YER: Iğdır Doğuş Gazetesi
TARİH: 6 Mayıs 2017 Cumartesi
SAAT: 13.00
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Akay Aktaş (Iğdır Gazeteciler Derneği)
2 / Tahir Kavri (Çağdaş İlerleme Derneği)
3/ Metin Işık (Iğdır Genç-Der)
4/ Ahmet Kaya (TÜED)
5/ Yusuf Yıldırım (Türkiye Emekliler Derneği-Kanaat Önderi)
6/ Fırat Akkuş (Toplumsal İlerleme Derneği)
MESLEK ODALARI
1/ Av. Yusuf Aslan (Iğdır Barosu)
2/ İbrahim Akkuş Elektrikçiler Odası İl Temsilcisi)
SENDİKALAR
1 / Ahmet Karakuş (Yol-İş Sendikası İl Tem.)
2/ Ali Akkuş (Şeker-İş)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1/ Ahmet Adıyaman (Eski Belediye meclis üyesi-Kanaat önderi)
GOZLEMCİLER
Murat Akkuş- TkMM İl Girişimcisi
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
Yok
BELEDİYE BAŞKANLARI
Yok
MESAJ YOLLAYANLAR
Yok
MEDYA
Her zaman ki gibi haber yapıp meail atıyoruz. Hepsinde haberimiz çıkıyor.
MODERATÖR
Murat Akkuş- TkMM İl Girişimcisi
KONU
“Referandum Sonrası Türkiye”
KONUŞULANLAR
Ahmet Kaya (TÜED) : Referandum sonucu Türkiye’de sınıflar arası ilişkileri aforizmaların ötesinde tartışmadığımız müddetçe mevcut çıkmazdan sıyrılamayacağımızı gösterdi. Bu nedenle, referandum sonucunun sol cenahı on yıllardır içinde bulunduğu panik hâlinden sıyırıp bu minvalde bir siyasi stratejiye evirilecek polemiklere sevk etmesini umuyorum. Anayasa teklifi için mecliste nitelikli çoğunluk aranıyor. Dolayısıyla, meclis bu teklifi onaylamadı ve bu nedenle sandığa gidildi. Diğer bir deyişle, her ne kadar anayasaya uygun olsa da bu denli kapsamlı bir değişikliğin mecliste ya da sandıkta salt çoğunluk ile alınması alınan kararın meşruiyetini sorgulanır kılar. Öte taraftan, bilindiği üzere kampanya sürecinde OHAL söz konusu idi ve baskı OHAL’in de kapsamını ziyadesiyle aştı. Hayır, cephesinin bileşenlerinin kampanya boyunca bu meselelere tutumlu şekilde değinmesi, bu cephenin neticeye ilişkin kendine güveninden ziyade, Evet vermeye teşne kesime derdini anlatamayacağına dönük endişesinden yani kendine güven eksikliğinden kaynaklandı. Teklifin onaylanma sürecinde sürecin meşruiyetine ilişkin itirazların gereği yapılmadığına göre, en azından Hayır kampanyasının gidişatını tayin edenlerin bu aşamadan sonra meşruiyet sorununa ilişkin söyleyebilecekleri çok bir şey yok.
Tahir Kavri (Çağdaş İlerleme Derneği): 1980’lerin ortasından itibaren Türkiye siyasetine yön veren kesimin bilhassa sınai küçük üreticilerden müteşekkil ve faburjuvazi* olarak adlandırdığım toplumsal sınıf olduğuna inanıyorum. Bu sınıf ile burjuvazi arasındaki işbirliği ve gerilim içeren ilişkinin dönüşümü hem siyasal İslam’ın otuz yıl önce başlayan yükselişinin hem de 2008’den sonra yaşanılan türbülansın kökeninde yatıyor. 1990’lardan itibaren faburjuvazinin temel amacı küçük burjuvazinin proletaryayı siyaseten mobilize etme tekeline son vererek kendisini burjuvazi için vazgeçilmez kılmak oldu. Küçük burjuvazinin “cahillik” olarak adlandırdığı ve siyasi atıllığını kendisine meşrulaştırmasına dayanak oluşturan anti-entelektüalizm aslında faburjuvazinin küçük burjuvaziye açtığı savaşın önemli enstrümanlarından biriydi; ve anti-entelektüalizm “cahillik” değildir. Faburjuvazi siyasal İslamcılar vasıtasıyla 1990’ların sonunda küçük burjuvaziyi konforlu yaşam alanına hapsetmeyi ve bu sayede burjuvazinin işçi sınıfının kontrolünü sağlayan payandası olmayı başardı. “Ilımlı İslam” söylemi de burjuvazinin onayı ile 2000’li yıllarda fikri dünyamızı şekillendirdi. 2008’den itibaren üretim ilişkilerindeki yerel ve küresel değişimlere paralel şekilde faburjuvazi ve burjuvazinin çıkarlarında bir ayrışma yaşandı. Yaklaşık on yıldır yaşanan türbülansın arkasında, işte bu ayrışma yatmakta. Bu ayrışmanın üretim ilişkilerinden kökenlenen nedenleri hâlen geçerli olduğu için 2019 seçimlerine kadar ve hatta sonrasında siyasi gerilimin devam edeceğini öngörüyorum.
Metin Işık (Iğdır Genç-Der): Solun işçi sınıfının ikamet ettiği mahallelere girmesini engelleyebildiği sürece faburjuvazi, her seçimde işçi sınıfının önemli bir kesimini neyin oylanacağından azade sandığa götürebilecektir. Anayasa taslağında açıkça “diktatörlük” yazması bile faburjuvazinin bu kapasitesine halel getirmezdi. Öte taraftan, faburjuvazi ve burjuvazi arasındaki çıkar ayrışmasının tetiklediği türbülansın en önemli etkisinin siyasal İslamcı koalisyonun çatırdaması olduğuna inanıyorum. İlk defa faburjuvazi ve burjuvazi arasında tercih yapması gereken İslamcıların önemli bir kısmı burjuvaziden yana tavır aldı. Bu ayrışma kanlı darbe denemelerine uzanan bir kavgayı başlattı. İktidar kliği ise faburjuvaziden yana tavır aldı ve bu kadar badireye rağmen kliğin seçim zaferlerinin arkasındaki önemli bir etmen işte bu tercihtir. 2015 Haziran seçiminde, konumunu her şekilde koruyabilmek için iktidar kliğinin artık bu sınıfa hizmet etmekten ziyade bu sınıfı peşinden sürüklemeye çalıştığını ve bu yeni tutumun faburjuvazinin içinde bir kırılmaya yol açtığını gördük. Referandum da özellikle sanayileşmiş kentlerde bu kırılmanın büyüyerek devam ettiğini ortaya koydu. Diğer bir deyişle, eğer referandumdan Evet çıktıysa bu sonuç faburjuvazinin iktidar kliğine desteği nedeniyledir. Eğer referandumdan yüksek bir oranda Hayır çıktıysa bu destek zayıflamaktadır. Bu birbirini tamamlayan iki önerme türbülansın devam edeceğini göstermesinin yanı sıra tam da bu türbülans nedeniyle siyasette sol cenaha bir alan açıldığını ortaya koymakta. Sol cenah sınıflararası ilişkilere dair bir tartışmaya girişmekten kaçınıp da gelişmeleri konjonktürel etmenlerle açıklama tutumunda ısrar ederse bu fırsatı kaçıracak. Eğer bu minvalde bir tartışmaya girer ve bu tartışmadan uygulanabilir ve yanlışlanabilir bir strateji üretebilirse uzun yıllar sonra ilk defa toplumsal muhalefeti şekillendirebilecek ve ülke siyasetinde söz sahibi olacak. Sandığa gitmeyen kesime de bu çerçeveden bakmak gerekir. Öncelikle katılım oranının yüksek olduğunu teslim etmeli fakat sandığa gitmeyenler içinde umutsuzluğa düşmüş bir kesim olduğu da muhakkak. Bu kesim faburjuvazinin dahi erişemediği/baskı altına alamadığı insanlardan müteşekkil ve bu kesimi siyasete dahil edebilmeye dönük taktikler yukarıda bahsettiğim siyasi strateji arayışı bünyesinde tartışılması gereken meselelerden biri.
İbrahim Akkuş Elektrikçiler Odası İl Temsilcisi): 16 Nisan referandumu, AK Parti önderliğindeki çevre güçlerinin 1950 ile başlayan 2002’den sonra ivme kazanan süreçte eski elite karşı kazanımlarını kurumsallaştırma yolunda attıkları önemli bir adım hüviyetinde. Aralarında bu satırların yazarının olduğu bir çok ismin de belirttiği gibi, teklifin liberal demokrasinin pekiştirilmesine ne kadar hizmet edeceği tartışmalı. Teklifin yüzde 51.4 gibi bir oranla kabul edilmiş olması, bu kaygıların seçmenler tarafında da hissedildiğine delalet ediyor. Şüphesiz ki düşük bir evet oranı yanında, referandumun olağanüstü hal koşullarında yapılmış olması, hayır kampanyası yapanların çeşitli engellemelerle karşılaşmaları, seçimlerde usulsüzlükler yapıldığına dair iddialara YSK’nın ikna edici cevaplar vermekte zorlanması değişikliklerin meşruiyetini sorgulamaya hazır kesimleri cesaretlendirdi. Bu, en hafif tabirle talihsiz bir başlangıç. Öte yandan biliyoruz ki anayasaların başlangıçta arzu edilen yüksek siyasi meşruiyet seviyesine erişememeleri, onların mutlaka başarısız olacakları anlamına gelmez. Başlangıçta düşük olan meşruiyet algısı yeni sistem iyi çalışırsa artabilir. Seçim çevreleri bazında ayrıntılı araştırmalar yapılmadan konuşmak zor olsa da sınırlı verilerden yola çıkarak referanduma dair ihtiyatlı yorumlar yapılabilir. Hemen belirtelim, anayasa değişiklik teklifi ile bu teklifi destekleyen ya da karşı çıkan partilere verilen destek arasında net bir ayrım yapmak imkansızdır ancak oylananın siyasal partiler değil anayasa değişiklik teklifi olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Seçmenin evet oyu vermekle birlikte taslağa yönelik kaygı ve tereddütlerinin olduğu açıktır. Yüzde 51.4 oranını başka türlü okumak abartılı olur. Ayrıca, referendum sonuçlarını AK Parti’ye yönelik bir uyarı olarak okumak yanlış olmaz. Özellikle de Türkiye’nin üretim, eğitim ve iletişim merkezleri olan önemli büyükşehirlerindeki “hayır” oylarının evet oylarını geçmesi anlamlıdır. Uyarı olmakla birlikte, bu sonucun AK Parti açısından sonun başlangıcı ya da bir Pirus zaferi olduğu iddiaları ise abartılıdır. Beklentilerin yükseltilmiş olması, partililer arasında bir burukluk yaratmış olsa da AK Parti istediğini almıştır, hükümet sistemi değişmiştir. Hele hele Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resmen Genel Başkan olduğu bir AK Parti’nin kendini yenileyebilme potansiyelini küçümsememek gerekir. Benzer şekilde, yüzde 48.6 lık bir hayır oyu, teklifin çözdüğünden daha fazla sorun yaratacağını düşünenlerin sayısının yüksek olduğunu gösteriyor. Bu oran propaganda sürecindeki bütün olumsuz şartlara rağmen Türkiye’de demokratik tepki mekanizmalarının çalıştığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Ayrıca, Türk seçmeninin sonuca etki edecek kadar önemli bir kesiminin katı parti aidiyetlerinden ziyade pragmatik kaygılarla oy verdiği, beklentiler karşılanmadığında da alternatif aramaya yöneldiği tezini destekler. Bu oran, hem AK Parti’nin seçimlerle alt edilemeyeceği tezini işleyenlerin elini zayıflattığı hem de partililere kendilerine verilen desteğin koşula bağlı olduğunu hatırlattığı için de demokrasimiz açısından olumludur. Öte yandan referandumdaki hayır oyunun bileşenlerinin sadece AK Parti karşıtlığı ile bir araya gelebildiği, hayır cephesini oluşturan siyasi aktörleri birbirine bağlayan asli unsurun bu olduğunun da altı çizilmelidir. Benzer bir oranın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yakalanabilmesi bu bileşenlerin tamamına hitap edebilecek bir aday bulunmasına bağlıdır ki bunun kolay olmadığı da açıktır.
Ahmet Karakuş (Yol-İş Sendikası İl Tem.): Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin birçok ilinde AK Parti’nin 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde aldığı oy toplamından daha fazla evet oyu çıkmıştır. Seçimlerde HDP’ye oy verdiğini varsayabileceğimiz seçmenlerin bir kısmının taslağa evet oyu verdiğini düşünmek yanlış olmaz. Bu, PKK’nın hendek siyasetine gösterilmiş bir tepki olduğu kadar, bu siyaseti sorgulamayan HDP’ye de bir uyarı olarak görülebilir. Ayrıca bu sonuç, Kürtlerin önemli bir kesiminin, güçlü bir Cumhurbaşkanın Kürt meselesi konusunda adım atabileceğini düşündükleri anlamına da geliyor. Bundan sonra neler olabilir? Kısa dönemde, Türkiye’de demokrasinin istikrarı kendisi de bir koalisyon olan AK Parti ile eski elit diyebileceğimiz, yine homojen olmayan diğer blok içindeki “ılımlı” unsurların ne kadar etkili olacaklarına bağlı. Eski elit, ayrıcalıklarını yitirdiği için rahatsız. Yeni gerçekliği kabullenmekte zorlanıyor. Kibirli üslup, üstü örtülü tehditler ve toptancı bir yaklaşımla iktidarın her yaptığına karşı çıkmak siyaset yapmak olarak sunuluyor. Eski elitin bir kısmı AK Parti’yi tahrik ederek onu hatalar yapmaya, temel hak ve hürriyetleri daha da sınırlamaya itmeye ve böylece muhtemel bir askeri kalkışmada “mazeret“ olarak kullanılabilecek malzemeler üretmeyi deniyor. AK Parti içindeki otoriter dışlayıcı damarın varlığı ise ayrı bir sorun. Bu damar Türkiye’nin siyasal çoğulculuğunu kabul etmekte zorlanıyor, eleştirilere tahammülü zayıflık olarak görüyor. Muhalefetin kutuplaştırmayı arttırma isteğine coşkuyla cevap vermekten kaçmıyor. Hukuku bir arada yaşamayı mümkün kılan herkesin garantisi olabilecek unsur olarak değil, iktidarı zayıflatan ayak bağı olarak algılama eğiliminde. Demokrasiyi seçimlere indirgeyen, diğer denge, kontrol ve hesapverirlik mekanizmalarını örtük vesayet biçimleri olarak gören bir anlayış bu. Bu çizgi parti tabanının haklı korku ve kaygılarını kışkırtmaktan geri kalmıyor. Eski elitin ılımlı unsurlarının korku ve kaygılarını gidermeye çalışmanın kendi uzun dönemli çıkarlarına uygun olabileceği ihtimalini düşünmüyor. Tam tersine muhaliflere yönelik kucaklayıcı adımlar atmanın zaafiyet olarak algılanacağı söyleniyor. Bu kesim için demokrasinin olmazsa olmazı olan uzlaşma kavramı, yenilgi ve geri çekilme çağrışımı yapıyor. Hukuka saygılı devletin zayıf devlet olduğu düşünülüyor. Oysa tam da bunlar yapıl(a)madığı için iktidarın meşruiyeti zayıflıyor, muhalefet daha da bilenmiş bir hale geliyor. Esasında iki aşırı uç birbirini besliyor. Her iki kanadın aşırı unsurları bir diğerini işaret ederek kendi pozisyonlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Böylece bırakın somut meseleler üzerinde ortak noktalarda buluşmayı, diğerinin varlığına tahammülü bile imkânsız hale getiren bir siyasi atmosfer ortaya çıkıyor. Şüphesiz ki biz ve onlar ayrımı siyasetin özünü oluşturur. Bu ayrımın üzerinde şekillendiği zemini oluşturan farklılıklar ve ekonomik, siyasi ve kültürel çıkar çatışmaları da yok edilmesi gereken olgular değildir. Lakin liberal demokrasinin yaşayabilmesi için ötekilerin “düşman” olarak değil “rakip” olarak görülmeleri gerekir. Bu kısır döngünün kırılması için eski elitin önderliğindeki muhalefetin kendine çeki düzen vermesi tabii ki son derece önemli. Fakat AK Parti’nin reformcu kimliğine geri dönmesini muhalefetin normalleşmesi şartına bağlamak anlamsız olur. Liberal çevrelerde muhalefetin yanlışlarını işaret etmek, AK Parti’yi eleştirmekten kaçınmanın kolaycı bir yolu haline gelmiş gibi görünüyor. Oysa kaybedenlerin tepki göstermeleri normal. Önemli olan bu tepkilere karşı sizin ne yaptığınızdır. Dolayısıyla asıl büyük sorumluluğun iktidarı kullananlarda olduğunun altı çizilmelidir.
Av. Yusuf Aslan (Iğdır Barosu): Referandum sonuçlarının AK Parti için bir uyarı olduğu kesin. Fakat bu parti içindeki dışlayıcı ve otoriter eğilimleri frenlemeye yetecek midir? Bu soruya evet demek kolay değil. Birincisi, otoriter ve dışlayıcı eğilimlerin savunucuları iktidarda olmalarının avantajlarını kullanarak kendilerini her hal ve koşulda destekleyen küçük ama son derece örgütlü ve etkili bir çevre oluşturabildiler. Bu çevrenin sözü edilen politikaların sürdürülmesinde büyük çıkarları var. Dolayısıyla sorun sadece demokratik değerler ya da bilinç eksikliği değil aynı zamanda çıkar meselesi. İkincisi, artık denge ve denetleme mekanizmaları son derece zayıf, yürütme organında güç yoğunlaşmasını öngören bir hükümet sistemimiz var. Bu sistemin çok büyük ihtimalle AK Partili olacak bir Cumhurbaşkanını daha uzlaşmacı olmaya itme ihtimali de zayıf. Üçüncüsü, eski elitin AK Parti üzerinde demokratik yolları kullanarak baskı yapmak yerine eski iddialarına ek olarak referandum sürecindeki şaibe ve usulsüzlükleri de işaret ederek yeni bir kutuplaşma ve kışkırtma kampanyası açma ihtimali daha yüksek. Ve nihayet, bütün dünyada liberal demokratik değerlerin sorgulandığı, otoriter popülist dalganın yükseldiği bir dönemdeyiz. Ortaya çıkan tablo iç açıcı olmayabilir. Ancak siyasette yirmi dört saatin bile uzun bir süre olduğu, yeni fırsat ve imkânların doğabileceği, siyasi aktörlerin geçmişteki davranışlarının gelecekteki eylemlerini belirlemediği de unutmamalı. Liberal demokrasi dünyanın hiçbir yerinde kolayca kurulmadığı gibi kurulanların da varlıklarını sürdürmeleri kolay olmamıştır. Liberal demokrasiyi önemseyenlerin karamsarlığa kapılmadan çaba göstermeleri tek yoldur. Türkiye’nin üretim, eğitim ve iletişim merkezleri olan önemli büyükşehirlerindeki “hayır” oylarının evet oylarını geçmesi anlamlıdır. Uyarı olmakla birlikte, bu sonucun AK Parti açısından sonun başlangıcı ya da bir Pirus zaferi olduğu iddiaları ise abartılıdır.
ORTAK GÖRÜŞ
Yok
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
Sivil toplum kuruluşuna duyuru yapıldı. e-mail? Sözlü? Telefonla? Mesajla Toplantı lobisinde bulunuldu. Toplantıda Çay, kahve ve kuru pasta ikramı yapıldı.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Mesajla ve Telefonla davet edildiler.
MEDYA İLE
Ulusal basın temsilcileri ve yerel basın mensupları davet edildi. Gelemeyenlere haberi attık. Yayınladılar.
KATILIMCILARLA
Katılımcılarla birlikte yerel konuyu belirlemeye devam ediyoruz.
SONUÇLAR
Iğdır küçük Millet Meclisi çalışmalarını sürdürüyor.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Iğdır kMM Girişimcisi Murat AKKUŞ