YER: TYB, Kızlarağası Medresesi (Sultanahmet)
TARİH: 4 Ocak Pazar 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Haydar Baki Doğan (Cem Vakfı)
2 / Şahin Tekgündüz (İstanbul Hepimizin)
3 / Fevzi Durmuş (Beyazay Derneği)
4 / Necmettin Keleş (ASDER)
5 / Gürcan Onat (ASSAM)
6 / Vasfi Kösebey (Emekli İlahiyatçılar ve Din Görevlileri Derneği)
7 / Hüsnü Adalı (Liberal Avrupa Derneği)
8 / M. Emin Uçbağlar (Ateizm Derneği)
9 / Adnan Vatansever (İst. Str. Düş. Derneği)
10 / Şanar Yurdatapan (Düşünce Suçuna Karşı Girişim )
SENDİKALAR
Yok
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
DGP Kütahya milletvekili İdris Bal
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / M. Ali Erdoğan (Hak-Par)
2 / Kani Kudu (DGP Gnl. Bşk. Yrd.)
MEDYA
1 / Emin Can Şahin (Smanyolu Haber)
2 / Müleyke Barutçu (Zaman)
3 / Ali Hakkoymaz ( Yeniasya)
Genel gündem ile ilgili hazırlanan sunum videosuyla başlayan toplantı, Moderatör İlhami Mısırlıoğlu’nun gündeme ve TkMM’ye dair açış konuşmasıyla başladı.
Hüsnü Adalı: Emekli Hakim Ümit Kardaş: "Bütün olumsuzluklara rağmen, şekilde ve görünürde bir yargı, kurmaca bir hukuk vardı. Ancak 25 Aralıkta önemli bir kırılma yaşandı. İlk kez bir mahkeme kararı, siyasi iktidarın emriyle uygulanmadı. Gelinen noktada ceza ve usül hukukunun temel ilkeleri yok edilmiş. Görünürdeki yargı ve anayasal düzen çökmüş. Hak ve özgürlükler hukuk güvencesinden yoksun kalmış. Türkiye gücün egemen olduğu, hukuka ve yargıya güvenin sıfırlandığı olağanüstü koşullarda yaşamakta. Yeni Türkiye'ye hoş geldiniz" diyerek konuşmama başlıyorum. Son yıllarda gerçekleşenleri görünce, aklıma Osmanlı Dönemi'nde yönetimin baskısından bunalınca halkın "Zülmun artsın ki, sonun gelsin Padişahım" sözü geldi. Dünya görüşleri çok farklı olan, tek ortak yönleri yönetime karşı sesini yükseltmek olan Sedef Kabaş; attığı tweet yüzünden, Mehmet Baransu aynı gün gözaltına alındı. Ethem Sarısülük'ü vurup öldüren polis 4 yıl ceza alırken, Ethem'in annesi polise hakaretten 10 yılla yargılanıyor arkadaşlar. Berkin Elvan'ın dosyası 500 küsür gündür hazırlanamadı. Teknolojiden, sosyal medyadan hazzetmeyen, korkan bir zihniyet iktidarda. Hayatın akışından, evrensel değerlerden kopan insanların yönettiği toplumlar bedel öder. Örnek: Putin'in Rusyası. Daha “tutuklanacaklar” lafının ne kadar hukuksuz olduğunu tartışacak değilim. Ben kendisine şu anlamda katılıyorum. Evet, uzun vadede en azından biri tutuklanacak. En güzel sözlerden birini, tutuklanan birinin paralel annesi söyledi. "Delil, delil diyorlar, hiçbirşey çıkmıyor. Güveler mi yedi bu delilleri?" Yargı bağımsız değilse tarafsız, tarafsız değilse bağımsız olamaz. Bunlar eskilerin deyimiyle mütemmim cüzdür. Roboski'de 34 can gitti, bir onbaşı tutuklanmadı. Ama bir Bilal oğlan için, binlerce polis-savcı sürüldü. Ne oldu da, 7-8 yıl AK Parti iktidarına övgüler düzen dış basın, doğusuyla batısıyla yabancı devletler şimdi kıyasıya eleştiri yapıyor. Ne oldu da koca iktidar, Hamas'a, Halid Meşal'e kaldı? Hırsızın hiç mi suçu yok? Teşbihte hata olmaz, burdaki hırsız sıfatını sadece deyim anlamıyla kullanıyorum. İbn Haldun'dan Comte'a, Einstein'dan Freud'a tüm sosyologların filozofların birleştiği bir nokta var. Medeni ve Bedevi toplumları ayrıran iki özellik var. Adalet ve özgürlük. Ekonomik ve siyasi krizlerde çoğunluk zararlı çıkarken, bir kısım azınlık kazançlı çıkabilir. Oysa hukuk ve güven krizi olduğunda, hukuk araçsallaştığında tüm toplum bedelini öder. "Bu hukuk birgün size de lazım olacaktır" buradan çıkmıştır ve doğrudur. Paralel yapı, darbe yapmak istiyor diye bağrıyorlar. Türkiye'de darbeyi her zaman devlet olan yapmıştır. Şu anda devlet gücü, kimde sizce? Ne oldu da Sami Selçuk başta olmak üzere, AK Parti'ye anayasa taslağı hazırlayan Ergün Özbudun, Serap Yazıcı, Levent Gök gibi isimler AK Partiye muhalif duruma geldiler? ABD'de yüksek mahkeme 9 kişiyken biz de Yargıtay 516 kişiye ulaşmış, nerde çokluk, orda… AK Parti'den kurtulunca işler düzelmeyecek. Hafriyatını kaldırmak yıllar sürecek. Menemen'de 16 yaşında çocuğun tutuklanması… Konya'da mitingte "Silgimi çaldırlar, hırsız var" diye bağıran bir kişiyi sivil polisler apar topar götürmüşler. "Batılılar birşeyi kötü birşey yapmaktan utanırmış, Doğulular ise yapıldığının duyulmasından ve konuşulmasından." 160 ülkede 1300 okul. Bu palavracı delvetimiz, 10 ülkede 100 okul açsın da görelim. Bu işler zorlamayla olmaz. Saray Bosna'da gözlerimle gördüm. Burç Koleji adında bir yer. Darbecilerle, hani paralelcilerle (!) gitmiştim. Bir baktım Sırp, Hırvat ve Boşnaklar hepsi bir arada okuyor, tek okulmuş orda. Hayyam diyor ki, "Adalet evrenin ruhudur. Az olmak haksız olunduğunu, çok olmak haklı olunduğunu göstermez" "Kurt kuzuyu yerken, tarafsız olmak kurdu tutmaktır" diyor Ragıp Duran.
Gürcan Onat: Sunumda çok güzel ifade ettiniz. Ben de şimdi anlamaya çalışıyorum. 1:TSK, 2: Polis Teşkilatı, 3:Yargı, 4:Eğitim, öğretmenler, yurtlar 5: Doktorlar 6: İş adamları 7: Medya 8: Sanatçılar, tiyatro, diziler. 9:Spor 10: Din. 10 alanda yapılaşma. Bu nedir? Bunu gerçekten anlamaya çalışıyorum. Neden bir cemaat bu kadar alanda yapılaşmaya, hem de kapalı bir şekilde yapılaşmaya gidiyor? Biz burda birçok mevzuyu konuştuk. Alevileri, Kürtleri konuştuk, haksızlığa uğrayan tüm kesimleri konuştuk. Ve her zaman şunu savunduk, her zaman zalime karşı mazlumdan yana tavrımızı aldık, böyle de devam edeceğiz. Elbette herkesin bir cemaate girme, cemaatlerin de kendisini yaşatma, eğitimini yapma hürriyetleri vardır. Hatta biz burda tarikatların da açılması gerektiğini savunduk. Bektaşiler, Aleviler bunun için şu anda sıkıntı çekiyorlar. B. Dergahları açılırsa onlar da yasal konuma ulaşacaklar, demiştik biz burda. Tabi ki, bir Hocaefendi bir cemaat kurabilir, düşüncelerini açıklayabilir, bunu ben şahsen, dernek olarak da biz destekleriz, arkasında dururuz. Ama altını çiziyorum, kamuda kapalı yapılaşma, bunu anlamak istiyorum. Bunu anlayamadım. Kamuda ne şekilde insanlar yer alır? Şu da önemli, iktidardaki partilerinde, kamuda, devlet organlarında, kendi parti mensuplarını işe almaları, buna da her zaman karşı durduk. Kamuda görev ne şekilde alınır? Esas olan, liyakattır! Liyakatın içersinde bilgi ve beceri vardır. Ve güzel ahlak vardır. Yani ayrımcılık yapmamak, rüşvet almamak, yani iktidardaki parti kamuya eleman alacaksa, kimliğine bakmadan, hangi partiden, hangi cemaatten olursa olsun, ehliyet esasına göre adam alınmalı. Bunu savunduk, savunacağız. Biz kimsenin adamı değiliz ama lütfen bana bunu söylesinler, bu saydığım 10 alanda niçin bir kapalı örgütleşmeye gidiliyor? Ve burda sadece kendi adamları alınıyor? Ve orda işe alınan kişilerle bir takım özel toplantılar yapılıyor, çalışmak isteyen insanların önü kesiliyor? TSK’nın içinden geldiğim için oradaki yapılanmayı çok iyi biliyorum. Yıllar öncesinde kMM ilk kurulduğunda, darbeler vardı meşhur, o zamandan darbelere hayır demiştik, yürümüştük. O zaman bas bas bağırmıştık, TSK içinde Ergenekon denilen ama Batı Çalışma Grubudur onun aslı, böyle bir yapılanma var, demokratik olmayan bir yapı bu, buna dikkat çektik. Ve buna nasıl karşı durduysak, bugün kim olursa olsun, herhangi bir cemaat yapısının da uygun olmadığını düşünüyoruz. Gülen Örgütü, kendisini net olarak ifade etmeli. Bunu yapabilmiş değil.
Necmettin Keleş: Biz meseleye ilkesel olarak yaklaşıyoruz. Devlet şeffaf olmalı, devlet adil olmalı, merhametli olmalı, hizmetkar olmalı, devlet önyargısız ve toptancı mantığı olmadan hareket etmeli. Tabi devletin bu yaklaşımının da, her alanda görülmesi lazım. Yani şeffaflığı, adaleti, merhameti, ceberrut devletten ziyade hizmet eden bir devlet mantığı orda hakim olması lazım. Devletin bu çerçevede faaliyet yapması gerekirken, devlet içinde, farklı bir hiyerarşi yapısı içersine girip, örgütlenip, devlet dışında herhangi bir noktadan, merkezden iş yapılması da ilkesel olarak doğru birşey değildir. Kim yapmış, yapmamış bizim için önemli değil. Gülen Örgütü mü, Batı Çalışma Grubu mu? Bunlar önemli değil. Olmuş mu, olmamış mı bizim çözeceğimiz bir şey de değil. Bu zamanla arzu ettiğimiz bağımsız yargının içersinde ortaya çıkacak birşey. Bizim ilkesek olarak karşı olduğumuz nokta, hiçbir örgüt, hiçbir ideoloji devlet içinde örgütlenmemeli. Elbette devlete hizmet eden kişilerin, polisin, askerin, yargıçın düşünceleri olacaktır. Bir cemaate mensup olacaktır. Fakat emri ve talimatı bu bağlı olduğu görüşe ya da cemaate göre vermemelidir, devlet içersindeki hiyerarşiye göre vermelidir. Eğer beğenmiyorsa istifa edip, bağlı olduğu örgütün içinde, işyerinde çalışacaktır. Hadi en masumu devlet içinde yer alıp, başka odaklardan emir alınsın, peki dinlemeleri yabancı ülkelere servis etmek, ihanet noktasına varacak çalışmaları göstermek… bunu ilkesel olarak kabul etmek mümkün değildir. Bir vatan evladı hangi cemaat, ırk, görüşe mensup olursa olsun, kendi ülkesini zora sokacak, delvetine karşı, bakın hükümetine demiyorum, zora sokacak bir girişimde olmaması lazım. Hele hele devlet içersinde şantajcı, tehdit eden, haksızlığa meydan verecek bir kadrolaşma; soruların alınıp verilmesi gibi, biz bunlara ilkesel olarak karşıyız. Elbette bunlar yapıldı mı, yapılmadı mı, bumları kim yaptı yapmadı… biz bu noktada değiliz. Bu nokta bizi aşan bir noktadır. Esas olarak ne devletin, ne de devletin içersinde bir yapının zülmetmesini, devleti yıkmaya, darbeye teşebbüs etmesini isteriz! Sıkıştığı zaman soluğu dışarda alan, devlet düşmanlarıyla bir araya gelip devlet aleyhinde çalışma yapan hiçbir zihniyeti tasvip etmeyiz. Devletten bahsediyorum, hükümeti beğenmeyebilirsiniz.
Fevzi Durmuş: Kısaca bir örnek vermek istiyorum. Tropikal iklimlerde bir ağaç yetişir. Bu ağaç yaklaşık 1 mt. 20 cm. boyundadır ve 10-15 sene bu boyda kalır. Ve 15 sene boyunca aşağıya doğru 20-25 m kök salar. Ve birden, yukarıya doğru 20 m boy verir, hiç bir rüzgar bunu deviremez. Çoğu tropik bitkide bu böyle. Bu paralel yapıyı da ben buna benzetiyorum, yani inebildiği kadar köklere inmiş. 7 Şubat MİT Kriziyle Savcı Sarıkaya’nın Hakan Fidan’ı göz altına almak için Adliye’ye davet etmesiyle başlayan, bir ağacın gözükme hadisesi var. 14 Kasım Dersaneler Kriziyle bu belirginleşti. 17 Aralık Operasyonu ile de su yüzüne çıktı. Nedir bu yapı? Meşru hükümete darbe yapmaya çalışan bir yapı. Başında Fethullah Gülen’in olduğu iddia edilen bir yapı. Burada Kütahya mv sayın İdris Bal var. Ben özellikle kendisine birkaç soru da yöneltmek istiyorum. 31.01.2001 Ankara’da darbenin tanımını yapıyor sayın milletvekilimiz. Diyor ki, “Unutmamak lazım, darbe ne demektir? Meşru olmayan, yasada olmayan yollarla gücü elde etmektir.” Şeklinde sayın veklimizin bir lafı var. İstanbul Emniyeti’nde Emniyet Müdürü’nün haberi olmadan, alttaki birim amirlerinin, talimatıyla bir gözaltı kararı başlatılıyor. Burada ne İçişleri Bakanı’nın haberi var, ne diğerlerinin haberi var? Bakıyorsunuz Yargı, yargı… iyi de Cumhuriyet Başsavcısı’nın da haberi yok? Dosyaya el koymasıyla beraber, bu yargının içinden birileri korsan bildiri dağıtıyor, Adliye önlerinde, bunların adı da savcı, hakim… bakıyoruz, geçen gün de medyaya darbe diye, bir kanal bağırıp çağırıyor. Valla bizim ülkede basının özgür olduğu kadar, diğer ülkelerde basın özgür mü bilmiyorum. Ferguson Olayları’nı görüyoruz. Yargı kararıyla yapılan bir gözaltı, yargı kararına karşı gösterilen bir adres, gazete adresine görevini yapmaya giden bir polis… bakıyorsunuz binlerce kalabalık. Ee, nasıl oldu bu? Arkadaş 17 Aralık Operasyonunu bilen grup, daha öncesinden de nasıl bir yapı ki, fuatavni denilen bir paralel hesapla, Bülent Arınç’ın belirttiği gibi, daha devletin bilmediği bilgileri, ne zaman hangi nereye yapılacağını bilecek kadar detaylı. Dönemin başbakanı denmek suretiyle Bilal Erdoğan üzerinden Başbakana uzanmak isteyen, sayın İdris Bal’ın ifadelerindeki gibi, yasada olmayan yollarla gücü elde eden bir yapının yapmak istemediği bir darbedir. Sayın vekilim, sağolsun, bu sözleriyle yapılan sözleriyle anlatmış oldu. Biz de kendisinden Paralel yapıdan ne anlıyor, onun cephesinde nasıl algılanıyor? Fethullah Gülen denen Hocaefendi’nin bu denli Ananas alıp satan bir yapıya nasıl dönüştüğü, Başbakanın ofisinden çıkan dinleme cihazlarıyla ilgili, ülke dışına çıkartılan istihbari bilgilerle ilgili düşünceleri nelerdir, bunları öğrenmek istiyorum. Saygılarımı, sunuyorum.
Vasfi Kösebey: Bu konu çok uzun bir konu. Ben İlahiyatçıyım, Hocaefendi’yi tanırım. 15 tane kasedini dinledim. Dini yönden bazı mahzurlarını görmüştüm, bunu kimse bilmez. Mesela orda kendi mensuplarıyla sahabeyi ikrarı beraber tutar, buna benzer şeyler… hadi bunlar neyse. Bana geçen gün bir fotoğraf gösterdiler, Kuran-Kerim’deki ondan sonra kendisini kastediyor. Aynı şeyin Bediüzzaman’da olduğunu söylediler, fotokopi elimizde. Tabi bundan sonra kainat, imam olarak ortaya çıkıyor. Böyle bir takım söylentiler var. Yıl 1958’de Süleyman Efendi Grubu çok aktif, talebe yetiştiriyor. Bir gecede Diyanet’ten çaldıkları sorularla 63 tane müftü tayin ediyorlar. Ve maalesef cemaatler bunu yapar. Niye yapar? Aynen Kurtuluş Savaşı’nda birçok komutan bu memleketi nasıl kurtarırız diyerekten bu işin içine girmişlerse, bu Cumhuriyet Dönemi’nde de bu cemaat liderleri, biz bu İslam’ı nasıl kurtarırız, deyip böyle bir çaba içine girmişlerdir. Öyle bir yere gelmiş ki, aman şurayı, aman burayı da ele geçirelim diye… tabi polis teşkilatında %70, istihbaratta % 100, Yargı’da % 40, medyada % 20, yapılanmaya gidiyor. Bu yapılanmanın tamamını, özel soruları kendi adamlarına vermek suretiyle yapıyorlar. Asla affedilecek birşey değil. Ama bir yerde, MİT olayında, Oslo’daki görüşmeleri tutup da servis ediyorsa.. yahu senin ilgilendiğin konu mu bu? Bilhassa Zekeriya Öz’ün 18 Aralık’ta tasfiye yaparak 309 sayfa diyor, hazırladığı fezleke. Fezleke önceden hazırlanmış, dönemin Başbakanı biz tüm Bakanları buraya toplayacağız, konuşacağız diyor, bas bas bağırıyor. Vekilime sormak istiyorum, yani Türkiye’de bu yada diğer cemaate, yahut şu 12 senede cemaatlerin rahat hareket ettiği kadar başka bir tarih olmuş mudur? Olmamıştır. Başbakanın dediği gibi, “Ne istediler de vermedik?” Herşeyi vermiştir ama şimdi geri alıyor. Beykoz’da bir yurt yaptırdılar. Orda 2.5 kat üstünü vermezler ama 8 kata izin verdiler. Ayrıntıya girmiyorum, başka şeyler de var. Polis alınacak mesela, bunun içinde mv tanıdığı var, partinin tanıdığı var, şu var bu var… bakıyorsun, onların hiçbirisi alınmıyor, onların dediği alınıyor. Yani bir başbakanın ofisini dinlemek, Kızılcahamam’da kadınların girdiği yerde çekim yapmak neye hizmet ediyor? Diyorlar ki, biz dünyada bu kadar açıldık ve İsraille biz ters düşersek bize bu hizmeti yaptırmazlar. 1970’te Diyanet Süleymancıların elindeydi ondan sonra silindiler. Dediler ki, sözlerim ağır olur mu bilmiyorum, bu teşkilat, yurtdışında CIA’ye çalışıyor. Ben dedim ki, en çok bize çalışıyor, CIA’ye çalışabilir, niye? 6-7 milyara 600 tercümanla TUSKON’un yaptığı birşey var, 4,5 milyarlık bir bağlantı yaptı, güzel birşey bu.
Mehmet E. Uçbağlar: Biraz yanlış tarafından bakıyoruz olaya. T. C. kurulduğu günden beri, Yargı hiç bir zaman bağımsız olmadı. Her zaman için, mevcut siyasi iktidarın elinde bir silahı haline dönüştü. Adeta iktidarın davulu oldu ve tokmak da iktidarın elinde oldu, çaldı çaldı çaldı durdu. Yani şu an paraleli tartışmanın mantığı yok. Eğer yargı sistemini düzgün haline getiremezsiniz, demokratik bir yapıda oluşturamazsınız, bağımsız bir yargı oluşturamazsanız, bugün paralel olur, geçmişte derin devlet oldu, yarın meridyen olur ama adalet sürekli bu ülkeyi hep teğet geçer. O yüzden tartışılması gereken noktalardan bir tanesi bu. Yargının bağımsızlığı için birşeyler yapmamız gerekiyor. Çünkü adalet bir gün hepimiz için gerekli olacaktır. Nasıl daha önce 12 Eylü Askeri Cuntası’nın yapmış olduğu sisteme göre, ceza yargılamamız bir kanayan yaraysa, bunu da çok güzel bir şekilde gördüler, çünkü 2 yıl önce kendileri düzmece iddianameler ile yargılanıp cezaevine kondular. Yarın başka bir grup da, bunun başına geleceğini söyleyemez. O yüzden yapılması gerekenlerden birisi şudur, HSYK denilen bir kurul var, bu kuruldan savcıların çıkarılması gerekiyor. Hakimlerin tek başına özlük haklarının düzenlenmesi gerekiyor. Savcıların Adliye’den çıkartılması gerekiyor. Avukatlara delil toplama ve iddianame hazırlama yetkisinin verilmesi gerekiyor. Ve mevcut sistemimizde iddia ve kara makamını yanyana koyuyoruz, özlük haklarını beraber ilerletiyoruz, aynı adliyede yanyana yemek yemelerini, lojmanlarda beraber oturmalarını, birbiriyle kanka olmalarını sağlıyoruz ama dönüp de hakimden bağımsız karar vermesini bekliyoruz. Yani yapılması beklenen en önemli şey bu. Eğer adaleti işletemezseniz bu ülkede hiç bir kurum ve sistemi işletemezsiniz. O yüzden yargı önemli ve elzemdir. Bağımsız hale dönüştürülmesi gerekmektedir. Şu an kelimenin tam anlamıyla Yargı Sistemimizde hakim ve savcı terörü vardır. Maalesef bu terörde iktidarı elinde bulunduran siyasi düşünce neyse, bunun baş müsebbibi oluyor. Pir Sultan’ın bir sözü var, o aklıma geldi. “Bozuk düzende, sağlam çark olmaz. Düzeni baştan sona yaratmanın bir yolunu bulmalıyız” Bu düzeni demokratik bir hale getirmemiz gerekiyorsa, öncelikle Yargı Sistemi’ni baştan kurmamız gerekiyor. Yargı Sistemi’ni işler getiremezsek, hiç bir sistemi işler hale getiremeyiz. Adalet bir gün herkese lazım olacaktır. Altını çiziyorum, tartışmamız gereken paralel yapı falan değil, adalet sistemimiz olmalı.
Şanar Yurdatapan: Cümleler doğru ama eksik var. Bütün uluslararası sözleşmelerde de, bu iki kavram yan yana geçer. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı. Çünkü taraflıysa yargı, siz buna bağımsızlık verdiğiniz anda, müthiş bir gücü veriyorsunuz. Hiç kimse ona müdahale edemiyor. Bunun için de Türkiye’de daha yeni duyulmaya başlanan denge ve denetleme denilen bir kavram var. Hele böyle güçler ayrılığı ilkesine dayanarak kurulmuş bir devlette, üç erkin birbirini denetleyebilmesi lazım. Türkiye’de hiçbirisi olmuyor ki! Bir kere yasama diye bir erk yok. Yürütme var. Amerikan Başkanlık Sistemi, bizdeki gibi değil sistem. Ama görüyoruz ki, Başkan bir şeyi Meclis’ten geçirebilmek için göbeği çatlıyor, memurlarına maaş veremez hale geliyor. Bizim bunu aklımız pek almaz. Orada yasaları milletvekilleri, senatörler yapıyorlar, hükümet değil, hükümet sadece uygulayıcı. Evet, birşeyler önerebiliyor belki ama, kendi partisinden hazırlıklar yapılıyor. Böyle olduğu vakit, birbirini karşılıklı denetlemeye başlıyorlar. Türkiye’de ise, durum en başından beri, çok haklısınız, Yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı ama hep hükümetin emrinde oldu. Eğer hükümetle devlet, yan yanaysa mesele yoktu zaten. Ama ikisi birbirinden ayrıldıkları zaman, o vakit kendisini devletin emrinde hissetti, hiçbir zaman hukukun emrinde hissetmedi. Kanunların demiyorum, hukukun diyorum. Çünkü bizim anayasamızdan başlayarak, kanunlarımızda hukuka aykırı o kadar çok şeyler var ki, canının istediğini alır, hukuku çiğneyecek bir işlemi yapabilirsin. Günümüze biraz döndüğümüzde AK Parti bütün sistemde değişiklik yapıyor. Yargı erkinde ötekiler çoğunlukta ben nasıl çoğunluğu alırım, ben nasıl değiştiririm, sayısını arttırıyor, yapıyı değiştiriyor. Bir sürü daha yeni hakim ve savcı, onları da kendi yandaşlarında seçiyor, yönetmelikleri değiştiriyor. Güçlerin dağılımını bölüyor, şuandakinde bile yapıyı kendinden yana değiştirmek, bilemedin çatlak sesler gene çıkarsa onları kontrol edebilmek için, en son yetkiyi bakanın eline veriyor. Eeee Bakan Yürütme? Bu güya Yargı? Yürütmeyi denetleyecek şey Bakanın altında, kim kimi denetliyor o vakit? Gündelik polemiklerde insanı çıldırtan şeyler oluyor. Şöyle birşey düşünebiliyor musunuz, bir hakim idam kararı verecek. Etrafındakiler hakime “Efenim nasıl yaparsınız, idam kalkalı yıllar oldu” derse hakim de “ben alışılmış hakimlerden değilim” derse olur mu öyle şey? Ama oluyor. Ben alışılmış cumhurbaşkanı olmayacağım dedim. Geliyor, alışılmamış birşey yapıyor. Anayasadaki bir takım şeylerden yararlanıyor, çünkü Kenan Evren hiç kimseye hiçbir şekilde güvenmediği için, anayasada öyle özel bir cumhurbaşkanlığı yeri hazırladı. Gerektiğinde gider Bakanlar Kuruluna başkanlık eder. Bir sürü yetkisi var, hatırlayın, cumhurbaşkanlarına seçilecek insanların hemen hemen hepsi, bizim sistemimizde cumhurbaşkanının bu kadar yetkisi olmaması gerektiğini söylediler ama geldikten sonra hemen hepsi, biri hariç, tüm yetkileri kullandılar. Yeterince kullanmayan Gül’dür. Onun da kullanmasına gerek yoktu zaten, paralel gidiyorlardı. Şu anki durum Yargı onun mu elinde olsun, bunun mu elinde olsun? Hayır, katiyen, öyle şey olur mu? Eski devirlerde bunun adına partizanlık denirdi. Ha bir tarikat gelmiş, devletin orasını burasınnı ele geçirmiş, iktidara gelen parti başka kim var kim yok kendisine körü körüne bağlı olan kişileri oraya yerleştirmiş, sonuç aynı oluyor. Dolayısıyla biz bu kavgada hiç bir tarafın değil, hukukun, demokrasinin tarafındayız. Başka çaresi yok gibi gözüküyor. En son birşey hatırlatayım, başkasının özel şeylerini dinlemek, evini gözetlemek çok ayıp bir şeydir. Arka pencere diye bir film hatırlatmıştım bize, orda ayağı kırılmış bir gazeteci, can sıkıntısından konu konuyu izlerken bir cinayete tanık oldu. Herhalde Amerikan kanunlarına göre, bunu gizlemek de yasaktı. Çünkü cinayet var ortada. Türkiye’de cinayete paralel birşeyler var.
Şahin Tekgündüz: Konuya ben başka bir açıdan bakıyorum. 10-12 yıldır aynı görüşü paylaşan, aynı inanca ait olan, aynı noktadan yola çıkmış iki grup, biri siyasi parti, biri cemaat, o kadar yanyana yaşamışlar ki, iş bir noktaya geldiğinde, çıkarlar önplana çıkmış ve birbirleriyle kavgaya tutuşmuş. Merak ettiğim, bizi şu anda yöneten, devleti yöneten, halka yön vermeye çalışan iktidar şunu söylüyor. “Aldatıldık, aldatılmışız” İyi de, 12 yıldır yanında olan, aynı görüşü paylaştığı bir grubun aldattığı, oyuna getirdiği bir iktidar ve onun yanındaki adam bu ülkeyi yönetiyor. Nasıl güveneceğiz? Acaba başka hangi oyunlara gebe iktidarımız, siyasi partimiz? Bilmiyoruz. Herşey gizli döndüğü için, neler dönüyor, neler oluyor, kim kimi arkadan bıçaklıyor? Ha, şunları söylüyor: Dışardan gelen demokratik taleplerin hepsini paralel kalıbı içersine sokuyor ve onlara karşı çıkıp, arkadan vuruyorlar diyor. Ama asıl vuranı bugüne kadar teşhis edememiş bir iktidar var. Yani böyle bir iktidar körlüğü benim tüylerimi ürpertiyor. Başka hangi oyunlara geliyoruz da, iktidarın haberi yok.
İdris Bal: Öncelikle ben bu toplantılara daha önceden de katıldım ve ülkemiz açısından, demokrasimiz açısından bu toplantıları çok faydalı buluyorum. Tebrik ediyorum ve başarılar diliyorum. Paralel yapıyı veya devleti anlamak için önce devlet nedir, kısacık onu hatırlatmakta fayda var. Devletin, gerek anayasa anlamında gerek uluslararası hukuk bağlamında 3 temel öğesi var. Ülkeniz olacak, vatandaşınız olacak ve iktidar olacaksınız. Dolayısıyla, bunun paralelilin de, buna benzer bir iddası olması lazım. Ülke iddiası olması lazım. Halk, vatandaşa sahip olma iddiası olması lazım. Ve iktidar iddiası olması lazım. Bu bağlamda şunu kendimize iyi sormamız lazım. Sağcısıyla, solcusuyla neye inanırsak inanalım, biz ne istiyoruz? Amerikalılar der ki, “Bizde Başkan olabilirsiniz ama Başkan herşeye kendisi karar veremez” Derler ki “Bizde kararlar pazarlık masasında oluşur ve pazarlık masasında Başkan’ın masasında lobiler vardır, başka siyasetçiler de vardır, muhalefet de vardır, özgür medya da vardır, kamuoyu da vardır, özgür üniversiteler de vardır, özgür düşünce kuruluşları da vardır” Yani ne var, çoğulcu bir yapı, pazarlık yapan bir yapı, çokseslilik, farklı aktörler. O zaman biz bunu mu istiyoruz? Yoksa Lübnanlaşmak mı istiyoruz? Ülkenin siyasete göre bölünmesini, dine, mezhebe göre bölünmesini mi istiyoruz? Burda açıkça tercihimizi ortaya koymamız lazım. Biz çoğulcu bir toplum, renkli bir toplum, Amerika’da, Avrupa’da olduğu gibi, pazarlıklar neticesinde kararların verildiği bir toplum istiyorsak, farklı lobilerin olması, özgür medyanın olması, muhalefetin olması, yani “Ben sandıktan çıktım, herkes bana biat edecek” anlayışı yerine, sandıktan da çıksan sandık kimin yöneteceğine karar verir, nasıl yöneteceğinize yasa, anayasa, demokratik ilkeler, evrensel değerler karar verir, onlar belirler. Buna hep beraber karar vermemiz lazım, diye düşünüyorum. Bu anlamda demokrasinin temel ilkelerinden bir tanesi de kuvvetler ayrılığıdır. Kıymetli arkadaşlarımız söylediler, Türkiye’de zaten eskiden ciddi anlamda kuvvetler ayrılığı bağlamında sorun vardı. Ama şuanda, açıkça söyleyim, dün Mecliste canlı yayında demokrasi oyunu oynanıyor. Net bir şekilde Yasama ve Yürütme, özellikle 17-25 Aralık sonrası birleştiği gibi, medyadaki özgürlükler ortadan kaldırılmış durumda, Yargıya çok ağır baskı yapılmış durumda, devlet kurumlarına ağır baskılar yapılıyor. Bunu detaylı olarak sorularla açabiliriz. Bakınız Mesut Yılmaz, Milliyet gazetesini satın alma girişiminden dolayı Yüce Divan’da yargılandı. Bu şu demektir, bir gasteyi alma girişiminde Yüce Divan’da yargılanıldıysa şu anda 20-30 civarında gazete , televizyon üstüste konulmuş, havuz medyası oluşturulmuş durumda. Ve şuanda onlarca defa Yüce Divan’da yargılanmayı hakkeden bir iktidarla karşı karşıyayız. Diğer taraftan geriye Yargı’dan bağımsız olmaya çalışan, varlığını devam ettirmeye çalışan, Anayasanın, demokrasinin, hukuk devletinin sigortası olmaya çalışan, AYM feryat ediyor. “Her üyemize yönelik adımlar atılıyor, baskılar yapılıyor” diyor. Ve maalesef belli ki, MİT Yasası uzunca süre ele alınmıyor ise, makul şüphe, Dershane meselesi, sulh ceza hakimlikleri alınamıyor ise, belli ki ciddi baskılarla karşı karşıyayız. Burda şunu unutmamak gerekiyor. Hukuk devletinin, gözü kördür, kör olmalıdır. Kime karşı? Dinlere karşı, mezheplere karşı, etnik gruplara karşı. Kim ihlal ediyorsa, delil varsa, cezası verilir. Hukuk devletinde dedikodu olmaz. Hukuk devletinde delil konuşur. Eğer delil varsa, siz ne yaparsınız, gereğini yerine getirir, insanlara gerekli cezayı verirsiniz. Ve hukuktaki temel ilke, suç ve cezaların şahsiliğidir. Annesinin suçunu oğlu, oğlunun suçunu babası çekmez. Şu anda net bir şekilde büyük bir kesime yönelik soykırım suçu, dedikodu mantığı ile işlenmektedir. Ben açıkca söyleyim, gerek AKP’nin 2002’den 2014’de gelmesi, gerek sorularla alakalı, detaylı bir cevap vermek isterim.
Mehmet Ali Erdoğan: Şimdi konu paralel devlet olunca, bizim bildiğimiz geçmişten beri bu ülkede iki tane devlet olduğu. Biri legal, diğeri illegal olan. Legal devletin anayasası var; hepimizin elinde olan, okuyabiliriz, illegal devletin de bir anayasası var, o yasaya da milli güvenlik siyaset belgesi diyorlar. Çok azımız okumuştur. İçinde bazı şey biliyorum. Kürtlerin, devletin benimsemediği dindarların, alevilerin, ermenilerin, bunların orda potansiyel suçlu olduklarını biliyorum. Legal devletin organları var, Yasama, Yürütme, Yargı. Peki illegal örgütlerin organları neler? Onların çok iyi bilmiyoruz. Yalnız Ankara’da, Genelkurmay Baş. içersinde Özel Harp Dairesi diye bir yerin olduğunu, bunu ülkenin Başbakanı’nın tesadüfen öğrendiğini, daha önce Amerika yardım edermiş oraya, fakat Amerika yardımı Kıbrıs Harekatı sebebiyle kestiği için, kendisinden para istenildiğinde, böyle bir örgütün varlığından haberdar oluyor. Fakat bu örgüt tarafından aynı Başbakan’a bir suikast düzenleniyor, bilirsiniz İzmir-Çiğli’de ölümden döndü. Şimdi ÖHD Baş.da bir Korgeneral getirilir. Bunlardan birisi Sabri Yirmibeşoğlu, 1955 Eylül’ünde M.Kemal’in Selanik’teki evi bombalanır. Ama hemen Türkiye’de gazeteler hazır. “Atamızın evini bombaladılar.” Hepiniz bilirsiniz, İstanbul-Beyoğlu ve birçok yerde, Ankara, İzmir… başta Rumların olmak üzere, Yahudilerin, Ermenilerin mallarına, kadınlarına tecavüz edildi, büyük bir barbarlık… ve maalesef Derin Devletimiz yaptı. Son zamalarda Paralel Devlet diye birşey çıktı. İllegal devletin yanında bi de Paralel Devlet. Biz bunu yeni öğrendik. Bu paralel devlette, bu iktidarın ortağı olan, onu iktidara getiren, hatta iktidarın entellektüellerinin teşkil ettiği bir yapıdan söz ediyoruz. Buna paralel olarak birşey anlatayım: Önümde bir cinayet işlendi, Hrant Dink öldürüldü. Bu cinayetin sorumlularından birisi, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, benim öğrenciliğimde İstanbul Ü. Hukuk Fakültesi’nde polislerin amiriydi. 16 Mart’ta üniversite öğrencilerinin üzerine bomba atıldığında, polise “yakalamayın, gitmeyin” diyen bir adam, şu an emniyet müdürüdür, yargılanmadı. Daha şimdi yargılanmaya çalışılıyor. Bir de dönemin istihbarat müdürü Ramazan Akyürek, o da bildiğim kadarıyla paralel devlete yakın. Onu da şimdi soruşturmaya başlıyorlar. Yani şunu söylemek istiyorum, 17-25 Aralık bu ülkede bir milattır. Büyük bir yolsuzluk olayıdır. Bunu kapatmak için uydurulmuş bir şey olduğunu düşünüyorum Paralel Devletin. Paralel devletle, kendisiyle bir zamanlar ortak olan, kendisine iş yapan, entellektüel zemin hazırlayan bir iktidar, şu an ondan kurtulmak için, onu bir şer cephesi olarak göstermek için, daha önce elini öptüğü, ziyaretine gittikleri adamı, şimdi hain ilan ediyorlar. CIA Ajanı ilan edecekler. Bunlara biz inanmıyoruz.
Kani Kudu: Öncelikle şahsım olarak, yaklaşık 6-7 ay oldu, ben, dönemin Başbakanı ve AKP Hükümeti’ne, LAHEY’e Soykırım suçundan dava açmış bir şahsım.
Moderatör İlhami Mısırlıoğlu burda “1925 Olayları” ile ilgili mi diye sordu.
Kani Kudu: Bunu şahsen yaptım, parti olarak yapmadık. Ama şu noktada parti olarak da açtığımız davanın destekçisi olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü bu ülkede Soykırım Mahkemeleri’nden kanunları incelerseniz, avukatımız burda var, bu ülkede açık bir soykırım olduğu, yapılmaya çalışıldığı açıkça ortadadır. Bunun somut delilleri ortadadır. Şimdiden bahsediyorum. Dönemin Başbakanı, AKP Hükümeti, Bakanlar ve MİT Müsteşarına ülkede soykırım yapıyorlar diye LAHEY’e dava açtım. Bu basında da yer aldı. “Kani Kudu” ve “LAHEY” diye girerseniz google’a, basında var arkadaşlar. Anayasa Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulundum. Anayasa, bir ülkenin, özellikle sıyasetçilerin namusudur. Ama ülkede şuanda anayasa diye birşey yok. Bizim, hepimizin ortak paydamız nedir, burda çok değişik fikirlerden arkadaşlar var, çok güzel tartışıyoruz, fikrimizi söylüyoruz hiç kimseye hakaret etmeden. Ve elime not verdiler, notta İmamın bir tanesi diyor ki, İhlas süresinde geçen, “Fetullah” şu Fethullahtı gibi, din adamlarına yakışmayan bir uslüp ve tarzdır. Bu ülke ne çektiyse, din adamlarından çekti, hala din adamlarından çekiyor. Bunun nedenini de bilmiyoruz. Kendim de inançlı bir insanım, namazımı kılarım. Dedem, bir iki ay önce öldü. 65 yıl kazası yok, kendi deyimiyle. Filmi iyi okumak lazım. Parti olarak neler yaptık? 17 Aralık soruşturmasına itiraz ettik. Niye itiraz ettik, çünkü avukatlardan dosyaları aldık. Somut deliller var, bu ülke soyuluyor. Bu ülkenin mal varlıkları, 100 yıldır edindiği herşey çalınıyor, satılıyor, peşkeş çekiliyor. 25 Aralık soruşturmasına itiraz ettik, bu soruşturmada ne oldu? Evet, bir devlet memuru amirinden talimat almalı, dışardan talimat alması suçtur. Dışardan talimat alan kim varsa, belgesi ortaya koyup yargılanmalıdır. Bu Zekeriya Öz’de olabilir, başkası da olabilir. Biz Zekeriya Öz’ü dönemin Başbakanı sayesinde tanıdık. Dönemin Başbakanı’nın ona yaptığı övgülerle tanıdık. Verdiği zırhlı araçla tanıdık. “Ben onun savcıyım” deyince tanıdık, biz Zekeriya Öz’ü tanımayız, burda Zekeriya Öz’ü dönemin Başbakanı’nın övgülerinden önce tanıyan birinin olduğunu sanmıyorum. Ama şimdi Zekeriya Öz’ü hepimiz tanıyoruz. Daha sonra Zekeriya Öz Yolsuzluk Soruşturması yapmış, hain ilan edilmiş. Ondan sonra devlet içinde sanki birileri, kumpas kurmuş, Yargı elindeymiş, Yolsuzluk Operasyonları yapılana kadar, yapıldıktan sonra devletin herşeyini istediği gibi savuran insanlar, daha önce Genelkurmay Başkanlığı tutuklandığı zaman aynı hamleyi yapsaydı? Demek ki, o gün de Genelkurmay Bşk. dönemin iktidarı tutukladı. 25 Aralık’a itiraz ettik, neden itiraz ettik, yapılamayan bir operasyon, çok büyük bir soygun, hırsızlık. Yapılamayan bir operasyonun sonuna kadar gidilip, yargılanılmasını, toplum faillerinin yargı önüne çıkmasını istiyor. Ondan sonra Selam Tevhid diye bir örgüt çıktı. Biz millet olarak tarihimiz boyunca, Acem oyunları ile uğraşmış bir milletiz. Bir tane çıkmış Acem çocuğu, ülkede iktidarı, Başbakanı, Bakanları hallaç pamuğuna çevirmiş. Özel uçaklarıyla Umre’ye getirmiş götürmüş. İstediği gibi oyuncak yapmışlar. Uğut Mumcu Cinayeti dahil, birçok cinayetin altında imzası olan, Selam Tevhid’i Dosyası kapatılmaya çalışılıyor. Biz bu dosyaya da itiraz ve sonuna kadar aydınlatılması, faillerin önüne çıkması için mücadele edeceğiz. Paralelmiş, yamukmuş… paralel varsa kardeşim, belgesi varsa, savcılar da gereğini yapar. Ama paralel yoksa, kendi paralelini yaratanlar, kendi legal görünümlü illegal çeteyle bu ülkeyi yönetenler Yargı karşısına çıkıp, bu delilleriyle birlikte hesap vermesini istiyoruz. Yoksa bizim, ülkemizin çıkarları, menfaatleri haricinde başka bir şahsi hesabımız yok. Olamaz da ve kimsenin olduğunu da düşünmüyorum.
Fevzi Durmuş: Biraz önce Sayın Vekilimiz dedi ki, “iktidarların yargılanması lazım.” Halk zaten mevcut iktidarı yargıladı, % 52lik bir yargı sonucu var, şu an önümüzde. Burda halk tekrar sandığa gidecek, bu memleketin evlatları, memleketine sahip çıkmayı her zaman becermiştir. Bundan sonra da gereği yapılacaktır. Bakıyoruz, önümüzde bir Baykal kasedi, CHP’nin başına gelen bir Kılıçdaroğlu, daha sonra muhafazakar adayı destekleyen bir CHP, sayın Ekmeleddin İhsanoğlu diyelim, karşımızda adı Ekmel kendi Ekmel diye herkul.org’ta Fethullah Hoca’nın bir vaazı… CHP’li bir milletvekili çıkıp diyor ki, biz Cemaat ile işbirliği yaptık ve kaybettik. Burada şifayı başka yerde arayan paralel yapı görüyorum. İnşallah bundan sonraki süreçte, aklı selim olan halk gereğini yapacaktır. Türkiye’de seçmen iradesinin galip geleceğine inanıyorum. Mevcut iktidardan memnun değilse halkımız, zaten gereğini sandıkta yapacaktır. Farklı yollara başvuranların ise, biraz önce Genel Başkan Yar. Kani Bey’in söylediği gibi Yargı önüne çıkması hepimizin en büyük arzusu. Bu memlekette kim yolsuzluğa, hırsızlığa bulaşmışsa, stklar olarak Yargı önüne çıkartılmasını istiyoruz.
Hüsnü Adalı: Ukrayna’da Yanukoviç en son %55 oy almıştı, şimdi nerde olduğunu bilen yok. Diktatörler çabuk unutulur. İçine devlet kaçmş gibi konuşanları görünce, şunu söylemek istiyorum. AK Parti’ye hiç aklığı kalmadığı halde, AKP değil AK Parti diyorum. Paralel, Haşhaşi, Çete… ne kadar ayıp bunlar. Bunlar kendisine Hizmet diyorlar, ismim Ali diyen birine Veli, Hasan dense ne kadar ayıp? Hadi Erdoğan’ın içtiği suyun içine ilaç katıldı, bizlerin de mi katıldı? Biz de yeni mi ayıldık? Kulüpler Birliği Başkanı Göksel Gümüşdağ, Cumhurbaşkanı’nın akrabası, Yıldırım Demirören’i o getirdi. Başakşehir Stadı’na Fatih Terim’in ismi verildi. TÜRGEV-Bilal Erdoğan, TMSF vergilerimizle 8 gastelik havuz medyası, TRT’de “edenbulur” hashtagiyle 15 Aralık’ta program yapılıyor. 81 ilde bir vali yok, Allah’a şükür tarikat, cemaat ve şeyhlerden kurtulduk. Şeffaf ve demokrat bir yönetimimiz var hakkaten. Devleti zora sokanlardan, dış mihraklardan, Fuat Avni’den, yabancı güçlerden Allah razı olsun. Bunlar olmasa, hiçbir üçkağıttan haberimiz olmayacaktı. Tevfik Fikret diyor ki, dünya benim vatanım, insanlık benim milletim. Ben böyle görüyorum, ben karar vermedim Türk olmaya, müslüman olmaya, bunlarla utanmayı da, övünmeyi abes buluyorum. 19 Ocak’ta ilginç tesadüf gerçekleşecek. Bakanlar Kurulu için hukuku çiğneyerek yapılan Kaçak Saray’a gidecekler var. Aynı gün hukuku çiğneyenleri protesto etmek için Agos’un önünde olunacak. Ben de Agos’un önünde olacağım. Son sözüm, “Beynindeki polisten, ruhundaki devletten, kalbindeki zincirden, içindeki diktatörden kurtul!” MSGSÜ öğrencileri.
Vasfi Kösebey: Kani Bey, diyor ki, “ Hiç delil yok” hayret yani. Sen nasıl dinlersin, 200bin, 300bin kişi dinliyorsun, niye dinliyorsun? TÜBİTAK’ta biz kriptolu telefon yaptık diyorlar, ondan sonra veriyorlar, telefonu dinliyorlar. Bu nasıl, bunu düşünmek mümkün değil tabi! Bugüne kadar kamera çekerek, bir takım şantaj yapmaları… evi camdan olanın, başkasına taş atmaya hakkı yoktur. Biz öğreniyoruz ki, bu adli makamlardaki kimselerin vesilesiyle, iş adamlarından nasıl şantaj yapılarak para koparıldığı ortaya dökülmüş vaziyette ve dökülüyor. Ve bu cemaat kendilerine muhalif olan bütün cemaatlere tam bir tuzak kurmuşlardır. Teşhir edilen grup keza böyle. Keza Ahmet Şık, Nedim Şener, Hanefi Avcı, bunları duyunca çok güzel dedik. Ama sonra baktık ki, biz de kandırılmışız yani. Alkışlıyorduk biz bunları. Sayın Kani Bey, avukat burda dedi, acaba konuşmalarımızdan dolayı bizi mahkemeye verir mi? Çünkü şu anda 2000 tane dava açılmış vaziyette. Hep de böyle ifade hürriyetinden dolayı. Bu kadar ifade hürriyetine tahammül edemeyen bir basın mensubu, kendisini dokunulduğu zaman neden acaba feveran ediyor? Suriye’de giden tırları izah etmek mümkün değil yani. Hele Dışişleri Bakanlığı’ndaki konuşmanın deşifre edilmesi, akıl almak mümkün değil. Tarihte bu kadar ihanet yapan bir unsur asla görülmemiştir.
Nurettin Keleş: Başından söylediğimiz gibi biz olaya ilkesel bakıyoruz. Yine yapılan konuşmalara, olaya baktığımız zaman gerçekten hükümetle cemaat arasında bir olay yoktur. Cemaat perdesi arkasında güçlerin bu vatana, bu vatanın geleceğine kastetmiş organizasyonların varlığını görüyoruz. Yoksa bir cemaatin kalkıp da ekmek yediği, su içtiği, beslendiği, her türlü istediğini aldığı bir hükümete özgür iradesiyle karşı çıkacağı mümkün değildir. Ona da talimatın verildiği, bu ükenin, devletin yıkılması için talimat verildiği kanaatindeyiz. 160 ülkede okul açmak çocuk oyuncağı değildir. Bakın ben okul açmaya giden insanları biliyorum. Ekmeği yok, yiyecek parası yok, cebinde üç kuruş parası yok, gittiği ülkelerde, milli eğitim bakanı tarafından karşılanıyor ve onlara okul tahsis ediliyor. Bunlar öyle bir cemaatin 160 ülkede organize olabileceği şeyler değildir. O ülkenin cemaati kendi okulunda, kendi vatandaşı kendi ülkesinde okul açmak için göbeği çatlarken, öyle Türkiye’den giden birisine okul vermeleri de öyle kolay değildir. Olaya böyle bakılması gerektiği kanaatindeyim. Hükümetle cemaaat meselesi değildir. Bu devletin, milletin geleceğine kastetmiş güçlerin elinde oyuncak olmuş ve talimatla hareket etmiş bir organizasyonla karşı karşıya olduğumuz kanaatindeyiz. Çünkü benim havsalam almıyor, yıllardır istediği herşeyi aldığı hükümete hiç yoktan ayağına kurşun sıkacak şekilde, gereksiz bir yerde, mesele yolsuzluk değil, yolsuzluğu örtmek değil, çünkü yolsuzluk yapan insanlar hükümete karşı olduğu zaman kankaydılar, can ciğer oldular, “Karadenizin yiğit evladı” dediler. Demek ki yolsuzluk değil mesele, yolsuzluk bahanesiyle ülkenin geleceğini karartılması olduğu kanaatindeyiz. Konu hükümetle cemaat meselesi değil, bu ülkenin geleceğine kast edenlerle, bu ülkenin geleceğini kurtaracaklar arasında bir mücadeledir.
Gürcan Onat: Biz buraya arkada da yazıldığı gibi önyargısız giriyoruz ve üzüm yemek istiyoruz. Bir çakma örgüt teşkil edilmiş. Selam Tevhid örgütü, az önce dile getirildi. Bu örgüt dinlemelerinde benim de ismim var. Ben de dinlenmişim, zerre kadar da alakam yok. Davacıyım, hesaplaşacağız, peşindeyim. Çakma örgütlerle bu insanlara saldırılmaz. Az önce vekilim söyledi sanırım havuz medyası oluşturuluyor diye. E, peki siz niye medya oluşturuyorsunuz o zaman? Medya, eğer sizin medyanız varsa Hilal TV var, dini yayınlar yapıyor. Ulusal Kanal var, o da bir siyasi… yani bütün televizyonlar misyonunda yayın yapıyor. Eğer cemaatseniz, sizin de dini yayınlar yapmanız lazım? Niye tamamen siyasetle uğraşıyorsunuz? Lütfen şu soruların cevabını bekliyorum. Bakın bunlar basit birşey değil söylediklerim beyler. TSK, polisten, yargıdan tutun da, dini yapılanmaya kadar on tane yerde niçin örgütleniyorsunuz? Amacınız nedir? Ben bunu gerçekten bilmiyorum, gerçekten öğrenmek istiyorum. Samimi olarak soruyorum, ne derseniz kabul edeceğim. Ancak tabi, benim de altyapımda olanları sormak kaydıyla. Bu konuda tatmin edici, samimi bir cevap bekliyorum. Teşekkür ederim.
İdris Bal: DGP siyasal bir partidir. Biz buraya herhangi bir kesimi, kişiyi temsilen gelmedik. Ben bu toplantılara daha önce de katıldım. Arkadaşlar istirham etti, hatta Ankara’da yoğun işler olmasına rağmen ben kırmadım, Ankara’da bu işleri organize edenlerle daha önceden de beraber olduk, buraya geldim. Ben Demokratik Gelişim Partisi’ni temsilen buraya geldim. Kim hesabını verecekse, cevabını verecekse, başka konularla alakalı hesabını, cevabını verir. Ama şunu unutmayın bakın. Bu ülkede “Alo, Fatih…” ler oldu mu? Bu demokrasiye uyuyor mu? Bu medya özgürlüğüne uyuyor mu? Şeffaflık’a uyuyor mu? Bu ülkede dönemin Başbakanı çıkıp da 70 yaşındaki bir medya patronunu azarlayıp, ağlattı mı, ağlatmadı mı? Biz bunun doğru olmadığını söylüyoruz. Beyefendi, iyi yaptı diyorsa, o demokrasi olmuyor beyefendi. O başka birşey oluyor. Biz burda demokrasiyi, şeffaflığı savunuyoruz. Hukuk devletini, inanç hürriyetini savunuyoruz. Dolayısıyla böyle medya olmaz. Herkes biliyor ki, bu ülkede havuz oluşturuldu, paralarla medya, televizyonlar, gazeteler satın alındı ve şu anda koro halinde iktidarın istediği şekilde yayın yapıyor. Yapmayanlara da baskı yapılıyor. Doğan Grubuna, Ciner Grubuna yapılıyor. Ve şu an bağımsız kalmaya çalışan, STV Grubuna, Zaman Grubuna, Bugün Grubuna, Halk Tv Grubuna, +1’e de ciddi baskılar yapılıp o kaleler de işgal edilmeye çalışılıyor. Biz diyoruz ki, böyle demokrasi olmaz, demokrasi sadece seçim değildir, seçime giden yolda fırsat eşitliği olması lazım. Ve partiler mesajlarını ulaştırabilmeleri lazım. Günümüzde mesajı ulaştırma yöntemi medyadır, sosyal medyadır. Eğer oralara baskı yapıyorsanız, “Twitterın mwitterın kökünü kazıyacağız” diyorsanız, bu demokrasi değildir. Tercihiniz başka birşeyse saygı duyarım. Demokrasi bu asla değildir.
Mehmet Ali Erdoğan: Şimdi cemaatle ve şimdiki AKP ile benim de yolum bir yerde kesişti. 2010’da idi değil mi Anayasa Referandumu? Onlarla beraber “Yetmez ama evet” dedik. Fakat, şimdi Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın karakola götürülme biçimleri, karakolda uzun süre kalması, mahkemeye götürülmesi… bu sadece Zaman Gazetesine değil, Cemaate değil, bugüne kadar Sosyalistlere, Komunistlere neler yapılmadı? Cemaat hiç sesini çıkarmadı bugüne kadar? Hayır Cemaat devlet değildi ki, hükümet değildi ki o zaman da, kendisi yapmadı! Ben geçmişi söylüyorum 50ler de 60lar da diyorum. Bu ülkede Aziz Nesin’ler, Ruhi Su’lar, Sabahattin Ali öldürüldü ya! Yani bu, devlet yaptı bunları. Ha şimdi bunların yapılması yanlıştır. Yani Cemaat’in bu şekilde hırpalanması da yanlıştır. Yalnız ben Cemaat’i demokrat olarak da görmüyorum. Bugün İdris Naim Şahin diye bir adamı bana demokrasi kahramanı diye yutturamazlar. Bugün Eskişehir’de öldürülen Ali İsmail Korkmaz için Cemaat hangi parmağını oynattı Allah aşkına? Ama bu Cemaat’ten birisi olsaydı, şu ana kadar ne yaygaralar koparılırdı? Onun için, benden olursa sesimi çıkarırım, benden olursa susarım. Bu değil işte, demokratlık bu değil! Demokratlık, herkese demokratlık, her sınıfa, her milliyete, inanana da, ateiste de, Ermeni’ye de, Yahudi’ye de,bu ülkede yaşayan bütün insanlara aynı mesafede olmaktır, demokrat olmak.
Kani Kudu: Şimdi biz Cemaat adına değil, DGP adına katıldık. Bunun net olarak bilinmesi lazım. Sayın Hocamız TÜBİTAK dönemin Başbakan ve Bakanları’na telefon verdi dedi. Geçen haberi çıktı, belki haberiniz yoktur, kriptolu telefonları MİT vermiş, Hakan Fidan vermiş. Nedim Şener, Ahmet Şık tutuklandı, doğru. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan başkanlığında olan hükümet bunları tutukladı, hepsini cezaevine attı, süründürdü. Yapan dönemin hükümeti Ak Parti. Şu anda Kaçak Saray ne kadar caizdir, bilmiyorum. 10 milyona tuvalet taşı var. Ondan sonra Diyanet İşleri Başkanı’na 1 milyona araba alındı. Parayla fetva verecek, parayla fetva vermeyi de kabul etmiş. Akp, doğru, oy almış olabilir. Ama tüm gazeteleri satın alan bir AKP. 100 milyar dolar, kasasında para olan bir AKP. Ve İsviçre Bankaları, onun sayesinde kalkınan bir AKP. Gemileri okyanuslarda yürüten bir AKP. O kadar para gücüyle toplumun oy vermesi ve yanıltılması kadar doğal bir şey olamaz. Tahşiyeciler, bir terör örgütüdür. Dinle hiçbir alakası yoktur, silahla yakalanmıştır. Adama “kör” dediler, adam herkesten iyi okuyor. Dönemin Başbakanı “körü tutuklattılar” dedi, 3 gün sonra yalan söylediği ortaya çıktı. Adam hepimizden iyi görüyor. Şüpheye göre hareket etmemek lazım, “zan” çok büyük bir günah. Sayın hocamız bunları çok iyi bilir. Biz somut delillere göre hareket ediyoruz. 17 Aralık, 25 Aralık ve Selam Tevhid Örgütü delillerle doludur. İnşallah kardeşimiz Selam Tevhid Örgütü’nden beraat eder. Biz o dosyanın yeniden açılmasını sağlayacağız. Suriye’ye tırlar gidiyordu doğru ama tırlar IŞİD’e silah götürüyordu. Hükümet, İran İstihbaratçıları, IŞİD, PKK ve tüm terör örgütleri, tinerciler, mafyalar, çeteler toplandılar, AKP Hükümeti’ne biat ettiler. Ve hep birlikte hareket ediyorlar. Maalesef Türkiye Portresi bu arkadaşlar. Allah, hepimize yardım etsin.
Moderatör İlhami Mısırlıoğlu Soru-Cevap bölümünün işleyişini aktardı. Soru-Cevap bölümüne geçişte kendisine önceden sorulan sorular için süre isteyen DGP Kütahya milletvekili İdris Bal, bu süre verilmeyince toplantıdan ayrıldı. Toplantıda 3.tur 1’er dakikalık konuşmalarla yapıldı.
Gürcan Onat: Öncelikle ben vekilimizin kalkmasını, şahsım bize hakaret olarak algılıyorum. Selam Tevhid Örgütü’nde ben hasbelkader dinlenmişim, davacıyım, ayrıca Tahşiye Örgütü de dediniz. Hasbelkader o insanı da tanıyorum. Fakat siz hükmünüzü vermişsiniz. Az önce “İkisi de terör örgütü” dediniz. “Siz hakim misiniz, yargıç mısınız?” onu ben bilmiyorum. Lütfen onun cevabını verirseniz… yargılanacaksa yargılansın ve onun kararını hakimler versin. İşin ilginç tarafı, MazlumDer’de çalıştığım itibariyle iki tarafı da tanıyorum, Tahşiye denilen insanları da tanıyorum. Alakaları olmadığını da söyleyeyim burdan.
Vasfi Kösebey: Kani Bey kaldı teşekkür ediyoruz kendisine, diyor ki “biz partiyi temsilen geldik.” Partiyi temsil ediyorsunuz, sorulardan kaçıyorsunuz. Biz soru soruyoruz, bu kadar yerleşme var diyoruz, şantajlar var, sen muhatap olmayacaksan, o zaman cevabını ver bunların. Hem dini, hem laik gruplara şantajlar yapmışın, şimdi öğreniyoruz, biz o zaman inandık bunlara. Selam örgütü kimdir, kaç kişidir… biz onları da dinledik.
Fevzi Durmuş: Sayın vekilimizin terk etmesi bizleri gerçekten üzdü. Sayın Kani Bey devam ediyor, kendisine teşekkür ederiz. Sayın Bal, konuşmasında dedi ki “Demokrasi sadece seçim değildir” dedi. Bunu kendi perspektifleri açısından nasıl değerlendiriyorlar? Sandığın olmadığı ya da sandığın ikinci plana itildiği bir demokrasiyi nasıl yorumluyorlar? İkincisi, MİT Tırlarıyla ilgili silah taşındığını, IŞİD’e bu silahların götürüldüğü gibi iddiaları oldu beyefendiniz. Bunları hangi kaynağa, hangi bilgiye, hangi delile dayandırıyor?
Hüsnü Adalı: Demokrasiyi düzeltmenin, eleştirdiğiniz şeyleri düzeltmenin yoluna da, demokrat kalmak, baskılara rağmen demokrat kalabilmektir. Arkadaşlarımızın konuşurken soru sorması da bana çok doğru gelmedi. Ülkedeki gergin ortamı ilk defa burada yaşadık.
Nurettin Keleş: LAHEY Adalet Divanı’na ülkemizi şikayetten bahsettiniz, soykırımdan bahsettiniz. Siz ya bu ülkede yaşamıyorsunuz, bu ülkenin gerçeklerini bilmiyorsunuz ya da gerçekten bu ülkeye kastetmiş birisi olarak görüyorum ben sizi. Bu ülkede dünyanın hiçbir yerinde yaşayamadığınız, hiçbir yerinde görmediğiniz bir özgürlük ortamı içersinde ülkenizi kendi dinamiklerinizle, seçimle, sandıkla, halkla bir araya gelerek değil de, bu ülkeye kast edenlerle birlikte omuz omuza verip zor duruma sokmanızı maalesef anlamış değilim. Moderatör burda 1915 mi diye sordu. Sizin bu tavrınız da, geçmişteki olayları gündeme getirecektir.
Kani Kudu: Ben dışardan geldiğimde, burada oturabilirsiniz dediler oturdum. Ben parti sözcüsüyüm, milletvekilimiz milletvekili olarak, ben de parti sözcüsü olarak katıldım. Tahşiyeciler Terör Örgütü’ne AKP Hükümeti’nin Yargısı terör örgütü ilan etmiş ve karar vermiştir, şu anda dosyalar Yargıtay’da. El bombaları eğer konulduysa, Tayyip Erdoğan’a sorsunlar o bilir. Dönemin Başbakanı kendisiydi. Demokrasi seçimlerden ibarettir, doğru ama seçilen herkes yargılanabilir. Yargı bir ülkenin en önemli temelidir, bağımsız olmalıdır. Ülkeye kasteden birisi olarak, emin olun, ben bu ülkeyi en sizin kadar, belki sizden çok, siz kadar diyorum, çünkü sizin yaptığınız saygısızlığı ben yapmam, sevdiğimden eminim. Ülkem için, 1000 tane ben feda olsa hiç önemli değil. Ama biz bu ülkeyi İran ajanlarından, ajanlardan, istihbaratçılardan, çalanlardan, kaçıranlardan kurtaracağız, inşallah bağımsız mahkelemelerde yargılayacağız.
Mehmet Ali Erdoğan: Siz aslında yanlış yaptınız. Milletvekilinin yanında o partiden kimseyi oturtmayacaktınız. Milletvekili konuşacaktı, milletvekili cevap verecekti. Şimdi burada iki arkadaş sürekli konuştular. Siz buradaki adabı anlatırken, arkadaşlar sürekli konuştular. Dolayısıyla toplantının nasıl yönetileceğini anlamadılar. Baştan beri, böyle yapsaydınız, bu böyle olmazdı. Evet, kızması hoş olmadı. Dilerdim ki burda kendisi cevap versin. Buranın adabına uygun hareket etmedi. Ancak buranın adabı anlatılırken dinlemedi.
HAZIRLAYAN KİŞİ
İstanbul kMM hamalı Cemil Altay