Yer : Belediye Meclisi Toplantı Salonu
Tarih : 01.06.2014
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
1- Muş Kadın Çatısı Derneği ( Nurcan ÇETİNBAŞ)
2- KURDİ-DER (M.Şafi Nergiz- Muş Şube Başk.)
3-Teknikerler Birliği ( Mehmet Işık- Muş Temsilcisi)
4- Muş Kadın Çatısı Derneği (Enise AKAR ÖZDEMİR)
5- Tük. Kor. Derneği (Sabahhattin KARADAĞ-Başkan)
6-ON-KO SEV.(Salih Yüce-Yönetim Kurulu Başkanı)
7-Sevgi Engelliler Derneği (Enise KESKEÇ-Başk. Yardımcısı)
8-Genç Çaba Derneği (Serkan Demir- Başkan)
9-Kalkınmada Kadın Emeği (Fatma ABEŞ)
b. Meslek Odalar:
c. Sendikalar:
1- Muş Eğitim-Sen (Mustafa DEMİRAYDIN-Şube Başkanı)
2- Şeker-İŞ ( Salih Aktı- İdari Sekreteri)
Belediye Başkanları :
Uzman
Maden Mühendisi ve İş Güvenliği Uzmanı Dilek Öğüt
Milletvekilleri: yok
Gözlemcİ:
1- HDP Muş (Robin ERDENCİ Eş Başkanı )
2- Belediye Çalışanları Ahmet ve Salih
Moderatör: Nurcan ÇETİNBAŞ
Medya:
Konular:
GENEL KONU: Soma’ın Ardından Türkiye’de İş Güvenliği
1-Dilek Öğüt : Öncelikle Soma faciasında meydana gelen kazayı bir maden mühendisi olarak aktarayım. Manisa'nın Soma İlçesi'nde, 301 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasıyla ilgili olarak iki savcı ve uzmanların hazırladığı ön bilirkişi raporunda
Raporun sonuç bölümünde kusurlu bulunan kişilerin soruşturma kapsamında gözaltına alındığı ardından da tutuklandıkları ortaya çıktı. Ocaktaki karbonmonoksit gazı seviyesinin sensörlerin en üst sınırı olan 500 PPM'e defalarca çıktığı ortaya çıktı.
Soma'daki özel maden firmasına ait ocakta geçen hafta salı günü yaşanan yangın sonrasında 301 işçi hayatını kaybetmiş, 486 işçi de yaralanmıştı. Olayın hemen ardından bir yandan kurtarma çalışmaları sürdüğü sırada bir yandan da iki cumhuriyet savcısı ile bilirkişi heyeti de ocakta incelemelerde bulunmuştu. Heyet incelemelerden sonra ön raporunu hazırladı. Rapora göre, ilk olarak ocağın bulunduğu alanda inceleme yapan heyet ardından ocağın içerisine girdi. Heyet ilk olarak ocağın yerin 1400 metre altına indi. Yeraltının ilk bin metresinin kömür değil, taş olduğu belirlendi.
Bin metrede bulunan trafoda inceleme yapan heyet, yangında taşıma bandının komple yandığını, yanmaya bağlı olarak madenin duvarlarında siyahlıklar olduğunu, tahta tahkimatların yanmasıyla da yer yer göçüklerin meydana geldiğini saptadı. Söndürme çalışmaları sırasında, madenin tabanında 40 cm'ye kadar su biriktiğini de tespit eden heyet, elektrik tellerinin dış yüzeyindeki plastik kaplamaların da yandığını belirledi.
Bilirkişi heyeti trafo ile ilgili hazırladığı raporunda, 'Yaptığımız teknik doküman incelemesinde ve ocağı girildiğinde, U-2 merkezindeki transformatörler yerinde incelendi. U-3 bölgesindeki transformatörlere ulaşılamadığı için incelenemedi. Tranformatör içerisinde patlayıcı, yanıcı yağ ve gaz bulunmadığı bilinmektedir. Tüm bunlara dayanarak kazanın bir transformatör patlaması diye adlandırılan bir cihaz arızasından kaynaklanmış olamayacağı kanaati oluşmuştur' denildi
Bilirkişinin raporunda, hava ile buluşan kömürde oksitlenme sonucu ısı açığa çıktığına da yer verilerek, 'Bu ısı uzaklaştırılmadığı takdirde de birikerek ocakta yangınlara neden olmaktadır. Kömürün kendiliğinden yanması sonucunda korbondioksit, karbonmonoksit ısı ve nem açığa çıkar. Bu parametrelerin izlenmesi ile kömürün kendiliğinden yanmasının tespiti ile sayıda ölçüm kaydı olduğu tespit edildi. Bu amaçla yeraltı maden işletmeleri adı geçen gazların ölçülmesi için sensörlerle donatılmıştır. Olayın meydana geldiği madende, 19 karbonmonoksit, 1 korbondioksit 19 metan ve 9 adet oksijen olmak üzere toplam 48 uzaktan algılama sensörleri ocağın çeşitli bölgelerine yerleştirilmiştir.
Özellikle kömür üretiminin yapıldığı alanda, sensörlerin yerleştirildiği tespit edildi. Kömürün kendiliğinden yandığını belirleyen karbonmonoksit gazı tarafımıza iletilen veriler üzerinde 2014 yılı mart ayından kazanın meydana geldiği zamana kadar incelemelerde, özellikle S ponosundaki 470 numaralı sensörde, madenlerde izin verilen azami konsantrasyon olan 50 PPM'nin üzerinde, çok sayıda ölçüm kaydı olduğu tespit edilmiştir. Bu sensörlerin yer yer 500 PPM'nin üzerinde kayıtlar yaptığı saptanmıştır.
İşin özü Türkiye genelinde iş güvenliği yasaları ve uygulaması sıkıntılı. Hapis cezası alan 5 iş güvenliği uzmanı acaba gerekli tedbirlerin alınması noktasında gerekli tedbirleri sözlü yada yazılı bildirmemişler mi? Yapılan araştırmalarda bakanlığın bu konu ile ilgili raporlarının yetersizliği ortada.
2-Mustafa Demiraydın: Dünyada her gün yaklaşık 1 milyon iş kazası meydana geliyor. İş kazası ve meslek hastalıkları sonucu her yıl 2,3 milyon insan, maalesef hayatını kaybediyor. 2010 yılında ülkemizde 62 bin 903 iş kazası ve 533 meslek hastalığı vakası meydana gelmiş. 1.454 çalışanımız iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmiş.
İş kazası veya meslek hastalığı ortaya çıktıktan sonra neler yapılacağı değil, iş kazası ve meslek hastalığının önlenmesi için atılacak adımlar esas almalıyız. Bu kapsamda işveren; çalışanları ile birlikte işin her aşamasında işten kaynaklı tehlikeleri sürekli olarak tespit ederek, muhtemel risklere karşı tedbir almalı.
Tüm işverenler; ilkyardım, yangınla mücadele, kişilerin tahliyesi, ciddi ve yakın tehlikeyle karşılaşılması gibi durumlar için önceden acil durum planı hazırlamalı. Acil durumlara hazırlık amacıyla tüm çalışanların katılacağı eğitim ve tatbikatlar yapılmalı. İşverenler; ilkyardım, acil tıbbi müdahale, kurtarma ve yangınla mücadele konularında işyeri dışındaki kuruluşlarla da irtibatı sağlamalı. Büyük endüstriyel kaza oluşabilecek işyerlerinde, kaza önleme politikaları oluşturulmalı. Böylece muhtemel endüstriyel kazaların engellenmesine yönelik önleyici çalışmaların yapılması ve muhtemel kazalarda meydana gelebilecek büyük ölçekli kayıplardan korunması sağlanmalı.
İş sağlığı ve güvenliği koşullarını iyileştirme ve bunun sürekliliğini sağlamak.
Çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu dikkate almak.
Risk değerlendirme raporlarını da göz önünde bulundurarak genel bir önleme politikası geliştirmek.
Mesleki risklerin önlenmesi için, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbiri almak.
Çalışma ortamında gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmaları yaptırmak.
İzleme, denetleme ve uygunsuzlukları gidermek.
Çalışanların hayati tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri almak.
Aynı çalışma alanını birden fazla işverenin paylaşması durumunda koordinasyon sağlamak.
Sayı sınırı olmaksızın iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinden yararlanma.
İşyerlerindeki iş sağlığı ve güvenliği çalışmaları ile ilgili görüş verme ve aktif katılım sağlayabilme.
Ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalması durumunda, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınma.
İş sağlığı ve güvenliği konularında eğitim alıp, bilgilenme.
İş sağlığı ve güvenliği konularında temsil edilme.
Kendisinin ve çalışma arkadaşlarının sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürmeme.
Kendilerine verilen üretim ve korunmayla ilgili tüm araç ve donanımları doğru kullanma..
Sağlığı ve Güvenliği’nde temel yaklaşımlardan en önemlisi meydana gelmiş olayların ardından gitmek yerine, olayların önüne geçip, istenilen tarafa yönlendirmek, kısaca İş Sağlığı ve Güvenliği’ni yönetmektir. İleride ortaya çıkabilecek muhtemel olayların getireceği olumsuzluklardan kaçınmak ancak böyle mümkün olabilecektir.
Her işyeri çalışmalarını sağlık ve güvenlik yönünden etkin, verimli ve kesintisiz sürdürülmesini sağlamak durumunda olup, tüm işletmelerden beklenilen güvenli, verimli ve sürekli bir üretim yapılmasıdır
İşyerlerinde sağlık ve güvenlik tedbirlerinin güvenirliliği ile yeterliliğinin ölçülmesinin yanı sıra varsa aksayan hususların tespit edilmesi amacıyla, belirli kontrollerin, ölçümlerin ve bakımların periyodik olarak yapılması gerekmektedir.
Yapılması gerekli bu kontrol, bakım, test ve ölçümler; işyerlerinin özelliğine, yapılan işin niteliğine, işyerinde kullanılacak teknoloji ile araç, gereç, makine, tezgah ve tesislere göre bazı değişiklikler göstermekle birlikte ana unsurlarıyla belirli özellikleri taşımak zorundadır.(Yaşam odaları ve şili örneği)
İşyerlerinde önceden tespit edilmiş risk noktaları üzerinde, uzman elemanlarca yapılacak ilk kuruluş ve müteakip periyodik kontrollerle, istenmeyen olayların önüne geçmenin amaçlanması gerekir. Bu temel kabulden hareketle, iş güvenliği mevzuatımızda daha önceden elde edilmiş tecrübelerden de yararlanılarak risk noktaları belirlenmeli ve bu noktalardaki riskleri ortadan kaldıracak şekilde çeşitli periyodik kontroller yapılmalıdır.
3-Mehmet Işık: Soma ilçesinde kömür maden ocağında katliamda hayatlarını kayıp eden emekçilerin Allahtan rahmet .kederli ailelerine baş sağlığı diliyorum.
Aslında arkadaşlar Mutlak kaderi ve Muallak kaderi karıştırmayalım.Eğer bizler işlerimizden tedbir alırsak Takdir ise Allaha mahsustur. İnsan hakları Evrensel bildirgesinden söz ederken. İlk önce İnsan temel hak ve özgürlükleri ile insan insandır. Bu bağlamda madde:3 ‘te kişinin yaşama hakkı,özgürlük ve kişi güvenliği her kesin hakkıdır.madde 21:’de her kesin kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı vardır denebilmektedir. İnsan haklarının neler olduğunu hatırlatmak lazım. Yaşama hakkı,Sağlık hakkı,haberleşme hakkı,Eğitim hakkı,Hak arama hakkı,Savunma hakkı vs. haklar sıralanmıştır.bu haklara göre günümüzde değerlendirsek ne kadar eksiğimiz ve artımız ortaya çıkacaktır. Çocuk Hakları bildirgesinden aynen şöyle bash etmektedir.çocuklar özel olarak korunmalı .Maalesef bizde ise Madenlerde,sanayilerde çalıştırıyoruz ve aynı zamanda da denetim ve kontrol da yok.hapishanelere tıkıyoruz,vs. olaylarla karşılaşıyorlar.
Kadın haklarından bash ederken içler acısı tablo ortaya çıkmaktadır.Dünyada 3 milyardan fazla kadın nüfusu var.kadınların yaşadıkları göz önünde ölümler,işkenceler,Çocuk yaşta evlilikler,vs. sıralayabiliriz. İş Güvenliği sorunu bırak var oluşu ölümlerden,afetlerden sonra düşünmeye çalışıyoruz.oysaki İLO Sözleşmesinin yayım tarihi 1960 yılında yürürlüğe girmiştir.Türkiye İLO sözleşmesinin 176. Maddesine çekince koymuştur.ve imzalamamıştır.1995 yılında Madenlerde Güvenlik sağlık sözleşmesini 28 ülke imzalamalarına rağmen Türkiye yinede sözleşmeyi imzalamadı.19 yıldır iş güvenliği sözleşmesi Türkiye tarafından imzalanmıyor.Eğer 1995 te sözleşme Türkiye tarafından imzalanmış olsaydı beklide bugün 301 Emekçinin yerine beklide 3 kişi olacaktı.
İLO Sözleşmenim maddelerine bakıldığında gerçekten korunmalı ve denetimli maddeler maddeler mevcuttur. 1 İş yerlerini tümünde 2 baca sağlanacaktı, 2 yerin altında kişilerin isimlerinin belirlenmesi sistemi gelecekti ve ölenlerden sonra adlı tıpa cenazelerin gitmesine gerek kalmayacaktı, 3 Yangın başlaması yayılması tedbir ve önlemler alınacaktı, 4 İşveren tüm Endüstriyel doğal afet için müdahale planı hazırlayacaktı, 6 En önemlisi İlo Türkiye’de tüm Madenlerde denetim yetkisine sahip olacaktı.
Bu söylemlerden sonra Şili de örnek verirsek 2011 yılında meydana gelen maden kazasında Emekçiler 69.gün boyunca yaşam odalarında kaldılar hiçbir emekçinin burnu kanamadan kurtuldular. Neden çünkü iş güvenliği yasası uygulanmaktaydı. Aslında maden ocaklarından çıkarılan kömür den tutun tüketiciye ulaşana kadar iş güvenliği yasası doğrultusunda denetlenmesi gerekmektedir. örnek verirsek hava kirliğinde vs.den muzdaripiz.
Türkiye de Enerji şekillerine bakıldığında Rüzgar enerjisi ve Güneş enerjisi kullanma oranı % 10 ları aşmamaktadır. Hesler ve barajlar,kömür enerjisini % olarak % 60 larda kullanmaktayız.onunda iş güvenliği yasası doğrultusunda denetim ve kontrol bulunmamaktadır.
Bugün Türkiye’de maden ocaklarının sayısı binlerce ifade edilirken .iş güvenliği uzmanlarının sayısı 70 veya 80 kişiden söz ediliyor.
4-Robin Erdenci : Arkadaşların sölediklerine katılarak devam etmek istiyorum. İLO sözleşmesine, işçi sağlığına değindiler. Burada insan hayatının sermayedarlara nasıl peşkeş çekildiğine bakmak gerekiyor. Soma’daki faciaya baktığımızda burada bir iş kazası değil bir katliam görürüz. Soma’da kaza değil katliam olduğu yönündeki söylemlerin ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Soma’da çalışan işçilerinin iş güvenliği olmadığı ve hayatlarının her an tehlikede olduğu ve denetimlerin yetersi olduğu, meclis araştırma komisyonuna gelen önerilerin dikkate alınmadığı ve AK Partinin oyları ile önergelerin reddedildiği gerçeği ile hareket edersek Ak Parti bu olayın siyasal sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir. Hükümet bu katliamın sorumluluğundan kaçmamalıdır ve Türkiye halkları bu katliamın hesabını sormalı. Taşeronlaşma büyük sermayedarların daha çok para kazanmak için alt taşeronları da kendileri için sömürebilecekleri bir alan oluşturdukları gerçeğine dayanıyor. Kamuda ki taşeronlaşma kabul edilmemeli, bir çok yönüyle sorunlu ve kamudaki rantın bazı bireylere sermayedarlara verilmesini sağlıyor.
5- Nurcan Çetinbaş: Türkiye’deki emekçilerin yaşam koşulları içler acısıdır. Alınan ücretlerden tutunda çalışma koşullarına kadar insani değildir. Soma aciası da bu sorunların bir sonucu olarak görülebilir. 301 emekçinin madence can vermesi eminimki insan olan herkesin canını yakmıştır. Bizim canımız yanınca o can acısıyla kalmamalıyız işverenden tutunda hatalı olan her kim varsa bunun hesabını sorana kadar mücadele etmeliyiz. Sizlerin de söz ettiği üzere Uluslar arası İLO sözleşmesinin en önemli maddelerine Türkiye çekince koymuştur. Türkiye’de sendikal mücadelenin de yetersiz kaldığı ve taraf tuttuğu maden işçileri sendika başkanının ortada hiçbir veri yokken ; Hükümet maden işçileri ile ilgili çok iyi çalışmalar yürütüyor, buradaki maden işletmecisi gerekli tedbirleri aldığını savunan bir konuşma yapmasına da anlaşılıyor. İş güvenliği ile ilgili Muş’ta da çok ciddi eksiklikler var. İnşaat işçilerinin nerdeyse %90’nı sigortasız çalışıyor, inşaatta başına herhangi bir kaza geldiğinde aynı gün içinde firmalar sigorta gişini yaptırıyorki sıkıntı yaşamasınlar. Hukuk için mücadele veren avukatlar yanlarında sekreterlik yapanlara ki bunların çoğu kadın ayda 400-500 lira maaş veriyor ve çoğunluğu sigortasız. Bu sorunların bir bütün olarak ele alınması ve bununla ilgili devletin gerekli incelemeler yapması gerekmektedir.
YEREL KONU: Muş’un İşsizlik Sorunu
1- Mehmet Işık: Türkiye’de ki sendikalara bakıldığında sermaye sınıfına entegre içerisinde hareket ederek kapitalistlerin değirmenlerine su taşımaktadır. Her emekçiden sendika aidatı olarak aylık bir yevmiye kesilmektedir. Allah bu emekçilerin haklarını koymasın bu tür zihniyeti taşıyanların. Aslında 1 yıllık İHD nin raporlarına bakıldığında ne kadar hak ihlalleri yapıldığı anlaşılmaktadır.
Konumuz Muş ilimizde işsizlik sorunu aslında Türkiye sorunudur.Muş’un işsizlik sıralamasına bakıldığınsa 81 sırada yer almaktadır.ilimizde istihdama yönelik herhangi bir çalışma görülmemektedir. Binlerce gençlerimiz kahve köşelerinde boş gezmektedirler.
Türkiye de Taşeron sistemi ve İŞ-KUR sistemi kölecilik bir sistemdir. Bugün yapılan araştırmalara göre açlık sınırı 1200 yoksulluk sınırı ise 2800 ,3000 bin üzerinde devam etmektedir. Gençlerimiz halende asgari ücret ve piyasada çalışanlarda 400 ve 500 tl ile çalışmaktadırlar.
Türkiye de Meslek yüksek okul bölümleri 600 ‘ün üzerinde olduğundan söz edilirken Meslek yüksek okul mezunlarının sayısı ise 1 milyon 600 bin üzerinde istatistik bilgiler doğrultusunda olduğunu söylenmektedir.
Muşumuzda gençlerimize yönelik acil eylem plana doğrultusunda MSTK’ları katarak bir planlama içerisinde hareket etmemiz lazımdır. Yerel gazetede bir ilde işsizlik sorunu eğitimle çözülür deniyor, bu Avrupa ülkelerinde böyle olabilir ama Türkiye hele ki Muş için geçerli değil. Devlet ve yerel yönetimler bununla ilgili çalışmalar yürütmeli. Taşeron sistemi köleci bir sistemdir.
3-Fatma Abeş: Benim iş yerim Soma’da ailemin bir kısmı da Soma’da yaşıyor. Soma ülkenin en zengin ülkesi, sadece madenden dolayı değil orda yaşayan insanlar yer üstü kaynaklarını da kullanıyorlar. Hayvancılık bile yapıyorlar orası hayvancılığa elverişli olmamasına rağmen. Bizim insanımız çok rahat, biz burada ne yapabiliriz iş geliştirebiliriz gibi dertleri yok. Hayvancılık için Muş çok elverişli devlet bunun için de teşvik veriyor. Muş çok farklı bir yer insanlar üretmek çalışmak istemiyor. Norveç’te ekonominin durumu ne kadar iyi orda insanlar kümeste hayvan besliyor ajanslardan destek alıyorlar. Kendi yumurtalarını üretiyor pazarını oluşturuyor. Muş sanayi ve fabrika için zaman gerekiyor. Biz çocuklarımıza git hayvancılık mı yap dedik hayır hep üniversiteye yönlendirdik. Asgari ücretlerle bir yerlere yerleştirmek için çırpınıyoruz. Siz devletin özelleştirilmesini eleştiriyorsunuz da ben bunu haksız buldum çünkü dünya özelleşiyor, devlet her şeyi barındıramaz özeleşme kaçınılmazdır. Biz kendi adımıza ne yapabiliriz hep devletten beklemememiz lazım. Muş’ta kalifiye eleman sorunu var, biz bununla ilgili eğitimler verdik ama bu eğitimlerin çoğalması gerekiyor. Ben şimdi Muş’ta şeker imalatı üzerine bir eğitim veriyorum. Van’da ki İŞGEM’den örnek aldık. Size insan hakları, kadın hakları ile ilgili katılıyorum sıkıntılarımız çok ama yatırımda biraz da kendi işimizi yapalım.
4-Dilek Öğüt: Devlet tarımla ilgili kota getirdi. Ben Kızılağaçlıyım benim bölgem tütün bölgesi eskiden herkes şeker, tütün gibi şeyler ekerdi çok ekelim çok kazanalım derdi halk. Şimdi kotadan dolayı insanlar ekemiyor. Bizim toprağımız ve iklim şartları her ekime uygun değil. Sanayi ve fabrika ile ilgili de çoğrafik konumumuz uygun değil. Burada 7 ay kış yaşıyoruz. Biz burada sanayi kuramıyoruz yada yatırımlar olmuyor. Muş’un yer altı zenginliği çok var, mesela altın en büyük örneği Ermeni’lerin altınları nerden eldi. Ne kadar ticaret yapılsa da bu kada çok altının kazanılması mümkün mü? Kapatılmış altın madenleri bile var. Geçen sene Cevizliderede kötünde 8 ton altın çıkarıldı.
Bizim sorunumuz sadece işsizlik değil, bizim bilinçsiz eğitimlerimiz var. Ben bu kadar fazla üniversite mezununa karşıyım, çalıştırabileceğin kadar mezun ver. Bunu karşılayamazsa eğitimli bir iç savaş yaratılır. Emeklilik yaşı yükseltildi, gençlerde işsizlik arttı. 400 tlye üniversite mezunu çalıştırılıyor, eğer biz örgütlü hareket etseydik insanlar 400 tl ye çalıştırılma yapılamazdı. Kalifiye eleman sorunu var, tezgahtarlık yapabilen kumaşı bilen eleman yok, kendimiz alıyoruz. Toplumu hazıra alıştırmamak gerek. Dinimiz bile dilenciye bir iş karşılığı para ver diyor, sağlam insanlar bile çalışmıyor dileniyor.
5- Salih Yüce: Ben 1999 yılında kansere yakalandım yaklaşık 4 yıl tedavi gördüm. Bu hükümetten önce biz ilacımızı alamıyorduk, tomografi çekmemiz gerektiğinde randevu almaya gidiyorduk 6-7 ay sonrasına veriliyordu. Geçmişimizi hatırlamak gerek şimdi gidip aynı gün tomografi çektirebiliyoruz. Bu hükümetten önce yaşlılık, dulluk, ve çocuk paraları ödenmiyordu. Sosyal Yardımlaşma Vakfı vardı tabiri caizse adamı olan destek alabiliyordu. Şimdi bu hükümet bunu yasaya bağladı kadına dediki senin eşin ölmüşse (boşanmışsan değil bunlar hep karıştırılıyor) istersen 25 yaşında ol ben sana dulluk aylığı vereceğim çocuğunu okutmak istiyorsan bunun içinde sana destek vereceğim. Burada amaç insanları sosyal açıdan desteklemek ve okullaşmayı arttırmaktır. Sağlıkla ilgili de çocuğuna düzenli aşı yaptırana para veriyor buradaki amaçta sağlıklı bir toplum yaratmaktır. Bu devlet parayı verdiğinde belli amaçlar doğrultusunda veriyor. Kanser hastaları olarak yıllarca kanser hastaların malulen emekli olması için mücadele verdik. Çünkü sürekli tedavi görmek zorundayız. Devletimiz o kadar aciz değil muhtaç olanlara destek olması takdir edilmeli. Muş’ta da insanlar tembel davranıyor, ben her gün çorap bile satsam ayda 500 tl para kazanabilirim. Alternatif iş alanlarına yönelmeliyiz. Tütün denildi bence artık üretiminin durdurulması gerek, Norveç’i örnek gösterdiniz, Norveç deklere etti 2040 yılında ne tütün üretimi nede tüketimi olmayacak. Tütün yoksa çilek üretebilmeliyiz.
6- Mustafa Demiraydın: Türkiye’de geçtiğimiz son otuz yılda gelir dağılımı işçi sınıfının aleyhine bozulmuş, özellikle son otuz yılda aşırı hız kazanan ranta dayalı ekonomi modeliyle üretim kaynakları, tüketim kaynakları haline dönmüştür.
Rant gelirinin cazibesi, sermaye sahiplerini, servet ile gelir arasında yaptıkları seçimde, “sermayelerini ranta dönük araçlarla servet sağlamak üzere kullanma” yolunu seçmeye zorlarken, gelir getirici yatırımlar yapmak cazibesini yitirmiştir. Bir kısım sermaye sahibi borsa yatırımları, halka açılmalarla üretimden çekilirken, bir diğer kısmı alış veriş merkezleri açarak rant gelirlerinin en basit biçimi olan kira geliri elde etmeyi tercih etmiştir. Büyük iş merkezleri açarak, küçük iş sahiplerinden kira geliri elde etmeyi hedefleyen büyük sermaye sahipleri, sahip oldukları sermayelerini böylece üretimden çekerek, tüketimi arttırıcı hizmet sektörüne geçirmişlerdir. Türkiye’nin her yanı şıkır şıkır ışıklandırılmış çok katlı alış veriş merkezleriyle dolmuştur. Bu geçişte sermayenin üretkenliği, paylaşımsız ve tek ferde yöneliktir. Yani alış veriş merkezleri sahipleri büyük sermayelerinin getirisi olan yüzlerce dükkânın kirasını her aybaşı ceplerine doldurur ve keyiflerine bakarlar.
Sermayeyi üretim faaliyetlerinde kullandığımız zaman, üretkenliği en yüksek araçtır. Üretim faaliyetlerinin süresi boyunca, işçi ihtiyacı doğurur. Kullanılan emek miktarı kadar, yeni gelir doğar, doğan yeni gelir, işçilik ücreti olarak gelir paylaşımına katılan emek tarafından tüketim piyasasına aktarılarak, insan ihtiyaçlarına cevap veren mal ve hizmet piyasalarını canlandırır, emek istihdamını arttırarak, ekonomiyi büyütür.
Özetle, alış veriş merkezleri açılacağına o büyük sermaye herhangi bir malın üretildiği fabrika kurmakta kullanılırsa, pek çok işçi için gelir sağlama olanağı doğar. Üretkenliği olmayan, ranta dönük sermaye ise, üretimi ve buna bağlı olarak emek istihdamını minimum seviyelere indirir, işsizlik başlar. İşsizlik, toplumdaki yaygın fakirliğin ana sebebi olur.
Fakirleşen toplum, tüketimi kısar, kısılan tüketim, üretimin de, uygun biçimlerde kısılmasına ve dolayısıyla toptan işçi çıkarmalara sebep olur. Bu eylem, tekrar tüketimi kısmaya yöneliktir. Böylelikle ekonomide sürekli kaos başlar. Bu anlattığımız, Türkiye ekonomisinde yaşanmakta olan işsizliğin nedenlerinden birisidir.
İkinci neden ise, Türkiye’de sermaye sahiplerinin son on beş yılda yaygın biçimde kullanmaya başladığı taşeron kuruluşlarıdır. 1990’lı yılların çok yüksek oranlı enflasyonist baskılarıyla büyüyen sermaye sahipleri, yüksek getiriler almış ve işçilik giderlerini, üretim maliyetleri açısından yüksek bularak, emeğin istihdamını, ara işletmelerle küçültme yoluna gitmişlerdir. Ara işletmeler, taşeron adını verdiğimiz, sermayeye sahip olmayan ve büyük sermaye sahiplerine işçi kiralayan, “bir masa bir kasa”dan ibaret küçük kuruluşlardır. Yasal çerçeveler içinde kurulup iş bazında işçi istihdam ederler. Büyük sermaye ile yaptıkları mukavele bitince, kiraladıkları emeğin işini iptal ederler. Bu noktada dönemsel işçilik söz konusudur ve dönemsel işçiler, çoğu zaman bazı uyanık geçinen işletmeciler tarafından SGK kaydı olmadan bile çalıştırılabilir.
Türkiye’de işsizliğin artmasının önemli sebeplerinden birisi de Hükümetin hızlı özelleştirme politikalarıdır. Özelleştirme idaresi çoğu zaman özelleştirilen kamu şirketinin işçilerinin ihaleyi kazanan şirket tarafından devralınmasını ve özelleştirilen şirketin faaliyetlerinin devamlılığını ihale şartlarında kayıt altına aldırsa da, özelleşen kamu şirketinin yeni sahibi kısa bir süre içinde işçi azaltımına gitmektedir. Daha sonra taşeron şirketler eliyle eski işçileri tasfiye ederek yeni asgari ücretlileri bünyesine katmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Türkiye şeker fabrikaları A.Ş.’nin özelleştirilmesi ihalesinde “özelleştirilen şeker fabrikalarının faaliyetlerinin devam etmesi zorunluluğu şartının” konulmamış olduğu dedikoduları bile yayıldı. Danıştay’a açılan dava sonucunda ihale Danıştay tarafından iptal edildi. Ülkemizde birkaç yıl önce yaşanan tekel işçilerinin direnişi ve hükümetle pazarlığa oturma talepleri, bu işçilerin özelleştirildikten sonra kapatılan sigara fabrikalarındaki işlerini kaybetmiş olmalarından ileri gelmektedir. AB üyesi büyük devletler bile küresel krizin başladığı süreçte işsizlik sorununu aşabilmek için özelleştirmeleri durdurduğunu, Türkiye Yönetiminin ise hâlâ ısrarla özelleştirmelere devam etmekte olduğunu biliyoruz. İşsizliğin özelleştirmelerle daha da yüksek oranlara ulaşacağının, yüksek oranlı işsizliğin yaşandığı ekonomide toparlanmanın ancak hayal olacağının bilinmesi gerekir.
Taşeronlaşma her geçen gün yeni bir kasa bir masa şirketlerin katılımıyla büyümeye devam ediyor. Taşeron şirketleri hem özel sermaye hem kamu işletmeleri kullanıyorlar. Özelleştirmeler ise tam gaz devam ediliyor.Ranta dayalı ekonomi modelinden vazgeçip, üretime dayalı ekonomi modelinin geçilmesi,Taşeron kuruluşların tamamen ortadan kaldırılması,Özelleştirme politikalarından vazgeçilmesi gerekir.
Öneriler:
Ortak sonuç:
Muş için yerel yönetimler ve Sivil Toplum Örgütleri olarak ortak çalışmalar yürüterek daha iyi bir Muş’un olmasına katkıda bulunmak.
Değerlendirme:
Ağrı ve Güroymak seçimleri nedeni ile katılım az oldu. Toplantı formatına uyuldu herkes birbirini dinledi. Millet vekilleri toplantıya katılım sağlanması için görüşmeler yapılmalı.
Değerlendiren: Nurcan Çetinbaş