YER: Antakya Ticaret ve Sanayi Odası
TARİH: 05.02.2011
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği (Mevlüd Oruç-Yönetici)
2 / DKB- Dünya Kardeşlik Birliği (Mithat Sultani-Yönetici)
3 / İnsan Hakları Derneği (Mithat Can – Başkan)
4 / Mazlum-Der (Ahmet Hamdi Ayan- Başkan)
5 / Mülteci İnisiyatifi (Lümeys Dede- Girişimci)
6 / Liberal Düşünce Topluluğu (Hüseyin Tartıcı)
MESLEK ODALARI
–
SENDİKALAR
1 / Türkiye Yazarlar Sendikası (Mehmet Karasu – Başkan)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
–
GOZLEMCİLER
–
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
–
BELEDİYE BAŞKANLARI
–
MESAJ YOLLAYANLAR
–
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 5 izleyici/gözlemci katıldı.
MEDYA
1 / Anadolu Ajansı- Salim Taş
2 / Antakya Gazetesi – Mehmet Özgün
3 / Atayurt Gazetesi – Arzu Günal
4 / Hatay Kent Gazetesi – Tamer Yazar
5 / Özyurt Gazetesi – Ali Yolcu
6 / HRT (Hatay Radyo Televizyonu) – Ümit Kanmış
MODERATÖR
Ekrem Dönmez- Hatay kMM Hamalı – Avukat
KONULAR
GENEL KONU: Siyasette ve Toplumda Üslup.
YEREL KONU: İlimizde Üslup.
ANAYASA:
KONUŞULANLAR
1 / Ekrem Dönmez: İki yıldan fazla süredir yaptığımız bu toplantılarda bizi hiçbir zaman yalnız bırakmayan, bu toplantıların doğal üyesi, gönüllü takipçileri ve destekçileri olan Basınımızın temsilcilerine özel olarak çok teşekkür ediyorum. Bir diğer teşekkürüm toplantılarımızı yapmamız için bugüne kadar bize yerini tahsis eden Antakya Ticaret ve sanayi Odasına olacak, tabii ki katılarak burada bulunan tüm katılımcılarımıza da teşekkür ediyorum. Bugünkü toplantıya denk gelmediği ve programları uymadığı için dışarıdan moderatör bulamadık. Bugünkü moderatörlüğü ben üstleneceğim. Dışarıdan moderatör bulamadığımız zaman salonlar boş kalmaya başladı. Bu salonun boşluğu hoş olmasa da gizli saklımız yok. Ayıbımız varsa gizlemeyin. Bugün milletvekillerimiz yok, ama öte tarafta her ay katılma sözü aldığımız katılımcılarımız da bu ay yok. Salondaki milletvekili koltuklarının boşluğu kadar, sivil toplum örgütlerinin koltuklarının boşluğu da dikkat çeksin istiyoruz. Ankara’da liderlerin arasındaki siyasi tartışmalardaki sert üslup ve gerilimin gündeme oturması Şubat ayı toplantımızın konusunu belirledi. Ankara’daki gerilim ülkeye de yansıyor.
2 / Ahmet Hamdi Ayan: Benim kuşağım da bunu çok daha iyi hatırlar. 12 Eylül öncesi toplum ikiye bölünmüştü. Fakat bu bölünmüşlük o kadar dehşet bir şeydi ki mesela bıyıklarımız, favorilerimiz, saç stilimiz, okuduğumuz gazete, her şeyiyle farklı. Yani adama baktığın zaman sağcı. Bıyığına bak, kıyafetine bak, yüzüğüne bak. Böyle bir şey yaşamıştık. Mesela, Adnan Menderes çok kötü günler geçirdi. İşkenceler, çok üzücü, ayıp şeyler yapıldı. Ama bundan on yıl sonra üç tane gencimizi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını astık. İşte siyaseti bu kadar ciddiye alıyoruz. Belki bu günkü mahkemelerde yargılansalar ne Adnan Menderes ne Deniz Gezmiş idam edilmeyecekti. Fakat şimdi ben 1971 yılında şöyle bir şey hatırlıyorum. Şehirlerin girişlerinde, Kırıkhan’da o zaman arabaları durduruyorlar. Polisin, askerin gözü önünde yanlarında bir berber favorisi uzunsa kesiyorlar, saçı uzunsa kısaltıyorlar. Bir insanın yaşama biçimine saygı duymayan bir anlayışımız vardı. Bunun halen çok zayıfladığını düşünmüyorum. Acaba dünyanın başka bir yerinde isimlerden, kullandığı kelimeye kadar ideolojik mesaj veren başka bir toplum var mı diye düşünüyorum. Sorun aslında belki şu, biz ilkeleri çok abartıyoruz insanı unutuyoruz. Merkeze insanı koyacağız. Ülkeler basit birer araçtır diye bakarsak rahatlayacağız. Mesela İngilizlerde mecliste kırmızı bir çizgi var milletvekili o çizgiyi geçemez. Bizde çizgi yok. Allah diyen silahına sarılabiliyor. Üzücü örneklerini yaşadık. Çirkin kavgalar var. Ama tabi vatan haini, satılmış ile süslenen siyasi bir geleneğimiz var. Ne yazık ki böyle, bu bir türlü değişmiyor. Sadece ilkeler üzerinden siyaset yapıyoruz. Ama esas ilke insandır, insan hakkıdır, demokrasidir, özgürlüklerdir. Hatay’daki siyaset zaten var mı yok mu o da belli değil. Ankara’nın esintisi buraya da belli bir ölçüde yansıyor. Ne yazık ki ilimizde düşünce kuruluşları ya da siyaset üreten bireyler, kurumlar oldukça az ve tartışma kültürü son derece zayıf. Birbirimize tahammül edemiyoruz. Karşımızdaki doğru söylese bile, bizim yandaşımızın yanlışı karşımızdakinin doğrusundan daha iyi gibi görünüyor. Bence çözüm olarak daha insan merkezli bir çözüme kavuşmamız gerekiyor. Siyasetten bir yumuşama beklemeden biz yerelde birbirimizi ne kadar anlıyoruz, birbirimize ne kadar saygı gösteriyoruz, farklılıkları ne kadar kabul ediyoruz bu önemli. Bunun için aslında küçük Millet Meclisi iyi bir fırsat.
3 / Mithat Can: Dil duygu ve düşüncelerin ifade aracıdır. Duygu ve düşünce de, insanın yaşam biçiminden aldığı kadar insanın karakteriyle ilgili bir olaydır. Ne kadar biliyorsa, ne kadar hümanizmi kavramışsa o şekilde ifade eder. Bu saldırgan konuşmaları ve görüşleri izlediğimizde ben demokrasi kültürümüzün, insani duygularımızın gelişmediğini anlıyorum. Kazanmak için öbür tarafı yok ederek, yok sayarak, hatta hakaret ederek amaca varma duygusundan kaynaklanıyor. Tabi bir boyutu da bilinçle ilgilidir. Bunu değiştirebilmemiz için elbette Ankara’ya uymamak ve onların yaptığını yapmamak gerekir. Ama ne yazık ki bizde çelişkiye düşüyoruz. Sunumda da gördük. Takım tutar gibi en son Galatasaray stadı açılışında bir protesto yapıldı diye birilerini yok sayıp, düşmanca davranışlar içine girebiliyoruz. Bu, hoşgörü kültürünün kavranmamasından, karşıdakini yok sayarak, benim dediğim doğrudur ben ne dersem uymak zorundasın bakışından kaynaklanmaktadır. Diyalog eksikliği ve birbirimizi anlama dinleme duygumuzun gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Öfkenin yenilmesi diyalogdan, şeffaflıktan geçer. Siyasette de benim partim çok oy alıyor, karşımdaki az alıyor mantığı geçerli olmamalıdır. Küçümsemeden, doğru şekilde değerlendirsek bu çatışmalar sona erecek. Söylemler şiddeti körüklüyor, nefreti öfkeyi körüklüyor. Bunu aşmak kolay olmayacak. Bu tür meclisler az da olsa, ay da bir de olsa bu öfke ve nefreti engelleyecek, birbirimizi dinlemenin yolunu açacak.
4 / Mevlüd Oruç: Toplumlar hak ettikleri yönetimlerle yönetilir. Bu, toplum ne ise siyasetçisi de odur anlamına gelir. Gelişkin toplumlarda siyasetçi de gelişkin olur. Üslubu düzgün olur. Bunun tersi de geçerlidir. Geniş ufuklu siyasetçi toplumu da geliştirir. Burada önderin, kişiliklerin toplumu etkileme oranı yüksek oluyor. Siyasetçiyi anlamak için topluma bakacağız. Türkiye toplumunun insan yetiştirme tarzı aşağı-yukarı gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlarla aynıdır. Asık suratlı bir toplumuz. Çocukluktan itibaren dayak, azar, cezalandırma, kavga ile yetişen bir kişilik. Anne-babadan dayak, okulda dayak, askerde dayak, sokakta dayak, üniversitede dayak. Bu adam siyaset yapmaya kalktığında üslubu da bozuk oluyor. Yani siyaseti de yetişme tarzına uygun oluyor. Siyasetçinin yetişme tarzı bu ama statükonun kitlelerle ilişkisi de yine şiddete dayalı bir ilişkidir. Aleviler, Kürtler, Türbanlılar, Rumlar Hıristiyanlar, Ermeniler, Süryaniler statükodan hep şiddet gördüler. Bu ortamda iktidarın da, muhalefetin de kullandıkları üslup aynıdır. Statükonun kitlelerle şiddete dayalı olan ilişkisini uygulamaya aday olan iktidar ve muhalefet birbirine karşı tahammülsüz oluyor. Statüko kime neyi uygun görüyorsa siyasetçi de buna talip. Mesela Başbakanımız “ananı al git”ten başlıyor, “ayaklar baş olunca”dan çıkıyor veya “aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyor”muşuz veya “ucube kardeşlik heykellerimiz” varmış. Muhalefet de farklı değil. Biri çıkıp Dersim katliamını övüyor. Biri bir toplantıda Kürtleri kucağa oturtmaktan bahsediyor. İstisnalar hariç iktidarıyla, muhalefetiyle herkesin ortak sloganı ya sev ya terk et. Aslında sevmemizi istedikleri kendileri ve düşünceleridir. Kendilerini ve düşüncelerini seversek kalacağız, sevmezsek gideceğiz. Sünnilerin, Kürtlerin, Alevilerin, Hıristiyanların veya herhangi bir kimsenin üslubu bir diğerine karşı hiçbir şekilde düzgün değil. İktidara karşı yumurta atılabilir, ama sırf düşüncesine katılmadığı yazara çizere de yumurta atıyor. Yani farklı olana tahammülsüzlük herkeste var demek istiyorum. Adı hoşgörü şehri olan kentimizde halklar için geçerli olan bu tanım, siyasetçiler için geçerli değil. Mahallecilik, bölgecilik, inançlar, aşiret ve oy depolarımız var. Ankara’daki ağabeyleri hapşırsa buradakiler grip oluyor. Ankara’daki kimle kavgalı ise, buradakiler de aynısıyla kavgalı. Siyasetin en büyük çıkmazı da bu zaten. İlimizdeki siyasetçi Ankara’ya çok yakın ama Antakya’da yaşayan halka uzak. Kendini statükoya ispat ederek yükselmeye çalışır. Statüko karşısında boynu kıldan incedir, ama halk karşısında güçlüdür.
5 / Hüseyin Tartıcı: Değerlendirmelere baktığımda genelden özele doğru bir tespitin var olduğunu gördüm. Sunumda da o şekilde başlandı. Siyasetçiler üzerinden üslubun etkisi tartışılır oldu. Oysa tersten, özelden genele baktığımızda farklı bir sonuç ortaya çıkabilir aslında. Toplumun en küçük yapı taşı olan aileden başlayarak siyasete ulaştığımızda farklı bir gözlem de oluşabilir. Annenin-babanın çocukla ilişkisinde üslubun yerini ele aldığımızda genelin fotoğrafı aşağı-yukarı ortaya çıkıyor. Özelde yaşanan şeyler genele yansıyor. Şöyle bir tespitim de var. Ailede başlayan kültürel dejenerasyon üslubumuza da yansıyor. Mesela argodaki birçok sözcükle sevgimizi ifade ediyoruz. Herkesten özür diliyorum çocuğumuzu severken “gel buraya şerefsiz” diyoruz mesela. Aslında kültürel yapımızda var olmayan bir üslubun günlük hayatımızda yer alması ve bu şekilde sevgi hususunda ele alınması bu değişikliği de karşımıza çıkarıyor. Buradan hareketle baktığımızda siyasilerin üslubunu eleştirmemiz aslında farklı bir bakış açısı olarak sunulabilir. Yani buradan hareketle bir siyasi yapı oluşuyor ve o siyasilerde böyle bir topluma hizmet eder oluyor. İzlediğimiz sunumda da herkes kendi kapısını süpürmeli noktasından hareketle düşüncelerimizi toparlarsak, yani ilk olarak aileden başlayacak güzel üslup daha sonra siyasilere, daha sonra toplumun her kesimine yayılarak belki bu problem çözülebilir. Ama siyasilerdeki üslubun kötülüğünden hareketle işte topluma onları suçlayarak, sadece onların bu üslubu onların oluşturduğunu düşünürsek bu yanlış olur. Zaten baktığımız zaman ailede düzelecek üslup siyaseti de etkileyecek. Toplumsal yaşamımızı da etkileyecek. Son olarak üslubu beyan aynıyla insandan hareketle, eğer toplumun en küçük yapı taşları olarak bizler üslubumuzu değiştirirsek siyasette üslupta bir düzelmenin olabileceğini söyleyebiliriz. Birde sunumda futbol taraftarlığı ile siyaset arasında bir ilişki kuruldu. Bu doğru bir düşünce. Çünkü futbol taraftarı acımasız olabilir. Sevmediğini kitlesel olarak eleştirip onları bulundukları ortamdan alabiliyorlar, yenileri geliyor. Üslubuyla, siyasetiyle, düşüncesiyle hoşa gitmeyen bir durum varsa toplumsal bir tepkinin bir arada oluşturulabilmesi güzel bir değerlendirme olabilir. Bulunulan yerdeki kişilere güzel mesajlar gidebilir. Üsluplar düzelebilir.
6 / İsmail Güzelmansur: Normalde, Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursları Derneği yönetim kurulu üyesiyim. Serinyol Belediyesinde meclis üyesiyim. Yalnız kendi adıma katılıyorum. Kurumlarım adına katılmıyorum. Türkiye’de siyasi üslup ve toplumsal üslup, genelde benim düşüncemde olmayan benim düşmanımdır veya düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesine dayanıyor. Toplumda değer yargıları bunun üzerine kurulmuş. Böyle olmaması gerekiyor. İnsanların düşüncelerinden dolayı dışlanması ya da bir toplumda farklı düşünen kişilerin o toplumdan izole edilmesi genel bir sorun. Bir de üslup tabii ki çok önemli. Aile içinde bile üslup sorunumuz var. Ailede hitap ederken kardeşim, canım demek yerine gel be herif, gel şerefsiz diyerek daha temelde üslubumuzu bozuyoruz. Tabi bu da toplumun üst katmanlarına yansıyor ve genel bir sorun olarak önümüze çıkıyor. Gerek aile seviyesinde gerek toplum seviyesinde bana göre insanların tahammül sınırlarının yüksek olması gerekiyor. Bir de kendi düşüncemden olmayan kişi düşmanımdır düşüncesine karşı olmamız gerekiyor.
7 / Lümeys Dede: Dil çok önemli bir şey. Ben eğitimci olarak sınıflarda var olan birçok örneği görebiliyorum. Bir gün bir öğrencim geldi. Babası Arabistan’da çalışıyor. Dedi ki öğretmenim ben o. çocuğuyum. Nerden çıktı bu dedim. Babam beni böyle çağırıyor dedi. Çocuk çok kolay hafızaya alabiliyor. Bu hafızada böyle yerleşiyor. Onun için biz sevmeyi de, övmeyi de, kızmayı da bilmiyoruz. Hani, kızarken bir daha tekerrür etmemesi için düzeltme adına kızmamız gerekiyor. Sanata bile dil uzattık. Ucube dedik. Böyle resmin içine tüküreyim dedik. Hepimizin belleğinde kaldı. Bu illere de yansıyor, politikaya da yansıyor. Bir defa Sayın Erdoğan’ın tek adamlık özelliği milletvekillerine de yansımış ki milletvekilleri buraya gelmiyor. Dün Ankara’da sendikacıların ve işçilerin üzerine su sıkıldı. Bu çok ikiyüzlü bir politika. Soy meselesi benim çok ağırıma gitti. Bir başbakansın ve herkesi kucakladım diyorsun, açılım yaptım diyorsun önemli olan şu değil, önemli olan soy diyorsun. Yani hepimizin soyuna küfretti ve bizim ruhumuz duymadı. Hani eğitim anne kucağında başlar diyoruz ya, ikincisi okul ve bunlar oraya kadar yansıyor. İnanın başbakanın mecliste gösterdiği o kabadayı havası sınıfa da yansıyor. Yani o mütevazılığı yitiriyor bu toplum giderayak. Dil konusunda yitirdiği gibi mütevazılığı da yitiriyor. Küfür politikasıyla bir yere varılmayacağını bilmeli bu insanlar. Herkese güzel mesajlar vermek zorundalar. Ben eğitimle beraber bu işlerin düzeleceğine inanırken şimdi eğitimci olarak hiç bir şey yapamamanın huzursuzluğunu yaşıyoruz. Dizilerin içeriği de topluma yansıyor. Dizilerin geç saatlere alınmasını istiyorum.
8 / Ahmet Hamdi Ayan: Kaçırdığımız bir şey var 1923 ile 1950 yılları arasında orta sınıf yok edildi. Sağdan sola bütün aydın, bilim insanı, kanaat önderi, dini önder, hareket önderi hepsinin yok edildiği, tarihten silindiği bir toplumdan söz ediyoruz. Lümeys Hanım eleştirilerinde haklı, ama bir taraftan haklı. İktidar partisinin açılımlarından yararlanıyoruz. Hani, adamı sevmeyebiliriz. Ama neticede Avrupa Birliği süreci olarak bazı şeylerden yararlanıyoruz. Bunu da görmemiz gerekiyor. Siyaseti bu noktada yumuşatalım. Partinin biri Doğu’dan hiç oy alamazken biri de Batı’dan hiç oy alamıyor. Sevmeyebiliriz ama Türkiye gerçeği ve siyasal yönetimlerin ne ifade ettiği üzerine biraz düşünelim. Aile tabii ki önemli ama bu biraz indirgemeci bir yaklaşım olur. Kuzey Kore-Güney Kore; Doğu Almanya-Batı Almanya şimdi siyasi yönetim bu kadar önemli. Şimdi bir zaman siyasetin merkezinde yer almak için her türlü şeyi yapan bir Ankara gerçeği var. Yani Ankara sofrasında bulunabilmek, ölçüt bu idi. Yıllara damgasını vuran olay bu idi ve bu hiç değişmedi. Birisi Ankara’da olacak, Ankara’ya yakın olacak yedi sülalesini güvence altına alacak, protokolde olacak. Şimdi bu biraz köylü hareketi gibi, bugünkü iktidar. Ama yanlışlarını eleştirdiğimi biliyorsunuz. Hatta bir ara tek parti diktatörlüğü dedim ona imparatorluk yazmış gazetenin biri. Ama bir taraftan da bazı şeyleri görelim, daha tarafsız olalım. Evet bir tek parti şeyi var doğru, bugün basını da ben beğenmiyorum. 28 Şubat sürecinde Yeni Şafak okurdum okumuyorum artık. Yani kalkıyor Kılıçdaroğlu’na çatıyor direk, öbürü Başbakana çatıyor, bu üslupları reddediyoruz. Yani gazeteler de gazete gibi çıkmıyor artık. 28 Şubat sürecinin tam tersi bugün buna doğru dersek bu da yanlış. Yani üçüncü bir şıkkın olması gerekiyor. Evet iktidarı eleştirelim ama bazı şeylerde geçmişi de bilelim.
9 / Mithat Can: Dil düşüncenin ifade tarzıdır demiştim. Beyin olayları ne kadar kavrıyorsa onu ifade eder. Dün Ankara’da protestolar oldu. Bir torba yasa çıkıyor. Birçok hakka ilişkin kısıtlamalar var. Gazetelere bakın bugün on tane haber varsa Mısır’la ilgili, kendi ülkesinde 81 ilden gelen işçiler için yolda yapılan aramalar, bekletmeler ve hakların kısıtlanması bütün bunlar demokrasi adına yapılıyor ve basından hiç kimse bunlardan söz edemiyorsa artık standartları iyi görmemiz lazım. Önyargılar giremez diyoruz. Biz bu dünyada ülkemizi güzel bir yere yerleştireceksek doğruları söylemek zorundayız. Benden olsun veya olmasın bilimin emrettiği, insanlığın emrettiği ve doğruların hükmettiği şeyleri söylemek zorundayız. İki gün önce Sırrı Süreyya Önder’in güzel bir yazısını okudum standartlarla ilgili, solcularımız için de, çok insan için de geçerli, kalkıyor çok rahat Che Guavera’dan söz ediyor ama Deniz Gezmiş’ten söz ettiği zaman suçluyu över duruma geliyorsun. Çav Bella’yı söylersin, Sarı Gelin’i söylemekten çekinirsin öyle bir ülkede yaşanıyor. Korku yaşatılmış, susturulmuş gibi bir şey. Yani doğruları söylememiz gerek. Demokrasi adına o kadar baskı görüyoruz ki, o kadar hakları engelleniyor ki, bu İMF’nin bir dayatmasıdır. Kamu hizmetlerinin özel sektöre peşkeş çekilmesi ve bunun tezahürleri bunlar. Bunların yapılabilmesi için nasıl 80 darbesinde 24 Ocak kararlarını uygulamak için bütün toplumu zapt-u rapt altına alıp bir sürü hakları, direngen unsurları yok ettiyse, şimdide bu getirilen baskı yasalarıyla toplumu baskı altına alıp bugünkü örgütlülük yok ediliyor, sendikalar yok ediliyor. Yani toplumsal mücadele dinamikleri yok ediliyor, ondan sonra demokrasiden, Avrupa Birliğinden söz ediliyor. Avrupa Birliğine girmek birilerinin iradesiyle değil; toplumsal gelişmeler, dünyanın dayattığı, insanlığın dayattığı sürecin geliştirdiği bir şeydir. Birilerinin lütfü değildir. Bedeller ödenerek buraya gelindi.
ÖNERİLER
–
ORTAK SONUÇ:
1 / İnsanı unutmadan, insan merkezli çözümlerle, Ankara’daki politikacılara uymadan, yerelde birbirimize dinleyerek, birbirimize ve farklılıklarımıza saygı göstererek, birbirimizin farklılıklarını kabul ederek sert üslup yumuşatılabilir.
2 / Söylemler şiddeti körüklüyor. Küfür politikalarıyla bir yere varılmaz.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE:
Elektronik posta, telefon ve SMS yoluyla 36 kadar sivil toplum örgütü ve kişiye ulaşıldı. Toplantı girişinde katılımcılara TkMM broşürleri verildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE:
Hatay’ın 10 milletvekiline faks, elektronik posta ve SMS’lerle ulaşılarak toplantı öncesinden konu ve toplantı yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı. Geri dönüş olmadı. Toplantıya katılan veya mesaj yollayan, mazeret bildiren milletvekili olmadı.
MEDYA İLE:
Ulusal basının temsilcilerine ve yereldeki bütün basın temsilcilerine ulaşılarak toplantının yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı. Toplantıdan önce yerel basında toplantı ile bilgiler içeren haberler yapıldı. Toplantıya bir televizyon kanalı ile 4 yerel gazete temsilcisi ile bir ulusal ajans muhabiri katıldı. Hatay kMM toplantılarında basının desteğini her zaman yanımızda gördük.
KATILIMCILARLA:
Elektronik posta ile katılımcılardan konu istedik. Geri dönüşlerde sorun var. Konu önerisi gelmiyor.
SONUÇLAR
Toplantıda TkMM ilkeleri videosu ile genel konuya ilişkin video toplantı başında gösterildi. Genel ve yerel konunun birbiriyle olan bağlantısı sebebiyle her iki konu birleştirilerek konuşuldu. Bu toplantıda milletvekili ve belediye başkanlarının katılımının hiç olmayışı kadar sivil toplum katılımında da olan azlık dikkat çekici nokta oldu. Açılış konuşmasında sivil toplum katılımındaki azlığa dikkat çekildi. Toplantıyı yönetecek ünlü bir moderatör, toplantıya olan ilgiyi yükseltiyor ve katılımı arttırıyor. Gönüllü destekçilerin sayısını artırarak ve her toplantıda mutlaka dışarıdan bir moderatörün katılımını sağlayarak ilgiyi canlı tutabiliriz. Ancak milletvekili katılımı olması halinde esasen moderatörün kim olduğunun önemi olmadığını ve milletvekili katılımı ile diğer katılımcıların toplantılara ilgisinin olacağını düşünüyorum. Milletvekillerini 2-3 toplantıda getirebilmeyi umarken, iki yıldır toplantılara katamadık ve gündemlerinde bile yer alamadık. Bu dönem meclisteki milletvekillerinden Haziran ayına kadar umudumuzu kestim. Belki yeni dönem ve yeni meclis, alışkanlıkların değiştiği bir meclis olur umudunu taşıyorum.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ekrem Dönmez – Hatay kMM Hamalı
05.02.2011 Hatay kMM Toplantı Tutanağı
previous post