Yer: Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
Tarih: 03.10.2010
Katılımcılar:
Dernek, Vakıf ve Girişimler:
1. Adaleti Savunanlar Derneği / ASDER (Gürcan Onat)
2. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı / TESEV (Koray Özdil)
3. Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği (Cafer Solgun)
4. Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu (Abdulhakim Daş)
5. Mahsus Mahal Derneği (Aytekin Yılmaz)
6. Sosyal Demokrasi Derneği (Güliz Kaptan)
7. Hukukçular Derneği (Ramazan Boyalık)
8. Fener- Balat- Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği (FEBAYDER)
9. Tarlabaşı Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği
10. Sulukule Platformu
11. BM-Habitat AGFE
12. Yenikapı Yalı Mahallesi Tarihi ve Kültürel Değerlerini Koruma ve Güzelleştirme Derneği
13. Türkiye Çevre Platformu
Mecliste Grubu Bulunmayan Siyasi Parti ve Hareketler:
1. Yeşiller Partisi (Aysen Ataseven)
2. Demokrasi ve Özgürlükler Hareketi (Mahmut Sürmeli)
3. Eşitlik ve Demokrasi Partisi (Hasan Kayım)
4. Hak ve Özgürlükler Partisi (Mehmet Ali Erdoğan)
Katılan Milletvekili:Yok.
Belediye Başkanı:Yok.
Diğer Katılımcılar:
Çeşitli kuruluşlardan, partilerden ve halktan 8 izleyici katıldı.
Medya:Yok.
Yerel Konu ile İlgili Sunum Yapmak Üzere: Doç. Dr. Asuman Türkün
Moderatör: Amberin Zaman
Genel Konu: "Kalıcı Bir ‘İç Barış’ Nasıl Sağlanır?"
Yerel Konu: "Kentsel Dönüşüm"
Konuşulanlar:
Abdulhakim Daş: Kalıcı ateşkesin sağlanması için Kürt açılımından (Temmuz 2007) sonra bir çağrı niteliğinde bir rapor hazırladık. Kürtlerin 29 tane isyanı var. Kürt sorununun temel nedenleri ortadan kaldırılıncaya kadar iç barışa varmak mümkün değil. Referandumdan sonra da en büyük sorun Kürt sorunu ve Kürt varlığının tanımlanmış olması olarak karşımızda duruyor. Kürtlere sunulan bir perspektif yok. Bu nasıl aşılabilir? PKK birçok kez ateşkes kararı aldı. Şu anda da bir ateşkes kararı var. Türkiye bu süreçlerde demokratik adımlar atmadı. İki taraflı ateşkes geliştirilmeli. Anayasa değişikliği yapılırken diğer halklar da tanınmalı. Demokrasi geliştirilmeli. Kürtler kendi kimlikleriyle örgütlenebilmeli. Kendi dilleriyle yaşayabilmeli. Koruculuk kaldırılmalı.
Cafer Solgun: Kürt sorunu Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Kürtlerin Türkiye’de olmadığına karar verilmesiyle başladı. Bir halkın yok sayılması çok yanlış. Kürt halkına karşı tarihi bir özür borcu var bu ülkeyi yönetenlerin. Sorunun bu inkar sürecinin üzerine günümüzde en azından tartışılıyor olması önemlidir. Hiçbir sorunun muhatapsız çözülmeyeceği dillendiriliyor bu önemli. Anadilde eğitim en temel insan hakkıdır. Bu inkarcı mantık çöpe atılmalı. Artık çözüm konuşulmalı. Bu da şiddeti içermemeli.
Neşe Ozan: Bu mesele yerelden nasıl gözüküyor, onu söylemek için söz aldım. Bu konu mahalledeki insanların çok uzağında. Ben kişisel olarak barış yanlısıyım.
Savaş Çakmak: Teşhis koymadan çözüm koyamazsınız. O benden ne fazla, ne az alıyor onu belli etmek lazım. Her silah alanın sorunu olmaz. Alt kimliklerin yaşatılması ama milli kimliğin de olması gerekir. Birlik- beraberlik böyle olmalı. Anadilde eğitim verinde Türkçe yabancı dil mi olacak.
Ramazan Boyalık: Yanlış tespit yanlış tedavi demektir. Bunun için tespit önemli. Türkiye’de nasıl barış içinde yaşamalı diye sorarsak, Kürt sorunu alt başlığı olur. Mesela inanç meselesi var. Aleviler vb. kürt sorununda emperyal güçlerin oyununa düşülmemeli. Gerek anayasal gerekse de sosyo-ekonomik açılardan öneriler olmalı.
Cihan Uzunçarşılı: Zorla tahliye üzerine çalışıyorum. Uluslar arası hukuk açısından bu duruma bakmak lazım. Anayasal vatandaşlık tanımının Türk kimliğinden geliştirilip, Türkiye kimliği haline getirmemiz lazım. Anadilde konuşma, eğitim bir insan hakkı. Türkiye uluslar arası alanda tüm anlaşmalarda buna çekince koymuş durumda. Dilimize dikkat etmeliyiz. Biz- onlar değil, sadece biz olmalıyız.
Gürcan Onat: Referandumdan evet çıktıktan sonra ele alınması gereken önemli bir konu. Konuya Türkler ve Kürtler açısından bakarsak, Türk ve Kürt halkına düşen görev ırkçılık yapanlara pirim vermemek ve siyasi alanda kutuplaşma oluşturacak kişilere destek vermemektir. Meclis, iktidar ve muhalefetiyle cesur bir şekilde Kürtlerin insan hakları çerçevesinde tüm haklarını vermek için çalışmalıdır. Ordu ise bu konunun halledilmesinde müdahil olmamalıdır. PKK derhal, koşulsuz silahı susturmalıdır. Eğer silahlar susarsa biz Kürtlerin demokratik hak ve hukuk mücadelesinde temel insan hakları cihetiyle yanında oluruz.
Güliz Kaptan: Bir general arkadaşım, kalıcı bir barış için önce Kürt’lerin silah bırakması lazım, gelip teslim olmalılar dedi. Ama ben böyle düşünmüyorum. Eşim Karadenizli ve ben çocuğumun ismine babanesinin ismini koyabildim, ama Kürt olsaydım koyamazdım. Kürt sorununun çözümü için Osmanlı’dan Türkiye’ye devredilen ‘kendi yanına çek, çekemiyorsan yok et’ yöntemini terk etmeliyiz. Kürt halkının saygı gösterdiği liderlerle masaya oturulmalı ve sorun çözülmeli.
Ahmet Gün: Kürtler bu Cumhuriyetin vatandaşları. Başka etnik ve dinsel gruplar da var. İnsanlar kendi kültürlerini yaşamalı, dillerini konuşmalı. PKK’nın verdiği zulüm binlerce insanın hayatına mal oldu. Bu sorun herkese zulmetti. Silahları PKK’nın bırakması şartıyla her şey konuşulmalı. Gerçek bir demokrasi dile getirilmeli.
Aytekin Yılmaz: Kalıcı bir barışın neresindeyiz? Bence henüz bir yerinde değiliz. Hükümetin, devletin bunu tahsis etmek için bir hazırlığı yok. Dağdakilerine, gelir teslim olurlar adalet gerekeni yapar deniliyor. PKK, silah bırakacağımız bir yer gösterin diyor. Oysa gördük ki dağdan gelenleri cezaevlerine koyuyorlar, cezaevlerinin durumu da ortada, orada koşullar çok kötü. Kalıcı bir barış için öncelikle yapılması gereken şey silahların çift taraflı susturulması olmalıdır. Bu yapılmadan kalıcı bir barıştan söz etmek çok gerçekçi gelmiyor bana…
Aysen Ataseven: İki önemli mesele var. Birincisi şiddetsizlik, diğeri yerellik. Şiddetsizlik için; iki taraf da silah bırakmalı. Kalıcı bir barış böyle sağlanabilir. Yerellik meselesi önemli. Tunceli, Diyarbakır, Mardin gibi illerde çok güçlü yerelcilik anlayışı var. Katılımcı bir halk ve yerel yönetim anlayışı var. Bu çok sağlıklı. Türkiye’nin idari modeli de böyle olmalı. Merkezi idari şekli, vatandaşın devletleşmesini sağlamış, bu da demokrasiyi engelliyor. İnsanlar kendini devlet gibi düşünmemeli.
Mahmut Sürmeli: Devlet bugüne kadar Kürt sorununa ilişkin ne doğru teşhis ne de doğru tedavi yöntemi uyguladı. Çözüm bu politikalarla mümkün değil. Bu terör sorunu değil, bir ulusal sorundur, bir kimlik sorunudur. Kalıcı barış ise savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Kürt sorunun çözümü, Kürtlerin taleplerin çerçevesinde çözülmelidir. Bunun başka bir yolu yoktur. Bir diğer mesele sorunun kimlerle çözüleceği meselesidir. Nasıl ki evi yıkıldığı için direnişte olan bir insan dururken meselenin çözümü için başka birisiyle görüşmezseniz burada da öyle. Bazı adımlar atılıyor. Ama bir samimiyetsizlik var. Muhataplarla masaya oturulmalı. Ateşkes iki taraflı olmalı. PKK 7. Kez eylemsizlik kararı almış olmasına rağmen devlet cephesinden benzer bir adım atılmaması sorunun çözümünü engelliyor.
Hasan Kayım: Yönetilenler yönetenlerden daha demokrat. Haklarını isteyen insanlardan gocunmamak lazım. Hakları çiğnenen tüm insanların da en az kürt’ler kadar mücadeleci olmasını isterdim. Mücadeleci kürt halkını selamlıyorum. Türkiye siyasetinde değişimin birinci öznesi Kürt’lerdir. Son referandum Türkiye halkının değişimden yana olduğunun belgesidir. Toplum demokratik adımlar destekliyor. İki taraf da silaha başvurmadan sorunu oturup siyasetle çözmeli, yeni dönemin siyaseti bunu gerektirir. Değişimi kimse durduramaz. Bu kaçınılmaz bir süreç. Kürtler ise bu değişimin öznesi olmaya devam edecek. Kürtler, çoğunluğu oluşturan batıda yaşayan halkla ilişkilerini güçlendirmeli. Yeni demokrat, özgürlükçü bir anayasa talebini diri tutmalıyız. Mevcut anayasanın tümü çöpe atılmalı, konuşulmayacak tabu kalmamalı.
Mehmet Ali Erdoğan: Önce demokratik bir anayasa lazım. Kürtler üzerindeki baskılar kaldırılmalı. Önce eğitim alanındaki faşizan yaklaşımlar kaldırılmalı. 1915’de Ermeni katliamındamalları gasp edilenlerin malları iade edilmeli veya tazmini yoluna gidilmelidir. İstanbul, İzmir gibi yerlerden zorla gitmiş veya gitmek zorunda bırakılmış olan Rumların taşınmazları iade edilmeli, malları üzerinde serbestçe haklarını kullanmaları sağlanılmalı. Koruculuk hemen kaldırılmalı, güvenlik yerel yönetime bırakılmalıdır. Yapılacak anayasa batı normlarında, çağdaş bir anayasa olmalı, insanı merkeze oturtmalıdır. Her şeyin birey için olduğu bir yönetim çok daha çağdaş ve barışçı olur ki, iç barış ancak bu şekilde sağlanır.
Gürcan Onat: Öncelikle ulus-devlet anlayışını terk etmemiz lazım. Burada da görev STK’lara düşüyor. Cesur adımlar atmalıyız.
Tanay Sıtkı Uyar: Hepimiz küresel bir hapishanede içerisindeyiz. Bizden başka yerlerde doğanlarla ilişkilerimizi normal düzenlemeliyiz. Asıl korkulan; insanların insani özelliklerini kullanıp ortak kararlar alıp bunlardan mutlu olmalıdır. Aarhus Sözleşmesi’nde bilgiye erişim, karar süreçlerine katılım ve adalete erişim vardır. Kürt sorununun çözümü de bunlar esas alınarak yapılmalıdır. Verileri hepimize uygun olanda mesela yaşam çevresinin korunması için birlik olursak diğer alanlarda da birlik olmamız kolaylaşır.
Yerel konu:
Cihan Uzunçarşılı Baysal: Hazırladığımız BM-Habitat AGFE İstanbul Raporuna göre Türkiye BM sistemi açısından barınma hakkını ihlal etmektedir. BM Sisteminde Barınma Hakkı onurlu bir yaşam standartı ve diğer ekonomik ve sosyal haklara erişimde vazgeçilmez bir koşul olarak mülkiyet hakkından bağımsız tanımlanır. Kent arazileri giderek rant alanlarına dönüşüyor. Merkezi ve yerel yönetimlerin küresel bir kent yaratma ve bunu da sermayeye sunarak kentsel arazilerin rantından bütçe açıklarını finanse etme gayretlerini görüyoruz. Kentsel yenileme yasaları 2004-2005 yıllarından itibaren çıkmaya başladı. AKP ile bu süreç hızlandı. Yapılan şu: kentteki ‘pislikleri’, ‘ucubeleri’, ‘ötekileri ‘yok etmek ve kenti ayrıştırmak. Kentler , küresel sermaye ve üst gelir gruplarına ve onların ihtiyaçlarına göre yeniden tanzim edilmekte. Devletin düzgün bir sosyal konut programı yok. Dönüşüme uğrayan yerlerden TOKİ’lere yeniden iskan edilen nüfusların, yeni taşındıkları yerlerde kira öder gibi mülk sahibi olmaları ise bir mit; banka kredilerini ödemekte zorlanıyorlar, işyerleri buralardan uzak olduğundan işlerini kaybediyorlar, apartman yaşamının ödemeleri daha fazla olduğu için buralarda yaşadıkları maddi sıkıntılar da çoğalıyor. Evlerini elden çıkararak ,yoksullaşarak ve mülksüzleşerek kentin çeperlerinde gecekondulaşıyorlar.Ayrıca,kültürel yaşam pratikleri ile TOKİ konutlarının yaşam koşulları uyumlu değil,burada bir apartman medeniyeti diktesi görüyoruz. Romanların kendilerine özgü avlulu evleri yerine Taşoluk TOKİ’lere yerleştirilmeleri de ’topraktan geldim toprak olmadan yaşayamam’, diyen 8-9 nüfuslu Kürt ailelerin Bezirganbahçe’de 9.veya 11. katlarda 72 metrekarelik yaşam alanlarına mahkum edilmeleri de birer hak ihlali. Üstelik bunu gerçekleştiren iktidar örneğin ‘türban’ konusunda kültürel pratiklere insan hakkı açısından yaklaşıyor,öyleyse yeniden yerleştirilen nüfusların kültürel hakları /yaşam tarzları neden göz önüne alınmaz?
Neşe Ozan: Sulukule 5366 sayılı yasanın ilk uygulandığı yerdir. 5000 civarındaki nüfusun 3500 kadarı Roman’dı. Gecekondu alanı değil, evlerin tapuları var. Fatih Belediyesi, İBB ve TOKİ ortaklığı ile yürütülen proje sürecinde bilgi ve adalete erişim ile karar süreçlerine katılımın hiçbiri olmadı. Acele kamulaştırma baskısı altında mülkiyet el değiştirdi. Halk, 30 km ötedeki Taşoluk TOKİ konutlarına borçlanma karşılığıyla yerleştirildi. Ancak ev bedellerini ödeyebilecek güçleri yoktu. Neredeyse tammı Taşoluk haklarını devretmek zorunda kaldı. Şimdi birçoğu yıkım bölgesinin etrafında yaşıyor. Yıkım ve boşaltma süreci travmatikti. Yıkım döneminde Belediye gelir, yıkar ve gider, enkazını öylece orta yerde bırakırdı. Mahalle senelerce moloz yığınları altında savaş yeri kaldı. Verdigimiz onlarca dilekçe fayda etmedi; Belediye molozları kaldırmadı. Tahliye tamamlandıktan sonra ise enkazın tamamı bir hafta içinde uzaklaştırıldı. Yıkım bölgesinin çevresine sığınmış insan enkazı ise orada hala öylece duruyor. Şimdi kamu eğer burada olsaydı sorardık: Bu insan enkazını nasıl kaldırmayı düşünüyorsunuz? Sulukule’deki mücadelenin en önemli ürünlerinden biri, insanları yerinden etmeyen, bir sosyal kalkınma planını gönüllü olarak hazırlaması ve pekala başka bir alternatifin mümkün olduğunu göstermesi oldu. Bu plan fiziksel mekanı iyileştirmekle yetinmiyor, mahallenin istihdam, eğitim, sağlık gibi temel sosyal problemlerine de çözüm getiriyordu. Belediye’nin projesinin bedeli 154 milyon TL iken, alternatifin projenin maliyeti sadece 83 milyon TL, yani yarısı kadardı.
Savaş Çakmak: 5366 sayılı yasa ve acil kamulaştırma bizim tüm mahallelerle ortak noktamız. Bu yasa aslında yıkılmış, yıkılmaya yüz tutmuş binaları sağlıklaştırma amacı güdüyor ama buna hizmet etmiyor. Belediye kentsel dönüşüme uğrattığı bölgelerdeki insanları evlerinin bedelinin %50 ile borçlandırıyor. Anlaşma yolu esastır diyor yasada. Anlaşmazsan senin yerini kamulaştırıyor. Ferdin malı belediyenin oluyor. Bunun sonucu toplumsal huzursuzluk olur. Bizim mahallede henüz yıkım da kamulaştırma da başlamadı. Ama yenileme bölgesi ilan edildi mahallemiz. Bugün Tarlabaşı’nın başına gelenler yarın bizim de başımıza gelecektir.
Korhan Gümüş: Bugün konuştuğumuz genel konu ile yerel konu birbiriyle oldukça ilişkili. Kürtler, Kürt olmayanlar için de özgürlük sağlıyor. 1994 yılında iki çalışma yapılmıştı. Birincisi alternatif kentsel dönüşümün nasıl olabileceğine ilişkindi. Önce fizibilite araştırması yapılır. Bu aşama siyasi kararın verildiği aşamadır ve STK’larla yerel halk bu sürecin içindedir). Daha sonra proje içeriklendirilir. Yine STK’lar ve deneyimli kuruluşlarca. Son olarak da uygulama yapılır. 1994’te bu kapsamda semt bürosu oluşturul muştu Fener-Balat’ta. Günümüzdeki uygulamalarda pasif katılımcı olması gerekenler planı içeriklendiriyor ve hayata geçiriyor. Bu küresel emlak sermayesinin kente girmesi ile oluyor. Yaşam alanlarımız ayrışmış durumda. Bunu değişmez kabul etmek yanlış. Yapılan her şeye müdahale edebiliriz. Hayatımız tepeden belirleniyor. O kutsal davalarla uğraştıkları için bu ‘küçük’ şeylerle uğraşmıyor politikacılar.
Tanay Sıtkı Uyar: Bu konunun mağdurları parlamento ve belediyelerde temsil edilmiyor. Bu insanların bilgi, birikim, talep ve beklentileri karar süreçlerine katılmalı. Bunu yapmadan olmaz. Siyasi partiler kanunu ve seçim yasasının demokratikleştirilmesi bunun yolunu açabilecektir. Yurttaşın temsilcileri parlamentoda ve belediyelerde olmalı.
Ahmet Gün: Kentsel dönüşüme gerek var. Çünkü çarpık yapılaşma var, deprem tehlikesi var. Ama bu biçimiyle yapılmamalı. 5366 sayılı yasa kapsamında Tarlabaşı’da değişime uğrayacak. 1. Etap 2078 binadan ibaret, bu binalarda 2500-3000 kişi yaşıyor. Bu binaların döküntü hali düzeltilmeli ama insanların yaşam koşulları yükseltilerek. Uygulamalar nasıl başladı? Önce bizi ada bazında toplantıya çağırdılar. Biz belediye olarak işi organize edeceğiz, maddi durumları olanlar kendileri restore edecekler, maddi durumu olmayanlara ise belediye para verecek ve tapusuna 20 yıllık ipotek koyacak. Buna herkes alkış tuttu. Ama projenin asıl yüzü 2007’de ortaya çıktı. 1. Etap yenileme alanının ihaleye çıktığını duyduk gazetelerden. Belediye bizim malımızı ihaleye çıkarmıştı. İhale Çalık’a verildi. Balat da öyle. Acele kamulaştırma acilen yol, baraj yapılacak durumlarda yapılır. Belediye başkanı herkesin hakkını koruyorum diyor. Esas amaç fakir halkı şehir merkezinden uzaklaştırmak.
Çiğdem Şahin: Kentlerde rehabilitasyon ve iyileştirme bir yöntemle yapılır. Sorun da zaten bu yöntemde. Bütünlüklü bir yaklaşım yok, kişi hak ve özgürlükleri korunmuyor. ‘60’larda dünya çapında toplumsal politikalar ağırlıklı olduğu için konut üretiminde de insanların yaşam standartlarını yükselten projeler hayata geçti. ‘80’lerden sonraki süreçte ise kentin rantabl kullanılması gerçekleşti. Artık korumacı yaklaşım terk edilmiştir. Kentsel dönüşümde uygulanan acımasızlık, uygulanan yerdeki hak ve özgürlüklerin, hukuk devletinin gelişimi ile ilgili. Bunlar korunuyorsa kentsel dönüşüm uygulamasındaki acımasızlık ve adaletsizlik de yok olur.
Aslı Kıyak İngin (Mimar): 5366 sayılı kanuna uyulması problem yaratıyor. Bu kanun ne tarihi ne de insanı koruyor. Değiştirilmeli. Uygulamada kanunun yetmediği yerde usulsüz işlemler de yapılıyor. Mesela belediyeler kurul kararını çiğneyebiliyor. Acil kamulaştırma kamu yararı için kullanılıyordu. Ama şimdi otel, villa vb. yapılması için kullanılıyor. Mesela Galataport vb. kentsel dönüşümle ilgili projeler hayata geçmeden de dieğr yerlerdeki dönüşümleri etkiliyor maalesef. Bu dönüşümlere gerek yok. Şimdi İzmir’in Seferihisar ilçesinde uygulanan bir uygulama var. SlowCities, yavaş kentleşme diyebiliriz. İlla çağa ayak uyduracağız demeyelim, yukarıdan inme söylemleri bırakalım artık. Büyük projelere gerek kalmadan basit onarımlar yapılabilir. Evler dönüşüyor ama içinde yaşayan insanlar çok kötü durumda. Dolayısıyla görünüyor ki dönüşüm projeleri işlemeyecek. Yaşanmaz, içi boşalmış şehirlere doğru gidiyoruz.
Cihan Uzunçarşılı: Tophane’de yaşananlardan çok önce kentin bir yerinde, ayrışma ile patlamalar yaşanacağını saptamıştık. Bu yasalarla haklar korunmuyor, hatta geriye gidiyor. İstanbul’da gecekondu yapıları sağlam. Yerinde iyileştirme yapılabilir. Mahallelerde birlikte yapılan ekonomik ve sosyal üretimlerle halkın dayanışma bağları kuvvetli halde gelmiş durumda. Bu kentsel dönüşüm politikaları yoksulluğu katmerleştirecek, gerilimleri arttıracak. Bir örneğini Tophane’de gördük. Demokrasiyi öteki ile birlikte olarak inşa edebilirsin ancak.
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
Genel ve Yerel konuda Konu ile ilgili çalışma alanı olan 30- 40 arası sivil toplum örgütü ve meslek odaları toplantıya çağrıldı.
b. Milletvekilleri ile
Milletvekillerinden katılım olmadı ancak her parti için çağrıda bulunuldu.
c. Medya ile
Tüm medya kuruluşlarına mail ve faks yoluyla haber verildi.
Sonuç: Toplantının sonunda Milletvekili ve Belediye Başkanı katılımı için katılımcıların da katkıda bulunmasının faydası olabileceği düşünüldü.
Değerlendiren: Melis Tantan