YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 3. Kat Kızılay
TARİH: 3 Şubat Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Anadolu Kadın Derneği (Zübeyde Ozanözü – Başkan)
2 / Evcikuzkışla Kültür ve Dayanışma Derneği (Hürdoğan Aydoğdu – Başkan)
3 / Doğal Yaşam Derneği (Yıldırım Kaya – Başkan)
4 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Temsilci)
5 / Türk Mühendisler Birliği (Kemal Mükremin Barut – Üye)
6 / Kafkas Dernekleri Federasyonu (Ömer Atalar – Hukuk Danışmanı)
7 / Liberal Düşünce Topluluğu (Ahmet B. Arpa – Program Koordinatörü)
8 / Agrida Tarım ve Turizm Derneği (Eyyüp Sabri Güler – Başkan)
9 / Öğrenci Velileri Derneği (Enver Önder – Başkan)
10 / Atatürk Çizgisi Platformu (Metin Genç – Başkan)
11 / Alternatif Düşünce Kuruluşu (Fazilet Çulha – Başkan)
12 / ASSAM / Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Der. (Gürcan Onat – Başkan Yrd)
13 / Toplumsal Araştırmalar ve Özgün Düşün Merkezi (Bülent Durukan- Başkan)
SENDİKALAR – KONFEDERASYONLAR
1 / Hak – İş Konfederasyonu (Hakkı Sever – Üye)
2 / Devrimci 78'liler Federasyonu (Nejat Kangal – Üye)
ÖZEL KONUKLAR
1 / Burak Bilgehan Özpek (TOBB ETÜ Üni. Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü – Öğretim Üyesi)
SİYASİ PARTİLER
1 / Saadet Partisi (Muammer Bilgiç – Genel İdare Kurulu Üyesi)
2 / Evrensel Yol Partisi (Metin Güler – Başkan)
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Afrin Harekatı, Türkiye'nin Güvenlik Stratejisi
KONUŞULANLAR
1 / Burak Bilgehan Özpek: Afrin Harekatı'nın tartışmamız gereken üç boyutu var. Birincisi ahlaki boyutu, ben bunu tartışmak istemiyorum. İkincisi uluslararası hukukla alakalı boyutu. Üçüncüsü de siyasi boyutu. Ahlaki boyut ısrarla kamuoyunun gündeminde tutulmaya çalışılıyor. Biz 15 yıllık Ak Parti hikayesinden öğrendik ki herhangi bir kriz durumunda krizin sebepleri ve sonuçlarını tartışmak yerine onun ahlakını tartışıyoruz. 2007-2008'den itibaren Ergenekon süreciyle beraber insanların tutuklanmaları, gözaltına alınmaları ya da haklarında başlatılan hukuki süreç önemli ölçüde eksikliklere sahip olmasına rağmen, sahnede tartıştığımız mesele militarizmin, Kemalizmin ya da askeri vesayetin ahlakı oldu. Çözüm süreci sırasında biz detaylarını, işleyiş mekanizmasını tartışmak yerine, barışın ahlakını konuştuk. Afrin Operasyonu'nda da bu operasyonun uluslararası hukuka uygun olup olmadığından ziyade, operasyonu desteklemenin vatan sevgisi, karşı çıkmanın da vatan hainliği ya da operasyonu desteklemenin barış karşıtlığı, karşı çıkmanın da barışseverlik olduğu noktasında bir tartışma yürütüyoruz. Tartışmamız gereken konular meselenin daha teknik boyutları olan hukuki ve siyasi noktaları. BM Şartı'nın 51. maddesi, meşhur müdafaa hakkını öngörür ve saldırıya uğrayan devletin saldırı sonrası derhal BM genel kurulunu, güvenlik konseyini toplantıya çağırmasını öngörür. Daha sonra önleyici savaş doktrini gündeme getirildi. Bunda da tehdidin son derece acil olduğu ve müdahale edilmediği taktirde daha büyük bir facia olacağı yönünde bir argüman geliştirip savunmanız gerekir. ABD'nin 2003'teki Irak operasyonu gibi. BM'nin temel amacı, ülkelerin subjektif olarak tehdit yorumlaması yaparak ülkelerin kafasına göre başka ülkelerin sınırlarını ihlal etmesini önlemektir. Afrin operasyonunun uluslararası hukuka uygunluğu konusunda benim şüphem var. Merkezi Şam hükümeti, ülke üzerinde kontrolü kaybetmesine rağmen, Suriye devletinin meşru temsilcisidir ve Türkiye'nin Suriye'den kaynaklanan bir güvenlik sorunuyla karşılaştığında öncelikli muhatabı Şam yönetimidir. Bu operasyonun en önemli noktası siyasi durumudur. Çözüm sürecinde hükümetin muradı neydi, hiç bilemedik. Ak Parti vekilleri de bilmiyordu. Ergenekon sürecinde asıl suçlunun kim olduğunu bilmiyorduk. Benzer şekilde 15 Temmuz darbesini düzenleyen cuntanın hiyerarşik yapısı hakkında bir bilgim yok. Afrin Operasyonu'nun da siyasi amacını bilmiyoruz. Ülkelerin dış politika hamlelerinde bakmamız gereken iki parametre vardır; birincisi dış politika eyleminin amacı nedir, bu amaca ulaşmak için kullanılacak araçlar nedir? 15 gündür Türk dış politikasının, son yıllardaki en büyük dış politika hamlesinde amacının ne olduğunu halen bilmiyorum. Bu amaç bir güvenlik koridoru kurmak mıdır? Afrin'in merkezine girmek midir? Kuzey İdlib'i kontrol etmek midir? Membiç'e yönelik bir askeri operasyon yapmak mıdır? Kürtlerin Kuzey Suriye'deki varlığını ve otonomi heveslerini ortadan kaldırmak mıdır? Bu konuda Türkiye'de hiç kimsenin bilgisi yok. Kılıçdaroğlu ve Akşener milli meseledir diyor, bir operasyonun siyasi amacını bilmeden, siyasilerin buna milli mesele olarak yaklaşıp destek vermesini doğru bulmuyorum. Amaçlar belli olduktan sonra bunlara ulaşabilmek için kullanacağınız araçlar çok önemlidir. Afrin ağırlıklı olarak Rus askerinin koruması altındaydı ve Suriye hava sahası Ruslar tarafından korunuyor. Türkiye'nin Afrin'e girebilmesi için Rusları ikna etmiş olması gerekiyor. Türkiye'de Rusya arasında ne tür müzakereler yapıldı da Rusya Türkiye'nin Afrin'e girme isteğini kabul etti, bilmiyoruz. Türkiye'nin siyasi amaçlarına ulaşmak için nasıl bedeller ödediğini bilmeden, bunun milli bir mesele, akılcı ve desteklenmesi gereken bir dava olduğu konusunda hiçbir siyasetçi görüş bildiremez. Siyasilerin görüş bildirmesi gereken nokta, bu operasyonun amaçlarının ve araçlarının akılcı olup olmadığını sorgulamaktır. Bunun yerine savaşa karşı çıkmanın ahlaklılık mı ahlaksızlık mı olduğunu tartışıyoruz. Biz ana noktayı kaçırıyoruz. Savaş, ulus-devletlerin olduğu dünyada ahlakının sorgulanması gereken fakat kaybedilmeye mahkum bir savaştır. Devletler kazanır fakat devletlerin kazanacak olması, her hamlelerinin çok akılcı olduğu gerekçesi ile destekleneceği anlamına gelmiyor. Türkiye'nin Kobanê'ye müdahale etmemesi ve Kürtlerle ABD arasında bir ittifaka vesile olması Türkiye'nin dış politikasında şu anda yaşadığı zorlukların, askerlerin ölmesinin, para harcamasının ana sebebi oluyor. Ulusal çıkarın akılcı olup olmadığını bilmemizin tek yolu, farklı görüşlerin özgürce kendi çıkar tanımlamalarını, bilgi taleplerini, cezai müeyyide korkusu duymadan ifade edebilmeleri, toplumda açık bir tartışma olması ve meclisin vatan hainliği damgası yemeden bu konuları tartışabilmesidir.
Soru-Cevap
Nejat Kangal: Kobane ile bağlantıyı biraz açabilir misiniz?
Burak Bilgehan Özpek: Geldiğimiz nokta 2011'den bu yana yürütülen Suriye politikasında üst üste yapılan yanlışların bir sonucudur. Kobane IŞİD tarafından işgal edildiği zaman bir gerçek ortaya çıktı. Bir cenaze için gittiğim milliyetçi ve muhafazakar bir yer olan Elazığ'da gözlemlediğim kadarıyla, insanlar Kobane işgali sırasında IŞİD'in Kürtleri o bölgeden silmesine, Kobane'yi işgal etmesine karşı son derece sempatiktiler. Ankara'ya gelip bürokrasinin ruhuyla hemhal olmuş bazı hocalarla da görüştükten sonra devletperest ve makbul vatandaşlar ile Türk hükümeti için IŞİD gerçek bir tehdit olmadı. IŞİD ve Kürtler arasında bir seçim yapmaya zorlandığı zaman bu ülke dış politikası, net bir şekilde IŞİD karşıtı bir politika ortaya koyamadı. Çalışmak istemeyebilirsiniz, burada bir güvenlik stratejisi olarak anlaşılabilir. Fakat dünya sistemi içinde Türkiye gibi ülkeler, kendi başlarına dış politika yürütemezler. Dış politikayı yapısal aktörlerin politikaları belirler. 2011'de Türkiye ABD liderliğindeki koalisyonu, Libya'da olduğu gibi Suriye'de de bir askeri operasyon yapacağını ve sessiz kalarak Esad sonrası Suriye'den dışlanmak istemediği için bu operasyonun içinde olması gerektiğini beyan etti yani ABD'ye güvendi. ABD'nin hazırladığı operasyon sahaya inmeyince, Suriye'deki muhalefet grupları kendi içlerinde bir dönüşüm geçirdiler. IŞİD de bunlardan biriydi. Türkiye'nin anlamadığı şey IŞİD'in ve radikal İslami örgütlerin ortaya çıkmasıyla beraber ABD'nin de Esad'a bakış açısı değişti, yani tehdit tanımı değişti. IŞİD, Irak ve Suriye siyasetinde ABD için en öncelikli tehdit olarak gündeme geldi. Türkiye bunu anlayamadı. Obama'nın istediği şey Türk ordusunun aktif bir şekilde IŞİD ordusuyla mücadele etmesiydi. 2014'te IŞİD Türkiye sınırına Kobanê'ye gelmişken ortada insani bir kriz söz konusu iken, Türkiye'nin bu noktada Kobane düştü düşecek, bizim için IŞİD neyse PKK da odur gibi söylemleri, memnuniyetin dışavurumuydu. Türkiye burada kararsız kaldı. Bu kararsızlık, olası benzer kriz durumlarında, IŞİD'in Kuzey Suriye'de yayılma durumunda, Türk hükümetinin herhangi bir eylemde bulunmayacağı anlamına gelmeye başladı. O tarihten itibaren Türkiye'nin Suriye politikası başka yöne evrildi. ABD ve Kürtler arasındaki ittifakın amacının, IŞİD'e karşı mücadele etmek olmasının temelleri atıldı. Kürtler mücadelelerinin meşruiyetini buradan kazanmaya başladılar. Türkiye'nin çekimser tavrı, ABD-YPG arasında ittifaka sebebiyet verdi. O dönemde Türkiye Kobane'ye müdahale etmeli diyen herkes vatan haini ilan ediliyordu. Türkiye bugün yaptığı işi o gün yapsaydı, Kobane'ye girip IŞİD'le mücadele etseydi, ne o kadar insan ölecekti ne de Türkiye Kuzey Suriye'deki kontrolünü kaptıracaktı.
Kemal Mükremin Barut: Dünya çapında politikayı belirleyen yapısal aktörler, yarın bizi masaya oturtacaklar mı?
Burak Bilgehan Özpek: Türkiye'yi maalesef getirdikleri nokta, kapalı bir devlet aparatı ve o aparatın çıkarları için dış politika yapan bir ülke kimliği olduğu için başka şans bırakmıyorlar. Bence Türkiye Suriye'deki hareket serbestisini, kendisinin ABD ve Rusya ile kurduğu ilişkilerden farklı olarak, ABD ile Rusya arasındaki ilişkilere dayandırıyor. 1,5 senedir Türkiye'de bile isteye Batı politikasından, güvenlik kurumlarından yaklaşmak gibi bir politika izleniyor. Ben AB'den uzaklaşmak istediği için bu tip faaliyetler yürüttüğünü düşünüyorum. AB, NATO gibi kurumlarla problemler yaşadıkça, Rusya sayesinde Suriye'de alan kazanmasına ve iktidarın içerdeki meşruluk arayışına, bürokrasi içindeki bazı grupların desteğine ve uluslararası anlamdaki batı terbiyesinden kurtulmasına vesile oluyor. Afrin operasyonuna Rusya'nın destek vermesinin ve Türkiye'nin ödemesini talep ettiği en büyük maliyet, bu vesileyle Türkiye'nin batılı kurumlarla yaşadığı itilafın daha da derinleşeceğini düşünmesi. Rusya Afrin operasyonuna NATO'nun ve AB'nin çok sert tepki vereceğini varsaydı. Böylece Türkiye bu operasyondan sonra özellikle NATO ve AB içerisinde çatlak yaratabilecekti. Afrin'e girdiği zaman Rusya'nın Türkiye'ye i̇zin verme karşılığı beklentisi Türkiye'nin Batılı müttefikleriyle arasının açılmasıydı. Bu beklenti Batı tarafından görüldü. Hiçbir Avrupa ülkesinin Türkiye'nin Afrin'e girmesinden memnun olduğunu sanmıyorum fakat tepki verdikleri zaman Türkiye-Rusya ittifakının pekişeceğini, aralarındaki anlaşmanın gerçekleşeceğini biliyorlar. O bakımdan ne Rusya'ya ne Türkiye'ye beklediğini vermediler. Bunun karşılığında Kuzey Suriye'deki Kürtlerin Rusya ile ilişkileri zedelendi. Rusya bu operasyondan Kürtleri kaybedip Türkiye'yi kazanmayı umuyordu. Türkiye'yi tam olarak kazanamadı, Kürtleri tamamen kaybetti. Şu anda Suriye'de Türk ordusunun vardığından en çok rahatsız olan ülke Rusya. Rusya'nın Türkiye'yi sıkıştırmasını önlemek, hava sahasını tekrar açmasını sağlamak için Membiç anılıyor. Bunun nedeni Türk-Amerikan çatışma ihtimalinin var olması. Türkiye Rusya'yı halen oyunda tutmak istiyor. Amerika'nın amacı da Türkiye ile arası iyiymiş gibi davranıp Türkiye-Rusya ittifakını çatlatmak. Rusya'nın amacı da Türkiye'yi NATO'dan koparmak. Türkiye'nin Suriye'de bu kadar rahat hareket etmesinin sebebi, ABD ve Rusya arasındaki ilişkilerin bu şekilde seyretmesi. Rus oligarkların mal varlıklarına ABD'nin yaptırım uygulama kararı. Kongre ve başkan nihai kararı verecek. Amerikalı siyasetçiler üzerinde büyük bir oynama alanı var. Rusya'nın oligarklarının mal varlıklarını dondurabilir ya da haczedebilirler. Rusya gibi rejimlerde liderin etrafındaki adamların parası artık tehlikede. Bu parayı kurtarmak için ABD'nin istedikleri gibi bir politika uygulamak zorundalar. ABD bir şekilde Rusya'nın Türkiye ile olan ilişkilerini sonlandırmasını, soğutmasını, hatta Afrin'de Rusya'nın yanlışlıkla ya da bilerek Türkiye'nin askeri varlıklarına saldırmasını ve bu işin bitmesini istiyor. Bunun karşılığında Rusya Türkiye'yi kurban ederek ABD ile ilişkilerini düzenleyebilir. ABD bu sayede Türkiye'ye saldıran güç olmadan Türkiye ile arasını bozmadan Türkiye'yi Rusya'dan uzaklaştırabilir. Rusya'da kaybettiği Kürtleri tekrar kazanabilir, Türkiye ile ilişkilerini de sonlandırabilir. Eğer yaptırım meselesi ABD ve Rusya'yı aynı masaya oturtursa, muhtemelen Rusya Amerikan politikasının istediği şekilde Türkiye'yi Afrin'den çıkaracak.
Ömer Atalar: Afrin bir iç politika meselesi mi dış politika meselesi mi? Türkiye'de bir iç çatışmaya yol açabilir mi?
Burak Bilgehan Özpek: Türkiye'deki sorunlar konusunda çok ümitvar değilim. Siyaseten çözüleceğini düşünmüyorum. Nedeni, siyasi atmosfer ve muhalefetin de bunu bu şekilde çözmeye niyetli olmaması. Meşruluğunu seçimden devşiren bir rejim tipi var. Bence Türkiye'de siyasi hayatın devlet kavramının yerine oturabilmesi için artık var olmaması gerekiyor. Çünkü vesayet kurumuyla, kurumun sahibi olan kişi ya da partiyle siyasi rekabet içine giremezsiniz. Ya daha üst bir kurucu vesayet kurumu inşa edersiniz. Fakat bu kurumları devletle rekabete sokamazsınız. Aksi halde size karşı politika yapan herkes vatan haini olur. Vatan haini olmamak için kimse politika yapamaz. Rekabetin bir anlamı kalmıyor. Bunu ortadan kaldırın ki hepimiz eşit yurttaş olalım, hizmetlerden eşit faydalanalım. Bunu da istemiyor. Çünkü kamu kaynaklarından yarısını kendi destekçilerine dağıtmak kamu kaynaklarının hepsini dağıtmaktan daha karşı bir iş. Adı konmuş bir otoriter yönetim olmak, beslediği küçük Anadolu şehirlerindeki hızlı zenginleşmeye neden olduğu ekonomi programına önemli bir tehdit. Dolayısıyla iç politika stresini hala yaşıyor. Bu meselelerin bu kadar duygusal düzlemde ele alınmasının nedeni de bu. Max Weber buna karizmatik lider modeli der. Bu model ulus devletin profesyonel devlet modelinden farklıdır çünkü en otoriter devlette bile bürokratların subjektif yorum yapma yetkisi yoktur, onların etki alanı yasalarla sınırlıdır. Ast üst ilişkileri bellidir ve devletteki kanunlar kurallar kişilere ya da döneme göre değişmez. Karizmatik lider modelinde böyle değildir. Kahramanlaşmış bir lider, badireler atlatarak, mistik bir karakter gibi normal insanların yapamayacağı şeyleri yapar ve altındaki bürokrasinin ast üst ilişkisi kaybolur. Olağanüstü zamanlar yaşandığı için kurallar bir şekilde askıya alınabilir ve bu karizmatik lider bu hükmünü devam ettirebilir. Türkiye'de yaşadığımız mesele bu. Erdoğan'ın sürekli kahraman olması gerekiyor, bitmeyecek. Afrin, 15 Temmuz, Gezi, Fetö kahramanı olacak. Devamlı bir kahramanlık hikayesi gerekiyor ki, devlet yapısı, hiyerarşisi ve omurgası oluşmasın. Bir kural devletinde aynı kanunlarla siz PYD ile hem müzakere hem mücadele edemezsiniz. PKK ile hem çözüm süreci başlatıp hem savaşamazsınız. Şu anda PYD lideri Salih Müslim'i Dış İşleri müsteşar yardımcısı karşılamıştı. Ya bu adam içerde olmalı ya da ona emir verenler; ya da şu andaki operasyonun altında imzası olanlar suçlu olduğunu kabul etmeli. Kavramlar yerinde olmadığı için savrulmalar yaşıyoruz. Membiç konusunun da Türkiye'de hareketlenmelere neden olabileceğini düşünüyorum. Türkiye Kürt politikasını bu kafayla yürütürse, Kuzey Irak'ı da tamamen Kürtlere teslim edecek. PKK Kuzey Irak'ta zemin kazanıyor. PKK dışı Kürt partiler de toplumsal beklentileri karşılamak için onlarla aynı tepkileri vermek zorunda hissediyorlar kendilerini. Membiç'e girilirse ya da Afrin'e girilip çok fazla sivil kaybı yaşanırsa, Türkiye'de de sokakların hareketlenebileceğini düşünüyorum.
Ömer Atalar: Soçi'yle ilgili olarak heyetin havalimanında 20 saat bekletilmesi, sonra bizim temsilcimiz dışişleri bakanı müsteşar yardımcısıdır deyip gitmesi ile El-Ays karakolunu kurmak için giden ekibe El Nusra'nın eskortluk etmesi. Bunlar nasıl görünüyor? Rusya ne kadar bizim dostumuz, El Nusra ile beraber?
Burak Bilgehan Özpek: Türkiye'nin Afrin operasyonundaki sonu muhtemelen Rusya'nın elinden olacaktır. Türkiye ve Rusya arasındaki çatışma ihtimalini Türkiye ile ABD arasındaki çatışma ihtimalinden daha yüksek görüyorum. El-Ays karakolu gözlem noktası değil çünkü El-Ays Halep'in bir bölgesi. Sadece İdlib bölgesinde biz gözlem bölgesi kurmakla mükellefiz. O gün Güney İdlib'te çok sert bir operasyon gerçekleşti ve kuzeye doğru gitme riski vardı. Bunu önlemek için Türk ordusu ve konvoyun içerisindeki Türk askeri bir anlamda kalkan yapılmış ve bu Güney İdlib'teki operasyonun kuzeye geçişini engellemek için böyle bir konvoy tertip edilmiş ve Halep'e de doğru yol almış. Dolayısıyla Rusya, Suriye ve İran güçlerinin dikkati bu konvoya yöneltilmiş ve böylece operasyonun şiddetini durdurmuşlar. Soçi'den bir şey beklemiyorum ve Rusya açısından da başarısız geçtiğini düşünüyorum. Hem protestolar hem Kürtlerin katılmamış olması, hem de Türkiye'nin Esad'lı geçiş konusunda net bir fikir beyan etmemesi, Soçi gibi girişimleri kadük bırakır. ABD yarın Esad yönetimini kimyasal silah kullandığı bahanesiyle iktidardan etmeye çalışsa, Balgat'taki diplomatların, Beştepe'nin, hükümetin ip gibi dizileceği ve ABD politikasına tam destek vereceği kanaatindeyim.
Hürdoğan Aydoğdu: Ak Parti hükümeti, cumhurbaşkanı seçimlere oynuyor. Savaş çıkarmasının nedeni olarak genelde bu görülüyor. İçerde kendi tabanını konsolide etmeyi ve bir arada tutmayı, seçimleri garanti altında tutmak olarak görüyor. Siyasi hedef olarak bu doğru bir bakış açısı mı? Plebisit diktatörlük denen bir kavram var. Türkiye'de seçimleri iptal etmemesinin sebebi, kendisini seçilmiş gibi gösterip diktatörlüğünü sürdürmek. Siz bu konuda ne diyorsunuz?
Burak Bilgehan Özpek: Türkiye'de yeni bir rejim tabiri kullanılıyor. Rekabetçi otoriterlik. Kağıt üzerinde seçimlerin olduğu fakat bir partinin devamlı seçimleri kazandığı, bu partinin sadece kendi partisini değil muhalif partileri de kontrol ettiği bir sistem. Serbest bir piyasa ekonomisi var fakat hep aynı adamlar zengin oluyor. Bu yeni bir rejim şekli, dünyada yeni görülüyor. Orta Asya'da ve Sovyet sonrası coğrafyada görülüyor ve Türkiye de hızla bu noktaya doğru gidiyor. Erdoğan'ın popüler oy desteğine sahip olmak için Afrin'e operasyon düzenlemeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. 90'larda, 2010'a kadar Türkiye'de canlı bir düşünce hayatı vardı. Liberaller, sosyalistler, İslamcılar, Türkçüler herkes peki hareketlerin çok önemli olduğunu zannederdi. İslamcılık olarak nitelendirdiğimiz hareketin ne kadar zayıf olduğunu ve onun da popülizme ve avamlığa yenik düştüğünü gözlemlemiş oluyoruz. Anadolu insanı çok zenginleşti. Büyük şehirde yaşayan, kendi emeğiyle var olan ve uluslararası standartlarda iş yapan insanlar çok vergi öderken, Anadolu'da büyük bir zenginleşme var. Herkeste araba var, sayfiye evi var, sosyal yardım alan insan sayısı çok fazla. Çok kalitesiz, çürük ve ucuz bir ekonomi modelimiz var, bu ekonomik model Anadolu insanını zenginleştirdi. 15 sene önce sobalı evde oturup, iskemleli çay ocaklarında otururken, şimdi 160 metrekare bahçeli evlerde yaşayıp, 8 katlı Mado'ların inşa edildiği şehirlerde yaşıyorlar. Ne yaparsak yapalım, i̇ktisadi bir bunalım yaşamadığımız takdirde, Ak Parti'nin oyunun %40'ın altına düşeceğini düşünmüyorum. Bu insanları da sistemin garantisi olarak görüyorum. Erdoğan hangi politikayı uygularsa uygulasın, ona teslim olmuş bir kitle var. Burada desteğe ihtiyacı olan, milliyetçi parti. Artık Ak Parti'nin de, MHP'nin de kapanacağını ve ortaya yeni bir füzyonun çıkacağını, Erdoğan'ın içinde BBP'nin, MHP'nin ve bazı grupların, bazı vatanperest ve Kemalist grupların da olduğu yepyeni bir parti yapılanması içine gireceğini düşünüyorum. Bir devlet partisi hüviyetinde bir parti çalışmasın içinde olduğunu düşünüyorum. Fakat Erdoğan'ın tek başına Afrin harekatını yapmasının, kendisine muazzam bir oy kazandıracağını sanmıyorum. Bunu yapmasının nedeni kendi etrafında bir koalisyon toplamak, hem bürokrasi, hem ordu hem de siyaset içerisinde.
Mahmut Konuk: Kürtlerin de olduğu bölgeyi kendine katıp ittihatçı bir genişleme hayalinden söz edebilir miyiz?
Burak Bilgehan Özpek: Bu söylem tüm devletler tarafından kullanılıyor. Türkiye bu rejim şekliyle hiç kimseye demokrasi dersi verecek durumda değil. PYD ve PKK'nın çok demokratik örgütler olmadığını ve şu anda Afrin'de bu yaşadıklarının da kendi suçları olduğunu düşünüyorum. 7 Haziran sonrası izledikleri politikanın sonucu. Türkiye'nin Suriye'ye saldırmayacağını düşünerek, Türkiye içindeki Kürt siyasetini bitirmek ve Türkiye'yi bu şekilde Suriye'den uzak tutacağını zannetmek yanlış bir politikaydı. PYD ve PKK'nın devlet inşa etme sürecinin, liberal bir evrensel anlayışla uyuştuğu kanaatinde değilim. Fakat bu tip yapılara ders veren ve bu tip yapıların altında şikayetçi olan insanları kurtarma görevini kendisine atfeden devletlerin de biraz yüzüne bakılır tarafının olması lazım. Norveç'te bir sivil toplum kuruluşu, PYD'yi eleştirebilir kurduğu sistem sayesinde. Yargılamalar düzgün değil, vergiler seçici olarak alınıyor, mülkiyet ihlali var diyebilir çünkü Norveç hükümeti bunlara kendi içinde dikkat eden bir hükümet. Ama Türkiye'nin PYD'yi eleştirebilecek bir parametresi yok. PYD'nin kötü bir yönetim olduğunu öne sürdüğü zaman kendisinin de kötü bir yönetiminin olduğu ortaya çıkacak. PYD'nin altında ezilen ya da ona muhalif insanların sorunlarını çözmek için oraya gitme meşruluğu yok.
Gürcan Onat: Sizce Ortadoğu'da oyun kurucu kim, kim olmalı?
Burak Bilgehan Özpek: Obama dönemiyle birlikte o krizi yaşıyoruz biz. Kurucu kalmadı çünkü ABD Ortadoğu'dan çekildi. Özellikle İran'la yaptığı bu nükleer anlaşma, birçok ülkeyi tedirgin etti ve yeni krizleri tetikledi. Ortadoğu'da ABD'nin varlığı bir dert, yokluğu bir dert. Eğer bugün yönetimde Bush olsaydı Türkiye çok demokratik günler yaşardı. Bush'un agresif Ortadoğu politikası olsaydı, eminim ki hükümet sınır dışından adımını atamazdı, kendi içinde demokratik bir söylem benimserdi, AB'nin parçası olmak için elinden geleni yapardı. Obama'nın bölgeden çekilmesiyle birlikte sivil toplum hareketlerini ve Arap Baharı'nı gördük. Fakat bu grupların da herhangi bir gücün Ortadoğu'yu kontrol etmediği durumda nerelere savrulabileceğine de tanık olduk. O bakımdan Ortadoğu'nun şuan yaşadığı kriz herhangi bir güç ya da lidere, bir oyun kurucuya sahip olmamasının ürünü. Bir oyun kurucu bu krizi tekrar çözebilir mi, sanmıyorum. Ortadoğu'nun insanları kendi aralarında oturup tarihi bir yüzleşme içine girmeliler. İslam ve İslamcılıkla, milliyetçilikle, devlet kavramıyla yüzleşmeliler. Bunu oradaki insanlar yapmazsa, dışarıdan gelip düzen kurmak isteyen aktörlerin varlığı ya da yokluğu Ortadoğu'ya çözüm getirmeyecek.
Oya Özden: Hükümetin politikasını eleştiriyoruz ama bir devlet olarak Türkiye, güvenlik stratejileri açısından önümüzdeki zaman diliminde ne yaparsa, bu çıkmazdan kurtulabilir?
Burak Bilgehan Özpek: Dış politikanın ilk enstrümanı iç politikadır. Türkiye'nin daha güçlü bir dış politika izleyebilmesi için öncelikle kendi içindeki devlet dışı aktörleri (siyasi partiler, STK'lar, sendikalar, lobi faaliyetleri) sürece ortak etmesi gerekir. Bu insanların sisteme ortak olmaları ve bu güvencelere sahip olması Türkiye'nin en önemli dış politika gücü olabilir. İç politika çok önemlidir. Türkiye i̇ç politika krizi aşmak için devamlı dışarıya saldıran bir ülke olmak durumundan vazgeçmelidir. Kendi içindeki insanlarla konuşmalıdır. Esad, kendi içindeki insanlarla konuşmadığı için bu durumda, gidip Rusya ile konuşmak zorunda. Otoriter liderlerin kendi içindeki aktörlerle konuşmayı öğrenmesi lazım. Kendi içinde bir bütünlük sağlasın ve iç sorunlarını aşmak için dış politikayı çözüm olarak görmesin. Dış politikası çıkarı kimin çıkarı sorusu aklımıza geliyor. Bu ülkenin mi yoksa partinin mi çıkarı? Sürekli krizler yaşayan bir hükümet, bir siyasi parti, kendi çıkarı doğrultusunda dış politika yapıp içerdeki muhalifleri bastırmayı amaçlayacaktır. Bu da alınan kararın rasyonel olup olmamasından bağımsız bir durumdur. Türk dış politikası nasıl düzeltilir derseniz; Afrin'i, Kerkük'ü, Erbil'i değiştirerek değil, Ankara'yı değiştirerek düzeltirsiniz.
2 / Hakkı Sever: Hükümetimiz MGK toplantısı sonrasında sınır emniyetimizi tahkim etmenin yanı sıra vatandaşlarımız ile bölge halkının can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla i̇lk aşamada Suriye'nin batısından ülkemize yöneltilen tehditlerin bertaraf edilmesi için gereken adımların derhal ve kararlılıkla atılacağı vurgulanmıştır. Türkiye'nin sınırlarının hemen yanı başında bir terör koridoru oluşturulmasına, bir terörist ordusu kurulmasına izin vermeyeceği bu konuda gereken her türlü tedbirin alınacağı belirtilmiştir. Türk Silahlı kuvvetleri tarafından bulduklarımızla ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla Suriye'nin kuzey batısında halkın bölgesinde PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ'a mensup teröristleri etkisiz hale getirmek ve dost ve kardeş bölge halkını bunların baskı ve zulmünden kurtarmak üzere 20 Ocak 2018 saat 17:00'den itibaren Zeytin Dalı Harekâtı başlatılmıştır. Harekat ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, birleşmiş milletler sözleşmesinin 51. maddesinde yer alan meşru müdafaa hakkı çerçevesinde Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir. Harekatın planlama ve icra aslında sadece teröristler ve bunlara ait barınak sığınak mevzi silah araç ve gereçler hedef alınmakta olup sivil masum kişilerin ve çevrenin zarar görmemesi için herkese dikkatli hassasiyet gösterilmektedir. Hükümetimizin bu harekatını sonuna kadar destekliyorum.
3 / Mahmut Konuk: Sürekli olarak siyasal iktidarın yeni bir sürece evrildiğini, diktatöryal bir rejime doğru gittiğini, bunun için de tek dil, tek din, tek mezhep, tek ırk, tek devlet, tekçi bir anlayış ve ittihatçı bir zihniyetle yürüdüğünü ve bunun için gerekirse Türkiye'yi savaşa söylemiştim daha önce. Afrin Harekatı başladığındaki tutum çok net; biz Afrin'e gireceğiz ve karşımıza çıkanı da ezer geçeriz. Özellikle HDP'ye işaret etti, polis ve emniyet tepenizde bekliyor dedi. Afrin harekatının hiç politikayla ilgili olmadığını düşünenlerden değilim. Afrin harekâtı doğrudan iç politikayı dizayn etmekle ilgili. İçerde bu kadar ezilmiş insanı savaş ve ırkçılık teması üzerinden bir dış politikaya kanalize etmek doğrudan bir iç politika malzemesi ki muhalefet partileri İyi Parti ve CHP bunun arkasında dizilmek durumunda kaldılar. Kendi savunmalarını şöyle yapıyorlar; ordunun harekâtı bir partiye mal edilemez diyorlar ama Türkiye'nin uluslararası hukuk çerçevesinde meşruiyeti olan bir durumu yok. Somut olarak görülen bir tehlike yok. PYD eş başkanı burada ağırlanmış, PYD'den gelen bir saldırı yok. Geldiği söylenen roketler, sözde el konan tepelerden geliyor, bunlar nasıl oluyor, bunların izahata ihtiyacı var. Kurucu aktörün olmadığı koşullardaki ABD emperyalizmi, dünya silah gücünün yüzde ellisini, dünya ekonomik gücünün de yüzde ellisini elinde bulunduran bir güçtü. Buradan düşmüş durumda, silah gücü elinde ama ekonomik gücü yüzde yirmi, yirmi beşlere düşmüş durumda. Dolayısıyla ABD, istediği gibi yönetim oluşturamıyor, yerel aktörleri ihtiyacı var. Türkiye de ABD ve Rusya arasındaki dengelerden kendisine yeni pay çıkarmaya çalışıyor, bunu yapamasa bile iktidarda kalmanın bir aracı olarak fetişçiliği kullanıyor. Siyasi iktidarın hiçbir meşruiyeti olmadığını düşünüyorum. Bunun sona ermesi gerektiğini, bu savaşın haksız bir savaş olduğunu düşünüyorum. Afrin'de birilerini kurtarmaya gittiklerini düşünmüyorum. Anti-emperyalist bir girişim değil, emperyalistlerle birlikte hareket ediyorlar. Türkiye halkları için e son derece vahim bir durum.
4 / Kemal Mükremin Barut: Barış yanlısı olmanın suç olduğu bir dönemde, bu toplantıya gelirken bile tereddüt ettim. Bu toplantı bile kriminalize edilebilir. Kişisel inancım şu; kiminle savaşırsanız onunla masaya oturursunuz. Bodoslama girildi, bu savaşta sonuç ne olursa olsun, terör örgütü dediği gruplarla masaya oturacak. Oturduğunda da bizi yine yanılttılar diyecek. Membiç'e girme hedefi şu, ABD ve Rusya'nın kendisine verdiği hedefi büyütmeye çalışıyor. Bu işi yapamayacak. 14 gündür 30 km içinde. Burada nasıl bir tiyatro içinde olduğumuz ortaya çıkacak. ÖSO ile bu işe girmiş olması nedeniyle, sivil katliamların olacağı, hatta tecavüzlerin gerçekleşeceği kesin görünüyor. Sonunda işi onlara yıkacak. Türkiye'de topyekun bir milli duygu uyandı, bunun çok daha vahim sonuçları paramiliter gruplarla muhalefeti terbiye etme şeklinde gelişecektir. DAEŞ ile verilen mücadele bildik bir mücadeleydi, bunu yapan Kürt örgütleriydi. Diğer örgütlere baktığınızda kendi tabanından halk desteği var, marşı var, kültürü, türküsü, oyunu, halayı var, kadın hareketi ağırlıkta. DAEŞ'in nasıl bir yapı olduğunu da biliyoruz, böyle bir desteği var mı; bunları karşılaştırıp bir araya koymak da siyaseten çok doğru değil.
5 / Enver Önder: Afrin olayının ulusal çıkarlarımızla ya da politikamızla ilgisi yok. Suriye ile olan politikaların başından beri yanlış üstüne yapılan yanlışların bir devamı olarak görülebilir. Dünyada barış yurtta barış politikasının bozularak, komşularla sıfır sorundan sıfır ilişkiye getirildiği bir noktada girişilen bir harekat. Nereye kime karşı ve ne zamana kadar yapılacağı belli değil. Belli olan şey şu: 12 Eylül'den sonra içeri alınan demokrat insanlara en az beş suçlama yöneltiliyordu. Bunun devamı Suriye'de yaşanıyor. Suriye'de ne kadar çok örgüt var. Bu kadar çok örgüt varsa, orada devlet yok demektir. Devlet devletlere ilişki içine girer, muhatap olur. Kendi güvenliğini, ulusal çıkarlarını devletler nezdinde korur. Biz Suriye'de ne yapıyoruz, kiminle ilişki içindeyiz? Kiminle savaşıyoruz, kiminle barışacağız? Kendi ülkemizde 2000 yıldır yaşayan kardeşlerimizle bir arada olmayı başaramamışken, ÖSO'ya sahip çıkmayı vatanseverlik olarak algılıyoruz. ÖSO, Suriye açısından bakıldığında devlet otoritesine başkaldırıcı bir harekettir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti hala Ak Parti'nin arkasından gidiyorsa benim için Türkiye'nin meşru yönetimi ve karşısında kavga verilecek gücü Ak Parti iktidarıdır. ÖSO kimdir, fonksiyonu nedir? Bu savaşın sonunda ÖSO'ya karşı başarılı olsak kiminle masaya oturacağız, ÖSO bir otorite midir? Türkiye'nin sınırlarımızın ulusal güvenliği söyleminin boyutu ÖSO ile kurulan ilişkiyle, bir komediye dönüşüyor.
6 / Nejat Kangal: Benim anlamadığım şey, ülkemizde dini hassasiyeti yüksek olan kesimlerin hep savaştan yana olmaları. Ben öyle hissediyorum. 4-5 yıl önce örneğin Kobane düştü düşecek dendiği sırada, bizim kardeşlerimiz denseydi, biz bugün ne yaşıyorduk?
7 / Fazilet Çulha: Buradaki konuşmaları yapmak için siyasetçi olmak ya da siyasetle yakından ilgilenmek gerekmiyor. Her koşulda her yerde bu tuhaflıklar konuşuluyor. Bekir Ağırdır'ın söylediği gibi tuhaf bir buzul döneminden geçiyoruz. İnsanlık durdu sanki, demokratik kavramlar, insan hakları kavramları donduruldu. Olanların hiçbir yerden bir izahı yok. Nasıl bir işe yarıyor olan bitenler de, Türkiye'de bu şekilde siyaset yapma tarzı ve siyasiler devam edebiliyor?
8 / Ömer Atalar: Bizim Suriye'de ciddi bir Çerkez diasporası var. Hac yolu güvenliği ve diğer bölgelere de yerleştirilen Çerkez ve Çeçen köyleri var. PYD'nin içerisinde çeşitli unsurlar var; bu, PYD'nin demokratik olduğunu göstermiyor. PYD'nin Barzanicilere ne yaptığını gördük. Hakperest konuşmak lazım. Hükümeti eleştirirken, cemaati ve PYD'yi eleştiremiyorsak hakperest olmayız. PYD'nin oradaki uygulamaları, hükümetin abarttığı kadar değil belki ama antidemokratiktir. Bir savaş ortamı var. Sadece Kobane'nin iç kesimlerinde sıkışmış bir yerden ABD'nin yardımıyla genişçe bir coğrafyaya ve Kürt coğrafyası olmayan coğrafyalara da yayıldı. Burada bir demokratik bir sorun var. Bırak Türkiye'yi, Suudi Arabistan ve Katar'la ortak operasyon yapıyorsun. Şu anda Türkiye'ye yönelik bir saldırı yok ama PKK da Türkiye için resmi olarak bir terör örgütü. Türkiye'nin PYD ile ilişkilenmemesini bir hata olarak ortaya koyuyorsak, PYD'nin de bu politikalarını hata olarak koymak lazım. Türkiye ile sınırın büyük kısmında kantonlarla yaşayacaksan, PKK ile farklılaştırmanı daha somut bir noktaya taşıman gerekir. Bu şu anda oradaki sivil zayiatı haklı kılıyor mu? Bizim durmamız gereken yer taraflardan soyutlanmak ve hukuk neyse onu söylemektir.
9 / Zübeyde Ozanözü: Farklı bir boyuttan, savaş mağdurlarıyla bağlantılarım açısından bakacağım. Bir yıldır Suriyeli ve Türkmen kadınlara yönelik aile sağlığı ve kadın sağlığı eğitimleri yürütüyorum. "Orada savaş var, ne düşünüyorsunuz? Sizin yararınıza olacak bir durum mu?" diye konuşuyoruz. Hiçbirisi orada neden savaş olduğunu, kimlerin savaştığını, sonucun ne olacağını bilmiyor. Biz yolumuzu çizdik, buradayız, burada kalacağız diyorlar. Cumhurbaşkanı biz orayı alıp gerçek sahiplerine vereceğiz diyor. Kadınlarda böyle bir şey yok. Türkiye onlara kapılarını açtığı için methiyeler düzüyorlar. Aksi halde elde ettikleri şeyleri kaybedebileceklerini düşünüyorlar. İktidarı, gücü övme eğilimleri var. Savaş onları ilgilendirmiyor. Onlara geri dönebilecekleri bir yer hazırladığımızın farkında değiller. Acaba özellikle mi açıklamıyorlar ki herkes kendisi için bir şey yapıldığını düşünsün? Geçmişteki gibi hatalar yapmayalım da Suriye'de bir şeyler yapmış görünelim diye mi düşünüyorlar? Şu var ki savaşın esas mağduru kadınlar ve çocuklar. Böyle bir hayatı hak etmediğini düşünen çok insan var, onların vebali nasıl ödenecek?
10 / Bülent Durukan: Türkiye Kıbrıs harekatını yaptı, Kore'ye asker gönderdi, Kuzey Irak'a sınır ötesi operasyon yaptı, Afganistan'a ve Sudan'a asker gönderdi. Bunun dışında ordusunu hareketlendirerek başka bir ülkeye girme girişimini hatırlamıyorum. Oralarda NATO, BM gibi ortak uluslararası güçlerle birlikte hareket etti. Burada şöyle bir durum var; Türkiye alayına karşı hareket ediyor ve bunda da kendine müttefikler bulmaya çalışıyor. Acaba tarih böyle mi işliyor? 100 yıl önce sınırları çizilmiş topraklara birkaç günlük politikayla girebiliyor musunuz? Ortadoğu'da işler böyle yürür mü? Bunu test edecek cesareti nereden buluyorsunuz ama bunun bir maliyeti yok. Karar vericilere bir maliyeti yok, zaten kaybetmiş durumdalar. Yönettiğiniz ülkede adalet, bilim, hukuk, insanlık değerleri kalmadıysa, inancınızı savunacak durumunuz kalmadıysa ne kaybedebilirsiniz ki? Burası yeterince demokratik bir ülke olsaydı, halkların tanımlanmış olduğu ve haklarının verildiği bir ülke olsaydı, çok tedirgin olurduk. Afrin dediğiniz yer Polatlı kadar. Anlamı büyüktür ama yer üstünde bunlar olurken yer altında neler oluyor? Zenginlikler kime akıyor? Benim kafamda Kürt ve Türk ayrı değil. Tarih ve kader birlikteliği var, bu iki halkın düşüşü de çıkışı da beraberdir. Bunun saygı ve karşılıklı anlayış içinde olduğunu da görürsünüz. Son yüzyılda bu durum Türklük lehine biraz bozuldu. Barış Ünlü'nün kitabının adının Türklük Sözleşmesi olması tesadüfi değil çünkü bir sözleşme yaptılar ve Kürtler bu sözleşmeyi bozdular çünkü bunu ihlal etmemelerinin tek yolunu onurlarını çiğnemekti. Bunu tercih etmediler. Bugün YPG orada güçlenmeseydi IŞİD varken, IŞİD daha iyi bir sistem mi kuruyordu ya da kabul görüyordu? YPG'nin bugün dünyanın birçok yerinde bürosu var ama IŞİD'in yok. IŞİD'in Türkiye'de bürosu var, YPG'nin yok. Bence sorun meşruiyet sorunudur. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlarındır ve onlar Kürtçe konuşuyor. Buna saygı göstermek lazım. Bilgimiz eksik, yanlış sözleşmeler üzerine düşünüyoruz. Aynı mahallenin iki ayrı tarafında oturan çocuklarının savaşından bir kardeşlik, tarih ve ulus bilinci, ortak vatan bilinci doğar umarım. Barışı birey olarak kendimizde aramalıyız.
11 / Yıldırım Kaya: Bu süreç Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Esad yerine Esed demesiyle başladı. Çözüm de tam tersi olacak. Esed yerine Esad derse bu iş çözülecek. Ne Türkiye'de ne de Suriye'de bu savaşın etkisinde kalan gerçek bir halk yok. Rutin yaşamlarına devam ediyorlar. Burada sorgulanması gereken şey, bu operasyon başladığında neden ilk sivil biri ölüyor? Sonrasında askerler ölüp tekrar siviller ölmeye başlıyor? Bu bir tiyatro, rejisi de belli. Yönetmen ve oyuncular ile seyirciler de belli. Sınırlar tamamen Türk askerleri tarafından korunurdu. Karşı tarafın bir koruması yoktu, ısı cihazlarıyla kontrol edilirdi. Şimdi biz ülkemizi koruyamıyoruz mantığıyla bir ülkenin yaşamına müdahale ediyoruz. Bence bunun düşünülmesi gerek. Esed yerine Esad deyip Esad'la masaya oturduğumuzda bu sorun, ne ABD ne Rusya, çözülecektir diye düşünüyorum.
12 / Gürcan Onat: Kuruluşundan beri TkMM'lere İstanbul'da katılıyorum. Burada şu anda misafirim. Emekli Binbaşıyım. 28 Şubat sürecinde dindar olduğumuz için atılmamak için emekli olduk. Batı Çalışma Grubu çetesinin bir mahsulüyüz. Sonra ASDER'i (Adaleti Savunanlar Derneği) kurduk. Atılan arkadaşlar haklarını geri aldılar, ben binbaşı rütbesiyle devam ettim. Şu anda görevli olarak buradayım. Ben Müslüman mahalleden bir arkadaşınızım. Buraya başından beri katılmamın sebebi farklı mahallenin farklı düşüncelerini dinlemek, anlamak, anlamaya çalışmak ve ufkunu genişletmek. Türkiye'de en büyük sorunun, özellikle siyasilerin birbirlerini dinlemeleri ve anlamamaları olduğunu düşünüyorum. Benim mahallemden bakınca durum şöyle görünüyor: Biz güvenliğimiz için Afrin'e girdik ve ASDER ve ASSAM olarak bunu destekliyoruz. Bizim dernek başkanımız Adnan Tanrıverdi Paşa, Cumhurbaşkanının TSK'dan sorumlu baş danışmanı. Sizleri dikkatle dinlemeye ve anlamaya çalışıyorum. Farklı düşünceler çok önemli. Neden ABD burada oyun kurucu, hepimizin buna karşı çıkması gerektiğini düşünüyorum. ABD'nin yıllardır burada ne işi var? Biz tüm farklılıklarımızla bir araya geleceğiz ve çözüm üreteceğiz. Türkiye ilk defa artık ben de oyun kurucuyum demeye başladı. Biz burada da aslında ABD'ye karşı operasyon yapıyoruz. Benim tarafımdan böyle görünüyor. Bu nedenle destekliyoruz. Belki biz Esad ile tekrar tokalaşacağız, tokalaşmamız gerektiğine inanıyorum. Bu işi masaya yatırmalıyız. Yeter ki ABD ve Rusya'nın dediğini yapmayalım, bölgenin insanları ne olacağına karar verelim. Biz Türkiye sınırları içerisinde kalmalıyız, oradan çekilmeliyiz ama güvenlik için oradayız.
13 / Muammer Bilgiç: Türkiye'nin güvenlik stratejisi derken, Türkiye'nin toprak bütünlüğü, Türkiye'de toplumsal yaşamın devamı, Türkiye'nin kimliğinin devamından bahsediliyor. Kimlik denince ekonomik, siyasal, kültürel düzenden bahsediliyor. Afrin'deki operasyon bir savaş değildir, Suriye'de de savaş yoktur, Suriye cephelerden biridir. Irak, Afganistan, Libya, Yemen, Filistin de diğer cephelerdir. Savaşanlar kimler? Bir tarafta elit bir azınlık var. Elit azınlık dünyanın geri kalanını bir şekilde birbirine düşürerek sömürüyor. Suriye meselesinde de bizim çağrımız, bölge ülkelerinin bir araya gelmesi gerektiği yönünde oldu. Müslümanların ya da bölge insanların birbiriyle çatışarak çözeceği bir mesele yoktur, oturup konuşmak gerekir. Faşizm konuşmayı yasaklamaz, söylemeye mecbur bırakır diye bir söz vardır. Dünyanın zenginlikleri tüm insanlara yetecek düzeyde ve özellikte. Problem nerede? İnsanlar ikiye ayrılıyor; birincisi kendi dünyasını güzelleştirmek isteyenler, ikincisi de dünyayı güzelleştirmek isteyenler. Kendi dünyasını güzelleştirmek isteyenler, kendi dünyasının güzelliğini başkalarının haklarını gasp etmekte görüyorlar ama insanların büyük kısmı kendi dünyasını güzelleştirmek istiyor ve sıranın kendisine geleceği zamana kadar da kendi dünyasını güzelleştirmek isteyenlere destek veriyor. Alevi olman, Sünni olman, 12. imamın gelişini beklemen, Mehdi'yi beklemen suyu paylaşmaya engel değildir. İnsanların neye inandığının bir önemi yoktur. Hayvanlar birbirlerini yiyerek, insanlar da birbirlerini tanımlayarak tüketiyorlar. Birbirimizi kategorize ediyoruz. Dünyada bir golf arabasına sığan sekiz zengin, dünyanın yarısından daha fazla servete sahip. Dünyanın en zengin adamlarından birinin cebinde 73 milyar var, her gün 1 milyon dolar harcasa cebindeki para ona 220 yıl yetiyor. Biz böyle bir dünyada birbirimizi yemekle meşgulüz. İran'ın, Türkiye'nin Suriye'deki varlığını konuşuyoruz ama Türkiye'de Amerikan üstlerinin ne işi olduğunu da konuşmalıyız. Neden İsrail'i hiç gündeme getirmiyoruz? Ardahan'da km²'ye 11 kişi düşüyor, İstanbul'da km²'ye 2900 kişi düşüyor. Bu da bir güvenlik meselesidir. Toprağı insansızlaştırıyorsunuz, toprağı olmayan bir insan koyun, kuzu, domates, biber yetiştiremez. Otu ve eti elinden aldığımızda insan köle haline gelir. Hepimize dönük bir tehdit var. Bizim organize olmamız gerekiyor, bunun yolu da oturup çay içmekten geçiyor.
14 / Metin Güler: İsrailli bir general dört büyük ülkeden toprak alıp Büyük İsrail devletini kuracağız diyor. Dolayısıyla bu işi organize eden İsrail ve Amerika. Biz de kendisine yurtsever devrimci diyenler de oyunun birer parçası haline gelmişler. Afrin tamamen Kürtlerin bölgesi değil. Afrin, Hatay, Samandağ, Laskiye'ye kadar Alevilerin topraklarıdır. Ama bu topraklarda Kürtler de var. Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler var. Dolayısıyla Amerika oralara girdi, savaşlar çıkardı. Recep Tayyip Erdoğan da Büyük Ortadoğu Projesi'nin başkanı olarak işin içine girdi. Gelinen aşamada orada Amerika'nın şu anda Kürtlerin bölgesinde 13 askeri üssü var. 2 tane Amerikan uçaklarının indiği pisti var. Demokrat olmanın birinci koşulu antiemperyalist yurtsever olmaktır. PYD'li kardeşlerimiz kendilerine demokrat diyor ama Amerika ile flört ediyor. Erdoğan da Amerika ve Rusya ile flört ediyor. Arada zavallı insanlar ölüyorlar. Dünyada Süryanilerin başkenti Mardin'dir. Ama orası Kürtlerin şimdi. Dersim, Osmanlı döneminde özerk bir yapıya sahipti. Elazığ, Bingöl, Erzincan, Sivas'a kadar başlı başına bir eyaletti, beylikle yönetilirdi, başkenti de Hozat'tı, hiçbir zaman Kürdistan'a girmedi. Orası da şimdi Kürdistan. Van Ermenilerin başkentiydi. Vicdanlı olmamız gerek. Kimsenin evine, toprağına, diline dil uzatmayacağız. Herkes birbirinden vergi alıyor, güçlü olan borusunu öttürüyor. Biz hatalar yapıyoruz. Bizim tek çaremiz emperyalistlere karşı antiemperyalist olmak. Dünya halkları birbirlerine kenetlenecek, başkalarının emrine girmeyecek. Esad'la konuşulması lazım. Esad'ın ülkesine bütün katiller girmiş, IŞİD'i yabancı ülkeler oluşturmuşlar, 400-500 bin insan katledilmiş, kadınlara kızlara tecavüz edilmiş, önüne gelen orayı savaş alanına çevirmiş, adam orada direniyor. Türkiye'nin gidip Esad'la konuşması gerekiyor. Amerika'nın ve Rusya'nın aradan çıkartılması lazım. Bunlar hep içe yönelik politika. Türkiye'de muhalif partileri de bizleri de kaldıracaklar, amaç kendi halifeliğini oluşturmak. Bu savaş onun için çıkarıldı. Biz bu savaşa karşıyız.
Soru-Cevap
Nejat Kangal: Dini hassasiyeti yüksek olan kesimler neden hep savaştan yana?
Muammer Bilgiç: Ben Müslüman'ım ve barıştan yanayım. Fetih Suresi Hudeybiye Anlaşması'yla inmiş bir sure. Orada barıştan söz ediliyor. İslam'da dinsiz insan yoktur, her yaşam şekli bir dindir. Ben dinci, İslamcı gibi tanımları kabul etmiyorum. Siz nesiniz diye sorsanız, ben Müslüman'ım, barıştan yanayım, savaş ve mülkiyet gaspı gibi niyetlerim yok.
Kemal Mükremin Barut: Basit reformlarla çözülecek meseleler çözülmedi, çözülmeyince çıban başına döndü. Can kaybı olduğu zaman insanlar kiminle ittifak edecek, nasıl ayakta durmaya çalışacak? Çıkış yolu bu değil, ne olması lazım? Saadet Partisi tüm bu koşullarda ne yapardı?
Muammer Bilgiç: Benim bildiğim Türkiye 30 defa sınır ötesi operasyon yaptı. NATO'ya girmek için Kore'ye yapıldı, sonra Kuzey Irak ve Suriye'ye defalarca operasyon yapıldı. Silah tutan insanları etkisiz hale getirmek meseleleri çözmüyor. Meseleleri oturup konuşmak gerekiyor. Bizim parti olarak D8, D60, D160 ve Yeni bir dünya projemiz vardı, Erbakan hocamızın. 28 Şubat için irticai faaliyetlerin odağı haline geldiği söylenmiş olsa da üç sebepten kaynaklandığını söylüyoruz: Biri kamu tek hesabı, devletin kasasındaki parayı tefecilere yedirmeme; D8 projesi dolar ve avronun hakim para olmasının önüne geçme amacındaydı. Diğer sebep de Erbakan hocamızın Kürt meselesine bakışıydı kapatılmasında etkili olan. Kürt meselesi yoktur, inkar ve asimilasyon meselesi vardır. Oturup konuşmak gerekiyor. Ben Ak Parti'ye ya da başka bir partiye oy verebilirim ama Ak Parti'ye ya da başka bir partiye oy veren insan benim düşmanım değildir. İnsana tavır alınmaz, tavır zulme ve kötülüğe karşı alınır. Meseleye bakışımız böyle olmalı. Bir insanın elinde silah varsa ve canımıza kast ediyorsa devlet de ona karşı bazı müdahalelerde bulunabilir. Her şey hak ve hukuk çerçevesinde olmalı. Alev Alatlı bir konuşmasında şöyle diyordu; bir şeyin yasal olması onun helal olması anlamına gelmiyor. Kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlüktedir.
Mahmut Konuk: Şu anki durumda dört devletin kendi aralarında konuşması neyi çözecek? Kürtleri ve diğer mazlum halkları dikkate almayan anlayış neyi çözebilir? Yarın yetkiniz olsa, parti olarak çözüm üretmek, yanlışları çözmek adına atacağınız adımlar nelerdir?
Metin Güler: Biz dünyadaki 73 milliyeti esas alırız; dinlerini, dillerini kutsal biliriz. Türkiye'de de 36 milliyet yaşıyor. Biz bu 36 milliyetin dilinin ve kültürünün garanti altına alınmasından yanayız. Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü savunuyoruz. Herkesin kendi kültürünü yaşaması lazım. Hiçbir halkın birini asimile etmemesi lazım. Türk olmak da, Kürt olmak da, Ermeni olmak da bir şereftir. Yetkili olsak, biz Esad ve çevre ülkelerle oturur konuşurum, oradaki azınlık varlıkları, Kürtleri, Alevileri, Çerkezleri toplarım, alın size toprak, dilinizi kültürünüzü özgürce yaşayın derim. Anayasal garanti altında. Neden halklar ölsün? Amerika'nın, İsrail'in emrinde insanlar neden ölsün? Aynı şey Türkiye için de geçerli. Türklerin televizyonu mu olacak, Kürtlerin de olacak. Eğitim hakkı olacak. Tek millet tek devlet adı altında herkesi Türkleştirmek doğru değil, Anadolu'yu Kürdistanlaştırmak doğru değil.
Muammer Bilgiç: Doğu Batı dergisinin etnisite sayısında dünyada 6900 dilden bahsediliyordu. Hangi şehirde doğacağımı, annemi babamı ben seçmedim. Bir insana elinde olmayan özelliklerinden ötürü tavır almak kabul edilebilir bir şey değildir. Biz bir etnik varlığı merkeze alırsak adalet kavramını yitiririz. Adil bir sistem olmalı ama bu sistem bir varlığı diğerinden daha düşük görmemeli. Etnik kimlikler ya da mezhep kimlikleri üzerinden değil, temel haklar üzerinden bazı düzenlemeler yapılmalı. Kimse hakkımı alıyorum diyerek şiddete başvurmamalı. Silah edinmek için mutlaka küresel güçlerle işbirliği yapacak ve bir tuzağın içerisine düşmüş olacaktır. Zayıflar adaleti temenni eder, güçlüler adaleti tesis eder. İki tip kalkınmadan bahsediliyor: sömürge tipi kalkınma ve reel kalkınma. Sömürge tipi kalkınmada otoyol yaparsınız, duble yol yaparsınız, tünel yaparsınız, havalimanı yaparsınız ancak bunların hiçbiri üretime dönük değil. Sanayiyi ve teknolojiyi geçtik, tarım ve hayvancılıkta dışa bağımlı hale geliyorsanız ve bu bir güvenlik meselesi olarak Milli Güvenlik Kurulu'nda konuşulmuyorsa, bu bir sıkıntıdır. Türkiye üreten bir ülke olmalı. Türkiye, İran ve Mısır bir araya gelseler, biri Afrika'nın, biri Asya'nın, biri Avrupa'nın kapısı. Bütün enerji nakil yolları bölgelerden geçmek zorunda. Dünyada doğal gaz rezervinin %40'ı mısır ve İran arasındaki topraklarda. Petrol rezervinin %60'ı Suudi Arabistan ile İran arasındaki topraklarda. ABD'nin toprağının altında 25 milyar varil petrolden bahsediliyor. Sadece Katar'da o kadar petrol var. Kuveyt'te 110 milyar varil petrol var. Enerji kaynakları, enerji nakil yolları, okyanus ticareti kimin kontrolünde? Okyanus ticaretini kim kontrol ediyorsa güç onda. 1492'de Batı denizlerin kontrolünü eline almış ve bunu kaybetmek istemiyor. Sen rasyonel davranmazsan seni sömürmeye devam edeceğim diyor. Batı, insan hakları örgütlerinin bile kendisine bağlı olmasını istiyor. Gelir dağılımında adalet, yiyeceğe ulaşma gibi konularda bile gündemleri olmasın deniyor. İnsan hakları örgütleri sizi devlete karşı koruyacak ama şirketlere karşı ne yapabilirsiniz? Dünyayı hükümetler yönetmiyor. Her etnik grubun bir hükümeti olsun, paranın, gıdanın ve enerjinin sahibi hangi şirketse dünyayı o yönetiyor. İslam sadece tefeciliği değil, sermayenin belli ellerde birikmesini de yasaklamıştır. Çok uluslu şirketler için etnisitenin önemi yoktur. Dolar ABD'nin parası Federal Reserve Bank'ın parasıdır ve o da bir aile şirketidir. Bunun önüne geçmenin yolu, sanal paranın önüne geçmektir. Para ne kadar sanalsa, soygun o kadar büyüktür. Buna karşılık bizim kendi paramızı ve kalkınmamızı yapmamız lazım.
Siyasi parti temsilcilerine eklemek istedikleri şeyler için 2'şer dakika söz hakkı verildi.
Metin Güler: Biz mazlumlar olarak barışı, kardeşliği savunmak zorundayız. Her dile, inanca, jer kültüre saygı duymak zorundayız. Barışı, kardeşliği yüreğimize yerleştirmeliyiz. İlimi, bilimi esas almalıyız. Baş düşman teşhisinde Rusya, ABD, İsrail başımızın belasıdır, onlara karşı uyanık olmalıyız. Dünyayı birbirine düşüren, kendi ceplerini dolduran siyonist ideolojilerdir. Kurumlar, partiler, kişiler emperyalistlerin himayesine girmeden, vatanı ve barışı savunmak gerekiyor. ÖSO El-Kaide'den çıkan, IŞİD'ten doğan terörist bir yapıdır. Çok sayıda insan öldürdüler. Yüzde yirmisi Suriyeli, yüzde ellisi yabancıdır. Başka ülkelerden toplanmış para karşılığı öldüren katillerdir.
Muammer Bilgiç: Sonunda öleceğimiz bir hayatı yaşıyoruz. Burada meselemiz, bizden sonra hak yemeyen, hakkını yedirmeyen, zulmetmeyen, zulme boyun eğmeyen bir insandı denmesidir. İnsan dünyada biriktirebilir ama hiçbir şeyin sahibi olamaz. Biriktirecek miyiz, sahip mi olacağız? Biriktirenler şu an güçlü konumdalar. Paylaşmayı isteyenler çoğunluklar fakat kafalarını kullanamadıkları için eziliyorlar. Mesele budur.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
Sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu