı Ankara’nın taammüden yaptığı bir şey. Dersim Zaza olan halkı dımılı olan dili ve alevi olan halkı ile farklı ve özel bir yer. 1915’te yirmibinermeniyi katliamdan kurtarmışlar. Dağlarla çevrili merkezi otoriteden hep yarı özerk kalmışlar. Dersimle ilgili iki görüş atılmış. Islahat yapalım, hastane yapalım okul yapalım görüşü ve buna karın fetih yapalım görüşü atılmış. Fetih yapılması kabul edilmiş ve uygulanmış. Konuyla ilgili en cılız tepki bölgemizde oldu. Resmi ideolojinin en güçlü olduğu yerlerden biri üzgünüm bölgemiz. Laiklik Türkiye’de gerçek anlamda yaşanmadı. Yanlış laiklik anlayışı herkese tek mezhep dayatılmasıyla yaşandı. Türkiye de mesela gelecek toplantı için öneri yapıyorum. Gelecek toplantının konusu katsayı mağduriyeti ve türban olmalı. Türban ve katsayıyı tartışalım gelecek hafta. Konu; Türkiye’de merkezi otoritenin laiklik adına kendini koruma adına bazı insanları onyıllardır mağdur etmesi olayıdır.
Konunun, Hatay iline yansımaları olarak, bölgemizde aleviler ne yaşıyor onu anlatmak istiyorum. Ğadir Humm bayramını dün kutladık. Bu günün inancımız gereği tatil olması lazım. Bunu talep ettik. Bu bir haktır. Anadilimizi öğrenmeliyiz. Anadili talebimiz var. İnançlarımızı biz anadilimizde yaparız. Namazımızı, gelenek ve göreneklerimizi biz Türkçe yapmayız. Arapça yaparız. Ben çocuğuma Arapça’yı öğretmezsem o çocuğuma dinini öğretemem. İnancımı öğreteceksem ona Arapça öğretmem lazım. Arapça öğreteceksem, bunu da okullarda yapmam lazım. Yani hacı, hoca ve şıhların öğretmesi ile değil, modern bir şekilde bunu öğretmenlerin yapması lazım. İbadethanelerimizin tanınması lazımdır. Bizim kendi ibadethanelerimiz var. Cemevi, ehlibeyt mescidi ziyaret veya türbe. Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması lazımdır. Çünkü herkesten alıyor ve tek bir yere veriyor. Bu bir sömürüdür. Devlet ve diyanetin dini inancı dikte etmesi ve dini tanımlamaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bizim kendi tanımlamamız var. Bu bölgede demografik yapıyla, coğrafya ile çok oynanıyor, tahribatlar yapılıyor. Bu ayıp ve suçtur. Komşu ülkelerle yaşanan sorunların nedeni burada ki aleviler olarak görülüyor. Bunlardan vazgeçilmesi lazımdır.
8.) Mevlüt Burgaç (MEMUR-SEN Yöneticisi): Baskın Oran’ın bir analizi var: Ulus devlete gelince, Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt konuşuyor. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı bu böyle biline. Milliyet Gazetesi 19.09.1930 tarihinde yayınlanmış. Başvekil İsmet Paşa diyor ki bu ülkede sadece Türk ulusu hak talep etme hakkına sahiptir. Başka kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Milliyet Gazetesi 31.08.1930. Şimdi Dersime gelince Dersim’de özerk bir yapı vardı. Osmanlı Devleti buraya özerk bir yapı vermişse ne adıyla vermiş. Dinsel açıdan mı kültürel açıdan mı veya başka bir açıdan mı vermiş. Burada insanların insan olarak bakması gereken şu. Bunu yapanlar belki Türkiye Cumhuriyeti Devleti değildir. Oradaki kişilerin yetkilerini kötüye kullanmalarından kaynaklanıyor. Yoksa Pazar günü adliyeyi açmanın bir mantıksal açıklaması yok. Niye açıyor Pazar günü. Pazartesi günü gelir. Acelesi ne bu işin. Şimdi burada daha başka şeyler de var. Dersim sadece Alevilere karşı yapılmış bir olay değil, biraz de devletin insanlara bakış açısından kaynaklanıyor. Ondan sonra ezanı Türkçe okutmalar. Sünnilere bir şey mi getirmiş. Buna onlara yapmışlar, Sünnilere bir şey yapmamışlar mı? Kur’an kurslarını yasaklamış. Kur’anı okuyanları hapse atmış. İskilipli Atıf Hocayı asmış, bunu niye öğretiyorsun diye. Burada insana bakış açısında bir sıkıntı var. Bunu devlet adına yapanların yetkilerini nasıl aştıkları bir denetimin olmamasından kaynaklanıyor. 1982 anayasası darbeci kafayla yapılan bir yasa. Ben bu anayasaya evet verdim. Şimdi YÖK var YÖK bazı kişilerin işine geldiği zaman çok iyi bazı insanların işine gelmediği zaman çok kötü. Ben bakıyorum YÖK’ün kurulmasından bu yana 27 yıllık süreçte. Bunların başındaki insanla aynı düşünceye sahipse YÖK çok iyi diyor. Farklı bir düşüncede insan geldiğinde YÖK çok kötü diyor. Son olarak katsayı olayında, daha önce YÖK’ü kaldırmak istediğinde YÖK Cumhuriyetin temelidir düşünceleri vardı. Şimdi YÖK’ün aldığı bir katsayı kararı Danıştay’dan döndü. Ya bu ülkeyi mahvedecek dendi. İşimize gelene aferin, işimize gelmeyene kötü dediğimiz zaman bu demokrasi olmuyor, güdük demokrasi oluyor. Demokrasinin özü nereden gelirse gelsin haksızlıklara karşı koymak. Bunu yaptığımız zaman buna inanıyorum ki ülkemizde alevi-sünni, bunun hiçbir öneminin olmayacağı insanca yaşanacak bir ortam olur. Ama şu anki 1982 anayasası ile bunun olması mümkün değil. Herkese potansiyel gözüyle bakılıyor. 1982 darbe anayasası en kısa zamanda açılımla birlikte inşallah kaldırılır. En kısa zamanda iyi bir anayasa yapılması umuduyla hepinize teşekkür ederim.
9.) Mehmet Yaşar Soyalan (Mazlum-Der Yöneticisi):Türkiye’deki sıkıntı zihniyet sıkıntısıdır. Doğru tanımlamamız gerekiyor. Milli eğitimin ilkelerinden biri iyi bir vatandaşı inşa etmektir. İyi vatandaşı kim tanımlıyor. Devletin kendisi tanımlıyor. Birileri kendini insanların üstünde görerek şöyle bir vatandaş olacaksın diyor. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman laik olmadı. Türkiye’de birçok şey doğma. Hiçbir şeyi tartışamıyorsunuz. 1982 anayasası teokratik bir anayasadır. Demokratik değil. Tartışmaya açık değil. Tek bir ulus inşa ediyor. Tek bir dil inşa ediyor. Konunun ilimize yansımalarına baktığımız zaman. Sünni kökenden geliyorum. Dedemin anlattıklarından biliyorum. Alevilere neler yaptıklarını, köylerini nasıl bastıklarını, dağa nasıl kaldırdıklarını, köylerini mallarını nasıl yakıp, yıkıp, talan ettiklerini ciddi bir şekilde anlatıyor. Bunların hepsini dinleyerek büyüdük. Geçenlerde Şam’daydım. Bir Türkmen subaydan dinledim. Kendi atalarının Lazkiye’deki Nusayri Alevilere yaptığı bir örnek var. Osmanlının son döneminde-ittihat ve terakki döneminde- yapılanları örneklemek açısından anlatmak istiyorum. Albay dedemden dinledim diyor bir alevi çırılçıplak soyularak toprağa yatırılır ve göbeğinin üzerine birer yumurta konulur ve oradan atış talimi yaparmış. Ya yumurtayı vuracak ya adam gidecek. Umurunda değil. Oradaki insan ölmüş ölmemiş. İnsanların karşı tarafa verdiği değer bu. Bu insanlar sindirilmiş, dağlara sığınmak zorunda kalmışlar. Kimliklerini saklamak zorunda kalmışlar. Türkiye Cumhuriyeti gelince de, kurtuluş laikliktedir, bu Sünnilerden çok çektik diyerek Türkiye Cumhuriyetinin bütün yaptıklarını sineye çekmişler. Hala aynı şey devam ediyor. Kendilerini özgürce ifade edemiyorlar. Bence bugün o dönem geçti. Bugün Sünnilerde kendilerini, geçmişlerini sorguluyorlar. Alevilerde sorgulayıp, konuşarak yeniden bir zihin inşası yapmamız, hep birlikte yeni bir Türkiye inşa etmemiz lazım. Cemaatlerin baskı ve hiyerarşisinden çok bireylerin kendi aralarında tartışarak yeni bir anayasanın inşa edilmesi gerekiyor. Anayasada bireylerin özgürlüğünün esas alınması lazım. Birey olarak yukarıdakileri rahatsız ettiğiniz zaman size kimse kimliğinizi sormuyor. Sünni’ye de, Alevi’ye de Türk’e de kürde de aynı uygulamayı yapıyor. İşkence de, yargısız infaz da eşit davranıyor. Benim önerim şartlar ne olursa olsun fikirlerini özgürce dile getirerek yeni bir anlayış ortaya koymamız gerekiyor. Asil devrim zihniyet devriminden geçer.
10.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı): Başlıklar halinde konuya değinmek istiyorum. Bunlardan biri tarih ve tarihin ruhuyla ilgili. Tarih zamandır ama zamanın bir ruhu vardır ve her ruh o dönemde yaşayan insanların toplumsal ve siyasal bileşenidir. Biz Dersimi bu tarihi süreçte bir yere koymak istiyorsak bu zamanın ruhlarını kategorik olarak şöyle ayırmak isterim. Osmanlı’nın son dönemi, özellikle 1912 den sonra Balkanların Osmanlıdan çözülmesi, diğer adıyla ulusalcılık dönemlerinin başlaması çok önemliydi. İkincisi Türkiye Cumhuriyetinin oluşmasındaki nedenlerin ve süreç içindeki ruhu. Osmanlı adem-i merkeziyetçi bir yapıydı, aynı zamanda imparatorluktu. O dönemde Balkanların ruhu, Anadolu’nun, Sinan’ın ruhu farklı atıyordu. Daha sonra Galiçya’da farklı attı ve Erzurum’da farklı attı. Türkiye Cumhuriyetinin oluşmasında bir sürü neden ve bileşen var. Bizim en fazla üzerinde durmamız gereken bileşen şu olmalıydı. Osmanlı adem-i merkeziyetçi yapıdan çözülürken Anadolu’da oluşma sürecinde olan ve belki hedeflenmese de merkezi bir yapıya doğru giden bir süreç yaşandı. Bu süreçte özellikle Balkanlardan dışarıdan gelen göç eden kendini Türk sanan ve Türk olduklarını iddia edenlerin Anadolu’da bir Türkiye vatanı yaratmak süreciydi ve ruh oydu. Ama Türkiye’deki Anadolu ruhu çok farklıydı. Balkanlardan gelen ruhla Anadolu’daki ruh bir değildi. Bence en büyük sorun orada başladı.Tarih duygusallıktan uzak olmalı. Atatürk olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti bir müstemleke mi olacaktı. Bu çok ciddi bir iddia, buna katılmıyorum. Peki, Atatürk olmasaydı ne olurdu. Tarihçiler şöyle demişti. Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa ve sonunda Meclisi Mebusan baskınlarındaki insanlar Malta’ya gönderilmeseydi Atatürk olamazdı. Balkanlardan gelen ve merkezi bir yapı sürecine giren Anadolu; ruhu, zamanı ve bileşeni farklı olan bir yerde biz merkezi bir devlet yaratılmasını yaşadık. Bu doğru veya yanlış bunun çok önemi yok, ama yaşadık. Bu yaşamın aslında bileşenlerinde doğru ve yanlışı ayıklarsak bugün görüyoruz ki o dönemde o ruhta olması gereken şeyler bize çok artı getirmedi, aksine eski getirdi, inançlar konusunda, etnik konularda eksi getirdi bunların içine Sünniliği de ekliyorum sadece Alevilik, Kürtlüğü ve azınlıkları değil, inançlı Sünniler de çok zor durumda bırakıldı. Bu sürecin merkezi yapı oluşturma, homojen toplum yaratma sürecinde 1925’teki Şeyh Sait isyanı, 1930’daki Ağrı isyanı ve 1937’deki Dersim isyanı ve bunların arasına ekleyeceğimiz her şey bu homojen ve merkezi yapı üzerine kuruluyordu.
Ben Dersime değinmek istiyorum. Dersim Osmanlı da bir eyaletti, özerk yapıya sahipti. Fedoal ve şeyhlik üzerine kurulu sistem devlete vergi ve asker vermiyordu. Bu merkezi yapı oluşturma süreciyle örtüşmeyen ve can sıkan bir olaydı. Onun için Cumhuriyet Hükümetinin bunu çözmesi gerekiyordu. Çözmek için ne gerekiyorsa yapılacaktı. Yapılan şey de; o zamanın ruhuna aykırı olan, acı veren, trajedi olan ve bugün canımızı acıtacak bir sürü belgeler, canlı tanıklıklar bırakarak gelmiştir. Böyle bir dönem yaşadık ve anladık ki o dönem dünyanın bileşenlerine de aykırıydı. Modern, sanayileşmiş bir dünyada biz ona uygun bir dönüşümü yapamadık, barışı sağlayamadık. Bugün artık küresel bir dünyada yaşıyoruz. Bugün artık bireyin, sivil inisiyatifin mutlakıyeti dünyanın ruhuna örtüşen sivil bir süreç yaşıyoruz. O zaman biz biraz da bu sivil zihniyetle zamanın ve dünyanın ruhuna uyacak, geçmiş ve geleceğimizi bir yerde bağlayabilir miyiz diye düşünmek daha doğru olacak.
Ben buraya geldiğimde misafir olacaktım. Ekrem Beyi ziyaret ettiğimde biz bu toplantıda sadece misafir olacaktık. Şimdi ev sahibi gibi davranıyoruz Kusura Bakmayın. Anayasaların birkaç açıdan önemli özellikleri var. Biri niteliksel, biri niceliksel, biri de dönemsel. Tarihin her safhasında bu böyledir. Türkiye’deki anayasa sorunları Cumhuriyetle birlikte niteliksel olarak çok benzerlik taşıdığını söylemek mümkün. İttihat ve terakki geleneğinden kaynaklanan militarist bir yapı. Bu anayasaların niceliksel olarak kaynağı aynı. Bir avuç bu vatanın hamisi olarak görünen geçler bu anayasayı yapar. Niteliksel olarak tabii ki farklar vardır. Niteliksel olarak her dönem farklılık gösterir. Daha sonra niceliksel hegomonya bu hakları istediği kadar sınırlama alışkanlıklarını devam ettirmiştir. 1982 anayasası yaklaşık 65 maddesi değiştirilmiştir. Bu 65 madde çok önemlidir. Ama Nicelikselliğe dönüştürülecek ve niteliksellik kazandırılacak anayasaya ciddi bir ihtiyaç vardır. Biz kurucu irade dediğimiz sürecin bugünün ruhuna uygun, yani küresel dünyanın şartlarına uygun ve bugünkü dünya hukukunun egemen olacağı standartlarda bir anayasaya mutlaka kavuşmamız lazım. Bu da mutlaka sivil olmalı. Niteliği ve niceliği sivil olmalı. Ondan sonra merkezine bireyi ve özgürlüğü koyan ve devleti şeffaflaştıran bir anayasa olmalıdır.
11.) Hatice Can (Baro Kadın Hakları Komisyonu Başkanı- İnsan Hakları Aktivisti): Yaşadığımız coğrafya çok dilli çok kimlikli ve çok dinli bir coğrafya. Ancak ne yazık ki tek dil tek kimlik dayatılmış uzun yıllardan beri ve bu dayatılırken bu coğrafyada yaşayan farklı dinlere asimilasyon ve tenkil yapılırken Aleviler de bundan çokça nasibini aldı. Cumhuriyet tarihinde Alevilerle ilgili çokça olay var. Bu olaylar hep Alevilerin katledilmeleriyle, yangınlarla gündeme gelen olaylar. Tek din, tek kimlik dayatılırken, diyanet işleri kurularak tek mezhep de dayatılmıştır ülkemizde. Bundan dolayı aleviler kendilerini ifade, özgür yurttaşlık, eşit yurttaşlık talepleri nihayet yükselmiş ve bunun sonucunda biz bunları bu mekânlarda konuşur olmuşuz. Aleviler kendilerine eşit yurttaşlık talebinde bulunuyorlar. Merkezi hükümet son günlerde demokratikleşme paketi demiyor adına, Kürt paketi, Ermeni paketi adı altında açılım yapacağını söylüyor. Ben çok güvenmiyorum. Zaten dünkü gelişmelerle de tıkandı görünüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi lazımdır. Türkiye’nin tüm kurum ve kurallarıyla demokratikleşmesi lazım. Demokratik bir ülke olduğu zaman alevi açılımına gerek kalmayacak. Çünkü demokratik bir anayasa ile yönetilen zihinsel dönüşümünü de tamamlamış, demokrasiyi içselleştirmiş bir ülkede bu olaylara tek tek konuşmayacağız. Dersim olayında da ülkemizde çok sayıda katliama tanık olduk. Çok yakın dönemde güneydoğuda yaşanan ve hala devam eden çatışmalı ortamla ilgili de çok ciddi olarak Türkiye Cumhuriyetinin vicdan mahkemesi kurarak, Dersim dahil, güneydoğu dahil ve Ermeniler de dahil olarak devletin bir takım gerçekleri itiraf ederek, Türkiye Cumhuriyetinin, demokratik ülkeler ve dünya kamuoyu nezdinde aklanmak demiyorum, ama o vicdan mahkemesinden bir karar çıkması gerektiğini düşünüyorum ve bu da insan hakları savunucularına düşer diye düşünüyorum.
1982 anayasası darbe anayasası kesinlikle değiştirilmesi lazım. Bireye karşı devleti koruyan ve antidemokratik bir biçimde yasaklarla düzenlenmiş bir anayasa. Bir de din dersleri zorunlu hale getirilerek, din dersleri de tek tip olarak diyanete bağlı hale getirilen bir anayasadır. Cumhuriyet dönemi boyunca bu anayasayla din dersleri zorunlu hale getirilmiştir. Bu anlamda tüm anayasanın toptan değişmesi lazım ama bugünkü konu bağlamında din dersleri zorunlu olmaktan çıkartılmalıdır. Bu alanda bayağı bir gelişme oldu. AİHM’den önemli kararlar çıktı. Bir de Diyanet İşleri Başkanlığı tamamen kaldırılmalı. Mevcut anayasa özgürlükleri kısıtlayan bir anayasa. Bir çok maddesi değiştirilmesine karşın hala özünü koruyan bir anayasa. Biraz evvel anayasanın teokratik bir anayasa olduğundan söz edildi. Ben ona katılmıyorum tam tersi teokrasiye gidişe doğru bir gidiş var. Otoriter bir yönü var elbette ama konuyla ilgili olduğu için bu iki düzenlemenin bir an evvel yapılması gerektiğini söylüyorum.
12.) Mehmet Salmanoğlu (Mazlum-Der Yöneticisi): Alevilikle ilgili yaşadığımız sorun yüzyıllara dayanan travmatik bir sorundur. Aleviler bu topraklarda yüzlerce katliama uğramış ve Cumhuriyetle birlikte kendilerini eşit yurttaş hissettikleri için Cumhuriyeti sahiplenmişlerdir. Tek parti döneminden sonra aleviler kentlere doğru gitmişlerdir. Aleviler, Osmanlının baskıcı zihniyetinden dolayı hep köylerde dağlarda yaşamışlardır. Sosyal hayatın içinde kendilerini ifade edememişlerdir. Anayasa ile ilgili olarak da darbecilerin yaptıkları bir anayasayı demokratım diyenlerin bu anayasayı savunduklarını anlamak çok zor. Bugün sivilim diyenlerin anayasanın bir harfi dahi kalmadan toplumda tüm sivil toplum örgütleriyle ve toplumun tüm dinamikleriyle konuşarak anayasayı tümüyle değiştirmesi gerekiyor. Aleviliğin Türkiye’de inanç özgürlüğü ile iç içe ele alınması gerekir. Ancak bir genç kızın üniversitede başörtüsü yüzünden üniversiteye girememesini de konuşabilmeliyiz. Zorunlu din derslerini de konuşabilmeliyiz. Bugün biz demokratik açılımla birlikte bu topraklarda konuşulamayan birçok şeyi konuşuyoruz. Bugün hepimiz daha akl-ı selim daha birbirini anlayan, empati kuran bir dile ve bunu açanlara destek olmamız lazım. Alevi inancını bir Sünni gibi yaşamasının Amerika projesiyle ne ilgisi var. Velev ki buradaki bir vatandaşın diğer insanlar gibi eşit olması amerikanın bir projesi olsun bu bir kazanım değimlidir. Şeni bir dile ihtiyacımız var. Diğerini ötekileştirmeyen daha esnek bir dile ihtiyacımız var. Özellikle Antakya’nın buna ihtiyacı var.
13.) Doç. Dr. Yahya Kemal Avşar (MKÜ Öğretim Üyesi): Devlet düzeyinde olan değişimler toplum ve halk düzeyinde olan değişimleri farklı hızlarda gidiyor. Aslında halklar daha hoşgörülü ve birbirine daha yakın. Kendimden bir örnek vereceğim. Ben Ddoğu Anadoluluyum; bir İstanbul kızıyla evlendim; annem Adanalı; babam Karslı; Antakya da doğdu; yengem Rizeli, Laz. Tam Türkiye olmuşuz. Aramızda dini farklılıklar da var. Kimileri Alevi kimi, Sünni. İnsan hareketliliğinden kaynaklı toplum zaten bir değişim yaşıyor. Suni olarak manipüle edilmedikçe ve bu değişim devam ettikçe önümüzdeki kuşaklarda etnisitenin toplumun değişimine ayak uyduracağını ve eğitimle bu değişimin hızlandırılacağını düşünüyorum.
14.) Lümeys Dede (Eğitimci): Aleviyim ama damatlarım Sünni. Çok güzel dostluklarım var aileleriyle. Ama bunu geçmiş bir tarihi unutup silmek anlamında da söylemiyorum. Damatlarla yan yana geldiğimizde, şu kitabı okudun mu? şu sizin için şunu söylüyor. Yani birbirimizi ötekileştirerek sohbetimize devam ediyoruz ve birçok aşama kaydettik. Onların cenazelerine gidiyoruz farklılıklarını anlamaya çalışıyoruz. İsterdim ki CHP’li Öymen’in söylemi karşısında Antakya’lı Alevilerin bayrak açmasını isterdim. Kendini de, partiyi de bitirdi. İsterdim Antakya’da daha güzel bir tepki oluşsaydı. Salonu de keşke alevi şeyhleri doldursa ve bana bir şey söylese ve ben de onlara bir şey söyleseydim. Ben bu anayasadan ve anayasayı yapanlardan nefret ediyorum. Anayasa oylamasında cezaevinde yeni çıkmıştım. Muhtar bu anayasaya hadi evet de yoksa sorarlarsa seni söylemek zorunda kalacağım dedi bana. O zaman hayır dedim hala hayır diyorum. Anayasayı değiştirirsek çocuk konusunu, kadın konusunu, travestilerin konusunu çözmüş oluruz. Bu anayasanın değişmesi için öğretme ve anne olarak üzerime düşeni yapmaya hazırım. Açılım dendi birkaç sokak hareketiyle bundan vazgeçildi. Anayasa konusunda ne yapılması gerekiyorsa yapılsın ve biz bunun yanında duralım.
15.) Şemsettin Günay: Burada herkes 1982 darbe anayasasına karşı.Anayasanın değiştirilmesi konusunda herkes mutabık.Ama bir konu var dikkat ederseniz bir maddesinin değiştirilmesi için 411 milletvekili el kaldırdı daha sonra bu anayasa mahkemesine gitti ve anayasanın değiştirilemez maddelerine göre bu değiştirilen madde iptal edildi. Anayasada değiştirilmesi teklif dahi teklif edilemeyen maddeler var. Bu da gösteriyor ki, siz istediğiniz kadar bağırsanız da, çağırsanız da bir takım özgürlükler isteseniz de sonuçta istenildiği anda ilk üç maddeye istinat edilerek bütün bu istekler boğulabiliyor. İnanç özgürlüğü mü dediniz. Alevi, Sünni v.s. inançlarını özgürce ifadesi mi dediniz. Hemen birileri çıkıp bunun laiklik ilkesine aykırı olduğunu öne sürerek anayasal madde olarak bile koysanız bunu ilk üç maddeye koyup onu rahatlıkla iptal edebileceği görüldü. Veyahutta Kürtler konusunda, diğer azınlık konusunda biz birtakım kültürel haklar mı dedik. Yine anayasanın bölünmezlik ilkesi çerçevesinde, yine ilk üç maddesini sokularak hemen hasır altı edilecek veyahutta iptal edilebilecek konumda görüyoruz.Ben diyanetin Sünnilerin temsilcisi olduğunu inanmıyorum. Böyle bir şey yok. Diyanet devletin temsilcisidir. Bu ülkede yaşayanların inançlarını kontrol etmek üzerine kurulu bir sistemdir. Sünnilerin filan temsilcisi değildir. Elbette diyanetin kaldırılması gerekir. Ama bir şey daha yapılması gerekir. Devletin el koyduğu bütün vakıf mallarının da iadesi gerekir.Yani vakıf bir müezzini de camiyi de imamı da görevliyi de ihya edebilecek türdedir. Devletin ona bir şey vermesine gerekmez zaten. Ama devlet diyanetle neredeyse bütün camileri, bütün mabetleri kontrol altına alıyor. Böyle bir sistem kurulmuş. Zorunlu din dersleri. Böyle bir şey mümkün mü. Bir Sünni’nin de zorunlu din dersinden şikayeti var. Zorunlu din dersleri için İslamın kendisi bile böyle bir şeyi kabul etmezken nasıl bir anayasa maddesi haline sokulmuş. Bizler de buna elbette herkes gibi karşıyız. Sünni kesimde bu zorunlu din dersinden oldukça rahatsız. Ama devlet zorunlu din dersi diyerek bir Sünni dini, bir Sünni İslamı sunmuyor. Kendi dinini sunuyor. Kendi keyfine göre bir din oluşturup onunla yetiştiriyor. Bu sebeple anayasanın değiştirilmesi fikrine katılıyorum. 1982 anayasasında değiştirilemez madde olmasını halka saygısızlık olarak görüyorum. Bir anayasada değiştirilemez madde mi olur arkadaşlar.
Öneriler:
1.) Mevlüd Oruç; Hatay’da Alevi-Nusayri inancına sahip insanlar dini inançları gereği Ğadir Humm bayramında çalışmazlar. Bu sebeple yılın Ğadir Humm gününe denk gelen günün resmi tatil ilan edilmesini istedi.
Ortak sonuç:
1982 Anayasası tümden değişmelidir.
Değerlendirme:
İletişim:
a.) Sivil toplum ile; 30 Kadar Sivil Toplum Kuruluşuna ilk önce E-mail ve daha sonra SMS ile ulaşıldı. Bazı yeni katılımcılara telefon ve sözlü olarak çağrı ve duyuru yapıldı. Toplantı salonunda katılımcıların incelemesi için katılımcı sıralarına TkMM broşürleri konulmuştur.
b.) Milletvekilleri ile; Faks ve e-mail ve SMS ile milletvekillerinin tamamına ulaştık. Maalesef Hatay’ın 10 milletvekillerinden hiç biri toplantıya katılmadığı gibi, gelip gelmeyeceğini ve varsa mazeretini dahi bildirmedi.
c.) Medya; 15 kadar yerel ve ulusal basın temsilcileri davet edildi. Toplantıya sadece üç basın temsilcisi geldi. Bu toplantı ile çakışacak şekilde Antakya Gazeteciler Cemiyetinin aynı gün ve saatte başlayan genel kurulunun varlığı sebebiyle basın toplantımızı çok sınırlı olarak izlemiş oldu. Gazeteciler Cemiyetinin toplantı destekçilerinden olması sebebiyle, bugüne katılımcı ve destekçilerinde başka kimseye söz vermemesi gerektiğini Cemiyet Başkanına hatırlattığımızda, genel kurula Genel Başkanlarının katılacağını bildirmesi ve genel kurulun da başka bir gün yapılamaması sebebiyle FORUM toplantısı ile çakışmak durumunda kaldığını bize iletti.
Değerlendirenler:
Ekrem Dönmez Hatay kMM Hamalı