Yer : Antakya Ticaret Ve Sanayi Odası
Tarih : 05.06.2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği (Mevlüd Oruç – Yönetim Kurulu Üyesi)
Antakya Kent Akademisi Derneği (Bereket Kar – Yönetici)
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Hatay Şubesi (Hatice Aydın – Yönetici)
DKB-(Mithat Sultani – Yönetici)
DOM-Der (Mustafa Karabulut – Başkan)
Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği (Asena Akdemir – Yönetici)
Mazlum-Der (Ahmet Hamdi Ayan – Yönetici)
Sakatlar Derneği Antakya Şubesi (Sabit Köse – Başkan)
b. Meslek Odaları
Hatay Tabip Odası (Selim Matkap – Başkan)
c. Sendikalar
Büro Memur -Sen (Mürsel Güler – Yönetici)
Katılan Milletvekilleri:Milletvekili katılımı olmadı
Belediye Başkanları:Belediye Başkanı katılımı olmadı.
Mesaj Yollayanlar:
Mesaj yollayan olmadı.
Moderatör:Bereket Kar-Antakya Kent Akademisi
Gözlemciler:
Gözlemci katılımı yoktu.
Diğer Katılımcılar:
Lümeys Dede
Hatice Av
Medya:
Atayurt Gazetesi- Arzu Günal
Hatay Kent Gazetesi-Tamer Yazar
Konular:
1. Genel Konu : Gazze’de Ambargo Krizi. Ne Yapılmalı?
2. Genel Konu : Anayasa Paketinde Yargı-2/HSYK ve Askeri Yargı.
Konuşulanlar:
Gazze’de Ambargo Krizi. Ne Yapılmalı?
Bereket Kar – Moderatör: Türkiye’nin gündemine oturan bir sorun Filistin meselesi. Bu sorunu, gönül isterdi ki burada milletvekili olsun tüm kurumlardan insan olsun herkesle konuşalım. Bu meselenin esasında ne var, bu sorun neden bu düzeye yükseldi. Birincisi, bütün dünyanın tartıştığı insan hakları meselesi. Bir de meselenin diğer bir boyutu BM ve uluslararası kurumlarda konunun tartışılması ve kınanması meselesi. Dikkat edilirse ABD, BM’den sonra Güvenlik Konseyi’ne gelen bu kınama bildirisinde, İsrail’in adı bile zikredilmeksizin sadece bu tür şiddet eylemlerinin kınanmasını kabul etti. İsrail’i hedef alan herhangi bir şey yok. Tabi meselenin bu boyutları yanında diğer taraftan Türkiye boyutu var. Asıl bizim tartışmamız gereken sorun bu diye düşünüyorum. Türkiye böyle bir tutum alırken nereye varacak? Bölgede gerçekten gerek uluslararası boyutu olsun gerekse yerel ulusal düzeyde ki boyut olsun kabul gören bir tutum mu? Bu sadece siyasal bir tutum mu? Yoksa sadece insani bir tutum mu? Yoksa herkesin dışında farklı amaçlanan başka bir şeyler mi var. Bunları tartışmalarımızın arasına alabilirsek iyi olur diye düşünüyorum. İsrail’in bu eylemi aslında yeniden başlayan ve uluslararası düzeyde karşı karşıya kaldığı barış masasına oturma girişimlerini aslında bertaraf etme eylemi olarak algılanabilir. Eğer ki bu gemiler vasıtasıyla insani yardım düzeyinde dahi sonuca ulaşılmış olsaydı, bugün iki yıldır Gazze’ye yapılan kuşatılma yarılmış ve ambargo hiçe sayılmış olacaktı. Bundan sonra İsrail in bunu devam ettirmesinin hiçbir anlamı kalmayacaktı. Dolayısıyla İsrail bu denli sert bir girişimlerde bulunmasının temel nedenlerinden bir tanesi budur. İkinci nedeni İsrail’in şu ana kadar en büyük katliamlarını gerçekleştirdiği Sabra-Şatila’da bile siyaseten diplomatik alanda soyutlanmadığı bir dönemi yaşıyor. Bu dönemi de aslında bertaraf edip, başka bir yana çekmek ve kendisinin bu bölgede ki olmazsa olmaz ABD’nin doğuda bütün yaşamsal çıkarlarını koruyan bir güç olduğu ve Obama’nın kısmi olarak yumuşak tutumunu tamamıyla kendi yanına çekme idi. Ve bütün dünyaya bunu göstermeye çalıştı. Obama ne yazık ki şu ana kadar bu eylemi kınamamıştır. Uluslararası tepkiler deniyor. Şu ana kadar İsrail bu saldırının bin katını yaptı ve yine tepki gördü, kınamaları yaşadı. Fakat İsrail bundan etkilenmedi devam ediyor. Bir de Arap ülkeleri meselesi var. Türkiye’nin resmi tutumu siyasal tutumu ve bundan böyle olacak gelişmeler. Dikkat ederseniz dün farklı tepkiler çıkmaya başladı mesela Fethullah Gülen’in bir açıklaması ve eylemin yanlışlarını ifade etmesi Türkiye de yeni bir karışıklığa yol açmış durumda. Bütün bunları söz alarak tartışırsak bende özet bir biçimde birkaç noktaya tartışmalardan sonra değineceğim.
Dr.Asena Akdemir (Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği): MKÜ Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanıyım. Sabah gelirken kızımla bir konuşmamız oldu. Oradan başlamak istiyorum. Olayla ilgili New York Times’daki vs. yapılan yayınlar üzerine yurtdışındaki insanlar nasıl yorumlar yapmış. Anne sen psikiyatrsın niye insanlar birbirlerinden bu kadar nefret ediyorlar diye soruyor. İsrail’den yapılan ve içerisinde Erdoğan’ı bir daha seçerseniz ülkenize bomba yağdırırız diye çeşitli yorumlar geçiyor. İnanılmaz şiddet yorumları. Kimse kendisinden başka tarafa bakmıyor. Psikolojik olarak da uzlaşmayla ilgili bu tarz çalışmaların her ülkede uzlaşmamaya yol açtığını biliyoruz. Geriye baktığımız zaman gerçekten de devletler bazında ya da iktidar bazında nefreti azaltacak herhangi bir şey yapılmıyor. Dünyaya baktığımız zaman şu anda yapılan zaten kutuplaşmadır. Hıristiyan toplumlar bir tarafta olacak, Müslüman toplumlar bir tarafta olacak, biz nerede olacağız. Bunlarla ilgili ciddi problemler var. Bloklaşma başka türlü ortaya çıkıyor. Bloklaşmayla ilgili kısmı insanları başka ülkeleri sömürecekseniz bir şey yapmak zorunda kalacaksınız. Buradan baktığınız zaman bir sürü insan ölüyor. Ne yapacağımıza gelince, ben farklı bir şey yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Nasıl bir kimlikle yardım edilecek konusunda benim düşüncem, daha çok sivil hareketlerle başlanması gerekiyor. Dini düşünceleri ön plana tutarak değil. Yani insani yardım hareketi bu çokta fazla bir şey getirmiyor, ses de getirmiyor, getirdiği seslerde olumlu sesler olmuyor. Oraya yardım gitmesi de gerekiyor, bir şekilde bu ambargonun delinmesi gerekiyor. Bir sürü insan gözlerimizin önünde ölüyor. Ben hekim olarak ne olursa olsun bunun tamamıyla düzelmesi gerektiğine inanıyorum. Gemilerdeki insanlar ile ilgili olarak da 19 yaşındaki bir çocuğun ölmesi inanılmaz iç acısı bir şey. Yani insanları koruyacak bir mekanizmayla ama daha sivil bir inisiyatifle daha düzgün, kavrayıcı hareketler olması gerektiğine inanıyorum, ama hükümetler bazında değil. Çünkü bu işe yaramıyor sonuçta siyaset ya da alışverişler farklı bir şey. Alttan gelen tepkiler farklı şey. Bizim beklediğimiz hareketler devlet yardımıyla olursa bu iş çok da olumlu, çok da buradaki barajı kıracak gibi görünmüyor. Öbür tarafta kendi sularına girmediği halde savaş çıkarabiliyor. Hiçbir şeyde olmuyor. Yani yaptırım olsa da olmuyor. Kendi gücümüzle yetiniyoruz. Gördüğüm kadarıyla hiçbir ses de çıkmadı. Genel olarak baktığımızda tabii ki dış basını takip ediyorum, çünkü iç basınımız tamamen iç politikaya oynuyor ve bilgi ya da fikir sahibi olmamıza yol açmıyor. Gemilerdeki İrlanda vatandaşlarına baktığımız zaman da onlarda İslam ağırlıklı vatandaşlar olduğunu görüyoruz. Belki daha geniş, toplumun bütün kesimlerini kavrayıcı bir hareketle başarılı olunabilir.
Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi): İnsani Yardım Vakfı bana göre doğru bir adım atmıştır. Yani hareket tarzı doğrudur. İsrail’i yenecek olan insanlık vicdanıdır. Bu eylem dünyanın vicdanına hitap eden bir harekettir. İsrail dünya ve insanlığın vicdanında yenildi. Bu tür hareketler başlangıçları tetikler. BM’nin bu hareketi kınaması bir başlangıçtır. Bu eylem bana göre bazı şeyleri tetikledi. İsrail-Filistin sorunu Ortadoğu’da en önemli sorunlardan birisidir. Bu sorun çözülmeden Ortadoğu’da rahat olmayacak. Bundan dolayı da bu sorunun çözümüne gidilmesi geriyor. Dünyaya yeni düzen vermeye çalışanlar bunu çözmeden kurmak istedikleri düzeni de kuramazlar. Bence İHH’nin girişimi amacına ulaştı, abluka gevşetiliyor. Haberlerden bunu öğrendik. Mısır geçişlere izin verdi. Yunanistan’da Avrupa da ve dünyanın her tarafında İsrail’i kınamalar, İsrail e karşıt gösteriler yapılıyor. Bunların hepsi sonuçtur ve olumlu şeyler. Elbette insanlar giden insanların ölmesi, yaralanması kötüdür. Bunun sebebi İHH değil İsrail’dir. Saldıran kan döken İsrail’dir. Oraya giden insanların dini ne olursa olsun önemli değil. Ben insana bakarım. Oradaki insanlar abluka altında mı, evet. Aç mı, evet. İsrail keyfi adam öldürüyor mu, evet, Bu faşizm mi, evet. Bu diktatörlük mü, evet. Bu zulüm mü, evet. Buna karşı geliştirilen dünyada bir hareket var. İnsani mi, insani. Gıda götürüyor bu iyi mi iyi. Ahlaki, dini, siyasi nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin. Bir kötü bir iyi var. Ben iyinin tarafındayım bu kadar basit.
Lümeys Dede (Eğitimci): 1964 yılından beri başlayan Filistin Kurtuluş Hareketini bize bölge olarak yakın olduğu için izliyoruz, etkileniyoruz. O günden şimdiye kadar olan bu olaylara bakınca keşke bu yardım daha örgütlü bir şekilde olsaydı, gerçekten sivil inisiyatif olsaydı ve tüm anneler, yani burada AKP’li MHP’li veya sıradan bir anne yani herkes; şehirli, köylü ayırmaksızın gidebilseydi belki sorun o kadar büyüyüp, o kadar kan dökülmeyecekti. Orada gerçekten bir insanlık dramı var. Kapılar kapalı, insanlar izole edilmiş. Mısır’ın bile o ölüm kuyularından gelen insanlara dönem dönem ateş açtığı biliniyor. Böyle olunca bu olayın bu şekilde sonuçlanması sürpriz gelmedi. Fethullah Gülen’in yaptığı açıklamaya bakınca kendi aralarında bile bir birlik beraberlik olmadığı görülüyor. Burada bir ciddiyetsizlik var. Bu ciddiyetsizliğin sonucunda insanlar ölmüştür. Ülkenin prestiji de söz konusudur. Şu an ne olacağı belli değil. Bir panik havası yaratılıyor insanlarda. Keşke daha olumlu bir şey olup bu Filistin halkına yarasını tedavi edebilecek bir davranış olabilseydi. Her konuda aceleci davranıyoruz. Sanki bir kahramanlık yaratmaya çalışıyoruz. Acele davranılan bu olayın iyi örgütlenmemesinden, yerinde ve zamanında hareket edilmemesinden, sivil insiyatif ağırlıklı olmamasından dolayı endişeliyim.
Bereket Kar – Moderatör: Arkadaşlarımız farklı farklı düşüncelere sahip. Bu tarihsel olayın bugünden yarına çözülecek bir sorun olmadığını biliyoruz. Fakat bu dönemde bir Türkiye’nin Brezilya ve İran’la yaptığı anlaşma; iki Türkiye’nin Filistin-Suriye’yle ve Hizbullah’la yaptığı anlaşmalar; üç Mısır’ın giderek Filistin meselesinde ikinci bir derecede kınanılan destekçi olma noktasına düşmesi, son dönemde her ne kadar İran’ın bölge açısından sadece siyasal olarak değil daha çok dini olarak yani Şii imparatorluğunu İran devrimini diğer körfez ülkelerine yaymak ve onların başına İsrail’i koymuş olma meselesi, dört Filistinlilerle İsrail’in masaya oturtulmasıyla ilgili çıkan problemler. Obama bile şunu kabul ettiremedi şunu İsrail’e: yerleşim birimlerini durdurun masaya oturun. Hayır dendi, biz yerleşim birimlerini genişletmeye devam edeceğiz ama masaya oturacağız. Filistinliler mecburen Abbas yönetimi bunu kabullendi. Fakat bu yapılırken kuşatma devam ediyordu. HAMAS biliyorsunuz Filistin iki başlı bir yönetim yani bir devlet isterlerken şuan iki devletçiğe sahipler. Bir Gazze’de, bir Batı Şeria’da Ramallah’ta şimdi bu durum karşısında İsrail esas itibariyle Türkiye nin “one minute” ile başlayan bir süreç var. Bu sürece bir bakıma Türkiye cevap vermek ama diğer bir taraftan gerici Arap yönetimlerinin de, mesela Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısırın Türkiye’nin bu rolünden Ortadoğu’ya dönük girişimlerinin ciddi bir rahatsızlığı var. Bu rahatsızlığı İsrail arkasına alarak bunu daha da derinleştirmek yönünde bir politika izliyor. Türkiye’nin bölgede ABD’nin ikinci bir ortağı olmasına asla tahammülü yoktur İsrail’in. Yani Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini biliyoruz. İsrail ile olan ilişkilerini de biliyoruz. Bu konuda sadece arabuluculuk yaparsın ama bunun ötesine geçemezsin. Ötesine geçtiğin andan itibaren bizi karşında bulursun. Bana kalırsa şu anda Türkiye geldiği nokta itibariyle popülist bir politika izlemekte. Bununla gidemez. Çünkü Türkiye Filistin sorununun esasına oturamaz. Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’a yapılan Kudüs’e yapılır. Kudüs’e yapılan İstanbul’a yapılır şeklindeki bir yaklaşımla bu politikayı sürdüremez. İran’da sürdüremedi. İran bugün dışarıdan bakıldığı zaman Filistin’in en gerici savunucusu olarak görülür. Türkiye’de bu siyasetten geri adım atmak zorundadır. Çünkü Filistin meselesi birinci derece Filistinlerin, ikinci derecede Arap halklarının bir sorunudur. Bugün devletlerin sorunu bölgede bir barışın olması açısından bir sorun teşkil etmektedir. Ama bugünkü AKP’nin bu politikasıyla bunu sürdürme şansı asla yoktur. Bundan geri adım atmak zorundadır. Dikkat edilirse zaten ilk başta her ne kadar sert açıklamalar olduysa şunlar eklenmektedir. İsrail yaptığının yanlış olduğunu ifade ederse, şunu yaparsa ilişkilerimiz devam edecektir. Demek ki bu olay İsrail’in tarihten bu yana yaptığı katliamlar karşısında bu da affedilecek bir eylem olarak görülmektedir. Talebimiz ne olmalı? Demokratik kuruluşlar, insan hakları savunucuları olarak bana göre Türkiye popülist ve dışarıdaki bu eylemi içe yansıtma yerine şunu yapsın. İsrail’le ciddi anlaşmalar var. Gazze meselesi Türkiye için ciddi bir sınav olacaktır gerçekten. Bu diplomatik ve siyasi ilişkiler, askeri ilişkileri bu koşulda en fazla diplomatik olarak bir maslahatgüzarlık düzeyine indirebileceğini düşünüyorum. Bunun ötesinde Türkiye’nin bugün bölgede ne savaşmak ne de daha büyük bir misyon oynama şansı yoktur. Çünkü bunun üstünde ABD şemsiyesi vardır, Avrupa şemsiyesi vardır. Buza asla izin vermeyecekler. Çıkarlarının da buna müsaade etmeyeceğini düşünüyorum. Gerçekçi bir politikanın en azından diplomatik ilişkilerin kesilmesi, dondurulması, topluma mal edilmesi ve insani yardım bazında her kimden olursa olsun destek gelmesi olabilir. Orada sadece HAMAS meselesini öne çıkartarak değil. Dün çok tehlikeli bir açıklama yapıldı. Nedir HAMAS terör örgütü değildir. Hamas direniş örgütüdür. Bunu bütün dünya aleme ilan etti sayın Recep Tayyip Erdoğan. Götürülen bu yardımları Filistin halkına ister İHH götürsün, isterse başkası kim götürse götürsün. Ama HAMAS’ı bu şekilde ön plana çıkartırsanız bütün bu attığınız adımların gerisine düşmek zorunda kalacaksınız. Siyonizm’le ciddi bir hesaplaşma yapılmalıdır gerçekten ve Filistin halkıyla, Arap halkıyla bu dayanışma köprülerini her biçimde her yönüyle bu yardımı yapmaya devam etmelidir diye düşünüyorum.
Anayasa Paketinde Yargı-2/HSYK ve Askeri Yargı
Dr.Asena Akdemir (Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği): Bir kere paketin madde madde onaylanması ile ilgili çok fazla yapacak çok bir şey yok. Şu anda aslında baktığımız zaman bir takım maddeler var benim hoşuma giden. Mesela yurt dışına çıkışta vergi borcunuz var deyip durdurabiliyorlardı ve yeni anayasa metninde buna hakim karar veriyor. Çok basit ayrıntılar ama iyi düzenlemeler bunlar. Bunlarla ilgili olarak tek tek sorulsa çok güzel bunlar geçsin diye bir şey diyebilirim. Şimdi baktığımız zaman 21 üyesinin olması da çok iyi HSYK’nın ama sonuçta Adalet Bakanı ve Müsteşarı orada. Yani bir şeyle ilgili amir konumunda biri olduğu zaman çok iyi kararlar çıkmıyor. Çünkü sizin siciliniz, yükseltme notunuz hepsi elinde. Cumhurbaşkanlığı seçtiği zaman da aynı şey söz konusu. Oraya sorumlu oluyorsunuz. Niye kendi aralarından seçmiyorlar. Bir sürü hakim savcıların kendi organları var. Bölümlerden birbirlerine iş denetimi de getirebilirler. Ya da başka bir denetim mekanizması kurulur. Oraya bir itiraz hakkı olur, karar değişikliği olabilir. Ben üniversitede olduğum için söylüyorum. Biz üniversitede oylama yapıyoruz, hiçbir anlamı yok. Üniversitede oylamaya gitseniz ne olacak gitmeseniz ne olacak sonuçta cumhurbaşkanının verdiği kararla rektör atanıyor. Mesela devlet hastanesinde bürokraside çalışırken çok daha kuralları vardı bürokrasinin ama ona göre değişik itiraz hakları şunlardı bunlardı. Üniversitelerde öyle bir şey olmadığını gördüm. Çok büyük hayal kırıklığına uğradım. Neden çünkü bir atama söz konusu, seçim değil. Burada da atama söz konusu, bir seçim söz konusu değil. İnsanlar atanılan kişiye karşı bir sorumluluk hissediyorlar Türkiye de. Tüm dünyada da böyledir zannediyorum. Seçim başka bir şey atama başka bir şey. Bu haliyle benim herhangi bir vesayet altında olunmadığı gibi bir fikrim olmuyor. Bunu sadece iktidar için söylemiyorum. Kim gelirse geldin aynı şey, çok büyük bir fark yok. Bazı şeyler için referandum gerekiyor mu? Onunla ilgili genel olarak herkesin buluştuğu bir sürü şey var. Bunun için referandum ne anlam taşıyacak. Mesela çocuk hakları evrenseldir. Bunun neyine referandum yapacağız. Çocuk istismarını her şekilde önleyecektir. Bu madde için referandumda hayır diyen olursa ne olacak. Yani diyelim ki siz çocuk istismarını istiyorum mu diyeceksiniz. Bu maddeye hayır mı kullanılacak. Bunun için referandum yapılmasına ne gerek var. Bu evrensel bir değerdir, çocuk istismarı engellenir. Bunu oraya koyarak maddeleri artırmanın ne anlamı var. Hani diğerlerine hayır derken arada ona da hayır mı diyeceğiz. Onun için çok anlamlı bulmuyorum bu tarz bir oylama sistemini.
Ahmet Hamdi Ayan (Mazlum-Der Yöneticisi): Bu işler böyle kolay gözükmüyor. Çünkü mahkemelerimiz istiklal mahkemeleri gibi. Biliyorsunuz istiklal mahkemeleri zabıtlarını zaman zaman okuyoruz hiç kimseye hesap vermiyor anında infaz eden mahkemeler. Aynı yetki Yüksek Seçim Kurulun’da, HSYK’da, Anayasa Mahkemesinde var. Kimseye hesap vermiyorlar. Dünyaya baktığımız zaman mesela Hollanda Anayasa Mahkemesinin meclis kararını iptal edecek gücü yok. Sadece yerel meclislerin kararını iptal edebiliyor. Ama bizde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’a baktığınızda kanun ve yönetmelikler pinpon topu gibi gidip geliyor. İngiltere’ye baktım Lordlar Kamarası yüksek mahkeme gibi gözüküyor anayasaları yok ama meclisi denetleme yetkisi var. Fakat son 200 yıldır hiçbir meclis kararını iptal edememiş. Şimdi burada bir şey var hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Bunun çok doğru olmadığını biliyoruz. Ya da şöyle diyelim bazılarının millet dediği şey farklı milletten anladıkları eski Atina’daki gibi vatandaş dendiği zaman erkek, iş-toprak sahibi kişiler; kadınlar-çocuklar, hür olmayanlar ise vatandaş sayılmıyor. Burada bile çelişkiyi yaşıyoruz. Danıştay kararlarına bakıyoruz, Anayasa Mahkemesi kararlarına bakıyoruz. Ne kadar yanlı, özgürlüklere bodoslama çarpan kararlar olduğunu görüyoruz. Mesela bizim Anayasa Mahkemesinin bir içtihadı var. Din özgürlüğü insanın iç dünyasında sınırsız olup toplumu etkilemesine izin verilemez diyor. Tabi bu çok saçma bir şey. İç dünyamıza karışacak bir mekanizma henüz keşfedilmedi. Oradaki özgürlük lafının ne anlamda kullanıldığını maalesef görüyoruz. Bakıyoruz mesela bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir içtihadı çok ilginç bir karar. O da ifade özgürlüğünü açıklarken aykırı, yasak, sarsıcı, çarpıcı ve toplumu inciten düşüncelerin serbestçe ifade edilmesidir diyor. Şimdi bizde yargı özgürlükler ya da insan lehine bir tutum almıyor. Sürekli cumhuriyeti korumakla kendisini görevli sayıyor. Bu uğurda bir talkım ilkeler uğruna insanların hak ve özgürlükleri müthiş bir şekilde yok ediyor. Son iki yıldır resmi tarih üzerinde çalışmalarım var ilginç şeylerle karşılaşıyorum. Bu hak ve özgürlüklerin sınırlanması istiklal mahkemeleri eliyle yapıldı. Bakıyorum cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminde etnik ve inanç kimlikleriyle ilgili pek bir sorun yok. Şöyle bunu belirtmem lazım. Esat Paşa anılarına bakıyordum en son. Mustafa Kemal’e verilen birlik Süryani ve Nusayrilerden oluşuyor. Bunları reddediyor. Çünkü diyor ki zaten bu adamlar savaş karşıtı. Buda hoş bir anekdot aslında Nusayrilerinde savaş karşıtı olduklarını da bu anılardan öğreniyoruz. Ama şunu görüyoruz burada. Osmanlı ordusunda ittihat terakki gibi bir yönetim Nusayri vatandaşlara güvenirken 1950’ye kadar cumhuriyet döneminde Nusayri vatandaşların nüfus cüzdanlarına öyle ya da böyle işaretler konmuş. Bunlar hiçbir zaman meclisler siyaseti yönetmekte egemen olamamış. Askerler, yargı mensupları ve üniversiteler bunlar hiçbir zaman hak ve özgürlükleri yönünde tavır koymadılar. Şimdi yapılacak değişiklik ben âcizane şöyle diyorum. Elbette vesayet tartışılmalı ama sivil bir meclisin yanlışının birçok insanın doğrusundan daha ileri olacağına inanıyorum. Biraz iddialı bir cümle ama atanmış belli ideolojik bir hiyerarşi içerisinde bulunan insanların, ideolojik olarak yaklaşan insanların doğrularından daha doğru olacağını düşünüyorum. Bu amaçla her ne olursa olsun ilk defa meclis 1924 anayasasından sonra ilk defa meclis toplanıyor. Buna destek olalım en azından sivil bir damgamız, sivil bir ürünümüz olsun diye düşünüyorum.
Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi): Şu anda Türkiye de mevcut olandan ben memnun değilim. Askeri yargı, askerlik bunlar bana göre bir meslek kuruluşu. Bunun ötesine geçememesi lazım. Demokratik ülkelerde bunun ötesine geçmez. Başbakan meclisin emrindedir. Bunun yargısının olması saçma. Bir meslek kuruluşunun ben kendime yargı oluşturuyorum demesi. Bende muhasebeciyim ben de maliye yargısı istiyorum ya da ben kunduracıyım kunduracılar yargısı istiyorum. Bakkallar odası da kendine yargı istesin. Çünkü ben askeri diğer meslek kuruluşlarından farklı görmüyorum. Benim gibi o da mesleğini icra edecek maaşını alacak o kadar. Bundan dolayı askeri yargının tamamen kaldırılması gerektiğini düşünüyorum ve bu konuda atılan adım doğrudur. HSYK’nın tavırları, söylediklerine, yaptıklarına baktığımda hoşuma gitmiyor. Niye Şemdinli savcısını görevden aldı. Bana göre Şemdinli savcısı doğru yapıyordu önünü kesti. Kenan Evren yargılansın diyen savcıyı görevden alıyor bütün olumlu adım atanların önünü kesiyor. Şimdi HSYK’nın mevcut yapısı bu durumda benim hoşuma gitmiyor. Ülkemizle ilgili olan düşünceleri de statükocu, mevcut olanı koruma yani benim memnun olmadığım mevcut olanı korumaya çalışıyor. Bundan dolayı da ben çok basit düşünüyorum. Çok basit ele alıyorum. Mevcut olanı korumaya çalışan kişi veya kurumları reddediyorum. Çünkü ben özgürlüklerini istiyorum, demokratik bir Türkiye istiyorum. Önümüze getirilen kısmi değişikliğe ben kendim evet diyeceğim. Ve bunun bardağın dolu kısmını görmeye çalışıyorum. Bu toplumun devletten alacağı 100 ise şimdi bana 10 veriliyorsa ben 10’u alırım. Bazı arkadaşlar hayır ben 100 isterim diyebilir ama ben polyanacılık yapıyorum. Alacağım 90 kalsın. Bu kısmi değişikliğin tümden değişim için can suyu olacağını umuyorum.
Selim Matkap (Hatay Tabip Odası Başkanı): Bu konuyla ilgili değişikliği destekleyelim desteklemeyelim ikisini de söylemek çok zor. Ben bizim alanımızdan anlatayım. Hekimlere değişik illerde aile hekimliği modeli getirmeye başladılar. 2004’ten beri aile hekimliği sistem olarak maaş sistemi değil de size kayıtlı olan vatandaş sayısı üzerinden ödenen para üzerinden sunulan bir hizmet modeli. Bundan sonra artık hekimin statüsü de değişiyor. Bütün dünyada öngörülen gittikçe hekim ücretlerinin düştüğü yönünde ama aile hekimliğine geçilen her yerde ilk başta çok yüksek ücretler ödediler. Yani bugün için aynı işi yapan ve aile hekimliğine geçilmiş bir sürü yerde hekimlerin aldığı ücretlerin neredeyse iki üç katı kadar para ayırdılar. Bundan sonrası için gittikçe gerileyebileceği düşünülüyor bu ücretlerin. Anayasa değişikliği içinde bugünkü paketi yüksek bir ücret gibi hissedebilirsiniz bir yanıyla. Bu hükümet değil miydi Şemdinli Savcısı görevden alındığı zaman üzerine ölü toprağı serpilmiş değil miydi. Yani başbakan değil miydi. İnsanın kafası karışıyor gerçekten ya da cansuyu dedi Mevlüt bey hakikaten böyle de bakılabilir. Ama şöyle de bakmak gerekirse bu ülkenin demokratikleşme önündeki öncelikli sorunu HSYK’nın değişmesi midir? Yoksa baraj mıdır? Siyasi Partiler yasası mıdır? Terörle Mücadele Kanunu mu yoksa taş atan çocukların durumu mudur? Nerden çıktı bu HSYK illa şimdi değişsin de hani nasıl bir tahayyül var ileriye yönelik bütün bu tabloyu gördüğünüzde. Ben yinede şu kanaate varamıyorum. Evet buna hayır denmelidir. Ama kafası karışık insanların. Sanki bir parmak bal çalınmış gibi ağzınıza. Hani bunun yanında bunlarda bizim istediğimiz gibi geçsin gibi bir durum var. Umarım sağlıklı bir karar çıkar ama öyle durmuyor. Değiştirilen bu maddeler sert anayasa diye ifade ediliyor literatürde. Değiştirilmesi zor olan anayasaya sert anayasa deniyor. Bizim anayasamızda serttir. Şimdi değiştireceğiz ama kim bilir bir daha ne zaman değiştirebileceğiz.
Ahmet Hamdi Ayan (Mazlum-Der Yöneticisi): Türkiye’de en büyük sıkıntı okumuşlardan mesela eski YÖK Başkanlarını düşünün, rektörleri düşünün. Öğrenim görmek, buna eğitim demiyorum hiçte hoşlanmadığım bir kelime. Daha çok okumuş adamlardan şeyler geliyor. Yani halk daha hoş görülü, daha özgürlükçü şimdi Kemal Alemdaroğlu’nu düşünün, eski Yargıtay Cumhuriyet başsavcısını düşünün. Bunlar cahil adamlar değil ki, ya da eski cumhurbaşkanını düşünün. Kiracısının kılık kıyafetine bakan bir adam. Yani okumuşluğu biraz abartmamak gerekiyor diye düşünüyorum.
Lümeys Dede(Eğitimci): Eğitim kurumlarında olan olaylar, eğitime ayrılan bütçe. Nasıl düzelecek bu ülkenin hali. Yani okuryazar oranının ne kadar düşük olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu referandum güzel bir şey yapılacakmış gibi yansıtılıyor. Oysa okuma yazma bilemeyen bu kadınımızın referandumdan anladığı nedir? Kocası ya da aşiret reisi şuraya vereceksin deyip büyük rakamlar çıktığında aferin işte halkımıza, halkımızın iradesi sandığa yansıdı mı diyecekler. Eğitime ayrılan bütçenin bu kadar az olduğu kadın okuma yazma oranının bu kadar az olduğu bir ülkede bir referandumdan bahsettiğiniz zaman ben çok üzülüyorum. Bu kadın yarın referanduma gidecek ve kadınla ilgili bir madde de yok. Kadın örgütleri de tartıştı bunu. Şimdi burada 35 milyona haksızlık olmuyor mu? Bence yapılıyor. Bence önce eğitime ayrılan para yada eğitim sorunumuzu çözelim ki referandum konuları anlaşılsın diye düşünüyorum. Eşcinseller, ülkemizde böyle bir gerçek var. İstanbul’da bazı dönem yürüyüş yapıyorlar. Bu konuda bir şey konuştuğun zaman tövbe yarabbi tövbe bu hastalıktır diyecek kadar ileri gitmişler. Yani bakanla olan sürtüşmeyi hepimiz biliyoruz. Böyle bir ortamda ben verimli referandum yaşacağımızı sanmıyorum. Eğitime ayrılan paranın büyümesini istiyorum o zaman belki insanlar bilinçlenir. Kimsenin etkisi altında kalmaksızın sandığa niçin gittiğini bilerek gerçek referandumlar yaşanır diye düşünüyorum.
Bereket Kar – Moderatör: Tabi bu sorun tabi evet desek bugün AKP yönetimi, hayır desek şimdiki statükocu yönetim ikisinin arasında insanlar şaşırmış kalmış. Ama ortak bir payda var. Bu da 12 Eylül Anayasasının bir bütün olarak değiştirilmesidir. Şimdi bu yapılamıyor peki kim yapamıyor. Şu anda AKP ben bütün bu 12 Eylül anayasasını değiştirmek istiyorum ey toplum buna evet mi hayır mı projesiyle gelmiş olsaydı acaba ne olacaktı? Statükocu güçler elbet karşı koyacaklardı. Karşı koymaları yetmez çünkü toplumun bir bütünü bu anayasanın demokratik bir anayasayla değiştirilmesini istiyor bana sorarsanız. Bugün zihniyet açısından, anlayış açısından, program ve strateji açısından demokrasiyi savunma açsısından bugünkü iktidarla muhalefet arasında asla bir fark yok. Neden çünkü anayasanın 30 maddesini değiştirmeye çalışan anlayışa karşı muhalefet eden partiler, güçler çıkıp şunu söylemiyor ey AKP bunları değiştirmek istiyorsun da ben bir bütününü değiştirmek istiyorum. Dolayısıyla isterse şu anda bir parmak bal çalma dahi olsa bunu kabul etmeliyiz anlayışı çok eksik bir anlayış. Bununla asla yetinmemek lazım. Bu anayasada demokrasinin önünde çok ciddi engeller oluşturan maddeler var. Bu maddeler kaldığı sürece istediğiniz kadar bal çalın şuna benziyor, yolda oturan dilencinin yaşamsal sorununu çözmek yerine ona 3-5 lira vermekle hiçbir şey değiştirilemez. Şu anda iktidar günü kurtarma çabası içerisinde ve kaldığı süre içerisinde kendine hiç olmazsa engel gördüğü şeyleri kaldırmaya çalışıyor. Bu kaldırdığı şeyler kötü mü? Hayır hepsi kötü değil ama biz bugünden yarına demokrasinin tesis edileceğine inanmıyoruz. Onlarca madde kaldırıldı şu ana kadar onlarca madde değiştirildi. Özellikle bu ülkede her düşüncenin ifade edilmesi ile ilgili maddeler kaldırıldı. Düşünce ve ifade özgürlüğü bugün istenildiği gibi hayata geçiriliyor mu? Doktur arkadaşımın üniversite örneğinde söylediği gibi 100 oy alan ile 15 oy alan insan karşı karşıya geldiğinde 15 oy alan insan atanabiliyor. Peki, bununla ilgili bir değişiklik var mı? Yok. Şimdi bu konuda evet diyen arkadaşlarımızı ben şahsen her yerde buna davet ediyorum bunu da düşünelim. Önümüzde daha ciddi bir süre var. Bu sürede hükümet üzerinde ciddi bir kamuoyu baskısı yaratalım. Esas düşünceleri ön plana çıkartma meselesini yükseltmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Öneriler:-
Ortak sonuç:
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile;
36 Sivil Toplum Kuruluşuna E-Posta, SMS ve telefon ile ulaşıldı.
b. Milletvekilleri ile;
Faks, e-posta ve SMS’lerle milletvekillerinin tamamına ulaşıldı.
c. Katılımcılarla;
E-Posta ile katılımcılardan konu istendi.
d. Medya ile;
E-Posta adresi bulunan tüm ulusal ve yerel basın temsilcisine elektronik posta gönderildi. Ayrıca cep telefonu bulunan ulusal ve yerel basın temsilcilerine SMS ile davetiye ve toplantı duyurusu gönderildi.
Sonuçlar:
Değerlendirenler:
Ekrem Dönmez- Hatay KMM Hamalı