YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 3. Kat Kızılay
TARİH: 2 Ocak Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / AEGEE (Servet Kıraç – Üye)
2 / Kürd-Der (Ömer Özaydın – YK Üyesi)
3 / Şiddetsiz Toplum Derneği (Rıza Sümer – Üye)
4 / Çocuk İhmali ve İstismarını Önleme Ağı (Türkay Asma – Başkan)
5 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
6 / STAD-Der (Mehmet Ali Koçkaya – Başkan)
7 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
8 / Ankara 78’liler Derneği (Mahmıut Emin Avcı – Yürütme Kurulu Üyesi)
9 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Sözcü)
10 / Demokraside Birlik Vakfı (Mehmet Bozdemir – Başkan)
11 / İnsani Değerler Derneği (Mustafa Torun – Gen. Sek.)
12 / Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (Nilgün Nazilli – Üye)
13 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
14 / Ankara Ulaşım Dayanışması (Fulya İnci – Sözcü)
15 / Ankara Barosu (Cemalettin Gürler – YK Üyesi)
16 / Uluslararası Anadolu Kütüphaneciler Derneği (Hürdoğan Aydoğdu – Başkan)
17 / Alternatif Düşünce Kuruluşu (Haydar Koygun – Yönetici)
18 / İlk-Der (Nazik Akyüz – Üye)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİSİ
1 / Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Aydın Şimşek – İl Yürütme Kurulu Üyesi)
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 6 izleyici ve 1 basın mensubu katıldı.
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Bitmeyen Çatışma Ortamı, Bunun Toplumdaki Yansımaları
KONUŞULANLAR
1 / Türkay Asma: Türkiye’de adı konmamış bir barış süreci yaşandı ve bu süreçte her iki siyasi gücün de amacı neydi, ne istiyorlardı, bunu bizlerle ve kamuoyuyla paylaşmadılar. İki taraf da birbirine güvenmedi, buradan biz zarar gördük. 14-15 yaşındaki çocuklarımız bir hendekte, diğer tarafta 20 yaşında yoksul ailelerin zorla yetiştirdikleri çocuklar birbirlerine düşürüldüler. Ardından büyük acılar yaşanmaya başladı. Ülkemdeki insanlar beyaz bayraklarla yollara düşürüldüler, cenazelerini kaldıramadılar, eğitimlerine ara verildi. Ciddi bir travma yaşanıyor. Bu kavganın sona ermesi gerekiyor, öne atılıp bir barış hareketi başlatılmalı. Türkiye’nin sivil toplum örgütleriyle ve aydınlarıyla barışı dile getirebilecek güçte olduğuna inanıyorum. Parlamentoya hiç güvenmiyorum, ne yaptıkları belli değil. bizler güç birliği içinde olmalıyız. Aksi halde küçücük çocuklar katil olacaklar. Türkiye’nin bu savaştan kurtulması için
Oya Özden: Dicle Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı’nın önemli bir tespiti var. Buradaki insanlara, yaşananlarla ilgili bir ay içinde müdahale edilmezse, geri dönüşü olmayan ciddi problemlerle karşılaşabiliriz. Çünkü akut stres bozukluğu yaşıyorlar şu anda ancak bir ay sonra travma sonrası stres bozukluğu oluşacağını söylüyor. Bu da çok az konuştuğumuz bir şey.
2 / Enver Önder: Ülkemiz iyi yönetilmediği için çatışmalar bitmiyor. 30 yıldır çatışmalardan sonra ülkemiz bir yerle gelmiş, Kürt temsilcileriyle görüşmeler başlamış ve toplumsal barış umudu doğmuştu. 7 Haziran seçimlerinden önce altı ay ölümlü çatışmalar yaşanmadı. Seçimler uygarca yönetilememiş olmasına rağmen uygarca sonuçlanmış ve dört parti meclise girmiştir. Ancak bu partiler halkın kendilerine verdiği yetkiyi kullanamamış, çoğunlukçuların kendi kurallarına göre seçilmiş bazı vekillerinin bir bölümünü tanımamak gibi demokrasi dışı bir davranış ortaya konmuştur. Böylece Kürt halkının temsilcilerinin dışlanması yoluyla terör eylemlerine ortam hazırlanmıştır. Bu terörü devlet yaratmıştır. 1 Kasım’da tek parti iktidarının sağlanmış olmasına karşın istekleri tam olarak gerçekleşmediği için meclis bütün olarak çalıştırılmamıştır. Birlikte yaşama nutukları atılıyor. Yok saydığınız bir toplumsal kesimle hangi koşullarda bir arada yaşayacaksınız? Bu olaylardan rahatsız olan kesimler olarak bir araya gelmemiz, sesimizi yükseltmemiz, bu kavgayı durdurmamız, eşit koşullarda bir görüşmeyle sağlanacak barışı ve demokrasiyi istememiz gerekiyor. Kardeş kanıyla hepimiz boğulmadan sesimizi çıkarmak, diktatörlük karşısında durmak zorundayız.
3 / Mehmet Bozdemir: çatışmalar bitmez çünkü Türkiye’nin temel bir demokrasi meselesi var. Türkiye evrensel normlarda bir demokrasiye kavuşmadan, çatışmalar bitmez. O bölgede çatışmaların önlenmesinin en iyi yolu o bölgeden seçilmiş milletvekilleri olmalı, sorunu mecliste çözmeliler. Ancak Türkiye’de milletvekilleri halk tarafından seçilmemektedir, partiler ve liderler tarafından seçilmektedir. Türkiye’de demokrasi sandık olarak görülüyor, öyle bir şey yok. Demokrasi, bağımsız, halkın seçtiği kişilerin parlamentoda olduğu, özgür basının olduğu, güçlü sivil toplum örgütlerin olduğu, tarafsız yargının olduğu bir sistem olmalıdır. Şu an Türkiye’de bunların hiçbiri yok. Kontrolsüz ve denetimsiz güç çok tehlikelidir. Denge ve denetleme şart rejimlerde. Ülkemizde demokrasi anlaşılamamıştır. Bunu bir ideoloji gibi görmemek lazım. Türk demokrasisinin önündeki en büyük engel, yanlış İslam anlayışıdır. Toplumun büyük bölümü dindar Müslüman olarak geçiniyor, demokrasiyi kavrayamamışlar, demokrasiyi batıdan gelen bir şey olarak görmüşlerdir. Milliyetçi kesim de demokrasiyi fantezi olarak görüyorlar. Üçüncü olarak Türkiye’de laiklik karşıtı bir kesim var, bunlar da dini bir tehlike olarak görüyorlar. Halbuki her türlü özgürlük olmalı, demokrasinin temeli özgürlüklerdir. Demokrasi olmadan bu çatışmaları önlemek mümkün değil. Önce insan olduğumuzun farkında olmamız lazım, insani değerler önemli.
4 / Mahmut Emin Avcı: Mehmet Bey’in özgürlükler ve insan olmak temelinde demokrasiden bahsetti. İşte tam burada demokratik özerklik giriyor devreye. Cumhuriyet’in kuruluşunda hakim olan tekçi anlayış bu güne, bu bölgenin kadim halklarını ve inançlarını, farklılıklarını yok sayarak ve birbirine karşı kışkırtarak geldi. Bu zihniyete karşı Türkiye halkları ve demokratik sivil örgütleri, tarihi birikimleri ve mücadeleleri sonucu bazı kazanımları elde etmiştir. Ezilenler, emekçiler, kadınlar, gençler ve her alanda baskı gören farklı halklar ve inanç grupları olarak birlikte ve eşit yaşam temelli demokratik ulus anlayışını geliştirme kararlılığı ve mücadelesini vermişlerdir. Bu çoğulcu anlayışla verilen mücadelenin demokrasiyi gerçekleştirecek, yaşadığımız coğrafyayı hepimizin ortak vatanı kılacaktır. Türkiye’de iki program ve yönelik karşı karşıya gelmiştir. Bunlardan biri farklı halkları, kültürleri, inançları, kimlikleri Türk tipi başkanlık sistemi adı altında tek adam yönetimine, tekçiliğe ve parlamentonun etkisizleştirildiği, biata zorlayan bir zihniyettir. Diğeri ise demokratik cumhuriyet mücadelesi veren etkili, demokratik bir sistemi, adem-i merkeziyetçi yönelimi savunan, güçlü yerel demokrasiyi destekleyen, yerel ve yerinden yönetimi özerk yönetimler bütününü destekleyen zihniyettir. Tekçi anlayışla yönetilen ülkemizde, bazı kesimlere yönelik uygulamaları örneklersek; Alevi köylere cami yaptırılması ve imam atanması, belde köy arazilerinde halkın muhalefetine rağmen maden aramaları, baraj yapma teşebbüsleri, yerellerde yer isimlerinin değiştirilmesi, ölü yatırımların yapılması. Bu mecliste ülkemizdeki ve dünyadaki siyasi gelişmelere farklı gözlerle bakan örgüt temsilcileriyle birlikteyiz, birbirimizle önyargısızca konuşuyoruz. Bir ortak yanımız var; hepimiz Ankaralıyız. Yerinden yönetim hepimizin sokağı, kenti hakkındaki ortak sorunları dile getirmektir, hemşerilik bilincidir. Birlikte ortak yaşamın bilincine varmamız lazım. Yani demokratik özerkliğe doğru yerel yönetim alternatif çalışmaları.
Oya Özden: Arkadaşımız bu çatışma ortamının hem nedenini hem de çözümünü söylemiş oldu. Bunun üzerinden de gidilebilir. Ama demokratik özerklik açıklamalarının şu an yapılması, yapılış tarzı topluma yansımalarıyla ses getiren açıklamalar. Batı’da ve Doğu’da farklı algılanan açıklamalar.
5 / Rıza Sümer: İnsanlar, örgütlenme, işbirliği ve iletişim kanallarını açtığı takdirde, şiddeti ve insanın bugüne taşıdığı vahşeti önlemek mümkün olabilir. Tüm değinilen konuların temelinde şiddet vardır. Hoş görünen bir kesim, güvenilir bir kurum göremiyorum. Biz yeni yılı kutlamadık. 31 Aralık’ta bir açıklama yaptık. Saat 00:00’da 30 saniye herkes televizyonu, radyoyu ve elektriklerini kapatsın dedik. Bir tepki koymamız gerekiyordu. Şiddetsiz bir tepki koymamız gerekiyordu. Bazı insanların yeni yılı coşkuyla karşılamaya, eğlenmeye hakkı yoktur. Tüm eğlence yerleri, dünyadaki şiddete ihanet edecek şekilde eğlenerek coşarak geçirdiler. Birçok evde ölüm acısı, ölüm korkusu yaşanıyor. Buna dayanarak biz yılı kutluyoruz. Bunu gerici bir yaklaşım olarak düşünmeyin. Şu anda güvenilir bir kurum yok. biz iletişimi ve işbirliğini güçlendirmeliyiz. Aileleri sürece katarak şiddete karşı seferberlik başlatmadıkça yeni acılar eklenecek. Ölen gençler Türkiye’de kan davasını katlayan nedenlerdir. Barış için kanın durması, silahların susması lazım. Mucizeyi kendimizden bekleyelim, bu toplantıların dışında bu sivil girişimi, barışı kamu kuruluştan beklemeyelim, gönüllü demokratik kuruluşlar olarak bizler yapacağız. Şiddeti biz engelleyeceğiz. Canlara değil silahlara veda etmenin çözümünü bulalım.
Oya Özden: İnsanlar doğu ile batının ayrıştığından ve bir iç savaş yaşandığından, duygusal kırılmadan söz ediyor. Yılbaşında ana akım medyayı takip ettim acaba abartacaklar mı diye ama bu sefer temkinliydiler. Orada insanlar yerlerinden oluyorlar, ölüyorlar; biz burada umarız yılbaşı kutlamaları saçmasapan bir hal almaz gibi bir psikoloji içindeyiz.
6 / Belgin Çelik: Bir bomba ile Ankara’da kimse sokağa çıkamadı. Polisler garda neredeydi, Suruç’ta neredeydi milli teşkilatımız? Şuraya bile bir milletvekili getiremiyoruz, bizi yok sayıyorlar, bizi dinlemeye tahammülleri yok. Doğu’da sokağa çıkamıyorlar. Suriye’yi, Irak’ı unuttuk, kendi toprağımızdaki ölümlere üzülüyoruz. Daha kötülerini yaşıyoruz biz burada. Bunu yılbaşı gecesine indirgeyemeyiz. Bu ülkenin her dönemi zulüm. Bu iktidarla, bu güçle 2016’dan ne bekleyeceğiz? Cumhurbaşkanı, başbakan, hükümet başka konuşuyor. Bugün komşu komşuya düşman oldu. Kürt diye bir insanı istemiyorlar. Dostluk, kardeşlik bitti. Bugün şehit bir askerin çocuğu, Kürt gerillanın çocuğu ile düşman olarak büyüyecek. Bu toplumu nasıl barıştıracağız? Acilen demokrasi, barış gerekiyor. Dün barış sağlandı, bugün neden bombalandı; bunu anlamış değilim.
7 / Nilgün Nazilli: çatışma bitmez. Haziran seçimlerinden bu yana hangi çatışma konuları çıktı; PKK, IŞİD, Rusya ile olan kriz, paralel yapı, sıfır komşu, Suriyeli mülteciler… hangi birini bitireceğiz? Öncelikle PKK operasyonları, Doğu’nun durumu. 2 milyon Suriyeli mülteci var, bugün görmüyoruz ama 2-3 yıl sonra asıl toplumsal çatışma büyük kentlere de sıçrayacak. Kızılay’da metrodan buraya gelene kadar en az 5 tane dilenen çocuk gördüm. Bu çatışma ortamını kim nasıl başlattı, hepimiz biliyoruz. Bunu çözecek mercii TBMM ama oradaki iktidar partisi bu çatışmaları köpürten yapıda. Ana muhalefet partisi kurultay derdine düşmüş durumda, muhalefet nerede kaç delege çıkartırım diye düşünüyor. MHP AKP’nin gerektiği yerde koltuk değneği misyonunu üstlendi. HDP, seni başkan yaptırmayacağız noktasından hangi tip başkanlık sistemini tartışmaya geçti. Basın deseniz, özgür medya kavramı yok. yargı tamamen yok oldu, güçlü yapıda STK’lar yok. bu birlik sağlanamadıkça STK’ların bir araya gelip toplu ses çıkarmaları mümkün değil. PKK ile sorun, demokratik özerklikle çözülür söylemi var bugün. Demokratik özerklik ülkenin doğusunda kurtarıcı bir kavram olarak görülürken Batı’da fantezi olarak görülüyor. Doğu’daki çatışmalar körükleniyor, yeni mezun polisler 24 bonus maaşla doğuya gönderiliyor. Daha fazla kan, daha fazla ölüm. Suruç’un failleri, Ankara’nın failleri, Elçi’nin failleri bulunmadı, bulunmaz. Çatışma bitmeyecek, iktidar istemedikçe. Haziran’dan Kasım’a kadar bu çatışmaları köpürttü ve oyunu arttırdı. STK’ların yapabilecekleri konusunda ümitsizim. Burada bir araya geliyoruz ama sonra birbirimizle diyaloga geçmiyoruz. Barışın yolunu açacak toplumsal tepkiye dair sinerjiyi yaratabileceğimiz kanısında değilim.
8 / Mahmut Konuk: 30 Aralık’ta Diyarbakır’a gidenler arasındayım. 108 kişiydik. O barikatları, çatışma izlerini, savaş manzarasını, silahları, nakliye araçlarını, tankları gördüm. O barikatlardaki çocukların çoğu taş atan çocuklar. Biz onları aldık hapislere attık, orada işkence gördüler, tecavüze uğradılar. O çocuklar bugün polisin sokaklarda girip kitlesel tutuklama yapmasına izin vermeyecekler. Gültan Kışanak’ı da konuşturmadılar o çocuklar. Yaptığımız görüşmelerde, 50-60 kişi dışında dağdan gelen gerilla yok. 200-300 tane 15-20 yaşında taş atan çocuk var, onlarla birlikte 2000 kişi kadar aileleri var. Terk etmiyorlar orayı. Onlar 3 sene bile orada kalsalar kimseyi öldürmeyecekler. Onlar otoriteye boyun eğmedikleri için onlara savaş açılıyor. Yarın savaş uçakları da devreye girecek. Bizim burada bir ses çıkarmamız gerekiyorsa, o çocukları da bu hale getiren devlet, bugün çatışmaları tırmandıran da devlet. Bunlara dur demeliyiz. Biz barış sürecinden zarar gördük deyip savaşı tırmandıran bir iktidar ve kendini sultan ilan etmek isteyen bir despot, diktatör var karşımızda. Burada ekmek parası için asker, polis olan çocuklarla, o barikatlarda, hendeklerde taş atan veya öldürülen çocuklar arasında bir fark yok. Özü itibariyle farklı ama iki tarafı da ezen bir canavar var. Paralel yapıyı ortadan kaldırıyoruz diyerek eski devlet otoritesi ihya ediliyor. Derin devlet yapılanması orada savaşı tırmandırıyor, Erdoğan da buradan başkanlık devşirmeye çalışıyor. Bizim basın da bir şey söyleyemiyor.
Oya Özden: 108 kişinin içinde akademisyenler, sinema sanatçıları, müzisyenler, yazarlar, çizerler vardı. Tek bir haber olmadı. O insanlar orada ne olduğunu öğrenip topluma anlatmak istediler. Barikatları aşan ilk grup kendileri. Ancak hiçbir haber yapılmadı maalesef.
9 / Onur AKDOĞAN: Konuşmalarda bir diktatör vurgusu var. bu konuda hepimiz hemfikiriz. Bunun bir de sonuçları olacak. En başta psikolojik sonuçları var, ayrıca sivil toplum ve insan haklarına dair sonuçları var. Şu anda o bölgede TOG ve TEGEV çalışmalarını durdurmuş durumda. Orada insan hakları, kadın, gençlik, sağlık hakları üzerine hiçbir çalışma yok. Geride kalanlar ne olacak hiç kimse bilmiyor. Biz nedenleri konuşurken, sonuçları da nasıl değiştirebiliriz, bizler birlik olarak neler yapabiliriz, bunları konuşsak daha etkili olabilir bence.
10 / Servet Kıraç: Milletvekili beyefendi gelmemiş. Bu tarz insanlarla diyalog yolunu nasıl açarız, bu kadar karşıt görüşleri nasıl konuşturabiliriz kısmına bakmak lazım ki bir yerlere gidebilelim.
Oya Özden: Nedenini çok konuştuk, şimdi sonuç ve çözüm önerileri üzerine konuşmamız lazım arkadaşlar.
11 / Hürdoğan Aydoğdu: Burada bize sorulan, önerilen bir şey var. Bitmeyen çatışma ve toplumdaki etkileri; konuşmamız gereken bu, biz çok başka şeyler konuşuyor, asıl konudan uzaklaşıyoruz. Doğu ile Batı’yı farklı etkiliyor bu olanlar. Bakış açınıza ve siyasi görüşünüze göre etkiliyor. Bazıları olanlara alkış tutarken, bazılarının içi kan ağlıyor. Okudukları gazetelere, izledikleri kanala göre farklı etkiliyor insanları olanlar. Ekonomik olarak nasıl bir durum var? Örneğin sınırların kapatılması şu anda 10 bin şoförü etkiliyor, ekonomik bir kayıp da var burada.
12 / Haydar Koygun: Yaşanan bir savaş ve yansımaları var. toplum beyin olarak ayrışıyor. Medya ve aydınlat toplum bölünüyor mu diye tartışırken bir şeyi kaçırıyorlar. Oraya gelen bir şehit cenazesi, oradaki insanları Kürt kökenli insanlara düşman ediyor. Kürk kökenli insanlar da diğerlerine düşman oluyor. Batı’daki topluluklara bunu anlatmak lazım. Bunun için de Batı kökenli aydınların bu işe ciddi el atmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu savaşın kimlere yaradığı, kimlerin işine yaradığı anlatılmalı. Sokaklar, alanlar bizim, aydınlara görevler düşüyor.
13 / Ömer Özaydın: Ortadoğu sürecinde gelişen bir denklem Türkiye’ye de yansıyor. Türkiye’nin sürece dahil oluşu sadece hükümetin sorumluluğu değil, sistemin de kendisini bu minvalde görmek istememesinin ve güce tapınmasının bir sonucuydu. Türkiye’deki Kürt topluluğu, statüsüz bir şekilde yaşayamayacaklarını politik bir şekilde de dile getirmeye başlamışlardı. Sistem bu sorunu çözebilecek bir yaklaşımla, çözüm sürecine girdi. Bira da Kürtleri aldatma yoluyla, onları razı etmeye dönüktü. Bunlar tutmayınca işler sarpa sardı. Yeni bir coğrafya yeni baştan dizayn ediliyor ve bunun da çok demokratik yollarla olabileceğine dair umutlarımız tükenmiş durumda. Çatışmalı bir ortama sürükleneceğiz bu dizayn için. Umarız daha fazla acılar çekilmeden, demokratik gelenek, teyamüller ve demokratik bir yönetim tarzına evrilir süre. Artık yukarıdakilerden umudu kesmiş durumdayız, sivil toplum harekete geçmeli. Daha fazla bedel ödemeyi düşünmüyorsak, harekete geçmeliyiz.
14 / Mehmet Ali Koçkaya: Türkiye’de temel sorun bir sistem sorunu. Adil, şeffaf, sorgulanabilir bir sistemin olmayışı, sosyal adaletteki sistemi de bozuyor. Seçim sistemimizde seçilen vekilin kendini başkanına karşı sorumlu hissedip halkına karşı sorumlu hissetmemesi, sorundur. Sistemin değişmesi gerekiyor. Vekiller gelmiyorsa, bizim onlara gidip raporlar sunup, bunları da halkımızla paylaşmamız gerekiyor. İstemin mağdurları kişi ve kuruluşlar, sistemi ele geçirdikleri zaman yeni mağdurlar yarattıklarını görüyoruz, tarihte de bu böyle. Gücün büyüsünden ve sistemin buna müsaade etmesinden kaynaklanıyor. Bunun önüne geçmek için şeffaf, sorgulanabilir bir sistemin konulması gerek. Temel gıdanın pahalı olması da bir adaletsizliktir.
15 / Aydın Şimşek: Kürtçe savaştan, Türkçe ise darbeden zarar görmüştür. Darbeci ve savaşçı dil, ölümün dilidir. Bugün konuşamaz halimizin nedeni dilimizin sivilleşmemesidir. Bilmediğimiz sözcüklerle düşünemiyoruz. İki derin dil (Türkçe-Kürtçe) bizi yaralıyor. Yeni dili bulmalıyız. Yıllardır süren savaş Türk ve Kürd’ün kendi edebiyatını, ölümlerini ve acısını yarattı. Savaşan taraflar kendi yaralarına bakıyor. Fırat’ın doğusunda sıkılan her kurşun, Fırat’ın batı yakasında Türk Milliyetçisi olarak geri dönüyor. Türk mahallesinde Kürtçe konuşmak imkânsız hale geliyor. Halkların bir arada, gönüllü birlikte yaşama koşulu ortadan kalkıyor. insanlar öldürülüyor, işyerleri ve parti binaları yakılıyor… Devletin kendi dağlarını ovalarını ve Kürt gençlerini ve vatandaşını öldürmesi, savaşan bir neslin oluşmasına neden oluyor. Bu çatışma ve savaş, sokakta ölen annenin, 7 gün çatışmanın ortasında kalması ve çocukları tarafından pencerede seyredilmesidir. Bu topraklarda Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin ve bütün ezilen halkların, egemene karşı hissedecekleri duygusal kopuşların her çeşidini, tüm yüreğimizle anlamak zorundayız. Yaşamın dilini sivilleştirmeliyiz. Sivil alanları mümkün olduğunca genişletmeliyiz. Bunun için; Eğer demokratik devleti savunuyorsak, anayasasında dinsel ve etnik kimlik tanımlaması olmamalıdır. Çok etnisiteli çok kültürlü ve çok dilli toplumsal doku, kan birliği üzerine kurulmuş bir ulus tanımlaması ile açıklanamaz.( 66. madde: Türk devletine Anayasal bağla bağlanmış her vatandaş Türk'tür.) İki halk (Türk-Kürt), iki dil (Türkçe-Kürtçe) birbirini düşman olarak görmemiştir. İç savaşın çıkmamasının en önemli nedeni, bu ülkenin tesellisi durumundadır. Bunu bilince çıkartmak ve gereğini yapmak önemlidir. Kürtçe, siyasi şiddetle arasına mesafe koymalı. Demokratik, siyasal koşulları tercih etmelidir. Demokratik siyasetin ve dilin önünü açmalıdır. Devlet ise, Kürtçe üzerindeki operasyonları durdurmalı, Kürdçe’nin anlatmak istediğine ve taleplerine dikkat kesilmelidir. Devlet olmanın sorumluluğuyla özgürlük ile güvenlik arasındaki dengeyi kurmalıdır. Çatışmanın çocuklar üzerindeki etkisine bir örnek vermek isterim. Darbeden ve savaştan arınmış bir dille, Türk’ün Türk, Kürdün Kürt, Rum'un Rum, Ermeni'nin Ermeni, Alevi’nin Alevi olduğunu kabul etmeliyiz.
16 / Süleyman Özyürek: Ne istiyorsunuz sorusu çok soruluyor? Buna en son yapılan toplantıda 14 maddelik bir cevap verildi: Eşitlik, adalet ve yerinden yönetim istiyoruz; ama bunu da sadece kendimiz için değil, tüm Türkiye için istiyoruz denildi. Kolombiya’da 1948’den beri süren bir mücadele var. 2016’da bu sorunun çözülmesi için başlangıç yapıldı. Bizdeki gibi değil, oraya herkesin katılması sağlandı, belirli bir süre de tanındı. Bizim görüşmelerimize baktığımızda ortaya konan hiçbir somut şey yok. Barışı sivil toplum öğütleri getirecektir. Ancak sivil toplum örgütleri de savaşan taraflardan birinin sözcülüğüne de soyunmamalıdır.
Soru / Türkay Asma: Çocuk İhmalini ve İstismarını Önleme adına ben de bu soruları sordum. Aldığım cevaplar çok güzeldi. Barış nedir, birbirine sarılmak, birbirini sevmektir gibi yanıtlar alıyorduk. Bunlar okul öncesiydi ancak ilerledikçe bu soruya doğru düzgün yanıtlar alamıyorduk. Ben büyüyünce polis, asker öldüreceğim oluyordu. Çok büyük psikolojik, sosyolojik, ekonomik sorunlar var evet. Barışı hep beraber yaşatmayı hep birlikte çözemez miyiz? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yanıt / Aydın Şimşek: Hem devlet hem muhalif ve sol örgütler, hem de Kürdistan açısından baktığımızda; barışın diliyle konuşamamamızın nedeni şudur; bir tarafta barışa yönelik kavramları kurduğunuz zaman devlete karşı ve ihanetçi olmanız söz konusu, bir tarafta da teröristlerden yana mısın konusu var. bizim partnerimiz HDP’dir ama ben hep yazıyorum, demokratik siyasetin alanı genişlemeli diye. 7 Haziran ve sonrasında şiddetten emen zemin HDP’yi daralttı. Barış konusunu İmralı ve Tayyip Erdoğan’ın arasından çıkarmak lazım. Barış savaşan taraflar arasında yapılır ama topluma mal etmek, batı yakasında Kürt mahallesinde Türk mahallesinde ettiğin lafların yan yana gelmesiyle ilgilidir. Özyönetim meselesi haktır, taleptir ama bunun nasıl olacağına benim şerhim vardır. Silahla bunu gündeme getirdiğinizde bu devrim sorunu mudur, ulusal kurtuluş mücadelesinin alanına mı girer? O çocukların söylediklerini de temel almalı. Bizim barışı amasız, fakatsız söylememiz lazım. Sol metinlerin PKK’ye seslenmeyen, devlete vuran metinler olduğunu düşünüyorum, bizim PKK’ya da seslenmemiz lazım. Gerilla yaratıcı işler yaptığında pratik siyaset değer yaratıyor. Şimdi ise sınırlarına hapsedilmiş durumda. Fay hatları yarılmaya başladı. Savaşın diliyle biz özerkliği külliyen kuramayız. Bu talepler silahlı mücadelenin talepleri değildir. Silahlı mücadeleyle, 40 yıl birbirine üstünlük sağlayamamışsan, 40 yıl sonra öz yönetimi, başka ek bir gücün yoksa, bu karşılıklı öldürmeye dönecek. Gerilla ile devlet biz ne dersek diyelim, savaşmaya devam edecek. Kürt sorunu devrim sorunu değildir, demokrasi sorunudur. HDP ile bunu çözme şansımız var ama şiddetle, batı yakasının bölünme korkusunu yenmemiz çok zor.
YEREL KONU: Ankara’nın Bitmeyen Ulaşım Sorunu
KONUŞULANLAR:
1 / Fulya İnci: 2014 Kasım ayında Ankara Ulaşım Platformu’nu oluşturduk. Ankara’nın çok fazla sorunu vardı çünkü. Fazla bileşeni olan bir yapıyız. İçimizde Ankara Barosu, Mühendis Odaları, Gezi sürecinde doğan çok sayıda mahalli örgütlenmeler var. Sağlık sorunu olmayan bireyler olarak bizler ulaşamıyorken, engelli grubundaki arkadaşlarımızın imkansız hale gelene ulaşımı, kaldırımların yüksekliği nedeniyle yaşlıların ulaşamayışı, bisiklet yollarının olmayışı, trafiğin planlanmamış olmasından kaynaklı sorunlar üzerinde hemfikir olduk. Hukuki mücadele vermek ve sorunlarımızı çözmek üzere toplandık. Birkaç etkinliğimiz oldu, eylem yaptık ama bunların medyada çok büyük yankısı olmadı. Ancak ulaşım ana planı Gazi Üniversitesi’ne tamamlatıldı. 2038 vizyonlu bir ana ulaşım planı hazırlandı. Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası’nın teknik itirazları vardı ancak çok da dikkate alınmadı. Sorularımızı ilettik ancak yanıt gelmedi. Tek tek mahallelerde toplantılar yaptık. Halen talep olduğunda neler yapılması gerektiğini anlatıyoruz. Hukuki makyajlamalar oluyor ancak nitelikli şeyler yapılmıyor. Büyükşehir belediyesine ulaşmak istiyoruz ancak muhatap bulamıyoruz. Çözüme dönük hala bir çalışma yok.
2 / Cemalettin Gürler: Ankara Ulaşım Dayanışması bir ihtiyaçtan doğdu. Tüm sosyal, siyasal taleplerin başından başlamışız. Metrolarda çok sıkışık gidiyoruz, mahremiyetimiz yok şikayeti var, Ankara metrosu kapasitesinin ancak üçte birini kullanabiliyor. Ortada bir sistem var, üçte bir verimli ve kullananlar memnun değil. Biz sadece yolcuları tartışmıyoruz, vergi hukukunu tartışıyoruz. Ankara’da bir minibüsün mülkiyeti 6 milyon lira. Miami Beach’te orta halli bir villa 250 bin dolar. Yani Ankara’daki minibüsü sattığınızda 8 villa alabiliyorsunuz. Güvenpark’taki minibüsler, Miami Beach’i satın alıyor; tartıştığımız konu bu. Bunların vergisi ise ayda 180 lira civarında. Ayda 30 bin lira kazanıp 180 lira veriyor çünkü esnaf sayılıyor. 4 milyonu olan kişiye esnaf denir mi? Minibüslerde bozuk para kullanılıyor, neden karta geçilmiyor çünkü o zaman takibi yapılabilir, o kadar büyük bir rant var ki, bunu vergilendirdiklerinde kıyamet kopar. AUD olarak hesapladık, ortada büyük bir rant dönüyor ve bundan etkilenen insan sayısı 300 binden fazla. Ankara’daki otobüs ve minibüsçü kesimi desteğini çekmiş olsaydı, kesinlikle Gökçek kaybederdi. O araçlarda çalışanlar saat 4.00’te minibüsü teslim alıyor, akşam 00:00’a kadar çalışıyor. İnsani değil ve onların hiçbiri SGK’lı değil. Ölseler kimsenin umurunda değil. Şentepe’ye yapılan teleferik neden yapıldı? Normalde tüm ulaşım yollarından ulaşamadığınız bir yer varsa başvurulan bir yöntemmiş teleferik. Ama Şentepe’ye yapılmazmış normalde. Bunun hiçbir açıklaması yok. Metroları kullanan kişilerin eğitim seviyesi hakkında bilgi sahibi miyiz? Ankara’nın taşımasından sorumlu olan adamın kaç yıllık üniversiteden mezun, biliyor muyuz? Bir oyun oynanıyor. Ankara’da toplu ulaşım 22:00’de bitiyor, bu da 21:00 itibariyle bulunduğunuz mekanı terk etmeniz gerektiği anlamına gelir. En muhafazakar il olan Konya’da bile tramvayın 24 saat hizmet verdiği yazıyor üzerinde. Doğu’da da gece 00:00’ye kadar dışarda ve tüm kadınlar dışarda. Ankara’da insanları eve tıkmak gibi bir dert var.
3 / Mahmut Emin Avcı: Taksiyi hiç konuşmadık. Bulvarlarda taksiler otobüs duraklarında hiç durdurulmazdı. Şimdilerde duruyor ve otobüslere yer vermiyorlar. Milli Müdafaa yeniden ulaşıma açıldı ve taksi durağı oluşturuldu ve yayalara kapatıldı. Bunlar da taksi odalarından kaynaklanıyor. Gökçek odalarla sıkı ilişkide, siyasi destek alıyor onlardan, bu nedenle bu tavizi veriyor onlara. Gökçek’in gözünü rant bürümüş. Kent merkezinde yayalara yürümeyi zorlaştıran çalışmalar var. Kolej’e büyük saksılar dikildi, amaç miting alanlarını yok etmek. 22 yıldır metro tam manasıyla yapılmış ve çalışmakta değil. Kentsel dönüşüm ve ulaşım, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetki alanında ve hükümet rantı bu yolla alıyor.
Oya Özden: Gökçek’in yaptıkları ortada ama o gider yerine başkası gelir. Sistemi konuşmak gerek.
4 / Nilgün Nazilli: Metro üçte bir verimlilikte kullanılıyor dediniz. Bunun nedeni nedir?
Cemalettin Gürler: Erhan Encü Bey’in bir çalışması var. Her şey uygun olduğunda bile şu andaki yönetimle üçte bir randıman alıyor yani sistemi yönetemiyorlar. Ankara’da bir ay sinyalizasyon olmadan metro çalıştı. Bu, katliama davettir. Metro aracını kullananların mühendis olmalı oysa üniversite mezunu bile değiller.
Nilgün Nazilli: Ulaşım sorunu içinde son dönemde başlayan bir seksist uygulama var; öğrenci-bayan, öğrenci-erkek. Buna nasıl bir karşı duruş sergileyebiliriz? Çayyolu bölgesinde çevreden merkeze metro seferleri var ama o çevre içinde ulaşım sıfır. Ya taksiyle ya iki ulaşım aracıyla gidersiniz. Bu konuda nasıl bir çalışmanız var?
5 / Türkay Asma: Ranttan, vergi kaçırmaktan bahsettiniz. Tüm bunlar bizim yasalarımızda, uluslararası sözleşmelerimizde teminat altına alınmış. Peki siz platform olarak bu tespitlerinizin ortadan kaldırılması için ne gibi çalışmalar yaptınız?
6 / Mahmut Konuk: Ben vatandaş olarak Çayyolu metrosunu kullanarak eve gitmek istedim. Saat 23:30’a kadar servis var deniyordu ama yoktu. Aradım, o gün görevli arkadaş gelmemiş, şikayetinizi değerlendireceğiz dediler. Bir hafta sonra 23:30 aracı kaldırıldı, 22:00’de bitti ulaşım.
7 / Servet Kıraç: İki sene önce Gökçek’in talimatıyla bir haftalık gece otobüsü denemesi başlatıldı. Çok duyurulmadı, yeterli katılım olursa devam edecek denilmişti. Otobüse bindiğimde tek kişiydim, dolayısıyla devam etmedi. Bazı iletişim araçlarını kullanamıyormuşuz gibi geliyor. Ben şu ana kadar ulaşımla ilgili resmi bir dilekçe imzalamadım, bilmiyorum platform bugüne kadar nasıl bir yol izlemişlerdir. Biz bir öğrenci topluluğu olduğumuz için içimizde şehir bölge planlamadan arkadaşlar da var: Gece otobüsleri gelmedi, metro ve otobüsler arasında bütünleşik sistem oluşturulmalı, ring seferleri yapılmalı, Söğütözü-Aşti bağlantısı açılmalı. Dolmuşlar kaldırılmalı ve yerini kartlı otobüsler almalı. Ankara kartta aylık belli ücretlere geçilmeli ve öğrenci indirimi uygulanmalı. Bisiklet yolları yapılmalı, yaya öncelikli sistemlere geçilmeli. Gereksiz üst geçitleri kaldırılmalı ve yaya geçitleriyle trafiğin yoğunluğu azaltılmalı. Sadece trafikte kırmızı ışıkta geçen araçlara değil yayalara da ceza uygulanmalı. Gereksiz trafik ışıklarından yollar arındırılmalı. Yolların derece standartlarına göre genişlikleri yeniden ayarlanmalı. Trafik yolu öncelikli değil, raylı sistem öncelikli yeni yollar yapılmalı.
8 / Belgin Çelik: Ben her sabah evden çıkıyorum, önümde kaldırımda araba duruyor. Bir yetkili yok. Biraz daha gidiyorum, engelliler için sarı şeritler yapılmış, bir parçası var, bir parçası yok. Engellilerin yollarına son model arabasını çekmiş adam, napayım arabayı çekecek yer mi var diyor. Bizim önce bu kafaları değiştirmemiz lazım. Ankara içinde sevdiğim tek araç Belko, çok kibarlar. Ama metroya binince hava alamıyorum, temizlik de yok, leş gibi kokuyor. Otobüs firmalarının servisleri kalktı, belediyenin araçları var; insanlarla burun buruna gidiyorsunuz. Kaldırımda yürüyemiyorum, arabalar kaldırımı işgal etmiş. Bilinç yok. Üst geçitlere bakın, oradan insanlar geçmiyor, kimse kullanamıyor. Biz sorgulamayan ümmetçi bir milletiz, “padişahım çok yaşa” dedikçe böyle yaşamaya mecburuz. 20 yıldır kamburlarımızla yaşayıp gidiyoruz.
9 / Nazik Akyüz: Toplu taşıma araçlarını kullanan şoförlerin ruh sağlığı çok önemli, eğitim düzeyleri, tecrübeleri çok önemli. Psikolojisi kötü, tahammülsüz insanlarla karşılaşıyoruz. Bu durumda aklıma Özgecan geliyor. Gerçekten tüm toplu taşıma araçlarındaki şoförlerin kesinlikle düzenli olarak doktordan ruh sağlıklarının yerinde olduğuna dair rapor almaları gerekiyor. Bu yetkinin denetim altında olması gerekiyor.
Cemalettin Gürler: Belediye otobüsü şoförleri denetleniyor ama minibüs şoförlerinde öyle bir şey yok çünkü kayıtlı değiller. Sabıka kaydından haberimiz yok. Cinsel suçlar genellikle mükerrer suçlardır. Özgecan davasında da öyle. Adamın öncesinde de var. Otobüslerdeki denetim de çok göstermelik. Minibüs şoförleriyle ilgili çok daha ciddi bir neşter atmak lazım.
Nazik Akyüz: Şoförler maddi açıdan tam olarak tatmin oluyorlar mı, yetersizlikleri ne düzeyde; belki bunlar da etkili oluyordur ruh sağlıklarının bozuk olmasında. Metroların 22:00’den sonra çalışmaması hayatımızı çok ciddi anlamda etkiliyor.
Mahmut Konuk: Ben taşeronlaşmayla ilgili bir araştırma yaptım. Belko – Buksaş işçileri, Yüksek İhtisas Hastanesi işçileri ve Çankaya Belediyesi temizlik işçileri. Buksaş işçileri günde 12 saat çalışıyorlar, sözleşmeye göre almaları gereken paranın yarısı işçiye, yarısı Buksaş’a gidiyor. Şoförler asgari ücretin altında para alıyorlar. Bu koşularda çalışmayı kabul eden bir şoförün nasıl bir şoför olacağını siz hayal edin.
Mahmut Emin Avcı: Bu gibi firmalar belediyenin yan şirketleridir. Belediye bu insanlarla hizmet sözleşmesi yapıyor. Ana binada devlet memuru konumunda çalışılan yerlerde şu anda hizmetliler var, evrak tanzim ediyorlar. Ama ödemeleri Buksaş tarafından ödeniyor. Çalışan personel de sözleşmeli, çalışıyor, asgari ücret alıyor, garantileri yok, üzerlerinde çok iş var.
Süleyman Özyürek: Ana arterlere baktığımızda bunlardan biri Ayaş Yolu, İstanbul Yolu. Ayaş yolundan Akköprü’ye gelinceye kadar dört beş tane alt geçit var. Altgeçitlerin amacı trafiği çözmek, Eryaman’da var, Batıkent’te var; altı tane falan var. Akköprü’de gene de trafik sıkışık. Bu alt geçitlerin maliyeti ne kadardır diye bir soru aklıma geldi. Bu ana anterler üzerinden açıktan gidecek bir ray sistemi nasıl yapılabilir ve taşımacılığı nasıl sisteme sokar? Taşımacılığın temel maddesi akaryakıt ithal ettiğimiz bir şey ve en büyük cari açık yaratan unsurlardan biridir. Maliyet hesaplanırken buna da dikkat edilmeli. Bugün ekolojiyi bozan, hava kirliliğini yaratan şeylerden biri de egzoz gazlarıdır. Bir yandan ülke ekonomisi açısından cari açığı artırıyor, ülkenin ekosistemini bozuyor, alt geçitlerin yapılması da yandaşlara verilen bir kar payıdır. Ana arter üzerindeki sorunu çözmek için kamuoyu oluşturmalıyız.
Hürdoğan Aydoğdu: Bu kadar ulaşım sorunun nedeni; birincisi bugün için bir çözüm üretilmesi, on yıl sonra Ankara’da ne olacak öngörülmüyor. İkincisi de yapıların, insanları merkeze almadan yapılması. 15 cm kaldırımın ortasında direk var, yürüyemiyoruz. Ben yaya olarak yürüyemiyorum. Kızılay’da karşıya geçiş süreci yaya için 28 saniye, araç için 130 saniye. Bir yaşlı ya da engelli nasıl bu sürede karşıya geçecek. Kavşaklara konulan büyük sinevizyonlar var. Ben şoför olsam, oraya bakacağım diye birine çarparım, çarpsam da dava açsam, mümkün mü? Saat 22:00’den sonra ulaşım hakkımız yok, bu benim kişisel hayatıma müdahaledir, dava açabiliyor muyum?
Mehmet Ali Koçkaya: Ankara girdiği bütün yarışmalarda Avrupa’nın en iyi şehri çıkıyor. Duraklarda kalkış saatleri yok, ego diye program çıkarmışlar, akıllı telefonunuz olsa bile egonun saatleri yanlış. Bazı yerlere ulaşım aracı yok. Değnekçi diye tabir edilen otoparkçılar görülmeye başladı yine, özellikle Altındağ’da. SRC belgelerinin veriliş biçimiyle ilgili sorunlar var. Benim bununla ilgili bir şikayetim de olmuştu. Böyle bir sistem doğmuş ve ne yazık ki değiştiremiyoruz. Servis şoförleriyle ilgili ciddi olaylar yaşanıyor. Okul servisleri çok sağlıksız ve pahalı. Servis şoförleri ikinci bir servise çıkabilmek için çocukları bir saat erken alıyorlar evlerinden. Ciddi sinyalizasyon sorunları var, birçok insan yanlış ışıkta geçtiler diye yok yere ceza alıyorlar.
Fulya İnci: Mart 2014’te de katıldığımızda birçok sorunu konuşmuştuk. Sizlerin aktardığı sorunlar hala devam ediyor. Ulaşım hakkının içine o kadar çok şey giriyor ki. Metroyu getirdiği hatta ben metroyu kullanmama hakkım var. Otobüse binmek isteyebilirim. Bakış açısı şöyle; devletin ulaşım hakkını sağlaması gereken görevler var. belediyenin yapması gereken şeyler var. Devlet de belediye de kendi görevini özelleştirdi. Bizi özele mahkum etti. Ben kamu hizmeti almak istiyorum. Devletin vereceği hizmeti belediyeden almalıyız. Vizyonu biz koymuyoruz. Ankara Ulaşım Dayanışması bir ihtiyaçtan doğdu. Sizler geleceksiniz, AUD’u vizyonumuza koyacağız. Esas muhatabamız, devleti yönetenler ve yönetmeye aday olanlar. Çünkü onların belediyenin ve devletin içerisinde temsilcileri var. Bunlar bizim hangi haklarımızın nasıl edildiğini, yok edildiğini, haklar üzerimizden nasıl sömürüldüğümüzü takip etmeliler. Biz haklarımızı savunmalıyız. Biz siyasi kimliklerimizden arındırılmış bir şekilde çalışıyoruz. Temsilcilere bilgi veriyoruz, nasıl çalıştığımızı aktarıyoruz. Yine aynı sunumları sizlere de verebiliriz. Sorun bunun ötesinde birlikte hareket edebilmek kültürü. Hukuki mücadelenin arkasını bırakmama bilincini edinmeliyiz.
Cemalettin Gürler: Metro sistemi neden bu kadar kötü Çayyolu’nda onu anlatayım. İki tane daha metro durağı yapılması gerekiyordu, ancak seçim bahanesiyle iki durak önce bitirildi bu iş. Diğer mahallelerdeki insanlar otobüslerle Çayyolu’na taşınıyor ve otobüs yetmiyor. Otobüsler bomboş gidip gelebilir çünkü ulaşım bir kamusal hizmettir, kar amacı yoktur. Biz bu tür ihtiyaçlarımız için vergi ödüyoruz. Sinyalizasyon konusundaki tartışmalar bitti dünyada, bir tek bizde var. Artık trafiğin tıkanmaması ve yayanın geçmesi için süre ayarlayabilen sensörler var. Nitelikli ulaşım sadece klimanın çalışması değil, mahremiyet alanı. Yerel yönetim deneylerimiz bize şunu söyledi; tabandan örgütlenerek gelmem, AUD’un çıktığı yer Yenimahalle’de, 100. Yıl’da mahallelerde, üniversitelerde vs. toplantılardır. Biz bunu yaygınlaştırabiliriz ama sistem çok korkunç. Karşımızdaki yapılar çok mafyatik. Eğer burada bir zulüm yaşandığını düşünüyorsanız, bunun en önemli ayağı ekonomik rantlardır. Rant paylaşımı yerel yönetimlerin temel özelliğidir.
Aydın Şimşek: Arkadaşlarımızın iletmemi istediği bir haber var. Ankara Bisikletliler Ortak Platformu, Bisikletli Ulaşım Platformu ile birlikte bisiklet yönetmeliğini değerlendirerek Danıştay’a bir dava açmıştır. Buna Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi de katkı koymuştur. ABOP, aynı zamanda Ankara Ulaşım Dayanışması’nın bileşenidir.
Genel ulaşım sorunları, ulaşımın rant haline gelmesi (parasallaştırılması), Plansız Belediyecilik, Ulaşım Kültüründeki çarpıklıklar. Bu sorunların oluşturduğu sorunlar:
• Gürültü kirliliği // Hava kirliliği // karbon salımı ve iklim değişikliği
o Fiziksel ve ruhsal insan sağlığının tehdit altında kalması
o Flora ve faunanın tehdit altında kalması
• Trafik çarpışmalarındaki sayının artışı
o Tüm canlıların yaşam hakkının tehdit altında kalması
• Araç sayısının artışı
• Sosyal sorunlar (hızlanma, tükenme, yalnızlaşma, emek dostu kentten uzaklaşma)
Ankara Kent İçi Ulaşımındaki temel sorunlar:
1. Ulaşımın rant haline gelmesi (parasallaştırılması)
a. Belediye otobüsü hatlarındaki seferlerin azaltılması, iptal edilmesi.
b. Otobüs hatlarının özel kent içi ulaşım sistemlerine devredilmesi.
c. Motorlu araç trafiğinden elde edilen gelirler.
d. Site tarzı yerleşkeler, AVM gibi noktalara otoyol yapılması.
e. Motorlu araç trafiğinin odağa alınması.
SONUÇ: Yolların araçlar tarafından gasp edilmesi, daha fazla otoyol yapılması ulaşım hakkının yanı sıra yaşama ve sağlıklı yaşama hakkını gasp etmektedir. Ankara florasının (özellikle endemik bitkilerin yok edilmesiyle) ve faunasının varlığını da (başta yollarda ezilen canlılar olmak üzere) ciddi olarak tehdit etmektedir. Karbon salımının yükselmesiyle iklim üzerinde yarattığı olumsuz etkileri de burada vurgulamak gerekir.
2. Plansız Belediyecilik
a. Ulaşım planlaması merkezler üzerinde yapılmıştır. Kızılay ve Ulus olmak üzere tüm ulaşım akışı bu iki merkez üzerinden sağlanmaktadır. Bu durum yoğun zaman kaybına neden olmakta, belediye otobüs seferlerinin de azaltılmış olması nedeniyle insanların ya özel halk otobüsleriyle devam etmek ya da ‘balık istifi’ ulaşımlarını sağlamak zorunda kalmaktadır.
b. Şehir Planlamadaki merkezleştirme anlayışı ile önemli hizmet birimlerinin tek bir noktada toplanmasına (örneğin hastanelerin yoğun olarak Sıhhiye’de olması gibi) neden olmuştur.
c. İnsanların iş- eğitim ve ikamet noktaları birbirinden çok uzak kalmaktadır.
SONUÇ: Kompakt, rahat, yoğun toplu taşımacılığın sağlayabildiği, ancak bireysel araç kullanımının engellediği toplumsal paylaşım alanlarının hızla azalması, dolayısıyla yalnızlaşma olgusunun gündeme gelmesidir. Kentin hızlanması bireylerin tükenmesini hızlandırmakta, kentin emek dostu kent anlayışından uzaklaşmasına neden olmaktadır.
3. Ulaşım Kültürü
a. Toplu taşımanın küçük görülmesi (sınıfsal algı).
b. Bisiklet algısının gelişmemiş olması.
c. Motorize araç odaklı bakış açısı.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: Ulaşım haktır, ücretsiz veya her insanın ödeyebileceği bir tutarda olmalıdır. Ödeyemeyenlerin ulaşım hizmetinden yararlanma hakkı olmalıdır. Belediye bu hizmetinden “kâr” elde edemez. Belediye toplu taşıma hizmetleri daha fazla, daha yoğun, daha kısa hatlarda, mutlaka merkez bağlantılı olmayan ve bu şekilde merkeze yoğunluğu azaltan hatlarla, güvenli olmalı ve konforlu bir şekilde sağlanmalıdır. Yaşlı, engelli, bebekli, çeşitli farklı hastalıklara ve özelliklere sahip insanları da göz önüne alan tasarımı ve planlamasıyla yapılmalıdır. Alternatif taşımacılığa olanak sağlanmalı, bisikletli ulaşıma ağırlık verilmeli. Yaya trafiğinin yoğun olduğu noktalara araç girişinin verilmemesine dayanan planlama çalışmaları yapılmalıdır. Ankara BB’nin ısrarla yol yapması, yollarda hız sınırlarını arttırması kesinlikle durdurulmalıdır.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
340 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu