Yer: Şanlıurfa Belediyesi Meclis Salonu
Tarih: 2 Ekim 2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
1.MAZLUMDER ( Meral Dervişoğlu-Bşk.)
2.Sivil Toplum Akademisi (M. Yusuf Akbaş)
3.AYPİDER (Hakan Aydın)
4.MERDER (Davut Karmızıaslan-Bşk.)
5.Vekilimi Ben Seçmek İstiyorum Derneği (Mahmut Cevheri)
6.İHD (Cemal Babaoğlu -Bşk.)
7.Kürdi-Der (Osman İzgör-Bşk.)
8.Şanlıurfa Hukukçular Derneği (Ömer Avcı-Bşk.)
9.Türkiye Yazarlar Birliği (Mahmut Kaya-Yön.Kur.Üyesi)
10.Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği (Dilşa Yücel)
b. Meslek Odaları
1.Bakkallar ve Bayiler Odası (Mehmet Altun)
2.DİSK Emekli-Sen (Necdet Şansal-İl Temsilcisi)
3.SES (Hikmet Evin-Yön. Kur. Üy.)
4.Eğitim-Sen (Mehmet Kutlu)
5.Şanlıurfa Barosu (Yahya Demirkol-Bşk.)
6.Elektrikçiler ve Elektronikçiler Odası (Necmettin Sağlam-Bşk.)
7.Veteriner Hekimler Odası (Zülküf Güder)
8.Makina Mühendisleri Odası (Mehmet Kaya)
Katılan Milletvekilleri:
BDP Milletvekili – İbrahim Binici
Belediye Başkanları: Yok
Mesaj Yollayanlar: Yok
Moderatör: Prof. Dr. Doğu Ergil
Gözlemciler:
1.Emek Partisi (Ramazan Bağış-Bşk.)
2.Ak Parti (Yusuf Eğilmez-Yür. Kur. Üyesi)
3.BDP (M. Emin Acemoğlu-Yür. Kur. Üyesi)
4.BDP Belediye Meclis Üyesi (Yüksel Çıbık)
5.Saadet Partisi İl Genel Meclis Üyesi (Necmettin Sağlam)
6.Ak Parti Belediye Meclis Üyesi (Ekrem Tüysüz)
7.Vali Danışmanı (Emin Özçınar)
8.Viranşehir Belediye Başkanı Danışmanı (Şeyhmus Çakırtaş)
İzleyici:
Yaklaşık 10 vatandaş izleyici olarak katıldı
Medya
1.Gap Gündemi Gazetesi Yazarı (Gül San)
2.Gap Gündemi Gazetesi yazarı (Misbah Hicri)
3.GapHaber Yazarı(Şeyhmus İdrisoğlu)
4.ajans3g (Şeyhmus Çakırtaş)
5.Gap Haber (Av. Hikmet Delebe)
6.Urfa Haber (Nejdet Karagöz)
7.Urfa Medya Haber (İ. Halil Güç)
8.Urfa Medya Haber (Halil Yakut)
9.GTV
10.Edessa TV (Rıdvan Ortaka)
11.Kanal Urfa TV (Umut Deli)
12.DHA (Ali Leylak)
13.DİHA (Murat Çiftçi)
Konular:
Genel Konu: Kalıcı bir Barış İçin Neler Yapılabilir
Konuşulanlar:
Prof. Dr. Doğu Ergil: Beni sizlerle buluşturduğu için Şanlıurfa küçük Millet Meclisi (ŞKMM) çalışanlarına ve sizlere teşekkür ediyorum. Burada bizi bu duruma getiren yapısal özellikler üzerinde biraz durmak sizleri biraz geriye götürmek istiyorum. Her uygarlık içerisinde bir egemen sınıf vardır, bu egemen sınıf insan tasavvurunu, dünya tasavvurunu, hukuk, ekonomi ve yönetim tarzını kafasında taşır hayata ve bunları hayata geçirmek için çalışır. En önce bir feodalite vardı. Feodalitenin dünyası bir parçalı dünyadır. Üç tane özelliği vardır; yerinden yönetim, yerinden üretim ve yerinde tüketim. Bu parçalı idari ve siyasi yapılar, bu dünyada her şey âdemi merkezidir. Bu dünyanın birleştiricisi ise dindir. Üretim yerinde tüketilsin diye yapılırdı. Feodal bey hem yönetici hem de yargıç statüsündedir. Son söz ona aitti. Burada aristokrasinin bir yaşam anlayışı vardı. Rafine bir yaşam anlayışıydı. İnce bir yaşam tarzı vardı. Birbirleriyle yaptıkları rekabette daha gösterici olma özelliği vardı. Ama üretim arttırılamadığı için tüketim artışı sonunda bir ekonomik çöküntüye neden olmuştur. Ondan sonra merkezi krallıklar ve sonra ulus fikri gelir. Ulus fikrini meydana getiren güçlü merkezi yapıdır aynı zamanda geniş sosyal örgütlenmeyi destekleyen ekonomik yapıdır. Ulus sadece siyasi bir düşünce değil aynı zamanda ekonomiyi ulusun bütün fertlerini içine alacak bir ortaklığa dönüştürmedir. Ve ekonomi artık yerinde üretim ve yerinde tüketim olmaktan çıkar. Bu iş birliği ve iş bölümüne neden olur. İş bölümünün olduğu yerde sosyal sınıflar doğar. Sosyal sınıflar yeni dengeler gerektirir. Mesela parlamento aristokrasi içerinde yeni ortaya çıkmış burjuvazinin centilmenler kulübünü oluşturur. Ekonominin düzeyi arttıkça tarım ve ticaretten sanayiye geçildikçe işçi sınıfı da buna katılır. Bu daha dengeli bir ortam ortaya çıkarır. Ve artık kararlar pazarlıkla alınır. Burjuvazi görgüsüz bir sınıftır, parasıyla görgü alır hatta aristokratların ünvanlarını bile alır. Burjuvazi sanata dair inceliklerini aristokrasiden öğrenmiştir. Batı uygarlığında bir sürekliliğin olmasında bunun etkisi de vardır. Aristokraside yerellikten kaynaklanan yapısında her feodal beyliğin bir başkenti vardır, bir üniversite vardır. Dikkat edelim Oxford, Cambridge, Paris ve Thooulese üniversiteleri bin yüzler, bin iki yüzlerde kurulmuştur. Burada bir konser salonu vardır, bir opera salonu vardır, şehir balosu vardır. Burjuvazinin aristokrasiden devraldığı bu şey sürekliğini devam ettirmiştir. Sosyalist düzen yeni bir uygarlık anlayışını beraberinde getirmiştir. Bu çok sınıflı ve merkezin çoğulcu haline geldiği bir yapıdır. Ne aristokrasi ne burjuvazi olmayan bir ülke düşünün. Bir tane soylu ailesi vardır o da kraliyet ailesidir. Kimden bahsediyorum Osmanlı’dan bahsediyorum biliyorsunuz. Osmanlı’nın ne aristokrasisi ne merkezi bir yapısı ne bir burjuvazisi vardı. Altmışlara kadar böyle bir sınıf yoktu. Burada bir uygarlık projesi yoktu. Dolayısıyla felsefesi ekonomik anlayışı ve hukukuyla toplumu şekillendiren bir sınıf da yoktu. Her şeyin merkezden yönetildiği bir gelenek vardı. Bu gelenek cumhuriyetin kuruluşuyla bürokrasiye geçmiş. Bürokrasi ile ne rekabet edecek bir burjuvazi var ne de aristokrasi var. Onun yerine ne var, zengin köylülerden oluşan bir ağalar sınıfı var. Ama bir üst kültürün taşıyıcısı değil bu sınıflar. Sadece varlıkları var ve kendi sosyal çevrelerinde etkileri var. Bir uygarlık projesini kafasında taşıyan ve uygulayan bir yönetici sınıfımız yok. Bizim yönetici sınıfımız çok yakın zamana kadar bürokrasiydi. Bürokrasinin de birkaç özelliği vardır; Ekonomiyle hiçbir ilgisi yoktur, üretim araçlarına sahip değildir. Ekonomiyi yönlendirebiliyorsa, devletle olan ilintisindendir ve doğrudan bir çıkarı yoktur. Popüler bir destek arayışı yoktur. Gücünü devlet aygıtını kontrol etmekten alıyorsa, iki tane refleksi var demektir; 1)- mevcut durumunu kabzetmek onun değişmesini engellemek, 2)- devleti tahkim etmek devleti güçlendirmek. Dikkat edin bu ülkenin en şedit mahkemesinin adı ulusal güvenlik mahkemesidir, devlet güvenlik mahkemesi değildir. Devlet Güvenlik Mahkemesidir. Çünkü devleti topluma karşı korumak için kurulmuştur. Devlet merkezli bu toplum merkeziyetçi, hiyerarşik ve otoriter olması tabiî ki kaçınılmazdır. Bu açık toplum değildir. Açık toplumun tarihten gelen bir vakıa olarak bir veri olarak önümüzde duran veya toplumun içerisinde olan farklılıkların farkında olmaktır. Farkında olmak sadece bilinç düzeyinde olan bir şey değildir, aynı zamanda siyasetin bunun farkında olması ve hukuka geçirilmesi yani bu farklılıkların bir tehdit, bir tehlike olarak görülmesi değil, bir veri olarak toplumun bir özelliği olarak algılanması ve hukukla korunması gerekmektedir. Bu devletin iki tane annesi vardır. Türk anneden olanları nüfusa geçirmiştir ama Kürt olan anneden olanları nüfusa geçirmemiştir. Türk’ten gayri olanları ise eş olarak bile almadı, nikahlı bir eş olarak bile almadı. Sadece metres çocuk muamelesi görmüşlerdir o da ayrı bir mesele. Siyaseti kapalı bir toplumun ekonomisi de kapalı olur. Demokratik yani açık toplumlarda serbest piyasa ekonomisi vardır. Hiçbir yerde açık özgür bir toplum serbest piyasası olmadan mümkün olmamıştır. Bunlar birlerini tamamlayan şeylerdir. Ne zaman Türkiye’de demokratikleşme yani toplumda olan çoğulluk siyasete yansımıştır ve siyaset otoritesini bir nebze yitirmiştir, piyasa ekonomisi de gelişmiştir. Piyasa ekonomisi de geliştikçe yeni sosyal tabaklar en önce sosyolojik düzlemde ondan sonra siyasal düzlemde görülmeye başlanmıştır. Ve bu çoğulluğun çoğulcu siyasete yani farklılığın çatıştırılmadan bağdaştırılmasına uygun bir siyasal kültür, bu siyasal kültüre de uygun hukukun gereği ortaya çıkmıştır. Şimdi biz o gereğin anlaşıldığı noktadayız. Yani henüz gereği yapılmadı.
Mahmut Binici: Türkler kendilerini doğuştan üstün görüyor. Bu nedenle bu ülkenin gerçek sahibi onlarmış gibi davranıyor. Farklı etnik yapılara tahammül edilmiyor. Bence sorunun temelinde bu faktör önemli bir rol oynuyor.
İbrahim Binici: Dar ulus devlet yapılanmasından ne zaman kurtulacağız?
Prof. Doğu Ergil: Sorunumuz ulus olması değil, dar olması, dar tanımlanması.
İbrahim Binici: Mevcut aktörlerle çözüm mümkün mü?
Prof. Doğu Ergil: Çatışmaya başlamışsanız akıl gider, silahlar konuşur. Silahın siyaset aracı olduğu yerde siyasetin dili de şiddet dili olur. Silahın bir mantığı yok karşı tarafı yok etmenin dışında yok. Silahlar uzlaşmaz. Silahlar susar akıl devreye girer. Ne zamana kadar, birlikte yaşamak istendiği zamana kadar? Eğer birlikte yaşamaya niyet yoksa akıl devreye girmez. Bir taraf diğer tarafı tasfiye etmeye çalışır. Bu bir tercihtir. Ama birlikte yaşanmak isteniyorsa diğerlerinin de yurttaş olduğunu benimsememiz gerekiyor. Barışma toplumsal bir olgudur. (Barış değil de barışma diyorum ben, çünkü karşı taraf değil aynı ülkenin vatandaşları olduğu için bunun adı barışmadır.) Siyasi bir olgu değildir. Siyasilerin rolü ise sadece önünü açmaktır.
Hakan Aydın: Sorunun çözümüne ilişkin dört şeyi belirtmek istiyorum. 1)- Medya; Çatışmada ölenler arasında ayrımcılık yapmamalı. 2)- Ekonomi; Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) 12 kısımdan oluşuyor fakat biri hayata geçirildi ikincisi yeni ihale edildi diğer 10’u ise hala hayata geçirilmedi. 3) Siyasal; Kürtlerinde rahat bir şekilde meclise girebilmesi gerekiyor. Baraj gibi engeller karşısında temsiliyetleri harcanmamalıdır. 4) Örgütün (PKK) sonsuza dek şiddet olaylarından uzak durması ve reddetmesi sağlanmalıdır.
Cemal Babaoğlu: Devletin geçmişle yüzleşmesi gerekiyor. Başta faili meçhuller aydınlatılmalı. Faili meçhullere ilişkin belgeler ve canlı tanıklar mevcut. Ayrıca barıştan bahsediliyor ama İç Anadolu’da tehlikeli bir gidişat var. ‘Bu adamın tek çocuğu vardı o da doğuda şehit düştü’ deniliyor. Oysa her iki tarafında kayıpları var. Bu söylemler barışa hizmet etmiyor. Ama artık şunu da belirtmek istiyorum toplum açık hale geliyor.
Hikmet Evin: Kürtler rahat yaşayamazsa hiç kimse bu ülkede rahat yaşayamaz. Bu nedenle Kürtler artık kardeşlik belgesi istiyor.
Prof. Doğu Ergil: Bu anayasa belgesidir işte.
Emin Özçınar: İnancını yaşamak isteyenlerin haklarını kimse savunmuyor. Tüm inanların Ermenilerin, Süryanilerin hepsini kastediyorum ve başta hepsinin hakları verilmelidir. Bulgaristan’da soykırıma karşı çıkan Türkler, burada Kürtlere aynı hakları vermek istemiyor. İngilizce eğitim veriliyor, İmam-Hatip’lerde Arapça eğitimler veriliyor ancak Kürtçe yok! İlk etapta Kürtçe dersler seçmeli olarak verilmekle başlanabilir. Bu geçiş süreci olsun. Din dersi de seçmeli olmalı. Son olarak yeni anayasa’da tüm inanların haklarının tam olarak verilmesini istiyorum.
Nejdet Şansal: Kalıcı bir barış isteniyorsa etnik hakların yanı sıra inançlı insanlarında hakları tam olarak verilmeli ki kalıcı bir barış olabilsin.
Önerileriler:
Değerlendirme
İletişim
a. Sivil toplum ile
50 STK‘ya Mail ve/veya SMS ile ulaşılmıştır.
b. Milletvekilleri ile
Vekillere SMS ile ulaşılmıştır. 9 Milletvekili ile cep telefonlarından bizzat görüşülmüştür.
c. Katılımcılarla
d. Medya
Yerel ve ulusal basına telefon ve maille ulaşılmıştır.
Değerlendirenler: Mustafa Arısüt