YER :Antakya Ticaret ve Sanayi Odası
TARİH :03.12.2011
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Aalen Antakya Kültür Derneği (Süleyman Nayman – Yönetici)
2 / Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği ( Mevlüd Oruç – Yönetici)
3 / Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği (Mehmet Güzel – Başkan)
4 / ESP-Ezilenlerin Sosyalist Platformu – Hayrettin Arslan
5 / Antakya Kent Akademisi Derneği (Mustafa Sevinir – Yönetici)
6 / DKB- Dünya Kardeşlik Birliği (Mithat Sultani – Yönetici)
7 / Bereket Kar – Halkların Demokratik Kongresi
8 / Hatay Gençlik Derneği (Koray Cengiz – Başkan)
9 / Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği (Nureddin Çolak – Yönetici)
10 /İnsan Hakları Derneği (Mithat Can – Başkan)
11 /Mülteci İnisiyatifi Girişimi (Lümeys Dede – Girişimci)
12 /TÜKODER (Nihal Atay Mengüllüoğlu – Başkan)
MESLEK ODALARI
1 / Hatay SMM Odası – (Abdullah Korkmaz – Başkan)
2 / Jeoloji Mühendisleri Odası (Rasim Can – Yönetici)
SENDİKALAR
1 / DİSK/ Emekli-Sen (Hasan Kazıkçı – Yönetici)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 / Hatice Can (Avukat – Eski İHD Şube Başkanı- Baro Kadın Komisyonu Başkanı)
2 / Mehmet Çardak – Emekli Gümrük Başkontrolorü – Ekinoks Group
3 / Prof. Dr. Necat Ağca – Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi
4 / Hasip Yiğitoğlu – Yazar
GÖZLEMCİLER
1 / Edib Hadimoğulları – İşçi Partisi İl Başkanı
2 / Hüseyin Karanlık – İşçi Partisi Genel Sekreter Yardımcısı – MKK Üyesi
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Refik Eryılmaz – Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekili
BELEDİYE BAŞKANLARI: Belediye Başkanı katılımı olmadı.
MESAJ YOLLAYANLAR
—Ak Parti Hatay Milletvekilleri Orhan Karasayar ve Mehmet Öntürk partilerinin seçim kongreleri sebebiyle, Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekilleri Mehmet Ali Edipoğlu ve Hasan Akgöl partilerinin kendilerini başka illerde görevlendirmesi sebebiyle katılamayacaklarını bildirdiler.
DİĞER KATILIMCILAR
1 / Bahar Sönmez –
2 / Bilgen Duman – CHP Merkez İlçe Kadın Kolları Başkanı
3 / Bilent Şahin – Emekli
4 / Bülent Sert – Öğretmen
5 / Eda Dönmez – Ev Hanımı
6 / Fatma Dolar – CHP İlçe Kadın Kolları
7 / Fevzi Öztürk – Emekli
8 / Gökhan Kılbey –
9 / Işın Soydani – Ev Hanımı
10 /İsmet Bozoğlan – Emekli-Sen
11 /Lemia Sert – Öğretmen
12 /M. Asıf Çiler – Özel Eğitim Uzmanı
13 /M. Burak Keskin –
14 /Melahat Yılmazlar – Avukat
15 /Mithat Öztürk – Emekli-Sen
16 /Nurhan Aşkar –
17 /Özcan Barutçu – Öğretmen
18 /Sedat Baklacı –
19 /Tuğba Bahadırlı –
20 /Yılmaz Yeşiloğlu – Öğretmen
21 /Zekeriya Coşkun – Stajyer Avukat
MEDYA
1 / Anadolu Ajansı – Salim Taş
2 / Antakya Gazetesi – Mehmet Özgün
3 / Atayurt Gazetesi –Erkan Şirin
4 / Atak Dergisi – Nazlı Güzel
5 / Denge Gazetesi – Ferit Lif
6 / Hatayhaberim.com – Satuk Buğra Güney
7 / Hatay Kent Gazetesi – Tamer Yazar
8 / HRT (Hatay Radyo Televizyonu) – Serdar İbrahimoğlu
9 / HRT (Hatay Radyo Televizyonu) – Zahi Ünsaldı
10 /Özyurt Gazetesi – Ali Yolcu
11 /Onuncu Köy Gazetesi – Muhammet Balcı
MODERATÖR :Abdullah Korkmaz – Hatay Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası (SMMO) Başkanı
KONULAR :
Genel Konu : 2012 bütçesi ihtiyaçlara uygun olarak hazırlanıyor mu?
Yerel Konu : Türkiye savaşa mı gidiyor? (Ortadoğu’da değişen politik dengeler, Türkiye-Suriye ilişkileri ve Hatay)
KONUŞULANLAR
Genel Konu : 2012 bütçesi ihtiyaçlara uygun olarak hazırlanıyor mu?
1 / Ekrem Dönmez – (Hatay küçük Millet Meclisi Hamalı);Milletvekillerimize her zaman olduğu gibi toplantılarımıza katılmaları için davette bulunduk. Milletvekillerimiz Orhan Karasayar, Mehmet Ali Edipoğlu, Hasan Akgöl ve Mehmet Öntürk parti görevleri sebebiyle telefonla arayıp katılamayacaklarını bildirdiler. Milletvekilimiz Refik Eryılmaz toplantıya katılacak. Diğer milletvekillerimiz ise hiçbir bildirimde bulunmadı. Sivil bir girişim olan ve eski köye adet getirmeye çalıştığımız bu toplantılar gönüllülük esasına dayanıyor ve Parti Genel Merkezlerinin veya Sivil toplum Örgütlerinin genelgesiyle bu toplantılara katılım sağlamak benimsediğimiz bir yol değil. Her ay gündeme yerleşen en önemli konuları konuştuğumuz bu toplantılarda milletvekillerimizin Mecliste yapacakları çalışmaların altyapısını oluşturuyoruz. Aynı şekilde milletvekillerimize ulaşamayan, 4 yılda bir sandıkta gören sivil toplum örgütü temsilcilerimiz de her ay sıcağı sıcağına milletvekillerini sorunları aktarma imkânı buluyorlar. Bu toplantının, milletvekillerimizin ve sivil toplum örgütlerinin diğer işlerinden daha az önemli olmadığını düşünüyoruz.
2 / Abdullah Korkmaz – (Moderatör); Bütçe için kısaca gelir-gider dengesi diyebiliriz. Gider ve gelirlerin birbirini karşılaması halinde bütçenin doğru olduğunu düşünebiliriz. Bütçe hazırlanırken sadece denk olmasının gözetilip gözetilmediğine bakmamak gerekir. Biz de bütçe denk ise tamam deniyor. Hâlbuki bütçe hazırlanırken, bütçenin denkliğinden ziyade eğitim başta olmak üzere sağlık, güvenlik gibi bütçe kalemlerine hangi rakamların ayrıldığı oldukça önemlidir. Doğru yatırım, doğru gelir ve doğru harcamanın bütçeyi oluştururken göz önüne alınması gerekir. Yani bir sağlık için verilen rakam ne kadardır. Eğitim için verilen rakam ne kadardır. Güvenlik için verilen rakam ne kadardır gibi biz bunları da inceleriz. Maalesef Türkiye’de yıllardan beri bütçe açığı çok fazla. Bu açıdan bütçenin denkliğini düşünmek ilk önce ülkenin geleceğini hesaplamayla ilgilidir. Bir gelir elde ediyorsanız ve bu geliri elde etmek yetmeyecek, siz bunu doğru kullanıyor musunuz? Harcamayı doğru yapıyor musunuz? Ülkenin bütçelerini yaparken gelirin tek kalem olduğunu düşünülür. Gelirin önce vergilerden elde edilmesi gerekir. Eğer vergilerle biz giderlerimizi karşılayamıyorsak ki şu anda bizim ülkemizde sık sık başvurulan bir yol, ya bir hazine bonosu çıkarırsınız, ya iç borçlanma yaparsınız, oda yetmiyorsa dış borçlanma yaparsınız. Tabii iç borçlanma ve dış borçlanmanın faturasını en iyi ödeyen ülkelerden biri de biziz. Eğer bunları da sağlayamıyorsanız yine bütçe açığını veya bütçe giderlerini karşılamak için para basarsınız. Böylece enflasyonların yukarı doğru çıkmasını sağlamış olursunuz. Yani ya ülke gerçekten doğru anlamda vergisini toplayacak ya da kayıt dışı ekonomiyi yok edecek veya dünya üzerindeki ortalama rakamlara geçecek. Eğer bunları sağlamıyorsanız, vergi gelirinizi sadece ücretlerden elde ediyorsanız, gerçekten alınması gereken yerden vergi gelirini elde edemiyorsanız doğru bütçeye varma şansınız hiç yok. Yılsonu geldiğinde hep bütçe açığı tartışılır. Yok, 39 milyar yok 50 milyardır. Eğer siz böyle bir borçla açık veriyorsanız ve bu yıl olarak sürüyorsa bazı kısa dönemlerde, bazı ekonomik kriz dönemlerinde bütçe açığı doğal olabilir. Ama bu süreç tehlike arz ediyor ise bizim bütçemizin yanlış olduğunu gösterir. Borçlanma veya kâğıt parayı basmak da bir nevi vergidir ve enflasyonu körüklüyor. Enflasyon da bir nevi gizli vergidir. Cebinizdeki parayı bir saat içinde çekebilir. O da bütçenin dengesizliğini götürür.
3 / Mevlüd Oruç – (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği); Bana göre ülkemizin 90 yıldan beri merkezi bütçesinin hazırlanış şekli artık bu günün Türkiye’sine yeterli değildir. Yeni Anayasayla birlikte yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkezi olarak toplanan gelirlerin birçok kısmının yerel yönetimlere gelir toplama ve harcama yetkisinin devredilmesi gerekiyor. Gelirlerin Ankara’dan toplanması ve oradan tekrar dağıtılması şeklindeki hantal yönetim birçok yanlışlığın da müsebbibidir. 2012 bütçesi cetvellerine kaba bir bakışla, 90 yıldan beri tasarlanan güçlü devlet zayıf vatandaş anlayışı var. Mesela bütçede en büyük pay yine silahlara ayrılmış. Milli savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü v.b. Mesela benim gözüme başka bir çarpıcı örnek geldi. Yanlış okumadıysam mesela Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının 5 katı. Bu durumda doğal afette bütün işimiz Allaha kalıyor. Koordinasyon kurulamıyor. Koskocaman Van vatandaşların gönderdiği çadırlara kalıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ülkemizdeki Hıristiyanları, Yahudileri, Alevileri, Ateistleri ve diğerlerini temsil etmiyor. Hatta Sünniliğin sadece bir kısmını temsil etmesine rağmen hepimizin vergisi ile finanse ediliyor. Bu bir adaletsizlik aynı zamanda dinen günahtır. Bunun artık bir düzene girmesi lazım, aynı zamanda silaha ve savaş alanına çok büyük fonlar harcanırken, okullarımızın durumu içler acısı. Eğitime yeterince bütçe ayrılmadığını söylüyorum. İster bina, ister donanım olarak okullarımız hala içler acısı. Şimdi ben başka bir şeye dikkat çekiyorum, bütçede gözükmüyor ama gözükmediği içinde ayrı bir sorun. Ana dil için bütçe ayrılmaması, nasıl ki hepimizin vergisinden tek bir dine bütçe ayrılması bir adaletsizlikse, aynı şekilde hepinizin vergisinden bir tek dile bütçe ayrılması ve benim ana dilimi öğrenmeme bütçe ayrılmaması da benim için büyük bir sorundur.
4 / Hatice Can – (Avukat); Bütçeler devletlerin ekonomik ve politika araçlarıdır. Ülkemizde herkesin eşit olduğu söylenir. Ben özellikle kadınlara yönelik şiddet toplumsal cinsiyet eşitliği açısından bütçelerin kadın odaklı olmadığını, kadınların yaşamın bütün alanlarında karar mekanizmalarına yerleştirilecek söz ve karar sahibi olacakları mekanizmalarda önlerinin açılmadığını, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uluslararası sözleşmelerle verdiği taahhütlere uygun yapılmadığını söyleyebilirim. Bütçemiz ne yazık ki gene bu dönemde de her ne kadar uluslar arası sözleşmeler imzalanmışsa da kadın-erkek eşitliğini, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak mekanizmalardan uzaktır. Son dönemlerde kadınlara yönelik şiddet olaylarında % 400 artış olduğunu resmi kurumlar söylüyor. Adalet Bakanlığı bir soruya verdiği cevapta bunu söylüyor. Ancak kadınlara yönelik şiddeti önleme diyorum, şiddet olduktan sonra cezalandırma değil, önleme konusundaki politikalar konusunda bütçede kadın odaklı bütçeyi ne yazık ki göremiyoruz. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi araçlarından birisi olan, yerel yönetimlere de görev yükleyen kadın sığınma evleri var. Belediyeler sığınma evi yapmak zorunda iken Türkiye’de bu sayının çok düşük olduğunu görüyoruz. Belediyelere yaptığımız başvuruların hepsinin bütçelere takıldığını görüyoruz. Buda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sözde kaldığını, bütçeler yapılırken yerel yönetimler de dâhil olmak üzere örneğin Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünün bütçesi yapılırken ya da kadının istihdamından, karar mekanizmasında yer alışına veya kadın yoksulluğunun giderilmesine yönelik bir çalışma olmadığını düşünüyorum. Kadın alanında çalışan bütün demokratik örgütler, sivil toplum örgütleri, baro kadın komisyonları toplumsal cinsiyete endeksli bütçeleme olması için harekete geçecekler. Bunu da burada haber vermiş olayım.
5 / Lümeys Dede – (Mülteci İnsiyatifi); Ben biraz il bütçelerinden bahsedeceğim. Sivil toplum hiç bu konuda kaale alınmıyor, yani bir Antakya’nın içinde bütçe adı altında olan paraların nereye gittiğini de merak ediyorum. Ödediğimiz paralarımız nereye gidiyor. Her taraf delik deşik, bir defaya mahsus kazılsa Antakya ne kadar güzel olurdu. Bir de Antakya’mızı güzelleştirme adına yapılan ağaç katliamı var. Antakya bütçesi oluştururken nereye önem vermemiz gerektiğini, sivil toplum örgütlerine sormamız lazım. Antakya’da bir tane dahi kadın sığınma evi yok. Kadın sorununun bir temeli olan kadın sığınma evinin olmaması, bütçelerde kadına önem verilmediğini gösteriyor. Ben öğretmenim, öğrencilerimizin yüzü sapsarı, devlet bütçesi oluştururken Tarım Bakanlığına keşke daha büyük para ayrılsaydı, çocuklarımız biraz daha et yiyip, biraz daha süt içseydi belki daha sağlıklı çocuklar yetiştirebilirdik. Tarım Bakanlığının bütçesi ile Diyanet İşlerinin Başkanlığının bütçeleri arasında kıyaslanamayacak derecede fark var. Ben isterim ki hem yerel hem de merkezi bütçe için denetleme ve izleme yolları oluşturulsun. Gerek bütçemizin oluşumunda, gerek illerde sivil toplumun görüşü alınsın. Bunlar olmadıktan sonra bütçelerin adilane dağıtılacağına inanmıyorum. Bir de torpilli iller meselesi de var. Yani a partisine oy çıksın diye hak etmeyen illere daha çok bütçe ayrılmasını kınıyorum. Kara yolları yerine demir yollarını yapsalardı daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
6 / Bereket Kar- (Halkların Demokratik Kongresi); Bütçe meselesi arkadaşların ifade ettiği gibi oldukça ciddi bir sorun ve ülkenin bütününü hepimizi fert fert ilgilendiriyor. Dikkat edilirse bu bütçe dönemlerinde sık sık TV programları izleriz. Bu TV programlarında hükümet sözcüleri Türkiye’nin büyümesinden, ulusal gelirlerden bahsederler. İçinde bulunduğumuz süreçte Avrupa standartlarını yakaladığımızla övünülür sürekli. Milli gelirin 10 bin dolarları aştığını ve artık ülkemizin halkın refah içinde yaşadığını sürekli anlatırlar. Peki, soruyorum şu anda % 7 büyüme ile övünen Türkiye hükümeti, AKP hükümeti hangi kriterleri esas alarak bütçenin dağılımını yapmaktalar. Mesela yatırımlardan çok somut bahsetmezler. Eğitim alanına, sağlık alanına, sosyal yaşam alanlarına hangi kriterler alınarak bütçeden pay ayrıldığını insanlar bilmiyor. Sağlıkta bu gün yaşanan problemler bu bütçe meselesinden kaynaklı, Eğitimde velilerimiz hala bir odun parası ödüyor, hala okula yardımla derneklerden toplanan bağışlarla, yaptıkları yemeklerle yürüyor. Karne alımlarında kanunen yasak olmasına rağmen toplanan paralar aslında bunun sonucudur. Çünkü eğitime ilişkin gerçekten milli eğitim bakanlığının bütçesinin nasıl harcandığını, nereye harcandığını kimse bilmiyor yani bilinse dahi bunların şeffaf bir şekilde açıklandığını hiç kimse söyleyemez. Bütçe her yıl milyarlarla açık veriyor, peki bu açıklar nerden geliyor? Bu açıklar aslında bankalara, tekellere, büyük şirketlere ayrılan ve gerçekten yatırım adı altında yapılmaya çalışılan ve belki her bir hükümet üyesinin ortak olduğu bu tarz dolaylı ya da dolaysız yatırımlara harcanıyor. Yani insanlardan toplanmış olan vergiler insanlara eğitim, sağlık, yol, kaldırım diye dönmüyor. Mesela paralı askerlik meselesi çıktı. İnsanlardan 30 bin lira alıyorlar. Bunun dışında tüketim vergilerine zam koyarak, yeni tüketim vergileri getirerek, özellikle otomobillerden, cep telefonlarına, her türlü tüketime vergi koyarak açığı kapatmaya çalışıyorlar. Aslında farkında olmadan bizler her gün yeni bir vergi ile karşı karşıya oluyoruz. Bir cep telefonundan 23 çeşit vergi alınmakta. Dolayısıyla bizler bütçenin hazırlanmasında evet sivil kuruluşlar partiler ve bütün bu toplumu ilgilendiren güçler aslında bu sorunu daha ciddi bir şekilde tartışarak bu hükümetin ya da bu bütçenin hangi hükümet olursa olsun bunun karşısında ciddi önerilerle karşı çıkmamız lazım. Fakat ne yazık ki seyirci kalınıyor.
7 / Mithat Can – (İnsan Hakları Derneği); Bütçe deyince ulusal gelirin halka nasıl dağıtılacağını, bilânçosunu yapmayı anlıyorum. Şimdiye kadar yapılan bütçeler devlet merkezli, hükümet odaklı şekilde hazırlanıyor. Böyle olunca ben istediğimi harcarım diyen bir anlayışta ülkeyi kalkındırma, vatandaşı refaha kavuşturma gibi bir düşünce olmadığını görüyorum. Oysa demokrasi ile yönetilen ülkelerde bütçelerin halk ve insan merkezli olması gerektiğini söylüyoruz. Halka ne kadar hizmet sunabilirim, halkın huzurunu ne kadar yükseltebilirim diye planlanmalı. Bu anlamda gerçekten yerel yönetimlerin yetkisinin çoğaltılması gerektiğine inanıyoruz. Yine devlet bütçeleri daha çok güvenlik, daha çok savaş, daha çok silah merkezli yapılmakta. Oysa eğitime, sağlığa bütçemizin çok az ayrıldığını görmekteyiz. Bunun yanında sivil toplum örgütlerinin gelişmesi, örgütlenmesi, özgürlüğün gelişmesi konusunda da, devletler eğer demokrasiyle yönetiliyorsa, yapılması gereken şeyler olduğunu, bunlara da fon, pay ayrılması gerektiğini düşünüyorum. İnsan Hakları Bakanlığı kurmuşlardı, sonra kaldırdılar. Oysa insan hakları standartlarının yükseltilmesi için bir fon ayırması gerektiğini ve vatandaşın kendi hukukunun, demokrasi bilincinin geliştirilmesi gerekir. Bunu hiçbir zaman görmemekteyiz. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar tüketim vergisi bulunmaz. Yani ne alırsan bunun 4 veya 5 katını ödüyorsun, bu da zulümden başka bir şey değil. Açıkları kapatmak için vatandaşa yüklemenin zulüm olduğunu söylemek istiyorum.
8 / Bilgen Duman – (CHP Merkez İlçe Kadın Kolları Başkanı); Bütçenin halk gereksinimlerini karşılayacak şekilde oluşturulmadığı kesin. Bütçeye baktığımız zaman dağılımlar çok adaletsiz, hem yerel hem de genel olarak adaletsiz bir dağılım söz konusu. Bununla beraber eğitim, bilim gibi hiçbir şekilde insanların diğer ülkeler karşısında daha güçlü konuma gelecekleri bu tarzdaki şeyler için düzgün bir bütçe ayrılmamış. Özellikle bilim konusunda çok ciddi sıkıntılar var. Çok değerli bilim adamlarımız hep ülke dışındalar, hiçbir şekilde kendileri için özel bir kurum ya da bilimi icra edecekleri bir alan yok. Aynı şekilde sağlık, kadın hakları konusunda ciddi sıkıntı var. Bir kanser araştırma merkezi yok ve son günlerde özellikle bu artan kanser vakaları ve kanserden dolayı ölümler gerçekten üzüyor. Bununla ilgili Sağlık Bakanlığının bütçesinin olmadığını düşünüyorum. Bakıyoruz dış borçlanma, iç borçlanma gittikçe artmış. Bu dış borçlanmanın artmasıyla beraber Türkiye’nin emperyalist ülkelere karşı bağımlılığı da artmış oluyor ve oltadaki balık olmaktan kurtulamıyor.
9 / Mehmet Güzel – (Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği); Bütçe doğrudan doğruya devletin yapısıyla ilgili bir olay, bütçenin halkın ihtiyaçlarına göre oluşturulması gerekir. Ülkemizdeki devlet yapısı ne yazık ki sosyal devlet yapısı değildir. Daha çok sermayenin egemenliğinde, buda sadece yerel sermayenin egemenliğinde olmakla sınırlı değil, uluslararası bir sermayenin olduğu bir devlet yapısı var. Her yönüyle dış ülkelere, güçlü ülkelere bağımlı bir devlet yapısı var. Osmanlıdan bu yana gelen bir gelenektir bu. Gerçek demokratik devlet, halkın ihtiyaçlarının, halkın iradesinin üst yapıya yansıdığı bir devlet şeklidir. Türkiye kuruluşundan bu güne kadar hiçbir zaman halkın iradesinin yansıdığı bir devlet olmamıştır. Sistemin yapısı gereği hep halkın ötelendiği ve halkın bir gelir kaynağı olduğu bir devlet yapısı olmuştur. Dolayısıyla iliklerimize kadar sömürülerek oluşturulur bütçe, ama hiçbir zaman bize hizmet olarak dönmez. Bütçe daha çok sermayenin ihtiyaçlarına göre, geri dönüşümü olmayan krediler olarak gider. Daha çok silah sanayine gider, silah sanayisi devletin kendi varlığının ihtiyaçlarından kaynaklanır ama halkın varlığının, halkın vefasının düşünülmediği bir anlayış olur bu. Bu yüzden depremlerden, doğal afetlerden en kolay şekilde halk heder olur, ama devletimiz baki kalır. Devletin bakiliği ön plandadır. Halkın afetlerde yok olması arka plandadır. Böylesi bir devlet anlayışı halkın aleyhine olan bir devlet anlayışıdır. Dolayısıyla da bütçe oluşturulurken devletin yapısına uygun bir bütçe oluşturuluyor. Yani sermayenin, yabancı ülkelerin ve güvenliğin ön planda olduğu bir bütçe oluşturuluyor. Dolayısıyla şu anda 2012 bütçesinin nasıl olması veya nasıl olduğu yönündeki ayrıntı çok anlamlı olmuyor. Yani bu bütçenin neresini düzelteceksiniz ki bu haliyle halkın ihtiyaçlarına uygun bir bütçe olsun. Çünkü sistem halkın aleyhine olan bir sistemdir. Neresini düzeltirseniz düzeltin halkın aleyhine olan bir sistem ve bütçe olmaya devam edecektir. Bu nedenle diyorum ki sosyal devlet olabilmesi ve sosyal devlet sisteminin oluşturulması gerekiyor ki halkın ihtiyacına uygun bir bütçe oluşsun. Ben vergimi vereceğim gönül rahatlığı ile bu verdiğin verginin bana döneceğini bilerek vergimi vereyim. Ama ülkemizin hiçbir vatandaşı gönül rahatlığı içerisinde verdiği verginin kendisine döneceğini düşünmüyorum. Bu nedenle herkes vergisini kaçırmaya çalışır doğal olarak. Bu yüzden ayrıntılara düşmemek ve öncelikle sistemi değiştirmek ve sosyal devlet sisteminin oluşturmak gerekir. Küçümsediğimiz ve neredeyse savaş açmak üzere olduğumuz Suriye’de bu konuda çok örnek almamız gerekiyor. Orada bütün temel ihtiyaç malzemeleri devlet tarafından sübvanse ediliyor. Yani üreticiden bir liraya aldığı buğdayı işleyerek, hazır ekmek halinde yine vatandaşa bir liraya satıyor. Bu anlamda temel tüketim maddelerinin tümü, eğitimin tümü, bütün aşamaları, sağlık, gibi kalemler halkın doğrudan ihtiyaçları olan kalemler artı halkın güvenliğini sağlayan örneğin; doğal afetlere karşı deprem, sel gibi afetlere karşı halkın güvenliğini sağlayan kalemlerin ön planda tutulması gerekiyor. Diyanet bütçesinin tümden lağvedilmesi gerekiyor. Her inanç gurubunun bütçesini sistemden bağımsız olarak kendisinin kurması gerekiyor.
10 / Mehmet Çardak – (Emekli Gümrük Başkontrolorü); Bütçe deyince kelimenin anlamını çok dar tutuyoruz kast ettiğimiz bütçe devlet bütçesidir. Devlet bütçesi hayli geniş kapsamlı bir kanundur. Yani bütçe, içerisinde tüm genel bütçeli kurumların, katma bütçeli kurumların ve döner sermaye kuruluşlarının tüm gelir ve giderlerini gösteren ve borçlarını gösteren bir metindir. Devlet bütçesi hazırlanırken milletin ödediği vergilerin nerelere harcadığı sorusu çok önemlidir. Yürütme organı kendi tercihinin gereği olarak bütçe gelirlerinin sağlık hizmetlerine, eğitim hizmetlerine, genel güvenliğe ödeyeceği maaşlar ve yatırım gibi. Birçok harcama kalemlerine tercihini kullanır ve millet adına TBMM bu metni onaylar. Ancak Türkiye’deki en önemli sorun vergisini ödeyen milletin vergisinin takipçisi olmamasıdır. Yani bugün Türk milletinin 73 milyon nüfusu vergisini nereye harcadığı konusunda takipçi olmadığı gibi, bu konuda herhangi bir bilgisi de mevcut değildir. Bunun dışında en önemlisi onaylanan devlet bütçesinde şöyle bir amaç yer alır; dürüst ve şeffaf bir yönetim oluşturmak. Son 10 yıl içerisinde TBMM bütçenin denetimi konusunda sınıfta kalmıştır. Bu gün geldiğimiz nokta şudur; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı 10 Haziran 2010, yani referandum öncesinde Isparta’da yaptığı bir konuşma da muhalefetin hesap sorma iddiası üzerine halka şöyle seslenmiştir; ben Allahtan başka kimseye hesap vermem demiştir ve bu halkta başbakanı alkışlamıştır. Dolayısıyla hesap sormayı düşünmeyen, bu konuşmayı alkışlayan bir milletin bütçesine sahip çıkması söz konusu değildir. Ama bütçeye kim sahip çıkacaktır. 1- bütçeye TBMM deki milletin vekilleri 2- Tüm kurumlarda yani genel bütçeli kurumlarda, döner sermayeli kurumlarda devletin denetim elemanları vardır. 3- Bağımsız yargı vardır. Bu üç noktaya baktığımız zaman şunu görüyoruz. TBMM bugün muhalefet partileri hiçbir şekilde hükümeti denetleme fonksiyonu yerine getirememektedirler. Yani muhalefet vekillerinin hükümet isterse soru önergesine cevap verir veya vermez. Dolayısıyla mecliste bir hesap sorma söz konusu değildir. Bugün devlet adına bütçe gelirlerinin yerinde harcanıp harcanmadığı, yani kamuya yararlı hizmet yapılıp yapılmadığı denetlenirken, denetim sonuçlarının sonucu budur şeklinde, yani devlet denetim elemanlarının görüşlerinin, raporlarının yerine getirilip getirilmediği konusu şüphelidir. Çünkü idare istediğini yerine getirir, istediğini yerine getirmez. Bağımsız yargının bugünkü geldiği durum budur. En önemli yolsuzluk dosyalarının bulunması mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyetinde en büyük yolsuzluk olaylarının en az % 95 zamanaşımına uğramıştır, uğratılmaktadır. Siyaset yargıya müdahale etmektedir. Dolayısıyla millet tarafından ödenen vergilerin millet yararına harcanmaması sonucunda yıllardır çektiğimiz gibi mutlu bireyi yaratma konusunda hedeflenen amaçlara ulaşamıyoruz. Bu konuda önemli eksikler var, bu da milletin bütçesine sahip çıkmamasından kaynaklanıyor.
11 / Prof. Dr. Necat Ağca – (Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi); Bütçenin iki önemli unsuru var; gelirler ve giderler. Şu ana kadar konuşmacıların büyük kısmı giderleri konuştu. Ben biraz gelirlerin durumuna değinmek istiyorum. Ben adaletsiz bir vergi sistemi olduğuna değinmek istiyorum. Dün internette bir araştırma yaptım. Hepimizin bildiği malum şeyler ama; akaryakıttan, sigaraya, içkiden cep telefonuna kadar alınan dolaylı vergiler Türkiye bütçesinin nerdeyse %70 ini oluşturmuş durumda. Oysa sosyal devlette gelire göre vergi alınması gerekir. Yani bu dolaylı vergiler hepimizin bildiği gibi asgari ücretle geçinen kişi için de aynı oranda alınıyor, Türkiye’de en yüksek gelir elde eden kişiden de aynı vergi alınıyor. Şimdi bakın akaryakıttan birkaç örnek; Türkiye’deki akaryakıt fiyatı geçen yılki verilere göre sanırım benzin 1.9 Euro, bundan alınan vergi 1.2 Euro, yüzdesi % 66.8. Bizi Yunanistan takip ediyor, İngiltere Bulgaristan, Letonya’ya kadar gidiyor. Letonya’da % 50’ lerde. Hep şunu söylüyorlar bardağın bir tarafı görünmüyor ve gerçekten listeye baktığınızda Türkiye ve Letonya arasından yalnızca benzin açısından söylüyorum % 16 lık bir fark var. İngiltere’yle aramızda sadece % 3 lük bir fark var. Ama işin bir diğer tarafı, bu ülkelerin gelir düzeyi ile ya da bu ülkelerde kişi başına düşen gelir miktarıyla Türkiye’deki gelir düzeyini de karşılaştırmak gerekiyor. Bunu göz ardı ediyoruz. Söylenilene göre Türkiye’de kişi başına düşen gelir 10 bin dolara çıkmış. Ben bilmiyorum kaç kişinin eline 10 bin dolar geçiyor. Aynı haberle ilgili olarak gazetenin birinde okumuştum gerçekten 10 yılda reel olarak, gerçek gelir artışı % 30 civarındaymış. Dolayısıyla hem Türkiye’deki kişi başına düşen milli gelir ki, Avrupa ülkelerinden son derece düşük, hem de Türkiye özellikle akaryakıttan aldığı dolaylı vergi yönünden dünya şampiyonu. Ben bu yöne ilgi çekmek istedim.
12 / Mustafa Sevinir – (Antakya Kent Akademisi Derneği); Bütçe ile ilgili olarak söyleyeceğim şudur. Toplanan vergiler itibariyle Hatay 8. sırada arkadaşlar ama bu verginin geri dağıtımında ise bu 40. sıralara kadar gidiyor. Toplanan vergilerde 81 il içinde ilk 8 e girmesine rağmen bunun geri dönüşünde ne yazık ki 40’lara kadar yuvarlanıp geliyor. Ayrıca il ve ilçeler arasında da bir adaletsizlik söz konusu. Yine örnek verecek olursak pek çok konuda liderlik konumunda olan Hatay, hem tarım ürünleri ihracatında, Türkiye’nin en büyük nakliye ve ulaşım filosu İstanbul’dan sonra 2.sırada. Bunların hepsinin bir gelir. Türkiye’nin vergisini ödüyorlar. Sıradan da olsa herkesin ödediği bir araç vergisi var ama daha hala bazı ilçelerimizin yolları bitirilememiş durumda. Şehrin ve ilçelerinin yolları kendimize yakışmaz vaziyette. Toplarken aslan, dağıtırken civciv pozisyonuna düşülüyor.
13 / Hüseyin Karanlık – (İşçi Partisi Genel Sekreter Yardımcısı); Aslında ben burada misafir olarak bulunuyorum konuşmak gibi bir düşünce ve amaçla da gelmedim. Sayın Başkan tanıtıp da konuşma düşüncem olup olmadığını sorunca konu ile ilgili iki hususta mesajımı iletmeyi biraz daha haddimi aşarak uygun gördüm. Bu nedenle teşekkür ediyorum hem de özür diliyorum. Birincisi bütçe ile ilgili bu yılın bütçeleri ve daha önceki yılların bütçelerinin en çarpıcı özelliklerinden birisi bütçe gelirlerinin iç ve dış borç faizlerine gidiyor olmasıdır. Son bütçeye bakmadım ama yakın zamana kadar bütçe gelirlerinin 1/3’ü iç faiz borçlarına gidiyordu. Yani biz bütün bir millet olarak çalışıyoruz çabalıyoruz iç borçlara, tahvil borçlarına borç faizi ödüyoruz. Aynı şey dış borçlar içinde söz konusu burada daha da kritik olan dış borçlardır. İç borçlar nihayet ülke içinde ülke içi meselemizdir ve bir şekilde çözeriz ama dış borçlanmanın ülke yönetiminde ekonominin yönetiminde ağır bir kalem oluşturması doğrudan doğruya bu borçlanma trafiğine yön veren güç merkezlerinin yani emperyalist merkezlerin şantajına, baskılarına ve güdümüne açık hale gelmekte. Bunun ciddi olarak sorgulanması lazım. İkincisi de, iç borçla ilgili şöyle bir durum var. Millet olarak çalışıyoruz bir avuç rantiye yaratmışız bütün gelirimiz onlara gidiyor. Hem de sermaye sahiplerimiz bakımından düşündüğümüzde yatırım yapmak, üretmek ve böylece gücünü ve sermayesini arttırmak yerine hazır devlete borç vererek bir getirim yiyen konumunda sermayedarlık yapmak gibi, aslında kapitalizm açısından da verimli olmayan ve gayrimeşru bir duruma gelmişiz. Peki, çare nedir, ona girmiyorum çünkü o da siyasetin bir konusudur. Silah ve diğer kalemler konusunu bazı arkadaşlarımız dile getirdi. Doğru hem Türkiye hem de dünyada tereyağı yerine, top siyaseti eleştirilir. Bir itirazım yok ama içinden geçmekte olduğumuz durumları da dikkate alarak bunun bir kere daha sorgulanması lazım. Hem bölgemizin içinde bulunduğu durum, hem de dünya gerginlikler ve savaş tehditleri ile yüz yüzedir. Türkiye ise gerginliklerin odaklaştığı bir bölgede, dünyanın merkezinde oldukça geniş bir coğrafya ve güçlü bir devlet olarak çatışmaların göbeğinde yer alıyor. O zaman savunma siyasetimizi ya da daha doğrusu kendimizi savunmak için bir fedakârlık gözetmemiz gerektiği gerçeği ortay çıkar. Ben şunu söylemiyorum, bugünkü yapılan iş doğrudur, alınan silahlar doğrudur o ayrı mesele, ayrı tartışmak lazım, yani şu silaha mı harcayalım, şu tedbire mi harcayalım. Benim kabaca söylediğim şudur bu tür meselelere içinde yaşadığımız gerçekliklerden kopuk bir şekilde bakmamak lazım, ülkemizin savunması meselesi gibi bir sorunun olduğunu ciddi olarak göz önünde tutmamız lazım.
14 / Abdullah Korkmaz – (Moderatör); Arkadaşlar bütçenin hazırlanması ve bütçenin adaleti konusunda arkadaşlarımız çok net şeyler söylediler. Gerçekten bütçeler sistemin ana fikrine göre hazırlanıyor. Sistem ne ise bütçe de odur, başka bir şey beklemek hayalciliktir. Bütçeyi hazırlayan unsurlar insanı nasıl görüyor ya da insanı nereye koyuyor bunu düşünerek bütçe hazırlanıyor. Maalesef yeni bir durum değil çok eskiden Osmanlı’dan bugüne kadar devam eden bir gelenek ısrarla devam ettirilmek isteniyor. Yani insan merkezli bir anlayış yok. Ne var bir sürü şeyler sayabiliriz ama bunun içinde en önemli şey sermayedir. Ulusal sermayenin ötesinde küresel sermayenin beklentilerine uygun ekonomik projeler üretildi bugüne kadar. Esasında yani dışa borçlanmanın getirdiği bir takım sancıları ve sorunları, bunun bir bağımlılık olduğunu anlayabiliyoruz. Peki, yüzyıldır bu kadar silah aldık kime karşı kullandık, kime karşı savaştık biz bunu sorgulamayacak mıyız? Kapımıza dayanmış bir savaş var. Adım adım savaşa doğru gidiyoruz. Kimi öldüreceksiniz bu silahlarla söyler misiniz, kim kimi öldürecek. Düşmanımız kim bunu sorgulamak zorundayız. Silahlanmayı haklı çıkartacak hiçbir neden yok bu dünyada. Bütçeye bakış açımızı paylaşmak gerektiğini düşünüyorum. Çoğu arkadaşımız dolaylı vergilerden bahsetti. Türkiye deki vergilerin geneli %82 si dolaylı vergi. Bu çok ciddi bir rakam, geri kalan %18’lik dilimi bir başkasından elde ediliyor. Eğer siz gelirlerinizi belirlediğinizde bunun ana kaynağı bellidir. Eğer vergi alamıyor iseniz gerçek vergi alamıyor iseniz dolaylı vergiye kaçarsınız. Oda yetmiyorsa iç borçlanmaya gidersiniz oda yetmiyorsa dış borçlanmaya gidersiniz. Oda yetmiyorsa para basarsınız. Bütçenin kalemleri bunlar. Şimdi siz bu vergiyi zamanında toplayamıyor iseniz giderlerinizde gelirlerinizi aşıyor ise karşılamak için gideceğiniz adresler belli. Tabii ki sonuçta faiz için ödeyeceğiniz rakam çok yüksek onları nerden karşılayacaksınız, bütçeden karşılayacaksınız. Sürekli bütçe açıklarıyla karşı karşıya kalırsınız. Türkiye de sorgulanması gereken ne diye sorarsanız bütçe yapmaktan ziyade biz bütçenin kalemlerini nereye harcıyoruz? Gerçekten doğru harcıyor muyuz? Biz bu ülkede bankalardan az mı elli milyon dolarları harcadık. Hepimiz biliyoruz 2001 krizlerinde. Gerçekten toplanan bu vergiyi biz doğru kullanıyor muyuz? Denetim diye bir cümlemiz var bütçeyi kim denetiyor? Harcamayı siz yapıyorsunuz denetimi de siz yapıyorsunuz. Doğru bir denetim çıkar mı? Dünya ülkelerine baktığımızda bir kural var bağımsız denetim kuruluşları diye. Türkiye’miz henüz yeni yeni tanışıyor bunlarla ve orada seçilmişler ve atanmışlar tamamen denetimden geçmiş ve bu denetim sonucu kamuoyuna açıklamış. Hele şu anda Antakya ya baktığınızda her taraf kazınıyor, bir konuşmacımız altını çizerek belirtti, öyle bir planlama var mı? Önce A şahsı veya A Kurumu geliyor kazıyor gerekli alt yapısını düzenliyor 3 ay sonra veya 1 hafta sonra gelip bir başkası kazıyor. Onun için devlet bütçesi bellidir. Ne kadarlık harcama yaparsanız denk bütçedir. Değil ise açık vereceksiniz. Açık verdiğimizde de gidilen adresler bellidir. Ya kâğıt basarsınız veya gidersiniz iç borçlanma yaparsınız o zaman iç borçlanma yaptığınızda o zaman yatırımları neden yapılsın. Çünkü sizin piyasada yaptığınız yatırımların kar oranları bellidir. Ticaret alanının kar oranı bellidir. Esnafın kar oranı bellidir. Eğer koyduğu sermayeden % 5 % 10 kar ediyorsa ve sizin iç borçlanmayı devlete verdiğiniz parayla %20 % 30 kazanıyorsanız, yatırım yapar mısınız? Onun için bütçeler değerlendirildiğinde ben kişisel bütçeye kadar inilmesi gerektiğini ve kişiler bütçesiyle aynı denk olarak gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama doğru çözüm tabiî ki demokrasi, tabiî ki demokratik bir şekilde bütçenin yapılması, herkesin eşit bir şekilde pay alması. Sayıştay diyor ki; ben Türkiye’deki bütçenin %75’ini denetleyemiyorum. Harcayan sizsiniz denetleyen de sizsiniz. Bağımsız denetim kurumları var. Buyursunlar gelsinler, 83 bin üyeli Serbest Muhasebeci, Mali Müşavirler Odası olarak devletimizin denetim raporunu çıkaralım. Biz hep masal dinledik şeffaf yönetim, her şey açık diye ama bu şeffaf yönetimi biz halk olarak göremiyorsak ve bir şey söyleyemiyor isek, doğru bütçe denk gitmeyecektir, mutlaka ya borçlanacağız ve bütçe gelirlerini faizli ödeyeceğiz veya çıkarıp kâğıt para basacağız. Bu seneki enflasyon rakamlarına bakıyoruz 10.26 artmıştır. Nereye kadar dayanır bilemem. Bütçe açıklarına baktığımızda ben 2008 yılını ifade edeyim 17,6 milyar dolar. Maliye Bakanının dedikleri bunlar. 2009’e bakıyorum 52 milyar dolar, 2010’a bakıyorum 39,6 açık. Neyle kapatıyorsunuz bu 39 milyar açığı faiz, borç veya iç borçlanma ile. 2011’e bakıyorum son verilere göre ne kadar doğru bilemem 1. 7 milyar dolar. Burada çok ciddi bir düşüş var. Merak ettim neden düştü acaba. Kaynağa indiğimde 6111 sayılı yasadan kaynaklı vergi affı ile karşılaştığımızı görüyoruz. Vergi affı ile toplanan para açığı kapattı. Sözü Refik Bey’e bırakıyorum.
15 / Refik Eryılmaz – (CHP Hatay Milletvekili); Konuşmacılarımız hemen hepsinin ortak eleştirisi bütçenin toplumun ihtiyaçları dikkate alınarak hazırlanmadığı ile ilgili. Bu eleştirilere de bende katılıyorum. 2012 bütçesiyle ilgili şu anda alt komisyonda hangi bakanlığa ne kadar bütçe ayrıldığı hususunda önemli rakamları aldım. Bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Katılımcı arkadaşlarımızın bütçenin savunma harcamalarına ayrıldığı yönündeki eleştirilerine katılıyorum. Bu gün Savunma Bakanlığı 18 milyar 229 milyon 672 bin, Emniyet Genel Müdürlüğünün bütçesi 12 milyar 119 milyon 314 bin, İç İşleri Bakanlığı bütçesi 2 milyar 585 milyon 387 bin, Jandarma Genel Komutanlığının bütçesi 4 milyar 913 milyon 982 bin, milli güvenlik müsteşarlığı da dikkate alındığı zaman toplanmış olarak 39 milyar gibi bir rakam tutuyor. Bu bütçenin de savunma odaklı olduğunu da ortaya koyuyor. Öbür tarafta arkadaşlarımızın Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili değerlendirmelerde de bunun çok sağlıklı olmadığını ifade ediyorlar. Hala laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin özellikle hiç bu rakamlara ulaşmaması gerekiyor. Diyanet İşlerinin bütçesi 3 milyar 891 milyon 166 bin bu bütçe kalemleri içerisinde baktığımız zaman birçok bakanlığın bütçesinden daha fazla. Örneğin Başbakanlıktan, hatta TBMM bütçesinden bile çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. Özellikle şöyle bir kıyaslama yapmak istiyorum. Kalkınma Bakanlığının bütçesi 1 milyar 67 milyon, Diyanet İşleri Başkanlığının ise 3 milyar 891 milyon. Yaklaşık dört kat. Diğer bir husus Afet ve Acil Durum Başkanlığı bütçesi 767 milyon 861 bin. Herhalde biz alıştık, toplum olarak bir depremde, bir afette işte kampanyalar yapıyoruz. Bu aslında devletinde ne kadar aciz halde olduğunu ortaya koyuyor. İnanın bütçe dağılımında, ihtiyaçların kayda alınmadığı yönündeki eleştirileri dile getirmeye çalışıyoruz. Konuşmacı arkadaşlarımızdan biri bütçe oluşturulurken muhalefetin bu konuda gerekli denetimi yapmadığı yönünde bir eleştiride bulundu. Şu anda TBMM de muhalefetin denetimini ortadan kaldıran bir siyasi anlayış var. Kanun Hükmünde Kararnamelerle Türkiye’nin yönetilmeye çalışıldığını sizde biliyorsunuz. Bütün sağlık kurumunu, bütün doktorları ilgilendiren bir yasa çıkarılıyor TBMM’de tartışma gereği duyulmuyor, meclisin gündeminden kaçırılıyor. Bizim verdiğimiz soru önergelerine ya cevap verilmiyor ya da baştan savma bir cevap veriliyor. Araştırma önergelerimiz red ediliyor. Adamların zihniyeti şu; burada bir kanun teklifini bizler veririz muhalefetin vermesine gerek yok. Birkaç ay sonra bizim vermiş olduğumuz kendilerinin de red ettiği kanun teklifini kendileri hazırlıyorlar. Muhalefeti dikkate almayan bir iktidar var. Az önce başkanımızda ifade ettiği gibi, harcamaların bağımsız bir kurum tarafından denetlenmesi zorunludur. Sayıştay bu görevi yerine getirememektedir. Bağımsız denetim kurumlarının oluşturulması gerekiyor. Bu da belki vesile oldu. Bu konuda biz bir kanun teklifi çalışması yapmayı düşünüyoruz. Genel olarak Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi 2012 yılı için 39 milyar 169 milyon 379 bin 90 TL olarak öngörülüyor. Genel bütçe içerisinde baktığımızda çok düşük kalıyor. Uzun bir süre okul aile başkanlığı yaptım. Okulların ne kadar zor durumda olduğunu bende çok iyi bilirim. Temizlik malzemeleri dâhil, telefon, elektrik, hizmetli parası okul aile birliği tarafından karşılanmaya çalışılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı bu sistemin içini boşaltmak için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyor. Toplanan gelirler sıralamasında Hatay’ın konumu ile ilgili arkadaşın bir açıklaması oldu buna katılıyorum. Hatay’ da toplanan gelirlere dikkat ettiğimiz zaman bunun geriye dönüşünün olmadığını Hatay’ın hak ettiği payı alamadığını görüyoruz. Genel kurulda da buna yönelik bir konuşma oldu. Bunun takipçisi olmaya devam edeceğiz. Bütçe ile ilgili aşağı yukarı söyleyeceklerim bunlardan ibarettir. Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili şunu söylemek istiyorum. Anayasada devletin laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu konusunda bir hüküm var. Laik bir ülkede sadece bir mezhep bir inancı temsil eden bir kurumu var ve bu kuruma bu kadar yüksek bütçenin ayrılmış olmasını ben anayasanın bu laik ilkesine uygun bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Laik bir ülkede aslında Diyanet İşleri Başkanlığının olmaması gerekiyor. Devlet ülkedeki bütün inançlara eşit mesafede durmak zorundadır. Devletin vatandaşlarımızın inançlarını yerine getirme noktasında gerekli korumayı sağlamak gibi bir sorumluluğu vardır. Devletin inançların yerinde getirilmesi noktasında finansman sağlama gibi bir sorumluluğu yoktur. Hele hele sadece bir inanca mensup bir grubun bütçesini bu şekilde sağlamak anayasanın laiklik maddesine de aykırılık oluşturuyor. Bununla ilgili daha öncede partilerin, milletvekillerinin çok ciddi anlamda eleştirilerinin olduğunu biliyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının özellikle mevcut siyasi iktidar tarafından değiştirilmesi ya da tamamen ortadan kaldırılmasını ben pek mümkün görmüyorum.
KONUŞULANLAR
Yerel Konu : Türkiye savaşa mı gidiyor? (Ortadoğu’da değişen politik dengeler, Türkiye-Suriye ilişkileri ve Hatay)
1 / Mevlüd Oruç – (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği); Türkiye ve Suriye ilişkileri her kötüleştiğinde Hatay’ın ve özellikle Nusayri inancının tartışma sorunu hale gelmesini doğru bulmuyorum. Türkiye’nin tarihine baktığımızda Türkiye-Ermenistan ilişkilerine bakıldığında Türkiye’deki Ermenilere; Türkiye-Yunanistan ilişkileri sırasında Türkiye’deki Rumlara, Türkiye-İsrail ilişkilerinde de Türkiye’deki Musevilere rehine muamelesi yapılmıştır. Biz Türkiye’deki Nusayriler olarak ülkemizin bu hastalığını ve bu hatalarını yendiğine inanmak istiyoruz. Fakat Sayın Başbakanımızın Suriye ile ilgili her konuşmasında Nusayri inancını olumsuzluklarla dile getirmesinin göz yumulacak bir yanlışlık olmadığını düşünüyorum. Bu çağda hangi ülke olursa olsun yönetim şeklini mezhep ve inanışlara göre açıklayamaz. Ülkemiz ve komşu ülkeler arasında çıkan her türlü krizin yönetim yeri Ankara’dır, Hatay değildir. Suriye ile yaşanan krizlerde Hatay’ın Suriye’ye seslenme ve tehdit kürsüsü olarak kullanılması sağlıklı bir durum değildir. Bu aynı zamanda Hatay ile ilgili Suriye kompleksinin aşılmadığını göstermektedir. Hatay Suriye’ye tehdit kürsüsü değil komşu ülkenin komşu ilidir. Abdullah Öcalan krizinde Süleyman Demirel Suriye’ye seslenmek için Hatay’a geliyor. Yine Genelkurmay başkanı Suriye’ye seslenmek için Reyhanlı’ya geliyor. Sayın Başbakan Suriye kararlarını açıklamak için Hatay’a gelecek, Angelina Jolie Hatay’a geliyor, kamplar Hatay’da kuruluyor, Suriye işgal planları İskenderun’da yapılıyor vb şeyler. Şimdi ben soruyorum bu seslenmeler, konuşmalar Ankara’dan yapılsa Suriye duymayacak mı? İlla sınıra gelip bağırarak mı Beşar Esada duyuracağız? Bu bir kompleksin sonucu ortaya çıkıyor. Mutlaka bir sınır gerekiyorsa Antep, Kilis, Urfa, Mardin, Şırnak illeri de Suriye’nin sınırıdır neden özellikle Hatay? Çünkü bizim korkumuz var, yöneticilerinde Hatay kompleksi var. Arap baharıyla birlikte Türkiye’nin yurtta sulh cihanda sulh ilkesinden ve sıfır sorundan vazgeçmesinin Türkiye’nin her alanda başta ekonomik olarak daralacağını iddia ediyorum. Emperyalist heveslerle başka ülkelerin sömürüsünden pay kapma işi Türkiye’nin işi değildir. Komşularla iyi geçinemeyen liderlerin akıbeti konusunda Saddam’ı örnek vereceğim. Saddam’ı idam edenler daha önce İran’a karşı onu destekleyenlerdir, daha sonra işi bitince onu idam ettiler. Başka bir örnek daha vereceğim 1. Dünya Savaşında Osmanlı kaybettiklerini alabilmek için girdi felaketle neticelendi, şimdi yeni Osmanlı hevesleriyle savaşa girmenin sonucu belli değildir. Komşularla sıfır soruna devam etmelidir. Komşularla dostluk ekonomide müthiş bir atak yaptı. Türkiye çok hızlı gelişti, işsizlik azaldı birileri bunu istemedi. Suriye ile ve komşularla çatıştıracak. Ülkemizde hükümet ve kamuoyunda Suriye’ye yönelik abartılı bir ilgi var. Ülkemizin ne komşulara ne de başka ülkelere rejim veya yönetim şekli ihraç etme diye bir misyonu yoktur. Dünyada keskin bir viraj var böyle dönemlerde, ki bu yüzyılda bir olur böyle dönemlerde sakin kalanlar kazanıyor. Keskin viraja hızlı girenler trafikten iyi biliyoruz sonu iyi olmuyor. Bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak hem komşu ülkelerde hem de bütün dünyada analar ağlamasın mücadelesi veriyoruz. Komşumuzda çatışmayı desteklememeliyiz. Ateşkesi teşvik etmeliyiz ve kim iktidara gelecekse dünyanın her tarafında, her ülkesinde ve komşularımızda darbe ve silahlar değil seçimle olmalı. Komşularımıza bunu telkin etmeliyiz. Her iki tarafa da bunu telkin etmeliyiz ve biz kendi bahçemize bakmalıyız. Kendimizi, kendi evimizi düzenlemeye çalışalım, biz kendi anayasamıza bakalım. Kendi anayasamızda bir sürü haksızlık var. İnsanca yaşam standardını içerde sağlayalım ve örnek olalım.
2 / Bereket Kar- (Halkların Demokratik Kongresi); Abdullah Korkmaz – (Moderatör); Şimdi biz soruna nasıl yaklaşmamız gerektiği noktasına baktığımız zaman ben bu salonun tıklım tıklım dolsun ve en azından birbirimizi dinleyerek her mezhepten her dinden her ırktan insanlarımız olsun istiyordum. Çünkü Hatay meselesi tarih boyunca hepimizi ilgilendirdi. Biz yan yana yaşayan halklar ve azınlıklar olarak barış içersinde yaşadık ve uzun süre de yaşayacağımızı umut ediyor ve bunun için çaba harcıyoruz. Fakat görülen o ki AKP hükümeti demin arkadaşımın da ifade ettiği gibi dış politikada sıfır sorundan maksimum soruna birden bir yüzde seksen derecelik bir açıyla döndü ve kendisini şunla mükellef gördü ben başka ülkelerin demokrasiyle ve yönetim şekilleriyle ilgiliyim ben bu konuda müdahil olurum. Suriye’deki sorun benim iç sorunumdur. Bundan hareketle gündeme bunu soktu ve gerçekten Arap Birliği, kuruluşundan bu yana İsrail’in işgalleri karşısında ortak tek bir karar alamamıştır. Şimdi kalkıp Arap camiasının kararlarına sığınarak hükümetimiz bir takım kararlar alıyor, yaptırımlar uygulamaya çalışıyor. Biz komşumuzun evini düzenlerken kendi evimizi kendi demokrasimizi düzenleyelim. Dün herkes televizyonlardan izledi gençlerin nasıl coplandığını, nasıl karga tulumda götürüldüğünü her Allahın günü bu KCK operasyonlarında 7000 kişiye varan göz altıların 4 bini aşan tutuklanmaların var olduğunu herkes biliyor. Bugün yönetime muhalefet eden herkesin nasıl bir anti demokratik şekilde içeri atıldığına hepimiz şahit oluyoruz. Peki, nasıl oluyor da biz Suriye’nin diktatörlüğünden bahsediyoruz? Bundan bahsedebilirsiniz ama bundan bahsederken Ürdün’ün, Katar’ın, Suudi Arabistan’ın, körfez ülkelerinin diktatörlüğünden de, krallıklarından da bahsedin. İsrail Siyonizminden de bahsedin. İsrail’in işgalciliğinden de bahsedin. Şov yaparak olmaz bu iş. One minute diyerek sadece Arap halkına mesajlar vererek olmaz. Özellikle bugün Suriye’de olup bitenler, yönetimin ne olduğu beni ilgilendirmiyor. Beni oradaki halkın ne durumda olduğu, halkın ne istediği ilgilendirir. Eğer halk özgürlük, demokrasi istiyorsa ben bu halkların yanında olurum. Kalkıp tek partili sistemin varlığını veya başka bir halkasını asla ve asla desteklemem. Hiçbir ülkede bunu desteklemem. Bizler Hatay’da yaşayan halklar olarak istesek de ya da istemesek de, bizim irademiz haricinde duygusal anlamda yaklaşımlar var. Biz burada Sünni bir çoğunlukla yan yana yaşayan Alevilerin bu konudaki hassasiyetlerini biliyoruz. Bu konuda bizler on yıllarca bu ülkede, bu kentte yaşayan insanların bu hassasiyetlerini sağduyulu olarak Suriye’deki gelişmeler karşısında sağduyumuzu korumak zorundayız. Bundan dolayı ben istiyorum ki kendini belki İslamcı, belki dinci belki muhafazakâr ne şekilde kendini tanımlarsa tanımlasın bu salona gelsin ve konuşsun, karşılıklı konuşalım, bu hassasiyetleri ortak bir şekilde düşünelim, ortak bir şekilde tavır geliştirelim. AKP’nin siyaseti savaş siyasetidir. Bunun sonucunda başta bu kent ve bu ülke hedef tahtasına oturtulmuştur. Şu anda füze savunma sistemiyle aslında bu silahların kime yönetildiğini ve yönetileceğini başta İran olmak üzere çok az hepimiz biliyoruz. İsrail’i korumak amaçlı olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, siz her şeyi yapacaksınız bugün silahlı eylemlere kalkışan tırnak içinde diyebileceğim Suriye muhaliflerini bu şehirde eğiteceksiniz, bu şehirde basın açıklamaları yaptıracaksınız ordudan emekli bir albaya Suriye özgür ordusunu Hatay’da kurduracaksınız ondan sonra biz müdahale etmiyoruz diyeceksiniz. Yok, öyle bir şey. Biz tüm Hatay halkına tüm Türkiye halkına bu gerçekleri anlatmakla mükellefiz. Buradaki bulunan tüm kurumlar, milletvekilleri her alanda gerçekleri anlatmalıyız. Bakın hiç kimse Suriye’deki silahsız barışçıl, demokratik muhalif güçlerden bahsetmiyor. Türkiye Suriye’den kaçanlara ev sahipliği yapıyor, bunları toplayarak bir ulusal cephe kurduruyor ve dışişleri bakanlığı bunları çağırıp görüşme yapıyor. Biz bunların şiddetle karşısında durmak zorundayız. Çünkü ne Hatay halkının ne de Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızın böyle bir savaşla yaşamaya hakkı yoktur. Yeni bir Libya’ya yeni bir Irak’a Türkiye’nin ihtiyacı yoktur, bunlara karşı durmalıyız.
3 / Nureddin Çolak – (Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği); Arap Baharı deniyor. Bahar genellikle müjde verir, güzellikler getirir. Ama ben Arap Baharının değil, Arap karakışının geldiğine inanıyorum. Batı dediğimiz, yani emperyalist sistem bunun planlamasını yaptı ve Irak’tan başladı. Irak’a demokrasi getireceğim dedi. Irak’a ne kadar demokrasi geldiğini görüyoruz. Sarkozy ile Merkel bir koyduk 3856 aldık diyordu. Sarkozy bu olaylardan önce Libya’ya geliyor. Anlaşmaları yapıyor ve şu andaki Libya Petrolünün %33’ünü alıyor. Şimdi Türkiye kendini korumak adına veya orada çalışan müteahhitlerimiz adına Türkiye para desteği verdi. Elbette biz diktatörlerin yanında olmayacağız, elbette demokrasiyi isteyeceğiz. Ama demokrasiyi isteyen Arap Birliği ne kadar demokrat acaba? Türkiye’nin bundan ne çıkarı olacak. İstediğiniz kadar güçlü olun, komşularınızla eğer sorunluysanız, huzurlu olamazsınız, güçlü olsanız dahi. Türkiye kendi sınırındaki ülkelerin hiçbiri ile dost değil. Türkiye Batı’nın daha önceden planladı bir program çerçevesine dahil edildi ve bunun öncülüğü yaptırılmaya çalışılıyor. Savaşın kime ne getirdiğini herkes biliyor. Savaş kimseye yarar getirmiyor. Ne yazık ki Türkiye adım adım savaşa götürülüyor ve ne yazık ki bundan en çok etkilenecek olan da, eğer Suriye ile çatışma çıkacak olursa bundan en çok etkilenecek olan Hatay olacaktır. Çünkü Suriye sınırı 1200 km başka il yok mu ki bu tehditler başka yerden yapılsın. Onun için bu gidişi durdurmak adına demokrasiyi savunmamız gerekiyor. Elbette diktatörlerin bulunduğu ülkelere demokrasi gelsin, insan hakları ihlalleri olmasın diyeceğiz. Ama bu şekilde başkalarının inisiyatifi ile hareket edip ülkemizi savaşa götürmek kimsenin yararına olmayacaktır.
4 / Mehmet Güzel – (Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği); Arap baharı adı altında bir proje işletilmeye çalışılıyor. Emperyalist ülkelerin denetimi dışındaki ülkeler hedef tahtasındadır. Bunlardan Libya’nın ne hale getirildiği ortada. Bunu onaylıyorsak insanlığımızdan utanmamız gerekir. Güya oraya demokrasiyi getireceklerdi. Libya sosyal bir devletti, halkçı bir devletti, demokrasi vaat eden ülkelere dış borcu olmayan. Bağımlılığı olmayan bir ülkeydi, tüm zenginliklere halka giden bir ülkeydi. Eğitiminden, temel gıda maddelerine kadar her yanıyla ulusal gelirin halkına döndüğü bir ülkeydi. İşgale uğramasının nedeni de budur. Zenginliğini halkına harcadığı için işgale uğradı. Aynı senaryo şimdi de Suriye için var. Burada da diktatörlük var, özgürlük kavramlarının arkasına gizlenerek ülke işgal altına alınmasına çalışılıyor. Temel neden Suriye’nin bağımsız bir ülke olmasıdır. ABD’nin denetimi dışında olmasından dolayıdır. Bu da yetmiyor ABD’ye bağımlı değilsin, bu küçücük boyunla bir de Filistin davasına, Lübnan’daki ilerici güçlere destek olursun diyerek halklardan yana olmanın cezasını ülkenin işgal edilmesi gibi projeyle vermeye çalışmaktadır. Türkiye bu projede maşa görevi üstlenecek. Demokrasiyi hedefliyorsan önce kendi evine bak. Kendi diliyle eğitim görmek isteyen insanların, emeğinin hakkının isteyen insanların üstüne çökersin, gazları sıkarsın sonra demokrasiyi komşuna getirmeye çalışacaksın. Burada sorun Suriye’nin kendine yeter, bağımsız, hiçbir ülkeye borcu olmayan, sosyal ve halkçı bir devlet olmasından kaynaklanıyor. İnsan Hakları, özgürlük bu işin gerçekleri yansıtmayan bahaneleridir. Türkiye’nin bu işten hiçbir kazancı yoktur. Bu proje Türkiye’nin hele hele halklarının hiçbir çıkarına uygun değildir. Bu politikanın karşısına halk olarak karşı durmalıyız.
5 / Asaf Çiler – Özel Eğitim Uzmanı; BOP projesi, Amerikanın özellikle yeraltı ve yer üstü kaynakları fazlaca bulunan ve özellikle de Arap âleminde bulunan toprakların yeniden planlanması ve paylaşılması projesidir. Bahane olarak ta 2001 yılında ikiz kulelere olan saldırı gösterilmektedir. Fakat onun bile Amerikanın kendi oyunu olduğu aşikârdır. Bunu bahane edip Afganistan da denemeleri oldu. Afganistan da durumu iyi olmayan Müslümanlara sözde yardım ederek onları Batılılaştırma çabaları olmuştur. Dünya üzerinde 3 ülke her zaman Amerika’ya karşı olduğunu göstermiştir. Bunlar İran, Suriye ve Libya’dır. 1981–82 arasında Hama ve Humus kentlerinde Hafız Esadın bombalama olayı olmuştur aslında o olay Müslüman kardeşlerin ayaklanmaları sonucu olmuştur. Hafız Esad bizzat kendi kardeşini sürgüne göndermiştir. Yani onaylanmadığı halde olmuş bir olaydır. Müslüman Kardeşler örgütünün liderlerini, ben Antakya emniyetinde yakalanan Müslüman Kardeşler örgütünün adamlarını elleriyle alıp götürdüklerine tanık olan birisiyim. 1984’e gelelim PKK diye bir şey yoktu 1984’ten sonra kuruldu daha sonra da nasıl ki Suriye aleyhtarı olanları nasıl Türkiye korumuşsa, Suriye’de PKK’yı Türkiye’ye karşı korumuştur. Ne zaman ki Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad başa geldi daha çağdaştır, gençtir, biraz da batılıdır, birazda demokrattır. Dolayısıyla Türkiye’nin komşularıyla iyi politika sergileyeceğini görünce de hemen inandılar ve sevindiler. Türkiye ile ilişkilerinde yumuşama gerçekleştirdi. İşte sınırlar açıldı vizeler kaldırıldı vs vs. En sonunda Amerika kuklalığı yaptığımız görülünce işler değişti. Sonuç olarak arkadaşlar biz etnik yapılardan söz ettiğimiz zaman utanırdık. Şimdi mecburen konuşuyoruz. Buda bir gerçektir ama keşke hiç dillendirmeseydik. Biz bütün insanları kardeş olarak görüyorduk. Herkesin herkese bu konuları anlatması gerekir. Türkiye savaşın eşiğinde. Suriye de başlayan bir savaş bizimde kendi topraklarımızda hemen başlayabilir. Türkiye bu oyunlarla 23 eyalete bölünecektir. Ben diyorum ki hükümet ve yandaşları Türkiye’nin parçalanmasına göz yummaktadırlar ve umurlarında değildir.
6 / Mithat Can – (İnsan Hakları Derneği); Ben ilk kez 163 kişinin Yayladığı sınır kapısından girdiği andan itibaren bu süreçle ilgileniyorum. Bunun ne kadar demokrasi ile ilgili olduğunu ne kadar halk hareketi olduğunu değerlendirdik. Kampları da gezdik. Kampları da bazen bize kapattılar. Aslında burada yıllardan beri söylenen yukarıdaki güçler projeyi çizmiş ve sonuca adım adım gidiliyor. Aslında ABD’nin burada demokrasi gibi bir sıkıntısı yok. Temel beklenti o ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının ele geçirilmesidir. Bunu ele geçirmenin şekli de askeri planlar çerçevesinde Suriye halkının kanı üzerine kurulu ve Türkiye bunun taşeronluğunu yapıyor. Başbakanın seçim konuşmalarını ele alırsanız, biz stratejik ortağız diyor. Stratejik ortaklık askeri bir deyimdir. Küresel güçlerin ben taşeronluğunu yapacağım demektir. Örneğin diktatörlüklerin yıkılması deniyor. Örneğin Saddam devrilirken Sünni Saddam-zalim denmedi, Esad’ın neden etnik yapısına bakılıyor. Hatay’da yaşayan bireyler olarak bu söylem Türkiye’de bir mezhep çatışması yaratmaktan başka bir işe yarayabilir mi? Başbakan bunu söyleyebiliyorsa başka bir ülkeye demokrasi getirmek iddiasında olan bir ülke başbakanının söylemiyle ne kadar uyuşuyor. Adı ne olursa olsun Suriye ülkesi işgal edilmek isteniyor. Ne yapmamız gerekir. Kendi halkına zam ve zulümden başkasını reva görmeyen, her başkaldırıya şiddet uygulayan, depreme maruz kalan insanlara su sıkan bir kimsenin demokrasiden bahsetmesi olanaklı değildir. Bütün dünyada halklar kendi haklarını arayacak. Ama bunun yöntemi bir ülkenin bir başka ülkesine kardeşim denen bir ülke başbakanına ne oldu da savaş ilanına kalkışıyorsun. Değişen ne oldu yöneticiler aynı, yönetimler aynı. Burada demek ki bir proje uygulanıyor. Savaş zulümden başka bir şey getirmez. Savaşın kazananı olmaz. Bize düşen görev demokrasi, dostluk ve kardeşlik taleplerimizi, bir başka ülkeye demokrasi talep ederken kendi evimizi temizlemeye bakmazı gerektiğini belirtmek ve savaş isteyenler kadar cesur olmak zorundayız. Aslında baktığımızda Suriye’de isyan eden olarak görünenler halk değildir özel eğitilmiş kişilerdir. Ayrıca Libya’daki hareketi yöneten Fransa istihbaratı bu işi yönlendirmektedir. Bunlar özel yetiştirilmiş örgüt elemanlarıdır.
7 / Hasip Yiğitoğlu – (Yazar); Suriye konusunda adeta uzman oldum. Bu konuda 35–40 makale yazdım. Asıl olarak gelişmelerden bir savaşın kapıda olduğu görülüyor. Ancak bu savaşın Türkiye’nin hanesine yazacağı ölüm, acı ve yokluktan başka bir şey değildir. Bence bu savaşın büyük balığı Türkiye’dir, Suriye değildir. İran da değildir. Bu coğrafyanın parametreleri tamamen Türkiye’deki toplumsal ve siyasi duruma endekslenmiştir. Türkiye’deki çözülmenin hareket noktası belki de Suriye olacaktır, ya da bir başka bölge olacaktır. Ama sadece tetikleyicisi olacaktır. BOP’un kafada şekillendiği itibarla Türkiye bölünmeden hayata geçirilmesi mümkün değildir. Akıl bunu kaldırmıyor. Benim anladığım kadarıyla etnik, siyasi bir bölünme yaratılması amaçlanıyor. Şeytan şişeden çıkmıştır. Bu süreç yeni değildir. 24 Nisan kararlarıyla bu süreç başlamıştır. Ancak bunun Neo-Liberalizme uygun ekonomik altyapısının hazırlanması gerekiyordu. 12 Eylül Faşist rejimi iktidarı ele aldı ve Türkiye bugüne kadar bu süreci tamamladı. Ancak komşu ülkelere müdahale süreci bu iktidar zamanına ait değildi. Bu süreç Özal zamanında Türkî Cumhuriyetlere ajanlar göndererek yeni yeni siyasi oluşumlar yaratıldı. 1. ve 2. dünyadaki süreç artık nitelik değiştirmiştir. Bugün globalizm D–7 D–20 dediğimiz ülkelerin etrafında dünyayı küreleştirmeyi hedeflemektedir. Türkiye bu gurubun içindedir ve bu süreç özellikle Ortadoğu süreci Türkiye’ye endekslenmiş şekilde sürmektedir. Çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Suriye herhangi bir Ortadoğu ülkesi değildir. Çok değişik refleksleri olan, yıllarca savunma reflekslerini üretmiş ve bunu Lübnan savaşında Hizbullah’ın duruşundan ve daha önce de Lübnan’ın ABD ve Fransa ve diğer batılılar tarafından işgal edilip bir gecede nasıl Lübnan’ı terk ettiğinden anlamalıyız. Bu süreç zor bir süreçtir. Netice itibariyle bizim bu süreçte, bu kavgada, bu savaşta esasında Türkiye halkının skalasına yazılacak tek şey ölüm ve acıdır. Bir talebimiz var özellikle sivil toplum örgütleri ve siyasilerin bir an önce bu sürece müdahale etmesi gerekiyor. Çünkü biz Alevisiyle, Sünnisiyle hassas bir kentte yaşıyoruz. Suriye’de böyle bir süreç buraya hızlı bir şekilde yansıyacak ve burada biz kardeşçe bir arada yaşadığımız her gün yüzleştiğimiz insanlarla düşman olacağız. Bu anlamda bir müdahale gerekiyor, özellikle siyasilerden bu talebimiz var. Lütfen bu konuda hızlı davranın.
8 / Nazlı Güzel – (Atak Dergisi); Konunun önemi itibari ve ilimizi yakından ilgilendiriyor olması itibariyle katılımın daha yüksek olmasını isterdim. Konuyla ilgili önemli birkaç başlığa vurgu yapacağım. Suriye konusunu biraz gerilerden ele alacak olursak bu sorunun bölgemize dayatılan Afganistan ve Irak işgalleri ile başladığını söyleyebilirim. Hepimizin bildiği gibi BOP bölgemizin siyasi haritasını kökten değiştirmeyi hedeflemektedir ve Suriye ve İran gibi muhalif yönetimlerin yıkımı da kapsamına almaktadır. Ancak ABD’nin Irak’ta uğradığı bozgun diğer yandan İsrail üzerinden Lübnan’a müdahale etme stratejisini Lübnan direniş güçlerinin duvarına çarparak iflas etmesi ile bu proje rafa kaldırılmıştır. 2011 başında Tunus ve Mısır’da gündeme gelen bütün coğrafyayı saran Halk direnişleri ile birlikte emperyalist gerici güçler arasında süregelen çatışma yeni bir boyuta taşınmıştır. NATO askeri güçlerinin Libya’ya müdahalesi ile birlikte bu ülkede yaşanan yıkımlar hepimizin yakından takip ettiği gelişmelerdir. Libya Pontus’u hayata geçirilirken tabi emperyalist ülkeler açısından başarıya ulaşırken, tabi halklar açısından değil aynı senaryonun benzerinin Suriye’de uygulanmak üzere hayata geçirilmeye çalışıldığına tanık olmaktayız. Açık bir dille söylemek gerekirse bölgemizdeki tüm ülkelerde olduğu gibi sadece Suriye’de değil, Suriye’nin de demokratik bir dönüşüm sorunu tüm yakıcılığıyla bulunmaktadır. Tunus ve Mısır da başlayan Arap direniş süreci Suriye açısından bu yönden tetikleyici olmuştur. Denebilir ki bölgemizin özgün iradelerinden biri olan Suriye yönetiminin bu süreci doğru okumuş ve gecikmeli de olsa halkının demokrasileşme yönündeki taleplerinin kulak vererek siyasal statüsünü yenilemek üzere çok önemli adımlar atmıştır ve atmaya da devam ediyor. Bilindiği üzere Suriye bugüne kadar komşuları da dahil hiçbir ülkenin haklarına tecavüz etmemiştir. İçişlerine karışmamış dolaysıyla kendisiyle bağımsız bir ülke olarak bu prensip temelinde siyasi kaderini tayin emiştir. ABD, İsrail ve Arap işbirlikçilerinden oluşan şer üçgeninin hazmedemediği Suriye’nin bu özelliği ve bölgede oynadığı etkin siyasi rolüdür. Suriye bugün büyük bir tehdit altındaysa bunun nedeni kendi halkının bölge halklarının çıkarları ve bölge direniş güçlerinin eğilimleri ile ölçen bir politika izlemesindendir diye düşünüyorum. Suriye’de milyonların bölgenin tüm ezilen halk güçlerinin ve direniş hareketlerinin çoğunluğunun Beşar Esat yönetiminin etrafında kenetlenerek ABD ve İsrail komplosuna geçit vermeyeceklerini ilan etmeleri çok anlamlıdır diye düşünüyorum. Suriye ilerici yönetimi emin adımlarla demokratik reform sürecini ilerletmeye devam ediyor ve tarihte hiçbir rejimin başaramadığı kadar halkının desteğini arakasına almış görünüyor. Bu noktada Suriye’yi insan hakları ihlalleri ile suçlayanların derdi alında ülkedeki demokratik hak ve özgürlükler değildir. Suriye komplosunda başrolü oynayan ABD, batılı devletler, İsrail ve Arap gerici rejimlerinin bu konudaki sicillerinin çokta temiz olmadığını iyi biliyoruz. Özellikle ben Türkiye’nin rolüne değinmek istiyorum. Komşumuz Suriye’ye karşı üstlendiği olumsuz rolün altını çizecek olursak şunu söyleyebilirim. AKP iktidarı Suriye senaryosunda ne yazık ki ABD ve İsrail’e göre bir tutum belirlemiştir. Komşularla sıfır sorun politikasını bir kenara koydu. Daha da önemlisi Suriye’nin içişlerine karışması muhalefet adı altında örgütlenmiş eli kanlı bir takım odaklara destek vermek ve Arap birliğinin karara bağladığı ekonomik yaptırımlara kendi cephesinden katılmak gibi uygulamalarla Suriye üzerinden tüm ülkeye yayılacak tehlikeli bir savaş macerasının içine atmıştır kendini. Bu politika ne bölgemiz nede Suriye halklarının çıkarına değildir. Türkiye zararın neresinden dönülse kardır mantığıyla Suriye’den kendini çekerek ve bir ülkenin son on yılda karşılıklı diyalog, işbirliği ve dostluk temelinde ördükleri süreci kaldıkları yerden devam ettirerek, ülkenin halklarının beklentilerine ve tüm savaş karşıtı güçlerin bu yöndeki isteklerine uygun yönde hareket etmelidir. Bu anlamda tüm bölge halkları Suriye ile dayanışmalı ve ABD ile İsrail komplosunu boşa çıkarmalıdır.
9 / Bahar Sönmez– Ben toplantıya ilk defa katılıyorum böyle bir ortamla karşılaşacağımı bilseydim çevreme de haber verirdim. Çünkü halkımızın bu konuda daha duyarlı olması lazım.
10 / Bilgen Duman – (CHP Merkez İlçe Kadın Kolları Başkanı); CHP Kadın Kolları 30 Ekim- 2 Kasım tarihleri arasında CHP Kadın Kolları Başkanımız Armağan Güler başkanlığında 7 kişilik bir heyetle bende Suriye’ye gittim. Suriye Kadınlar Birliğinin davetiyle gittik. 40’a yakın kadın vardı. Farklı farklı dernekler ve yazarlar vardı. Orada 4 gün boyunca incelemelerde bulunduk. Suriye’de uluslararası medyanın, ulusal medyanın bahsettiği gibi bir insanlık dramının olmadığını gördük. Aynı zamanda oradaki insanların her tarafta Beşar Esad’ın sevgisini dile getirdiklerini, gezdiğimiz bütün sokaklarda Suriye bayraklarının olduğunu gördük. Orda vatandaşlarla yaptığımız konuşmalarda asıl sorunun bu Müslüman Kardeşler örgütünden kaynaklandığını bize de belirttiler. Sayın vekilimizin konuşmalarına katılıyoruz bizde. Bununla beraber Türkiye Ortadoğu’da Amerika’nın bekçisi konumunda bir role sahip. Zaten 1990 yıllarında Amerika’nın Türkiye için biçtiği model ılımlı İslam modeliydi ve bunu gerçekleştirdiğini görüyoruz ve bu doğrultuda çok uluslu şirketlerin çıkarları için onunla bir kedi-fare gibi oynuyor. Aynı zamanda şunu söylemek istiyorum. Uluslararası bu teröristlerin ucuz bir bekçisi olarak çıkarılan bu yeni emperyalizmin dehasını kutluyorum. Türkiye’nin de bu şekilde AKP hükümeti sayesinde emperyalistlerin tuzağında olduğunu söylemek istiyorum.
11 / Edip Hadimoğulları – (İşçi Partisi İl Başkanı); Burada yapılan konuşmaların tümünde esas itibariyle bir fotoğraf çizildi. Aşağı yukarı bütün konuşmacılar aynı şeyleri ifade ettiler. Nedir olay BOP diye Amerika’nın bir projesi var. 24 Müslüman ülkenin sınırlarını ve rejimlerini değiştireceğim diyor. Şurada komşumuz Suriye var. Bunda 3 aşağı beş yukarı herkes mutabık. Peki, biz ne yapacağız. Esas mesele budur. Gördüğümüz kadarıyla bir iki arkadaşın serzenişi olarak görüyorum; bizim esas itibariyle bu konuya el attığımız yok. Yani cılız bir şekilde bir iki basın açıklamasıyla bunu gündeme taşımaya çalışıyoruz. Bizim önerimiz şudur. Hatay halkı ekonomik, psikolojik ve siyasi olarak büyük bir baskı altında şu anda bu meseleden dolayı. Öyleyse bütün Hatay halkının ayağa kalkıp bu meseleye sahip olmanın yollarını bulmamız lazım. Bu miting olabilir, çeşitli başka çalışmalar da olabilir. Bu konuda esas itibariyle de toplumun önderlerine görev düştüğünü, buradaki arkadaşlara esas olarak görev düştüğünü düşünüyorum. Bu anlamda buradaki çalışmayı başka platformlara da taşımak gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda çalışmaları hemen başlatmak gerekir. İşçi partisi olarak biz bu çalışmaların hamalı olmaya da talibiz. Bütün gücümüzle bu meselenin Türkiye’nin gündemi olmasından çıkması yönünde çalışacağız.
12 / Refik Eryılmaz – (CHP Hatay Milletvekili);Gerçekten BOP Uluslararası güçlerin bir projesidir ve bu proje bir şekilde Suriye’den hayata geçirilmeye çalışılıyor. Buradaki halkımızın endişeleri bizi daha fazla çalışmaya itti. Basından da takip ediyorsunuzdur bölge milletvekili olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalıştık. Yaptığımız basın açıklamalarıyla, verdiğimiz soru önergeleri ile grupta yaptığımız konuşmalarla, grupta milletvekili arkadaşlarımıza, genel başkanımıza hazırladığımız verdiğimiz raporlarla, Suriye’ye yaptığımız ziyaretlerle bu sorunu Türkiye kamuoyuyla paylaşmaya çalıştık. En son bununla ilgili bir rapor hazırladım. Suriye’den gelir gelmez bir rapor hazırladım bunu genel başkana sundum ve genel başkanımızla şifahi olarak bu konuyu görüştüm. Genel başkanımız da raporu Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na ilettiğini söyledi en son geçen hafta yaşadığımız son olayları da dikkate alarak raporu güncelledim ve bunu tekrar genel başkanımıza ilettim. Bizim yaptığımız çalışmaların da eminim bir katkısı olmuştur. Şimdi bu raporu sizinle paylaşmak istiyorum. Beş kişilik bir heyetle yaklaşık 2 ay önce Suriye’ye bir ziyarette bulunduk. 3 gün kaldık ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bizleri kabul etti, böyle bir talebimizin olmamasına rağmen Devlet Başkanı bizim Suriye’ye gittiğimizi duyunca bize haber gönderdi, kabul edeceğini söyledi. Gittik ve yaklaşık 3 saatlik bir görüşme yaptık. Bu görüşme basına kapalı ve çok önemli, özel bilgilerin paylaşıldığı bir toplantı oldu. 3 günlük Suriye ziyaretimizde Lâskîye, Şam ve Halep illerini ziyaret ettik. Şam ziyaretimizde Devlet Başkanı Beşar Esad tarafından ve Suriye Meclis Başkanı tarafından da kabul edildik, ayrıca gezdiğimiz bütün illerin valilerini de ziyaret ettik. Şam ziyaretimizde Türkiye’nin Şam Büyükelçiliğini, Halep ziyaretinde Halep Büyükelçiliğini ziyaret ettik. Ülkemizin görüş ve düşüncelerini de dinledik. Özet olarak Devlet Başkanı Beşar Esad bizimle şu görüşleri paylaştı. Türkiye’yi sadece komşu ülke olarak değil dost ve kardeş bir ülke olarak gördüğünü, bu zor dönemlerinde Türkiye’nin yanında olmasını beklediklerini, ancak bu beklentilerine karşılık bulamadıklarını, demokratik açılımlar konusunda önemli adımlar attıklarını, özellikle Siyasi Partiler Yasası, Seçim yasası, Basın Yasası ve yerel yönetimler yasalarını değiştirdiklerini, genel yönetimler yasasını da Türkiye’de yürürlükte olan yerel yönetimler örnek alınarak değiştirildiğini, Anayasa değişikliği içinde Ulusal Diyalog sürecini başlattıklarını ifade etti. Anayasa değişikliğini daha kapsamlı bir değişiklik olduğu için daha sonraya bıraktıklarını, Suriye halkının nasıl bir yönetim şekli istediğini araştırdıklarını, yönetim şeklinin nasıl olacağına da halkın karar vereceğini, farklı din ve etnik kimliklere sahip insanların bulunduğu Suriye’de nasıl bir yönetim olacağını belirlerken biraz zamana ihtiyaçları olduklarını, ayrıca bütün muhalefete çağrıda bulunduklarını ve herkesle görüşmeye açık olduklarını da ifade etti. Muhalefetten de nasıl bir yönetim şekli istiyorsunuz sorusuna da cevap beklediklerini, Şubat ayında Suriye’deki halk meclisi seçimlerinin yapılacağını, demokrasileşmeden geri adım atmalarının kesinlikle söz konusu olmadığını, ancak her şeyin iki üç ay içerisinde gerçekleşmesini isteyenlerin de samimi ve gerçekçi olmadığını, hatta Türkiye’nin 1982 Anayasasını örnek göstererek Türkiye’nin 1982 yılından beri bu Anayasayı değiştirmeye çalıştığını, ancak bu kadar uzun bir süre geçmesine rağmen hala bu değişikliği gerçekleştiremediğini ifade etti. Demokratik adımların atılması konusunda Türkiye’nin tecrübelerinden de yararlanmak istediklerini, bölgede örnek alabilecekleri tek örnek ülkenin Türkiye olduğunu, dış güçlerin amaçlarının ülkeye demokrasi getirmek değil ülkede kaos ve kargaşa yaratarak yönetimi devirmek olduğunu, Suriye’ye ABD’nin yanlış tavır ve söyleminden çok dost ve kardeş Türkiye’nin yanlış tavır ve davranışının zarar verebileceğini, Başbakan ve Dışişleri Bakanının açıklamalarının Suriye halkına zarar verdiğini ve bu olayların da tetiklediğini ifade etti. Beşar Esad Suriye yönetimine karşı mücadele ettiğini söyleyen silahlı muhalif grupların bir günde 120 polis ve askeri öldürdüğünü, daha önce hazırlanan komplonun sonucu olarak insanların Türkiye’ye sığınmacı olarak gitmeye zorlandığını, şu anda yani o tarihte bir grup silahlı militanın Türkiye sınırında olduğu tespit ettiklerini, bunların yaklaşık üç yüz kişiden ibaret olduğunu ifade etmiştir. Onları etkisiz hale getirmek istediğini, sivil halk arasında barındıklarını ve sivil halkı kendilerine kalkan olarak kullandıklarını, bu nedenle müdahale etmek istemediklerini ifade etmiştir. Uluslararası güçlerin Angelina Jolie’yi bile Türkiye’deki mülteci kamplarına getirerek Suriye’de insani sorun olduğu görüntüsü ve mesajı verilmeye çalıştıklarını ve maalesef Türkiye’nin buna malzeme olduğunu ifade etti. Türkiye’den Suriye’ye silah kaçırıldığını bildikleri Müslüman Kardeşler örgütünün Türkiye’de toplantılar yaptığını ve bu toplantılara Türk yetkililerin öncülük ettiğini ve bunlar tarafından organize edildiğini de ifade etti. Şu anda Suriye de 3 silahlı gruba karşı mücadele verdiklerini, bu silahlı grupların Irak’tan kaçan El Kaide militanları, Müslüman Kardeşler ve kanun kaçağı konumundaki adi suçlular olduğunu, bu terör gruplarına da dış güçlerin silah ve maddi destek sağladığını, bu silahlı grupların hiçbir halk desteğine sahip olmadığını, amaçlarının Suriye’de kargaşa ve iç çatışma ortamı yaratarak dış müdahaleye zemin hazırlamak olduğunu ifade etti. PKK konusunda da Türkiye’ye yardımcı olduklarını, ancak bu konuda vefa borçlarını yerine getiremediğini ve 10 yılık iktidarlıklarında da PKK’nın Suriye sınırından Türkiye ye hiçbir saldırı gerçekleştirmediğini ifade etmiştir. Suriye’ye yapılacak bir dış müdahalenin sadece Suriye ile sınırlı kalmayacağını, bütün Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi etkileyeceğini orta doğunun tek laik ülkesi olduklarını, laiklikten asla taviz vermeyeceklerini din kuralları veya milliyetçilik temelinde bir partinin kurulmasına da asla izin vermeyeceklerini bu iki konunun kırmızıçizgileri olduğunu ifade ettiler. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2007 yılından beri Müslüman Kardeşler örgütüne siyaset yapma izni ve meclise girme konusunda yardımcı olması noktasında kendisine yoğun bir baskı uyguladığını ifade etmiştir. ABD başkanı Obama’nın kendisiyle görüşerek İsrail ile masaya oturma konusunda telkinde bulunduğunu ancak Golan Tepeleri ve Filistin toprakları işgal altında olduğu sürece İsrail ile masaya oturmalarının mümkün olmadığını, bunun Filistin davasına ihanet etmek anlamına geleceği, İsrail ile masaya oturmadıkları için küresel bir şey harekete geçtiğinin düğmeye basıldığını ve Başbakan’ın bundan sonraki süreçte Suriye ye karşı olumsuz tavır içine girmeye başladığını bizlere ifade etti. Şimdi ben raporumda bununla ilgili gerek ulusal gerek uluslar arası basında çıkan haberleri de zikrederek kendi izlenimlerimi de aktardım. Ziyaretimizi daha çok çatışmaların ve muhalif gösterilerin olduğu iddia edildiği yerlerde yaptık. Ancak Suriye’de kaldığımız 3 gün boyunca bir şiddet olayına tanık olmadık. Hayatın normal bir şekilde devam ettiğini gördük. Hama ve Hums şehirlerinde giriş ve çıkışlarında askeri kontrol noktalarının oluşturulduğunu gördük. Gerek Türkiye’deki gazete ve televizyonlarda, gerek dış basın ve medyada yer alan Suriye’deki olaylara ilişkin haber ve görüntülerin önemli bir kısmının gerçek dışı ve abartı olduğunu, hem Suriye resmi makamlarının hem yerel halkın bu konudaki görüş ve izlenimlerinden, hem de olayların olduğu iddia edilen yerleri ziyaretimizden gözlemlerimizden ifade edebilirim. Suriye’de Ortadoğu’da olduğu gibi bir takım sorunlar vardır. Ancak bu sorunların Suriye’de mezhep çatışması yaratarak ya da uluslar arası askeri bir müdahale ile çözülmesinin mümkün olmadığı çok açıktır. Suriye halkının mevcut silahlı gruplara hiçbir şekilde sıcak bakmadıklarının ve bu dış müdahaleye karşı çıktıklarını, ayrıca dış müdahale ya da bir iç çatışma ihtimaline karşı mevcut yönetimin demokratikleşme yönünde adım atmaya zorlanmasının çok daha uygun olacağı halkın ortak temelini ve beklentisidir. Sayın Başbakan Suriye yönetimini gemilerden sivil halkın üzerine top atışı yaptırmakla suçlamaktadır. Biz de merak ettik ve oradan basını da beraberimizde götürmek suretiyle top atışının yapıldığı iddia edilen bölgeye gittik. Orası daha çok Filistinlilerin kaldığı, Filistin kamplarının olduğu bölgedir. Oraya gittiğimizde özellikle basının önünde biz basına yansıyan bu bilgilerin doğru olup olmadığını tespit etmek istiyoruz dedik, çatışmanın olduğu yere götürür müsünüz dedim ve götürdüler alan burasıdır dediler. Orayı da çok iyi inceledik, bırakın top mermisi, herhangi bir kurşun izine bile rastlamadık. Bu kadar bir manipülasyon var, ciddi bir karalama kampanyası var. Bu iddianın gerçek dışı olduğunu gözlemledik. Orada ikamet eden halk ile de görüşülmüş, ancak bu iddiayı doğrulayacak bir tek bir gözlem yapılamamıştır. Başbakanın komşu bir ülkenin yönetimini katliam yapmakla, sivil halkın üzerine rast gele top atışı yapmakla suçlarken elinde çok ciddi bilgi ve belgelerin olması gerekmez mi? Maalesef Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanının elinde hiçbir resmi bilgi ve belge bulunmadan komşu ve bağımsız bir ülkenin yönetimini halkına karşı katliam yapmakla suçlayabilmektedir. Ben bunu şu önergemde de başbakana sordum. Başbakanı bu suçlamalarını ispat etmeye davet ettim, öbür tarafta da muhalif grupların ele geçirdikleri Suriye askerlerinin başlarını tekbir sesleriyle nasıl gövdelerinden ayırdıklarını Facebook’da mutlaka sizde izlemişsinizdir. Suriye’de yaşanacak bir çatışmanın veya bir askeri dış müdahalenin Türkiye’yi de olumsuz etkileyeceği açıktır. Bu nedenle AKP hükümeti eğer ülkemizin ulusal çıkarlarını düşünüyorsa silahlı muhalif gruplara değil, Suriye’nin demokratikleşme sürecine destek vermelidir. Daha önce Tunus’ta başlayıp Libya, Mısır, Bahreyn ve Yemen’deki ayaklanma ve çatışmalar Büyük Ortadoğu Projesinin bir sonucudur. Küresel güçlerin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalıştığı Suriye’de yaşanan olayların bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Suriye’ye karşı yürütülen kampanya uluslar arası güçlerin bir komplosudur. AKP hükümeti yaptığı açıklamalar ve takındığı tavır ile bu güçlerin Ortadoğu’daki çıkarlarına hizmet etmektedir. Bugüne kadar yaşadıklarımız ve hükümetin tavrı bunu açıkça ortaya koymaktadır. AKP’de de bu projenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bugün karışıklık ve ayaklanmanın yaşandığı bütün ülkelerde ya muhalif partinin ya da muhalif hareketin adı adalet ve kalkınma olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca logoları da ampuldür. Türkiye’den önce Fas’ta ampul logosu kullanılarak adalet ve kalkınma hareketi kuruluyor sonra, Tunus’ta bu adla bir parti kuruluyor, ondan sonra Libya’da bu adla bir muhalefet oluşturuluyor, aynı şekilde Mısır’da da bu adla bir parti kuruluyor, şimdi de Suriye’de muhalefet aynı şekilde adalet ve kalkınma ismiyle karşımıza çıkıyor. Bu benzerlikler tesadüf olamaz. Bu gelişmeler ayaklanmaların yaşandığı ülkelerdeki muhalif hareketlerin bir merkezden yönetildiği yönündeki iddiaları da doğrulamaktadır. Suriyeli muhalif liderlerden el Abdah Londra’da yaşıyor. 2005 yılından beri Türkiye’ye gidip geliyor. Suriye’deki adalet ve kalkınma hareketini temsil ediyor. 26 Nisan’da Türkiye’de muhalif sivil örgütlerin toplantısında şöyle diyor; Türkiye’deki dostlarımız bize en büyük yardımı Suriye’deki rejime dur diyerek yapabilir. Suriye’deki bu muhaliflerin içinde Amerikan Senatosunda sık sık ağırlanan Türk gruplarının liderleri de var. Bu isimlerden bir kısmı 18 Martta Ankara’da 5 gün kalan Amerikan eski CIA başkanı yeni savunma bakanı Leon Panetta ile gizli görüşmeler yaptılar. Harekât için gerekli yol haritası ortaya çıktı ve ondan sonra Suriye’de kan akmaya başladı. Darbe mimarları solcu, milliyetçi ve İslami kesimleri hedef aldılar. İnternet üzerinden bir takım öncü gruplar örgütlendi ve sokağa salındı. Peki, bu küresel odakların amacı neydi. Şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri ile CIA’nın eylemleri kolaylaştırıp ABD’nin çıkarlarına uymayan yönetimleri değiştirip onlara hizmet edecek yönetimler oluşturmaktır. Sokaklar kana bulandıktan sonra küresel basın hesabına geleni haberlere taşıyacak, binlerce kişinin öldürüldüğü, başka ülkelere kaçmak zorunda kaldığı gibi haberler yayınlanarak, protesto gösterileri düzenlemeye başlanacaktır. Artık ne söylense boşuna uluslararası güçler ülkeleri bölmeye parçalamaya ve kolay lokmalar haline getirip petrolü ve Ortadoğu’yu kontrol etmeye karar vermişlerdir. Uluslararası güç petrol için kan dökmeye hazır. İsrail Enerji Bakanı Joseph Paritzky ne demişti; Musul-Hayfa boru hattı için Suriye işgal edilmelidir. Suriye ve Türkiye bölgesinde, Hatay bölgesinde müdahaleye açık alanlar yaratılmaya çalışılacaktır. Tampon bölgeler oluşturulup Suriye parçalanırken Türkiye’nin sınırları belirsizleşecek NATO ve ABD gerektiğinde müdahale edebileceği gibi, alanlar yaratarak tampon bölgeler oluşturulabilecektir. Bu bir ara ulusal medyada da internette de çıkan haberlerdir. Suriye; ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarları için bir engel ve tehlike olarak görülmektedir. İran milli basını kara listesindedir. Irak’tan sonra hep bugün beklenmiştir. Uluslararası camia muhalif grupları kollama dâhil silahlandırıp eğitim ve lojistik destek sağlayıp ki Türkiye bu işi açıkça yapıyor. Suriye polis ve askerlerinin üstüne salarak, öbür taraftan da uluslararası basını kullanarak Suriye yönetimini halkına karşı katliam yapmakla, uluslararası hukuku çiğnemekle, halkın üzerine bomba yağdırmakla suçlayıp uluslararası müdahaleye zemin hazırlamaya çalışılmaktadır. Yeni Ortadoğu planı İslam dünyasını yeni kamplara ayırmaktadır. Ortadoğu halkları şimdi etnik ve mezhepsel farklılıklar kullanılarak çok daha tehlikeli biçimde karşı karşıya getirilmektedir. Ortadoğu’da Şii bloka karşı Sünni blok bu yüzyıla damgasını vuracak tartışma içine çekiliyor.
CHP’nin bu konuyla ilgili tutumu nedir diye soruluyor? CHP’nin bu konuyla ilgili olarak tam bir tutumunu henüz ortaya koymuş değiliz. Ben bireysel olarak ben birkaç milletvekili arkadaşımla beraber kendi çapımızda bir tavır geliştirmeye çalışıyoruz. Yalnız şunu ifade edeyim. Ben Sayın Genel Başkanımızla birkaç defa özel olarak bu konuyu konuştum. 132 milletvekilimizin olduğu bir grupta bu konuyu gündeme getirdim. Yaklaşık 25 dakika bu raporun hepsini kendilerine aktardım. Onlarda tabi bilgi sahibi olmaktan mutlu olduklarını ifade ettiler. Şimdi açıkça bunu söylemek lazım ben Türkiye’nin bu şartlarda Suriye’ye bir askeri müdahalede bulunacağını zannetmiyorum. Öyle bir çalışmada yok. Gerek Cumhurbaşkanı’nın yaptığı özel görüşmede, gerekse Genelkurmayın yaptığı açıklamalarda Suriye’ye bir askeri müdahalede bulunmayacakları niyetini görüyoruz. Şu anda hedef Suriye’yi ekonomik anlamda önce ablukaya almak, sonra muhalif silahlı grupları desteklemek, Suriye’de bir iç çatışma yaratmak, huzursuzluk yaratmak, ondan sonra bu huzursuzluk neticesinde halkın bir bölümünün Türkiye sınırına doğru gelmesini sağlamak ve bütün dünya kamuoyuna zaten hazırlanmış işte burada bir insanlık dramı yaşanıyor, katliamlar yaşanıyor, biz bunları korumak zorundayız denecek. İnsani koridor, tampon bölge dediğimiz Suriye sınırları içinde bir tampon bölge oluşturulmaya çalışılıyor. Nitekim başbakanın muhaliflerle daha önce yaptığı görüşmelerde Suudi Arabistan’da yayın yapan bir gazetenin bir haberi vardı. Beş şarttan bahsediyor, hatta başbakanın Hatay ziyaretinde bu beş şartın açıklanacağını yayınlamış bu gazete; bunlardan birincisi Suriye topraklarında bir tampon bölge oluşturmak. Tampon bölge oluşturmak demek; o ülkeye karşı savaş ilan etmek anlamına gelir. Uluslararası hukuktaki anlamı budur. Siz bağımsız bir ülkeye giriyorsunuz ve diyorsunuz ki ben bu topraklarda bir tampon bölge oluşturuyorum, bir üs olarak kullanıyorum. Buraya askeri araçların giremez, buraya hiçbir şekilde müdahale edemezsin bu tabiî ki o ülkenin ulusal bağımsızlığına bir saldırıdır. Bu açık açık bir savaş ilanıdır. Ben bunu soru önergemde ifade ettim. Dört tane soru önergesi verdim. En son dün Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun imzasıyla bu soru önergelerimden birine cevap vermiş. Tamamen yuvarlak sözler, klasik söylemler kullanılarak verilen cevapta sorularımıza somut olarak hiçbir cevap alamadık. Bu işin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Bizim en büyük endişemiz; bu küresel güçlerin bu bölgede yapmak istediği bir mezhep çatışması en büyük tehlike bu. Bu proje eğer hayat geçerse yani bu muhalif güçler saldırılarını Suriye sınırları içerisinde ciddi bir şekilde artırabilirse, olayı bir mezhep çatışmasına dönüştürürlerse, tabii ki Türkiye’nin de bundan etkilenmemesi mümkün değil. Yoksa benim Türkiye’nin askeri bir müdahalede bulunacağına ihtimal vermiyorum. Başbakanın buna cesaret edeceğine de ihtimal vermiyorum. Bir konuşmacı arkadaşımız bir şey söyledi eğer böyle bir şey olursa güneydoğuda kesinlikle çok ciddi çatışmalar yaşanabilecektir. Artık Suriye olayı sadece Suriye olayı olmaktan çıkmış uluslararası bir boyut kazanmıştır. Bu olay içerisinde İran vardır, Rusya vardır, Irak yönetimi ve silahlı grupları vardır ve bu olayın içerisinde de Hizbullah vardır. Hizbullah liderinin yaptığı açıklama bir on gün önce yapılan açıklama dikkat çekici; 200 bin militanına silahlarını kuşanması, füzelerini çıkarması konusunda talimat vermiş; ayrıca vizeleri kaldıracağını ifade etmiş. Bu bir savaş hazırlığıdır. İran’ın buna sessiz kalması kesinlikle söz konusu değil. Böyle karmaşık bir surum var ortada. İşin en ilginç yanı şu; Türkiye Suriye politikasını kendi içinde belirlemiyor. Dışarıdan gelen bir dayatma var ve şu anda hükümet hiçbir şekilde buna dur diyemiyor. Kendi iktidarları her halde bu güçlere bağlı ben öyle düşünüyorum. En büyük sıkıntı burada. Bize düşen görev, bana bir milletvekili olarak, size de aynı görev ve sorumluluklar düşüyor. Bunları sürekli kamuoyunda işlemek zorundayız. Siz de bir araya gelip bir takım basın açıklamaları yapabilirsiniz. Bunların ciddi bir eksikliğini duyuyorum Hatay da. Sivil toplum örgütleri, bu konuda biraz zayıf kalıyor. Biz üzerimize düşeni bundan sonrada yapmaya devam edeceğiz. Herkese teşekkür ediyorum.
13 / Abdullah Korkmaz – (Moderatör); Aslında bugün konuştuğumuz her iki konu birbiriyle bağlantılı ve bir ülkenin gelirleri yetmiyor ise ya borçlanacak ya da para basacak veya iç ya da dış borçlanmaya gidecek. Şimdi Amerika ekonomisine daha doğrusu emperyalist ekonomilere baktığımız zaman da bu konuda çok ciddi problemler var. Bütçe üzerinde çalışırken emelleri doğrultusunda BOP’u oluşturuyorlar Hepinizin dikkatini çekmiştir. Avrupa ülkeleri önce karşı çıktı Fransa, İtalya karşı çıktı. Ne zaman size de 5–6 kuyu veririz denildi onlarda işin içine girmeye başladı. Burada asıl amaç tamamen ekonomiktir. Doğrusu emperyalizm veya sermayenin bir rengi yok, dili, ırkı, mezhebi de yok. Etnik yapısı da yok. Bunu tek bir amacı var. O ülkenin öz kaynaklarını ele geçirmek yoksa demokrasi götürme falan değil. Demokrasi götüreceklerse şunu zaten herkes iyi biliyor. Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini herkes iyi biliyor. Umarım Türkiye bu tavırlarından vazgeçer. Bir dönem kardeş ülke dedik. Vizeleri kaldırdığımızda bu kaldırma işinin de bu projenin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bazı insanların elini kolunu sallayarak sokakta gezdiğini de biliyoruz. Bu Mısır’da da böyledir, Libya’da da böyledir ve aynı gruptur. Bende sivil bir toplum kuruluşunun başkanlığını yapıyorum. Herkesin buna dur demesi gerekiyor. En azından sesini çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Terörden en fazla etkilenen ülkelerden biriside biziz. Şu anda orada da bir terör var aslında, bunu da bizim görmemiz gerekiyor. Ben ekonomik boyutuyla da baktığımda özellikle Hatay’daki esnafın çok zarara uğradığını görüyorum. Uzun çarşıya gidip baktığınızda bunu çok net göreceksiniz. Nakliye sektörünün gördüğü zararı çok net göreceksiniz. İhracatta çok net göreceksiniz. Türkiye’nin bunu çok net görmesi gerekiyor. Temmuz öncesinde Hatay’a baktığınızda otellerde yer bulamıyordunuz. Şu çarşıda Suriyeli kardeşlerimizi görüyordunuz. Bu ekonomiye çok ciddi anlamda katkı yapıyordu. Şu anda bunların tamamı bitti. Şu anda esnaf sadece kepenklerini kaldırıyor ve indiriyor. Başkana da teşekkür ediyorum organize için.
ÖNERİLER –
1 / Abdullah Korkmaz – (Moderatör); Mehmet Çardak – (Emekli Gümrük Başkontrolorü); Lümeys Dede – (Mülteci İnsiyatifi); Bütçe’nin denetimi için bağımsız denetim organları kurulmalı.
2 / Edip Hadimoğulları – (İşçi Partisi İl Başkanı); Hatay halkı Suriye sorunundan dolayı ekonomik, psikolojik ve siyasi olarak büyük bir baskı altındadır. Öyleyse bütün Hatay halkının ayağa kalkıp bu meseleye sahip olmanın yollarını bulması, buradaki çalışmayı başka platformlara taşıması ve bu çalışmaları hemen başlatmak gerekir.
ORTAK SONUÇ –
1/ Bütçe halkın ihtiyaçları düşünülerek planlanmıyor.
2/ Suriye’ye müdahalede Türkiye’nin hiçbir çıkarı yoktur. Olası bir savaşa karşı durmalıyız.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE:
Elektronik posta, telefon ve SMS yoluyla 45 kadar sivil toplum örgütü ve kişiye ulaşıldı. Toplantıda katılımcılara TkMM broşürleri, tahmini program verildi. Ayrıca 23 Belediye Başkanına da SMS yolu ile toplantı daveti gönderildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE:
Hatay’ın milletvekillerine ve milletvekili danışmanlarına telefon ve SMS ve e- posta ile ulaşılarak toplantı öncesinde toplantı konu, yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
MEDYA İLE:
Ulusal basının temsilcilerine ve yereldeki bütün basın temsilcilerine SMS ve elektronik posta ile ulaşılarak toplantının yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
SONUÇLAR
Toplantıda TkMM ilkeleri videosu ile genel ve yerel gündemle ilgili hazırlanan sunum izlendi. Sivil Toplum temsilcilerimiz genellikle o konu ile ilgili iseler ilgi gösteriyor, konu ile ilgili değilseler katılımda düşüş yaşanıyor. O ayın en güncel konularının konuşulduğu bir toplantıya, her ayın ilk Cumartesi gününün üç saati birbirimize söz verdiğimiz vekil-müvekkil günü olsun alışkanlığı yerine, hala eğer işimiz yoksa gelme alışkanlığımız devam ediyor.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ekrem Dönmez – Hatay kMM Hamalı
03.12.2011 Hatay kMM Toplantı Tutanağı
previous post