YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 Giriş Kat Kızılay
TARİH: 4 Kasım Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Kırmızı Şemsiye ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Raportör)
2 / Evcikuzkışla Kültür ve Dayanışma Derneği (Hürdoğan Aydoğdu – Başkan)
3 / Doğal Yaşam Derneği (Egemen Sarı – Üye)
4 / Agrida Derneği (Eyyüp Sabri Güler – Başkan)
5 / Gülpembe Eğitim Derneği (Ayşenur Çelik – Kurucu)
6 / AEGEE Ankara (Veysel Parlak – Gen. Sekreter)
7 / Ankara Eğitim ve Kültür Derneği ANKA-DER (Sebahattin Gökmen – Başkan)
8 / Evrensel İnsan Hak ve Özgürlükler Derneği (Lütfi Gölpunar – YK Üyesi)
9 / Öğrenci Velileri Derneği (Enver Önder – Başkan)
10 / AKA-DER (Ayla Yılmaz – Üye)
11 / İHD (Hüseyin Küçükbalaban – MYK Üyesi)
12 / Ankara Dayanışma Derneği (Yusuf Şahin – Başkan)
13 / Toplumsal Araştırmalar ve Özgün Düşün Merkezi (Bülent Durukan – Başkan)
14 / Şiddetsiz Toplum Derneği (Rıza Sümer – Başkan)
15 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Üye)
16 / Hak İnisiyatifi (Mehmet Can Çağlayan – Üye)
17 / Küresel Denge Derneği (Nuran Talu – Başkan)
SENDİKALAR – KONFEDERASYONLAR
1 / Hak – İş Konfederasyonu (Hakkı Sever – Üye)
2 / Kafkas Dernekleri Federasyonu (Ömer Atalar – YK Üyesi)
3 / Devrimci 78'liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
ÖZEL KONUKLAR
1 / TMMOB Şehir Plancıları Odası (Orhan Sarıaltun – Genel Başkan)
1 / Türk Mühendisler Birliği Derneği (Mükremin Barut – Yüksek Mimar)
SİYASİ PARTİLER
1 / HDP Ankara Şube (Mahmut Emin Avcı – YK Üyesi)
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Kentlerimize İhanet Ettik mi? Türkiye'de Şehirleşme
YEREL KONU: Ankara'ya İhanet Ettik mi?
KONUŞULANLAR
1 / Orhan Sarıaltun: Kent planlaması, şehirlerin oluşmaya başladığı ilk günden beri var. Modernist anlamda kent planlamasının ortaya çıkışı sanayileşme ile birlikte piyasa mekanizmasının kentlerde daha etkin biçimde devreye girmesi, özel mülkiyetin önem kazanması ve oluşmasıyla birlikte başlamıştır. Bir kamusal alan ihtiyacı ve tartışması da doğmuştur. Özellikle Avrupa'da başlamıştır. Sanayileşmenin ilk ve hızla büyüdüğü İngiltere'de gelen işçi konutlarının da talebi ve oluşan karmaşa nedeniyle sağlık politikaları üretilmesiyle başlamıştır. Sonrasında ise en radikal uygulamayı Paris'te 3. Napolyon ve Haussmann'ın öncülüğünde görüyoruz (bulvarların kurulması). Bu bir kırılmayı da yarattı. Bu radikal ve yıkımcı anlayış, sonrasında bahçe kentler, güzel kentler, pratik kentler gibi yeni akımların tartışılmasına da sebep oldu. 1933'te korumacı planlama anlayışı, Atina Şartı ile bir şarta bağlanmış oldu. Bunun ülkemize yansıması ne oldu? Cumhuriyet'e kadar Osmanlı'nın son dönemi, Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950'lerin ortalarına kadar olan dönem, 1950'lerin ortasından 1980'lere kadar bir dönem ve 1980 sonrası ayrı dönemler olarak ele alınabilir. Cumhuriyet öncesi döneme gelecek olursak, Osmanlı'da Avrupa'daki sanayileşmenin olmaması ve Osmanlı'nın batı ile etkileşime girmesi nedeniyle ufak etkiler şeklinde gelmiştir. Planlamaya ilişkin en büyük zorunluluk ahşap konutlarda çıkan yangınlar, yeni toplu taşıma sistemleri, tramvayların gelişi, otomobilin yavaş yavaş kullanıma girmesi nedeniyle yolların genişletilmesi ihtiyacıyla çıkmıştır. Kent planlaması sadece mevzi uygulamalar şeklinde uygulanmıştır. Bütünlükçü bir yaklaşım yoktur. Çeşitli nizamnameler çıkmıştır. Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte Batı'nın etkisi olmaksızın bir Batılılaşma anlayışı oturtulmaya çalışılmıştır. Osmanlı'nın son dönemde zayıf olan kente etki, cumhuriyetin ilk yıllarında da bocalamalara neden olmuştur. İlk ve en önemli kırılma, İstanbul'dan başkent olarak vazgeçilmesi ve Ankara'da karar kılınması. Bunun birkaç nedeni var. İstanbul'daki batı etkisinden kurtulup cumhuriyeti ilan edenlerin buradaki yozlaşmadan sıyrılmış, yeni ideolojinin şekilleneceği bir başkent yaratmak düşüncesi önemli. Neden Ankara? Bu yeniliğe oturtabilmeyi sağlayacak en iyi toplumu orada bulabilme düşüncesi etkili, kozmopolit bir yapı, her dinden toplumların yer aldığı ve ticaretin geçmiş olduğu bir Anadolu kenti olması. Ankara'nın başkent olarak ilanıyla birlikte Hermann Jansen'in açılan uluslararası bir yarışmayla 1928'de Ankara'ya gelmesi ve oluşturduğu planlama çalışmalarının bir imar mevzuatı oluşturma deneyimi olarak kullanılması söz konusu. Orada kurulan anlayış, yeni ulus devlet yaratma düşüncesini oluşturmaya dönük bir kent dokusunu Ankara'dan ülke geneline yaymaktı. Düşük yoğunluklu, bahçe kent düzenine yakın bir kentsel doku öngörüldü. İlk deneyimler rant odaklı düşüncelere de maruz kalmıştır. Jansen'in Ankara'yı terk etmesinin nedenlerinden biri buydu. Bu dönem mesleki bir kırılma yarattı. O zamana kadar daha çok harita çıkartma üzerinden bir planlama anlayışı olduğundan haritacıların etkin olduğu bir dönemken, Jansen'le birlikte mimarların söz sahibi olduğu ve yeni yasal düzenlemelerle teknik elemanların etkin olması gerektiği dönemin başlangıcıdır. 1950lerin ortasında çok partili döneme geçmekle birlikte daha popülist politikalar gündeme geldi çünkü kente göç akını başladı. Kentler bu göçlere planlı bir biçimde hazır değildi ve gecekondulaşma başladı. Sanayileşmenin ve uluslararası sermayenin gelmeye başladığını görüyoruz. Bu sermaye teşvik de etti. Kentte oluşan ranttan en üst değeri elde etmek üzere gelen yap-sat anlayışı bu dönemde başladı. 1957-60 arasında Menderes'in kentlere müdahalesi söz konusu. Korumacı planlama anlayışının ülkede olması gerektiği tartışmaları gündeme geldi. Ardından ODTÜ'de kent planlama bölümü kuruldu ve planlama konusu, mimarlardan kent planlaması konusunda uzmanlaşmış kişilere, şehir plancılarına geçti. Beraberinde kapsamlı ve rasyonalist bir planlama anlayışı geldi. Kente göçün hızla devam ettiği bir dönem olduğu için bu planlama anlayışı yenik düştü diyebiliriz çünkü kentleri yönlendiremedi. Gecekondu süreci, konut üretim modeline dönüştürme şansını değerlendiremedi.
2 / Mükremin Barut: Tarihte Şehirciliğin babası sayılan; Hippodamos* Anadolu’dan yetişmiş bir figür. Bu nedenle bu topraklarda çok güçlü bir şehircilik kültürü olaması gerekmez mi? Halkların bir arada yaşadığı dönemde böyle olduğunu biliyoruz. Kentlerde yapılaşma ve mahalle kültürü birbirine saygı esasına göre yapılmıştır. Kentlerde mahalle yapılaşmasında, bir arada yaşama ilkesi korunarak, binalar birbirine saygı esasına göre yapılmıştır. 1071 Türklerin Anadoluya Girişi; Prof. Mükremin Halil İnanç`a göre dalga dalga gelen Türk göçmenlerin nüfusu 1080 yılında bir milyonu aşmıştır. 1130-1140 yılları arasında bölgemizdeki bütün kaleler, köyler ve kentler Türkmenlerin hâkimiyeti altına girmişti. Bu hakimiyet elbette bu şehirlerde yaşayan halkların buraları boşaltması şeklinde değil, bir arada yaşamanın yol ve yordamlarının bulunması ile olduğunu biliyoruz. Türklerin Anadolu’da Nevşehir dışında kurdukları kent yok. Yöredeki ilk yerleşme merkezinin Anadolu’da ilk siyasal birliği sağlayan Hititler döneminde kurulduğu sanılmaktadır. İ.Ö. VIII. yy’da Ankara ve çevresi Frigyalıların eline geçmiş, İ.Ö. VIII. yy’da Frigyalılar Lidyalılara bağımlı hale gelmişler. Ankara'da; 1916 dan başlamak üzere 1926 ve 1929 yılına kadar uygulanan pogrom* çerçevesinde var olan tüm zenginlikleri talan edilmiş, evleri ve mahalleleri yakılmıştı. Yakılan ev ve mahallerin sakini olan sanat erbabı yerli Ermeni halk göç etmek zorunda kalmıştı. Ankara, loncalar (AHİ) tarafından yönetilen bir kent. Bu nedenle örgütlü ve bu nedenle seküler bir alt yapısı var. Tiftik Keçisi kumaşından üretilen SOF kumaşı şimdiki deyimle bir dünya markası. Kendine yeten bir şehir. Bu nedenle Osmanlı Merkezi yönetimine ihtiyacı yok. Sadece Ankara çanağında yüz yediyi aşkın dere var. Yanlış modernite anlayışımızdan kaynaklı olarak kent merkezinde yatağına menfezler yapıp, üzerini kapattığımız dere sayısı ise on bir. Bentderesi'ne ihanet etmişiz. Kale'ye ihanet etmişiz. Ulus Meydanı'nda Zafer Anıtı vardır. Çevresine mimari anlamda uygun olmayan yapılar dikildi. İlk ihanet Sümer Bank Binası, sonra Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Kiler market. Şevki Balmumcu'nun yarışmayla elde ettiği Ankara Sergi Evi'nin Paul Bonatz tarafından operaya dönüştürülmesi. Çubuk Barajı yapılırken çevresi gözetilmiş, şimdi metruk binalarla çevrili.
Ulus Devlet Oluşturma Sürecinde Kurucu İradenin Ankara İçin İmar Planı Yaptırması. Anti-Modernist ve Otoriter Eğilimleri Yansıtan Bir Şehir Tahayyülü: Mimarlık ve şehir planlaması, cumhuriyetin kurulduğu yıllardan itibaren Kemalist rejim tarafından ideolojik bir biçimde sahiplenilmiş, iktidarın sağlamlaştırılması ve güç temsili amacıyla rejimin en etkili propaganda araçlarından biri olarak kullanılmıştır. Bunun en somut haliyle gözlemlendiği yer hiç kuşkusuz yeni başkent Ankara’dır. Ankara, bundan böyle rejimin siyasi emellerinin ve yerleştirilmek istenen devlet modelinin mekânsal platformunu, aynı zamanda da yeni kent kurgusunun örnek şehrini oluşturacaktır.
Höyisler Planı: Ankara’nın ilk planları, Alman sermayesi ile işletilen “Keşfiyat ve İnşaat Türk Anonim Şirketi”ne ısmarlanmıştır. Planlar şirketin şehircilik bölümü uzmanlarından Carl Christoph Lörcher tarafından hazırlanmış ve Türk Anonim Şirketi tarafından Ankara Şehremaneti’ne teslim edilmiştir.
Hermann Jansen Planı: 1927 yılında, aslında yabancılardan nefret eden ama eski bir belediyeci olarak planlı imara inanan Şükrü Kaya ve Ankara Valisi Asaf Bey, “istemeye istemeye” Batılı uzmanlara akıl danışmak için Berlin’e bir komisyon gönderdiler. Komisyonun görüştüğü 75 yaşındaki mimar Profesör Ludwig Hoffmann Türkiye’ye gelemeyecek kadar yaşlı olduğunu söyledi ve yerine Berlin Güzel Sanatlar Akademisi ve Mühendislik Mektebi öğretim üyesi Herman Jansen’i önerdi. Ankara Belediyesi, 1927 yılında bir yarışma açtı. Ankara’nın başkent seçilmesi ile birlikte, yeni bir plan oluşturulması gerekli oldu. Bu plan için açılan yarışmaya da Hermann Jansen ve Joseph Brix ile Fransız kökenli Leon Jausseley davet edildi. Yarışmada, Hermann Jansen tarafından yapılan plan onaylandı.
Kurucu İradeniz Ankara İçin İmar Planı Yaptırması: 1928’de açılan uluslararası yarışmayı, Mustafa Kemal’in ağırlığını koymasıyla kazanan Jansen’in planı ile Ankara dev bir şantiyeye dönüştü. Jansen’i Clemens Holzmeister, Ernst Egli, Theodor Jost, Martin Wagner, Martin Elsaesser, Bruno Taut ve R. Oerley gibi mimarlar izledi.
Ankara Şehri İmar Müdürlüğü'nün Kuruluşu: Ankara’nın kentsel gelişmesi bir devlet sorunu olarak ele alınmıştı. Dönemin zor koşullarında böylesine kapsamlı ve masraflı bir işi belediyenin üstlenmesi olanak dışı olduğundan, 28.05.1928’de 1351 sayılı kanunla Ankara Şehri İmar Müdürlüğü kuruldu. Nevzat Tandoğan başından sonuna kadar Ankara İmar Planına ihanet etmiştir. Alman mimar, plana aykırı gelişmelerden ve arsa vurguncularından son derece rahatsızdır.
1955'te Ankara denetim dışı gelişmiş, büyümüş ve yarım milyona yaklaşan nüfusuyla yeniden planlanması zorunlu bir kent olmuştu. Yeni planın elde edilmesi için uluslararası bir yarışma düzenlendi. Yarışmayı kazanan Nihat Yücel ve Raşit Uybadin'in, kentin 2000 yılında 750.000 nüfusa ulaşacağını varsayarak hazırladıkları plan 1957 yılında onanarak yürürlüğe girdi.
Yakın Tarih İhanetleri: Süzgeç Binası, Etibank, İller Bankası.
3 / Hakkı Sever: Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından sonra Ankara'nın başkent oluşundan bugüne geçirdiğimiz büyük değişim yadırganamaz. Planlama dışı gecekondulaşma Ankara'nın çevresini kuşatsa da planlı bir şekilde gelişmeye çalışmıştır. Büyük değişim ve dönüşüme rağmen tarihsel, kültürel ve mimari mirasıyla günümüze kadar gelmiş ender bir kenttir. Nüfusun artması, su kaynaklarının bilinçsizce kullanılması, yolların yeşil alanların toplu taşıma araçlarının günden güne sorun olma yolunda i̇lerlemesi gözden kaçmamaktadır.
4 / Nuran Talu: TkMM'lere epeydir gelmiyordum ama ben buradaki toplantıların daha çok siyaset olarak yapıldığını bildiğim için işin tarihsel, entelektüel ve bilimsel tabanında bu kadar zaman kaybetmememiz gerektiğini düşünenlerdendim. Bugünkü iktidarın ihanetinde onların bakış açısı rantsa, binalara ihanetten çok biz kentlerin doğasına ihanet ettik ve rövanşı da doğa alacak. TkMM'lerde geleceği konuşmalıyız. İstanbul ve Ankara doğası parçalanmış, yaşam alanları ve ekolojik sistemi yok edilmiş olduğundan, artık bunu konuşmuyoruz. İhanet siluetin de ötesinde bir ihanet. Dünya bunu konuşuyor; iklim dirençli kentler, iklim dirençsiz ölecek kentler. Türkiye'deki bütün kentleşme siyasası bunu gösteriyor. İhanetin tanımında rant, neoliberal politikalar etkin. Çukurambar'ı Manhattan zannediyorlar. Manhattan'da şehir parklarını görürsünüz. Nerede İstanbul'un, Ankara'nın şehir parkları? Yani ihanet doğaya yapıldı. Artık tarihi binaların yıkılmasını, absürd binaları tartışmıyoruz. İktidar coğrafyayı değiştiriyor. Toprağı ve ekosistem değerlerini kesip biçiyor başka yere yama yapıyor. Bunları anlamadan neye ihanet ettiğimizi çok iyi anlayamayız. Beni binalar ilgilendirmiyor; dünya 2050 yılında dünya katliamlarına hazırlanıyor. İstanbul'daki hadise bir iklim kriziydi; belediye alt yapı boruları döşemedikleri için değil, nehir yataklarına binalar yaptıkları için değildi. Küresel bir iklim değişikliğinin mahallemizdeki yollarda su olarak aktığını görüyoruz. Şehirlerimiz fosil yakıt şampiyonu, ölüyoruz ya. Farkında değilsiniz. Burası ders yeri değil, o yüzden sinirliyim. Şehirleşme tarihçesini dinleyeceğimi düşünmüyordum TkMM'de. Burası gelecekte karşılaşacağımız ihanetleri siyasi olarak tartışacağımız bir alan.
Oya Özden: Geçmişi bilmeden bugünü anlamanın, geleceği örgütlemenin çok mümkün olmadığını düşünüyoruz. Siz çözüm önerilerinizi, eleştirilerinizi çok rahat ifade ettiniz. Aynı şey diğer katılımcılarımız için de geçerlidir.
5 / Sebahattin Gökmen: Evet, şehirlerimize ihanet ettik. 1950'lerde başlayan kırsaldan kente göçle birlikte gecekondulaşma beraberinde çarpık bir yapılaşma meydana getirdi. O tarihte hazine arazilerine çökenler bugün lüks dairelerde otururlarken, devletin arazisine konmayanlar kirada oturuyorlar. Bu bir haksız kazanç. Son 10-15 yılda özel imar izniyle yapılan yapılar, şehrin mimari ve tarihi kimliğini, aynı zamanda ekolojik dengesini bozdu. İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi; tarihi zenginliği ve mimari yapısıyla korunmayı hak ediyor. Ama bugün plansız bir yapılaşma var, ranta dayalı olarak yapılıyor. Çirkin bir görüntü, alt yapı sorunları had safhada. Şehir merkezlerindeki yapılaşmalar, yağmur suyunu emecek bir toprak bırakmadı, her yer beton. İstanbul'da Kanal İstanbul ve 3. havalimanı gibi büyük projeler nedeniyle dengeler sarsıldı. Ankara'da İller Bankası'nın yıkılışı çok üzücü. Büyükşehir Belediyesi'nin yanında bir bina yapılıyor ama ne olduğu belli değil. Duyduğum 60 katlı bir binanın yapıldığı. Altyapı buna uygun mu? Beşevler'de bir meslek lisesi yıkıldı, cami yapılacağı söyleniyor. İhanetin boyutu çok büyük.
6 / Mehmet Can Çağlayan: TOKİ'ler her tarafı sardı. Kentsel dönüşüm projelerinin olduğu her yerde kamuoyu araştırması yapsanız, bir çoğu heyecanla bekler çünkü alt yapı sıkıntısı vardır, suç oranı yüksektir. İnsanlar kaloriferli dairede oturmak isterler, devlet de bu zaafın farkındadır. Şehrin merkezindeki gecekondulardaki insanlara birçok vaatte bulunmaktadır. Bu işin neoliberal politikalara hizmet eden tarafını da görmek lazım. Çünkü TOKİ'ler şehir merkezlerinden uzaktır, bir AVM vardır ve kendi gecekondusunda kayıt dışı ekonomiyle üretip sattıkları şeyi insanlar artık satamazlar. Aşırı güvenlikli yerlerdir. Oraya yerleştirilenler de borçlandırılmaktadır. Aidat ödemek zorundalar, yol parası veriyorlar. Cumhurbaşkanı bu ihaneti dile getiriyor ama bu ihanetler kendi iktidarları süresince oldu. Toprak rantı konusunda iktidarın canı, Gezi sürecinde çok yanmıştı. Bütün kamuya açık bir park vardı, orayı imara açtığınızda dünyanın en pahalı arsası haline geliyor. Birilerine söz vermişlerdi sanırım ve bunu yerine getirememişlerdi. Sokaklarda bir şeylere itiraz eden bir kitle gördük ama mesele bundan ibaret değil. Oradaki hırçınlığın başında bu var. 60 yıldır üretim yapan birçok üretici ve sanayici, artık üretme ihtiyacı hissetmiyor. Çünkü bir arsanın üzerine AVM ya da rezidans kurduğunda aynı parayı kazanıyor, neden üretsin ki? İktidar da buna hizmet ediyor. Türkiye'nin neredeyse bütün geliri inşaata dayalı. Çünkü bütün para orada.
7 / Lütfi Gölpunar: Kentlerimize ihanet ettik mi ifadesini garipsedim, cumhurbaşkanı söylemeseydi bugün bunu tartışmayacaktık. Nasıl bir kent yaşamı tasavvur ediyoruz, bunu tartışsaydık; kentlerden ekolojik dengeye yaşamın her alanında ne varsa bunu konuşabilirdik.
Oya Özden: Yine tartışabiliriz, bir engel yok. Bu sadece genel gündem maddesi, lütfen yanlış bir algıya kapılmayalım. Orada geniş bir başlık var: Kentlerimize ihanet ettik mi? Türkiye'de şehirleşme diyoruz.
Cumhurbaşkanının tarif etmesinin bir etkisi var sonuçta, bunu kastetmiştim. TBMM'de sınırlar belirlenmiş, onun dışına çıkamıyorlar. Sonuçta kendi belirlediğimiz bir tartışmada sınırı biz koyabiliriz. İhanet sözcüğüne gelince; zaten kapitalizmin kendisi ihanettir. 24 Ocak kararlarından sonra kapitalizmin gelişim süreçleri içerisinde bunu değerlendirmek durumundayız. Türkiye'de yaygın göçün 60'lardan sonra başlamasıyla birlikte gelişen kentleşme ile, 24 Ocak kararlarıyla serbest piyasa ekonomisinin hakim kılınmasıyla gelişen kentleşmeyi birbirinden farklı algılamalıyız. Altmışlı yıllarda ne kadar çarpık olursa olsun kentleşme tırnak içinde ranta dayanmazken, 24 Ocak kararlarıyla aksi gerçekleşti. Merkezinde rant var, insan ve insanlık yok; çevre ve diğer canlılar yok. Kapitalizm sağlığa zararlı derken bunu her boyutuyla değerlendirmemiz gerekiyordu. Nasıl bir kent, çevre ve dünya istediğimizi tartışmalıyız.
Oya Özden: Burada on yıldır Türkiye neyi konuşuyorsa, biz genel gündem olarak onu seçiyoruz. Bu ayki gündem cumhurbaşkanının konuşmasıyla ortaya çıktı. Biz çözüm önerilerini, nasıl bir şehir tahayyül ettiğinizi konuşmanızda söyleyebilirsiniz.
8 / Mahmut Konuk: Melih Gökçek Ankara'nın siluetini değiştirdi. Hitit Güneşi'ni değiştirip Atakule, kedi yaptı. Melih Gökçek belediye başkanı olduğunda, genelkurmay kavşağına ilk kazmayı vurduğunda, şehir plancıları derneği bir açıklama yapmıştı; bu cehalet değilse cinayettir diye. Gökçek, yaptığımız her şeye ideolojik bakıyorlar, oysaki trafiği rahatlatacağız dedi. Dernek, bilim diye bir şey var, burada trafik açılır, Akay'da tıkanır dedi. Böyle tartışmalar yaşandı. Gökçek Kızılay'ı yaya trafiğine kapattı, biz o beton bariyerleri aşarak alana girebiliyorduk. Bugün Eryaman'da bir kaza oluyor, etkisi Dikmen'de hissediliyor. Ankara'da 12 derenin üzerleri kapatıldı, hava sirkülasyonu engellendi, Ankara'nın havası kirlendi. Murat Karayalçın, kentleşme ve kent sorunlarının çözümü konusunda 30-25 kişilik bir bilim heyeti oluşturdu, onların verdiği önerilerle iş yaptı, Ankara'nın hava kirliliğini ortadan kaldırdı. Şimdi Ankara yeniden en kirli kent haline dönüşmeye başladı. Kentler meydanlarıyla tanınır; kentler insanların nefes aldığı ve gerektiğinde tepkisini dile getirdi yerlerdir. Kızılay Meydanı yıllardır Ankara'nın muhaliflerine kapalı. Sakarya caddesi kapalı, Yüksel Caddesi'ne karakol kurulmuş. Ankara'nın tüm meydanları halka kapalı.
9 / Ömer Atalar: Bir düşünürün dediği "Sömürgeleştirildik çünkü sömürgeleştirilebilir durumdaydık" ifadesi bize de uyuyor. Kentlerimiz bu hale getirildi çünkü bu hale getirilebilir durumdayız. Biz TkMM içindeki bileşenler Ankara'nın sorunları için bir platform oluşturalım dedik, yapamadık. Örgütlü bir yapı yok. Sürü halindeki bir toplumuz biz. Kentine sahip çıkacak bir örgütlülük olmadığı gibi herhangi bir konuda da örgütlülüğümüz yok. Burada 20-30 kişiyiz ve temsil ettiğimiz bir taban yok. Örgütü olmayan bir yapıda demokrasi de olmaz. Kente, doğaya i̇hanet edildiğinde bir karşı çıkış da olmaz. Biz bu hale getirilebilir durumundaydık, biz Gökçek ile yönetilebilir durumdaydık. Bu sorunu yaratan düzlem ve düzeyde kalarak bunu çözemeyeceğiz. Çözmek mi istiyoruz, para vereceğiz, vakit vereceğiz, bilgimizi ortaya koyacağız, risk alacağız, egemenin karşısına çıkacağız ve buna karşıyız diyeceğiz. Var mıyız, yokuz. Öyleyse kent değişecek, o bina yıkılacak, TOKİ'ler yapılacak. Bütün belediye meclislerinde muhalif yapılar var. Ama bu muhalif partilerin belediye meclisindeki üyelerinin, üyelik öncesindeki ve sonrasındaki servet değişimlerinde imarda onlara da pay ayrılıyor. Biz örgütlü bir şekilde muhalefet etmiyoruz. Hakkı ve hakikati savunacak örgütlü bir yapımız yok. Böyle olunca herkes makul ve mantıklı düşünüyor; mantıklı olan cüzdan. Herkes çıkarına bakıyor. Sorunlarımızı, birbiriyle aynı düşünen insanlarla tartışarak çözemeyiz. Çözüm örgütlülüktür. Gökçek'i yaptıkları nedeniyle yargının karşısına çıkarabilseydik gündemi de biz belirlerdik. Erk olmak istiyorsak örgütleneceğiz.
10 / Gökay Arslan: Paris İklim Zirvesi'nde ülkemizden yine katılım oldu. Amerika'nın katılmadığı gibi bir katılmamazlık yapılmadı. Buna karşın kendi sanayi ve inşaat projeleri kapsamında karbon emisyonlarının düşürülmesinin aksine hatta yükseltilmesini bile talep ettiler. O zihniyet değişmedikçe bizim iklim hakkında konuşmamız cılız kalacak. Sorularım var. Spekülasyonlardan bahsedildi. Futbol stadyumlarıyla bir tez yazdım. Eski stadyumlar yıkılıyor ya da bir yere taşınıyor, peki eski araziler ne oluyor diye Antalya'daki Stadyum özelinde incelemiştim. Eski stadyumların yerine AVM'ler yapılıyor, peki Antalya'da ne oluyor? Yerine AVM yapılmayacak, kültür parkı yapılacak deniyordu. Araştırdım, önceden yeşil alan olarak geçen arsa son 20 yılda üç kez önce yeşil alandan spor tesisine, spor tesisinden de ticari alana gelmiş bulunuyor. Stadyum dışındaki kompleks yıkıldı, yeni stadyum yapıldı, geriye kalan 40 dönümlük arsa özelleştirildi, TOKİ'ye, Emlak Konut'a verildi. Yeni bir rant oluşuyor. Spekülasyonlar Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugüne geliyor. Bunlara karşı olumsuz bakıyorum, siz nasıl bakıyorsunuz; bunların üstesinden gelmek için ne yapmak gerekir? (Mükremin Barut'a) İlhan Tekeli okumaları yapmıştım. Mimarlara yönelik özeleştiriler vardı. Mekanlara, kamusal alanlara statik olarak baktık, sosyal alanı çok dikkate almadık, sorunlar buradan kaynaklanıyor diyenler var. 80'lerden sonra mimarların mekana bakışları nasıl ve mimarların katkı sunduğunu söyleyebileceğiniz örnekler var mı Türkiye'de?
11 / Nejat Kangal: Aslında kapitalizmin böyle bir sorunu hep büyüttüğünü ve yaşadığını düşünüyorum çünkü sermaye ihtiyacı var ve sermaye ihtiyacı en kolay rantlarla karşılanıyor. Cumhurbaşkanı ihanetten bahsedince, geçmişe dönüp bakıyorum, şehir plancıları, mimarlar odası, siyasetçiler, sivil toplum örgütleri, bu tür konularda karşı çıkıp dava açtıklarında Türkiye'nin gelişmesini istemeyen hainlerdi. Şimdi ne oldu? Geriye bakınca şunu görüyorum; ülkemizde sadece muhafazakar kanat değil, devletin genel olarak yapısı hafızadan hoşlanmıyor. Gerçek solcular tarihi, çevreyi, toplumsal hafızayı korumaya çalışıyor ama sürekli bunları yok etmeye çalışan birileri var. Ben bunu sadece Ak Parti'nin politikası olarak da görmüyorum; bu bir devlet politikasıdır. Bu tür işlere Menderes Tarlabaşı'nı yıkarak başlamıştı, bitirememişti, geri kalana Dalan devam etti. Bugün gökdelenlerin ve rezidansların olduğu bir yer inşa ediliyor. 70'lerde Ankara Kızılay Meydanı'nda ortasına 40 metrelik bir çukur açılmıştı, devasa bir çarşı yapılacaktı. Dalokay döneminde bunlar toparlandı. Çukurambar gecekonduyken, 3-4 katlık bir imar verdiler, sonra 40-50 katlık binalar ortaya çıktı, kimler para kazandı bilmiyorum ama yarattığı sorunu biliyorum. Bahçelievler ve Emek Mahallesi dubleks evlerden oluşan bir yeşil alandı. Şu anda onu yok ettiler. Meydanlarımız gitti, şehirlerimizde yaşamıyoruz. Ankara'nın sokaklarının, meydanlarının, caddelerinin isimleri değişti. Bir kere de değil. Sokak isimlerinin bir mantığı vardı eskiden, alfabetikti. Yazar ve sanatçı isimleriydi. Şimdi garip isimler var. Bunların tamamı insan hafızasına yapılan bir saldırı. Bütün bunlar neden yapıldı?
12 / Egemen Sarı: İller Bankası bir gece vakti yıkıldı, bu insan hafızasına karşı bir saldırı, bir ihanet. Örgütlü hareket edip burayı koruyamadık. AOÇ'de, ODTÜ'de, Baraj Gazinosu'nda yapılan çevre ve orman tahribatı söz konusu. Değişen sokak isimlerinin maksadı nedir? Bilir Sokak Abay Kunanbay olarak değiştirilmiş, Balgat Caddesi, Süleyman Hacı Abdullahoğlu olmuş, Bahçelievler 1. Cadde Taşkent Caddesi olmuş. Bunun gibi örnekler var. Hollanda ve İsviçre başbakanları bisiklet kullanabiliyorlar, biz aynı evden üç arabayla çıkıyoruz. Bu lüks yaşamımızın nedeni ne? Güç rekabeti ve rant sağlama isteği bunlara neden oluyor sanırım. Yapıcı, onarıcı, kollayıcı olmamız gerekirken, yıkıcı davranıyoruz. Ankara'da 35 AVM varmış, İstanbul'da 100, İzmir'de 19 ve Antalya'da 16 tane varmış. Hafta sonu insanlar buralara gidiyorlar, sadece bir şeyler satın alıyorlar.
13 / Ayla Yılmaz: Türkiye'deki kent politikalarından konuşurken kapitalizmden konuşmamak olmaz. Bütün bu saldırılar aslında daha fazla artı değer, üretim ve enerjinin sonucu oluyor. Biz daha fazla enerji ve üretmeye ihtiyacımız var mı diye sormadan, bu rant ve talanın üstesinden gelemeyiz. Bu kadar üretim ve enerji varken neden hala milyonlarca insan ölüyor diye sormadan da edemeyiz. Bu fazla enerji ve üretim bizim için yapılmıyor, daha fazla kar için yapılıyor. Bu kadar enerjinin harcanmasına karşı çıkmalıyız. Tüm bunlar örgütlü olmamızdan kaynaklanıyor diyoruz ama birçok kişi de aslında örgütlü. Sorun örgütlü olmak değil, ne için örgütlüyüz, nasıl bir örgütlenme içindeyiz? Çözüm, kapitalizme karşı mücadele içinde olan bir örgütlenme. Kent politikalarını konuşurken bunları da konuşmamız gerekiyor. Tarih ve binalar diye konuştuğumuz şey, aslında Anadolu halklarının imhası ve inkarıdır, asimilasyonudur. Oradaki binaların yıkılması, sadece tuğlaların dökülmesi değil, bir halkın kültürünüm ve tarihinin de yok edilmesidir. Neden böyle bir devlet politikası var? Gerçekten tarihi ve kültürü yok etmek kafalarımızda yeni bir ideoloji kurabilir. Ancak tarihimizi öğrenirsek mücadele edebiliriz. Mevcut politikalara muhalefet ediyoruz ama bunu yaparken de istediğimizi de söylemeliyiz; nasıl bir kent istiyoruz ve bunu nasıl yapacağız? Sosyalizm ve kent konusu da ele alınabilir ve sosyalizmin güncelliğini konuşabiliriz.
14 / Hüseyin Küçükbalaban: Konu biraz refere edilmiş bir konu, tabii sizlerin niyetinden bağımsız söylüyorum. "Kentlerimiz ihanet ettik biz de sorumluyuz" cümlesini yetkili bir ağızdan duymak hemen arkasından şunu akla getiriyor: "Buraları bu hale getirenlerden hesap sorulacak, birileri çıkıp bunun bedelini ödeyecek." Arkasından bu söylense belki bu konuyu burada tartışmayacağız. Kent dersek, Bergama köylülerini, Kaz dağlarını unuturuz. Fırtına Vadisi, Cerattepe, Hasankeyf, Mardin, Sur gibi, Cizre gibi tarihi bir kent. Toledo yapmak istediklerini söylüyorlar. Bunları görmesek, gelip İstanbul'da dört kuleyi tartışırız. Sadece Toledo yapmak için 600 bin kişinin yerinden edildiği resmi kayıtlarda söyleniyor. Hasankeyf dinamitlerle parçalanıyor. Tahir Elçi Dört Ayaklı Minare'nin dibinde öldürüldü. Sadece GAP projesi ile 400 bin kişi yerinden edildi. Bunun üzerine kurulan barajlarla devasa tarihi yapılar sular altında kaldı. Aristo'nun toplum ve insanlık üzerine bütün dizaynı polis üzerine yani Atina polisleri üzerine. Birçok düşünürün ilk düşünsel tasavvurları polislerin yönetimi, vatandaşlık hakları gibi konular. Kapitalizmin modern çağında isimlendirilen bir kent kavramıyla birçok sorunu tartışamayız. Bu, insanlığın tarihsel olarak birikiminin, hem varoluşuyla hem ürettikleriyle yok sayılmasıdır. Bu kentler bu hale getirildiyse, küçük yerleşim yerlerinden tutalım büyük kentlere kadar bütün sorumlularından hesap soracak bir çare bulalım; bunun üzerinden taleplerimizi dile getirelim.
Mahmut Emin Avcı: Demokratik çoğulcu bir rejimde yaşamadığımız hepimizin hem fikir olduğu bir durumdur. Ülkemizde baskın bir siyasi kadronun (Sünni, ırkçı ve ülkeyi kamplara ayıran) iktidarı hakimdir. Ülkedeki inanç, etnik, siyasi kesimlerin hak ve hukuku tanınmamaktadır. Halkın yaşam tarzlarına müdahale edilmekte, ülke yönetiminde söz ve karar sahibi olmadıkları gibi istek ve ihtiyaçları da karşılanmamaktadır. Ülkemizde arzuladıkları; kendi etnik kültür değerlerini üstün kılan bir anlayış ile tek ırk, tek inanç, tek düşünceye sahip bir millet oluşturulmaktır. OHAL ile yürütülen ülke yönetimi KHK’larla karşı düşüncede olan muhalif partiler, STK’lar, her kesimden bireyler susturulmaya çalışılmaktadır. Ülkeyi çağdaş ve medeniyetten yoksun, çoğulcu demokrasi yapısından uzak ve kimi zaman uygulamalarından geri adım atarak, sonraki hamlesine uygun ortam yaratmaktadırlar. Yerel yönetimlerde de kent yaşamını buna göre dizayn etmektedirler. Örneğin son günlerde fazla dile getirilmeyen, özellikle büyükşehirlerde faaliyet gösteren Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları, Devlet Senfoni ve Orkestraları, Devlet Halk Dansları Topluluğu, Devlet Çoksesli Korosu olmak üzere toplam 52 sanat kurumunun kapatılmasını istemektedirler. Yasa tasarısı da TBMM’de beklemektedir. Uygulamak istenen baskıcı ve gerici bir düzendir. (eğitim fakülteleri, güzel sanat liseleri, konservatuarlar da sıradadır) Ülkeyi Osmanlı dönemindeki şeriat yönetiminin de daha ötesine götürme çabasındadırlar. Toplumu da buna hazırlamak için inanç sömürüsü yapmaktadırlar. Tekçi anlayışlarını yerleştirmek için eğitim müfredatlarında yaptıkları değişikliklerin yanı sıra şehir, belde, dağ, nehir, vadi, cadde, sokak isimlerini değiştirmekte daha çok ırkçı, İslami ve Arap kültürüne dayalı isimler koymaktadırlar. Bunun en somut örneğini yaşadığımız başkentimiz Ankara’daki isimlerden bazı örnekler vereceğim: Akdeniz Caddesi-Abdullah Gabdulla, Balgat Caddesi-Süleyman Hacı Abdullahoğlu, Bahçelievler’de Birinci Cadde-Taşkent, Dördüncü Cadde-Kazakistan, Yedinci Cadde-Aşkaabat, Sekizinci Cadde-Bişkek, Çevre Sokak-Üsküp, Güven Sokak-Kuveyt. Başka ülkelerde belde isimleri yüz yıllarca değiştirilmemektedir. Anadolu MÖ.'ne dayanan dünyanın medeniyetler merkezi olup bugünde üzerinde yaşayan halkların tarihini yaşatan tarihi mekânlar, anıtlar ve coğrafik bölgelerin yer aldığı topraklardır. Bunların isimleri değiştirilmektedir. Tarihi eserler ise yıktırılmaktadır. Başta Kürtler olmak üzere bu topraklarda yaşayan, tarihi bağı olan halkların dillerini, gelenek ve inançları da dahil yaşam tarzları yasaklanmaktadır. Bu asimilasyon politikalarına bir de yeni nesillerin tarihlerini unutturmak için tarihi mekanların isimleri değiştirilmekte ve tarihi eserleri yıktırılmaktadır. Yerel yönetimler bir başka yönü ile ele alırsak; Osmanlı döneminde kentlerde imar, ıslah ve kent yaşamını düzenleme işleri o dönemdeki sivil toplum kuruluşları olan vakıflar, manastırlar, hayır kurumları, zanaat birlikleri (lonca ve ahiler) eğitim kurumları gibi örgütler tarafından gerçekleştirilirdi. Kadılar bunları, kent yaşayanların sadece hukuki meseleleri ile güvenliğine bakardı. Yani kentin asayiş ve düzeninden sorumlu idi. Cumhuriyetin ilk yılları ile 1930 da çıkarılan 1580 Sayılı Belediye Kanunu o yıllarda Osmanlı döneminin yerel idare sistemine uygun çalışırken, zamanla merkezi idarenin tekçi politik yapısı vesayetine girmiştir. Başkent Ankara 1973 kadar 11 vali tarafından idare edilmiştir. Yerel yönetim gerek belediyeler olsun, gerekse valilikler olsun bütçeleri merkezi idare tarafından belirlenmekte, zaman zaman kentlerdeki tasarruflar merkezi idarenin müdahalesiyle karşı karşıya kalmaktadır. 1973 – 77 yılları arasında Ankara Belediye Başkanlığı (Vedat Dalokay) döneminde ilk ciddi kent ile ilgili imar, sosyal, kültürel politikalar yapılmıştır. Bugün (2017 Yılı) halen o dönemin projeleri gerçekleştirilmektedir. Batıkent, Altınpark, Çevreyolları, Metro, Kavşaklardaki göbekler, her eve bir şişe süt projesi, bedava toplu ulaşım projesi, Ankara halk ekmek fabrikası, kesik et muayene istasyonu, Hitit Anıtı, halk konseyleri, meslek kursları vs. saymakla bitmez. 1973-1994 yılları arasında gelen 5 (beş) belediye başkanından daha fala belediye başkanlığı yapan İ. Melih Gökçek, her bir belediye başkanından daha az proje gerçekleştirmiştir. Ama onlardan daha fazla Ankara ve halkına ihanet etmiştir.
Soru-Cevap
Mükremin Barut: İlhan Tekeli'nin dile getirdiği bir durum var. Kentlerde belediye alanlarında emsal değişikliği müthiş bir rant kapısı. Yerel yönetim yasalarında merkez vesayeti kaldırıldı gibi ifade edildi. Merkez vesayeti illerde belediye başkanı bakanlığa yazı yazacaksa vali üzerinden göndermek zorundaydı önceden. İlçelerde ise belediyenin bir talebi varsa yine kaymakamlar üzerinden yazılıyordu, son yasada bu kaldırıldı. Tüm bu kayyum atamalarına bakarsak, HDP'li belediyelerde merkez vesayetini, ilçelerde kaymakamlar yönetiyor, illerde de valiler yürütüyor. Avrupa'da böyle mi, değil. Rantın önüne geçmek bu yapıda mümkün mü diye soruldu ama başka bir zihniyet hakim olmalı bunun için. Sosyalist belediyelerde bu oldu mu? Dalokay döneminde, 12 Mart'ta içerde olan devrimciler işe alınmıştı.
Kimlikli şehirlerden bahsedildi. Mardin, Sivas kimlikli şehirlerdi. Yerel yönetimlerde şunu tartıştık. Ankara bir eğitim şehri mi, hastane şehri mi? Şehirlerin böyle kimliklere sahip olması gerektiği yönünde bir paradigma var, hala geçerli diye biliyorum. Sur'da Cizre'de yapılan bir projenin ötesinde. Etnik bir temizlik, temeli o. Hesap soracak bir mekanizma yok. İhanet ettik söylemlerinin arkasında, kendi belediyelerinde başkanların yer değiştirmesinde musluğun yönünü değiştirme felsefesi var. Ekonomik anlamda dibe vurmuş durumdalar. Kaynakları tükendi çünkü.
Hiçbir parti yerel belediye meclislerine özen göstermiyor, oralara teknik adamlar gönderilmiyor. Dalokay dönemine referans verilmiyor, ismi bile anılmıyor oysa değerli şeyler yapmıştır. Maalesef partilerin bir ekolü var; partilerde sanatın, sporun yeri yok.
Orhan Sarıaltun: 1980 sonrasında 12 Eylül'ün de etkisiyle ülkede oluşmuş sermayenin, küresel sermaye ile birleştiği, onun yereldeki oyuncusu haline dönüştü bir kırılma noktasıdır. O dönemde kentlerde devletin hakimiyeti çekilmiş ve bu sermayenin yönlendirmesi altına girmiştir. Siyaset adına yapılmış bir Turgut Özal hamlesi vardır. Bugünlere kadar sol siyasetin yer aldığı gecekondu bölgeleri kat verilerek, imar iskanlarıyla mevcut yerlerinde yapılaşmaları sağlanarak oradaki siyaset önce merkeze sonra sağa dönüştürülmüştür. Turizm ve yatak sayısı mevzuları konuşularak ikinci hamleyle birlikte kıyıların yok edilmesi süreci başlamıştır. 80 sonrasını bir bütün olarak söyledim ama 1999 depremi ve afet riski altındaki alanların dönüşümü hakkındaki kanunun gerekçesi olan Van depremini kırılma noktaları olarak söyleyebilirim. 99 depreminden sonra, önce yasalarla başlayan, kentlerin taşınması projesi ile devam eden projeler vardı, hiçbiri tutmadı. AKP döneminde de bunlar kentsel dönüşüm projeleri olarak başladı. 2002'de AKP iktidara ilk geldiğinde bir yıl süre ile ülke bir şey yaşadı. Kapkaçıların çeteleştiği, sokakta yürünemez hale geldiği, kadınların çantalarını kilitleyip yürümek zorunda kaldığı bir dönem yaşadık. AKP'nin aldığı en büyük eleştiri de bu merkezdeydi. Herkes bunu normal bir süreç sandı oysa bu bir reklamdı, politikaydı. AKP iktidara gelirken 15 bin km duble yol yapacağız dedi, Sakıp Sabancı'nın önderliğinde sermayenin kurduğu bir parti olarak hazırlık yapmıştı. Orada i̇nşaat sektörüne yöneleceğinin işaretini verdi. Kentsel dönüşüm de ikinci adımıydı. Sonrasında birdenbire toplu konut projeleri başladı güvenlikli sitelerin içerisinde. Hemen arkasından AVM'ler geldi ve kent merkezlerinin çöküşü başladı. Kent merkezleri güvenliksiz hale getirildi. Eski dokular büyük ölçüde bu politikalarla boşaltıldı. İnsanlar çirkin toplu konutların içerisine sokuldu. Her düzeyden proje bu politikaların akabinde gerçekleşti.
Stadyumlar bizim en temel konularımızdan birisi. Ali Sami Yen Stadı Torunlar AVM ve Rezidans oldu. Antalya'da aynı şekilde; Adana 5 Ocak, Trabzon Avni Aker, Ankara Cebeci İnönü var. Ankara Cebeci İnönü üzerinden söyleyeyim; konut artı ticaret. Plan kararı bu. Konut artı ticaret ve yüksek yapı yoğunluğu hepsinde aynı şekilde. Merkezdeki stadyumları bu şekilde dönüştürüp, stadyumları kentin dışına atıyorlar. Tarihten bu yana böyle bir uygulama yoktur; insanların ortak kullandığı alanlar kentin merkezlerinde olur. Ama bizde bu konulara yeni rant alanları açılması açısından bakıldığı için şehirlerin dışına atılıyor. Çoğunun bir ulaşım sistemi ile bağlantısı bile yok.
Mahmut Emin Avcı: 1580 sayılı yasadan bahsettik. Belediyelerinde ekonomik açıdan kötü durumda olduğunu konuştuk. 1984 seçimlerine girildiği zaman, Özal döneminde, 3030 sayılı büyükşehir belediye uygulama kanunu çıktı. Bu kanunla büyük şehirler büyük paraya sahip oldular. Maliye Bakanlığı'nın toplamış olduğu gelirlerin tahsilatından yüzde 6 pay aldılar. Bir önceki belediye bütçesinin en az on katı. Ankara ili sınırları içinde vergi ödene gelirlerin yüzde 6'sı. Mehmet Altınsoy zamanında verildi. Altınsoy, alt yapı projelerine girdi. Altınpark'ı bitirdi, Batıkent ile ilgili çalışmalar sürdürdü. Bu arada ilçe belediyeleri oluştuğu için bu yüklü para ilk geldiğinde ilçelere devredildiği için büyük yatırımlara giremediler. Karayalçın geldiği zaman Dikmen Vadisi'ni, Mamak Viyadüğü'nü ve Aşti'yi bitirdi ve metroyu yürüttü. Melih Gökçek diyor ya metrodan bana çok büyük borç kaldı diye; borç kaldığı doğru ama o borcu Melih Gökçek ödemedi. Geri dönüşümlü bir borçtu, kendi içerisinde ödeniyordu. Metronun geliri üzerinden ödeniyordu. Şu anda belediyeler, özellikle büyükşehir belediyeleri üç dört tane bakanın bütçesine bedel bir bütçeye sahipler. Bakanlara, milletvekillerine sorun şimdi, belediye başkanı olmak isterler çünkü rantın büyüğü orada, ekonomi orada.
Nejat Kangal: Sokak isimlerinin değişmesiyle ilgili olarak; örneğin Talatpaşa Bulvarı'nın ismini kaldırır mıydınız?
Mükremin Barut: TKP'nin büyükşehir belediye başkanı adayına bu soruyu sorduk; düşünmemiş bile bir cevap veremedi. Saraçoğlu Mahallesi sıkı savunuluyor ama biz tarihi arkamıza almadan ilerlememiz zor. Rüştü Saraçoğlu da tarihte eleştirisi yapılması gereken bir isim. Tandoğan Meydanı'nın adını CHP kaldırsaydı keşke. Bu isimlerde bir problemimiz var, bence Talatpaşa Bulvarı'nın ismi kaldırılmalı.
Ayşegül Karagöz: Adliyenin, askeriyenin, hastanelerin şehir dışına taşınması gibi projeler var sanırım. Bu konuda ne düşüyorsunuz? Bu yapılar şehir dışında taşınırken Şeker Fabrikası'nın yeri orası mı olmalı çünkü çok şehrin içerisinde, o da taşınamaz mı?
Mükremin Barut: Karayalçın döneminde dile getiren ama bir çoğumuzun ihmal ettiği Harp Okulu bölgesi, 418 hektar. Merkez, eski bakanlıklar, bakanlık müzesi taşınabilirse burada böyle bir imkan var. Bunlar şehir içinde kalıyorlar kentler geliştiği zaman. Güvenlik nedeniyle taşınması savunuluyor bildiğim kadarıyla yasayla. Bunun da tartışılması gereken bir konu.
Orhan Sarıaltun: Birçok kentte askeri alanlar için söz konusu bu. Şehir hastaneleri bizim asli konularımızdan biri. Türk Tabipler Birliği ile birlikte çalışıyoruz bu konuda. Sadece yapıların taşınması diye bakmamalıyız buna; kurgusu da son derece sakat. Kurgu şöyle; devlet yeni sağlık yatırımı yani yataklı hastane yapmama taahhüdünde bulunuyor. Süreli olarak şu şu hastaneleri kapatacağım, seni çalıştıracağım diyor; bir özel sektör olgusu var orada. Devletin elindeki hastanelerin kaldırılıp özelleştirilmesinden başka bir şey değil. Eskiden kalan alanları da stadyumlarda olduğu gibi kapatmayı taahhüt edip yeni projeleri gerçekleştirileceğini taahhüt ediyor. Şu anda Çayyolu bölgesine bir yönelim var, bunun tersi de olacak. Doyunca eski dokuya, merkeze doğru dönecekler.
Sur konusu çok önemli. TMMOB heyetiyle gittim ve halkla konuştum. Bir yıkımın ortasında kalmış, direnen çok sınırlı ev var orada. Birisi 25 km ötede kendilerine TOKİ konutu verildiğini; o evi 339 bin liraya sayıp, yıkmak istedikleri evine 20 bin lira verdiklerini söyledi. Zaten sabit işi olmayan, bir sürü insana bakan birinin bunu ödeme şansı yok. Dağa çıkıyorlar diye şikayet ediyorlar ama başka çare bırakmıyorlar. O insanları gayri resmi işlere mecbur bırakıyorlar. Oysa TOKİ projelerinden elde ettiğin artı değeri oraya yansıtsan, ülkenin genelindeki bir sorunu da büyütmemiş olursun. Orada bilinçli bir şekilde çatışmanın sürmesi işleniyor. Partileri ayırt etmiyorum; konu rant ve para olunca herkes işin içinde var maalesef.
AŞTİ konusundaki karar şu: AŞTİ'nin şu anki alanı AOÇ alanı. Karayalçın döneminde geçici olarak alınmıştı, sadece AŞTİ alanı olarak kullanılmak kaydıyla. O alanı şimdi başka türlü bir kullanıma açmak istiyorlar. Otomobil öncelikli bir nokta seçiyorlar, çevre yolunun kenarlarına köşesinde. Oysa bir toplu taşıma sistemiyle bütünleşik yapmaları gerekir. Havaalanı ile toplu taşıma sistemini birleştireceğiz dediler, en ufak bir hamle yok. Askeri alanların taşınması tartışılan bir konu. Birçok kentte en yeşil alanlardan birisidir. Yapı yoğunluğu çok fazla değildir. Güvenlik konusunda bir çekince var ama önemli bir bölümünü taşıyacaklar gibi görünüyor. Önemli olan, bu alanların büyük bölümünün açık ve yeşil alan olarak kullanılması.
Şeker Fabrikası konusunda gelince; döneminde o bölgede hiç yapılaşma yok. Kentin ortası demek şansımız da yok bu nedenle. Hemen yanında AOÇ ile ilişkili bir alan, hızlı trenlerle ilgili bir tesis kuruluyor. Şeker Fabrikası için de fuar alanı olması yönünde bir çalışma vardı. Biz de çok olumsuz bakmadık oda olarak. Fuar alanı bitmedi, uzlaşılamadığı için, havaalanı tarafına taşınma kararı alındı. Şu an orasının ne olacağı meçhul, şeker fabrikası olarak kalmayacak. O dönemdeki binaların yapılarının korunması çok önemli, dönüşebilir. Genellikle bu tür yapılar dünyada kültüre ya da sanata hizmet eden yerlere dönüşüyor.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
340 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu