Yer : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, ATAUM
Tarih : 2 Ekim 2010
Katılımcılar:
a.Dernek, Vakıf ve Girişimler:
AKDER/Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (Ayşe Bayram)
UAÖ/Uluslararası Af Örgütü (Volkan Görendağ)
MDDT/Muhafazakar Demokrat Düşünce Topluluğu (Murat Köse)
YASADER/Yasama Derneği (Mustafa Şahin)
Ankara Barosu (Gülser Erkoç)
Başkent Kadın Platformu Derneği (Berrin Sönmez)
İHD/İnsan Hakları Derneği (Harun Çakmak)
İHGD/İnsan Hakları Gündemi Derneği (Günal Kurşun)
Türk Protestan Kiliseler Birliği (Soner Tufan)
Kadın Dayanışma Vakfı (Nazik Işık)
İHAD/ İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (Selahattin Üneş)
Mazlum-Der (Ömer Atalar)
Tüketiciler Birliği (Hakan Tokbaş)
HYD/ Helsinki Yurttaşlar Derneği (Bülent Atamer)
Kültürel Araştırmalar Vakfı (Celal İnal)
b.Gözlemciler:
Başkent Kadın Platformu Derneği (Nesrin Semiz)
MDDT/ Muhafazakar Demokrat Düşünce Topluluğu (Murat Köse)
Katılan Milletvekilleri:
Durdu Özbolat (CHP Şanlıurfa Milletvekili)
Katılan Siyasal Parti Temsilcileri:
Mazhar Bağlı (Ak Parti)
Abdülkadir Sarı (Türkiye Partisi)
Ahmet Şanverdi (Büyük Birlik Partisi)
Moderatör: Hüsnü Öndül (Hukukçu)
Özel Konuk: Prof. Dr. Mehmet Cengiz Güleç (Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü, Alevi Enstitüsü
Başkanı)
Konu: Kalıcı bir “İç Barış” için Neler Yapılmalı?
Konuşulanlar:
Mehmet Cengiz Güleç (Özel Konuk): Türkiye olarak Kürtler' in ulusal varlıklarını tanıma ve kabullenme konusunda önemli bir noktadayız ve bu fırsat iyi kullanılmalıdır. “Sorunun çözümü için ne yapmalı?” sorusına cevap verebilmek için bu sorunun nasıl doğduğuna bakmamız gerekiyor: Asıl problem Anayasa değil, “yurttaşlık” tanımıdır, bu nasıl bir toplum tahayyül ettiğimizi gösteren ve anayasayı belirleyen bir olgudur. Bu da sadece Kürtler' i değil, bütün etno-kültürel toplulukları doğrudan etkiler. Son zamanlarda bu konudaki gelişmeler, Kürtler' i biraz mutlu edecek, kimlik taleplerini bir ölçüde karşılayan, fakat daha demokratik bir Türkiye isteğimizi tam olarak gerçekleştiremeyen gelişmelerdir.
Türkiye Anayasası' nda etnosite çizen vatandaşlık tabiri çoğunluğa uymuyor. Etnosite düşüncesine sahipseniz bu sizi çok irite etmez ama daha adil, eşitlikçi, özgür bir toplum tahayyülü olan herkesi rahatsız etmesi beklenir. Hem bir arada hem de farklılıklarımızla birlikte yaşamanın devlet nezdinde doğrudan onaylanması ve Anayasa ile güvenceye alınması çok meşru, adil ve haklıdır.
“Yurttaşlık” vurgum iki nedenden kaynaklanıyor: Birinci olarak Kürt Halkı madur ve mazlum bir gruptur. Kürtler inkar edilmiş, daha sonra uzun zaman asimilasyona maruz bırakılmış ve kendi kaderini tayin edebilme hakkını kullanamamış bir halktır. Hatta hep aynı coğrafyada yaşamaları, dilleri, kültürleri, tarihleri ile “bizlik” duygusunu oluşturan temel unsurlara sahip olmalarından dolayı neredeyse bir ulus halindeler. Bu nedenle bir demokrat olarak onların mücadelesine saygı duyuyorum. İkinci olarak da resmi ideolojinin halen etkinliğini koruduğu ve antidemokratik davranan, askeri vesayet ağırlıklı ve bürokratik vesayet altında demokratik bir ülke kurulamayacağını ve demokratik bir anayasa için başta devlet ve devletin ideolojik aygıtları sorununun halledilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sorun yalnız Kürtler'in değil, Türkler' inde sorunudur. Bedeli hem Kürt, hem Türk halkına çok ağır olan ve böyle direnen, başkaldıran etkin bir ulus ya da topluluk olmadan devlet aygıtının kendini değiştirmesi, düzeltmesi söz konusu değildir. Egemen cephenin başka türlü hiçbir şekilde kendini tasfiye edeceği, dönüştüreceği yoktur.
Berrin Sönmez: “Vatandaşlık” tanımının anayasada kültürel, etnik veya dini referanslara dayanmayan hukuk terimleriyle yer alması gerektiğine katılıyorum. Son yıllarda Kürt, Alevi Sorunu gibi şeylerin artık konuşulabiliyor olması çok güzel, bu bana çözüme çok yakın olduğumuz intibasını veriyor.
Kürt Sorunu' nun çözülmesi ve yeni bir Anayasa yapılması için 2011 seçimlerine kadarki süre yeterli değil; ancak o zamana kadar yapılması gerekenler var: Herşeyden önce 2011 seçimlerine %10 gibi bir seçim barajı ile gitmenin çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Benim talebim seçim barajının %2' ye indirilmesidir, bunun üzerinde olacak herhangi bir baraj demokratik temsiliyeti kesinlikle sınırlandırmaktadır. Kalıcı bir iç barış için olmazsa olmaz birinci şart bence budur.Bunun dışında Alevi, Sorunu gibi sorunlar da 2011 seçimlerinden sonraya bırakılmamalı, bu yönde somut adımlar atılmalıdır . Kürtler için anadil sorunu çok önemlidir, öncelikle hak temelli düşünüp hakkın hak olduğu kabul edilmelidir, sistemin içerisine nasıl yerleştirileceği, gündelik hayatta nasıl uygulanacağı ise zaman içinde halledilir.
Türkiye' deki azınlık statüsündeki vatandaşların da sorunları var. Niçin bir Yahudi ya da Ermeni parlamentoda milletvekili olamıyor, kamuda görev alamıyor? Bunlar toplumu yaralayıcı sorunlar.
Türkiye'de 49 milyonun üstündeki seçmen / yetişkin nüfusun yarıdan fazlasının kadın ve kadınların da TESEV arştırmasına göre %60' ın üzerinde bir kısmının başörtülü olduğunu düşünürsek yaklaşık 14 milyon kişinin temel haklardan, eğitim,çalışma ve seçilme yoksun olduğunu görürüz. 72 milyon nüfusa sahip ülkemizin 14 milyonu haklarını kullanamıyor. Bir ülkede 14 milyon kişi temel haklardan yoksunsa o ülkeye hiçbir şekilde barış gelmez. O yüzden hakkımızı talep ediyoruz.
Ömer Atalar: Biz Mazlumder olarak Kürt Sorununu merkeze alan fakat yeni anayasayla da bağdaştıran, kronikleşmeye başlayan başörtüsü sorununu CHP'nin de desteği ile çözülmesi amacıyla özellikle CHP ama diğer siyasi partilerle de diyalog süresi başlattık ve bunu toplumun çeşitli kesimlerinde de yaygınlaştırmayı düşünüyoruz.
Azınlıkların özgürlüğünün, din ve vicdan özgürlüğünün temel ayaklarından birisi örgütlenme özgürlüğüdür. Bütün siyasi partilerin lideri tarikatlerle, cemaatlerle görüşür ama bunların hiçbiri yasal örgüt değildir, hatta kanunlarla yasaklı haldedir. Bu bir iki yüzlülük aslında, ifade özgürlüğü bağlamında propagandanın da özgürlüğü olması lazım.
Yeni bir yurtttaş algısı oluşturulacaksa yurttaşta da sorun var. Katılımcılık bir sorun, “Biz varız, örgütleniyoruz ve senin karşına çıkacağız.” denmesi lazım ama maalesef bu bilinç yok. Tanzimat ve sonrasında Cumhuriyet kimlikleri bir tehtid olarak algıladı. Bunları böyle algıladıkça tehtid olma özellikleri daha da büyüyor. Kürt kimliği üzerinden bir tehtid algısı oluşturup buna yönelik birtakım faaliyetler yapıldığında bunu sonucu devletle toplumun arasının açılması oluyor. Çeşitliliğin korunması, iç barışın sağlanması için devletin Alevi, Kürt, Sosyalist, eşcinsel gibi her türlü kimliği koruması gerekiyor.
Harun Çakmak: İşin aslına bakarsanız mucizevi şeyler söyleme şansımız yok, mucizevi şeyler yapmaya da gerek yok. Kalıcı bir barış tesis etmenin bir takım kuralları var, aklı mantığı olan ve insan hakları merkezli düşünen herkesin, sıradan bir vatandaşın bile bir haftalık bir yetkilenmesi sonucu çözebileceği bir sorun ancak bildiğiniz nedenlerden dolayı çözülebilir olmaktan çok uzak bir hale geldi, giderek de derinleşiyor gibi.
Çözüme yakın olduğumuzu gösteren değil ama umut ettiren bir takım gelişmeler var ama öyle olmadığını, işin başka bir şekilde manipüle edilmeye çalışıldığını gösteren çok açık şeyler var. Sorunu çözmeye yönelik, devletin, sistemin kendi ile yüzleşmesine yönelik cidden bir çaba var mıdır, yoksa siyaset sahnesinde oynana bir iktidar savaşının bir kesiti midir? Doğrusu bu gelişmelerden dolayı çok da umutlu değiliz.
Savaşın durdurulması için öldürmemek lazım. Her iki taraf için de kalıcı bir ateşkesin koşullarının tesis edilmesini sağlamadan, silahlar patlarken, insanlar ölürken kalıcı bir barışı nasıl sağlayacaksınız? Bu olmadan olmaz. İkinci olarak elbette bu ülkenin yeni bir anayasa ihtiyacı var, demokratik bir anayasayla birlikte genel affın da gündeme alınması lazım. Bir yüzleşme yaşanması lazım. Devlet Türkiye' de yaşayan insanlara karşı işlediği suçların hesabını vermediği sürece bir barışın sağlanması mümkün değil. Burada bulunan ya da bulunmayan bütün Sivil Toplum Örgütleri, bütün vatandaş inisiyatifleri bu işleri asli meselesi gibi görüp, devleti değil toplumu ve insan haklarını merkez alarak barış için kendini riske atmadığı sürece bu imkansız.
Mustafa Şahin: Burada, kişisel değerlendirmelerimi aktardığımı öncelikle belirtmeliyim. Kürt sorunu bağlamında kimliklerin veya hak ve özgürlüklerin tanınmasında yöntemsel olarak iki hassasiyetin altını çizmek isterim:
Ulus-devlet ve vatandaşlık tartışmalarında olsun, 20.yüzyıl deneyiminde olsun çeşitli kimliklerin, toplumsal grupların dışlandığını biliyoruz. Bunlar; etnisite, sınıf, toplumsal cinsiyet, din-mezhep, inançsızlık vs. aidiyetlere sahip toplumsal gruplar olarak karşımıza çıkıyor. Yeni bir
anayasa düzleminde vatandaşlık-Kürt sorunu bağlamının eş zamanlı olarak toplumsal cinsiyet, sınıf vs. saydığım aidiyetlerle birlikte kurgulanması büyük öneme sahiptir. Dolayısıyla, çoğulluk içinde farklılıklara duyarlı eşitlik yaklaşımı vatandaşlığın temel içeriğini oluşturmalıdır.
Diğer bir yöntemsel husus, tanınma, hak ve özgürlük vs. alanlarda öngörülecek yeni kod düzenlemelerin somuta dair işlerliği, anayasanın altında kalan normlar hiyerarşisinin (kanun, yönetmelik, genelge vs.) bütünlüğü ve yaşama uzanan etkileriyle birlikte düşünülmelidir. Hak ve
özgürlükleri yaşamsallaştıracak kamu hizmetlerinin kurumsal ve işlevsel yapısı, hatta olası uyuşmazlıklarda yargı fonksiyonu vs. detaylı bir şekilde göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi soruna yönelik çözüm tartışmalarında veya arayışlarında
asgari bir teknik formasyon zorunludur.
Celal İnal: Türkiye'de ve dünyanın pek çok yerinde kalıcı bir barışı yaşama geçirebilmek için “barış içinde bir arada yaşamaya” karar vermeye ve etnik, dinsel, cinsel ve kültürel bütün kimliklerin tehdit algısı dışında ele alınabileceği yeni bir zihniyete ihtiyacımız var. Bu olmadığı sürece, kendisi dışında herkesi “öteki”leştiren bir zihniyetin egemen olması durumunda “Kürtler”, “Aleviler”, “Ermeniler”, “Süryaniler”, “Ezidiler” ve bütün Türk olmayanlara yönelik insan hak ihlallerinden devam edecek.
Yakın geçmişte Mardin Midyat’a bağlı bir Süryani köyüne yaptığım bir geziye ilişkin izlenimimi paylaşmak istiyorum: Köyün hemen girişinde Toros markalı bir arabadan sivil birileri köye niçin girdiğimi, neden girdiğimi kimlerle görüşmek istediğimi sormuşlardı. Bu dört yıl önce oldu. Ülkemin hiçbir köyünde böyle bir uygulamanın olmasını istemiyorum
Volkan Görendağ: Kurumumu temsilen değil, kişisel birkaç sorum olacak: Özellikle AKP bu son iki yıldır Kürt Sorunu'nun çözümüne dair sürekli uğraştığını söylüyor, bir taraftan da “Bizim karşımızda bir muhatap yok, çözemiyoruz.” diyor. Muhatap Avrupa mı, BDP mi, PKK mı, İmralı mı diye soruyor. Bir sürü aktörden söz ediliyor. Açıkçası bana göre bu işin etrafından dolanmak. Bunu başka şeylerde de yapıyor. Bir adım atılmadığında neden atılmadığını soruyoruz. Buna cevap olarak “AKP hükümet oldu ama iktidar olamadı, devletin bir çok kurumu önünde engel. Yargı elimizi ayağımızı bağlıyor, dolayısyla bir şey yapamıyoruz.” diyorlar. Şimdi çözüme daha yakınız derken, acaba referandumdan sonra AKP artık tek başına Kürtler' in muhatabı mıdır? Referandumdan %58 Evet oyu çıkması AKP’yi tek muhatap ve iktidar haline getirmiş midir?
Murat Köse: Bugüne kadar Anayasa üzerinde pek çok değişiklik yapılmasına rağmen bu değişiklikler, millete ait olan ve sadece Meclis tarafından kullanılması gereken egemenliğin bir takım kurumlar aracılığı ile kullanılarak adeta halkı kontrol eden bir mekanizma haline dönüşmesini sağlayan vesayet sistemini engelleyici bir özelliğe sahip değildi. Son yapılan değişiklik vesayet sistemine dokundu ve özellikle üst yargının demokratik meşruiyetini biraz daha artırdı. Özgürlükler ve temel haklar konusunda da çeşitli iyileştirmeler yapılmış oldu; ancak yapılan bu değişiklikler yetmez.
Siviller tarafından en baştan, sil baştan hazırlanacak demokratik ve özgürlükçü bir anayasa ihtiyacımız var. Toplumsal barışı, iç barışı sağlayacak, Şeyh Edibali’nin söylediği gibi “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı ile hazırlanacak, Türkiye’de yaşayan her kesimi dikkate alan, yasaklar üzerinden değil de özgürlükler üzerinden tanımlamaların yapıldığı bir Anayasaya ihtiyacımız var. Toplumun tarihi, gelenekleri, değerleri, inançları dikkate alınmadan yapılan değişikliklerin topluma nasıl zarar verdiğini hepimiz kendi yaşamımızdan gördük.Pek çok toplumsal kesim bunu yaşadı.
Türkiye’de yaşayan insanlar olarak farklı kesimler bir araya gelmeli ve kendi sorunlarını konuşabilmeli, tartışabilmeli ve yaşadıkları sorunlara çözümler üretebilmeli. Eskiden bu pek mümkün değildi. Son yıllarda bu yönde çabaların olduğunu görmek beni ziyadesiyle mutlu da ediyor.
Soru(Mehmet Cengiz Güleç' e): Kendisini Hacettepe Üniversitesi'nden tanıyorum.Daha sonra da DSP' den milletvekilliği yaptı. O zamanlar Merve Kavakçı milletvekili olarak seçilip TBMM’ne yemin etmek üzere geldiğinde protesto gösterileri yapılmıştı. Cengiz Bey de bu protestoya alkışlarıyla katılmıştı. Şimdi şunu sormak istiyorum:Başörtülülerin siyaset yapmasına şimdi nasıl bakıyor?
Mehmet Cengiz Güleç: Şimdi bundan hicap duyuyorum. Bugün olsa böyle yapmam.
Soner Tufan: Zihniyetin değiştirilmesi konusuna katılıyorum. Bir zihniyetin değişmesi için sadece STK' ların bunları konuşması, dillendirmesi yetmiyor. Gerçekten sokağa inmek lazım çünkü sokakta ve siyasette farklı bir anlayış var. Bir taraftan Akdamar Kilisesi' nde 95 yıl sonra sembolik de olsa bir ibadetin yapılmasının kimi yürekleri rahatlattığını görüyoruz, bunun kimi yaraları iyileştiren bir etkisi olduğunu deneyimliyoruz ama bundan birkaç gün sonra orada “Gerekirse fetih de yaparız, gelir yeniden fethederiz.” , “ Biz bu ülkeyi bunun için mi fethettik?” gibi konuşmaların yapıldığını ve adeta bir gövde gösterisinin sergilendiğine tanık oluyoruz. Bu nedenle bizim çok daha fazla etki alanı yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Kendi açımdan baktığımda gelişmeleri de görüyorum, ama bunun sokağa inmesini, siyasetçilerin durumun ciddiyetini gerçekten anlayarak daha istekli olmasını bekliyorum.
Aslında teknoloji ve globalleşme ile birlikte bir çok şey daha kolaylaştı. İnternetle, medyayla, bir çok şey daha çok dillendiriliyor. Kültürler değişiyor, ortak kültürler oluşuyor. Ama biz daha çok konuşursak ve sadece kendi acılarımızı değil de başkalarının çektiği acıları da kendi acımızmış gibi görerek hareket edersek eminim daha büyük bir etki alanına sahip olabiliriz.
Gülser Erkoç: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası' ndaki maddelere bakalım. Örneğin 10.Madde, bu madde ne derece uygulanıyor? Sorun anayasada mı yoksa uygulayıcılarda mı? Anayasada bir çok madde var, zaman zaman bu maddeler değiştiriliyor ve uygulamada sorunlar çıkıyor. Bunların en önemli nedeni eğitim eksikliğidir.
Bu arada Türk Milleti' ne bir haksızlık yapılıyor. Türk Milleti asimile edici bir ırk değildir. Hem Osmanlı Devleti hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı, eşitlik hakkı vermiştir.
Kürt Açılımı' na baktığımızda, yapılması istenen iyileştirmeler, yalnız Kürler' i değil tüm vatandaşları da kapsamalıdır. Kürtler bu ülkede en rahat yaşayan gruptur. Fakirler doğuda da var, batıda da. İç barış sağlanacaksa bu doğuda da batıda da dile getirilmelidir. Biz Türk-Kürt ayrımı yapmadan aynı kardeşlik ortamında yaşıyoruz. Yapılmaya çalışılan bölücülük bir Ermeni oyunudur.
Elbette toplumsal haklar, kadın hakları, ekonomik haklar, toplumsal kurumlar ve derneklerle ilgili güzel yasalar yapılsın. Ama işin uygulama ksımında uygulayıcıların deneye yanıla bulduğu uygulama kurallarını bozmayalım.
Nazik Işık (Kişisel Görüşleri): Nazik Işık (Kişisel Görüşleri): Barış içinde yaşamak hepimizin arzu ettiği durum. Ama ülkemizde özellikle bir konuya endekslenmiş gibi. Bu hepimizin adını doğru koyması gereken bir mesele, yani Kürt sorunu. Sorunu sadece etnik sorun olarak görmemek ve çözümü bir tek vatandaşlık boyutuyla düşünmemek lazım. Yani Anayasa’da vatandaşlık meselesini çözsek sorun çözülmüş olmayacak. Bize yeni bir devlet, yeni bir yerellik anlayışı da gerek. Vatandaş esaslı bir devlet tanımı ve uygulaması geliştirmeliyiz. Ayrıca, zenginlik, refah, çalışmak insanları birleştirir. Başka başka birlikteliklerin anlamı ve değeri olmaya başlar. Mesela sendikal haklar ve örgütlenme konuları hayatımıza girer, çok sorunlu bir alan olduğunu anlar, bu alanı barış için önemli bulmaya başlarız. Kalkınma politikaları, refah gibi konuları ve çeşitli ayrımcılık konularını da barış içinde yaşamak çerçevesinde düşünüp şekillendirmeliyiz.
Toplumsal zihniyette değişimin farklılıklarla yan yana, eşit ve adil bir dünyada özgürce yaşamak için gerekli. Bunun yanında siyasette de önemli bir zihniyet değişimi olmalı. Siyasette öfkeli adamların bombardımanına uğrayan vatandaşlar halindeyiz. Başka türlü bir siyaset olmalı. Bunda iktidar ya da muhalefet, tüm siyasi partilerin başlarının sorumluluğu var. Siyasette temsil krizini aşmak toplumsal barışı geliştirmek için gerekli. Ortamdaki konuşmacı sayısını arttırmak, siyasi rekabet ortamını yumuşatmak lazım. Barajı düşürmek, küçük partilerin renkli deneyimlerini siyasete akıtmak için kapıyı aralamak, seçim ittifaklarına olanak vermek gibi bir dizi değişiklikten zaten söz edildi. Ben de bunlarda mutabıkım.
Bülent Atamer (Kişisel Görüşleri): Çözüme yakın olduğumuz saptamasının olumlu bir atmosfer yaratması yanı sıra bir risk de içerdiğini vurgulamak istiyorum. Yakın olduğumuz şey sanırım bir sorunun varlığının tespiti: Kürt Sorununun varlığı. Kürt Sorunun varlığı artık tüm toplumsal kesimlerce, yurttaşlar arasında siyaset ortamında kabul edilmiş ve bunun üzerinden konuşmalar yapılıyor. Bu durumu bir tür adı konmamış yüzleşme süreci olarak da adlandırabiliriz.
Kürt Sorunu denilince zihnimizde farklı tanımlar anlam buluyor belki ama tanımı ortaklaştırmaya çalşıyoruz. Aslında biz yüzleşmelerimizi çok zaman adını koymadan yaşıyoruz. Bir sorunu çözeceksek önce sorunun varlığını kabul etmek lazım. Memleketin birçok yerinde zihinlerde oluşmuş öteki ve bu ötekinin cisimleşmiş hali olan Kürtlük' den doğan kimlik gerginliklerinin toplumsal yaşam içinde kolay onarılabilir olduğunu sanmıyorum. Bu çok uzun zamanda birikmiş ve artık birbirini dışlayan konumlar yaratmış, toplumda derin izi olan bir sorunsa eğer, bunun çözümü konusunda sadece siyasette değil toplumda da yapılması gereken çok fazla iş var. Bir Türk' le bir Kürt'ün ortak bir şey yapıyor olması (bir bakkal açmak veya birlikte bir siyasi parti yönetmek, aynı apartmanda komşu olmak gibi) konularında oldukça fazla bir pratik eksikliğinin olduğunu ve bunun yaşam bulmasının epey zaman alacağını sanıyorum. Belki Sivil Toplum' un önündeki ödevlerden bir tanesi işte bu “aynı toplum içinde beraber yaşama” nın fiilini oluşturmaktır.
Ahmet Şanverdi (BBP): 1924, 1960 ve 1982 Anayasası toplumsal bir mutabakat sonucunda hazırlanmış değil, tam tersine topluma dayatılmış anayasalardır. Tabi bir baskı varsa bir yerlerden bir şekilde patlar. İşte bu patlayan şeylere Kürt meselesi, terör meselesi, kadın, çocuk hakları, inanç, siyasal fikir özgürlüğü deniyor. Bunları tek tek alıp herkes kendi baktığı yerden düzeltmeye kalktığında mesele çözümlenmek yerine daha da derin hala geliyor.
Türkiye' nin ana problemi bir insan hakları problemidir. Yapacağınız iyileştirmelerin 72 milyonu kapsaması gerekiyor, birilerini ötekileştirmek yerine hepsini kucaklayan bir şekilde olmalı. Bunun için üç şey gerekiyor: Siyasal mutabakat, kurumsal mutabakat ve toplumsal mutabakat. Bunlardan en önemlisi toplumsal mutabaktın sağlanması, herkese insan hakları, herkese din ve vicdan hürriyeti olmalı ve bunlar bütünlüklü olarak herkes tarafından savunulabilmeli. Eğer bir kişi başörtülü insanların hakkını savunurken, bir Ermeni' nin bir Yahudi' nin problemlerini savunamıyorsa barışın sağlanması mümkün değildir. Türkiye' de bu çifte standart ana problemlerden biri. Bu toplumda da develtin kurumlarında da, siyasette de var olan bir sorun ve bu sorun çözülmeden bir toplumsal mutabakatın sağlanması, iç barışın oluşması mümkün olmayacaktır.
Abdülkadir Sarı (TP): Sistemin kaçakları vardır.Bugün barışın sağlanmamasıdan bir nemalananlar var. Bu nemalanma bir siyasi nemalanmadır. Mecliste etnik köken üzerinden siyaset yapanlar, inanç ve yaşam tarzı üzerinden siyaset yapanlar, devletin temel nitelikleri üzerinden siyaset yapanlar var. Hepsi toplumu geriyor.
Doğuya bakarsanız bölgede feodal yapının getiridiği aşiret reisliği var, seyidlik var, bunu yanında terörle mücadelenin getirdiği korucu ağalığı var. Siz tüm bunları ortadan kaldırmadan, tüm bu yapıyı çözmeden kalıcı barışı tesis edemezsiniz.
Toplumda bir kişiyi bile açıkta bırakmayan, yetmiş iki milyon insanın “benim anayasam” diyebileceği bir anayasayı oluşturmanız lazım. Uygılayıcıların da bu anayasayı gerçekten içselleştirmesi lazım. Bunun için de insanların demokrat ve samimi olması lazım, karşıdakinin haklarını savunabilecek şekilde bilgi birikimine sahip olmalı.
Katılımcı demokrasiyi özümsemek istiyorsanız STÖ' lerin varolması, sesinin çıkması ve hakları yeterince savunması gerekiyor. Bu seslerin çıkabilmesi için de ülkede özgür medyanın olması lazım. Siyasette de bu demokrasinin, özgürlüğün, barışın sağlanması lazım. Yapılacak yasalarda bireysel, kültürel hak ve özgürlüklerin, vidani ve inanç yaşamının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Halk için halkla birlikte mücadele yapılmalı, bunun için de halkın içerisinden gelmek halkla birlikte olmak lazım. Siyasi Partiler ve Seçim Yasası' nın değiştirilmesi lazım.
Mazhar Bağlı (AKP): Türkiye' de büyük bir Kürt Meselesi vardır. Bu ne ekonmik ne de dış mihraklarla alakalı bir mesele değildir. Kürtler Kürt kimliğini açığa çıkarmadığı sürece her türlü konuma gelebilirler. Kendine açığa çıkarma çok ciddi bir sorundur, bunun altında yatanları anlamadığımız sürece barış sürecine geçmek mümkün değildir.
Dünyanın her yerinde bu meseleler olduğunda birinci adım bu konuları rahatlıkla konuşabilmektir. İkincisi bunları kabul etmek ve tanımaktır. Üçüncüsü de bunların hukuki altyapısını oluşturmaktır.
Bölgenin sosyolojisine ilişkin araziye dayalı bir bilgi yok siasi partilerin bir kısmında. Bugün Türkiye' de töre-namus cinayetleri olarak çıkan haberlerin çoğu magazinseldir, doğru değildir.
Soyut bir toplumsallığı ya da tek bir kitleyi hedef alarak bunu sorumlu tutarsanız bu çözümden bir yana durum söz konusu olmaz. İki yüz yıllık bir meseleyi niye çözmüyorsunuz diye sopaya tutmak haksızlıktır. Bu tüm Türkiye' nin meselesidir. Tek bir aktöre yüklediğinizde bir tek iktidara yüklediğinizde diğerleri kendini dışarıda hissedecektir.
Siyasette kavga değil ama çatışmayı, farklılaşmayı bir risk olarak görmüyorum, aslı sorun insanların duygusal olarak, toplumsal olarak kendini bütünle aynı hissetmemesidir.
(Volkan Görendağ' a cevap): Kurumsal olarak durduğu pozisyonla ilgili bir durum olduğu için. Kişisel bir ilişki olduğu için kimse dikkate almadı. Kurumsal olarak biz bunun içinde değildir, kim içindeyse bununla ilgili çalışma yapılacaktır.
Durdu Özbolat (CHP): Türkiye'nin önemli sorularını konuşurken herkes kendi penceresinden bakıyor, böyle de olması gerekir. Ortak bir metin de anlaşmak çok zor. Ülkemiz siyaset kurumunun ve siyasetçilerin çok yıpratıldığı bir süreci yaşıyor. Türkiye'nin parlamento yapısının, seçim kanunun ve siyasi partiler kanununun mutlaka değişmesi lazım. Ülkemizin her zamankinden daha fazla dürüst, namuslu ve kararlı siyasetçilere ihtiyacı var. Siyasi Partilerdeki hükmedici liderlik anlayışı bir müddet sonra demokratik özgürlükçü anlayışları ortadan kaldırıyor.
Demokratik Kitle Örgütleri, Sendikalar, Odalara da bir müddet sonra tıpkı Siyasi Partilerde olduğu gibi bir statükonun esiri oluyor. Bazen bir Sendika, Dernek ya da Meslek Örgütünde e yönetimi değiştirmek neredeyse imkansız hale geliyor. Şunu iyi bilmeliyiz ki sorun sadece siyaset kurumunda yada ülkeyi yönetenler de değil sorun hepimizde. Bu ülkenin Laz'ı, Çerkez'i, Kürt'ü, Türk'ü herkes de sorun var. Bunun aşılabilmesi için demokrasi eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorum. Empati yapabilmek önemli. Halk için idam sehpasına giden insanları, halkın anlayabiliyor olması gerekmiyor mu?
Kürt sorunundaki çözümsüzlük artık herkese acı vermeye başladı. Bu sorunu sadece kültürel haklar ve dil açısından düşünmemek gerekiyor. Sorun siyasi boyutlarıyla da ele alınmalı ve tartışılmalı. Bu sorun sadece Kürtler' in sorunu değil. Bu hepimizin sorunu, Aleviler, Ermeniler açısından da böyle. Bu ülkede barışın sağlanabilmesinin artık yaşamsal önemi varsa barışın tarafı sadece bir kesim değil. İnsan olan herkes bu savunuculuğu yapmalı.
Nesrin Semiz: CHP' nin kabuk değişiminin olumlu olacağını sayın vekilin gelmesinden ve sonuna kadar dinlemesinden anlıyorum ve bunu önemli bir gelişme olarak görüyorum.
Celal İnal: Demokratik ve katılımcı bir anayasanın hayata geçirilebilmesinin önkoşulu, % 10’luk baraj yüzünden seçmenlerin önemli bir kısmının iradesinin parlamentoya yansımasını engelleyen Seçim Kanunu ve parti içi demokrasinin önündeki en önemli engellerden biri olan Siyasi Partiler Kanunu'nun katılımcılığı özendirecek bir şekilde değiştirilmesidir.
Nazik Işık: 10. maddede “kota ve geçici özel önlemler” ibaresi 2004’te de referandumla kabul edilen Anayasa değişikliğinde de yer almadı. Bu beni rencide ediyor. Kota yasal olarak düzenlenmeden kadınların eksik temsil probleminin azalmayacağından eminim. Ayrımcılık Çerçeve Kanunu, Eşitlik Çerçeve Kanunu, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu gibi toplumda barışı, barışçıl hak arama yollarını, farklıların ilişkileri güçlendiren kanunlar ya da kanun değişiklikleri olmalı. Yeni müesseseler yaratılmalı. Bu anlamda STÖ’leri olarak TBMM ile ilişkileri güçlü tutmalıyız. Küçük STÖ’lerin bu işlere yetişmelerinin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. O halde, platformlar, demokratikleşmeyi sağlayan aracı kurumlar niteliğindeki STÖ'ler de barış ve demokratikleşme için gereklidir.
Hüsnü Öndül: Toplumun çeşitli kesimleri olarak hepimiz sorunun çözülmesi konusunda hemfikiriz, ve sorunun çözülmesi konusunda hepimiz birbirimize güvenmeliyiz.
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
+/- 50 STK, Akademi, Kanaat Önderi, Kişiler Telefon, e-posta ve kişisel görüşme yapıldı. Toplantı lobisinde TkMM broşürleri de verildi.
b.Katılımcılarla
50 civarında kişiye ulaşıldı, 22 genel katılımcı katıldı. DGAP ve KADER katılacaklarını belirtmelerine rağmen katılmadılar.
Sonuçlar: Toplantı tam saatinde başladı ve on beş dakika gecikmeli olarak bitti. Toplantıda genel atmosfer olumluydu.
Değerlendirenler: Melodi Çakın, Oya Özden