YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 3. Kat Kızılay
TARİH: 2 Nisan Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği – SGDD-ASAM (Polat Kızıldağ – Koordinatör)
2 / Kürd-Der (Ömer Özaydın – YK Üyesi)
3 / Şiddetsiz Toplum Derneği (Rıza Sümer – Üye)
4 / Doğal Yaşam Derneği (Serkan Kazdağ – Üye)
5 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
6 / İHD Ankara Şube (Nuray Çevirmen – Yönetici)
7 / STAD-Der (Mehmet Ali Koçkaya – Başkan)
8 / İHAD (Çağlar Karakış – Üye)
9 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Sözcü)
10 / İlk-Der (Nazik Akyüz – YK Üyesi)
11 / Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – CEİD (Göksu Günay – Üye)
12 / Hevi Eğitim ve Dayanışma Derneği ( Mehmet Bulut – YK Üyesi)
13 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
14 / Uluslararası Anadolu Kütüphaneciler Derneği (Hürdoğan Aydoğdu – Başkan)
15 / Yasama Uzmanları Derneği (Ahmet Kaymaz – Üye)
SENDİKALAR – KONFEDERASYONLAR
1 / Hak- İş (Yakup Göker – Üye)
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 7 izleyici katıldı.
MİLLETVEKİLLERİ
Hüda Kaya (HDP İstanbul MV)
Mehmet Ali Aslan (HDP Batman MV)
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Sığınma Hakkı, Dünyadaki Uygulama ve TR-AB Anlaşması
KONUŞULANLAR
1 / Enver Önder: İnsanlar kendi yurtlarında barındırılmayınca, onları sahiplenecek yerler, ülkeler ve insanlar bularak yaşamın dışına düşmekten kurtulmuşlardır. Günümüz tiranlıklarında, kapitalizmin yurtsuz bıraktığı milyonlar artık ülkeler arasında pazarlık konusu oluyor, meta gibi görülüyor. AB Ortadoğu’da kazan kaynatıp insanları birbirine boğazlatma, seyirci olma aymazlığını gösteriyor, milyonlar kendilerine yöneldiğinde ise sadaka paralarla başkalarının yurtlarını kiralayarak göçmen çöplükleri tutmanın yolunu seçmiştir. Bugün TR-AB arasında yapılan anlaşma ile yaşanan teslimiyet ve kiralamanın yaşama yansımaları görmezden gelinmektedir. Göçmenlikle dilencilik yoğunlaşmıştır. Bugün ülkemize gelen sığınmacılar konuk durumundalar ve bulduklarıyla yetiniyorlar. Bu insanlar nasıl korunacaklar? Karşılaştığımız insanın sırtımızdaki cekete göz dikmeyeceğinden emin olamayacak duruma geleceğiz. Henüz toplumsal gelişmeler ve kesimler bu bilince ulaşmadı. Ulusal gelirin yüzde doksanının ülkenin yüzde onu tarafından kullanıldığı bir ekonominin, insanların kafasına dank etmesi gerekiyor.
2 / Rıza Sümer: Dünyada neyi iyi görüyorsanız orada örgütlenme ve işbirliği vardır. Türkiye’de sivil toplum örgütlenmesinde eksikler var. Devletin örgütlenmesi de önemli eksikler içeriyor, şiddete varacak şekilde. İnsanlar anayurtlarından şiddete uğradıkları için göçüyorlar. İstek dışı yapılan yer değiştirmelerin olmaması için şiddetin ortadan kaldırılması ve demokrasinin uygulanması gerekiyor. Dünyanın DNA’sı geçmişteki savaşlar, fetihlerden, kıyımlardan geliyor. Sığınmacıların gittikleri ülkeler buna hazırlıksız, bunu hesaplamak zorundalar. Güvenlik önlemi yok. Zorunlu göç edenler arasında şiddet uygulamak için gelenler de var. Bu insanların çevre, eğitim, halkın bilgilendirilmesi gibi konularda hazırlıksız ülkeler. İnsan soyu dünyada kardeştir, geleni baş tacı etmeliyiz ama gelenlerin hedefini çok iyi bilmeliyiz; bunu da kamu kuruluşları sağlamalı.
3 / Belgin Çelik: Bugün 3 milyona yakın sığınmacı burada. Türkiye’de kayıt dışı 300 bin seks işçisi var. Çetelerin ellerinde 5 liraya çalıştırılan Suriyeli kızlar var. Dil bilmeden birçok Suriyeli kadın bir umutla ölümü göze alarak geldi. Birçok devletin bunda suçu var. Sebebi ne olursa olsun bugün Diyarbakır’da, Sur’da yaşananlar da bir göç. Buraya ne yapılacak bilmiyoruz. Biz kendi milletimizin göçünü konuşmuyoruz. Kayıt dışı 300 bine vardı seks işçileri, konuşulmuyor. Genelevleri kapatmakla olmuyor. Ankara genelevi kapatıldı. 450 kadın sokaklarda cinsel yolla bulaşıcı hastalıkla boğuşuyor.
4 / Çağlar Karakış: Bugün Türkiye’deki mülteci sayısı resmi rakamlarla 2 milyon 688 bin. Bunların yüzde 52’si 18 yaşın altında. Eğitimde olması gereken çocuk sayısı 750 bin. MEB’in bu sene eğitime katmak istediği kişi sayısı 460 bin. Türkiye’de 10 ilde 25 kamp var ve burada yaşayan 272 bin kişi var. Geriye kalan nüfus ışıklarda, hastanenin önünde yada başka yerlerde. Bu insanlar ne olacak? Kamplarda Türkçe dersleri veriliyor ama çocukların öğrenmek konusunda sıkıntıları var. 450 bin tane İstanbul’da, 500 bin Şanlıurfa’da, 300 bin civarında Gaziantep’te olduğu söyleniyor. Bu da Türkiye nüfusunun yüzde 3,4’ü. Bunlar içerisinde 13-14 yaşında kız çocuklarının eğitime devam etmesi konusunda sorunlar var. MEB müfredatında iktidarı anlatan bölümleri soyutlamakla ilgili bir şey var. Evlerine dönecekler deniyor. Kayıt yok, ne yapılacağıyla ilgili bir bilgi yok. Lübnan’daki mülteci sayısı, oradaki nüfusun yüzde 24’ü. Bölgesel çekinceyle ilgili bir durum var, bizim Cenevre Sözleşmesi’ne karşı çıktığımız. Bu sözleşmeye karşı çıkan 4 ülkeden biriyiz. Bu konuyla ilgilenen Göç İdaresi İç İşleri Bakanlığı’na bağlı. Bu insanların uyum içinde olabilecekleri bir yapı yok. Türkiye’de şu ana kadar 320 bin ameliyat olmuş ama ne olduklarını bilmiyoruz. Şeffaflıkla ilgili bir sıkıntı var. Akademisyenlere bir yıl süresince mültecilerle ilgili çalışma yasağı getirildi. Sığınmacılara yönelik hizmetlerle ilgili hiçbir düzenleme yok.
5 / Mahmut Konuk: Türkiye’nin devlet politikası öteden beri gayriinsanidir. Osmanlı’dan bu yana devlet politikası yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan insanları, kendi çıkarları doğrultusunda onlardan nasıl yararlanılacağı üzerine kurulmuştur. Devletin şu anki politikasında da batıdan göçe izin vardır, doğudan yoktur. İstisnaları vardır, mesela Türkçe konuşan Afganlar buraya yerleştiriliyor, bir nüfus politikası olarak; Kürt nüfusun ve diğer nüfusun seyreltilmesi için. 20 sene önce İran ve Iraklı mülteciler vardı. Bugün Suriyeli politikası, Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın ve Türkiye’nin ortak sorumluluğunda olan bir fecaattir. Hafız Esad’ı devirmek amacıyla ortaya çıktılar ama daha sonra Esad’ı devirmek üzere bir araya gelen birçok örgütün yerine yerleşen, kelle kesen IŞİD’in ortaya çıktığını gördüler. Amerika, İngiltere, Fransa müdahaleye izin vermedi ama Türkiye Suriye’de Esad’ı devirme konusunda çok ısrarlı ve bu politikanın sonuçları var. 3 milyon mülteci buraya yerleşti. Türkiye bunu iç politika malzemesi olarak kullanıyor. Sömürü aracı olarak kullanıyor. Türkiye ekonomisi, burjuvazisi bu insanlardan asgari ücretin üçte biri fiyatına ucuz işgücü olarak kullanıyor ve Avrupa’ya karşı bunu bir şantaj malzemesi olarak kullanıyor. Çözüm bu hükümetlerin teşhiri, onlara karşı yürütülecek toplumsal muhalefetle mümkün olabilir.
6 / Nazik Akyüz: İlk-Der olarak Mart ayında mülteciler konusunu ele almıştık, oradaki gözlemleri aktaracağım. Türkiye’de 2630 kayıtlı ve 1000-200.000 arasında kayıtsız sığınmacı bulunuyor. 0-4 yaş arası 460 bin çocuk var. Günde ortalama 125 çocuk doğuyor. Okul çağında 800-1000 üzerinde çocuk bulunuyor. Bunların yüzde 30-40’ı okula gidiyor. Kampta belirli bir sistem var ama yetersiz. Mültecilerin ihtiyaçlarının belirlenmesi konusunda STÖ’lerle birlikte çalışılmalı. Toplum olarak mültecilere hazır değiliz ve birlikte yaşama kültürü için adımlar atılmalı. İnsan kaçakçılığı, barınma sorunu, güvenlik açığı, eğitim yetersizliği ve dil bilmemek başlıca sorunlardır. Onları istismar eden insanlar var. Eğitim eksikliğini gidermek için okullar arttırılmalı, dil kursları açılmalıdır. Kadın mülteciler, kadın STK’larından yardım bekliyorlar. Meslek edinme kurslarına ihtiyaçları var. Kadın istismarı konusunda güvenlik tedbirleri alınmalı. AB, mültecilerin binde ikisini kabul etmiş sadece. Bizim ülkemizde 3 milyon Suriyeli mülteci var, yarım milyon da Iraklı, Somalili, Afganistanlı, Filistinli mülteci var. Ankara’da resmi olarak 50 bin Suriyeli mülteci olduğu söyleniyor. Suriyeli mültecilere sosyal, hukuki, psikolojik destek sağlayabilecek bir kadın ve aile merkezine ihtiyaç var. Sağlıklı bir kayıt sistemi tutulmalı, yerel entegrasyon sağlanmalı, insani yardımlar devam ettirilmeli.
7 / Polat Kızıldağ: Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği BM Yüksek Komiserliği’nin, UNICEF’in ve BM Nüfus Fonu’nun uygulama ortağıyız. Suriyeli olmayan, Afrika’dan gelen mültecilerin kayıt işlemlerini yapıyoruz 2013’ten bu yana. Türkiye’deki iltica sisteminde ikili sistem var. Birisi BM Yüksek Komiserliği’nin kayıt ve koruma mekanizması, diğeri de devlet kurumlarının kayıt ve koruma mekanizması. Temel nedeni 1951 Cenevre Konvansiyonu’na olan coğrafi çekince. Buna göre Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen sığınma başvurularına mülteci statüsü verilmiyor. Kanunda farklı statüler ve koruma politikaları var. Mültecilik hukukunda üç çeşit kalıcı çözüm bulunuyor: lokal entegrasyon, gönüllü geri dönüş ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilme. Geri göndermeme ilkesi de var. bir insanın hayati tehlikesi varsa ya da insanlık dışı bir muameleye maruz kalacağı belli ise geldiği ülkeye geri gönderilmemesi gerekiyor. Bu ilkeden dolayı Türkiye gelenleri geri gönderemiyor. Mülteci statüsü de veremediği için kalıcı bir lokal entegrasyondan da söz edilemiyor. Tek çözüm üçüncü bir ülkeye yerleştirme olarak kalıyor. Türkiye’deki sistemin de buna göre kurulduğu söylenebilir. Bu görevi de Türkiye BM Yüksek Komiserliği’ne veriyor. Komiserlik de bu görüşmeleri kendisi yapacağını söylüyor ve Türkiye’deki ikili sistem bundan kaynaklanıyor. Çok büyük bir insan hareketinden bahsediyoruz; 60 milyondan fazla kişinin zorla yerinden edildiği söyleniyor. Yüzde 85’ten fazla sığınma kabul eden ülkeler yine gelişmekte olan ülkeler. Bir anlamda insanların zorla yerinden edilmesine neden olabilecek ülkeler sığınma başvurularını kabul etmiş. Gelişmiş ülkeler yüzde 13-15 kabul ediyor. Türkiye’deki birçok STÖ kadın ve çocuklar üzerine çalışıyordu ancak sığınmacılar konusuna çok eğilmiyordu. Bu konu herkesin ilgisini çekmiş durumda. Her grubun kayıt işlemlerinden sonra ücretsiz olarak sağlık, eğitim, güvenlik gibi haklardan yararlanması söz konusu ama uygulamada bunun karşılığı yok.
8 / Nuray Çevirmen: Sığınmacılar ve mültecileri hep rakamlar ve istatistikler bazında değerlendiriyoruz ama yaşamsal dramlara maruz kalıyorlar ve intihar vakaları artıyor. En son 31 Mart’ta 3 yıl önce Türkiye’ye gelen bir Suriyeli logar kapağını açıp atlayarak intihar etti. Erzurum Aşkale’de geri gönderme merkezinde Derviş adında bir sığınmacı, örgüt üyesi olarak tutuklu kalıyor, serbest olmasına rağmen Aşkale’ye gönderiliyor, orada işkence görüyor ve ailesine intihar ettiğine dair haber gönderiliyor. Şüpheli bir intihar vakası. Adana Doğankale’de çadır bölgesinde bir kadın oğlunu tarlaya gönderdikten sonra kendini asarak intihar ediyor. 8 Mart’ta 15 yaşında Suriyeli bir çocuk gelin intihar ediyor, Tarsus’ta bir sığınmacı kendini trenin altına atarak intihar ediyor. Geleceğe dair güvenceleri yok, bunalıma giriyorlar. İnsan hak ihlallerine maruz kalıyorlar. Erzurum Aşkale geri döndürme merkezinden 80 üzerinde sığınmacıyı araçlara doldurup Suriye sınırında Ahraruş Şam adlı örgüte teslim ediyorlar. Küçük kız çocukları ekmek parasına bedenlerini satışa çıkarıyorlar. Afad kampları da fecaat. Orada çalışan sosyal hizmet uzmanları, kız çocukları ve kadınlar 10-20 liraya satıldığını ve bu organizasyonun içinde devlet memurlarının da olduğunu rapor ediyorlar. Bu raporu imzalayanlar görevlerinden alınıyorlar. Sığınmacılar kamplarda yaşamaktansa sokaklarda ölmeyi tercih eder hale gelmişler. Biz İHD olarak Mazlum-Der ile ortaklaşa bu sokaklardaki insanları toplayıp, sıhhi koşullarda bir bölgeye yerleştirmek için Büyükşehir Belediyesi’ne başvuru yaptık, bu insanları burada istemediklerin, bu nedenle herhangi bir çalışma yapmayacakları yanıtını aldık. Dışarıda istismara açık çocuklar, emekleri sömürülen insanlar var. Biz bu insanların ihtiyaçları temelinde yardımda bulunarak, istismardan uzaklaştırarak bir şeyler yapmalıyız.
9 / Hürdoğan Aydoğdu: Dünyada kapitalist sistemin genel bunalımdan çıkması için bazı programları vardı. Büyük Ortadoğu Projesi de bunlardan biri. Suriye, Irak, Libya’nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmak isteniyordu. Şu andaki sonuçları biliyorlardı. Türkiye buradan kendisine de bir pay düşebileceği görüşüyle Yeni Osmanlıcılık politikasına girdi. Sorunu yaratandan çözümünü bekleyebilir misiniz? Sorunun devam etmesinde hepsinin çıkarı var. Ucuz işgücü, insan ticareti gibi. İstemezlerse sınırdan kuş uçmaz. Türkiye, ülkesine sığınanlara mülteci demekten kaçınıyor çünkü mülteci dendiğinde belli hakları doğacak. Bu hakları vermek ve ihtiyaçları karşılamak zorunda kalacak. Medya da mülteci demiyor. Kamplara aldığı insanların siyasi görüşü, kimliği, dinine bakarak geri gönderildiği söyleniyor. Sokaklarda yaşayan insanlar zaten dışlanmış insanlar. AB, nitelikleri insanları zaten alıp götürdü. AB ile yapılan anlaşma sonucu bunun dışında kalan insanlar Türkiye’ye gönderilecek. Türkiye bunun sonunda AB’ye alınacak mı, hayır. Türkiye mülteciler için güvenli değil.
10 / Mehmet Ali Koçkaya: Suriye’deki durum başta egemen emperyalist güçler olmak üzere dünyanın sorunu. ABD’nin ki yıl önce uçuşa yasak bölge oluşturma girişimi İsrail tarafından eleştirilmiş ve müdahale durmuştur. Uçuşa yasak bölge oluşturulsaydı, insanlar yollarda ölmeyeceklerdi. İsrail’in güvenliğini gerekçe göstererek bunu yapmadılar çünkü birbirini asan, kesen bir topluluğun onlara zevk verdiği kanaatindeyim. Yaşanan katliam ve sürgünlerin tek sorumlusu Esad değil, bölgede İsrail’in güvenliğini önceleyen emperyalist güçlerdir. Göç eden insanlara yardım etmeliyiz elbette ama nasıl? Dil sorunu ve meslek sorunu olan bu insanlara ne olanak sağlayacağız? Biz bile sorunlar yaşıyoruz, onlar ne travmalar yaşıyor kim bilir? Aç kalanlar, soğukta üşüyenler, şehirde kaybolup evlerini bulamayanlar… 3 milyon insanı kabul etmek erdem gibi görülüyor ama onları bu metropollere salmak doğru değil. yaptıklarımızı sistematik şekilde yapmalıyız, kişisel ve politik çıkarlarımıza alet etmemeliyiz. STÖ’ler olarak bizler de yasa koyuculara bu görüşlerimizi sunmalıyız.
11 / Serkan Kazdağ: Yaşamak herkesin doğal hakkı. Bu topraklar ilk kez sığınmacı almıyor. Bizler de göç ettik. Almanya’ya, Hollanda’ya gittik. Bir kişi ya da bir milyon olsun, ülkemize gelenlere kucak açmak bizim görevimiz. Bu sefer ülke olarak kucak açmaya çalıştık ama beceremedik. Bugün sokaklarda onları dilenirken, otogarlarda uyurken, sokaklarda sersefil yaşarken, cinsel istismara uğrarken, medeni sınırlar dışında pazarlanıyorlarsa, bu bizim suçumuz. Lastik botlarla Yunanistan’a gitmeye çalışıyorlar, akrabalarının boğulduklarını göre göre yola devam ediyorlardı çünkü bizde bulamadıklarını Avrupa’da aramaya gidiyorlardı. Avrupa sınırları kapattı, medeni sınırlar dışında hizmet verdiler, çadırlarda kaldılar, aç kaldılar. Bu kocaman dünyada bu insanlar kalacak yer bulamadılar. Bu insanlar ülkelerinde bir düşmanla savaşmıyorlar, kendi ülkelerinde iç savaş var, örgütlerin savaşı var. Bu insanlar da yaşamak için kaçıyorlar.
12 / Göksu Günay: Suruç’a gittiğimde, IŞİD’in köyleri basması sonucu oraya sığınanlar vardı. Yaşananlara şahidim. İlk günlerde 10 bin kişinin geldiği söyleniyordu. Dikkatimi çeken etnik ve mezhepsel ayrımın orada başladığıydı. Kamplarda kimlerin kaldığını sormuştum. Birecik’te Arap kökenliler için bir kamp kurmuşlardı, Ezidiler Diyarbakır’daki kamplara; Kürtler, Araplar, Sünniler, Arap Alevileri Urfa’ya gibi bir ayrım gördüm. Sivil toplum da buna göre örgütlenmişti. Bunun da haklı gerekçeleri olabilir. İnsanlar aynı etnik kökenden olanlarla daha iyi anlaşabilecekleri, onlara daha yararlı olabileceklerini düşünmüş olabilirler. Mülteci statüsü verilmedi, sığınmacı konumundalar. Bu topraklar çok gelene kucak açmış ama şu dönem kapitalizmin vahşi dönemi. Kimse çok merhametli değil artık. Sığınmacıların geldiği dönemde Adana’da gelenlere karşı halk çok tepkiliydi. O insanlar yüzünden şiddetin ve hırsızlığın arttığını öne sürüyorlardı. İnsanların kendi ırkı ve mezhebinden olanları bile barbar olarak gördüklerine şahit oldum. Vicdan ve merhametle bakmak bu kapitalizmin içinde çok geride kaldı. Sur, Cizre, Şırnak, Lice; buralarda yaşananlar da bir boşaltmadır, iç göçtür; bunun sonuçları da yine hepimizi etkileyecektir.
Oya Özden: Gelen bir habere göre vekillerimiz 16:00’da çıkmak zorunda. Son olarak size söz vereceğim, ondan sonra kalan süreyi iki vekilimize paylaştıracağız. Soru-cevap olmayacak.
13 / Ahmet Kaymaz: Mecliste yasama uzmanıyım, İnsan Hakları Komisyonu’nda çalışıyorum. Mülteci Hakları Alt Komisyonu’nun da uzmanlığını yapmaya başladım bu sürede. Rakamlara ilişkin bir şeyler söyleyeceğim. Türkiye’deki mültecilerin yüzde 10’u kamplarda yaşıyor, 5 ayrı bakanlıktan edindiğim bilgi bu, resmi bilgi en azından. Bize gelen herkes şunu anlatıyor; Kilis patlamak üzere çünkü nüfusun yüzde 120’si kadar sığınmacı bulunuyor Kilis’te. Hatta alt komisyonda Kilis’e Nobel Barış ödülü verilsin diye bir karar çıktı. Bunun amacı gaz almak gibi geliyor bana. Durum fecaat. Raporlarda çok büyük rahatsızlıklar görülüyor. Mahmut Bey’in söylediği gibi ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar maalesef sığınmacılar. Bir çalışma izni çıktı. Geçici koruma statüsü altında bulunuyorlar Türkiye’de ve Cenevre Sözleşme gereği mülteci statüsünde değiller Doğu’dan gelen, Avrupa Konseyi üyesi dışından gelenler. Çalışma izni şununla bağlantılı; bir Suriyeli Ankara’ya yerleştirildiyse, Ankara ili içinde çalışabiliyor sadece. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılardan beyan sonucu elde edilen bilgi şu; eğitim ve okuma-yazma oranı çok düşük. Almanya’daki sığınmacıların yüzde 50’si üniversite mezunu. Türkiye, Suriyeli sığınmacıları topluma entegre etmeye çalışıyor ve çalışma izni, eğitim, okullaşma ve benzeri politikalar gütmeye başladı artık. Bu bir hükümet politikası olmaya başladı. 70 bin öğrenci Türkiye’de çocukların gittikleri okullara gidiyorlar, Türkçe biliyorlar çünkü, gerisi Arapça öğreniyor. 1200 Suriyeli öğretmen eğitim veriyor, bunu da UNICEF karşılıyor. Bir entegrasyona doğru gidiyor bu iş. Belli bölgelere yığılmış, eğitimsiz, mesleksiz bir kitle var; ülke sathına nasıl dağıtılır bilemiyorum.
14 / Mehmet Ali Aslan: Ben Midyat’lıyım. İlk kamplardan biri. İçinde hem Arap göçmenler, hem Asuri göçmenler hem de Ezidiler var. Arap Suriyeli göçmenlere geçici koruma statüsü verildi, Ezidilerin o da yok. Midyat’ta Arap Suriyelilere gelen bütçe Ezidilerle de paylaşılıyor. Yaşam koşulları da pek iyi değil. Büyük bir hapishane gibi. Küçük çadırlarda yaşıyorlar. Şehre haftanın belli saatlerinde gidebiliyorlar, ucuz işçilikle çalışıyorlar. Vicdanen de bizi rahatsız ediyor. Meclise en son İnsan haklarıyla ilgili bir yasa geldi. Orada ayrımcılığı tanımlarken mülteci ve sığınmacılara yer verilmedi. Türkiye’de 3 milyon mülteciden bahsediliyor ve belki de artacak ama onların uğrayacağı ayrımcılıkla ilgili bir tanımlama yapılmıyor. Muhalefet olarak önerdiğimiz halde bunları dikkate almıyorlar. Birçok konuda böyle. Muhalefet partilerinden ziyade toplumsal muhalefet önemli hale geliyor. Mardin, Siirt, Hatay gibi sınır illerde mültecilerin çoğunun akrabaları var, bu şekilde gelmişlerdi önceleri. İktidar bu insanlara kendisi bakıyor gibi davranıyor ama birçoğu halkın sağduyusu ile yaşayabiliyor. Avrupa’daki 27 ülke bu yükü üzerinden atmak için Türkiye’ye yöneliyor ve iktidar Avrupa’nın, iç siyasetine dahil olmaması, Sur’da, Cizre’de yaşananlar konusunda baskı görmemek için bir meblağ karşılığı sığınmacıları kabul ediyor. Şu anda Türkiye’de bir iç savaş var. 7 Haziran’dan bu yana 2500 civarında insan hayatını kaybetti. Henüz Suriye’de bu duruma gelinmemişken ve ölü sayısı bini bulmamışken, Cumhurbaşkanı ve başbakan Suriyelilere kamplara gelmeleri için çağrıda bulunuyorlardı, özendirme vardı. Şimdi ise yakınıyor. O kamplarda yemekler hazır geldiği için sosyal diyalog azalmış, yetenekleri köreliyor. Edilgen ve pasif haldeler. İnsanlar orada hapsedilmiş ama bu da nimet gibi sunuluyor. Umarım sizler bizimle görüşlerinizi paylaşırsınız ve biz de onları mecliste paylaşırız.
15 / Hüda Kaya: TBMM’de içinde muhalefet olarak konuşuyoruz, tartışıyor, konuları farklı boyutlardan ortaya koymaya ve gerçekleştirmeye çalışıyoruz fakat insanlar bir üst aklın iradesiyle tabi olmuşlar ve sadece belli normlarda ve şartlarda, onların belirlediği takvimlerdeki uygulamalarla karşı karşıyayız. Mülteciler, sığınmacılar, göçmenler meselesi insanlığın bir problemi. Keşmir, Lübnan, Filistin gibi yerlerdeki kampları görme şansım oldu. Her bir kampın dinsel, ırksal, sosyal, coğrafi farklılıkları var. Biz Orta Asya’dan geldik Anadolu’ya; bugün göçmenliğin ticaretini, istismarını yapan politikaların babası olduk. Çok acıtan bir şey geldiğimiz nokta. Şahsi olarak inandığım şu ki; Türkiye’nin her şehrinde, otogarlarda, alanlarda dilenenlerin halini gördüğümde içimden bir ah yükseliyor. Bu, bir ülkenin tamamını boşaltma projesiyle gerçekleşmiştir. Vaatlerle, tehditlerle insanlar hedef kitle olup yerlerinden edildiler. Türkiye bunu kendi küresel hegemonik projesi için bunu değerlendirdi. Bu politik hırsların, politikaların ceremesini çocuklar ve kadınlar ödüyor. Tacizler, tecavüzler ve istismarlar arttı. Akli ve vicdani bir çürüme, inançsal bir çürüme yaşıyoruz. Bunlar işin görünen kısmı. Bugün gördüğümüz dilenci çocuklar, yarın bizim sokaklarımızı Paris gibi yakacaklar. Geleceğin potansiyel, patlamaya hazır sınıfı. 90’lardaki köy boşaltmaları, orman ve köy yakmaları sonucunda büyük şehirlere göç eden Kürt insanlarımızın çocuklarının, göçmenlerinin, şehirlere emrivaki, zoraki, can dertleriyle gelen insanlarımızın sorunları daha bitmedi; üstüne Cizre, Nusaybin, Sur göçmenleri eklendi. Bu vahşetlerin yaşandığı yerlerde buna şahit olan, taciz ve tahrik edilen çocuklara öfkeyle yetişiyorlar, evleri yok. Göçmen deyince sadece Suriyeli geçmenler sorunu değil, yakıcı bir insanlık sorunuyla karşı karşıyayız. Bunun inanç, mezhep, ahlak boyutu var. Maraş’ta Alevi köylerinin yakınında kamp kurmaya çalışıyorlar; bu bölgesel, demografik bir çarpıklaşma politikası; halkın etnik, inançsal, mezhepsel kimliğinin hareketliliği sağlanmaya çalışılıyor. Burada başarılı olurlarsa, bunu genelleştirebilirler. Kamuoyu tepkisi çok önemli, dayanışmalıyız. Ötekileştirilmiş, yerlerinden yurtlarından edilmiş ya da edilme potansiyeli taşıyan bölgelere yönelik dayanışma sergilemeliyiz, kamuoyu oluşturmalıyız.
Oya Özden: Vize serbestisine değinmedik. Bununla ilgili Türkiye’nin yapması gereken bir sürü düzenleme ve mevzuat değişikliği var. Haziran’ın sonuna kadar meclisten, haberimiz olmayan bir sürü yasa geçirecekler gibi görünüyor. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Yasa tasarısı var önümüzde. Birçok STÖ hükümete bu yasanın değişmesi için baskı yaptı, tek bir kelimesini değiştirtemeden genel kurula geldi yasa.
Ahmet Kaymaz: Yasada bir şey değişti ama, entegrasyon kelimesini uyum yaptık.
Polat Kızıldağ: Mülteci statüsünü vermiyor olmak, hak vermiyor olmak anlamına gelmiyor. Kanunda çok farklı statüler koydular. Örneğin bir Iraklı Türkiye’ye geldiğinde bize gelip kaydını yaptırdığında sığınmacı oluyor, ta ki mülteci statüsü belirleme görüşmesi yapılıp görüşme sonunda mülteci statüsü verilip verilmeyeceğine karar verilene kadar.
Ahmet Kaymaz: En yakın mülakat tarihi ne zaman?
Polat Kızıldağ: 2023, en yakın mülakat tarihi Iraklılar için. İranlılar için 2019, Somalililer 2017. Bunun nedeni Türkiye’ye gelenlerin sayısının çok fazla olması. BM Mülteci Yüksek Komiserliği’nin bir yılda yapmış olduğu mülteci statüsü belirleme görüşmesini sayısı bin. Mesela IŞİD Irak’ta ilk ortaya çıktığında ondan kaçıp gelen sayılara baktığımızda bir Pazartesi günü 4600 kişi vardı bizim kapımızın önünde. Merkel Avrupa’ya sığınmacı kabul edeceğiz diye geçen yıl açıklama yaptığında, İran’dan, Afganistan’dan her gün 2000-2500 kayıt işlemi yapıyorduk. BM’nin belirlediği sayı bin olunca aradaki boşluğu düşünün, her gün 1000 kişi gelen bir ülkede yılda bir kişiye ulaşılabiliyor. Çünkü bir görüşme en az 5-6 saat sürüyor, bu kapasiteye ulaşmak çok zor. Ama Iraklı, Afganlı, Somalili olmayan biri bize kayıt olduğunda (Suriyelilerin kayıt işleri tamamen ayrı) biz onu İç İşleri Bakanlığı tarafından belirlenen 62 uydu ilden birine yönlendirmesini yapıyoruz ve 15 gün içinde o ile gidip İl Göç İdaresi’ne kayıt olması gerektiğini söylüyoruz. O kayıt sonrasında sağlık ve diğer hizmetlerden yararlanma hakkı doğuyor. Ama hassasiyet durumu varsa (kronik hastalık vs. gibi) aynı gün içinde kayıt işlemleri yapılıp ihtiyaçları giderilebiliyor. Elbette çok zor koşullar; biz de maddi konularda da yardımcı olmaya çalışıyoruz zaman zaman. Eğer yerelde bir yardım mekanizması varsa, oralardan da destek almalarını sağlayabiliyoruz. Mülteci statüsü verilmemesinin nedeni pratikte çok fark yaratmaması sadece mülteci statüsü verse çekincesi şu Türkiye’nin; uzun vadede vatandaşlık konusunun gündeme gelmesi. Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerden gelen ülkelere veriliyor, 60-70 kişiye verilmiş durumda şu anda Türkiye’de. Teorik olarak haklar bakımından çok bir fark yok.
Oya Özden: Basında bir yaygara koptu; Dikili ve Çeşme’de kamplar kurulacak diye herkes ayağa kalktı. İlk grup Pazartesi gelecek, geri kabul yapacaklar. Onunla ilgili bir düzenleme yapıldı mı, ne olacak?
Polat Kızıldağ: Biz de birçok şey duyuyoruz; resmi kanallara başvurduğumuzda bizimle de bir şey paylaşmıyorlar. Bilmiyoruz diyorlar, gerçekten bilmiyor olabilirler, bilip de bize söylemiyor da olabilirler. Şu anda ne yapılacağı gerçekten büyük bir soru işareti ama Dikili ve Çeşme’de çadır kent kurulup Manisa’da Kızılay’la beraber 5000 kişilik bir kamp kurulacağı, Bodrum’da Sahil Güvenlik’in alan tahsis ettiği gibi birçok şey duyuluyor. Pazartesi 500 kişi gelecek, toplamda 20 Mart sonrası yunan adalarına gidenlerin 4000 kişi kadar olduğu, bu kişilerin aşamalı olarak geleceği söyleniyor. Toplamda 78 bin rakamı söyleniyor, Avrupa ülkelerine gidenlerin de iadesiyle beraber. Uygulama olursa 78 bin rakamına 2-3 aylık süreçte ulaşılabilir, sonrasında devam edilecek mi gibi politik tartışmalar olabilir. Türkiye herhangi bir durumda mültecilerin Avrupa’ya geçişini bir koz olarak kullanacaktır görüşündeyiz.
Mahmut Konuk: Teoride mülteci statüsünü tanıma ile tanımama arasında bir fark yok diyorsunuz. Ben bunun çok masum bir şey olduğunu düşünmüyorum. Avrupa’dan mülteci kabul etmek bile bir sıkıntı, Avrupa’dan kim gelecek, Türkiye’yi dizayn edecek? Bulgaristan’da Yunanistan’dan, diğer Balkan ülkelerinden Türkler, Müslümanlar gelecek, onlara kapı açılıyor. Doğudan Kürtler gelecek. Doğu diye bir fark konmuş. Daha önce siyasi olarak idamla yargılanan insanlar geldi İran’dan. onları ağırladık burada. BM Yüksek Komiserliği Türkiye Temsilciliği tarafından buraya yerleştirildi ve bir ay sonra İran’a teslim edilip idam edildiler. Bu tür pratik şeyler var. Sınırda yakalanan 10 tane peşmerge, bizi teslim etmeyin dediler; Habur’u geçmeden dam edildiler dürüldüler. Bu tür örnekler var. dolayısıyla pratikte fark yok demek doğru gelmiyor.
Polat Kızıldağ: Pratikte fark olmuyor demedim; teoride aslında olmaması gerekiyor ama uygulamada bir sürü aksaklıklar oluyor.
Enver Önder: Mahmut arkadaşımızın paylaşımından bir şeyi yanlış mı biliyorum diye kaygıya düştüm. Avrupa’dan gelecek mültecilerden kişisel olarak; Akdeniz’de Türkiye karasularında yakalananlar, Ege Denizi’nde yakalananlar bu anlaşma çerçevesinde Türkiye’ye iade edilecek biçiminde anlamıştım ben.
Polat Kızıldağ: Bunu beş yıl geriye de uygulayacaklar. Suriye iç Savaşı’nın başladığı yılı seçerek öyle yapmışlardır muhtemelen; 2011-2012’de geçmiş olsa bile düzensiz bir şekilde, Türkiye’den geçtiği tespit edildiyse, onları da kapsıyor.
Enver Önder: Yine de benim anladığım doğru gibi geliyor bana. Baktığımızda hepsi doğu kökenli mülteciyi, 5 yıl önce de gitmiş olsa iade edeceğim sana diyor para karşılığında.
Oya Özden: Hayır, hepsi değil. Niteliğe bakacak. Oraya gidip entegre olmuş, o ülkeye yararı var; onları değil.
Polat Kızıldağ: Hollanda, Fransa, Belçika tarafından mülteci statüsü verilmiş bir kişiyi göndermeyecekler; onu kapsamıyor. Mülteci statüsü verme oranlarına bakılınca, çok düşük. Yine büyük bir rakam ortaya çıkıyor.
Mahmut Konuk: Avrupa’nın bakışı çok insanlık dışı. Orada mühendis, doktor, İngilizce-Fransızca bilen elemanları alıyor, kendi ihtiyaçları doğrultusunda orada yerleştiriyorlar. Onları göndermiyor, Türkiye’yi de parayla razı etmeye çalışıyor.
Oya Özden: Türkiye bir de şöyle bir şey yapıyor: Mesela oradan gelip de nitelikli olan öğretmenleri, doktorları şu anda çalıştırmaya başladılar. O önemli bir şey. Dil ve eğitim sorununu çözüyor. Bu iyi bir adım, umarım daha da düzelecektir.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
340 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu