YER: Çankaya Bld. Ek Binası Mithatpaşa Cad. No:52 3. Kat Kızılay
TARİH: 7 Nisan Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Raportör)
2 / Cumhuriyet Kadınları Derneği (Meryem Kırkayak – YK Üyesi)
3 / Sağlıkta Genç Yaklaşımlar Derneği (Canan Demir – Başkan Yardımcısı)
4 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Temsilci)
5 / Avrupalı Gazeteciler Derneği (Mehmet Ertok – Başkan Yardımcısı)
6 / Alternatif Düşünce Kuruluşu (Bilal Berk Sağır- Üye)
7 / ASSAM / Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Der. (Gürcan Onat – Başkan Yrd)
8 / Özgürlük Araştırmaları Derneği (Yüksel Serdar – Üye)
9 / Öğrenci Velileri Derneği (Enver Önder – Başkan)
10 / Doğal Yaşam Derneği (Mahmut Karataş – Üye)
11 / Evrensel İnsan Hak ve Özgürlükleri Derneği (Lütfi Gölpunar – YK Üyesi)
12 / Batıkent Engelliler Gençlik Spor Kulübü (Haydar Özçelik – Üye)
13 / Anadolu Kadın Derneği (Zübeyde Ozanözü – Başkan)
SENDİKALAR – KONFEDERASYONLAR
1 / Özgür Eğitim-Sen (Mehmet Yıldız – Basın Yayın Sekreteri)
ÖZEL KONUKLAR
1 / Sezai Berber (Türk Tabipleri Birliği – Genel Sekreter)
2 / Özgür Erbaş (Türk Tabipleri Birliği – Avukat)
SİYASİ PARTİLER
1 / HDP Ankara Şube (Mahmut Emin Avcı – YK Üyesi)
MODERATÖR
Nagihan Konukcu
GENEL KONU: Haber Alma Özgürlüğü; Türkiye'de Medyanın Durumu
KONUŞULANLAR
1 / Enver Önder: Düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü ve demokrasi birbirlerini tamamlayan hak kavramlarıdır. Bunlardan biri eksik olursa demokrasi de eksikli ve kusurlu olur. Bizim ülkemizde düşünce özgürlüğü de anlatım özgürlüğü de ağır bir baskı altındadır. Özgürlük denince, ülkeyi yönetenlerin, kendilerine biat etmeyen herkesi terörist, vatan haini olarak suçlama hakkı anlaşılıyor. Gazeteciler, darbeci, terörist, suçlamasıyla yaşam boyu hapis cezasına çarptırılıyor. Oysa önüne geleni teröristlikle suçlamak, terörü sıradanlaştırır, yaygınlığı imajını doğurur ve sonuçta terörün işine yarar. Bu tür, hiçbir yargı kararına dayanmayan suçlamalar, yoğun baskılar kimseyi yıldıramamaktadır. Toplumsal gelişme süreci, demokrasi mücadelesi durdurulamayacaktır. Başta bizim burada ki topluluğumuz, Demokrasi İçin Birlik, Demokratik Kitle Örgütleri Platformu, Memleket İçin Sözümüz Var, Laik Bilimsel Eğitim Hareketi birçok birliktelik demokrasinin yolunu açmak, yurttaşlık haklarını kullanmak yolunda kararlı bir aktivite göstermektedirler. Benim kişisel olarak geleceğe umudum her zamankinden daha diridir.
2 / Yüksel Oğuz: 2017 yılı başında Reuters'ın medya alanında çalışan 142 gazeteci ile görüşerek yaptığı araştırmaya göre çalışanların %70'i sahte veya yanlış haberlerden dolayı sosyal paylaşım ağlarına güven duymamakta. Katılımcıların %46'sı geçen seneye kıyasla sosyal medyada gördükleri paylaşımların doğruluğundan daha fazla endişe duymaktadır. Türkiye'de ise internet kullanıcılarının %57'si web portallarında gördükleri haberlere inanmıyor; %29'u ise haberlere bakmak istememektedir. Teyit.org'un yakın zamanda yayınladığı 'İnternette Nelerde Şüphe Ediyoruz?' başlıklı rapora göre, kullanıcılar 7628 haber veya içeriği şüpheli bularak, teyit.org'a başvurmuşlardır. Bu veriler ışığında haber alma özgürlüğü ve doğru-güvenilir bilgiye erişim açısından; medya kuruluşlarının ve gazetecilerin bağımsızlığı, ekonomi politik açıdan ele alınmalı ve medyanın finansmanı konusuna odaklanılmalıdır. Çıkar çatışmasını engellemek ve editoryal bağımsızlığı temin etmek adına, medya kuruluşu sahiplerinin hükümet veya kamu kurumları ile ilişkisi bulunan ihale ve altyapı yatırımlarına katılmasının engellenmesine ilişkin yasal düzenleme yapılmalı ve medya sahiplerinin faaliyet alanı yalnızca basın-medya ile sınırlı tutulmalıdır. Medya kuruluşları finansman ve künye bilgileri konusunda şeffaf olmalı, yetkili kurumlara ve kamuoyuna karşı hesap verebilir olmalıdır. Basın İlan Kurumu'nun da bağımsız olması ve/veya medya kuruluşlarının gelirlerini destekleyici ilan imkanları üzerinde çalışılmalıdır. Basın kartı düzenlemesinin de meslek örgütleri ve medya kuruluşlarının ortaklaşa belirleyeceği kriterler neticesinde meslek örgütleri veya medya kuruluşlarının kendileri tarafından verilmesi bir diğer önemli husustur. Haber alma özgürlüğüne ilişkin paydaşlar doğru tayin edilmelidir. En son Meclis'te hazırlanan ve internet sitelerinin RTÜK denetimine tabi olmasını getiren 6112 sayılı düzenleme, RTÜK’ün AK Partili üyesi Taha Yücel’in de vurguladığı üzere, teknik eksikler barındırmakta, çağın gerekleri ve internetin doğasına uymamaktadır. Denge denetlemenin ön şartlarından biri olan farklı görüşlerin özgürce tartışılabileceği kamusal olanakların kısıtlanabileceği ihtimalini akla getirmektedir.
3 / Lütfi Gölpunar: Haber alma, toplumların demokratik haklarından bir tanesi olarak günümüzde önemli bir yer tutuyor. Demokratik toplum ve yönetimlerde yasama, yürütme ve yargının yanında medya 4. güç olarak yerini almış durumda. Yönetimler güçler ayrılığı ilkesine özel önem vermeleri gerekir. Eğer, güçler ayrılığı ilkesi göz ardı edildiğinde yönetme biçiminde demokrasinin tabana yayılması ve haber almada sıkıntıların yaşanacağı gün gibi ortada durur. Medya iktidarların yada farklı güçlerin egemenliği altına girdiğinde toplumsal sorunlar gündeme gelir ki bu sorunlar giderek toplumları bir arada tutan sözleşmeler ve demokratik teamüller ortadan kalktığı gibi, yönetsel krizle birlikte kaos ortamı yaratılmış olur. Böylesi ortamlarda medyanın bağımsızlığından ve haber alma özgürlüğünden bahsedilemez. Muhaliflerin sesi kısılır. Baskı ve şiddetin dozajı artar. Hak arama yol ve yöntemlerine kısıtlamalar gelir. Aykırı sesler susturularak muhalefetin sesi kısılır. Ülke yönetimine baskı, zorbalık ve terör hakim olur. Onlarca yıldır basına uygulanan sansür haber alma özgürlüğünden eser bırakmamış, gazeteciler mesleğini özgürce yapamaz haldeler. Konuşan ve yazanlar susturulduğu ortamda medyanın özgür olması düşünülemez.
4 / Gürcan Onat: Haber hepimiz için çok önemli çünkü duygu ve düşüncelerimizi etkiliyor. Sevgi ve nefretimizi belirliyor ve bizi müspet, menfi harekete geçiriyor. Dolayısıyla benim medyadan beklediğim en önemli hususiyet dürüst olmasıdır. Medya halkın haber alma hakkını karşılamaktadır. Bu hak engellenemez ve önlenemez. Medya Özgürdür, haber toplayıp, haberi yayınlarken her türlü etkiden, duygu ve düşüncelerden her türlü baskıdan arınmış olarak, haber ne ise onu dosdoğru vermelidir. Gazeteciler elbette kendi fikir ve düşünceleri inanç ve duygularıyla yorum yapacaklarıdır. Bu fikir ve inanç hürriyetidir. Temel insan haklarındandır. Ama haberi verirken çarpıtmadan ekleme çıkarma yapmadan dosdoğru vermek zorundadır. Haberi doğru olarak vermek başka şey, bu haber doğrultusunda tahlil yapmak, yorum yapmak ayrı şeydir. Ne yazık ki Ülkemizde medya halkın seçmiş olduğu hükümetleri düşürmek yani darbe yapmak için kullanılmıştır. Bunun en somut örneği: 28 Şubat post modern darbesidir. Ayrıca, hükümetlerden ihale kotarmak için kullanılmıştır. Genellikle iş adamları bu maksatla bu sektöre girmektedir. Böyle olunca da doğal olarak halkın medyaya güveni yerlerde sürünmektedir. Ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada durum budur, şahsen ben de medyadan ve özellikle sosyal medyadan okuduğum bir şeyi kaynağından teyit ettirmedikçe inanamaz hale geldim. Elbette bağımsız medya, ama bununla birlikte bugün bizim için en önemlisi dürüst medyadır.
5 / Mehmet Yıldız: Medya oldum olası baskı altındadır. Mesela Kemalizm'in tek Parti döneminde Takrir-i Sükun kanunu vardı. Yani kanunla basın susturulmuştu. Ama Kemalistlere tek parti döneminde basına yönelik baskı vardı dedirtemezsiniz. Herkes baskının mazereti olarak olağanüstü şartları bahane yapıyor. İşte o zamanın bu zamanın şartları. Şimdikiler ne diyorlar? Şartlar olağanüstü hali gerektiriyor. Şartlar şu baskıları gerektiriyor diye gerekçeler uyduruyorlar. Bir de şu bizim komünistleri, sosyalistleri dinlediğimizde sanki komünist ve sosyalist sistemlerde özgürlük varmış gibi konuşuyorlar. Halbuki oralarda özgürlüğün esamesi bile okunmuyor. Mesela Küba'da 4 tane gazete var, dördü de devletin resmi gazetesi. Yani özel bağımsız bir gazete ve televizyon bile yok. Çözüm olarak şunda anlaşabilmeliyiz. Herkesin kendi muhalifine konuşma hakkını vereceği bir sistemde uzlaşmalıyız. Temel bazı özgürlüklerde konsensus sağlamalıyız. Mesela diyebilmeliyiz ki; kim iktidar olursa olsun kimsenin kıyafetine karışmamalıyız. Ne başı örtülüye ne de mini etekliye. Kimsenin diline ve inancına karışmayacağız diye anlaşabilmeliyiz. Yoksa her gelen karşısındakini ezer ve bunun gerekçesini de bulur. Şartlar der geçer. İşte seçimler geliyor. Herkes şikayetçi ama nedense taraflar temel konularda bir araya gelemiyorlar. O zaman boşuna şikayet etmiş oluyoruz.
6 / Mahmut Karataş: Özgürlük kişiden başlar. Bir kişi sınırlarınızı çizdiği vakit özgür olamazsınız. Devletlerin politikası da bu yöndedir. Basın bağımsız değil deniliyor ya da yazarlar ideolojik bulunuyorlar. İdeolojisi olmayan kim var bugün? Davranışlarımızda ve konuşmalarımızda yaşadığımız toplumun etkisiyle hareket ettiğimiz için hepimizin bir ideolojisi var ve hiçbirimiz tarafsız değiliz. Yurtdışında basının bağımsız olduğu ve ihalelere girmediği söylendi. Yanılmıyorsam bir medya patronu George Saurus, dünya genelinde enerji gibi sektörlerde bile ihalelere giriyor. Basın hiçbir yerde özgür değil. Hepsi iktidarın kalemi. Her gelen kendi basınını, kendi zenginini yaratıyor. Bunun bir çözümü yok. Kendimizi düşünelim, çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz? Özgürce yetiştirebiliyor muyuz yoksa kendi sınırlarımız içinde mi yetişiyor çocuklar? Dolayısıyla biz bunları aşamadıktan sonra medya özgürlüğü filan hikaye kalıyor. Kendimizi ne kadar özgürleştirebiliyorsak kendimizi ve yaşadığımız dünyayı da o şekilde özgürleştirebiliriz. Bugün iktidardan şikayetçiyiz, diktatör, faşist deniyor. Atatürk dönemi için tek partiye baskıcı diktatör dönemi deniyor. Bugün gücü sizin elinize versek siz de diktatör olacaksınız belki. Güç kimin elinde olursa karşı tarafa güç uygular. Çözüm, kişinin kendi bireyselliğinden başlar.
7 / Bilal Berk Sağır: Toplumsal deneyler bize gösteriyor ki özgür bir basına sahip olmak için ülkelerin öncelikle özgür bir sermayeye ve tamamen tanınmış mülkiyet haklarına ihtiyacı vardır. Bir insan bir gazeteyi kurmadan önce devletin malına mülküne çökmeyeceğine dair garanti verirse, istediği her görüşten muhalefet edebilir ve insanları aydınlatabilir. Temel sorun aslında sermaye birikiminin devlet tarafından yaratılma süreci, insanların birey olamaması ve mülkiyet haklarının garanti altına alınmamasıdır. Bunun çok farklı sebepleri vardır. Gayrimüslimlerin malları üzerine konarak bir Türk yerli burjuvası oluşturulmaya çalışılmıştır ve bu burjuva devletin dediklerinin dışına çıkmamak dışında pek bir şey yapmamıştır tarih boyunca. Bizim amacımız devleti olabildiğince küçültmek, hayatlarımıza karışmayacağı şekilde konumlandırmak olmalı diye düşünüyorum. Devletin çek görevi güvenlik ve hukuktur. Bunun dışındaki şeylere insanların bireysel iradeleriyle karar vermeleri gerekir. Minimal devletin olmadığı bir coğrafyada özgür bir basından da özgür insanlardan da düşünce özgürlüğünden de bahsedilemeyeceğini düşünüyorum. Öncelikle karşı çıkmamız gereken olgunun mülkiyetin paylaşılmasından ziyade özgür mülkiyeti, sermaye birikimini, işadamlarının özgürce para harcamasını ve miras bırakmasını savunmak olduğunu düşünüyorum. Bugün birçok kişi işini kaybetti ve eylemler yapıyorlar ancak şöyle bir durum var: Devlette 4,5 milyon memur var şu anda ve özel sektörde çalışan 10 milyon kişinin vergileriyle beslenen memurlar bunlar. Özel sektördeki vergi mükellefleri ve işadamlarının dişiyle tırnağıyla kazandığı parayla birçok kadroya yerleştiklerinden dolayı, devletin bir araç olabileceğini düşünüyorum memurlar için. Mülkiyet haklarını savunduğumuz takdir de özgürlük de kendiliğinden gelecektir diye düşünüyorum.
8 / Haydar Özçelik: Yapılan araştırmalara göre televizyondan haber alma %10'lara düşmüş, sanal alemde ve sosyal medyada ise %70'lere çıkmış. İnsanlar televizyonlara güvenmiyor ama artık sanal alemde de güvensizlik başlamış. Medya genelde sermaye ve iktidarlara baskı oluşturarak kendilerine sermaye oluşturan bir yapıya dönüştü günümüzde. Karma ekonomi, hür teşebbüs bağlamında gündeme getirdiğiniz zaman devlet sadece kurumlar bazında yönetilen insanlar demek ama sermayeye baktığınızda doğru dürüst hiçbirinin vergi vermediği bir ortamda yine devlette çalışan işçilerle merdiven altı olmayan yerlerdeki işçilerin ödediği paralar var. Sermayeler genelde hep zarar gösterirler. Başkanlık sistemine geçilen bir zeminde medyada tartışmamız gerek şey, parlamenter sisteme tekrar geri dönüş için bir uğraşan bir taban oluşturmak için mi uğraş vermemiz gerektiği. Yoksa tek adamlık döneme geçmek adına meclisin işlevsiz kaldığı bir koşulda her şeyi tek adam atayacaksa, ne tür şeyler açıklarsanız açıklayın, zor bir döneme girilecek. Medyanın açık ve şeffaf hale gelmesini beklemek, abesle iştigal gibi geliyor bana. Başkanlık sistemi sonrası Türkiye yeniden bir şekillenme içine girecek. Sivil toplum, yerel yönetimlerde iktidara gelip mevcut başkanlık sisteminde daha aktif rol alarak parlamenter sistemi savunanların oluşturacağı bir bloğu devreye sokarsa bir şeyler değişebilir yoksa başkanlık aynı şekilde devam ederse ne medya kalır ne bir şey.
9 / Mahmut Emin Avcı: Dün 6 Nisan'dı, öldürülen gazeteciler günüydü. Bugün Osmanlı Devleti'nin iktidar partisine karşı yürüttüğü muhalif gazetecilik dolayısıyla gazeteci Hasan Fehmi Bey'in 6 Nisan 1909'da öldürülmesiyle Gazeteciler Cemiyeti bugünü Öldürülen Gazeteciler Günü olarak ilan etmiştir. Türkiye'de gazeteciler en çok 1990-95 yılları arasında öldürülmüş. Bu yıllarda 37 gazeteci hayatını kaybetmiş. Bunların birçoğu faili meçhul. Öldürülenlerin çoğu Kürt gazeteciler ya da Kürt sorunu üzerine çalışanlar. Dünden bugüne Türkiye halklarının her konuda haber alması engellenmektedir. Büyüklerin küçükler üzerindeki baskısı gibi bizim de halklarımız üzerinde baskı var, sanki bu halklar rüştünü ispatlamamış da şu haberi alsın, şunu almasın gibi bir anlayış dünden bugüne var. Egemen güçlerin çıkarlarına ters düşmektedir. İleri sürülen yasalar, kurallar ve kısıtlamalar, Türkiye'nin geleceği ve aydınlık günler için değil, tamamen yönetimde söz ve karar sahibi olmaları, halkın o yönetime girmemelerini sağlamak amacıyla yapılmaktadır. Bu nedenle gazeteler satın alınmakta ve tek sesliliğe doğru gidilmektedir. Dün de vardı ama bu kadar değildi. Televizyondaki açık oturumlarda hep aynı kişiler var. Eskisi gibi alanında uzman kişiler yok.
Yerel Gündem: Sağlıkta Reform Arayışlarının Ankara'ya Yansıması: Şehir Hastaneleri
1 / Özgür Erbaş: Geçtiğimiz sene adı şehir hastanesi olan dört hastane açıldı, Adana, Yozgat, Isparta ve Mersin'de. Bu hastanelerin adının şehir hastanesi olmasının nedeni, kamu özel ortaklığı denilen finansman modeli. Üçüncü köprü, Avrasya tünelinden bildiğimiz yap-işlet-devret modelinin türevi. Yap-işlet-kirala ve devret. Bir hazine arazisi veriliyor bu şirketlere. Şirket buraya bir bina yapıp, donanımının ve teftişini yapıyor. Etrafına ticari alanlar kuruyor. Hastane yatak sayıları değişmekle birlikte, sistem aynı şekilde ilerliyor. Sağlık Bakanlığı 25 yıl bu şirketlerin kiracısı oluyor. Aynı zamanda blok halinde ihaleler de şirketlere devrediliyor. O şirketlerden de hizmetleri satın alıyor bakanlık. Yapılan kanuni düzenlemelere göre aldıkları kredilere hazine tam garanti veriyor. 2005 yılında ilk kanun yapıldı, 2011'den itibaren ihale süreçleri başladı. Şirketlere devredilen hizmetlerin arasında görüntüleme, laboratuvar, fizik tedavi, rehabilitasyon, radyasyon onkolojisi gibi alanlarda olmaya başladı. Şirketlere %70 doluluk oranı garantisi veriliyor. Bu oran dolmazsa aradaki bedel farkını da garanti ediyor şirketlere. Sözleşme bedelleriyle ilgili kur garantisi de var. Sözleşmelerin içeriğini net olarak bilemiyoruz çünkü özel hayatın gizliliği ve ticari sır diyerek bakanlık bunları açıklamıyor. Biz açtığımız davalar sonucu bir kısım bilgiye ulaşabildik. Şehir hastanelerinin yapılmasına yüksek planlama kurulu karar veriyor. YPK bu hastaneler kaç yataklı olacaksa, o yatak sayısı kadar mevcut yataklardan azaltılması ya da kapatılması kaydıyla hastane yapımına izin veriyor. Teknik olarak kamu hizmeti altyapı yatırımı açısından bunlar yeni hastane yapımı değil, hastane yenilenmesi olarak geçiyor. Bunların kira ve hizmet bedelleri döner sermayeden ödeniyor. Neredeyse Sağlık Bakanlığı'nın bütçesinden fazla bir yekun oluşturuyor ve denetimi yok. Bu döner sermayeden ödeneceği için sağlık çalışanların aldıkları ücretin temeli asgaride tutup, üstündekileri döner sermayeden performansa dayalı yaptıkları için uzun vadede sağlık çalışanlarının ücretlerinin düşeceği ya da hak kaybı yaşayacaklarını düşünüyoruz. Burada şirketlere devredilen hizmetlere ilişkin söz konusu kanunda da bir istisna getirdiler. Şehir hastanelerinde şirketlerden satın alınan hizmetler açısından orada bir kadroya geçiş yapılmıyor. Böyle de bir hak kaybı var. Bugüne kadar açılan hastanelerde temel olarak doktorların statüsüne henüz dokunulmadı ama uzun vadede değişebilir. Ankara'da iki hastane yapılacak. Etlik için Doktor Sami Ulus Çocuk Hastanesi, Ulus Devlet Hastanesi, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim araştırma Hastanesi, Dışkapı Çocuk Hastanesi, Ulucanlar Göz Hastanesi, Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Ulucanlar Ek Poliklinik, Doktor Zekai Tahir Burak Kadın Doğum Hastanesi, Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi kapatılacak ve bunun içine taşınacak. Bina yapım aşamasındayken Etlik İhtisas Hastanesi'nin binası yıkıldı. Bilkent Hastanesi içine de Ankara Yüksek İhtisas, Numune, Fizik Tedavi Rehabilitasyon ve Gazi Mustafa Kemal Hastaneleri kapatılıp taşınacak. Kapatılacak olan hastaneler Türkiye'nin en köklü eğitim araştırma hastaneleri. Bu hastanelerdeki uzmanlık eğitimi nasıl devam edecek bilmiyoruz. Statü karışıklığının nasıl çözüleceğini de bilemiyoruz. Bilkent Şehir hastanesi 3600 yataklı olarak planlanmıştı, 3700'e çıkarıldığı söylendi, şimdi 3800 yataktan bahsediliyor. Etlik de 3600 yatak civarında. Ankara'nın bir kısmını Bilkent aksına doğru kaydırıyorlar, bazı kamu alanları da oraya taşınıyor. ODTÜ'nün içinden geçirdikleri yol da bu hastane için tasarlandı. Bu hastaneye günde 100.000 insanın gireceği, 32 bin civarında poliklinik yapılacağı söyleniyor. Şu andaki sistem bile bu trafiği kaldırmazken yol meselesini nasıl çözeceklerine dair inandırıcı bir açıklama yapmadılar. Etlik Kasalar mevkiinde hastanenin alanına girecek doğrudan bir yol görünmüyor o yüzden acil vakalar başta nasıl taşınacakları bilinmiyor. Sıhhiye'deki hastane etrafındaki esnaf, eczacılar ve malzeme satanlarında hak kaybına uğrayacağı düşünülüyor çünkü bu ticari alanların kira bedellerinin çok yüksek olduğu ve zincir lokanta ve kafelere verildiği söyleniyor. Eczacılar için de hak kaybı söz konusu. Ankara'da kapatılacak hastane sayısı çok fazla. Herkes için bir karmaşa yaratacak. Sağlık hizmetine erişim konusu da apayrı bir mesele. Erzurum'da 1200 yataklı klasik ihale usulüyle yapılan bir hastane 2012'de ihaleye çıktılar, 7 ameliyathaneli ve tam donanımlı ve yoğun bakım yataklarının olduğu bir hastaneydi; 213 milyon liraya mal oldu. Bilkent Şehir Hastanesi'nin bugün itibariyle ihale tarihinde bina kirası 250 milyon liraydı ve Sağlık Bakanlığı bunu 25 yıl boyunca ve zamlanarak ödeyecek. Yani bu yıllık kirayla aslında istenen ölçüde bir hastane yapılabiliyor. 200-600 kapasiteli yatakların en verimli hastaneler olduğu kabul ediliyor bilimsel araştırmalara göre. 300 yataklı 10 tane hastane yaptırabilirsiniz Ankara'ya. Ciddi kamu zararına mal olması ayrı bir mesele. Hastanelerde sterilizasyon ve dezenfeksiyonun taşere edilmesinin uzun vadede enfeksiyonları arttırdığına dair bulgular var. Adana şehir hastanesine ilişkin ön çalışmanın yetersizliği nedeniyle kısa bir süreliğine de olsa hastane enfeksiyonuna evrilen süreçler olduğu ortaya çıktı. Avrupa Sayıştayı'nın geçen hafta yayınladığı bir rapor var; Kamu Özel Ortaklığı uygulamalarıyla ilgili. Yetersiz öngörüyle ve iyi fizibilite çalışması yapılmadan ihalelerin yapılması ve kamu hizmetlerinin devrinin şeffaflığı kısıtladığı ve kamu maliyesine büyük zarar verdiği, kamu hizmetini metalaştırdığı ve uzun sürede vaatlerini gerçekleştirmekten yoksun olduğu söyleniyor. Ankara'da bu iki hastane ölçeğinden tüm Türkiye'ye baktığımızda uzun vadede bir kamu zararı oluşacağını ve sağlık hizmetinin niteliğinin giderek düşeceğini öngörüyoruz.
2 / Lütfi Gölpunar: Şehir hastaneleri ya da kamu işbirliğiyle yapılan işlerin sonucundaki zarar boyutunu görebiliriz. 2018 bütçesinde 6.2 milyar ayrıldı. Şehir hastanelerine, köprülere, yollara verdikleri taahhüt dolmadıkları sürece ödenmesi gerekiyor. Mantık bene şu, paranız varsa para verin, zekatını veremezsem geri alın. Şehir hastaneleri için öyle devasa binalar yapılıyor ki. Mesela Mersin Şehir Hastanesi'nin içinde arabaya kadar var. Navigasyon var. İşin reklam boyutunu düşünün. 2018'de MEB'de 1 milyona yakın personel var ve bütçe boyutu 177 milyar. 30'da biri bunlara ayrılıyor. Türkiye'nin bütçesi 872 milyar, 120'de biri özelleştirmeye aktarılıyor. 6.2 milyar lira ile kaç tane hastane yapılır. ODTÜ'den geçen yolun neden oradan geçtiğini şimdi anlıyoruz. Kamu özel işbirliğinin temel mantığı, Türkiye'de kamu hizmetlerinin piyasa koşullarına açılmasıyla ilgili. Özelleştirmeye doğru gidiliyor. Devletin küçültülmesine, güvenlik ve adli işlere indirgenmesine yönelik bir durum. Sosyal devleti devre dışı bırakıp, yaşamımızı, sosyal yaşamımızı piyasa koşullarına sunmasının bir koşulu.
3 / Mahmut Konuk: Mesela Mersin Şehir Hastanesi'nin içine neden araba konmuş? Acil bir durumda o devasa yapı içinde bir taraftan diğer tarafa ulaşım için. Bir uçtan diğer uca arabayla bile yetişme şansı 8 dakikadan önce olmuyor. Bir hasta bir tarafta kap krizi geçirdiğinde, diğer taraftan doktorun gelmesi 8 dakika. 3-4 dakikadan sonra gerçekleşen bir müdahalede kurtulma şansı yok hastanın. İkincisi bunlar kar hesabıyla yapılan işletmeler. Prof. Dr. Muzaffer Eliyılmaz döneminde bunun prototipi uygulandı. Çankaya Belediyesi'nin bir laboratuvarı vardı, orada çalışan bir hekim ve birkaç teknisyen vardı. Eliyılmaz dedi ki ben daha modern bir laboratuar şirketiyle anlaşacağım. Hizmetinde kazanılan paranın %40'ı belediyeye kalacak, %40'ı şirkete kalacak. Öyle bir sözleşme imzaladı ki yıllık 700.000 kit garantisiyle, %70 doluluk garantisi ile. Burada devlet küçülmüyor, 25 yıl boyunca buranın kiracısı oluyor ve %70 doluluk kapasitesin altına düştüğünde devlet bütçesinden karşılanacak. 700 bin kit tüketimi için şöyle bir uygulamaya geçildi; pratisyen hekime başvuran herkesten 35 kalem tahlil istediler. Nezle için grip için bile bunu istediler. Yetmedi. Kreşlere, taksicilere, muhtarlara uyguladılar bunu. 500-550 bin lira her ay belediyenin cebinden çıktı. Peki belediye o şirketle anlaşmasa ve o hizmetleri satın alsa ne olur? Aşağı yukarı 200 bin lira ile tüm harcamaları yapabilecekti. Bülent Tanık bunu iptal etti.
4 / Mehmet Yıldız: Bu konudaki eleştirileri anlamış değilim. Nedense birileri her şeye karşı çıkmayı muhalefet sayıyor. Köprüye karşı, ODTÜ'den yolun geçmesine karşı, hastaneye havaalanına karşı, niye? ODTÜ sahası kutsal bir yer mi? Ne özelliği var? Gerekiyorsa yol da yapılacak hastane de hava alanı da. Devletin kasasından şu kadar para çıkıyormuş, şunların cebine giriyormuş. Bana ne? Ben istediğim zaman istediğim doktora muayene olabiliyor muyum, ona bakarım. Ben otobüs fiyatına buradan Mardin'e uçakla gidebiliyor muyum, ona bakarım. Ona karşı buna karşı, Çarşı her şeye karşı der gibi. O zaman vatandaş ne diyor? Yahu bunlar benim lehime yapılacak her türlü hizmete karşılar diyor. Yani her şeye karşı olmak çözüm değil.
5 / Yüksel Serdar: Bu hastaneler için tahsis edilen kamu arazisi ne kadarlık bir arazi? Bu alanların ne kadarı tarım arazisi? Konya'da birçok tarım arazisi bu uğurda feda edildi. Şehir hastaneleri kentleşmeyi besliyor. Köprüler de 3. havalimanı da kentleşmeyi besliyor. Ankaralı biri olarak İstanbul'u beslemek zorunda değilim. Adana'yı beslemek zorunda değilim, onlar da bizi beslemek zorunda değil. Şehirler günden güne büyüyorlar ve artan şey kent ve inşaat rantı. Bunun önünde durmalıyız. Bugün Türkiye'de elli yıl öncesine dair hiçbir şey kalmıyor. Mevcut varlıklarımızı koruyamıyoruz. Pragmatizmi mantık ve etiğin önüne koyamazsınız. İşlevsellik başka bir şeydir. Şehir hastanelerine ihtiyaç olabilir ancak bu konuda karar veren devlet olmamalıdır. Yerel yönetimlerle, TTB ile, mimarlarla konuşulmalı. Tepeden inmeci bir şekilde olmaz, kiminle ortak yapıyorsunuz? Bunu sorabiliyor muyuz? Tüm şirketler aynı oranda başvurabiliyor mu? Devletin yakın olduğu birtakım sermaye grupları var finansmanı bunlarla paylaşıyorlar. Hastaneler yapıldıktan sonra medikal yatırımlar nereye akacak, şeffaf şekilde denetlenebilecek mi? Devlet 6.2 milyar zarar etmiş, devlet zarar eder mi? Hizmetlere karşı değiliz ama bunları denetleyebilmeliyiz, şeffaf olmalı, herkese aynı biçimde girişim hakkı tanınmalı aksi halde devlet kapitalizmine dönüşüyor iş. Sağlıkta da eğitimde de böyle bu.
6 / Belgin Çelik: Acaba Türkiye'de kaç tane hastanemiz var? Yatırımlar yapılmalı elbette, kaçınılmaz. Ama bugün Türkiye o kadar çok beton yığını haline geldi ki. Adana'nın en verimli tarım alanlarına 20 katlı binalar yapılmış. Hasta sayısı çok fazla Türkiye'de. Ne yiyoruz, ne içiyoruz? Bir sürü hastalık peyda oluyor. Sağlık Bakanlığı demek ki işlevsiz. Daha çok hastane yapılacak. İlerleyen günlerde cinsel yolla bulaşıcı hastalıkları konuşacağız, çığ gibi büyüyor çünkü. Bunlar hiç konuşulmuyor. Bugün dünyada en çok psikiyatri ilaçlarının kullanıldığı ülkeyiz. Psikolojimiz bozuk. Önce iş ve aş lazım. Bu hastanelerden önce fabrika ve işyeri açalım. İnsan çalışırsa hasta olmaz.
7 / Haydar Özçelik: Özal'dan sonra hastane dönemi özelleşti. Devletin bütün hizmet alanları daraltılıp özel sektör yönlendirildi. İyi doktorlar da ameliyat için devlet hastanesinden özel hastanelere gidiyor. Devlet hastanesinde bıçak parası alma yoluna gittiler. Profesörlere muayenehane açmaya başladılar. Çarpık bir yapılaşma görünüyor. Devlet hastanelerini çökerterek özel hastanelere yoğunlaşılması görselle doğru orantılı oluyor. Girdiğinizde pırıl pırıl, çalışanlar yönlendirici oluyor ve insanlar için cazip hale geliyor. Özel hastaneler de kalabalık. Acil servislerde ücret alınmadığı için oralar da dolu. Askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı'na geçmesiyle ilgili düşünceleriniz nedir? O hastanelerin modernleşmesinin ilçelere de dağılması gerekirken, sağlık ocakları ve aile hekimliği nasıl bir noktaya geliyor?
8 / Mahmut Emin Avcı: Yaptıkları bilimsel çalışmalar nedeniyle gözaltında olan TTB konsey üyeleri var. Ben sözü konunun uzmanlarına bırakacağım. Birkaç sorum var sadece: Kent merkezinde bulunan Ulus, Dışkapı, Yenidoğan, Ulucanlar'daki hastaneler kaldırılacak mı? Kaldırılacaksa bunlar için ne tür bir tasarrufta bulunulacak? Ankara, İzmir, İstanbul başta olmak üzere şehir merkezlerindeki hava kirliliği ve görsel kirlilik oldukça yoğunlaştı. Odalar olarak bu konuda herhangi bir çalışmanız var mı?
Soru-Cevap
1 / Sezai Berber: Kanunun kendisinde var; açılan yatak kadar şehir merkezine yatak kapatılacak. Bu merkezler rant alanı olacak. Merkezlerdeki bu alanlar daha kıymetli, rant alanı olacak. Büyük oldukları için trafik yükü var. Nitelik nicelik açısından konuşuyoruz. Dışkapı Hastanesi'nin bir geleneği, hiyerarşisi vardır. Türkiye'ye hizmet etmiştir. İnsanların anıları var. Numune de aynı şekilde. Bunları göz ardı edip, yarısını Etlik'e yarısını Bilkent'e götürdüğünüz zaman bir tarihi, bir anlayışı yok edip, yerine sayısal, ruhsuz, emre uyan bir yapı oluşturuyorsunuz. ODTÜ ormanının kutsallığı meselesi değil. ODTÜ'nün içinden yol geçtiğinde, orada bir ekosistem içindeki her şeyi tahrip edip, şehre nefes veren ormanların hava akımını da kesmiş oluyorsunuz. Bunun yanında devasa binalarla şehirde hem görüntü hem hava kirliliği yaratıyorsunuz. Bunları da aşan kanun değişiklikleri yaptılar. Bu yapıların önünü açmaya çalıştılar. Üç hastane diğerlerinden farklı; Yozgat, Isparta, Mersin; Adana farklı. Adana Eğitim Araştırma Hastanesi'ni bir gecede doktorlarla mesaj atarak taşıdılar ama eğitim yapılacak, asistanların gece kalacakları yer yok. Bundan sonra tıbbi hizmetlerin kalitesi konusunda ciddi sorunlar var. Bu şehir hastanelerinde bir yangın çıksa ya da bir sorun olsa hastalar nereye gönderilebilecek? Bunlar tartışma konusu. Hacettepe'de KBB asistanları elbise ve ayakkabılarıyla yatarlar, gelenektir ve hastanenin bir ucundan diğer ucuna 4 dakikada gidip havayolunu açarlar. Bu hastanelerde 4 dakika aralarla KBB'ci mi yerleştirecekler? 4-6 dakika havasızlıkta bu hasta ya bitkisel hayata girecektir ya da ölecektir.
Askeri hastanelerin kaldırılmasıyla ilgili ilk karşı çıkanlardan biri olduk. Muayene belli oranda halka açıktı yıllardır. Askeri hastaneler önce askerlere sonra sivillere hizmet vermek üzere kurulmuş yapılardı. Bunun ikili etkisi var: Savaş cerrahisi ayrı bir şey. Bugün Mehmetçikleri savaş alanında doktorsuz bıraktılar. GATA'nın yapısı, askeri hastane anlayışı açısından onayladığımız bir durum değil. Savaş cerrahisi uzmanlık gerektiren bir alan.
Genel olarak şehir hastanelerinin şehre etkisini konuşuyoruz. Bilkent'e ve Etlik'e gidemeyen insanlar, özel hastaneye gidecek. Ankara'nın sağlık kültürü farklıdır. Adana'da insanlar özele gitmeyi tercih ederler. Ama Ankara memur ve öğrenci yoğun bir şehir olduğu için özele gitmek çok tercih edilmez. Ankara'daki insanları da özel hastanelere zorlayacaklar.
2 / Özgür Erbaş: Arazilerle ilgili bir ek yapayım. Toplantı arazi meselesi, hastane büyüklüğüne göre değiştiğinden net bir sayı veremiyorum. Yatırım Sağlık Bakanlığı Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü'nün web sayfasında şehir hastanesi yatırımlarının ayrıntıları var ama Bilkent 1 milyon küsur metrekarelik bir arazinin üzerine yapılıyor. Konya'da, Türkiye'nin ilk tohum geliştirme merkezlerinden birinin arazisini tahsis etmek istemişlerdi, sonra orada Konya Ziraat Mühendisleri Odası çok uğraştı ve itirazları geçerli hale geldi ama şimdi Konya Şehir Hastanesi mezbaha ile otoyol arasında bir araziye yapılıyor. Elazığ Şehir Hastanesi'nin yarısı kültürel sit alanı, yarısı şehitlik üzerine yapılıyor. Kayseri için düşünülen arazi bataklık çıktı. Isparta, eski Sümerbank arazisi üzerine yapılıyor. Kentin hava kirliliği en fazla olan arazisi.
3 / Sezai Berber: Trabzon Şehir Hastanesi'nin arazisi de Stadyumun dibinde doldurmayla elde edilmeye çalışılıyor. Deniz kendinden alınan her şeyi geri alır.
4 / Özgür Erbaş: Kapatılacak hastanelerle ilgili de bir şey söyleyeyim: Etlik, Bilkent ve Elazığ şehir hastanesi ihalelerine TTB dava açtığında, şehir hastanesinin ihale şartnamesinin içerisinde kapatılacak hastanelerin arazilerinin bedelsiz olarak otel, AVM ya da rezidans yapılmak üzere ihaleyi alan şirketlere devredileceğine dair bir hüküm vardı. Danıştay bu mesele yüzünden yürütmeyi durdurma kararı verdi. Daha sonra 2013'te bir yasa değişikliğiyle hastane taşınmazlarının şirketlere devredileceğine dair sözleşme hükümleri uygulanmaz diye bir düzenleme yaptılar. Bu nokta aşılamadığı için 6 ay sonra yeni bir kanun düzenlemesi yaptılar. Bu hastane ihalelerine karşı açılan idari davalarda verilecek iptal kararları uygulanmaz dendi ve Anayasa Mahkemesi de bunu hukuka uygun buldu.
5 / Mahmut Karataş: Şehir hastanelerinin arkasında Katarlıların olduğu söyleniyor. Bu konuda bir bilginiz var mı?
6 / Özgür Erbaş: Bu iş Katarlıları aşar bence. Alınan model olduğu gibi İngiltere'nin. Bilkent Şehir Hastanesi'ni DIA şirketiyle İÇTAŞ birlikte almıştı. DIA şirketinin yarısı Katarlı, yarısı Azerbaycanlı görünüyor. İÇTAŞ kendisi çekilip oğluna CCN diye bir şirket kurdurdu ama İÇTAŞ'ı Katarlıların kandırdığı söyleniyor.
7 / Sezai Berber: İdeolojik olarak işin arkasında kendi ülkelerindeki sağlık sistemini batıran İngilizlerin ve onların anlayışının olduğunu öğreniyoruz. Katarlıları yeni duydum. Ancak bakanlığa gittiğimizde, üst düzey bürokratlar da bu işe neden yeteri kadar karşı çıkmıyorsunuz dediklerine göre Sağlık Bakanlığı'nı aşan bir otorite olduğunu düşünmek mümkün.
8 / Gürcan Onat: Neden böyle bir proje ortaya çıktı?
9 / Sezai Berber: Bugünleri öngörerek 1993 ve 1995 yılında TTB SSK ve Sağlık Hizmetleri raporu yayınlamıştık. Gördüğümüz resim şu: yoksul Cumhuriyet kurulduğunda, iyi sağlık politikalarıyla sorunlar aşılıyor. 1950'lere gelindiğinde Alman bir ismi SSK'yı kurmaları için davet ediyorlar. Türkiye'de SSK sistemi 50'lerde kuruluyor. SSK'nın parasının içinde devlet parası yok, işçiden ve işverenden kesilen paralar var. Bu paralar birikince 20 yıl sonra ihtiyaç durumunda kullanılması gündeme geliyor. Alman kişi diyor ki, bu sistem 60-70-100 yılı düşünen bir sistemdir, işlemez diyor. Sonra devletin SSK'nın parasında hep gözü oluyor. Etlik arazisi SSK'nın arazisidir. Zamanın belediyesi işçinin primini ödeyemediği için bu araziyi vermiş. Sonra bu arazi Ankara'nın en kıymetli arazisi oluyor. SSK'nın parası ve olanağı varken, klinikleri üniversitelerle yarışır durumdayken çivi çaktırmadılar. Kasten zarar ettirildi ve o para performans adı altında insanların her şeyini kayda geçirdiler. Bu aşamada SSK'nın 50 yıllık birikimi gitti. Ardından genel bütçeden birtakım paralar döndü. Mevcut para da bitince önümüzdeki 25 yılı ipotek altına almış oluyoruz. Elde imkanlar varken SSK itibarsızlaştırılıp özeli beslediler. Numune Hastanesi'nin yanındaki eczacı da şimdi gidip orada ihaleye girecek bir oda alabilmek için. Tıbbi malzemeci de taksici de gidecek. Orada bir tekel oluşacak. Yandaş olan herkes bir yerden bir şeyler tutturmuş durumda. Taraf olmayan kimse önünden bile geçemez. Biz yasal tarafı olduğumuz ve her aşamada bilgi istediğimiz halde hiçbir şey bize sorulmadı, her şey saklandı.
10 / Özgür Erbaş: TTB'nin web sayfasında şehir hastaneleri diye bir bölüm var. Burada Türkiye'de çıkmış olan tüm raporlar var.
11 / Yüksel Serdar: Özel sağlık sigortası şirketlerinin Türkiye'de uygulanabilirliği nedir, yurtdışındaki iyi örnekler var mı? Bu kadar büyük hastaneler kurmadan, özel uzmanlık alanlarına ilişkin sağlıkta özelleştirme desteği, kanun finansmanıyla desteklenmeden nasıl yapılabilir? Sağlığın özelleşmesi, sağlık çalışanlarının güvencesizleştirilmesiyle birlikte nasıl şekillenecek? Orada nasıl bir disiplin söz konusu olacak gelecekte?
12 / Sezai Berber: Yurtdışında da Türkiye'de de özel sağlık hizmeti sunan kesimlerde iyi örnekler de var. Burada asli mesele istikrar ve denetim. TTB'den Türk adını çıkararak denetim yetkimizi elimizden alma çabaları bunun tamamen çığırından çıkması demek. Türkiye'de tanık olduğum dönemlerde bir emekli hemşire, bir pratisyen hekim, devletin gitmediği yerlerde sağlık kabini açardı. İğne yapar, tansiyon ölçer. Sonra bunlar polikliniğe döndü. 90'larda polikliniklerdeki 4-5 doktor bir araya geldi, özel butik hastaneler açtı. Bazıları büyüdü, bazıları battı. Hastaneler oldu. Sonra da zincir hastaneler oldu. Bütün alanlarda buna gidiş var. Ancak denetimin olduğu, etik ilkelere uyulduğu, kar amacı gütmeden sağlıklı hizmet verilebileceği fikrine katılıyorum. Yapılabilir. Bu, kamu eliyle yapılmalıdır.
13 / Belgin Çelik: İnsanlar doktora gidip çözüm alamayıp alternatif yollara başvuruyorlar. Aslında bu olanakları sağlayabilecek kadar doktorumuz ve hemşiremiz var mı?
14 / Sezai Berber: Sağlık alanında dönen paranın yanı sıra, insanlar çözüm alamadıklarında başka yollara başvuruyorlar. Ak Parti iktidara gelmeden önce yılda kişi başına hekime başvurma sayısı 2.8. Şimdi dünyanın en büyük oranı 8.1. 1 kişi 8 kere doktoru görüyor da neden? Dünyanın en fazla MR ve tomografi çektirme rekoru da bizde. İnsanlar hekime gidip çözüm alamıyorlar. SSK'nın en zor zamanlarında hasta haber vermeden gelip yatmak isterdi. O hastanın sahibi bendim, üniversite hastanesine bile gidecekse ben sevk etmek zorundaydım. Ama şimdi bir sahipsizlik var. Zor ameliyat yaptığında insanlara malpraktis davası açılıyor. Başına bir şey geldiğinde idare doktorun arkasında olmuyor dolayısıyla bu insanlar kapı kapı dolanıp doktor arıyorlar. İnsanlar çare bulamayınca alternatif tıpta umut taciri dediğimiz insanlara başvuruyorlar. Bir de medya maymunları var, kanal kanal gezip halkı yanlış yönlendirip toplum sağlığını bozanlar var. Bu kadar doktor ve hemşiremiz var mı? Şöyle bir yanlışa gidiliyor: Bugün hemşire olmak için 4 yıllık üniversite okumak lazım. Niceliği artırmak için üniversite mezunu hemşirem fazla diye lisans tamamlama adı altında alan o kadar bozuluyor ki siz gittiğiniz insanın nereden mezun olduğunu bile anlayamıyorsunuz. Şu an 100 tıp fakültesi var, hoca olmadan yetişiyorlar. Yarın kendinizi emanet edeceğiniz doktor bulmakta zorlanacaksınız. Dinin sağlığı muhafazakarlaştırması nedeniyle de hiçbir hastanede de kürtaj yapan merkez yok. İnsanlar ya merdiven altına ya da özel hastanelere gidiyorlar. Sonra da septik şoktan, kan kaybından insanlar ölüyor ve bu ölümler de gizli kalıyor.
15 / Mahmut Konuk: Bugün SSK'lı, Bağkur'lu ve emekliden ne kadar prim kesiliyor, bir veri var mı elinizde? Bu primler kesilebiliyor mu ya da nereye harcanıyor?
16 / Sezai Berber: Onur Hamzaoğlu'nun (Türk Tabipleri Birliği yayın organlarından Toplum ve Hekim Dergisi'nin editörü) yanıtlayabileceği bir soruyu bana sordunuz, umarım yakında çıkar, ona soralım.
17 / Canan Demir: Davalardan söz edildi. Şehir hastanelerini kapatmaya yönelik bir dava süreci mi geçiriliyor? Şehir hastanelerinin karşısında nasıl bir örgütlenme yapısı var ya da var mı? TTB mi var? Özel hastanelerin iyi uygulama biçimlerinden bahsedildi, denetim mekanizmasına da vurgu yapıldı. Türkiye'de şehir hastaneleri ya da özel hastanelerin uygulanabilir olması için ideal ölçü nedir, nasıl bir denetiminin olması gerekiyor ki uygulanabilir olsun? Sizce idari uygulama nasıl olmalı?
18 / Özgür Erbaş: İhalelerin iptali için açıldı dava temel olarak. İhalelerin iptaliyle birlikte yönetmeliğin de ilgili hükümlerinin iptali istendi. Aynı zamanda anayasaya aykırılık gerekçesi söz konusuydu. Burada ihalenin hem kendi iç usulsüzlükleri tartışıldı hem de verilecek sağlık hizmetleri tartışıldı. Mevzuatın kendi iç aykırılıkları noktasındaki tartışmalar da yapıldı. Kamu hizmeti devlet memuru eliyle verilir diye bir hüküm var anayasada. Burada da sağlık hizmetinin özelleştirilmesi söz konusu. Anayasanın özelleştirmeyle ilgili 47. maddesinde de hangi hizmetlerin özel hukuk kurallarına tabi olarak şirketlere devredileceği yasayla belirlenir deniyor. Bu yasa ilk çıktığında bu belirlemeler de yoktu. Bu davalarda 25 kadar alt başlık tartışıldı. Yürütmeyi durdurma kararı verilmişti, daha sonra onandı, Anayasa Mahkemesi'ne de başvuru kararı verdi Danıştay 13. Daire. Burada çok fazlaca birbiriyle bağlantılı iş var. Kamu özel ortaklığı meselesiyle ilgili dünyada iyi uygulama denebilecek şey, sağlık alanında yok. Yap-işlet-devret'in başkaca meselelerde iyi hesaplanmış paranın değer analizi dedikleri bir yöntem var, ön fizibilite analizleri diye geçiyor. Manipülatif olmayan ön çalışmalar yapıldığında, yol, köprü vs. gibi işlerde maliyetin değer hizmet verilebildiğine dair bulgular var ancak sağlık hizmetiyle ilgili yok. İngiltere kamu özel ortaklığıyla 25 yılı yakalamış durumda ki İngiliz sistemi Türkiye ile kıyaslanamaz. İngiliz sağlık sistemi şu anda krizde ve kamu özel ortaklığı yüzünden krizde. İngiliz hazinesinin sayıştayının başkaca birimlerinin yeni tarihleri raporları da var. Carillion diye büyük bir şirket vardı, iflas etti, 42 bin çalışanı vardı, ne olacakları henüz bilinmiyor. İngiltere'de muhafazakar parti de işçi partisi de bu sistemin işlemediğini kabul etmiş durumda. Ama nasıl dönecekleri hakkında ortak bir fikirleri yok.
19 / Sezai Berber: Bir hastanenin verimli olabilmesi için 300-600 arası yatak kapasitesi ideal kabul ediliyor. Bizim gibi örgütler başka örgütlerde çıkar örgütüdür. Doktorların çıkarına bakar, halkın sağlığını düşünmez. Biz halkın sağlığını, kamu yararını önceleyen bir tutuma sahibiz. Bu nedenle çeşitli aşamalarında karşı çıktık. Şirket sahiplerinin dışında aslında şehir hastanelerini doğru bulan, onaylayan yok. Bu konunun asli sahibi vatandaşlar ve bu konuyu ele alması gerekenler siyasilerdir. Bunun dışında da etkilenen insanlardır. Ankara Tabip Odası "Hastanemi taşıma, hastaneme dokunma" diye bir kampanya başlattı. Adana'da hastaneye uzak olan, ondan yararlanamayan kesimler, muhtarlıklar, partiler adına örgütlenmeler yapılıyor. İstanbul'da Çapa'nın taşınmasına karşı Çapa-Der adı altında Çapa çevresindeki eczacılar, bundan etkilenecek insanlar bir araya gelip ses çıkarmaya gayret ediyorlar. Buna benzer sesler var. İnsanların geleceğini ipotek altına alan bir konu. İnsanlar hayatlarının etkileneceği gördükçe ses çıkarmaya başlayacaklar.
20 / Yüksel Serdar: Siyasi partilerin tutumu nedir peki? Muhalefet ve meclis dışındaki partilerden örnek verebilir misiniz?
21 / Sezai Berber: CHP bizim çeşitli soru önergelerimizi, kanun değişikliklerimizi, hazırladığımız metinleri bir yerlerde kullanma ve taşıma konusunda gayretli, keza HDP de öyle. Saadet Partisi'nin bu konuda bir kitapçığı var. Ak Parti ve MHP ile herhangi bir bilgi belge paylaşımı ya da diyalog olmuyor.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
Sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu