YER: Cezayir Restoran (Taksim)
TARİH: 5 Haziran Pazar 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Tennur Koyuncuoğlu (İstanbul Barosu)
2 / Şahin Tekgündüz (İstanbul Hepimizin)
3 / Mesut Ülker (Strateji Akademisi)
4 / Faik Güleçyüz (Kontrgerillaya karşı İnisiyatif)
5 / Gürcan Onat (ASSAM)
6 / Vasfi Kösebey (Emekli İlahiyatçılar ve Din Görevlileri Derneği)
7 / Hüsnü Adalı (Liberal Avrupa Derneği)
8 / Murat Altun (Şahlanış Hareketi)
9 / Adnan Vatansever (İstanbul Stratejik Düşünce Derneği)
10 / Mustafa Şentürk (Siyaset Düşünce Derneği)
11 / Ali Faik Aydın (İstanbul Platformu)
12 / Şanar Yurdatapan (Düşünce Suçuna Karşı Girişim )
13 / Mustafa Haksever (Uluslararası Kudüs Derneği)
14 / Şener Mengene (Strateji Enstitüsü)
15 / Nuran Yüce (Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği)
16 / Doğan Bermek ( Alevi Düşünce Ocağı)
SENDİKALAR
Yok
ODALAR
1 /
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
CHP İstanbul milletvekili Dr. Ali Şeker
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Kemal Yücel (BBP)
GÖZLEMCİ
DİĞER KATILIMCILAR
1 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Yakup Kadri Karabacak
GENEL GÜNDEM: Neden Başkanlık, Nasıl bir Başkanlık?
YEREL GÜNDEM: İstanbul’un Su Politikaları
Özel Konuk Nuran Yüce-Su Kampanyası Proje Koordinatörü
KONUŞULANLAR
Sunum videosu gösterildikten sonra, toplantıya dair usülle ilgili hatırlatmalarda bulunan moderatör Yakup K. Karabacak, toplantıya katılımla ilgili bilgilendirme yaptı. Genel gündemle ilgili İzmir kMM izlenimlerini aktaran Karabacak, sözü sivil topluma bıraktı.
Mesut Ülker: Türkiye’nin sosyolojik yapısına baktığımızda, hem tarihsel hem de kültürel derinliklerin, Başkanlık’tan ziyade Parlamenter sistemin domine edici unsurlarıyla şekillendiğini görüyoruz. Eğer böyle bir ihtiyaç varsa, bu konuyu toplumsal olarak biraz daha siyasal anlamda olgunluğa erişerek, sosyolojik ve idari olarak rasyonel sonuca gidici anlamda toplumun hazır olması lazım. Şunu diyorum, Türkiye çok kısa zamanda hazmetmeden azmettirmeye yönelik olarak ciddi bir toplumsal travma yaşıyor. Türkiye’nin değişim ve dönüşüm konusunda çok açık bir toplum olduğunu söyleyebiliriz. Tanzimat dönemi, Cumhuriyet dönemi uygulamalarına baktığımızda toplumun sosyo-kültürel kodlarında değişim isteyen bir trend-dinamik var. Bu ihtiyacın bence, dayatmacı-yaptırımcı zihniyetten ziyade, daha uzun soluklu olması lazım. Mesela ben Ümraniye’de oturuyorum ve tüm reklam panolarında “65. Hükümetimiz hayırlı olsun!” yazılı belediye başkanıyla cumhurbaşkanının afişleri var. Hükümet seçilmiştir, tebrik edilir ama belediye kaynaklarıyla mevcut iktidarın bariz bir algı yönetimini toplumdaki farklılıklar hissediyor ve bunu sağlıklı bulmuyorum. Önümüze baktığımızda bu düzenleme direk kabul edilecek ya da sandıkla önümüze gelecek. Toplumsal dönüşümlerin biraz daha içselleştirilmesi lazım. Toplumun hazırbulunuşluğunu dikkate almak, olgunlaştırarak yapmak lazım. Başkanlık sistemine Türkiye’nin ihtiyacı olabilir, demokrasinin ruhu da budur. Ben bu konuda toplumda daha uzun süreli tartışarak sonuca gitmeyi sağlıklı buluyorum. Değişim ihtiyacı olduğu aşikar, Türkiye yorgun, gergin. Dinamikler yeterli olabilir ama toplumsal algı çok hassas. Şu an için erken.
Yakup Kadri Karabacak: 2007’de küçük Millet Meclisi katılımcılarının da garabet diye ifade ettiği 367 kararından sonra fiili bir durum ortaya çıktı. Recep Tayyip Erdoğan seçilmiş cumhurbaşkanı. Herhangi bir değişiklik yapmadan bu durum sürdürülebilir mi? Bu tür siyasal ve parlamentonun durumu göz önünde bulundurularak, Türkiye’deki denge ve denetleme mekanizmalarının hali hazırdaki parlamenter rejim içerisinde işlediğine inanıyor muyuz?
Murat Altun: Türkiye’de cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte, fiili olarak bir sıkıntılı süreç başlamış oldu. Çünkü 1. olan partinin genel başkanının teamülen cumhurbaşkanı tarafından başbakan olarak atanması, seçilmiş bir başbakanla, halk oylamasıyla gelmiş bir cumhurbaşkanını karşı karşıya getiriyor idi. AKP ilerde çoğunluğunu kaybettiğinde, bu durum iyice ortaya çıkacak. Zaten iktidardaki bu bizim geleneklerimize pek de uygun olmayan başbakan değişimi de bu olayı ortaya çıkarttı. Başbakan Binali Yıldırım diyor ki “bu fiili duruma hukuki bir kılıf hazırlayacaz” Başkanlık tartışmaları, merhum Turgut Özal döneminde ve sonrasında hiç bu derece toplumsal ayrışmaya sebep olmadı. Başkanlık tartışmaları, sayın Erdoğan’ın yol, yöntem ve söylemleriyle toplumun bir kesiminde büyük bir kaygının dışa yansımasıyla bir hadisedir. Sayın Erdoğan, Başkanlık sitemine Amerikan özentisinin tezahürüdür diye söylüyordu önceleri, fakat sonradan tamamen kendisine ait bir kıyafet biçiyor, “hot coutter”, Sindirella’daki gibi o ayakkabı sadece benim ayağıma olsun, inat ve ısrar toplumsal ayrışmaya sebebiyet veriyor. Şimdi 19 mayıs var, terör tehdidiyle iptal oldu. 29 mayıs, sütliman, asayiş berkemal. İstanbul’un fethini de kutlayalım, 19 mayıs’ı da . Dünyada böyle kutlamalar, sonu 0 ya da 5 ile bitince kutlanır. Yeniden diriliş, yeniden yükseliş… Allah’tan yeniden şahlanış demedi, deseydi telif hakkı doğardı, bizim sloganımız çünkü. Türkiye’nin bir an evvel, Recep Tayyip Erdoğan özelinde sevenler ve karşıtları olarak ayrılmasından kurtulması lazım. Hem iktidar hem muhalefet kanadında iyi niyet görmüyoruz,. Türkiye’de kimlik ve aidiyetler üzerinden değil de, evrensel hukuk üzerinden bir üçüncü yol istiyoruz biz. Dayatmayla Başkanlık Sistemine karşıyız, parlamentonun ıslah edilmesinden yanayız.
Yakup Kadri Karabacak: Başka siyasal şartlar altında bugün Başkanlık Sistemi’ni konuşsaydık, Erdoğan Beştepe’de olmasaydı, bu sisteme yaklaşımımız aynı mı olurdu? Yoksa yine bunun Türkiye’nin doğasına uygun bir model olmadığında fikrimiz değişmez miydi?
Şanar Yurdatapan: Herşey tartışılır, 100 yıllık oturmuş bir sistem de. Ama belli bir temel altında tartışılmalı. İster Başkanlık, Yarı-Başkanlık, ister Parlamenter Sistem… bunların her birinde güçler dengesi olması lazım. Denge ve denetleme olması lazım. Bizim başımızın belası, bu denge ve denetlemenin olmaması, olmadığı yapıların kurulması… darbeyle ya da dayatmayla. Bunu sağlayamazsak, adı fark etmez, sonuç aynı kapıya çıkar. Adı parlamenter sistem ama parlamentodakiler el kaldırıyordu sadece. Kanun yapmakla uğraşıyorlardı güya. Ama bakanlıkların bürokratları kanunla uğraşıyordu. Teklifi getirip geçirmek imkansız, iktidar çoğunluğu hayır diyor ama tasarılar yani hükümet tarafından getirilenler geçiyor, Öyle olunca Meclis kanun yapmıyor, yürütme ile yasama bir tane güç oluyorlar. Yargımız maalesef devlet kimin elindeyse onda. Yasama, yürütme, yargı aynı, bunun adı totaliter rejim. Baştaki insanın diktatörlüğünü tartışmanın anlamı yok. “Ben diktatör olsaydım, sen bu lafları söyleyemezdin!” laf mı bu? “Fiili durumu yasal hale getirelim…” demek şuna benziyor. Adam öldürmek suç. Elimde güç var, öldürüyorum birini. Ben bunu öldürdüm, fiili durum budur. Şimdi kanun yapalım, cinayeti suç olmaktan çıkaralım. Gülünecek değil, ağlanacak bir durum bu. Cemil Çiçek “Halk tarafından seçilmiş, sorumsuz bir cumhurbaşkanıyla, Meclis tarafından seçilmiş sorumlu bir Başbakan” bu ikisi aynı takımdaysa arasında kavga doğmayabilir ama farklıysa? Şu an ki durum bir çılgınlık, bunu bu şekilde yapmamalıyız.
Yakup Kadri Karabacak: 2010’da bu tartışmaları ilk yapmaya başladığımızda, kodlanmış bir cümle vardı. “Türk Tipi Başkanlık” Bunun orijinalliğine ilişkin ne siyaset ne kamuoyu tam anlamıyla bir tartışma yürütemedi. Sunumda da gördük, Başkanlık Sistemlerinin iyi olduğu kadar, belki de daha çok kötü örnekleri var. Hele ki, Türkiye’nin genetik kodlarına, sosyolojik yapısına Başkanlık Sistemi’nin nasıl tesis edileceğine ilişkin kocaman bir soru işareti ortada duruyor zannediyorum.
Doğan Bermek: Ben aslında bir sistem tartışması yapıldığını duymadım. Bugün ki sistemde neler aksıyor, bu aksaklıklar nasıl giderilir… gibi düşünce platformu açılmadı. Türkiye’de şu oldu. AKP iktidara geldi. İktidarı kendisinin yetkisini durmadan aşarak kullandı. İhale kanunu 168 kere değişti. Dün dayanamadılar, enerji gibi meseleleri ihale kanunu kapsamından çıkardılar. Tabi bunlar yapılırken, suç da oluştu. Bu suçların bir şekilde örtülmesi lazım. Suçları örtemiyorlar. Yetkilerini kullanırken, o yetkilerin getirdiği haklarla doğan bir yığın sorumlulukları var bu insanların, yetkiyi aşınca sorumluluk doğuyor, Meclis çoğunluğuyla kapatmaya çalıştılar. Ama öyle bir noktaya geldi ki bu kötü yönetimin yarattığı durum, Başkanlık’tan başka herhangi bir sistemle bu hesaplar verilemez. Ortada bir sistem mücadelesi yok, ortada sürekli birbirlerine eklenmiş suçların-sorumlulukların altından kalkmaya-bunlardan kaçmaya çalışan bir korku dünyası var. Bu korku dünyasından kendisine çıkış olarak gördüğü tünel Başkanlık Sistemi.
Türkiye’nin başı bugün fena halde beladadır. Sadece parasal-rüşvet falan değil… az kalır. Barış Süreci’nde 2-3 sene vali-polis-askeri çektiniz, terk ettiniz bazı yerleri birilerinin denetimine. Sonra burada bir şey oluyormuş deyip, gittiniz canını okudunuz Güneydoğu’nun. G.doğu bugün savaştan çıkmış Stalingrad’a, Dresden’e benziyor. Bunlar insanlık suçudur. Sistem tartışmıyoruz, demokrasi tartışmıyoruz. Başkanlık-parlamento tartışılmıyor. Türkiye’de sadece ben bu sorumluluklardan nasıl kurtulurum, bugünden sonra nasıl vaziyeti idare ederim tartışılıyor. Bu tartışma sağlıksız, tehlikeli, belalı bir tartışmadır.
Hüsnü Adalı: Neden ve nasıl önemli. Felsefeciler hep 5N 1K’nın magazin-tarih ve coğrafyanın konusu olduğunu, asıl cevapların neden ve nasılda gizli olduğunu söyler. Demirel ve Özal hep istediler Başkanlığı. Şimdi de Erdoğan. Üçü de partilerinin seçim beyannamelerine böyle bir şey yazmadılar. Sonra ne hikmetse, koltuğu kaybetmemek için?, hepsi de Başkancı oldular. Başkanlığı samimi olarak savunan tek kişi, Burhan Kuzu’dur. Bir de ABD tipi Başkanlığı savunan Liberallerin bir bölümü. Zaten bu ikisi dışında bu sistemi anlamaya çalışan kimse de görmedim. Türki tipi falan… böyle birşey olmaz. Ama Amerika tipi olur, çünkü uygulanmış, başarısı ispat edilmiş bir sistem. Başarılı bir sistem varken, onun yerine bir şeyler uydurma isteği, demokrasi ve hukukun yanından dolaşma arzusunun tipik bir göstergesidir. Zaten Başkanın yetkisi Cumhurbaşkanımızın elinde fazlasıyla var. 12 Eylül’de belirtildiği gibi yetkili ama sorumsuz bir cumhurbaşkanı. Diyelim ki Yakup Bey kardeşimiz herşeye yetkili. Kimin konuşacağına karar veriyor ve beğenmediklerine söz vermiyor. İstediği basını davet edip, istemediklerini çağırmıyor. Sınırsız yetkili. Diyelim ki, TkMM mahkemeye düşüyor. Aynı Yakup Bey, ben sınırsız yetkili ama aynı zamanda sınırsız sorumsuzum. Burada garabet var. Bir paradoksta şu, Ak Partili arkadaşların dediği gibi, Türkiye 14 yılda çağ atladıysa, bu beğenmedikleri, ayak bağı gördükleri parlamenter sistemle oldu. O zaman Başkanlık Sistemi’ne ihtiyaç yok demektir. Hukukun ayak altına alındığı, merkeziyetin ve keyfiliğin hüküm sürdüğü bir sistem Türkiye’yi felakete sürükler. Çözüm güçler ayrılığının tesis edilmesi. Siyasi partiler ve seçim yasasının düzenlenmesi. Seçim barajının düşürülmesi. Özgürlükçü bir anayasa yapılması. Tabi bu anayasa %50-60 oy alıp tek bir partinin çıkardığı bir anayasa olursa, huzur, istikrar ve refah gelmeyecektir. Başkanlık Sistemi ise, ancak ve ancak adem-i merkeziyet ve kesin bir güçler ayrılığı tesis edilirse olumlu olabilir. Yoksa Ortadoğu-Orta Asya karışımı plebisiter bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüşme riskimiz vardır.
Vasfi Kösebey: Haldun Simavi “Basın 4.kuvvet değil 1.kuvvettir.” 27 Mayıs’ı hazırlayan 1.kuvvettir, basındır. Bizim 600 senelik bir padişahlık dönemimiz var. Ondan sonra başa gelen M. Kemal, bir Başkanlık sistemidir. Herşeyi kendisi tayin etmiştir, kimse itiraz etmemiştir. İnönü keza böyledir 1950’ye kadar. Ondan sonra biz biraz Amerika’ya bakarak demokratik olmaya çalışmışızdır. 60 Anayasa’sı tamamen çıkmaza sokmuştur Türkiye’yi. Sonra 12 Mart olmuştur. 70’te Demirel BBP’de 5 vekili satın alarak 226’yı bulmuştur. Ondan sonra koalisyonlar ve bu dönemlerde kadrolaşma.. Bu parlamenter sistem, mevcut eğitim sistemiyle birlikte besliyor. 90-100 yılda parlamentonun birçok mahsuru ortaya çıktı. Koalisyonlar, 28 Şubatlar… oysa ABD Başkanlık Sistemi olursa, 250 senedir sorun yok ve orda devlet başkanını halk seçer diyor. 50 sene sonraki seçimin ne zaman olacağı bellidir, devlet başkanı görev süresi sabittir, yürütmeyi Başkan yapar. Türkiye’de halk hazır değil, deniyor. Meclis’te kim birşey yapıyor ki, lacivert elbiseyi giyiyor, kanundan haberi yok. Deniz Baykal, “Biz resmi gazetede kanunları okuyoruz” dedi. Vekil sayısı da fazla. Kararların süratle yapılabilmesi için, tek adama ihtiyaç vardır. Tek adamın kalacak hali yok, gidecek bir başkası yerine gelecek. Arkadaşlar basının etkisinde kalmış, suçtan kendisini kurtaracakmış, orada kanunlar var, suçluysa sonrasında yargılanır. Ben Başkanlık Sistemi’nin Türkiye’ye çok yarar sağlayacağını, yaşım sebebiyle parlamenter sitemin Türkiye’ye çok zararlar verdiğini düşünüyorum.
Yakup Kadri Karabacak: Dün İzmir’de konuşuldu. Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemi için bir revizyon yapılacaksa, bu kapsamlı bir anayasa değişikliği gerektirir. Şu an güncel olan, Anayasa’nın 20. maddesinde yapılacak bir değişiklikle, yani Cumhurbaşkanını tarafsızlığıyla ilgili yapılacak bir değişiklik, şu an masada olan bu, bunun sonuçları ne olur? Bu merak konusu…
Faik Güleçyüz: Samimiyetimle söylüyorum, beynimin bu kadar dumura uğradığı başka bir dönem hatırlamıyorum. 21 Ekim 2007’de bir referandum yapmışız. Demişiz ki “Cumhurbaşkanını halk seçsin” Kimsede tık yok. 10 Ağustos 2014’te üç parti aday çıkarıyor, üçü de partili. Şimdi partili mi, partisiz mi olsun? Demirtaş partiliydi, İhsanoğlu partiliydi, Erdoğan da partiliydi. Orda da tık yok. Ta ki Erdoğan seçildi, kıyamet koptu. Yeni durum, Meclis seçiyordu, şimdi halk seçiyor, fark bu. Adam % 52 oy almış, ben de alsam Başbakan’a derim ki, arkadaş ben de halk oyuyla seçildim. Türkiye’nin bunu bir şekilde toparlaması lazım. Biz, Türkiye olarak bu yeni fiili durumu, anayasal çerçeveye oturtmak zorundayız. Ama Parlamenter sistemde kalırız, ama Başkanlık Sistemi olur? Bunu niye abartıyoruz, ben anlamıyorum. 80 milyon insanız, bence aklımız yeter. Ama esas derdimiz, akan kan! Benim aklım ölen insanlarda. Akan kan nasıl duracak? Buna da cevap veren yok. Silahlar sussun, masa kurulsun! Kardeşim silahlar susmaz. PKK da, devlet de silah bıraksın. Yok öyle birşey, silahı PKK bırakacak. Ordu silah bırakmaz. Bizim esas kanayan derdimiz bu. PKK Türkiye’den silahlı adamlarını çekecek. Yani, mesele Anayasa meselesidir, arkadaşlara katılıyorum. Ya Meclis’te hallolur, ya önümüze gelir. Nasıl bir Başkanlık ben bilmiyorum, Meclis’e gelsin önce, öyle fikir yürütürüm.
Gürcan Onat: Biz Başkanlık Sistemi’ni destekliyoruz. Ancak, eyalet sistemi ile biz bunu dile getirmiştik. Biz Çözüm Süreci’nde bölgeye gitmiştik, hazırladığımız raporda Eyalet Sistemi’ne ve bununla birlikte Başkanlık Sistemi’ne geçilmesini yazdık, savunuruz. Tabi, Başkanlık Sistemi’ne geçilecek ama içi doldurulmadı, ne olduğu? Eğri oturalım, doğru konuşalım. Mevcut sistemden memnun muyuz? Ben inanıyorum ki, değiliz. Mevcut sistemin değişmesini, güzelleşmesini hepimiz istiyoruz. Ancak açmazımız şu: Değişikliği kim isterse, konumumuzu ona göre belirliyoruz. Benim itirazım bu. x parti talep getirdiğinde y ve z itiraz ediyor, y partiye x ve z itiraz ediyor. Şu anda Başkanlık Sistemi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kitlendi. O istiyor diye, sakıncalı laf ama nerdeyse tapar gibi inananları var. Ve bir de nefret ve kin ile ona karşı çıkanlar var. Ben ikisini de doğru bulmuyorum. Olaya Türkiye gerçekleri açısından baktığımızda, ben bu sistemin tamamen değiştirilmesi ve hatta çöpe atılması gerektiğini düşünüyorum. Parlamenter sistem, teorisinde olduğu gibi Türkiye’de uygulanıyor mu? Uygulanmıyor. Milletvekillerini biz mi seçiyoruz? Önümüze gelenleri seçiyoruz. Tüm parti içlerinde demokrasi işliyor mu? Teklifin kimden geldiğine bakmayalım, ülkemiz için ne hayırlıdır, onu değerlendirmeye çalışalım. Şahsen ben dindarım. Şeriatla idare edilmek isterim. Tabi yanlış anlaşılıyor, kafa uçurma falan. Halbuki Şuura ile, diyor. Bu Başkanlık Sistemi’ne yakın biraz. Şura diktatörlük değildir, istişaredir ve ehil olanlarla yapılır.
Tennur Koyuncuoğlu: Çelişki içindeyiz. Türkiye gelişmemiş bir ülke. Ama dünya devleti olmaya koşuyor. Bu yolda ne yapacağını şaşırdı. Hükümet, vatandaş kendine bir yol arıyor. Başkanlık Sistemi bir denge unsurudur. Yasama ve yürütme birbirinden tamamen farklı. Şimdi ki sistem, Başkanlıktan daha büyük bir sistem. Yasama, yürütme, yargı hepsi elinde… bence de Başkanlık tartışılsın ve en azından Başkan’a sorumluluk gelsin. Meclis’e de halkı temsil etme gücü, halkın yasa yapma gücü gelsin. Hukuken baktığımızda parlamenter sistem çalışmıyor. Laik sistemin çalışmadığı gibi. Yapılacak şey, Başkanlık Sistemi nedir? Bir kere bunu % 52 oyla eşit değil de, tartışmaya açmak. Başkan neleri yapacak, yapamayacak? Yasama adındaki onun karşısındaki denge organı, bugün birbirleriyle iç içe geçmiş. Çünkü zaten partili cumhurbaşkanı, çok samimi bir ifade olarak bunu söyledi. Sistem çatışması kesin olarak ortaya çıkmış durumda. Gelişmiş ülke olmamız için, yasama, yargı, yürütmenin birbirinden ayrı olduğuna ikna olmamız lazım. ABD’ye bakıyoruz tamam Başkanlık ama Senato ve Meclis üyeleriyle, eyalet sistemiyle her birisinin görüşünü alıp, zor durumda kalabilen ve anca referandumla onları aşabilen sistem. O zaman bize eyalet sistemi gelecek, bunun da denmesi lazım. Çünkü bu düzen böyle tutmayınca, çok yakında bir seçim gözüküyor. Başkan olunca yasama organını nasıl ayırt edecez? Hepsi cumhurbaşkanının seçtiği kişiler… parlamenter sistem çökmüştür, sistem değişmeli. Muhalefeti yasama organı haline getirebilmemiz lazım. Başkanlık tartışılmalı. Muhalefete geçecek bir parlamenter sistem kurulması düşüncesindeyim.
Ali Faik Aydın: Tartışılan klasik anlamdaki bir Başkanlık Sistemi değil bana göre. Mevcut örneklerin hiçbirine benzemiyor. Başkanımız, yetkisi olmayan konularda bile müdahil oluyorsa, hükümete, partisine… o yetkiye sahip olduğunda yapabileceklerini tahmin bile demiyorum. Şu anda kullandığı yetkiler krallarda bile yok. Krallar bile yönetime karışmaz. Bizim Başkanımız, yasamaya, yürütmeye ve yargıya karışıyor. Yetkilere sahip olursa, diktatörlük ötesi bir şey olabilir bu.
Şener Mengene: 2007’deki Meclis’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muhalefet partileri yanlış bir tutum izledi. 367 aşılamadı. O günkü oturuma katılmama, bugün sistem sorunu olarak ortaya çıktı. Parlamenter sistem, Başkanlık sistemi tartışılabilir. Olumlu, olumsuz yönleri var, içeriği iyi doldurulmalı. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve sonrasında yaşan sıkıntılar, bugün artık bir gereklilik noktasına gelmiştir. Cumhurbaşkanı’nın oy istemesi, doğal olarak siyasete müdahil olmuş oluyor. Dolayısıyla Başkanlık Sistemi artık bir gerekliliktir. Eleştirileri iki noktada toplamak istiyorum. İlki bilgi eksikliği. Diğeri bilgi kirliliği. Ülkemizde Başkanlık Sistemi’nin uygularken biz birkaç noktayı daha netleştirmiş olabiliriz. Terörü dikkate alarak, üniter yapımızı koruyabiliriz. Parlamenter sistemdeki Yasama-yürütme-yargı erklerindeki güçler ayrılığı ilkesi yasama ve yürütme arasında tam olarak işlemiyor. Ama Başkanlık sistemini uygularsak, yürütme ayrı teşekkül ederse, yasama da ön seçimle gelirse, o zaman aradaki erklerin çalışması daha düzgün bir hal alabilir. Devlette ikiliği ortadan kaldıracaktır. Merhum Ecevit ile Sezer anlaşamadılar. Ciddi bir krizle karşı karşıya kaldık. Gelecekte halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı ve halkın seçtiği bir başbakan farklı siyasi görüşlerden olursa aralarında yine ciddi krizlerin çıkma ihtimali var. Hem devletteki istikrar, hem yasama-yürütme ve yargı erkleri arasında işleyişi sağlama adına Başkanlık Sistemi gereklidir. Toplumun %65i sağ merkez, % 35i sola yakın. Başkan sağ kesimden çıkacak ve sol kanat Başkan çıkaramayacağı için buna itiraz etmesini normal karşılıyorum.
Mustafa Haksever: 93 yıllık geçmişe baktığımız zaman, kendi Başbakanını asmış bir ülkeyiz. Ve her on yılda bir ihtilal yapmış bir ülkeyiz. 40 yıldır da, terörle dizayn edilmeye çalışılan bir ülkeyiz. Bu millet bunun farkına vardı ve son seçimlerde, milletin verdiği mesajı iyi okuduğunuz zaman “bizim seçtiğimiz insanlar bizi iyi idare etsinler, uzlaşsınlar. Birlikte sistem, anayasa değişikliğini yapsınlar. Kalkındırsınlar” diyor. Fakat maalesef, siyasette kalite yükselmediği için, seçtiğimiz vekiller bu milleti idare edemiyor. Ondan dolayı, anayasa konusunda uzlaşıp, sistemi değiştirmek için hiç çaba göstermiyorlar. Millet bunu görüyor ve artık şu kararı vermiş, “bu tür siyasetten hayır gelmez, artık kendi anayasamızı, sistemimizi biz yapacağız.” noktasına gelmiş. Millet, Meclis’teki temsilcilerden artık ümidini kesmiş durumda. Böyle bir handikaptayız. Bundan sonra önüne konacak sandığı bekliyor millet. Maalesef, Meclis istediğimiz kalitede değil. Millet istiyor ki, vekiller bir araya gelsin, anayasa, terör vb. konularda çözüm için uzlaşsın. Millet Meclis’ten umudunu kesmiş durumda. Bundan sonra önüne konacak sandıkta bu işi bitirecek, yeter artık!
Ali Şeker: Türkiye’nin ihtiyacı ve temel sorunu başkanlık mı? İlk olarak onunla başlayalım. RTE’nin faşist bir diktatörlüğe ihtiyacı var. Açık ve net. Ama Türkiye’nin sorunu işsizlik yoksulluk gelir paylaşımındaki adaletsizlik ve Kürt sorunu temelinde çatışmalı ortam. Havuz medyası eliyle de sanal bir dünyada insanların yaşaması. Ben bu ortamda da bu sanal dünyayı görüyorum. İnsanların yoksullaşması yoksullukların sömürülmesinin ötesinde siyasi partiler yasası ile ilgili çok problemler var. CHP olarak bu dönem biz ön seçim yaptık. Kalite ile ilgili sözlerinizi aynen iade ediyorum. CHP bu dönemde üyelerini ön seçimle adaylığını belirledi. Birilerinin damadını şöförünü bekçisini kapıcısını milletvekili yapmadı. Halk seçti halk gönderdi. Diğer partilerden lütfen ayırın ve bütün partiler bu işi yapsın. Parlamenter sistemi eleştiriyoruz tamam güzel eksikleri yanlışları var biz parlamenter sistemi uyguluyor muyuz? Bir liderin keyfine göre belirlediği kalitesi kimliği kişiliği ne olduğu şüpheli insanları getirip önünüze onaylatıyorlar. CHP demokrasiyi geliştirmek için bu sefer farklı bir şey yaptı ön seçim diye bir şey koydu. Türkiye’de ne oluyor? Genel başkanlık yapmış başbakanlık yapmış belediye başkanlığı yapmış bir RTE var. Kendi seçtiği başbakanın ipini çekmiş yani tabiri caizse idam etmiş. Öbür tarftan Adnan Menderes idam edilmiş de halkın %49 oyuyla başbakan olmuş kişi bu şekliyle idam edilmiş olmadı mı? Bu halkın iradesine büyük bir saygısızlıktır. Bizim daha önceden halkın iradesiyle seçilen bir cumhurbaşkanımız vardı. O da cuntanın başındaki Kenan Evren’di. Ve o anayasada cuntanın üyleleri yargılanamaz diyordu. RTE’nin aradığı tam da bu. Onun yargılanamayacağı bir anayasayı halık önüne dayatmak istiyor. Bunun neticesinde kendini ve suç ortaklarını kurtarmak istiyor. Olay net bir şekilde budur. Herhangi bir ülkedeki demokratik bir düzende başkanlık sitemini biz tartışmıyoruz. Birisi diyorki ben mit tırlarıyla yurt dışına silah göndereceğim ve bunun hesabını bana kimse sormayacak diyor. Ve orada vali diyor ki biz bununla ilgili biz üç ay sonra yasa çıkaracağız. Kimsenin suç işleme özgürlüğü yok. Herkes halka hesap vermek zorunda çünkü biz halkın bütçesini kullanıyoruz halkın yetkilerini kullanıyoruz. Ben idareye geldiğimde sana şiddet uygularsam başkası idareye geldinde bana şiddet uygularsa bunun adı demokrasi olmaz. Demokrasi azınlıkların haklarının savunulduğu bir system ama şu anda Türkiyede yaşadığımız bir çoğunluk diktası hatta tek adam diktası. Kendi getirdiği adam bile bir saniye tahammül edemeyen bir diktatörden bahsediyoruz. 17-25 Aralıkta olan yüzsüzlük arsızlık hırsızlıktan utanmayan yapı bugün diyorki benim hesap verme korkum var.
Bu korkumu ancak bir anayasayla halkın önüne getirirsem kendimi kurtarabiliirim diyor. Başka bir derdi de yok. Bu arada ne yapıyor? Güneydoğu’da ve Batı’da insanları birbirine düşman ediyor. İnsanların gerçek sorunlarla meşgul olması yerine birbiriyle didişmesi komşusunun kimliğini merak eder hale gelmesi bu ülkeye en büyük kötülük. Onun için bu başkanlık sistemi sağlıklı bir ortamda tartışılabilir ama bugünün konusu değildir.
Kemal Yücel: Başkanlık sistemi ihtiyacı nasıl doğdu? Diye sormak istiyorum. Sorun bence cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar vermemizle doğdu. Halkın seçimine karar verilmeden once bu mesele değişik toplantılarda tartışılıyordu. O gün bu soruyu Ergun Özbudun Hocaya ve başka anayasa hukukçularına da sordum. Hepsinin ortak fikri mevcut sistemde halkın seçtiği cumhurbaşkanı iki başlılığa sebep olur sistem krizi yaratır dı. Yani bugünkü sorunların doğucağına işaret ettiler. İki başlılık cumhurbaşkanının kendi başbakanına tahammül edemez noktaya getirdi. Binali Yıldırım da fazla duramayacak. Davutoğlu’nda olduğu gibi Binali Yıldırım’la da araları açılacak. Çünkü hiçbir insanın tahammül edeceği bir system değil bu. Başbakan olarak her işe sen imza atacaksın ama attığın imzaların emir sorumsuz bir cumhurbaşkanı tarafından verilmiş olacak. Cumhurbaşkanın anyasadaki yürütmeye yasamaya ve hatta yargıya dair icrai nitelikli etkili tüm yetkileri alındıktan sonra halkın seçmesi yoluna gidilmesi gerekirdi. Cumhurbaşkanın anayasadaki bu kadar çok yürütmeye dair yetkileriyle üstüne bir de halkın seçme gücü verilirse bunların yaşanacağı belliydi. Erdoğan’ı meclis seçmiş olsaydı ne olurdu? Durum farklı olmazdı. Sistem açısından meclisin seçmesiyle halkın seçmesi arasında farklar var ama bir de ortada karimatik lider şahsiyeti sorunu var Erdoğan. Erdoğan’ı kim seçerse seçsin Erdoğan ben anayasadaki yetkilerimi sonuna kadar hatta sınırlarını aşarak kullanırım diyen bir lider. Bu Türkiye’nin kaderi gibi bir durum. Bunu suni bir gündem olarak görüyorum. Acil sorun işsizlik, ekonomi, iç ve dış politikada tıkanmalar ve terördür. Bunları çözmek için başkana ihtiyaç yok. Mevcut sistemle de bunlar çözülür.
Soru-Cevap
Mesut Ülker: Çok kısa zamanda ya seçim ya referendum var. Bu konuda CHP’nin temel yaklaşımlarını, köşe taşlarını merak ediyoruz.
Ali Şeker: 7 Haziran sonrasında Cumhurbaşkanı muhalefet partisine hükümet kurma görevini vermedi. Ve ondan sonra bir kaos planı yürüdü. Kontragerilla faaliyeti yürütüldü. Ceylanpınar’da iki polis öldürüldü. MİT’in içinde olduğu sözüm ona bir Dokumacılar grubu, Suruç’u patlattı. Biz bas bas bağırdık, Ankara patlayacak, İstanbul patlayacak diye. Meclis bu işi araştırsın diye. Öldürülen iki polisin failleri bulunsun diye. Kulaklarını kapatıp, bu araştırma önergelerimizi reddettiler. Böyle bir süreçte hedefine ulaşamadı. 1 Kasım’dan sonraki süreçte bu işi başarmaya çalıştı. Hedef 400 vekildi. “400ü verin, bu iş huzur içinde çözülsün” lafını kim der, bir gangster der. Siyaset jargonunda böyle birşey yok. 400ü alamadığı için bu senaryo devam ediyor. Bu sıkıntıları onun için yaşıyoruz. Milliyetçi oylara göz dikmiş bir AKP var. Ve göz diktiği için, Güneydoğu’da bu çatışmaları yaşıyoruz. Daha çok şehit veriyoruz, 500ün üzerine çıktı. Daha çok Kürt vatandaşlarımızı karşımıza alıyoruz. Orada öldürülen Kürt vatandaşlarımızın hakkını koruyamaz durumdayız. Sözüm ona milliyetçilik yapıyorlar ama ayrışma oluyor, millet birbirine düşüyor. Bunun adı milliyetçilik değil, direk bölücülük. Yeni dönemde milleti biraz daha kutuplaştırıp, üzerine dış düşman ürettiler. Avrupa, Amerika, hep beraber bu adamı yiyecekler, bu adama sahip çıkalım? Kim kimi yiyor? Bu sistemde 367yi aşacağı bir ortamı olgunlaştırdığı anda, korkuyla-panikle… referandumu da söz konusu edebilir AKP. Bunu anketlerle yapıyor. CHP olarak yeni bir sçeim değil, Türkiye’nin sorunlarına inen bir programı talep ediyoruz. Ülkenin geleceği bir kişinin iki dudağı arasında olmamalı.
Vasfi Kösebey: Bir ön seçim yapıldı. Delege mi seçti, yoksa halk mı?
Ali Şeker: Doğrudan üyeler seçti. Parti üyeleri hakim gözetiminde oy kullandı. Tüm partiler de bunu yapsın, bunu talep ediyoruz.
Şanar Yurdatapan: CHP önseçim yaptı ama en faal kişi Melda Onur seçilemedi. Yapıda bir sakatlık mı var?
Ali Şeker: 25 yıl aradan sonra bu ön seçim ilk defa yapıldı. Adaylar üyelerin karşısına çıktı, kendine yakın hissettiklerine oy attılar. Burada medyanın kullanılması var. Melda Onur benden daha çok şanslıydı. Medyada tanınan bir isim. Eren Erdem ben çok daha fazla tanınan bir isim. Mesele ordaki ilişkiler, diyaloglar. Bölge halkı orada gitti, orada önüne çıkmış olan adayları tek tek değerlendirdi. Telefon hattından, bu siyaseti niçin istiyora, yaşına kadar herşeyine baktı. Buna gore bir seçim yaptı ve bu seçimi halkın kendisi yaptı. Bir düzeltme imkanı yine kendisinde var. Diğerlerinde genel başkan seçiyor, halka sorulmuyor. Ama şu anda tüm Türkiye’de CHP’de özellikle ön seçimde halka yüzünü dönen, soran bir yapı var. Artık seçtiği kişilerle bir ortaklığı var. Ve ona hesap verme durumu var. Bir daha ki dönem karnesi kırıksa, halk gerekeni yapar. Melda Hanım da bu konuda kendisini sorgulamalı. Farklı etnik yapılardan farklı kişiler seçildi. Bu alevi, şu şöyle yok. Neden yok, çünkü o bölgede insanlar kime güveniyorsa, ona oy verdi.
Vasfi Kösebey: Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Bu iş kan dökmeden olmaz” sözü ne anlama geliyor?
Ali Şeker: Bu çok doğru bir söz. Çünkü iktidarlar kanı akıtır. Muhalefet kan akıtmaz. Ve siz birşeyi dayatıyorsunuz, zorluyorsunuz. Ve “herkes teslim olsun” diyorsunuz. En basit örneği fezlekeler konusu. Fezlekeler konusunda ben “hayır” diyenlerdenim. Partimizden 20 kadar vekil evet dedi. Neden hayır dedim. Çünkü, istismar edildi, aleni bir şekilde kullanıldı. 2 vekil bahane edildi, birisi taziyeye giden vekil. Ben Ankara’daki katliamın olduğu yere en once giden vekilim. Böyle bir vahşet olamaz. Onun taziyesine gidilmesini doğru bulmuyorum. Ona yapabilecekleri hiç birşey yok. Ama Tayyip Erdoğan bunu kullandı. Bunu isteseydi 169-170 vekille, 276’ya bile gerek yoktu, yargılatabilirdi. Yine silah taşıdığını iddia ettiği biri var. Faysal Sarıyıldız sanırım. Savcı iddianamesinde bile o iddiayı sunamadı. Ama kamuoyunda bunu kullandılar. Buna benzer bir olayı biz daha once yaşadık. Kamuoyunu yönlendiriyorsunuz. MİT elemanı Serap Eser kızımızı Küçük Çekmece Kanarya’da yakarak öldürdü. Ve Tayyip Erdoğan meydanlarda, “kızımızı yaktılar” diye, katili olduğu kızı istismar etti. Neden katil diyorum, molotof atan kişi MİT elemanıydı. “At dediler ben de attım” ifadesini verdi. Tüm seçim meydanlarında ise “işte Kürtler bunu yaktı, haydi Kürtlere düşman olalım” Böyle gayri ahlaki bir düzende, bunlara karşı daha uyanık olmamız lazım. Bu fezlekelerdeki “-hayır- dersen, sen Pkk’nın yanındasın.” deniyor. CHP olarak ben şiddetten yana değilim. İnsan ölümünden yana değilim. Cerrah doktorum, bir insanın burnunun kanamasını bile istemem. Taksim İlkyardım, gece boyu ameliyatlara girmiş birisiyim. Mesele toplumu kamplaştırmak, kutuplaştırmak. Bunu istismar etmenin hiç bir faydası yok.
Mesut Ülker: Başkanlık Sistemi bugünki haliyle referandumla-seçimle ilgili geldiğinde BBP’nin tavrı nedir? Kanaatim, MHP için, net olarak –evet gibi görünüyor. BBP ne diyor?
Kemal Yücel: Şehit genel başkanımız M. Yazıcıoğlu sağlığında bir röportajda Başkanlık Sistemi’ne ideal anlamda taraftar olduğunu söylüyor. O günün şartlarında enine boyuna tartışılmış değil bu konu. Bir hukukçu olarak gördüğüm, sağ kesimde siyaset yapan partilerin tamamında gördüğüm, gönlümde yatan Başkanlık Sistemi’dir. Bu sisteme ana kulvar olarak karşı çıkan kesim, sol kesimdir. Biz ideal olarak taraftarız ama bugünki şartlarda taraftar değiliz. Terör sorununu ciddi bir sorun olarak görüyoruz. Ve eyelet sistemiyle gelecek Başkanlık Sistemi’nin bu ülkeyi böleceğini düşünüyoruz. İşsizlik, ekonomik sorunları Başkanlık Sistemiyle çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Mevcut parlamenter sistemin iyileştirilmesi, ideal anlamda demokratikleştirilmesiyle sorunların çözülebileceğini, Başkanlık Sistemi’nin bir sonuç olduğunu, Türkiye’nin gelişmesi, gelişmiş ülkeler arasına girmesi, ondan sonra Başkanlık Sistemi’ne geçilmesi gerektiğini düşüncesindeyiz. Başkanlık Sistemi’nde ABD modeli kastedilmediği, Erdoğan’ın zaten onu değil, Türkmenistan, Kuzey Kore gibi bir Başkanlık Sistemi hayal ettiğini görüyoruz. Bugünki şartlarda ABD tipi Başkanlık Sistemi’nin gelemeyeceğini ve gelmeyeceğini biliyoruz. Hatta bugüki şartlarda Başkanlık Sistemi’nin son 4-5 seneki yarılmayı artıracağını düşünüyoruz. Parlamenter Sistemin iyileştirilmesi, parti içi demokrasi, siyasi partiler kanunu ve barajların kaldırılması suretiyle her kesimin parlamentoda temsil edilmesi, muhalefetin güçlenmesi, toplumsal barışı sağlayacak bunu üzerine Başkanlık Sistemi’nin yakışacağını söyleyebiliriz. Bugünki şartlarda Başkanlık Sistemi kaos ve kabustan başka birşey değildir.
Gürcan Onat: Siz de eyelet sisteminin Türkiye’yi böleceğini mi düşünüyorsunuz?
Ali Şeker: Türkiye’de demokrasi yeşeriz ve olgunlaşırsa, kimsenin Türkiye’den ayrılmak isteyebileceğini düşünmüyorum. Ben demokrasimizi güçlendirmenin bizi birleştireceğini düşünüyorum. Yerel yönetimlerin özerklik şartıyla ilgili, partimizin de kabul ettiği bir konu. Bunun özyönetim, özidare, özsavunma gibi konuların bizim kabul edeceğimiz konular değil. Ama İstanbul’un yerel yönetiminin güçlendirilmesinin İstanbul için önemli olduğunu, aynı şekilde Kastamonu içinde önemli. Geçen Cumhurbaşkanı “Kim ne derse desin, Kanal İstanbul yapılacak” dedi. Bugünki konulardan birisi de su. Sazlıbosna Barajı, İstanbul’un %6 suyunu karşılıyor. 15 milyon nüfusun 28 günlük ihtiyacı. Ordan bir hat geçirmek istiyorlar. Sadece Sazlıbosna değil, Durusu, Terkos… doğayı da mahvedecek. En son Marmara çürük yumurta kokacak. Ama 20-30 yıl, bilim adamları böyle diyor. Biz bilime kulak tıkayacaksa, bir adma ne diyorsa, yandaşları arsa topladı diye, biz ona teslim mi olacağız? Yerel yönetimlerin güçlenmesi lazım. Gaziantep’te bir imar değişiyor, Cumhurbaşkanı arıyor, imarı geri çekin diyor! Kendi partisine… bugün büyükşehir belediye başkanlığı fiilen hala kendi yapıyor. Yasamaya, yürütmeye, kendi partisinin belediye başkanına, Başbakanlığa saygı yok. Böyle saygısız bir ortam bizim Başkanlık Sistemi’ni tartışmaya çok imkanımız yok diye düşünüyorum.