Yer: Kocasinan Belediyesi Meclis Salonu
Tarih: 03.12.2016
KATILIMCILAR
DERNEK,VAKIF VE GİRİŞİMLER
1. STRATEJİ DERNEĞİ (Arif DOĞRUER)
2. KAYSERİ GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR PLATFORMU (Ahmet TAŞ)
3. TEKNİK ELEMANLAR VAKFI (Cafer BEYDİLLİ)
4. MEHMET AKİF ERSOY DERNEĞİ (Hüseyin TÜRKMEN)
5. HİMAYEDER (Esat YAKUT)
6. FAKİR VE MUHTAÇLARA YARDIM DERNEĞİ (Salih DEMİRAYAK)
7. RİBAT EĞİTİM VAKFI (Habip KÜÇÜK)
8. TALESEMİ DERNEĞİ (Faruk BAŞDEMİR)
9. MİLLET DERNEĞİ (Mustafa TEMİZER)
10. MAZLUMDER (Dilaver GÖĞTAŞ)
11. SİYAMDER(Yüsra DOĞAN)
SENDİKALAR
1. GENÇ MEMURSEN (Mehmet Mücahit YILDIZ)
2. HAK-İŞ SENDİKASI (Serhat ÇELİK)
3. HİZMET İŞ SENDİKASI (Feyyaz ÜNAL)
4. MEMURSEN (Harun GÖZTAŞ)
5. TOÇ-BİR SEN (Murat KUZKALE)
6. EMEKLİ MEMURSEN (Uğur MEMİŞ)
BELEDİYELER
GÖZLEMCİLER
1. Seyit KOCAKAYA (Emekli)
2. Mustafa KURBAN (Öğretmen)
KURUMLAR
MEDYA
ÖZEL KONUKLAR
1 Prof. Dr Hayriye ATİK (Erciyes Üniversitesi)
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve gözlemcilerden toplam 45 izleyici katıldı.
MODERATÖR:Adnan EVSEN
Kayseri küçük Millet Meclisi5 Kasım tarihli buluşmasında "TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ;NERDEN NEREYE" konusunu görüşmek üzere özel konuğu Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayriye ATİK ' nın da katılımı ile Aralık ayı buluşması gerçekleştirilmiştir.
03 Aralık 2016 tarihinde Cumartesi günü Kocasinan Belediyesi Meclis salonunda yapılan toplantıya birçok sivil toplum kuruluşuna ait temsilciler, gözlemciler, medya ve üniversite öğrencileri katıldı.
"TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ;NERDEN NEREYE"
Özel Konuk Prof. Dr. Hayriye ATİK (Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi):
Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkisi, 1963 yılında imzalanan ve 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlamış ve günümüze kadar geçen yaklaşık 53 yıllık süreçte inişli ve çıkışlı bir yol izleyerek devam etmiştir. Son olarak, Avrupa Parlamentosu’nun 24 kasım 2016 günü Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurma çağrısı yapmasının ardından, ilişkiler yeniden gerginleşmiştir. Bu metinde, Türkiye-AB ilişkileri dönemler halinde ele alınacaktır. Bu dönemler, gösterdikleri spesifik özellikler itibariyle şu üç başlıkta toplanmıştır;
i)1963-1999 Dönemi
ii)1999-2002 Dönemi
iii) 2002-2016 Dönemi
I)1963-1999 DÖNEMİ
Bu bölümde, başlangıçtan tam üyelik adaylığına uzanan dönemi kapsayan yıllarda, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki ekonomik ilişkiler ele alınacaktır.
A)TÜRKİYE-AB İLİŞKİSİNİN NEDENLERİ
Türkiye-AB ilişkisinin nedenleri hem Türkiye hem de AB açısından incelenebilir.
1) Türkiye Açısından
Türkiye; Avrupa Topluluğu’na, gümrük birliğinin olumlu etkileri, yeni pazar olanakları, yatırım fonlarından yararlanma, Yunanistan karşısında rekabet gücünü koruma, kurulacağı umulan “Avrupa Birleşik Devletleri” ile bütünleşme olmak üzere beş nedenden dolayı katılmak istemiştir. Birinci olarak gümrük birliğinin sağlayacağı olumlu statik ve dinamiketkilerden yararlanacaktı. İkincisi ihraç ürünleri için yeni ve geniş pazar olanaklarına kavuşacaktı. Üçüncüsü Topluluğun vereceği yatırım fonlarından yararlanacaktı. Dördüncüsü Yunanistan’ın Topluluğa üye olması durumunda, Avrupa pazarlarında bu ülke karşısında sahip olduğu rekabetgücünü kaybetmeyecekti. Beşincisi, ilerde kurulacağına inandığı “Avrupa Birleşik Devletleri”nin dışında kalmamış olacaktı.
2) AB Açısından
Avrupa Topluluğunun, Türkiye’yi ortak olarak kabul etme nedenlerine literatürümüzde pek fazlaca yer verilmez. Topluluğun Türkiye’nin katılımına ilişkin görüşü iki resmi belgede bulunabilir: Komisyon’un “Türkiye’nin Talebine Dair Görüş Tutanağı” ile “İşbirliği Paketi…”
Belgelere göre AT Türkiye ile “politik, sosyal ve ekonomik alanlarda yakın ilişki sürdürmekte temel bir çıkarı olduğunu” kabul ediyor (Balkır, 1996). Topluluk Türkiye’yi “coğrafi ve stratejik konumu” nedeniyle Birlik içinde yer alması gereken bir ülke olarak değerlendirmektedir. Bu temel; 1990’lı yıllara girerken, Doğu Bloğunun dağılması üzerine, zayıflar gibi olmuştur. Ancak Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan yakın bağları, Türkiye’nin siyasal ve stratejik önemini yeniden artırmıştır.
B) TÜRKİYE-AB İLİŞKİSİNİN TEMEL HUKUKİ BELGELERİ
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ortaklığın başlıca belgeleri şunlardır:
• Türkiye ile Topluluk arasında ortaklık öngören Ankara Antlaşması (1963),
• Bir uygulama anlaşması olan Katma Protokol (23 Kasım 1970),
• 6 Mart 1995 tarihli Gümrük Birliği Protokolü (Ortaklık Konseyi Kararı)
1)Ankara Anlaşması
Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık için, 31 Temmuz 1959 tarihinde başvurmuştur.Ortaklık antlaşması “Avrupa Topluluğu ile Topluluğa üye olmayan bir ülke arasında yapılan, o ülkenin tam üyeliğini veya o ülke ile Topluluk arasında gümrük birliği kurulmasını öngören” antlaşmadır. Bu antlaşma ile Türkiye AET’na “ortak üye” olmuştur.Ankara Antlaşması, aynı zamanda bir çerçeve antlaşmasıdır. Çünkü ortaklığın temel ilkelerini belirlemektedir.
Ankara Antlaşması’nda gümrük birliği için öngörülen aşamalar, sırasıyla hazırlık dönemi ile geçiş dönemidir. Bu aşamalardan sonra, tam üyelik dönemi gelecekti. Geçiş dönemi (1973-95) AT ile Türkiye arasında bir gümrük birliği kurulmasını öngörür. Ardından, son dönem (tam üyelik dönemi) gelmektedir. Son dönemde (1996-) Türkiye ile AT arasında ekonomik bütünleşme gerçekleşecektir.
Ankara Antlaşması’nın başlıca iki hedefi vardır.
• Birincisi “gümrük birliğinin aşamalı olarak oluşturulması”dır.
• İkincisi tarafların ekonomi politikalarının birbirine yakınlaştırılması”dır. Anlaşma, malların serbest dolaşımından başka, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin (işgücü ve sermayenin) de hareket serbestliğini amaçlamıştır. Ancak bu amaçlar, bağlayıcı olmayıp geleceğe yönelik birer dilek niteliğindedir.
Görüldüğü üzere Ankara Antlaşması’nın hedefleri; gümrük birliğinin yanısıra, ekonomik birliğin kendine özgü koşullarını içermektedir. Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na tam üyeliği, ancak ilk iki hedefe ulaşıldıktan sonra ele alınacaktır.
Öbür Hedefler: Antlaşma’nın diğer hedefleri şunlardır:
• Anlaşmaya taraf uluslar arasındaki bağları güçlendirmek;
• Türk ekonomisi ile topluluk ekonomileri arasındaki gelişmişlik farkını gidermek;
• Türkiye’nin kalkınması için mâli yardımda bulunmak;
• Ortak refah, barış ve özgürlük için çalışmak.
2)Katma Protokol
Katma Protokol 23 Kasım 1970’de imzalanmıştır. “Ankara Antlaşması hükümlerinin, Türkiye’nin ekonomik durumuna uygun olarak yürürlüğe konulmasını sağlayan bir uygulama antlaşmasıdır.” Geçiş döneminin koşul, yöntem ve sürelerini belirler.
Katma Protokol’un esasları üç başlık altında incelenebilir: Topluluğun Türkiye’ye karşı yükümlülükleri, Türkiye’nin topluluğa karşı yükümlülükleri, faktör dolaşımıyla ilgili karşılıklı yükümlülükler.
a) Topluluğun Türkiye’ye Karşı Yükümlülükleri
Yükümlülükler sanayi ve tarım sektörleriyle ilgilidir.
i) Türksanayi ürünleri iki önemli istisna dışında Topluluk pazarlarına serbestçe girecektir.
İstisnalar şunlardır:
• Topluluk Türkiye’den yapacağı petrol ürünleri ithalatına kota uygulayacaktır.
• Tekstil ürünleri ithalatında gümrük vergisi indirimleri 12 yıllık bir döneme yayılacaktır. Bu istisna Türkiye’yi çok olumsuz etkilemiştir. Çünkü tekstil ürünleri ihracatımızda büyük bir yer tutar.
ii) Tarım alanında kimi temel ihraç ürünlerimiz, Topluluğa serbestçe (gümrüksüz ve kotasız) girecektir. Diğer tarım ürünlerinin ticareti ise tedricen, süreye bağlı olarak serbestleştirilecektir.
Yükümlülükler sanayi ve tarım sektörleriyle ilgilidir.
i)Türksanayi ürünleri iki önemli istisna dışında Topluluk pazarlarına serbestçe girecektir.
İstisnalar şunlardır:
• Topluluk Türkiye’den yapacağı petrol ürünleri ithalatına kota uygulayacaktır.
• Tekstil ürünleri ithalatında gümrük vergisi indirimleri 12 yıllık bir döneme yayılacaktır. Bu istisna Türkiye’yi çok olumsuz etkilemiştir. Çünkü tekstil ürünleri ihracatımızda büyük bir yer tutar.
ii)Tarım alanında kimi temel ihraç ürünlerimiz, Topluluğa serbestçe (gümrüksüz ve kotasız) girecektir. Diğer tarım ürünlerinin ticareti ise tedricen, süreye bağlı olarak serbestleştirilecektir.
b)Türkiye’nin Yükümlülükleri
i)Türkiye sanayi ürünlerine uyguladığı gümrük vergilerini tedricî olarak ve belirli süreler içinde indirecek, en sonunda sıfırlayacaktır. Süre:
• Türkiye’nin rekabetgücünün yüksek olduğu ürünlerde 12 yıl,
• Rekabetgücünün düşük olduğu ürünlerde (genç sanayilerde) 22 yıldır.
ii)Türkiye tarım politikasını Topluluğun tarım politikasıyla uyumlu hale getirecektir. Bununla birlikte Türkiye’de çiftçiyi korumaya yönelik destekleme programları nedeniyle, bu uyumun sağlanması çok zor görülmekteydi.
Gümrük birliğinin tarımda gerçekleştirilmesi 22 yıllık dönemin sonuna bırakılmıştır. Dolayısiyle bu kesimde “tek yanlı bir ödün rejimi” uygulanıyordu.
iii)Türkiye aynı süreler içinde Ortak Gümrük Tarifesi’ne uyum sağlayacaktır. Topluluk’tan yaptığı tüm ithalatta miktar kısıtlamalarını, ithalat teminatlarını, gümrük benzeri resim ve harçları 22 yıl içinde kaldırmış olacaktır. Bununla birlikte, Protokol’de öngörülen, koruyucu nitelikte yeni kota koyma hakkına sahipti.
c) Faktör Dolaşımıyla İlgili Karşılıklı Yükümlülükler
Yükümlülükler işgücü ve sermaye faktörleriyle ilgilidir.
i)İşgücünün serbest dolaşımı belli bir süre içinde, kademeli ve karşılıklı olarak gerçekleştirilecektir. Süre şudur: Ankara Antlaşması’nın yürürlüğe girişini izleyen 12. yılın sonu ile 22. yılın sonu arası (1976-1986). Bu olanak Türkiye için büyük önem ifade ediyordu. Çünkü, işsizliğe etkili bir çözüm olarak görülüyordu. Ancak Topluluk sözünde durmadı: Yükümlülüğünü yerine getirme zamanı geldiğinde, Katma Protokol’un hükmünü uygulamaktan sürekli kaçındı.
ii)Sermayenin serbest dolaşımı konusunda Türkiye şunları yerine getirecekti:
• Özel sermaye rejiminin iyileştirilmesi,
• Sermaye hareketlerini kolaylaştırması.
3)6 Mart 1995 tarihli Gümrük Birliği Protokolü
Ankara Antlaşması’na göre Türkiye-AT ilişkisinin son dönemini oluşturan gümrük birliğinin kapsamı ile ilgili kuralları belirler. İşlenmemiş tarım ürünleri dışında tüm sanayi mallarının Türkiye ile AT arasında serbest dolaşımını, Türkiye’nin, Avrupa Topluluğu’nun ortak dış ticaret politikasını benimsemesini öngörür. Türkiye’yi gümrük birliği kapsamına giren konularda, mevzuatını, AB mevzuatına uyumlaştırmayla yükümlü tutar.
C) GELİŞMELER
a)1970’lerin ilk yılları
1970’lerin ilk yarısında Topluluk; istisnalar dışında, Türkiye’den ithal ettiği sanayi malları üzerindeki gümrük ve benzeri vergileri kaldırmış, tarım ürünleri ithalatını serbestleştirmiştir. Türkiye de Topluluk’tan ithal ettiği mallara -12 yıllık listede %10,22 yıllık listede %5 olmak üzere- indirimli tarifeler uygulamaya başlamıştır. Ocak 1973 ile Ocak 1976’da iki indirim daha yapmıştır. Türkiye Ortak Gümrük Tarifesi’ni uygulama yönünde hiçbir adım atmamıştır.
b) İkinci Yarı
1970’lerin ikinci yarısı Türkiye’nin iç ve dış faktörlerin etkisiyle, ekonomik güçlükler içinde bulunduğu bir dönemdir. Dış faktörlerin bir kısmı Avrupa Topluluğu’ndan kaynaklanmaktadır. Bu durum Türkiye’nin Topluluk’la ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Sonuç olarak Türkiye Ortaklık Antlaşması koşullarının iyileştirilmesini talep etmiştir. Eylül 1980’de Türkiye’de askerî bir yönetimin iş başına gelmesi üzerine, ilişkiler yeniden soğudu. Topluluk ülkemize yapacağı mâli yardımları askıya aldı. Türkiye’yi “insan haklarına uymaya, demokratik kurumları yeniden açmaya” çağırdı. Avrupa Parlamentosu askerî müdahaleye çok sert tepki gösterdi. Hükümet’ten bir “demokrasiye dönüş” takvimi vermesini istedi.
c) Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusu (1987)
14 Nisan 1987’de Türkiye AT’na tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.
Türkiye, tam üyelik başvurusunu, Ankara Anlaşması’ndan bağımsız olarak ve bu anlaşmada öngörülen süreleri tamamlamadan yapmıştır. Başvurunun hukûkî dayanağı Roma Anlaşması’nın “Her Avrupalı devlet Topluluğa katılma talebinde bulunabilir” hükmüdür. Yunanistan da aynı yolu izlemiş; aynı hükme dayanmış, son döneme geçilmesini beklemeden tam üyelik başvurusunda bulunmuştu.
Avrupa Komisyonu, bu konudaki raporunu Konsey’e 18 Aralık 1989’da sunmuştur. Bu rapor 5 Şubat 1990’da da Konsey tarafından kabul edilmiştir. Rapor’a göre Türkiye’nin tam üyeliği önünde dört önemli güçlük bulunmaktaydı. Türkiye’nin tam üyelik talebine karşı, yapısal farklılıklar, Türkiye’deki yüksek enflasyon ve işsizlik, sanayide yüksek koruma oranları, sosyal güvenlik farkı gibi nedenlerle olumsuz görüş bildirdi (1989).
• Türkiye ile Topluluk ekonomileri arasındaki yapısal faklılıklar (hızlı nüfus artışı, tarım ağırlıklı ekonomi, gelir dağılımında bozukluk gibi…);
• Sanayide yüksek koruma oranları;
• 1989’dan beri artma eğilimi gösteren makroekonomik dengesizlikler (yüksek enflasyon ve işsizlik);
• Kalkınma düzeyi ve sosyal güvenlik farkı.
1992 ve 1994 arasında yapılan Ortaklık Konseyi toplantılarında politik diyalog konusu üzerinde duruldu; gümrük birliğinin 1995’de gerçekleşmesi kararı alındı.1995 yılı başında, Katma Protokol’de öngörülen 22 yıllık geçiş dönemi sona erdi. 6 Mart 1995’de Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Protokolü imzalandı
II )1999-2002 DÖNEMİ
10-11 Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesi Türkiye’nin 35 yıldır süren Avrupa Birliği serüveninde bir “dönüm noktası” sayılmaktadır. Çünkü Türkiye bu toplantıda oybirliğiyle “aday üyeler listesi”ne alınmıştır. Tam üyeliğe adaylığı tescil edilmiş, yeni bir statü kazanmıştır. Aday listesine alınma, tam üyelik sürecinin birinci aşamasındadır. İkinci aşama “müzakerelerin başlaması” olacaktır. AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması ise, Kopenhag ölçütlerini tam olarak yerine getirmesine bağlı kılınmıştır. Ayrıca, “Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzelmesi” tam üyelik sürecinde önemli bir unsur olarak görülmektedir.
1999 Helsinki Doruğu’nun ardından, 2000 yılı bir hazırlık dönemi oldu. 2000 yılı içinde Ortaklık Konseyi toplandı. Analitik incelemelerle (ön taramalarla) görevli alt komiteler kurulması kararlaştırıldı. Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) tamamlandı. Ulusal Program’a ilişkin hazırlıklar son aşamasına getirildi.
A)AVRUPA PARLAMENTOSU KARARLARI
Bu sırada (Ekim-Kasım 2000’de) Avrupa Parlamentosu Türkiye aleyhine kararlar aldı. Bu çerçevede:
• “Ermeni Soykırımı” yasa tasarısını kabul etmiştir.
• Ardından Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti olmadan da Kıbrıs’ın AB’ye girebileceğine dair tavsiye niteliğindeki bir raporu kabul etmiştir.
• Bu raporda Kıbrıs’daki Türk ordusu için “işgalci güç” ifadesini kullanmıştır. Rapora göre, üyelik için gerekli kriterleri sağlamış olan Kıbrıs’ı Türkiye’den dolayı reddetmek siyasi ve ahlaki olarak savunulamayacak bir şeydi. Kıbrıs “sorunu” âcil olarak çözülmeliydi.
B) TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ KATILIM ORTAKLIĞI BELGESİ (ARALIK 2000)
Türkiye açısından 2000’in son ayları, Katılım Ortaklığı Belgesi ve Nice (Nis) Doruğu tartışmaları ile geçmiştir.
Katılım ortaklığı, katılım öncesi stratejisinin odağını oluşturur. Aday devletlerin üyelik hazırlıklarına yardımcı olacak politika araçlarının temelidir.
Katılım ortaklığı belgesi AB müktesebatının aday ülkece üstlenilmesine ve katılım öncesi yapılması gerekenlere ilişkin hedefleri ortaya koyan bir belgedir. Aday ülke için AB Komisyonu tarafından tek taraflı olarak hazırlanır. İlke olarak aday ülke ile müzakere edilmez.
AB Konseyi Türkiye hakkındaki katılım ortaklığı belgesini 20 Kasım’da Brüksel’de AB Dışişleri Bakanları Toplantısında ele almıştır. Belge üzerinde siyasi anlaşma sağlandıktan sonra, son şekliyle 2000 sonunda Nice’de yapılan, AB Konseyi Zirve toplantısında onaylanarak yayınlanmıştır.
Belgede Türkiye’ye AB üyeliğinin “olmazsa olmaz” koşulları hatırlatılmaktadır. Bunlar Kopenhag ölçütleri, AB Konseyi’nin Madrid’de ve Lüksemburg’da kabul ettiği koşullarla AB antlaşmalarının değer ve amaçlarıdır.
i)Kopenhag Ölçütleri: Her aday devlet için saptanmış olan temel öncelik alanları, Kopenhag ölçütlerini yerine getirme yeteneği ile bağlantılıdır. Bu ölçütler kısaca demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, azınlıklara saygı, pazar ekonomisi ve üyelik yükümlülüğünü üstlenme yeteneğidir.
ii)AB Konseyi’nin Madrid Koşulu: Türkiye AB Konseyi’nin “Madrid koşulu”nu yerine getirmek zorundadır. AB Konseyi’nin Madrid’deki bir toplantısında kabul ettiği bu koşula göre “her aday ülke katılım ertesinde idariyapısını, AB ile uyumlu hale getirmek zorundadır. Topluluk politikalarının uyumlu olarak yürütülmesi, buna bağlıdır. ”
iii)Lüksemburg Koşulu: AB Konseyi Lüksemburg Doruğu’nda ulusal mevzuatın, AB müktesebatına (kazanımlarına) uydurulmasını şart koşmuştur. Ancak bu uyum, tek başına yeterli değildir. Asıl önemli olan, uygulamadır. Türkiye bu gereği de yerine getirmek zorundadır.
iv)AB Antlaşmalarının Değer ve Amaçları: Aday devlet AB antlaşmalarında belirlenen değerleri ve amaçları benimsemekle yükümlüdür. Bu bağlamda AB Konseyi şu esasları koymuştu:
-Birleşmiş Milletler Yasası’na uygun olarak uyuşmazlıkların barışçı yoldan çözümü ilkesi,
-Aday devletlerin mevcut tüm sınır sorunlarını ve ilgili diğer sorunlarını çözmek için her türlü çabayı göstermeleri gereği,
-Aday devletlerin makul bir süre içinde anlaşamamaları durumunda, aralarındaki uyuşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı’na götürmeleri.
Türkiye AB’ye üye olmak istiyorsa, bu esaslara da uymak zorundadır.
C)KISA VE ORTA VADELİ ÖNCELİKLER
1) Kısa ve Orta Vadeli Öncelikler
Belgede Türkiye’nin üyelik hazırlıkları için gerekli öncelik alanları belirlenmekte, kısa ve orta vadede gerçekleştirmesi istenen hususlar sayılmaktadır.
“Kısa vadeli öncelikler” 12 aylık bir süre içerisinde tamamlanması gereken konuları, “orta vadeli öncelikler” ise bir yıldan uzun bir sürede gerçekleştirilecek konuları kapsar. Örneğin, Kıbrıs sorununun 2002 sonuna, Ege sorununun 2004 sonuna kadar çözülmesi gerekiyordu.
AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu’ndaki analizler temel alınarak, Türkiye için belirlenen kısa ve orta vadeli “öncelikler ve ara hedefler”e örnekler aşağıda sunulmuştur.
a) Kısa Vadeli Öncelikler
-Siyasal ölçütler (ifade özgürlüğü, toplantı yapma ve dernek kurma özgürlüğü, işkence ile mücadele; memurların, hâkim ve savcıların AB mevzuatı, insan hakları konusunda eğitimi; TV ve radyo yayıncılığında anadilin kullanılabilmesi, Güneydoğu’da durumun iyileştirilmesi, Kıbrıs sorununun çözümüne destek verilmesi).
-Ekonomik Ölçütler (IMF ve Dünya Bankası ile üzerinde uzlaşılmış programların uygulanması, tarım reformunun ve özelleştirmenin sürdürülmesi; iç pazarda fikrî mülkiyet mevzuatına uyum, malların serbest dolaşımı, rekabet, kamu alımlarında ve vergilendirmede Topluluk müktesebatına uyum; tarımda iyileştirmeler; ulaştırmada, enerjide ve çevre konusunda müktesebatın üstlenilmesi için programlar hazırlanması, çocuk işçiler sorununun çözülmesi).
-Diğerleri (istatistik, adalet, içişleri ve gümrük konularında belirtilen işlerin yapılması).
b) Orta Vadeli Öncelikler
-Siyasal ölçütler (Tüm bireylerin insan hakları ile temel özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması, Türk Anayasası ile yasaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında gözden geçirilmesi, AB üye devletleri uyumunun sağlanması; idam cezasının kaldırılması, hapishanelerde koşulların uluslararası normlara uygunlaştırılması; Millî Güvenlik Kurulu’nun bir danışma organı haline getirilmesi, Güneydoğu’da olağanüstü hâle son verilmesi; tüm yurttaşların, kökenlerine bakılmaksızın, kültürel hakları ile eğitim haklarını kullanmalarını sağlayacak yasal ortamın oluşturulması).
-Ekonomik Ölçütler (Özelleştirme, tarım ve mâli sektör süreçlerinin tamamlanması; ücret ve sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilir kılınması; genç kuşaklara ve geri kalmış yörelere öncelik verilerek eğitim ve sağlığın genel düzeyinin yükseltilmesi; iç pazarda malların serbest dolaşımı açısından AB müktesebatı ile uyumun tamamlanması, sermayenin serbest dolaşımı bağlamında özellikle yabancı yatırımcılara yönelik sınırlamaların kaldırılması; rekabet, kamu alımları, vergilendirme, enerji, ulaştırma ve telekomünikasyonda AB müktesebatına uyumun tamamlanması, tarımda müktesebat hazırlıklarının tamamlanması; ekonomik ve parasal birlik kapsamında Avrupa Merkez Bankası Sistemi’ne katılmak üzere Merkez Bankası Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi, Merkez Bankası’nın hükümetten bağımsızlığının tamamlanması.
-Diğerleri (Kadınlara karşı ayrımcılık uygulamalarının ortadan kaldırılması; istatistik, adalet, içişleri ve gümrük konularında belirtilen işlerin yapılması).
D)ULUSAL PROGRAM
Ulusal Program, 1999 Helsinki Doruğu ve 2000 Katılım Ortaklığı Belgesi mutabakatı çerçevesinde, Türkiye tarafından hazırlanmış, Türkiye’nin taahhütlerini ve takvimini içeren bir belgedir. AB’nin gönderdiği Katılım Ortaklığı Belgesi’ne Türkiye’nin verdiği bir yanıttır.
Ulusal Program, Türkiye’nin, Katılım Ortaklığı’nı temel alarak AB müktesebatını üstlenmesiyle, AB mevzuatın uyum sağlamasıyla, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan öncelikleri hayata geçirmesi ile ilgili, Türkiye (Avrupa Birliği Genel Sekreterliği) tarafından hazırlanmış 795 sayfalık bir belgedir. Türkiye’nin bu konulardaki program ve takvimini içerir. Katılım ortaklığının ayrılmaz bir parçasıdır.
III)KOPENHAG SONRASI (2002-20016)TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
A)İLK YILLAR
Genel olarak değerlendirildiğinde 2003 yılının bir uyum yasaları yılı olduğu, 2004’ün müzakere tarihinin verilmesi açısından öne çıktığı, 2005’in müzakerelerin ve tarama sürecinin başlaması açısından önemli olduğu söylenebilir. 2006 Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden gerginleştiği bir yıl olarak kendisini gösteriyor.
Kıbrıs’a ilişkin yapılan değerlendirmelerde, Avrupa Konseyi’nin birleşik bir Kıbrıs’ın AB üyesi olmasını istediği vurgulanmış, bu çerçevede başta Türkiye ve KKTC olmak üzere tüm taraflara BM Genel Sekreterinin önerileri temelinde müzakerelere yeniden başlama çağrısı yapılmıştır. Konuya ilişkin olarak bir çözüm sağlanmaması durumunun, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda önemli bir engel teşkil edeceği belirtilmiştir.
2004 yılının en çarpıcı gelişmesi AB’nin Türkiye’ye müzakerelere başlama tarihini vermesidir.16-17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde üyelik müzakerelerine başlama tarihi, 3 Ekim 2005 olarak belirledi.
24 Nisan 2004’de Kıbrıs’da referandum yapıldı. Kıbrıs Türk halkının yüzde 65’i Annan Planı’na evet derken, Kıbrıs Rum Kesimi yüzde 76’lık bir oranla planı reddetti.
B)AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN 24 KASIM 2016 TARİHLİ KARARI
Avrupa Parlamentosu (AP), Türkiye ile Avrupa AB arasındaki üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulması çağrısı yapan karar taslağını kabul etti. Tasarı 37'ye karşı 479 oyla kabul edildi, 107 parlamenter de oylamada çekimser kaldı. Türkiye'ye ilk kez "Hayır" diyen AP'nin bu kararı bağlayıcı değil ve AB liderlerine tavsiye niteliğinde. Türkiye ile müzakerelerin dondurulması kararını sadece AB liderleri alabilmektedir. Bu bağlamda, 15-16 Aralık’ta AB liderlerini Brüksel’de bir araya getirecek olan zirveden çıkacak olan karar, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından kritik öneme sahip olacak.
AP'nin bu hafta içinde Strasbourg'daki yaptığı oturumların gündeminde Türkiye ile AB ilişkileri vardı.Genel Kurul'daki görüşmelerde, Türkiye'deki olağanüstü hal (OHAL) uygulaması ile demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında geriye gidiş olduğu gerekçesiyle AB katılım müzakerelerinin askıya alınmasının önerilmesi eğilimi ortaya çıkmıştır.
Metinde, Müzakere Çerçeve Belgesi kapsamında, Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'nin demokrasi, insan hakları, temel haklar ve hukukun üstünlüğü alanlarında ciddi ve süregelen ihlaller yapması halinde Komisyon'un kendi girişimiyle ya da üye sayısının üçte biriyle müzakerelerin askıya alınmasını tavsiye etme ve yeniden başlaması için gereken koşulları belirleme yetkisi olduğu hatırlatıldı.
AP'deki oturumlar sırasında söz alan AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Birliğin mülteci krizi, Kıbrıs sorunu ve terörle mücadele alanlarında Türkiye ile birlikte çalışması gerektiğinin altını çizmiştir.Ancak AP karar metninde, 15 Temmuz darbe girişimi bir kez daha kınanırken, sonrasındaki OHAL uygulamalarının endişe yarattığı vurgulandı.
Son dönemde Lozan Antlaşması’yla ilgili olarak yapılan açıklamalardan duyulan ciddi endişe de verilen bir değişiklik önergesinin kabul edilmesiyle karar metnine girdi. AP’nin en büyük grubu olan Avrupa Halk Partisi (EPP) tarafından verilen değişiklik önergesinin kabulüyle metne dahil edilen paragrafta Lozan Antlaşması’nı tartışmaya açan açıklamalardan ciddi endişe duyulduğu belirtilerek, bu antlaşmanın modern Türkiye’nin sınırlarını belirleyen ve yaklaşık bir yüzyıldır bölgenin barış ve istikrarının korunmasına katkı yaptığı hatırlatıldı. Ayrıca, Türkiye'nin idam cezasını geri getirmesinin de AB müktesebatının en hayati noktalarından birinin reddedilmesi anlamına geleceği yinelendi.Başta Avusturya olmak üzere bazı üyeler, Türkiye ile katılım müzakerelerinin durdurulması gerektiğini öne sürerken; bu öneriye sıcak bakmayan Almanya, İngiltere ve Fransa gibi büyük devletler, diyalogun sürmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar.
Türkiye ve AB ilişkileri yarım asırlık süreçte inişli ve çıkışlı bir seyir izlemiştir. AB, çoğu kez diğer aday ülkelere gösterdiği iyi niyeti Türkiye’ye gösterememiş, Türkiye’yi genellikle yanlış algılamış ve değerlendirmiştir. AP’nin son değerlendirmeleri de bu türden yanlış algılamaların bir sonucudur. AB, Türkiye’nin bulunduğu bölgede barışa ve istikrara sağladığı katkıyı dikkate almalı ve Türkiye konusunda daha objektif olmalıdır.
GENÇ MEMURSEN (Mehmet Mücahit YILDIZ): AB, Türkiye'yi kabul etse neler olur bunun kararını vermeliyiz. Türkiye bir sürüncemede bırakılıyor. AB açmış olduğu fasılları bir türlü bitirmiyor. Eğer fasıllar açılacak olsa hemen yeni bir B planı devreye giriyor. Türkiye 70 faslı açıp gereğini yerine getirse AB bu defa yeni 100 fasıl daha açacak. Ellerindeki bu kozu kullanmak istiyorlar. Türkiye'yi AB ülkesi yapmadan ne kadar fazla imtiyaz alabilirlerse onu kar sayıyorlar. Ticaretimizin çoğunluğunu AB ülkeleri ile yapıyoruz. AB ülkeleri Türkiye'den ne kadar fazla taviz alırsa o kadar çok menfaatinin olduğunu düşünüyor. AB olmadan devam edilebilir diye düşünüyorum. Shangay ve Avrasya gibi diğer birliklerin üyeliklerini araştırarak buralara üye olmanın yollarına bakmalıyız. Bir süre sonra diğer birliklere üye olmanın zorluklarını yaşayabiliriz. AB ile ipleri koparmayalım, ama diğer alternatifleri de göz ardı etmeyelim.
Gözlemci (Mustafa KURBAN): AB teröre destek veriyor. Türkiye aleyhine faaliyette bulunuyor. İki yüzlülük yapıyor. Sözlerini tutmuyor. Bizleri esas duruşta bekletmek istiyorlar ve sonuçta Türkiye'yi ortaklığa kabul etmeyecekler. Bizi ortaklığa bizden daha fazla menfaat sağlayacakları zamana kadar almayacaklar. Bizi terbiye etmeye, kontrol etmeye çalışıyorlar. O zaman geldiğinde de bizim üye olmamamız gerekir. AB ile ipleri koparamayız. Dünya küçüldü. Sermaye ve iş gücü açısından biz seneler önce daha fazla bağımlıydık. Şu anda bizde yeteri kadar sermaye var. İşgücü de var. Kendi yağımızla kavrulmamız gerekir. Dik durup taviz vermememiz gerekir. AB ile ilişkilerimizi asgari oranda devam ettirmemiz gerekir diye düşünüyorum.
MAZLUMDER (Dilaver GÖĞTAŞ): AB ülkeleri birliğe sonradan dahil olan Romanya, Yunanistan ve Bulgaristan gibi ülkeleri gerekli bütün şartları yerine getirdiği için falan almadı. AB siyasi bir birlik ve bizi almazlar. AB ikiyüzlü. Türkiye terör ile mücadele veriyor. Oysa AB ülkeleri terör odaklarına yataklık yapıyor. Türkiye kendine göre bir birlik oluştursun. İnsan haklarına ve ülke menfaatlerine göre tercih yapmalıyız. Dağılan Yugoslavya ülkelerini alan birlik Türkiye'ye adeta kök söktürüyor. Romanya, Bulgaristan, Macaristan Litvanya, Letonya Estonya Türkiye'nin yanından bile geçemez. Özetle Türkiye kendi menfaatlerine göre kendine yeni bir birlik oluşturmalıdır.
Hüseyin TÜRKMEN (Mehmet Akif Aile DERNEĞİ): Rahmetli Mehmet Akif'in dediği gibi "medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" şekli ile yıllar önce özetlenmiş. Değişen bir şey yoktur. Batı bu şekli ile varlığını devam ettiriyor. Dünya soğuk savaş sürecini yaşadı. Milletlerarası mücadelenin uzantıları devam ediyor. TC devleti kurulduğunda ülkenin yöneticileri yüzünü batıya çevirmişlerdi. Güvenlik olarak da NATO tercihini yapmıştı. AB aslında 1960 yıllarında AET olarak kurulmuştu. Sonraki dönemde AB olarak düzeltildi. 1996 Yılında gümrük birliği anlaşması yapıldı. Bu anlaşmanın çok reklamı yapıldı. Bu süre içersinde yaklaşık 100 milyar dolar civarında ödenen bir fatura var. AB bir siyasi bir kulüptür. Kıbrıs konusu bizim milli meselemiz bakıyorsunuz AB bunu bize şart olarak ortaya koyuyor. Geri kabul anlaşması ile verilen sözleri yerine getirmediler. Türkiye fizanda da olsa AB ile ekonomik ilişkilerini devam ettirir. Türkiye AB ile ilişkilerini koparamaz. Aslında AB hem ekonomik hem de siyasi olarak çöküyor. Yunanistan'ı zor kurtardılar. Bizim medeniyet uyuşmazlığımız var. Biz AB ile birlikte olamayız. Onlar ile menfaate dayalı bir ilişkimiz olabilir ancak siyasi bir birliğimiz olamaz.
Faruk BAŞDEMİR (TALESEMİ DERNEĞİ): Bunca yıllık süre içerisinde hep AB lehine politikalar yapılmıştır. Demek ki bizim AB üyeliğine ihtiyacımız var. Bu kadar liderler AB peşinden koşmuşlar. Son dönemde hükümetin idam konusu, basın özgürlüğü ve vekillerin dokunulmazlığı konusunda almış olduğu karardan dolayı bir u dönüşü var. Biz hep kendimizi haklı göstermeyelim. Eksiklerimiz var. Onlara daha fazla fırsat vermeyelim. Şimdi AB ekonomik olarak gerçekten ciddi bir ticaretimiz var. Ambargo ile bu ticaret tersine de dönebilir. Kıbrıs olayında olduğu gibi. Bu ekonomik olarak bizi zarar götürebilir. Rusya ile yaşanan uçak krizinde turizmin zarar görmesi gibi zarar görebiliriz. Bunların önüne geçmek için ülkenin yöneticileri oturup kendi kararlarını versinler. Bu iş kabadayılıkla olmaz. Kalem ile ince hesap yapıp komşular ile iyi ilişkiler kurmamız gerekir. Yapıcı olmamız gerekir. AB yolumuz doğru bir yoldur.
Mustafa TEMİZER (MİLLET DERNEĞİ): Shangay denilen birlik kendi güvenliklerini sağlamak için Çin ve Rusya ile birlikte kurulan bir çatıdır. AET belli ülkelerin kurmuş olduğu bir birliktir. Bu birlik içinde Almanya, İtalya ve Fransa gibi ülkeler imtiyaz sahibidir. Biz bu imtiyazları olan ülkelere üye olunması noktasında bu birlik Türkiye'ye mezar olur diye seneler önce söylemiştik. Ortak pazar millete mezar diye telinler gösteriler yaptık. Bizim dışımızdaki bazı arkadaşlarda bu bir Hıristiyan kulübü diye birlik üyesi olmaya olumsuz bakmışlardı. Daha sonra Hıristiyan kulübü diye söyleyenler AB ile sözleşme imzaladılar. Neden böyle oldu? Sağlam bir inanca ve ilkeli temellere oturmayan bir anlaşma aradan yüz yılda geçse bozulmaya mecburdur. Mehmet Akif Ersoy'un safahatı sanki günümüzü söylüyor. Gümrük birliği ile iktisat bağımsızlığımız elimizden alındı. Hiç bir ülke AB üyesi olmadan gümrük birliğine imza atmamıştır. Üye olan ülkeler bir süre sonra gümrük birliğine üye olmuşlardır. Oysa bir gümrük birliğine seneler önce imza attık. Bizim yüzümüzü batıya dönmemiz Tanzimat ile başladı. Biz AB trenine bindik. her bir istasyonda bizi indirmeden bize ödevler verdiler. Bizim ödevlerimiz bitmez ve bitmeyecektir. Bu trenin yolcuları Türk ve Müslüman olduğu için sürekli bizlere ödev veriliyor. Dolayısı ile trenden indirmeyecekler. Oysa biz her şeyimizi batılıların taleplerine göre yaptık. Müziğimiz, kıyafetimiz, kültürümüz onların arzu ve isteklerine göre yapıldı.Sanat konusunda halk müziğini bırakıp Mozart dinlemeye başladık. Gençler içki içsin diye meyhaneler açtık. Şans oyunlarını devlet eliyle teşvik ettik. Daha bir sürü batak işleri devlet olarak yaptık. Ekonomimizi faiz sistemine göre ayarladık. Domuz etini kasaplık et olarak ayarladık. Kimliğimiz kişiliğimiz kalmayacak şekilde dejenere olduk ama yine de AB üyesi olamadık. Bu aşamadan sonra AB ülkelerine ne kadar hizmet etmişsek bu aşamadan sonra da eğer Shangay işbirliğine müracaat edersek bundan sonra da Rusya ve Çin bu örgütü ne için kurduysa biraz da bunlara hizmet etmeye devam ederiz. Bu doğru bir anlayış değildir. Netice olarak; Ne Shangay beşlisi ne Avrupa Birliği. Türkiye kendi ekseninde yeni bir birlik oluşturması amaçlı olarak istediği güce, bilgi ve tecrübeye sahiptir. Türkiye kendi potansiyelini değerlendirmek zorundadır. Yeter ki idareciler samimi ve dürüst olsunlar. Bu millet bu güce ve kudrete sahip olup, sağın ve solun kölesi olmaya ihtiyacımız yoktur. Bu millet kendi kaderini, kendi geleceğini çizebilecek kudrete sahiptir.
Serhat ÇELİK (HAK-İŞ SENDİKASI):Sendika olarak 1990 yılına kadar AB karşıtı idik. Bu yıldan itibaren fikirlerimizde değişiklikler olmaya başladı. 1990 Yılından itibaren AB yi amaç değil araç olarak kullanmaya başlayacağımızı düşünmeye başladık. Bundan bir kaç on sene önce daha Cumhurbaşkanını seçebilecek durumda bile değildik. 2002 Yılından itibaren AB yi araç olarak kullanmaya başladığını kabul edebiliriz. Belki gümrük birliğinden dolayı yüz milyar dolarımız gitmiş olabilir. Ancak hem ABD hem AB Türkiye'yi yıkmak ve parçalamak için beş yüz milyar doları gözden çıkarmış durumdalar. Türkiye artık kendi kaderini çizebilecek duruma geldiğini düşünüyorum. Biz kendi medeniyetimiz doğrultusunda ayaklarımızı sabit kalarak İslami bir birlik oluşturabiliriz. Bunlar İslam, Afrika veya Türk birliği olabilir.
Seyit KOCAKAYA (GÖZLEMCİ):Biz olaylara hem siyasi hem ekonomik olarak bakmak durumundayız. Dünyanın bütün ülkelerinin birbirlerine ihtiyacı vardır. Sadece siyasi davranacak olursak bir yere gidemeyiz.
Ahmet TAŞ (KAYSERİ GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR PLATFORMU): 1953 Doğumluyum. 4 Yıl sonra AB müracaatı olmuş. Bizi bu süre içerisinde üyeliğe almamışlar. Şu anda Avrupa'da beş milyon kadar Türk var. Yine Afrika kökenli milyonlarca insan Avrupa'da yaşama hakkı elde etmiş durumda. Bütün bunlar bir araya geldiğinde Avrupalılar Türk ve Müslüman kimliğinden rahatsız olmaya başlıyor. Ayrıca Türkiye kurulduğu günden bugüne kadar istikamet batıdır diyerek Avrupalılardan yararlanmak istemiştir. O yıllardaki bu politikalar belki de doğruydu. 1980 Li yıllardan itibaren Türkiye kendi ürünlerini yetiştirmeye başlamıştır. AB bugünkü anlamda yaptığımız ürünlere kalite gelmesinde, hayat standartlarımıza yükseltilensi, bir yandan da daha iyi demokratik katılımlı idareler oluşturmak amaçlı çabalarımız sebebi AB ile uyum yasaları yapmaya başlanmıştır. Şunu unutmayalım; Türkiye'de bütün darbe ve muhtıralardan kurtulmak adına da AB tercihini kullanmışız. Bu anlamda AB uyum yasaları adına bir takım değişiklikler yapıldı. Gelinen noktada Türkiye büyüdü ve mal satmaya başladı. AB ülkeleri bundan rahatsız olmaya başladı. Pazarları daraldı. Eskisi gibi Türkiye'ye söz geçiremez oldular. İster istemez daha zayıf bir Türkiye istediler. Büyün bu olanlardan dolayı idam cezasını, OHAL yasasını, basın özgürlüğünü, vekiller ile yapılan yargılama anayasa değişikliğini de bahane ederek Türkiye'ye baskı yapmaya başladılar. Aynı zamanda Ortadoğu ya ABD adına şekil vermek için Türkiye aleyhine çalışan ne kadar terör örgütü varsa hepsinin yuvalanma merkezi haline geldi. Hepsini destekliyor. Amaç birinci dünya savaşı sonrası kurdukları düzenin devam etmesi adına elinden geleni yapıyor. Her şeye rağmen Türkiye-AB ilişkileri devam etmeli ancak belli ilkeler üzerinde mutabık kalınmalı. Kimse kimseye bir şey dayatmamalı ve kandırmamalıdır. Diğerinin iç işlerine karışmamalıdır. Shangay işbirliği teşkilatı ise kapitalist dünyanın hegomanyasından korkan Rusya ve Çin'in birlikteliğini oluşturduğu bir ortaklıktır. Varşova paktının yerine geçirilmeye çalışıldığı bir teşkilat. Bu birlikte çok masum değil. Çin'in Doğu Türkistan da, Rusya'nın Çeçenistan'da neler yaptığını biliyoruz. Biri birinden daha vicdanlı değil.
Recep YAŞAR (GÖZLEMCİ): AB ye girmeyelim, Bu birlikten çıkalım ve girmeyelim.
Yüsra DOĞAN (SİYAMADER): AB kendi ilkelerini çiğneyerek Güney Kıbrıs'ı üyeliğe kabul etti. Çünkü sınırları belli olmayan ülkeler birliğe dahil edilemez ilkesine rağmen Güney Kıbrıs üye yapıldı. Avrupa Parlamentosunda ise alınan kararın tam terine bir karar çıkacağına inanıyorum. İngiltere'nin birlikten çıkma konusuna gelince İngiltere her zaman kendisi AB den daha üstün gördüğünü, daha imtiyazlı olmak istediğini biliyoruz. Türkiye AB ile hemen hemen entegre olmuş durumda. Kültür olarak da entegre olduk. Türkiye AB den ayrılmamalı. Türkiye kartını iyi oynamalıdır.
Cafer BEYDİLLİ (TEKNİK ELEMANLAR VAKFI): AB ülkeleri bizi ırak ve Suriye yapmak istedikleri için bir karşı çıkış oldu. Rusya şu anda bize iyi yüzünü göstermeye çalışıyor. Bize 53 yıl oyun oynayan AB yerine Shangay'a dahil olmalıyız. Sadece Shangay değil, başka birliklere de ilgi göstermeliyiz. İlkeli ve menfaatlerimizi gözeterek birlik oluşturmak durumundayız. Bulgaristan birlik üyesi olmakla şaha kalkmadı. İsviçre de olmamakla yerle yeksan olmadı. Oysaki İsviçre daha müreffeh bir ülke.
EMEKLİ MEMURSEN (Uğur MEMİŞ): AB iki konuda çekince sunuyor. Türkiye'den daha düşük gelire sahip ülkeleri birliğe üye alırken Türkiye alınmıyor. Türkiye Avrupa da Almanya kadar nüfusa sahip. Dolayısı ile eğer birliğe üye olunması durumunda en fazla parlamenteri olan ülkeleden birisi olacaktır. Şu anda özellikle Almanya bunu istemiyor. Bir diğer ise her bir birlik ülkesi birliğe gayri safi mili gelirine göre katkı koyar. Bu anlamda Türkiye düşük bir gelire sahip olduğu için düşük katkı koyacağından dolayı buna normal bakılmıyor.
Adnan EVSEN (Kayseri kMM): 1959 Yılından bu tarafa birliğe üye olmak için imza atanların çoğu şu anda hayatta değil. Onlar bu üyeliği göremediler. Bizler de göremeyeceğiz. Biz AB üyesi olduğumuzda sanki her şey süt liman olacakmış gibi düşünüyoruz. Bu yanlış bir bakış açısıdır. Bakın Yunanistan AB'ye 1981 yılında üye oldu. Oysaki geldiğimiz bu günlerde Yunanistan kalkınamadı. Oysa birlik üyesi olmadan kalkınan ve marka değer üreten, ülke ismi ile müsemma olan marka değerleri var. İsviçre hiç üye olmadı ve olmak istemiyor. İngiltere üyelikten çıkıyor. Almanya birlik ülkesi diye bu gelişmişliği sağlamadı. Disiplinli ve çalışkanlığı ile buralara kadar geldiler. Fransa için aynı şeyler geçerli. Bulgaristan üye oldu da ne oldu? Romanya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Estonya hangi marka değer çıkardılar? Bugün Türkiye üyeliğe kabul edilse hangi markası ile kabul görecek? Siz eğer nitelikli insan yetiştiremiyorsanız, marka değeri yapamıyorsanız birlik üyesi olmanın bir anlamı yok. Tembelseniz yine tebel, üretmeyi seviyorsanız sonuç yine değişmez. Dolayısı ile AB ye üye olmak veya olmamak dünyanın sonu değildir. AB ile ilişkilerimizi ülke menfaatleri doğrultusunda devam ettirmemiz gerekir. Bununla birlikte diğer birliktelikleri aramak ve çeşitlilik sunmak asıl amacımız olmalı.
Genel Gündem Ortak Sonuç:
1. Türkiye-AB ilişkileri her şeye rağmen devam etmelidir. Birlik üyesi olması yönünde ilkeli ve karşılıklı menfaatlere dayalı bir anlaşma yönü tercih edilmelidir. Sadece AB üyeliği ile vakit kaybetmeden Shangay İşbriliği örgütü veya Avrasya, Afrika, Asya, Müslüman_Türk şeklinde adı her ne olursa olsun alternatif birlikler oluşturmalı veya üyelik işlemleri başlatılmalıdır.
2. AB üyesi olmanın veya olamamanın aslında çok da bir fonksiyonu yok. Eğer nitelikli insan yetiştiremiyorsanız veya marka değeri yapamıyorsanız üye olmak veya olmamak çok da önemli değil. Yunanistan gelişememenin, İrlanda birlik içinde gelişmenin, İsviçre hiç üye olmadan küreselleşmenin açık örnekleridir. Dolayısı ile nitelikli insan gücü yetiştirmek ve nitelikli marka değerleri üretmek, tüm dünyaya mal ve hizmet satabiliyorsanız birlik üyesi olmaktan daha önemlidir.
Değerlendirenler
Adnan EVSEN
KayserikMM Hamalı