YER: Çankaya Belediye Başkanlığı Mithatpaşa Cad. No: 52 Kızılay
TARİH: 5 Nisan Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi – İHD (Mahmut Konuk – Sözcü)
2 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Raportör, Burcu Yıldırım – Aktivist, İlker Güzelcik – Üye)
3 / Liberal Düşünce Topluluğu (Harun Kaban – Koordinatör)
4 / Elvan- Der (Dilman Akyol – YK Üyesi)
5 / Ankara 78’liler Girişimi (Metin Uzunöz – Başkan)
6 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
7 / Küresel Denge Derneği (Nuran Talu – Başkan)
8 / Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – CEİD (Göksu Günay – Üye)
9 / Mazlum-Der (Gülnur Kara – Stajyer Avukat)
10 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
11 / Ankara Eğitim Kültür Derneği (ANKA-DER) (Rukiye Yücel – YK Üyesi)
12 / Mustafa Selmanpakoğlu (Sosyal Demokrasi Derneği)
13 / Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği (Nilgün Nazilli – Üye)
14 / Işın Özen (NDI)
15 / Alevi Vakıfları Federasyonu (İsmet Erdoğan – Başkan)
16 / Engelli Kadın Derneği (İdil Seda Ak, Esra Güleç – Üye)
17 / Tüketici Hakları Derneği (Sabriye Feyzioğlu – Üye)
18 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı – YK Üyesi)
19 / Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu (Yusuf Şahin – Başkan)
20 / Türkiye Gençlik Federasyonu (Hilal Çelik – YK Üyesi)
21 / Marmara Vakfı Grubu (Hüseyin Avcı – Mütevelli, Hanife Budak)
22 / Başkent Kadın Platformu (Berrin Sönmez – YK Üyesi)
23 / Ankara Kadın Girişimciler Derneği – ANGİKAD (Meral Güler – Başkan)
SENDİKALAR
1 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Hasan Hüseyin Türkoğlu (MHP)
PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Koray Doğan Urbarlı (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi)
BASIN MENSUBU
1 / Banu Korkmaz (Manşet Haber)
DİĞER KATILIMCILAR
6 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Seçim Sonrası Türkiye
KONUŞULANLAR
Sinan Sönmez: Büyüme düştüğü zaman istihdam yaratmaz, geleceğe ilişkin beklentiler olmaz. İşsizlik çok yüksek, resmi rakamlar %9.7. Bu rakamlar yanıltıcıdır. İş aramaktan umudunu kesenleri de dikkate aldığınız zaman, 2 milyon 800 bine yakın kişiye ulaşıyorsunuz. Bu oran % 19.4’e ulaşıyor, gençler açısından %31’e, kadınlar açısından %23’e. Borçlanma çok yüksek. Hane halklarının borçları özellikle. İhtiyaç kredilerinin payı %35, 126 milyar lira; konut %33, bireysel kredi kullanımı %25, taşıtım payı %24. Buna bakınca kredileri kullananların önemli bir bölümü %60’ı, ücretlilerdir. Hane halklarının %55’i borçludur.
Birdenbire tablo değişmez, iktisatta mucizelere yer yoktur. Siyasi konjonktür değişebilir ama mucize olmaz. Kendi grubunda, ekonomisi en fazla kırılgan olan 5 ülke arasında Türkiye. Verilere bakıyoruz. Bütçe ve kamu açığı azaldı diyebilirsiniz. Krizle uğraşan biri olarak şunu söyleyeyim: 1989’daki Asya krizi özel sektörden patlak verdi, bütün makro veriler düzgün görünüyordu. Türkiye’nin dayandığı bir kriz türü var; birden durma krizi. Dışardan sermayeye dayalı ekonomilerde sermaye akışı durursa, o ülkede kriz patlak verir. Bu bir modeldir. Örnekleri vardır.
Seçmen nasıl davrandı? Bu süreç spekülatif olsa da, orta ve alt-orta gelir grubu durumunu muhafaza etme yönünde oyunu kullandı. Biraz refahtan, sağladığı eğitim ve sağlıktan, gelir aktarımlarından yararlanıyor olmayı sürdürmeyi tercih etti.
(Özel Konuğa Soru) Oya Özden: Türkiye’yi çok ciddi bir kriz bekliyor mu? Bu hükümetin yürüttüğü ekonomi politikası bir yerde tökezleyecek mi?
Enver Önder: Bu yerel seçimlerle ilgili demokrasiydi, halkın iradesiydi gibi gerçek dışı söylemlerde bulunamayacağım için üzgünüm. Bu seçimler demokrasi ile yönetilen ülkelerde yapılan seçimlerin kötü bir öykünmesinden başka bir şey değildi. Sözde seçimlerin üzerinden altı gün geçmiş olmasına karşın hâlâ onlarca yerde sonuçlar belirlenememişse, ülkenin hem coğrafi bakımdan ortasında hem de Başkent olan Ankara’da bile seçimlerin üzerinde kuşku bulutları dolaşıyorsa bunun seçim mi kapkaç mı olduğunu çocuklar bile anlar. Seçimler öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşananlar; bu ülkenin geleceği üzerinde, seçimi kazananlardan da kaybedenlerden de daha çok etkili olacaktır. Birçok gencin ve seçmenin rol model olarak gördükleri, büyük bir özenle izledikleri siyasi parti liderlerinin konuşmaları tam bir eğitimsizlik ve aşiret kavgası görünümündeydi. Seçimlerin önemli bir işlevi de toplumsal eğitimin, demokrasinin, birlikte yaşamanın, birbirine tahammül etmenin ve ortak çözüm üretmenin araçlarıdırlar. Bu seçim kargaşasında yaşananlar, söylenenlerin hiçbirine hizmet etmediği gibi kutuplaşmayı, düşmanca duygular geliştirmeyi körüklemeye hizmet etti. Demokrasi, seçmeyi, seçilmeyi, seçtiklerimizi denetlemeyi ve değiştirmeyi yaşayarak öğrenme ve içselleştirme işlevini görür. Bizim seçimlerimiz bunun hangisine katkı sağladı? Kullandığımız oyların güvenli bir biçimde kayda geçirilip ilgili merkezlere iletilmesine bile hile karıştırıldı. Birçok yerde ışıklar söndürülerek, güzelim kedilere trafo çetesi suçu yüklenmeye çalışıldı. Ayrıca demokrasilerde seçimler nöbetleşmeyi, yönetimde paylaşmayı, toplumsal sorumlulukların ve yetkilerin kamu yararına sürekliliğini gerektirir. Biz ne yapıyoruz? Başkentte yirmi yıl yöneticilik yapmış bir kişiyi bir beş yıllığına daha başta tutmaya çalışıyoruz. Bütün bu serzenişlerimin ağırlık noktası iktidar partisinden ve seçimleri kazananlardan çok geride kalan %55’edir. Hep böyle seyredecek miyiz, bu gezi ruhu seçimlere gaz ve cop ödülü olmadığı için mi yansımadı?
Metin Uzunöz: Başbakan, AK Parti seçmenlerinden güvenoyu aldı. Ona yöneltilen bütün suçlamaların karşısında, Türk halkının yüzde 45’i, “Ne olursa olsun biz sana inanıyoruz!” dedi. Erdoğan kutuplaştırma siyasetinin karşılığını almıştır. Yolsuzluk söylentilerine rağmen halkın büyük bir çoğunluğu Erdoğan'ı desteklemiştir. Bu, yolsuzluğun olmadığını değil, halkın Erdoğan'a olan güvenini gösterir. CHP ve MHP sadece yolsuzluk ve rüşvet ithamı üzerinden algı yaratmaya çalışmış; bu algı karşı algı ile yargı devre dışı bırakılarak seçim sonuçlarının yanıt olabileceği düşüncesiyle aklanma yoluna gidilmiştir. Ak Parti, Güneydoğu'da da oylarını korumuş ve birçok yerde BDP ile olan yarışındaki ikincilik oy oranını arttırmıştır. BDP kendi deyimleriyle yüzde 85 hedeflerine ulaşmışlardır. Bölgede üçüncü parti olan Hüda-Par bölgede hesap edilmesi gereken bir güç olduğunu üçüncü parti olarak göstermiştir. Ak Parti, Cemaat karşısında zafer kazanmıştır. AA ve Cihan haber ajansının sürdürdüğü farklı oy oranı verme savaşı seçimin en kirli görüntüsü olmuştur. CHP Sarıgül’le İstanbul da aşacağı Ankara'da MHP'den de oy alma taktiği tutmadı, pragmatizm adına kaybetti. MHP, oy oranını çok arttıramamasına rağmen kazandığı başkanlıklarla seçimden karlı çıkmıştır. BDP, daha çok oy alabileceği bir seçimden "mağdur"a oy veren kesimler yüzünden daha az oyla çıkmıştır. Ak Parti ve BDP oy oranlarına bakıldığında barış sürecinin kazanımlar elde ettiğini görüyoruz. Erdoğan seçimlerden sonra demokratikleşme anlamındaki adımları atmayı düşünebilir. Siyasetçi olarak seçim öncesi uyguladığı taktiğinden vazgeçebilir ve tansiyonu düşürebilir, rakiplerinin morali bozulmuş durumda. Burada Sosyalistlerle birlikte, toplumun ötekileştirilenleri ile birliktelik yapan BDP’nin HDP çizgisini seçim sonuçlarını değerlendiren yandan hareket ederek gerekli özeleştiri ile birlikte uzun vadeli strateji ile toplumsal muhalefet güçlerine önderlik ederken genel seçimlere hazırlanmalıdır.
İsmet Erdoğan: Benzer konuşmalar olacak, seçim sürecini hep birlikte yaşadık çünkü; seçim sonrasını da yaşıyoruz. Bu nedenle birbirimize anlatabile güzel bir şey oldu bu seçimlerde. Kadın başkanlar çoğaldı. 1924’ten sonraki süreç ile bugün meclisteki ve belediye başkanlıklarındaki sayıları karşılaştırınca sevindirici bir durum var. Burada kadınları mı sistemi mi yoksa yeter artık diyen beyleri mi kutlamak gerekiyor. Bu, işin güzel tarafı. Üzücü yönü ise 9 kişinin ölmesidir. İşin komik tarafı da şu: Kediler kazandı! Ve boş boş gezerlerken gündeme oturdular. Seçimden önce çok şey dinledik, sırasında ve sonrasında da. Söylenebilecek çok fazla şey yok.
Oya Özden: Bu seçimde Alevilerin hangi partiye oy verdiğine dair bir veri var mı?
İsmet Erdoğan: Sosyal demokrat içerikli projeleri olan partilere oy verdiklerini, çoğunlukla da CHP’ye oy verdiklerini tahmin ediyorum.
Oya Özden: Peki Alevi belediye başkanı sayısı hakkında bilginiz var mı?
İsmet Erdoğan: Bazı rakamlar geliyor bize evet ama kadın adaylarımızdan çok az kazanan var.
Nejat Kangal: Bu toplantılara 5 yıldır katılıyorum. 17 Aralık’tan sonra bir sıkıntı oldu; istediğimiz çeşitliliğin olmadığını gördüm. Bunun aşılması gerektiğini düşünüyorum. Seçimlerde ne gördük? Ak Parti’nin merkez sağa yerleştiğini ve burada alternatifinin olmadığını gördük. İktidarın zayıflıklarının, muhalefeti iktidar yapmaya yetmeyeceğini, programı olmayanların meydanlara çıkmaması gerektiğini gördük. Kürdistan coğrafyasında programla gelenlerin ekonomik güçlerinin olmamasına rağmen varlıklarını geliştirdiklerini gördük. Merkez sağın sağında konumlanmak konusunda gayret gösteren, MHP ve tarikatlarla işbirliği yapan, şoven ve faşist eğilimleri içinde barındıran CHP’nin düştüğü durumu gördük. Solun bir kesimini özellikle referandumdan dolayı “yetmez ama evet”çi diyerek, hatta boykotçuları bile eleştirenlerin, “yetmez ama mansur”cu olduklarını gördük. MHP’nin bugünü mü dünümü temsil ettiğini anlayamadık. Türkçülük üzerinden, bölücülük korkularıyla ortaya konan bir programın Orta Anadolu’da ses getirse de gelecek için hiçbir şey vaat etmediğini gördük. AK Parti’nin solunda gelişen HDP-BDP bloğunu gördük. Kürt siyasetinin birikimlerini batıya aktarılabileceği bir yol inşasını gördük. Kürt siyasal hareketinin kadını özgürleştirdiğini, aşiretlerin de böylece aslında tarihe gömülmek üzerine olduğunu gördük. Buradaki mücadelenin Rojava’yı özgürleştirdiğini gördük. Beliren bu sol damarın Türkiye siyasetinde önemli olabileceğini; CHP, MHP gibi ırkçı şoven yapıların erimesi ya da şekil değiştirmesi gerektiğini gördük. HDP ve BDP eksikliklerinden kurtulur ve deneyimlerinden iyi sonuçlar çıkarırlarsa; Türkiye’de siyaset alanında soldaki büyük boşluğun doldurulmayı beklediğini görüyorum. Solun ve sosyalistlerin gücü ortada; kadroya ve genişlemeye ihtiyacı var. Bunu yaparken “yetmez ama mansur”cu arkadaşlardan vazgeçmemek ve onları bir şekilde bu ittifaka katmak gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı için iki farklı partiden gelirlerse bu bir sorundur özellikle halkoyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı büyük bir güce sahiptir. Ancak gelecek kişi her koşulda zaten sistemin adamı olacaktır.
Mustafa Selmanpakoğlu: Yerel ve genel her seçimden önce benzer ifadelerle “Bu seçimler Türkiye için dönüm noktası olacak” denir. Ancak dönüm noktası o kadar çok olur ki döne döne aynı noktaya gelinir, bir daire çizer. 12 yıldır iktidarda olan AKP yerel seçim olmakla beraber aldığı oylar ve kazandığı belediye başkanlıkları ile yine birinci parti ve iktidar olmayı sürdürmektedir. Dış politikadaki başarısızlık, içerdeki yolsuzluklar, işsizlik ve ekonomik çöküntü, yasama-yürütme-yargı ayrılığı ilkelerinin antidemokratik biçimde bozulmuş olması, toplumun kamplara ayrılması, muhalefet yapanların hukuka aykırı biçimde sindirilmesi, kamunun dinselleştirilmesi gibi olumsuzluklara rağmen böyle bir başarının sürdürülmesi, iyi incelenmesi gereken bir durum olduğu kadar çareleri için de kafa yorulmalıdır. Otoriter-totaliter bir rejime doğru sürüklenen Türkiye’de böyle bir başarıya takdir cümleleri sarf etmek doğru değildir. Bu durum insana sevgi ve yurtseverlikle bağdaşmaz. Zira, AKP iktidarı bu oyları toplumu kamplaştırarak, bir kısmını ötekileştirerek, bir kısmını saymayarak toplamıştır. %50’yi evlerinde zor tutuyorum, Reyhanlı’da ölenler Sünni yurttaşlarımızdır gibi söylemlerle insanları birbirine düşman etmiştir. Yasa ve yönetmelikleri ülke ve toplum yararı gözetmek yerine ailesi ve yandaşları yararına kullanmakta hiç sakınca görmemiştir. Yolsuzluklar, gözettiği hedefler için meşru sayılmaktadır. Yargı AKP iktidarının isteğine ve yararına göre şekillenmektedir. Bağımsız yargı ve adalet duygusu neredeyse kaybolmuştur. Hakim, savcı ve iç güvelik görevlileri AKP iktidarının oyuncağı haline getirilmiş, bugün işine yarayan yarın işine yaramaz diye sürgüne uğramıştır. En kötüsü bu olumsuzluklara karşı direnecek, tepki koyacak zinde güçler kalmamıştır. Gezi parkı direnişçileri ezilmiş, bir avuç kalmış gerçek medya son günlerini yaşamaktadır. Başarısını ötekileştirme üzerine inşa eden AKP iktidarından Türkiye’nin kurtuluşu ancak yeni ötekileştirmeler sonucu olabilecektir.
Yusuf Şahin: Eskiden TRT’de oy kullanma yöntemleri anlatılırdı, artık bu rafa kaldırıldı. Seçimlerde siyasi partiler tabanından oy almak ya da sandıkları korumak için çalışırken Ak Parti yol haritasını çizmiş. Sabah gidecek, sakin ve mazlum duracaksınız, Ak Partili olduğunuzu belli etmeyeceksiniz demişler. Sandıkları sayanlar çok adilce saydılar sonuçları, benim gözlemime göre. Ancak siyasi yasaklar kalktıktan sonra Ak Parti yol haritasını uygulamaya başladı. AA, Ak Parti’nin oy oranlarını yüksek göstererek, diğer parti sandıklarının başındakilerinin psikolojilerini bozmak yoluyla sandıklarını terk etmeye zorladı. Bu tezgah başarılı oldu. Çoğu okulda oylar sayılamadı. Ak Parti’nin kendini zayıf, rakiplerini güçlü gördüğü yerlerde sabah 5’e kadar YSK’ya oylar ulaştırılamadı. Sonuç itibariyle sabah 5’ten sonra gelen sandıkların içi de ne mühürlüydü ne de kimin teslim ettiği belliydi. İkinci kayıtta ise yine taktik uygulandı. En utanç vericisi ise 40 ilde elektriğin kesilmesiydi. Biz federasyon olarak bağlı olduğumuz Çankaya’da oylarımıza sahip çıkmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Ak Parti’nin aslında kamuoyunda ya da insanların nezdinde yüzde 33 oyu olduğunu düşünüyorum. Bu aşağılayıcı durumlara karşı yine de başarılı bir sonuç.
Gülnur Kara: Seçim kampanyaları tartışmalar başladı ve sürdü. Partilerin gülünç ve kayda alınmayan kampanyalar yürüttüler. Seçimlere katılım olumluydu. Toplumsal katılım açısından neler yapılabileceği tartışılabilir. Seçim, Ak parti için güven oylaması gibiydi. Yüzde 42 oranında bir oy aldı. Sonrasında tartışmalar oldu, halkın küçümsendiği, ırkçı ve ayrımcı tartışmalar yapıldı. Halk bu tartışmalar yapılırken, neden bir muhalefet olmadığını tartışmadı, buna bakmak gerekiyor bence. Ak Parti’ye oy verenleri suçlamak yerine alternatif siyaset üreten muhalefetin neden olmadığına bakmak gerek. Etnik kimliğinden, dini algılayışından, siyasi tercihlerinden dolayı sürekli ötekileştiren söylemlerden bıktık ve yorulduk. Bu siyasi dili ve tarzın artık değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Esra Güleç: Bu seçimdeki en umut verici şey, kadın belediye başkanlarının sayısının artmış olması ve farklı kadınların bu başkanlıklara gelmiş olmasıydı. Gerçek demokrasinin Kürdistan bölgesinde oluştuğunu düşünüyorum. Çünkü var olan belediye başkanlarının tekrar tekrar insanlara sunulmayıp yeni isimlerin önerilmesi çok önemli. LGBT bireylerin de belediye seçimlerine girebilmek için verdikleri mücadele de çok önemliydi. Ne yazık ki hiçbiri giremedi. Engelli bireylerle ilgili olarak, seçim sandıklarına ulaşabilmeleri konusunda ciddi sıkıntılar yaşandı. Başörtüsü sorununun da var olduğu bir ülkedeyiz. Konya’da başörtülü bir kadının belediye başkanı olması da güzel bir gelişmeydi. Dilerim bir gün LGBT ve engelli bir birey de belediye başkanı olur.
İdil Seda Ak: Biz dernek olarak Ayrımcılığı Önleme Platformu’na üyeyiz ve onların bildirdiğine göre 37 engelli vatandaş sandığa ulaşamamış. Bunlardan ikisi kadın ve eşlerinin kucağında sandığa taşınıyor. Demokrasiden söz ediyoruz ama hala insanlar sandığa kucakta taşınarak gidebiliyor. Bu engelli insanları da sandığa giden ve oy kullanan insanlar arasında düşünelim mutlaka; engelli vatandaşların büyük bir bölümü de erişim sıkıntısı nedeniyle sandığa gitmemeyi tercih etti. Bu seçimde kadınların ön plana çıkmasını ben de önemsiyorum. Eş başkanlık sistemini uygulayan partilerin rolü bunda önemli. en güzel örneklerden biri çocuk gelin olan bir kadının bugün belediye başkanı olması. Bu örnekleri daha çok görmeyi umuyoruz.
(Özel Konuğa Soru) Nilgün Nazilli: Son dönemde Türkiye ekonomisi, sıcak para temelli bir ekonomi haline geldi. Son iki ay içinde birçok uluslararası kuruluş Türkiye’den çekilme kararı aldı. Sıcak para derken sadece yurtdışından gelen parayı kastetmiyoruz sanırım. Önümüzdeki dönemde Türkiye’de sıcak paranın, yabancı yatırımlarla birlikte çekilmesini bekliyor musunuz? Bu sıcak paranın ne kadarının özelleştirmeden ne kadarının direkt yurtdışından transfer edildiğine dair elinizde bir veri var mı?
(Özel Konuğa Soru) Berrin Sönmez: Güneydoğu Asya krizini hatırlattı hocamız. Bu krizin makro-ekonomik verilerinin sorunsuz olmasına rağmen özel sektör zafiyetlerinden kaynaklandığını söyledi. Bizde de kamu borçlarının çok yüksek olmadığını biliyoruz ama Türk dış borçlarının büyük bölümünün özel sektöre ait olduğunu biliyoruz. Bunun bir kriz tetikleme ihtimali olduğunu söylediniz. Buna yönelik ne tür tedbirler alınabilir?
(Özel Konuğa Soru) Göksu Günay: Muhafazakar ya da orta sınıfın TOKİ’lerde mülk sahibi olmasında, Ak Parti’yi seçmelerindeki rolünün ne oranda olduğunu merak ediyorum.
(Özel Konuğa Soru) Nuran Talu: Türkiye kent ekonomisiyle büyümeye çalışan bir ülke. Adayların kent ekonomisine ilişkin projelerine bakmayan, onları okumayan ve partiye bakıp oy veren ortanca seçmen suçlu mu? Yerel ekonomilere bakarak bir karşılaştırma yapılmalı mıydı ya da bundan sonra yapılmalı mı?
(Özel Konuğa Soru) Sabriye Feyzioğlu: Ak Parti’nin bugüne kadar seçim yatırımı olarak bizim vergilerimizden dağıttığı ve çaldığı para, acaba Türkiye’nin borcunun ne kadarını kapatır?
(Özel Konuğa Soru) Meral Güler: Ak Parti’ye oy verilmesinde sosyal yardımlar etkili mi?
Oya Özden: Bu seçimleri etkileyen şeylerden biri de yeni büyükşehir yasası. Büyükşehir yasasının bütçesiyle de ilgili sorunlar var. Hocamız yanıtlayacak.
(Özel Konuğa Soru) Hasan Hüseyin Türkoğlu: Bu yıl yapılacak olan özel sektör ve kamunun dış borç ödemelerinin toplamıyla ilgili bilgi alabilir miyiz?
Sinan Sönmez: Yapılan tüm saptamalar nereden baktığınıza bağlı. Tüm partilere baktığınızda hepsi başarılı. Şaibeli bir seçim olduğunu da vurgulamak istiyorum. Aday olup oy verdiği sandıktan kendisine oy çıkmayan insanlar var. Şimdi sırayla soruları yanıtlayayım:
Güneydoğu Asya krizi örneğini verdim çünkü tipik bir krizdir. IMF ve Dünya Bankası dahil göremediler. Kriz özel sektörden patlak verdi çünkü çok ciddi bir özel sektör borcu vardı. Konut sektörüne muazzam bir yöneliş vardı, çünkü getirisi yüksekti. Bankalar dışardan borçlanabiliyorlardı ve dışardan dolar olarak aldıkları kredileri kendi para birimleri olarak reel sektöre veriyorlardı. Bu krediler geri dönmedi ve ulusal para devalüasyona uğradı. Malezya’da başlayıp tüm bölgeye bulaştı. Bazı krizlerde kırılganlık vardır. Sistem böyle çalışıyor. Türkiye’de kriz patlak verir mi? Bilemiyoruz. Ama göstergeler var. Uluslararası kuruluşlar uyarıyorlar. Sadece bütçe açığının bastırılması tek gösterge değildir. Kriz türleri vardır. Dışardan sermaye akışı aksamadıkça bu çark döner. Devletler borçların tümünü ödemezler, çevirirler, yeniden borçlanırlar. Türkiye bu durumda. GSMH yatırımdan artmıyor, büyümeyi sağlayan ana faktör iç tüketimdir. Tüketim de hane halklarının ve şirketlerin borçlarıyla besleniyor. Tüketim ve kamu yatırımları. Devlet inşaata yatırıyor, İstanbul’u finans merkezi yapmak istiyor. Bütün mesele rant gelip dayanıyor. Bundan da nemalananlar var.
Alt-orta gelir grubu, bütün bu düzenlemelerden, az da olsa yararlandı. Dipte olanlara gelir aktarımları (pirinç, kömür) yapıldı. Böylesi bir oy satın alma yöntemi var. Kitaplarda yazar; ne kadar çok paranız varsa, o kadar çok oyunuz vardır.
Alt-orta gelir ve orta gelir grubunun oyunu almakta TOKİ projeleri çok önemlidir. TOKİ’nin bulaştığı yolsuzluklar ve binaların çürüklüğüne rağmen, seçmeni ikna etmek için çok iyi bir mekanizma kuruldu.
Türkiye’nin Ocak 2014 itibariyle bu yıl içinde ödenecek dış borç tutarı 162 milyar 800 milyon dolardır. Bu rakam, kırılganlık göstergesidir. Cari açık sermaye girişine yol açar.
Hisse senedine, tahvillere ve borsaya gelen paralar ve ayrıca döviz hesapları da sıcak paradır. Yabancı doğrudan yatırımların Türkiye’de istihdam yaratıcı niteliği olmadı. Mevcut tesisler satın alındı. Özelleştirmeler yapıldı. İstihdam yaratılmadı. Doğrudan yatırımların bir kısmı çekilmeye başladı. Sıcak para spekülatiftir, girişi ve çıkışı hızlıdır. Üretim Türkiye’de ama mülkiyeti bizde değil.
Hüseyin Avcı: Ben ülkenin ihtiyaç duyduğu bir hususu dile getirmek istiyorum. 80 öncesinde bu ülkeyi güzel bir yere götüreceğimiz düşünüyorduk. Sağcılar, işçinin emekçinin alın teri kurumadan hakkını vereceksiniz diyordu. Solcular da işçi hakkı, emekçi hakkı diyorlardı. Her iki grubun ortak paydası T.C. devletini mutlu bir ülke haline getirmekti. İki grup da birbirinden 10 bin genci öldürdü. İdealiniz aynı, neden birbirinizi öldürüyorsunuz diyen olmadı. Bugün görüyoruz ki bizleri kandırmışlar. Birlik ve bütünlüğümüzü önlemişler. Bu ülkenin doğusu da batısı kuzeyi de güneyi de bizim. Ben bu ülkenin doğusuna Kürdistan demeyi doğru bulmuyorum. Bu ülke bizimdir ve tamamı bize aittir. Benim hedefim A ya da B partisi değil. Ben Ankara’da Mansur Yavaş’ın CHP’den aday olmasına çok sevindim. Çünkü geçmişte kutuplaşan iki grubu birleştiren bir insan oldu. Demokrasi adına bunlar önemli. Birbirimizi bütün olarak görmeliyiz. Aidiyet duygusu içinde etnik yapı ve inanç ayrımcılığı yapmamalıyız. Ak Parti birinci parti olmuş, CHP ikinci. Değişik yerlerde itirazların sonuçlandığı yerler de var. Ankara’da şaibe olabilir. Bu seçimden iki sonuç çıkarabilirim: Cemaat diye bir şeyin olmadığını anladık, güçleri yokmuş. Demokrasi ülkemizde yerleşmiştir ama eksiklikleri vardır. Bu seçimde ölenler muhtar seçimliği için öldü, milletvekilliği ve belediye başkanlığı için kimse ölmedi. Bizde muhtarlık seçimi demokrasilerdeki gibi değil. Bizim seçim demokrasimiz köylere kadar ulaşmadı, oralarda çalışılması gerekiyor.
Osman Karyağdı: Bazı arkadaşlarımız Ak Parti’nin ayrıştırıcı bir özelliği olduğunu söylediler. Şu konuda Ak Parti’nin hakkını vermek istiyorum: bizim kanlı bıçaklı diye algıladığımız üç grubu kanka yaptı; demek ayrıştırıcı değil birleştirici. Ak Parti nasıl başarılı oldu? Başarılı olan Ak Parti mi yoksa muhalefetin yetersizliği midir, bilmiyorum. Bence muhalefet yetersiz. Çünkü muhalefetin iki argümanı var, ulusalcılık ve milliyetçilik. Bizde ayrıştırıcı bir dil var. Ak Parti’nin bu dilini onu eleştirenler de kullanıyor. Birilerini pirinç ve kömür alıyor diye küçük görmek doğru değil. Ak Parti despot diyoruz ama CHP ve MHP’nin de ondan aşağı kalır yanı yok. Keşke Ak Parti Alevilerle ilgili bir açılım yapabilseydi. Peki, bugüne kadar oy verdiğiniz CHP’yi eleştirebildiniz mi? Herkes kendi zalimini alkışlıyor. Herkes inanmak istediğine inanıyor. Kasetler çıktı, kimse inanmadı. Muhalefetin bu saatten sonra ciddi ciddi kafa yorması gerekiyor. İnsanları aşağılama dilini bırakalım. Gözleri kapalı oy verenler olduğunu söylüyoruz. İnsanların babasının oy verdiği partiye oy verdiğini görüyoruz. Hiçbir şey değişmemiş. Bu seçimde yenilen üçlü bir koalisyon (MHP-CHP-Cemaat) var ama sonucu hazmedecek.
Mahmut Konuk: Seçimden önce AK Partililer gelmiyordu tapeler nedeniyle, şimdi de CHP’liler gelmiyor yenildikleri için. Ak Parti’nin seçimi kazanmasının ardında ne var? Başörtüsü ya da inancı nedeniyle aşağılanan köylü kitlesinin, Ak Parti iktidarı ile birlikte güç kazandık psikolojisine sarılması ve kaybederlerse, bu güçten mahrum kalacaklarını düşünmeleri ve Ak Parti’den çıkar sağlayanların olması yani sermaye kesimi. Başbakanın evinde sakladığı para 1 milyar dolar. Bu, diğer partilerde olmayan bir şey mi? Aksine, burjuva sisteminde siyasal partilerde ve seçimlerde siyasal iktidarların kirli tarafı var. Elinde medya gücü olan, insanları satın almak için para gücü olan kesimlerle yoksul insanları aynı kulvarda yarıştırmak mümkün değil. Yoksulların çok büyük örgütlü bir gücünün olması gerekiyor. Bunu kısmen Kürt halkı başardı. Her defasında yeni argümanlar da geliştirmek de başarı getirdi. Kürtler ve temsilcisi BDP için. Bu dönemde eş başkanlık sistemini getirdi. Bugüne kadar aşağılanan ve dışlanan kadın nüfusun doğrudan toplumsal yaşama katılmasının önünü açtı ve bu BDP’nin başarısının temel nedenlerinden biridir. Bence yetersiz. Devrim niteliğinde bir başarı ama yönetilen halkın kaynakların yaratılmasından dağıtılmasına kadar tüm aşamalarda söz sahibi olacağı, örgütlü bir müdahalenin yaratılacağı bir zemin gerekiyor. Bu, uzun vadede halk komiteleri, meclisleri yoluyla sokak sokak örgütlü halkın gücüyle yaratılmalı. Erdoğan paramiliter gücünü yaratıyor ve diktatörlüğe doğru gidiyor. Gezi’de evlerinde zor tutuyorum dediği yüzde elli, palalı ve satırlı kişiler çıktı. Polisi doğrudan insanların üzerine hedef olarak yönlendirdi. Seçimi kazanmış olmak gelecek için garanti değil.
Sabriye Feyzioğlu: Şimdiye kadar Ak Parti’ye cemaat destek veriyordu. Biz ortada bir cemaat görmedik. Alınan oylar belli. Kazançlı olan Ak Parti’dir. Bu kadar yolsuzluğa hırsızlığa ve teşhir olmalarına rağmen, sosyal demokratlar ve karşıt görüştekiler olarak, onların tabanından bir kişiyi bile ikna edemediğimizi gördük. Kendimizi eleştirmeliyiz. Kendi oylarımıza bugüne kadar sahip çıkamamışız. MHP ve CHP’nin, solun da bu ülkenin ezilenleri için bir yol düşünmesi gerekiyor. Ben deyip kafatasçılık mı yapacağız, biz deyip hepimizi mi kucaklayacağız? Gecekonduları neden hırsızlara teslim ettik, o insanlara dokunamadık. O insanın karnı açken ben gidip gazete veriyorum. Arkamızdan gülüyorlar. Bunu göz ardı ettik. Partiler kendilerini sorgulamalılar. Neden giderek hepimiz sağcılaşıyoruz? Daha evrenselci, solcu ve devrimci olmamız gerek; kucak açarak ve dünyayı tahlil ederek. Yeni yapılanmalara ihtiyaç var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ayrılacak mıyız, birleşecek miyiz? MHP ve CHP ortak bir aday çıkararak, birleşmeli ve ülkemizi kurtarmalı. Diktatör olmayan bir cumhurbaşkanı seçmeliyiz. Partiler kendi özlerini bulmalı.
Nilgün Nazilli: Seçime dair aklıma kazınan birkaç şey var: Kadın belediye başkanı sayımız arttı. İleri demokrasi işledi, bir türbanlı belediye başkanımız oldu. Türkçe konuşmayan ve bunu da özellikle yaptığını söyleyen bir belediye başkanımız oldu. Doğu Anadolu için Kürdistan söylemi yerleşmiş oldu. Bilal’e anlatır gibi anlat diye bir deyimimiz oldu. Ve gezi ruhu diye bir ifademiz oldu. Bu önemli. Önümüzdeki seçimlerde muhalefet partilerinin bunu dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. CHP ya da diğer partiler neden oy kaybetti? Ak Parti, %45.2 oranında oy aldı. Aslında belediye başkanlığında alınan oydan çok belediye meclisi üyeliğinde alınan oyların geçerli olması lazım. Böyle bir durumda Ak Parti %43’de. Başbakan resmi sonuçlar açıklanmadan bir balkon konuşması yaptı ve oraya özellikle yolsuzluklara konu olan kişilerle birlikte çıkması, parti ya da hükümet içinde resmi görevi olmayan oğlu ve Egemen Bağış gibi isimlerle çıkması, görsel bir meydan okumaydı. Dün havalimanında bir gazeteciye verdiği yanıt, bunun yanında yargının aldığı kararı “bu karar milli değil” diyerek hukuk sistemimize yeni bir deyim katması, önümüzdeki sürece ilişkin ipuçlarıdır. Başbakan erken seçimin kesinlikle söz konusu olmadığını da söyledi. Buna karşın başbakanın alt kadrolarında satır aralarında dile getirdiği başkanlık sistemi olabilir söylemleri de var. Bunca tape rezilliğine rağmen Ak Parti’nin oy oranını yükseltmesi kutuplaştırma politikasından ileri geliyor. CHP neden beklediği kadar oy kazanamadı; söyleminden ve seçim sürecinde yaşadığı organizasyonsuzluktan ötürü. İtirazlara yönelik de genel merkez nezdinden ciddi bir takip olmadığı kanısındayım. Adaylar yakın çevreleri ve gençlerle birlikte bu takibi yapıyorlar. Önümüzde 1 Mayıs ve Gezi’nin yıldönümü 31 Mayıs var ve önemli bir süreç.
Dilman Akyol: Uzun yıllar; yerelde ve genelde yönetimi elinde tutan Ak Parti iktidarı, demokrasiyi çoğunluğun hakimiyeti olarak dikte ederek, azınlığın haklarını göz ardı etmiştir. Her söyleminde % 50 oy oranını dile getirerek; muhalif sesleri yok saymayı tercih etmiştir. Ranta dayalı bir kentsel dönüşüm yaratma çabası, rüşvet, talan ve yolsuzluklara zemin hazırlamıştır. Bireysel haklara müdahale etmiştir. Haziran direnişi olarak tanımladığımız süreç, dünyanın da yakından takip ettiği bir halk ayaklanmasına dönüşmüştür. İktidar, uzlaşma yolu yerine, bu direnişi sert müdahalelerle bastırma yolunu seçmiştir. Yerel seçimlere gelindiğinde; bu iktidar karşıtı muhalif güçler, seçim sürecine damgasını vuracak birlikteliği hayata geçirememişlerdir. Bazı siyasi partiler de, Gezi’den ders çıkardıklarını dillendirmenin dışında, bu kitleleri seçim sürecine katamamışlardır. Seçim süreci boyunca, iktidarın; yolsuzluk ve usulsüzlüklerini deşifre eden cemaatin çabaları, iktidarı kitlelerin nezdinde itibarsızlaştırma mücadelesi de, beklenen sonucu vermemiştir. Seçim çalışmalarını; yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık söylemlerinden öteye taşıyamamış olan muhalefet, kitlelere iktidara alternatif bir yerel yönetim programı sunamamıştır. BDP bölgede başarılı olmuştur. En büyük başarısı da, eş başkanlık sistemini uygulamasıdır. İktidarın kullandığı dilin, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı olması; ülkede gerilimin tırmanmasına neden olacaktır. Demokrasi, insan hakların, hukuk, basın özgürlüğü ve kuvvetler ayrılığının yok edildiği bir sürece girilmiştir. İktidar 17 Aralık sürecinden sonra, %55 muhalif guruplar nezdinde güvenirliğini yitirmiştir. Sonuç olarak; bu süreç nereye kadar gider bilinmez ama ülkenin iyi bir noktaya evrilemeyeceği aşikardır. İktidar yurtiçi ve yurtdışında itibarını yitirmiştir. Yapılan balkon konuşması; birleştirici, bütünleştirici, kucaklayıcı bir dilden oldukça uzak; seçim süreci boyunca kullanılan; tehditkar, hesap sorar bir dil bundan sonrada devam edecektir. Sandık yolsuzlukları aklama yeri değildir. Sistem çürümüştür. Türkiye sıcak çatışmalara gebedir.
Oya Özden: herkes ayrıştırıcı bir dilden bahsediyor. Bir araştırmadan dipnot vereyim: siyaset bilimi açısından negatif ve pozitif propaganda var. Amerikalılar pozitif propagandayı tercih ediyorlar. Türkiye’de maalesef bütün liderler negatif propagandayı tercih ediyorlar. Ama bu görünürde. Bunun alt başlığında durum şöyle: Başbakanımızın ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarını referans almışlar. Her ikisi de negatif propaganda yapmasına rağmen, cemaat ve negatif propaganda ile başlayıp, gittikleri ilde neler yaptıklarını anlatıp, en ufacık bir bilgiye kadar paylaştığı için kitleler üzerinde bir pozitif etki bırakıyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun hiçbir zaman biz ve bizim için ifadelerini kullanmamasına karşılık, Sayın Erdoğan’ın konuşmalarında %15 oranında kardeşlerim ifadesini kullanması kitleler üzerinde etki yaratıyor.
Göksu Günay: Ak Parti ve Erdoğan küreselleşen dünyanın aktörü olarak iktidara geldi ve bu süreçte gereken şeyleri yapmaya gayret etti diye düşünüyorum. Ama artık İran’daki kara paranın Türkiye’ye giriyor. Halk buna, para İran’ın parası, Türkiye’ye girmesine vesile olmuş, bunda ne var diye bakıyor. Ama uluslararası aktörler açısından artık Tayyip Erdoğan’ın işinin bittiğini düşünüyorum. Çünkü buna göz yummaları mümkün değil, uyarılar da yapıldı. Başbakan ve çevresi, bizim ne kadar olumsuz algıladığımız şey varsa, onlara dair farklı bir algı yarattı. Yolsuzluk ifadesini, muhafazakar Ak Parti seçmeni, din adına yapılmış bir şey gibi algılıyor. Ak Parti’nin oyunun düşmesinin başbakan için daha iyi olacağı görüşündeyim çünkü Demokrat Parti dönemi ve Ak Parti örtüşmeye başladı. Demokrat Parti’nin sonu ihtilalle bitti ama Türkiye’de böyle bir duruma karşıyız ve zaten koşulları da yok. Bunun demokrasi içinde çözülmesinden yanayız. Ak parti süreci, Menderes dönemi gibi daha tehditkar, kısıtlayıcı, antidemokratik, kutuplaşmanın artacağı ve ekonomik krizin kapıda olduğu bir durum var. Kesinlikle Türkiye’nin en büyük kaybı muhalefetin algıyı yönetememekteki başarısızlığıdır.
Belgin Çelik: Seçim döneminde eskiden bu ülkede günde 7-8 kadın öldürülüyordu, hiç bunu konuşmadık. Yüzlerce hayvan öldürülüyor, bunu da konuşmadık. Hep egolarımızı, partileri konuştuk. Çevreyi konuştuk mu hiç? Asansörsüz merdivenleri konuşmadık; belediye başkan adayları neden bunları göstermedi. Ölü yatırımlar hepsi. Seçimlerde herkes yapacaklarını söyledi. Daha önceki seçimlerde boş evlerden oy kullananlar oldu, YSK araştırmadı. Makarna, kömür verme bana, bunu istemeyelim; bana balık tutmasını öğret. Genelevler kapansın deniyor, bence de kapansın. Yarın burada ve büyük mecliste bulaşıcı hastalıkları konuşacağız. Bugün kentsel dönüşüm adı altında bir sürü şeyi kaybediyoruz. Gelip benim evimi de gasp ediyorlar. Garibanın sesi çıkmıyor. Herkes çıkarına göre davranıyor. Seçimin en büyük başarısı türbanlı arkadaşın ve TKP’li arkadaşın belediye başkanlığı ile BDP’nin çıkardığı kadın adaylardır. Keşke MHP ve CHP de çok sayıda kadın aday çıkarsaydı ve değişimi gösterseydi. Ben Ak Parti’den ya da MHP’den randevu alamıyorum; korkuyorum nasıl bir tepki alacağım diye. Bu çok insanda var bu algı.
Nuran Talu: Yorumumu kadın adaylar üzerinden yapacağım. Kendim de Çankaya Belediyesi’nden aday adayıydım. Burada kadın adayların çokluğu ile ilgili yorumlar yapıldı, kesinlikle katılmıyorum. Bazı rakamlar vereceğim. Ankara’dan başlayayım: Ankara’da büyükşehir ve 25 ilçe var. 25 ilçede 20 Ak Parti, 2 MHP, 2 CHP kazandı. 20 Ak Partili kazanan içinde 2 kadın var. Bunun bir demokrasi ayıbı olduğunu düşünüyorum. Kadın adaylarının kazanma oranı anlamında Ak Parti %1.3, CHP %4.5, MHP %2.7. Evrensel bir insan hakları silsilesinden bakıldığında (cinsiyet ayrımcılığını, etnisite ayrımcılığından daha çok önemsiyorum) karar verici mekanizmalarda kadının olmaması çok sorunlu bir durum. 2009 seçimlerinde 26 kadın belediye başkanı vardı; bugün bu sayının 37’ye çıkmasını, büyük bir başarı gibi görmemek lazım. BDP’yi eş başkanlık sistemi, aday mekanizmalarında tek kadın aday göstermeleri dolayısıyla alkışlıyoruz. Bunun bir şekilde çözümlenmesi gerek. Siyaset toplumun tüm mozaiklerini bir araya getirmeli. Belki tek kazancımız “LGBT bireyin sorumluluğu ve hakkı vardır” düşüncesini yüksek sesle söylememizdir. Bu seçimlerde kadın belediye başkanları %3’te kalmıştır. AB ülkelerinin ortalaması %30, Latin Amerika’da bu oran %26. Türkiye için bu konu bir utanç duvarıdır. Siyasi partilere odaklanmakla bu iş çözülemez. Kadınların öne çıkması, artı değer olabilir. Kadın adaylar özellikle seçilemeyen yerlerde ordu gibiydiler. Ak Parti, seçileceği bir yerde, örneğin Gaziantep’te bir kadın aday gösterdi, Doğu Anadolu’da bir kadın gücü oluşturdu ve başarılı oldu. Ancak mensubu olduğum CHP’nin bu konuda utanç duyması gerektiğini düşünüyorum. Üstelik örgütlenme anlamında, CHP kadın örgütlerinin kadın aday adayları çalışma süreçlerine, diğer partiler kadar (özellikle BDP-HDP ve diğer radikal sol devrimci partiler) destek olmadıkları çok net. Bu bir fırsattı, bunu da kaçırdık.
Berrin Sönmez: Bizim halk olarak egemenliğimiz, seçimden seçime, bunun için ayırdığımız sadece 9 saat. Milli iradeyi tecelli ettiriyoruz ama bu kadar kısa sürede yaptığımız ve orada kaldığı için seçim öncesi ve sonrası gerilimler çok artıyor. Sivil toplum örgütleri olarak ayrıştığımızı görüyorum oysa bizler seçim atmosferini bir kenara bıraktığımızda, rahatlıkla çok temel konularda ortaklaşabiliyoruz. İktidarda A partisi, muhalefette B partisi olsun fark etmeksizin, bizler demokratik katılım hakkımızı sonuna kadar zorlayacak ortak çalışmalara devam etmek durumundayız. İktidarın kimliğinden ya da zihniyetinden çok daha önemli olan şey bu. Halkın seçim dışında karar mekanizmalarında, müzakere ederek taleplerini dile getirebilecek şekilde yer alması gerekli. Bunu STÖ ya da birey olarak yapabiliriz. Bu noktada bizler siyasetin çok önündeyiz. Parlamentodaki siyasilerimiz de toplumun çok ötesinde bu noktada. Onları zorlamalıyız, kıymetli olan da bu. Tabandan gelen bir itkiyle siyaseti dönüştürme imkanımız var. Fakat içinde bulunduğumuz seçim atmosferi, uzun bir koşunun ilk etabı. Bunun sancılarını atlatamadan ikincisine geliyoruz. Böyle bir süreçte büyük reformlar ve büyük dönüşümler bekleyemeyiz. Vekilimize şunu sormak istiyorum: Cumhurbaşkanlığı seçimi önümüzde. Bunun üzerinde siyasi partiler görüşmeye başladı. MHP’yi merak ediyorum. Geçtiğimiz süreçte, yasal olarak seçim ittifakları olanağı varken, açıkça ittifak edilmediği halde, Gezi’den sandıkta ittifak edildiğiniz görüyoruz; CHP ve MHP arasında. Böyle bir ittifak, ki bana göre infial, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de devam ettirilecek mi? Mevcut Cumhurbaşkanlığının yetki ve sorumsuzluğu ile üstüne seçilmiş olmanın gücünü eklediğimizde, biz kralımızı seçmeye hazırlanıyoruz. Bunun farkında mıyız, hiç konuşmuyoruz. Özellikle kimliğinden daha önemli olanı bu. Seçimden önce bu yetkilerin tartışmaya açılması mümkün olabilir mi?
Hilal Çelik: Kadınların siyasete katılım haklarına ve kadın belediye başkanlarının sayısının azlığına ilişkin çokça görüş dile getirildi. Aynı sıkıntı gençler açısından da var. gençlerin katılma hakları sadece devlet tarafından imzalanan uluslararası sözleşmelerin altında kalmış. Bununla ilgili ne sürdürülebilir devlet politikası var ne de herhangi bir partinin böyle bir politikası var. Gençlerin siyasete katılımı sadece oy vermek ce partilerin gençlik kollarında çalışma yapmaktan ibaret maalesef. Gençlerin kaygıları hep aynı; özellikle işsizlik sorunu. İstihdam yaratmaya yönelik hiçbir yatırım yapılmıyor oluşu, işsizliğin her geçen artması temel sorunumuz. İhtiyaç olmadığı halde sürekli olarak yeni üniversitelerin kurulması, fakültelerin açılması, bu fakültelerden her yıl binlerce insanın mezun olması da büyük sorun. Şiddet mağduru kadınlar var ama atanamadığı için intihar eden öğretmenler de var. bu sorunların gençler açısından göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bizce temel sorun çoğulcu demokrasi kültürünün yerleşememiş olması. Çoğunluğu ele geçiren herhangi bir grup – siyaset bazında ya da kendi oluşturduğumuz toplumsal yapılar anlamında – maalesef kendi hayat anlayışını, felsefesini sayıca azınlıkta kalan diğer gruplara empoze etmeye çalışıyor ve özellikle de devlet kamu düzeni adı altında başı sonu belli olmayan muğlak bir kavramla bireylerin temel hak ve özgürlüklerine müdahale hakkını kendinde bulabiliyor. İnsanların temel hak ve özgürlüklerini kullanırken açıkça kamu düzenine yönelik bir tehdit içermiyorsa bireysel olarak bu haklara müdahale edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Meral Güler: Ak Parti’nin iki tane söylemine karşı çıkıyorum: Bizler hiçbir zaman başörtülüler konusunda negatif bir söylem geliştirmedik. Bu Ak Parti’nin başa geldiğinden beri ötekileştirme üzerinden yaptığı bir politikadır. Ak Parti, cemaat ve ABD işbirliği içerisinde bu oyunları bize dayatıyorlar. Sayılmayan sandıkların peşinde olmayı ben Ak Partili arkadaşlarıma da öneriyorum. Bu hepimiz için Ak Parti ile ilgili kafamızdaki soru işaretlerini kaldıracaktır. Ben bugün Melih Gökçek’in mazbatasını almasını da kınıyorum. İnsanlara giden yardımları dayatan da uzun yıllardır dış güçlerin işidir. Doğu bölgesinde birçok fabrika ve üretim tesisi kapandı ve insanlar üç kuruşa mahkum edildi. İşsizlik oranı söylenenden fazla. İnsanlar işsiz ve Ak Parti’nin verdiklerine muhtaç kalıyor.
Harun Kaban: İlk defa bu seçimde hile yaygarası hiç olmadığı kadar fazla olacak diye daha önceki bir toplantıda söylemiştim. Neden buna ihtiyaç duyulduğuna çok anlam veremedim. Gezi ruhunun bir mirası olarak, kayıp tutanaklar twitter’da arandı. Ama “Benim sandıktan oy çıkmadı, YSK’ya gittim, başvurdum ve bana şunu dediler.” yönünde bir şeye rastlamadım. Bunların benim için inandırıcılığı yok. Benim için bu seçimin öncekilerden farkı yok. Seçimin sonuçlarına inanıyorum ama bazı yerlerde hile olduğuna da eminim. Ama söylendiği gibi, bunun Türkiye’nin demokratikleşmesini etkileyecek ölçüde olduğuna inanmıyorum. Bu seçim aslında ne kadar ilkel yöntemlerle yapıldığını gösteriyor. Bir AK Parti nefreti var. Ben de üniversite okudum, İngilizce biliyorum, yurtdışına çıkabiliyorum. Babam işçi emeklisi ve ben oyumu Ak Parti’ye verdim ve Ak Parti ile de hiçbir bağım yok. Neden oyumu verdim? Otonom yapıdan hesap sorulacak, Kürt meselesindeki barış süreci devam edecek, ertelenen Alevi açılımı yapılacak ve Türkiye’de istenen istikrar ortamı devam edecek. Bu seçimi yerel seçim olarak görmedim ve referandum olarak değerlendirdim. Gezi ruhunun bir mirası olarak, dün kaybolan çocuğu biz twitter üzerinden, 3. köprünün ayaklarında aradık, oysa yan evin havuzunda ölü olarak bulundu. Doktora arkadaşımla apartmanın kapıcısı aynı partiye oy verdi; yani bu küçümseme artık çok rahatsız edici ve dikkate alınır değil.
Koray Doğan Urbarlı: Bize göre seçimin en büyük kaybedeni yerellik oldu. Yerel vurgusu ve yerel hassasiyetler kaybetti. Biz eğer bir Türkiye belediye başkanı seçmeyeceksek ya da Türkiye’yi bir belediye gibi yönetmeyeceksek… Seçimde ve seçim sonrasına yönelik enteresan şeyler oldu. Oy vermek ve oyların nasıl sayıldığına sahip çıkılması Ak Parti’nin de CHP’nin de beklemediği bir şeydi. Melih Gökçek’in henüz kazandığı belli olmadan yanına Adalet Bakanı’nı da alıp kazandığını açıklaması, bundan sonra Türkiye’nin nereye gideceğini gösteren bir durum. YSK’nın önüne tarafsızlık gerekçesiyle kimsenin yaklaştırılmaması, YSK’nın da baskı altında olduğunu göstergesi. Şu anda Ankara’daki seçimi Melih Gökçek dışında birine verecek bir bürokrat yok. İnsanların oylarına sahip çıkmalarını çeşitli şekillerde adlandırabiliriz ama Ağrı, Ceylanpınar, Antalya ve Ankara arasındaki farkı bizlere açıklayabilecek bir otoritenin olmasını istiyorum. Ağrı ve Ceylanpınar’da oylar defalarca sayılırken, Antalya ve Ankara’da böyle bir şeyin olmaması enteresan bir durum. Bundan sonraki zamanımızı nasıl geçireceğimizi anlatan bir şey bu. Melih Gökçek’e göre 200 bine yakın, web sitesine göre 140 bin kişi sosyal yardım alıyor. Ben bunu yanlış bulmuyorum. İnsanların ekonomik bilinci gelişiyor ve bu olmadan politik bilinçlerinin tatmin olmasını bekleyemeyiz. Melih Gökçek’in aldığı oyların üçte birinin, bu yardımlara bağlı olduğunu görebiliyoruz. Bu da Ak Parti’nin sürdürülebilir bir yoksulluk sistemini dayattığını gösteriyor. Ak Parti’nin en büyük başarılarından biri yoksulluk yaratmayı ve bu yoksulluğu sürdürmesi. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi şu an için bana anlamsız geliyor. Yapılacak seçim propagandasında insanlara söylenebilecek hiçbir şey yok. Ne denebilir; “Ben çok güzel imzalarım.” Seçtiğimiz kişinin halka dair ve halka söyleyebilecek bir şeyi yok. Mesela yüzde 54 ile seçilen bir cumhurbaşkanı, siyasi yaşama daha az etkili; onun karşısında siyasi yaşamda çok etkili ama cumhurbaşkanından yüzde 10 daha az oy almış bir hükümet; bunun da sürdürülebilir bir denge olmadığını düşünüyorum.
Oya Özden: Benim seçimle ilgili en çok takıldığı şey şuydu: Televizyondaki parti reklamları çok korkunçtu. Burada çoğu kişi sosyal medya kullanıyor ama kimse değinmedi: Seçim ve Sonrası diye bir girişim oldu. Bunlar 30 bin gönüllü ile sandıkları kontrol ettiler. Şu anda YSK’nın ya da partilerin yapamadığı bir şeyi yaptılar. 25 bin küsur tutanak topladılar. Denge ve Denetleme Ağı, seçimden önce şeffaf ve güvenilir bir seçim olması için bir politika belgesi yayınladı. Yine İstanbul’dan Eşitlik ve İzleme adında bir örgüt, kendi gruplarını oluşturarak seçimle ve oylarla ilgili çalışmalar yaptılar. Bunlar söylenmeyen şeylerdi.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Ekonomide, dış politikada, bölücü, ayrılıkçı, silahlı terör konusunda, sosyal barış anlamında, Türkiye’nin istikametinden duyduğumuz endişeden dolayı, özellikle son 12 yıldan beri süregelen gelişmeler, korkularımız, endişelerimiz, elimizden alınan özgürlüklerimiz noktasında önümüzdeki bir yıl içinde yaşanacak üç seçimi birlikte değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. 1946 seçimlerinden daha fazla şaibe taşıdığı iddia edilen bir seçim yaşadık. Seçimden önce de sandık hilelerinin çok olacağı konuşuluyordu. İktidar partisinin, daha önce sandıkta birlikte hile yaptığı bazılarıyla yollarının ayrılmasından dolayı bu seçimde hile yapılacağı konuşuldu bana göre. MHP bu seçimde kimseyle koalisyon yapmamıştır. MHP, CHP ve cemaat blokunun içinde biz yer almadık. CHP ve cemaat arasında yoğun bir diyalog vardı. Kendi seçim bölgemde böyle bir şey görmedim. Kaldı ki evrak ve dokümantasyon anlamında da CHP oradan çok fazla beslendi. MHP olarak önceki seçime göre 2 milyon 300 bin seçmenimizin arttığını düşünürsek, biz kendimizi başarısız görmüyoruz; başarılı görüyoruz demiyorum. Türkiye’nin istikameti açısından diğer iki seçimin de sonuçlarının beklenmesi gerektiğini düşünüyorum. 21 milyondan 19 milyon seçmene gerilemiş bir iktidar partisinin başarılı olduğunu söyleyemezsiniz. Merkez sağda bir Ak Parti seçmeni oluşturduğunu düşünürseniz ancak başarılı olduğunu söyleyebilirsiniz. Şu andan itibaren Başbakanın “Ben Cumhurbaşkanı adayıyım ve olacağım” diyemediğine de dikkatinizi çekmek istiyorum. İktidar partisinin medya kurumlarının ve iş dünyasının bütün imkanlarını kullandığını düşünerek bir mazeret üretebilirim. Muhalefet partilerinin başarısızlığından çok algı yönetimi konusunda bir başarısızlığına vurgu yapmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Algı yönetimi konusunda iktidar partisi gerçekten başarılı. Batı illerine gelip, milliyetçi söylemlerle, bayrak şiirleriyle siyaset yapıp doğudan oy alabilen, doğuya gidip ayrılıkçı Kürt hareketine destek verip batı illerinden oy alabilen bir iktidar partisinin algı yönetimini başarılı olarak yaptığını itiraf etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ellerinde enstrüman çok fazla. Başbakan bir konuşma yaptığında 15 TRT kanalı hazır. Önümüzdeki süreçte, bir ittifak arayışı hakkında konuşmak için çok erken. Cumhurbaşkanlığı seçiminde siyasi partilerin kurumsal kimliklerinden çok kişiler öne çıkacak. İsimler konusunda diyalog kurulabilir ama resmi bir ittifak kanun açısından da söz konusu değil. MHP olarak çalışmalarımız var. bunun için erken olduğunu düşünüyorum. Rüşvet bir suçtur, oy hırsızlığı suçtur. Kendi oylarımızla yürürlükte bulunan anayasanın 138. maddesinin yani yargı bağımsızlığının askıya alınması bir anayasal suçtur. Burada tarihi ve hukuki kökeni olmayan, anayasamızda yer almayan bir Kürdistan kavramı üzerinden bir diyalog kuruyoruz. Bu da az önce saydığım suçlar kadar bize uzak bir kavram olmalıdır. Türkiye’de Kürdistan diye bir coğrafya yoktur. Kürt kökenli insanlarımızın yaşadığı yerlerde Zaza ve Türkmen kökenli insanlarımız da var. O zaman Lazistan ve Zazaistan’ımız da mı olacak bizim? Bu bizi birleştirmez ve uzaklaştırır. Son dönemde Türkiye’de siyaseti sosyolojik anlamda şekillendiren iki kavram vardır: Biri başörtüsü yasağı, muhafazakar ve dini istismar eden partilerin güçlenmesine neden olmuştur. Diğeri de Kürtçe yasağı, ayrılıkçı Kürt hareketinin en önemli argümanı olmuştur. Bu iki yasak da 12 Eylül gibi Amerikalıların arkasında olduğu düşünülen, darbeyi yapanların eseridir. Bugün bu coğrafyada Büyük Ortadoğu Projesi’ni kurmak isteyen aynı Amerika’nın da hedefi Kürdistan’dır. MHP olarak bütün emperyalist güçlere karşı dik duran bir partiyiz. 12 Eylül öncesinde Sovyet emperyalizmine karşı dik duran bir partiydik, o mücadeleyi verdik. Bugün de küresel güç Amerikan emperyalizminin karşısında aynı duruşu sergiliyoruz. Türk milletine, bütün bu alt kimlikleri beraber tarif ederek, sahip çıkmak azmi ve kararlılığındayız. Ayrılıkçı bütün hareketlerin önünü kesecek, Türk milletinin birliğini sağlayabilecek felsefeye, ekonomide, dış politikada ve sosyal barışta plan ve projelere sahip bir partidir.
Biz parti tüzüğümüzde ve programımızda parlamenter sisteme vurgu yapıyoruz. O yüzden başkanlık sistemine özellikle karşıyız. Cumhurbaşkanının seçimle gelmesine ilişkin düzenlemeye muhalefet ediyorduk. Böyle bir yapı, ikili bir yapı, gücünü halktan alan bir yürütmede; bugün bir krize sebep olabilir. Parlamentonun tekrar Cumhurbaşkanını seçmesi gibi bir hususun da tartışılacağını düşünüyorum; parlamenter yapı içinde kalırsak. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması noktasında da çok istekli olmayacağını düşünüyorum çünkü tapelerde adı yolsuzluğa bulaşmış bu kadar insanın korumasını sağlayamayacaktır. Arkasında güvenebileceği çok fazla insan olmayacağı için başkanlık sisteminde ısrar edeceğini ya da başbakan olarak devam edeceğini düşünüyorum.
Toplumdaki bütün kesimlerin, eğilimlerin parlamentoda temsil edilmesi gerektiği görüşündeyiz. 2007’de seçmen sayısının bir anda 1 milyon kişi arttığı bir seçim yaşadık. Askıya çıkan listelerle ilgili 40 kişilik evlerden oyların, boş arazilerden evlerin gösterildiği bir süreçti. Sandıklardaki tutanaklar, ilçe seçim kuruluna geldiğinde üçkağıt var. YSK’da sonucu takip edemiyorsunuz. O kadar ilkel bir seçim tekniğimiz var ki. Israrla bunlara dokunulmuyor çünkü buradan nemalananlar var. Verdiğimiz kanun teklifleri bu konularda. Parlamento, iktidar partisinin masası, şubesi haline dönüştürülmüş.
MHP’ye şoven ve ırkçı parti diyorsunuz. Biz hayatımız boyunca ırkçılık yapamadık ama BDP her gün ırkçılık yapıyor, kimse bir şey söylemiyor.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Seçimlerde kadın belediye başkanlarının oranındaki artış olumlu ancak yetersiz bulunuyor.
2 / Seçim sonrası oy sayımlarında ciddi oranda şaibe bulunduğuna inanılıyor.
3 / İktidar partisinin ifşa olan yolsuzluklara rağmen, seçimlerden başarıyla çıkmasının ardındaki neden, uyguladığı kutuplaştırma siyaseti olarak görülüyor.
4 / İktidar partisinin karşısında alternatif siyaset üreten ciddi bir muhalefetin olmadığı düşünülüyor.
DEĞERLENDİRME
TkMM tarafından hazırlanan, “Seçim Sonrası Türkiye” temalı 5 dakikalık video gösterildi. Toplam 24 STÖ, 1 siyasi parti temsilcisi, 6 gözlemci ve 1 basın mensubu toplantıya katıldı. Toplantının ilk bölümünde özel konuk Prof. Dr. Sinan Sönmez bir sunum gerçekleştirdi. Önce STÖ temsilcileri, ardından siyasi parti temsilcisi ve milletvekili söz aldılar. İkinci bölümde de yine STÖ görüşleri belirtildi; özel konuk ve milletvekili kendilerine yöneltilen soruları yanıtladılar.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
326 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu