YER: Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
TARİH: 04.03.2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1. İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Nurcan Kitin)
2. Düşünce Suçuna Karşı Girişim (Şanar Yurdatapan)
3. Hasta Hakları Platformu (Mustafa Sütlaş)
4. Liberal Demokrasi Hareketi Derneği (Feyza Geçmen)
5. Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
6. Liberal Demokrasi Grubu (Tamer Çağdaş)
7. Adaleti Savunanlar Derneği (Gürcan Onat)
8. Güvercinler Meclisi Girişimi (Şahin Candaş)
9. Taksim Platformu (Korhan Gümüş)
MESLEK ODALARI Yok.
SENDİKALAR Yok.
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1. Mehmet Muş (Ak Parti)
BELEDİYE BAŞKANLARI Yok.
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 9 izleyici/gözlemci katıldı.
MEDYA Yok.
MODERATÖR Sacit Kayasu
KONULAR
GENEL KONU: ‘Devlet İstihbarat Örgütlerinin Görev ve Sorumlulukları (Ne olmalı, ne olmamalı?)'
YEREL KONU: ' İstanbullular ve Taksim Meydanı '
KONUŞULANLAR
GENEL KONU: ‘Devlet İstihbarat Örgütlerinin Görev ve Sorumlulukları (Ne olmalı, ne olmamalı?)'
Feyza Geçmen: Konu özel yetkili bir mahkemedeki savcının, üst düzey MİT mensubu kişileri ifadeye çağırmasıyla başladı. Yani ortada suç unsuru olan bir konu var. Failler belli. Başbakan yad a yada özel bir konumla yetkilendirilmiş kişiler. Burada bir usul problemi yaşandı ki, suç ortaya çıktı. Bu da basına yansıyınca böyle dallanıp budaklandı. Ortadaki sözde suçluları sahiplenen bir makam var. Hem de yürütmenin başındaki bir kişi. Suçu işleyen kişilerin de ayrı konumları var. Ve yargı var. Hepsi birbirine karışmış durumda. Kuvvetler ayrılığı ilkesi kavramı var ki, liberallerin en üstünde durduğu konulardan biridir. Suç işleyen kimse, Cumhurbaşkanı da olabilir, Başbakan da, bizden biri de herkese dokunulabilinmelidir. Parasız eğitim isteyen öğrencileri, gazetecileri hapiste tutan yada yayınlanmamış kitapları toplatan yargı, eğer ortada gerçek bir suç varsa o suçu işleyenleri de yargılama hakkına sahip olmalıdır. Bunun usulü ne olmalı, belki bu tartışılmalı. Yargının üstünlüğü olmalı. Dünyada çok örneği var. Oysa ki burada Cumhurbaşkanı dokunulmaz. Sadece vatana ihanet suçundan yargılanabilir ki, o da göreceli bir kavram. Diyelim ki bir şekilde MİT görevlileri yargılanmadı, korundular. Aslında en büyük soru işareti bu konunun suç olup olmadığını tartışmamamız. Yani suç muydu değil miydi? Başbakan buna sahip çıktı. Yürütmenin başındaki kişi aynı zamanda. Savcılar görevlileri sorgulayamıyorlarsa bile, Başkakan’ı da sorgulamaları gerekir. Madem ki koruma var, konu ne, tam olarak aydınlanması için gerekli şeyler yapılmalı. MİT elbetteki istihbarat örgütü olarak gerekli kişilerle görüşmeli, bünyesinde bilgileri saklamalı. Ama bunun hukuksal bir dayanağı olmalı. Hukukun üstünlüğü diye yola çıkıldı hep, ama görülen o ki ortada böyle bir şey yok. Bir de yasama ile yürütmenin birbiriyle ne kadar içli dışlı olduğu ortaya çıkmaya başladı. ve bu aslında vahim bir durum.
Gürcan Onat: Konunun temelinde siyasetin olması gereken gibi olmaması yatıyor. İktidar iktidar gibi değil, muhalefet muhalefet gibi değil. Siyaset kurumlar üzerinden yapılıyor. Bir istihbarat örgütü bir devlet için olmazsa olmazdır. Eskiden komünistler MİT’ten korkardı, çünkü MİT onların aleyhine çalışıyordu. Sonradan dindarlar yani irtica, korkmaya başladı. Çünkü onarlın aleyhine çalışmaya başlamıştı. Yani görülüyor ki, birileri kurumları ele geçirip, karşı taraf için çalıştı. Olmaması gereken şey işte bu.Yani kurumların asli görevi neyse, onu yapması gerekir. Ülkenin varlığını, bağımsızlığını, güvenliğini ve anayasal düzenini korumak görevleridir. Kime rapor edeceği de belli, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Genelkurmay Başkanı’na, Milli Güvenlik Genel Sekreteri’ne. Burada düzeltilmesi gereken şeyler var ama, gerektiği gibi işlerse sorun olmayacaktır. Devletin idaresi için istihbarat örgütü çok önemlidir. Bir istihbarat görevlisi terör örgütü ile görüşmesi gerekiyorsa, görüşmelidir. Özel yetkili savcılık olmalıdır mı tartışılır ki, aslında olmaması gerekir. Neden var, çünkü hukuk normal yoldan işletilemediği için, bazı konuları halledebilmek için icat edilmiş. Özel yetkili savcılık olunca tabiî ki yetki aşımı da olur. MİT için yetki aşımı var mı yok mu konusu biraz daha ihtisas gerektiren bir şey. Ama ortada somut olan bir şey var. MİT Başbakan’a bağlı. Bu şekilde soruşturma açılabilir miydi? Burada bir usulsüzlük var. Çünkü Başbakan’ dan izin almak gerekir. Devletin işleyişinde, memurlukta her memurun bir amiri vardır ve amir memuruna belli bir yönetmeliğe göre görev verir ve takip eder. Eğer memur bunun dışına çıkarsa amiri zaten soruşturma açacaktır. Eğer açmazsa amir hakkında da soruşturma açılabilir. Ama Başbakan için bu geçerli değil.
Hüsnü Adalı: Devlet vatandaşın hizmetinde olmalı. AK Parti iktidara geldiğinden beri ülke kaklında evet, ama adalet yönünden bir gelişme olmadı. Bir çok konuda temel sorunlar çözülemedi. Kişiye özel kanun olmamalı denildi, aynen katılıyorum. İstihbarat örgütlerinin dinleme yapmaları çok da fark etmez. Nasılsa bizler fikirlerimizi her yerde aynı açıklıkla söylüyoruz. Derin devlet var belki bu ülkede evet ama, derin halk da var. Evet belki bir usulsüzlük var ortada, ama derine inilip usulsüzlüğü yaratan maddeler kalkmadıkça, korumayla sorunlar ancak örtbas edilir.
Mehmet Muş: Tüm dünyada istihbarat örgütlerinin faaliyetleri kanunlarla düzenlenir. Bu kanunlar dâhilinde ülkenin düzeni, refahı korumak adına faaliyet yürütürler. Türkiye’ye bakıldığında dış politika artık aktif ve etken durumda. Bunda istihbarat örgütünün de etkisi var. Dış politikanın görülmeyen kısmında da bu vardır. Dünyanın tüm demokratik ülkelerinde bu böyle işliyor. Mesela bugün CIA, Afganistan’da Taliban ile görüşüyor. Görüşmesindeki sebep de, ülkesinde koruma sağlamak. Bugün bir memur bile yargılanacağı zaman amirinden izin alınır. Kanun maddelerinde de izin alınması gerektiği yazar. Artık bu görülmedi mi, görmek mi istenmedi bilinmez. Bu MİT görevlisinin yargılamak için amirinden izin almak demektir, amiri de Başbakan’dır. Böyle olmalı mıdır tartışılır ama, şu anki mevcut işleyiş bu şekildedir.
YEREL KONU: ' İstanbullular ve Taksim Meydanı '
Korhan Gümüş: Taksim neden bu kadar konuşulan bir konu haline geldi, önce buna bakmak lazım. Geçmişten de gelen konularla siyasi hayatta da önemi olan bir yer. Yoksa şehircilik açısından bakıldığında diğer projeler, Sarıyer’de yapılmak istenen kavşak da aynı problemi gösteriyor. Ama bizim gözümüzde bir tek temsil alanı var ve bütün siyasi görüşler de orada temsil edildiği için, onun üzerinden tartışmamız daha doğru oluyor ama bu da bir zaaf ortaya çıkarmış oluyor. Tüm konuyu Taksim Meydanı’na indirgemiş oluyoruz. Bu milli temsil alanının, milli programların çatıştığı, çeliştiği Taksim Alanı’nın aslında kentsel alanı belirlediğini, kenti bir araca çevrildiğini, böyle bir nesneye çevirdiğini gözden kaçırmamak lazım. Bu geliştirme programların ilk kez Cumhuriyet ile başladığını düşünürüz. İkinci Milli Program ile, diğer ülke başkentlerinde olduğu gibi bir rekreasyon ve kültürel alan olması düşünülmüş. 19. yy kapitalizm ile dönüştürülen Galata- Beyoğlu ile, sarayın Dolmabahçe’ye taşınmasından sonra açılan Akaretler ile gelişen Nişantaşı, Şişli Maçka… arasında bir boşluk kaldı. Aslında Taksim başta bir meydan değildi. Şehrin sınırıydı. Mezarlıklar, kışlalar vardı. Fakat iki merkezin arasında kalınca, uzun bir gecikmeden sonra, Cumhuriyet rejimi gerçekleştireceği bir gösterinin çok büyük bir şehircilik hamlesinin ana bölgesi olarak seçiyor. Burada çok amaçlı bir salon,buz pateni pisti, tiyatro, futbol stadyumu, opera binası, konserler alanı vs. gibi yerleri içeren modernist bir program oluşturuldu. O zamanlar futbol stadyumu kurma fikri artık popüler de olduğu için, karşı çıkılmıyor. Ama opera, sanki Avrupa’nın fikirlerini zorla empoze ettiği bir şeymiş gibi algılanıyordu ve bu sebeple opera binasının açılması daha geç bir zamanda oldu. Ve sonradan bir yangın da geçti o binanın başından. Bu geçmişten anlaşıldığı kadarıyla Taksim konusunda bir hemfikirlik yok. Bir yanda kültürel başkentler arasına sokmaya çalışanlar, diğer yanda Taksim’deki camiyi savunanlar gibi. (Ki cami açılması kaçınılmazdı. ) 28 Şubat döneminde en çok tartışılan konu bu oldu. Ve o zaman da gündemde olan kavşaklar meselesi tartışılmadı. Şimdi 30 yıl önceki proje tartışılmadan gündeme geldi. Maalesef Türkiye’de tüm konularda böyle davranılıyor. Önce karar alınıyor. Sonra ne yapılabileceği hakkında fikir üretiliyor. Bir edebi eseri yazara verip al böyle yaz gibi bir şey. Roman yazmak daha özelde bir şey. Ama kamusal alanlar hakkındaki kararlar böyle alınamaz. Bu şekilde düşünülmesi ise skandaldır. Bizler dedik ki, madem ki yeni bir şeyler yapacaksınız, gelin beraber yapalım, eski çekişmeleri tekrarlamayın. Opera-cami ikilemesini bırakalım. Yöneticilerin bu gibi konularda karar verme genişlikleri, hayalleri olmuyor maalesef. Çünkü yanlarında hep yönlendiren bir çevre var. Ve onlar da sen biliyorsun doğrusunu diyip hiç tartışmıyorlar.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
170 kadar sivil toplum örgütüne mail aracılığıyla toplantı bilgisi verildi. Bazılarına faks gönderildi. Ayrıca telefonlar edildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Tüm İstanbul milletvekillerine mail, faks ve sms yoluyla toplantı bilgisi verildi.
MEDYA İLE
Basına, ajanslara mail yolu ile haber verildi.
04.03.2012 İstanbul kMM Toplantı Tutanağı
previous post