YER: Cezayir Toplantı Salonu
TARİH: 9 Aralık 2018
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1/ DSKG (Şanar Yurdatapan)
2/ İnanç Hürriyeti Derneği (Vasfi Kösebey)
3/ Adaleti Savunanlar Derneği (Necmettin Keleş)
4/ HAYSİAD (Yılmaz İstanbullu)
5/ İstanbul Hepimizin (Şahin Tekgündüz)
6/ Kontrgerillaya Karşı İnisiyatif (Faik Güleçyüz)
SENDİKALAR:
MESLEK ODALARI:
1/ BARO (Tennur Koyucuoğlu)
MİLLETVEKİLLERİ:
ÖZEL KONUK: Pelin Pınar Giritlioğlu (Şehir Plancıları Odası)
MODERATÖR
Yakup Kadri Karabacak
GENEL KONU: 2023 Eğitim Vizyonu
KONUŞULANLAR:
Yakup Kadri Karabacak: Türkiye’de hangi görüşten olursanız olun üzerinde mutabık kalınacak nadir başlıklardan bir tanesi Türkiye’nin eğitim sisteminde yapısal önemli problemler olduğu ve bunun mağduriyetler yarattığı meselesidir. Bu meselenin çözümüne ilişkin bugüne kadar geliştirilen politikaların ne derece isabetli olduğu her zaman bir tartışma konusuydu. Şimdi yeni bir müdahale planıyla karşı karşıyayız eğitim sistemine. Bir sunum videomuz olacak vizyon politika belgesiyle ilgili.
Faik Güleçyüz: Metni okudum olumlu şeyler var desteklenmesi gerekir. Ama beni heyecanlandırmadı. Kürtçe anadilde bir eğitim olacak mı bu ülkede? Türkiye’nin temel sorunu budur. Akan kan da bu yüzden oluyor. Seküler eğitim ve din eğitimi meselesine dair de bir şey yok. Bu da temel bir sorun. Bana göre seküler eğitimle din eğitimi kesinlikle ayrılmalı. Din eğitimi topluma bırakılmalı. Bunun gerçekleşmesi için tarikatların yasal serbest olması lazım. Hala tarikatlar yer altında illegaller.
Şimdi harp okullarını kapattılar, ne oluyor bilmiyoruz. Kapattınız şimdi nasıl bir eğitim vereceksiniz subaylara?
Şahin Tekgündüz: Bu televizyon belgesi, vizyon belgesi değil. Bu belge belli bir kesimin karşısında sureti haktan görünmek ve o kesimin biraz da gazını almak için oluşturulmuş bir metindir. Bunun hayata geçmesini umut etmemiz söz konusu değildir. Ziya Selçuk gibi biraz seküler görünen dini eğitim dışında da eğitim diye bir şey var deme cesaretini gösteren bir isim, hükümete alınmıştır. Benim anlayışıma göre bu bir vitrin malzemesidir. Bu belge açıklanalı 2 ay oluyor küçük bir rüzgar esti mi kıl kıpırdadı mı? Hayır bu kadar açık.
Diyanet çıkıyor Kuran okumayan çocuklar şeytanla beraberdir diyebiliyor.
Bundan 4 yıl kadar önce İstanbul Sözleşmesi çalışmasını yaparken muhafazakar kesimin de görüşlerini mutlaka almalıyız dedik ve bir takım yerlerden randevular aldık. O dönemde 4+4+4 eğitim sistemi yasalaşmış veya yasalaşmak üzereydi. Türkiye Yazarlar Birliği’ne gittik ve bizi misafir edenlerden birisi, hiç kimse bir konuyu doğru algılayamıyor kusura bakmayın sizde dedi. Bir defa çocukların beyinlerinin sağlıklı çalışması 12 ve 13 yaşlarında başlar o yaşlara özel olarak hazırlanmış bir yasadır. İlk 4 bittikten sonra tercihini seçme imkanı veriyoruz. Orada akıl henüz devreye girmemişken hafız yetiştirme imkanını kullanmak için çocukları hafız olarak yetiştirmek için 4’te kesilmiştir ilk eğitim. Çünkü dinimiz öyle emreder her ailede bir hafıza ihtiyaç vardır. Bu yasa bunu kolaylaştıracak ve hayata geçirilmesini sağlayacaktır dedi. Şimdi bunu bugün diyanet işleri başkanının beyanıyla birleştirdiğimde bunun bir realite olduğu çıkıyor karşımıza.
Necmettin Keleş: Türkiye’deki bütün problemlerin şiddetten başlayın da cemaatlerin ve tarikatların palazlanmasına, mahalle arasında çocukların yönlendirilmesine kadar hepsinin nedeni Milli Eğitim politikasıdır. Siz eğer okulda çocuğun eğitimini tek tip verir bu çocuğun dini eğitim noktasında eksik bırakırsanız bunun ailesi bunu götürüp herhangi bir mahalle arasında bir camiye bir hocaya teslim eder. Okulda eğer siz gerçek İslam’ı Kuranı öğretemezseniz bu eğitimi vermezseniz bu çocuklar bir yere yönlendirilecektir. Müfredat hazırlanırken halkın değerleri velinin isteği göz önünde bulundurulması gerekir.
Tennur Koyuncuoğlu: Vizyon tanıtım toplantısında Erdoğan’ın en güzel cümlesini buldum onunla başlamak istiyorum. Eğitim öğretim meselesi özünde bir insan meselesidir. İnsana dair olumlu ve olumsuz her şeyi eğitimin içinde bulmak mümkündür. Rabbimiz Kuranı Kerim’de bize hiç bilmeyenle bilen bir olur mu diye sesleniyor. Başka cümlesi de şu küresel seviyede iddia ve donanım sahibi olmayan bir eğitimin millilik vasfı boş sözden ibarettir, milletler eğitime kendi renklerini verirken aynı zamanda dünyaya söyleyecek sözlerini de ifade ederler. Bu tam bir çelişki. Topluma baktığımızda %99’u Müslüman değil deizm konusunda yapılan araştırmalar neredeyse %40-45 Allah’ı başka türlü tanımlıyor. Bilinmeyen bir varlık inanç ama asla körü körüne değil. Şimdi kimi nasıl eğiteceğiz? Asıl soru o. Toplum ayrışmış durumda. Standart bir eğitim derken dini bütün eğitim derken toplumun yarısına eziyet yapıyoruz demektir. Eğitimi evrensel değerlerle bağdaştırmak istiyorsak seküler bir eğitimin verilmesi şart.
Milli Eğitim Bakanı Selçuk bu vizyondan sonra şapkamdan tavşan çıkartmayı beklemeyin dedi. Bu tamamen hayali bir belge. Başka bir yönüyle de otizmli çocuklar meselesi var. Otizmli çocuklar için eğitim öngörülmemiş.
Yakup Kadri Karabacak: İmam Hatibe giden öğrenci de memnun değil Anadolu Lisesine giden öğrenci de Fen Lisesine giden öğrenci de. Bu noktada Eğitim Fakültelerinin nasıl öğretmen yetiştirdiği önemli bir tartışma olarak ortada duruyor meselenin esasını etkileyen meselelerden biri olarak görünüyor. Vizyon belgesinde bunun teferruatlı olarak yer almadığına dair eleştiriler var.
Şanar Yurdatapan: Nerede çok yoğun bir belge varsa bu beni korkutuyor. Bir kere okuması ve anlaşılması giderek zorlaşıyor okumaya veya anlamaya başladığınız vakit altından bir şey çıkmıyor. Çok temel bir takım doğrular oraya yazılmalı. Bu zamana kadar ne kımıldadı sorusu yerinde bir soru idi. Bundan sonrası için kuşkuyla bakmak zorundayım. Çünkü bu çocuklar bırakın okulda, evde eğer televizyonlarda haber seyretme bahtsızlığına uğruyorlarsa kadınla erkeğin eşit olmadığını dinliyor. Cumhurbaşkanı söylüyor bunu. Bunun gibi bir sürü örnek sayabilirim. Çocuklara biz bilgileri vermeliyiz onlar kendi kararlarını kendileri vermeli. Düşünmeyen düşünce üretmeyen ezberleyen kuşaklar yetiştirmeye devam ediyoruz.
Vasfi Kösebey: Demirel’in bir sözü vardır yaptıklarımız yapacaklarımızın kefilidir diye 2002’de eğitim bütçesi 7,5 milyardı 92,5 milyara çıktı, 70-80 kişilik sınıflar 25-30 oldu. Kat sayı ortadan kaldırıldı, Kuranı Kerim Arapça gibi seçmeli dersler konuldu. Nedense hemen dini konular ortaya giriyor. Yalan yanlış bir takım şeyler söyleniyor. Fatih projesiyle 1,5 milyon tablet dağıtıldı sınıflara akıllı tahtalar yapıldı. Üniversite sayısı 76’dan 206’ya çıktı. Öğrenciler belirli kalıplara göre yetiştiriliyordu dikte edilen bir şey vardı.
Türkiye’nin süper devlet olabilmesi için program ona göre hazırlanmış, onun için yaptıkları yapacaklarına kefildir diyorum. Orta okullarda liselerde kız çocuklarının hamile kaldığını bilelim. Köy enstitülerinin foseptik çukurlarından çocuk şeyleri alınır denirdi bunların raporları geçti. Kadınla erkek eşit değildir eşdeğerdir.
Ali Faik: Deveye demişler ki boynun eğri o da nerem doğru ki demiş. Başak şeyler bozuk olabilir ama eğitim sağlık gibi konular bozuk olduğunda bir geleceksizlik egemen olur. Köy enstitüleri zamanında dünyaya örnek olduğu için anmak gerekir. Eğitim her şeyden önce çocuğun ve kişinin kendini tanıması geliştirmesi çevresini doğayı kentini köyünü tanıması kültür ve sanattan haberdar olması için yani kendisi için bir eğitim gerekmektedir. Engellilerin eğitimi de çok önemli. Şuan mevcut durum sanki kafalardaki gizli bir gündemin adım adım ara sıra hızlanarak o kafadaki gizli modern çağdaş toplumu yok edebilecek bir gündemin yaşama geçirilmesine benzetmekteyim.
Yılmaz İstanbullu: Hazırlanan bu projeye ideolojik şeylerimizi geride bırakarak buna ne katkıda bulunabiliriz konusunda çaba harcamamız gerekiyor.
Yakup Kadri Karabacak: Hepimizin yakından şahit olduğu bir meselede özel eğitim kurumlarının Türkiye’de hızla artışı. Şuna herkes şahit oluyordur çalışma imkanları çok daha ağır ancak ücret politikası itibari ile özel eğitim kurumlarının bazıları nitelikli öğretmen kadrolarını istihdam etmek için önemli bütçeler ayırabiliyorlar. Dolayısıyla daha varlıklı ailelerin çocukları kısmen daha iyi eğitime kavuşma imkanına sahip. Eğitimin ticarileşmesine dair de bir şeyler söyleyebiliriz.
Necmettin Keleş: 95 yıllık cumhuriyeti 600 yıllık Osmanlı Devletini bir araya koyduğunuz zaman 700-800 yıllık sorunu tartışıyoruz. 800 yıllık sorunu 15 yıllık döneme yüklemek pek mantıklı ve adil değil. Türkiye’deki eğitim tek tip eğitimdi Kemalist ve faşist bir eğitim vardı ülkede. Türküm doğruyum diyordu. Bir Kürt çocuğunu siz zorla Türk varlığına armağan ediyorsunuz. Eğitimdeki problemlerden biri fizikidir bir diğeri eğitmen kadrosudur diğeri de müfredattır. Bu hükümet fiziki durumları halletmiştir. Fakat müfredat konusu ve eğitmen konusu maalesef 95 yıllık Türkiye’deki yanlış politikalardan dolayı düzelemiyor. 15 yılda kaliteli öğretmen yetiştiremezsiniz müfredat değiştiremezsiniz.
Ali Faik: Günümüzde tacizler tecavüzcüler ve özellikle kadın ve çocuk cinayetleri arttığına göre çocukların ve yetişkinlerin muhtemel katilini taciz ve tecavüzü hareket olarak ve söz olarak bilmesi ve tanıması için bir eğitim gerekmektedir. Hatta tüm toplumun bu eğitimden geçmesi gerekiyor.
Faik Güleçyüz: Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir şey var bu ülkede devletin kurumu. Eğer laik bir düzenden söz edeceksek diyanet lağvedilmeli. Yoksa laiklik falan yok bu ülkede kendimizi kandırmayalım. Kimse kaldırmıyor ve herkesin işine geliyor dini kullanmak devlet vasıtasıyla.
Kadın erkek eşit değildir eşdeğerdir. Yani niye? Biraz demagoji gibi geliyor bana. Eşdeğerden anladığımız hem kadın hem erkek insan olduğumuzsa harika, oraya varalım zaten. Yani eşdeğerden kastımız iki cinsin farklılığına rağmen insan olduğumuzu idrak etmekse eşdeğer kavramına katılırım ama eşit değildir zinhar falan kafam karışıyor. Eşdeğerdir eşit değildir yahu ne lüzum var o lafa.
ben Harbiyeliyim Atatürkçü değilsen Harbiye’ye giremezdin ezkaza girmişsen oradan mezun olamazdın. Şimdi nasıl olacak nasıl subay yetiştirecekler bilemiyorum.
Vasfi Kösebey: Eşitliği fiziki yönden diyorum. Seküler eğitimle ilgili bugün geçerliliği yok tabii. Sekülerlik laiklik Türkiye’de hep problem olmuştur. Dünya tarihi hep laik miydi? Her şeyin dine bağlanması anlamında değil yani. İslam’daki bilgi kaynağı şudur Kuranı Kerim, Hadisi Şerif üçüncüsü akıldır.
Şanar Yurdatapan: Akıl üçüncü sıraya düşmüş akıl birinci sırada olmazsa birinci sıraya kitap girdiği vakit kitabın dediği tartışılmaz oluyor. Batı dünyası Hristiyanlık bunu yaşamış işte ortaçağda vahim bir şekilde. Aynı şeyi maalesef biz yaşamaya devam ediyoruz. Akıl tamam, erkek kadın aynı değil ama kanunen eşit olmalıdır eşittir tamam derken kitap öyle demiyor işte orada bir bakıyorsunuz kadının mirastaki payı erkekle aynı değil, mahkeme önünde şehadete geldikleri vakit iki kadın bir erkek sayılıyor. Kullanılan dil Hz Muhammedin Veda Hutbesi de dahil kadınlarınıza şöyle davranın kadınlarınıza böyle davranın yine anlayış asıl olan erkek kadın ikincil. Akıl ile kitap veya kitaplar çelişebilir. Referans akıl olduğu vakit onu da tartışır dünyadaki gerçeğe göre hareket eder belki başka bir tarafta başka gerçek vardır. Ayın üzerine gidince aniden ağırlığımız değişiveriyor gibisinden, yine bunu akıl söylüyor kitaba bakmıyor.
Şahin Tekgündüz: 5 yaşında 10 yaşında hafız ezberliyor Kuran okuyor peki ne anlıyor ondan? %99’u Müslüman olan Türk toplumu Arapça mı biliyor?
YEREL KONU: Kanal İstanbul
Pelin Pınar Giritlioğlu (Şehir Plancıları Odası): Proje alanını biraz tanıtmak istiyorum. Yatay akslara ayırırsak ilk 10-15 kilometrelik bölümünde yerleşim alanları var, ikinci bölümde tarım alanlarını görüyoruz, en kuzeyde de orman alanlarını görüyoruz. Yani hassas alanları kapsayan bir proje. Kanal İstanbul, mega projenin bir ayağı. Bunun bir ayağı 3.Havalimanı bir ayağı 3. Köprüdür. İlçelerdeki payına baktığımızda en büyük payı Arnavutköy’ün aldığını görüyoruz ama onun dışında Avcılar, Küçükçekmece ve Başakşehir ilçeleri bu projeden etkileniyorlar. Biz ilk defa 2012’de duyuyoruz projeyi. Bakanlar kurulu bir karar alıyor ve Çevre Şehircilik Bakanlığını üç ayrı alanda plan yapmak üzere yetkilendiriyor. Bunun arkasından yine Bakanlar Kurulu kararıyla Kanal İstanbul’un olduğu bölge rezerv alanı olarak ilan ediliyor hemen arkasından üç ayrı alanda proje yapmak üzere Çevre Şehircilik Bakanlığına bir yetki daha geliyor. 2014 Nisan ayında rezerv alanının yetki sınırları değiştiriliyor. 2015’de Büyükşehir Belediyesi 1/100.000 ölçekli plan yapılması için bir karar alıyor Kadir Topbaş’a yetki veriliyor ancak bu planın içinde Kanal İstanbul projesi yok. Bunun ardından kanuna bir su yolu tanımı yapılıyor arkasından Türkiye Varlık Yönetimi AŞ kuruluyor büyük projelere finans sağlamak üzere ve 2018 Mart’ında çevre etki değerlendirme raporunun toplantısı güya halka açık şekilde yapılıyor. 2012’de İstanbul’u üç farklı alan afet riskini önlemek amacıyla ruhsatsız iskansız afet riski altındaki yapıların tasfiyesi ve yeni yerleşim alanı olarak planlanması amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yetki veriliyor bu konuda. Burada İstanbul’da afet riskinin engellenmesi sağlıklı ve güvenli çevreler yaratılması, bir amaç gibi görünüyor. Ama bunun arkasından bu sene biz imar barışı adı altında bütün afet riski altında olan yapılarımızı affediyoruz. 3. Havalimanı inşaatı 3. Köprü inşaatı ve Kanal İstanbul projelerinin bulunduğu alan, rezerv alan olarak belirleniyor. Rezerv alanları aslında afet durumlarda geçici yapılanmanın veya kalıcı yapılanmanın sağlanacağı alanlar yani boş tutulması gereken alanlardır. Rezerv alanlarına yapı yapılmaz. Bunun arkasından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı proje alanıyla ilgili yetki alıyor ve Küçükçekmece Havzası, etrafındaki birinci derece sit alanları, doğal sit alanları İstanbul’un tek başına 24 günlük su ihtiyacını karşılayabilen Sazlıdere Barajı ve onun havzası, Kayabaşı ve Sultangazi sınırları içindeki askeri alanlar orman alanları ve tarım alanları buna dahil.
Bu projeye eleştirel bakanlardan biriyim. Olmaması gerektiğine çok inananlardan biriyim. Neden olamayacağını da bazı başlıklarla sıralamak istiyorum. Kendi mesleğim açısından bunun en önemli sebebi
● Planlama ilke ve esasları boyutu,
● Doğa ve kültürel varlıkların korunması boyutu,
● Ekolojik boyut,
● Katılım boyutu ve benim konu alanıma çok girmeyen
● Uluslararası ve güvenlik boyutu.
İstanbul’un anayasası dediğimiz ilkelere bakacağız bir de Kanal İstanbul ne getiriyor ona bakacağız.
Üst ölçekli plan kuzeydeki hassas ekosistemler korunma altına alınmalıdır diyor Kanal İstanbul ne yapıyor? Tüm bu hassas ekosistem bölgesini baskılayacak bir projeyi öngörüyor.
Üst ölçekli plan afet riskleri dikkate alınarak üretilmelidir diyor Kanal İstanbul üş aktif fay hattının üzerinde kuruluyor.
Üst ölçekli plan havzalar korunmalıdır yapılaşma olmamalıdır diyor ama Kanal İstanbul bu havzalarda yapılaşma baskısı getiriyor.
Üst ölçekli plan kentin iki yakasında istihdam dengesini sağlamayı öngörüyor, Kanal İstanbul bütün bu nüfus dengesini ortadan kaldıracak şekilde iki yeni şehir kurmayı öngörüyor.
Üst ölçekli plan karayolu ulaşım şebekesini demiryolu ve raylı sisteme yönlendirilmesini öngörüyor Kanal İstanbul’a baktığınızda karayolu odaklı bir gelişim baskısını görüyoruz.
Üst ölçekli plan bütün havza alanlarındaki ekolojik koridorların doğal ve tarımsal karakterin yaban yaşamının ve hava sirkülasyonunun korunmasını sürdürülebilir kılınmasını öngörürken Kanal İstanbul tam bunun aksine Avrupa’nın acil korunması gereken 100 orman alanı içinde yer alan bir bölge üzerinde çok güçlü bir baskı yapıyor. Kanalın 45 kilometrelik bir güzergahı var bunun 20 kilometresi orman alanlarını biçip geçiyor. Kanalın genişliği 200 metre olarak hesaplanıyor, bunu 20 kilometreyle çarptığınız zaman 400 hektar orman alanı sadece kanal etkisiyle yok ediliyor 102 milyon metrekare tarım alanını yok edecek bir projeden bahsediyoruz. Kanal İstanbul’un etki alanı 130 milyon metrekare. İstanbul’un bütün kırsal alanlarını yok ediyoruz. Bir yandan kırsal ekonomiyi sürdürülebilir olmaktan çıkarıyoruz bir yandan köylerin kırsal karakterlerini yok ediyoruz ve köylüye başka seçenek bırakmıyoruz.
Necmettin Keleş: Usule itirazım var. Orada oturanın taraf olmaması lazım bizi burada yönlendiriyorsunuz.
Yakup Kadri Karabacak: Necmettin Bey’in eleştirisinin hangi maksatla olduğunu anlıyorum. Sunum şüphesiz daha objektif olmalı ama en başında şunu söyledim çalışmanın sadece bir tarafını konuşacağız dedik, önümüzdeki ay da meselenin hukuki boyutunu konuşalım. Çünkü şunu biliyoruz siyasi iktidarın Kanal İstanbul’u yapma hevesinin ve iddiasının merkezinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye’ye yarattığı bazı kısıtları aşmak. Hiç kimse projenin ekolojik sistemle ilgili yaratabileceği endişelere ait yürüttüğü açıktan bir tartışma yok. Hükümetin de açıktan verdiği bir cevap yok. Ama Türkiye’nin ihtiyacı olduğu Boğaza alternatif bir su yolunun yapılmasının güvenlik ve ekonomik açıdan Türkiye’nin lehine olacağı gibi bir iddia var. Sunum meselenin ağırlıklı olarak ekolojik anlamda yaratacağı tahribatlar esasını dayalı olduğu için Necmettin Bey’in eleştirisi haklılık payı içerir gibi görünebiliyor. küçük Millet Meclisinin bir yönlendirme içerisinde olacağı gibi bir kestirme sonuca varmayalım.
Faik Güleçyüz: Ben İstanbul sevdalısı bir adamım. Dünyada içinden deniz geçen başka metropol yok. Nehir geçen var. Biz bunun kıymetini bilmeliyiz. Marmara ve Karadeniz’in bir dengesi yok mu? Burada bir denge bozukluğu olursa ne olur açıkçası ürküyorum. Benim tuhafıma giden mesela Karadeniz’e kıyısı olan başta Rusya olmak üzere bir sürü ülke var ve bunlardan hiç bir şey duymuyoruz. Sizi ilgilendirmiyor mu Kanal İstanbul? Ben Pınar Hanım’a teşekkür ediyorum açıkladığı öbür konuların bir kısmının gerçekten farkında değildim. Kafam bir kere daha açıldı. Bu bir inatlaşma meselesi olmaz olmamalı. Çıkıp bir cumhurbaşkanı ne derseniz deyin ben yapacağım diyemez.
Yılmaz İstanbullu: Teknik olarak bakmak lazım Süveyş Kanalı Osmanlı döneminde hayata geçmiş bir proje. Hiç kanal yokken Kızıldeniz’le Akdeniz’i birleştirmiş, bunun teknik sonuçlarına bakmak lazım ne gibi tahribatlar olmuş. Çok tahribat olacağını sanmıyorum. Bu tarz projelerde getiriye götürüye bakmak lazım. Diyelim ağaç kesilecek, çok az bir kısmında ormanlık vasfı var. Onun karşısında der ki hükümet bir milyon ağaç keseceğim ama beş milyon ağaç dikeceğiz bu veriler kaybımızı karşılıyor mu? Bu konular uzmanlar tarafından masaya yatırılması lazım.
Şanar Yurdatapan: Yerel konu olsun genel konu olsun bunların sunumla başlamasının altında yatan amaç insanların kafalarındaki bilgiler aynı değil hatta bazı yanlış bilgilerle de geliyorlar. Eğer kendi haline bırakırsak toplantıları doğal olarak ilk çıkan bir şey söylüyor ikinci konuşan onun söylediğini bir cevap yetiştiriyor üçüncü konuşan ilk ikisine cevap veriyor konu dağılıp gitmiyor belki ama konunun bir bölümüne saplanıp kalınıyor. Bu nedenle bu sunumları o konuyu bilen insanları davet ederek ondan gelen bilgileri alıp konuya sonradan girmek çok daha sağlıklı olur diye düşündük. Hocamızın konuşması sırasında bir cümleye kadar iyiydi her şey ama -ben buna karşıyım- cümlesini kullandıktan sonra dikkat kesildim. Hocamız sunumunu yaptıktan sonra sivil toplum masasına geçip görüşlerini söyleyebilirdi.
Tennur Koyuncuoğlu: Bir sürü facianın olduğunu biliyorduk ama bu konuda bu kadar büyük zarar ve ziyanın olacağını doğrusu düşünemiyorduk. İstanbul’un bir parçasını bile Kanal İstanbul’a harcamamaya ikna oldum. Anayasaya göre bir hukuk devletiysek hukuka önce egemenlerin uyması gerek. Bu anlatımı dikkate aldığımda kamu düzenine aykırı ise hem dava açılacağı hem isyanın çıkacağı hem kıyametin kopacağını hukuk açısından söylemek çok basit.
Faik Aydın: Kanal İstanbul’a yapılan masrafla İstanbul’un tüm ulaşım sistemini elektronik kurmak mümkün. Ayrıca çevreye verdiği zarar ekolojik sisteme verdiği zarar giderilmesi mümkün olmayan zararlar. Bu olayı gösteriş kendini beğenme bencillik şımarıklık küstahlık olarak tanımlıyorum.
Vasfi Kösebey: Köprünün Avrasya Tüneli’nin havaalanının İstanbul’a zararı nedir?
Pelin Pınar Giritlioğlu: Köprüleri meslek odaları ve uzmanları köprünün kendisi için itiraz etmemiştir. Köprü yapıldıktan sonra buralarda ortaya çıkan yapılaşma ve hukuksuzluk itirazları getirmiştir. Mesela 2. Köprü yapıldıktan sonra Sultanbeyli ortaya çıkmıştır. Bugün hala yasal problemleri devam etmektedir. Yönetimde olanlar bu süreçleri yönetememekte ve denetleyememektedir. Köprü alanları sadece köprü değil arkasındaki bağlantı yollarıyla ve arkasında yarattıkları etki alanlarıyla tahribat yaratmaktadır. 3. Köprüyle beraber 800 hektar orman alanı yok olmuştur. Yasamızda orman kanunu şöyle tanımlanır orman yeriyle birlikte ormandır der ağacı kesip başka yere ağaç dikmek bize orman kazandırmaz. Orman altındaki toprakla mantarla küfle sincapla suyuyla her şeyiyle ormandır. Avrasya Tüneli’nin etkileri sadece Türkiye’deki uzmanalar tarafında değil UNESCO’dan gelen eleştirilerle de tespit edilmiştir. Avrasya Tüneli’nin olduğu yer dünya miras alanıdır. Burada çok önemli arkeolojik kalıntılar vardır.
Necmettin Keleş: Özür diliyorum gerginlikten dolayı benim tepkim hocamıza değil mutfağadır. Mutfaktan biz objektif olmalarını bekliyoruz. Mutfak sunum yaparken her iki görüşe yer versin.
Geriye doğru gittiğiniz zaman bugünkü mega projeler hep ormanlık alanlardır göreceksiniz, geriye doğru gittiğinizde her yer ormanlık alandır biz ormanda yaşamaya mahkum edeceğiz insanlığı hiç bir teknolojik yapıyı öngörmeyeceğiz. Şimdi sayın cumhurbaşkanı ben bunu yapacağım dediği zaman bilim adamlarıyla bu meselenin uzmanlarıyla görüşmediğini mi düşünüyorsunuz. Öyle oturduğu yerden kabadayılık yapmak için mi söylüyor bunları. Siz ne kadar inceliyorsanız on misli cumhurbaşkanımız inceliyor. Batıda tepki gösterenler zararlarından dolayı tepki göstermiyor siyasi ekonomik ve dengeleri gözeterek tepkiler verdiğini görüyoruz. Türkiye’de insanlar çizilen tablodan korkuyorlar. Halbuki iki tane köprü yapıldı kıyamet kopmadı Avrasya Tüneli yapıldı kıyamet kopmadı işte Süveyş Kanalı açıldı Panama Kanalı açıldı devasa projeler yapıldı. İnsanlar aç kalacak tarım bitecek diye bir şey yok. Bakarsanız güzergaha orman vasfını yitirmiş bir yer. Biz gezdik oraları insanlar arazi alıyor oradan. Elbette zararları olacak bu zararların telafisi edilme noktasında çalışmalar var. Bu projeye karar veren insanlar herhalde İstanbul’u susuz bırakmayı düşünmüyorlardır. O suyu nasıl İstanbul’a getireceğini düşünmüştür. İstanbul’da tarım bitmiştir. İnsanlar belediyeden imar planı çıksın 5 katlı 10 katlı bina yapalım diye bakıyor. Bütün belediyeler de tarım alanlarını imara açıyorlar.. Trakya’da bütün tarım alanlarında fabrika vardır. Kimse itiraz etmez buna. Dünyanın en verimli topraklarında fabrikalar vardır. Türkiye’de tarıma çok önem veren tarım politikaları vardı da Tayyip Bey yok mu etti bunları. Sadece tek yönlü önyargılı yönlendirici bir sunumla burada karar vermenin doğru olduğunu düşünmüyorum.
Faik Güleçyüz: İki deniz arasındaki doğal dengenin bozulabileceğine dair bilgiler var bu doğru mudur?
Pelin Pınar Giritlioğlu: Kanal İstanbul’la ilgili çok sayıda toplantıya katıldım ve dinledim. Çok değerli hocalar bu konuda bilimsel verilerle bu ekosistemin bozulacağını ortaya koyuyorlar. Karadeniz ve Marmara arasındaki geçişlerin artıp tabandan gelen gazların ve diğer atıkların birbirine karışacağını ortaya koyuyorlar. Bununla birlikte çeşitli balık türlerinin ve canlı türlerinin ortadan kalkacağını öngörüyorlar. Bunları verilerle ortaya koydular.
Tennur Koyuncuoğlu: Bu tür girişimlerle dünyada kapitalizmin neo kapitalizmin tüm dünyayı yitirdiği düşüncesinde misiniz?
Pelin Pınar Giritlioğlu: Ben taraflı bir akademisyen hiçbir zaman olmadım. İnandığım şeyin tarafında olurum inanmadığım şeyin tarafında olmam. Ekosistem doğal veriler ve doğal kaynaklar benim için toplumda en üstte yer alması gereken önceliklerdir. Kapitalizm bunları yok ediyorsa ben buna karşı dururum. Çaresini buluyorsa yanında dururum.
Necmettin Keleş: Bu sunumu hazırlarken buraya gelirken bu projenin yapılmasına karar veren iradenin bu aksaklıkları bu problemleri nasıl çözecekler nasıl bir önlem alıyorlar diye bir çalışmaya baktınız mı?
Pelin Pınar Giritlioğlu: Şuanda bu söylediğimiz konularla ilgili hiçbir karşı gerekçe ve çözüm yolu yoktur. Tek bir katılım toplantısı yapılmıştır bununla ilgili çevresel etki değerlendirmesi raporu ile ilgili katılım toplantısı ben de o toplantıya gittim fakat neredeyse %80’i içeriye giremedi içeriye alınmadık. Dışarıda polis barikatları vardı. Orada ne sözümüzü söyleyebildik ne dinleyebildik. Kamuoyuyla paylaşılmış bir rapor da sunulmadı. Havza alanları yok ediliyor diyorum ben. Bunun karşısında nasıl bir çözüm getirdiğini ortaya koyan bir rapor da o taraftan gelmedi. Eğer gelseydi bunu da tabi ki tartışırdık.
Odalar menfaat için yoktur kamu yararına çalışan kuruluşlardır ve anayasada da böyle tanımlanırlar. Dolayısıyla görevleri kentleri ve toplumları savunmaktır. Meslek odaları eğer kentlere ve doğaya karşı yapılan bir takım saldırılar varsa bunlar için mücadele etmek ve önlem almak için vardır. Bu da karşı durulmaması desteklenmesi gereken bir tavırdır. Meslek odalarının bugüne kadar mücadele ettiği bütün projeler tam da bu sebeple vardır. Gezi bunun için vardır Kanal İstanbul’da bunu için vardır 3. Köprüde bunun için vardır. Bütün iktidarların yaptığı hataları eleştiririm. Erdoğan’ın 1994 yılında Ormanın Kara kitabı diye bir kitap çıktığında onun başında yazdığı ön sözünde bir söz vardır 3. Köprü cinayettir der. Bunu ben söylemiyorum. Kendi sözleridir ve videoları ortada dolaşmaktadır. Bakış açısı bu kadar değişmez. Bir şey doğrudur veya yanlıştır. Hataları varsa düzeltiliyorsa düzeltilir düzeltilemiyorsa düzeltilemez. Biz bilimsel çalışmaları yaparken mutlaka iki taraftan da bakarız. Bir şeyin güçlü yanlarını zayıf yanlarını fırsatlarını ve tehditlerini tartışırız. Fakat Kanal İstanbul bunun dışında bir projedir. Kanal İstanbul’u ne yazık ki böyle tartışmamız mümkün değil. Biraz önce söylediğim gibi en tepeye koyduğumuz değerlerimizi ekolojimizi eko sistemimizi kültür varlıklarımızı mirasımızı ortadan kaldıracak afet riski açısından büyük tehlikeler taşıyacak bir projeyi bir bilim insanı olarak benim savunmam mümkün değildir.