YER: SAİT TANIŞ KÜLTÜR MERKEZİ
TARİH: 07.04.2017
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ali Yavuz Köse – Eğitimsen
2/Menderes Taşkın – Feta Girişimi
3/ Şadi Tanış-Ada Fikir Külübü
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 /Şaban Günel
2/Ömer Yaşar
GOZLEMCİLER
1 / hdk – Veysel saka
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / YOK
2 / YOK
BELEDİYE BAŞKANLARI
1 / YOK
2 / YOK
MESAJ YOLLAYANLAR
1/ YOK
2 / YOK
DİĞER KATILIMCILAR
Melik Nazır Esirci
Faik Bostancı
Menderes Taşkıran
Murat Kosova
Yusuf Çetin
A. Şadi Tanış
Yasemin Menekşe
Vildane İlkaya
Mücahit Güler
Cüneyt Bayer
Ali Kılıçarslan
MEDYA
1 / YOK
2 / YOK
MODERATÖR
Erhan Duru Öğrenci
KONULAR
GENEL KONU: Anayasa Değişikliği
YEREL KONU: YOK
ANAYASA (Genel konu ile ilişkili olarak)
KONUŞULANLAR
1 / Melik Nazır Esirci:
Bu paket çıktıktan beri hemen hemen üç ayı doldurduk, yaklaşık bir hafta sonra bunun sonu çıkacak ortaya. Tabii Türkiye'de hiçbir şey sağlıklı mecrada tartışılmıyor, örneğin az önce metinde geçen kaygılardan birisi; ya Tayyip Erdoğan değil de başkası kazanırsa. Hiçbir hukuksal metin şu kişi kazanmasın diye yazılmaz herkes kazanabilir; çünkü bu kazanmada en az yüzde 50 artı 1 oy alma mecburiyeti var. Benim bu konuda çevremde duyduğum kaygıları -yani hayır diyecekler arasından en azından- ya Selahattin Demirtaş devlet başkanı olursa, onun için hayır veriyorum diyor bir kısmı. Tabii bu insanlara PKK antipatisinden dolayı ne fark eder yüzde 50+1 oy aldıktan sonra Selahattin Demirtaş'ın kriminalliği kalmamış olacak halk nezdinde. Dolayısıyla kazanacaktır, yani bunu anlatamıyoruz. Ama ikinci bir kısım, ben bunu geçen sosyal medyada da yazdım. Aslında şöyle düşünsek sorun kendiliğinden çözülecek diye yazdıydım. O da şu, bu öneriyi benim partim getirseydi ben buna ne derdim, evet mi derdim hayır mı derdim sorusunu herkes kendine samimiyetle sora bilse veya bu öneriyi rakip parti getirseydi ben buna ne derdim, bunu da evet diyecekler açısından söylüyorum. Buna ben bile -hiçbir partiye aidiyetim olmamasına rağmen- şu an itibariyle çok rahatlıkla -fark etmez CHP'de getirse evet derdim- diyemiyorum. Yani o kadar bu konuda kategorize olmuşuz ki rakibimiz getirdiği zaman mutlaka reddetme yanlısıyız, tarafında olduğumuz parti ise böyle bir öneri getirdiği zaman da mutlak surette kabul etme yanlısıyız. Ama bütün bunlara rağmen ben bu paketin mevcut durumdan daha iyi olacağını düşünüyorum, geçerse şayet. Geçme konusunda isterseniz bu programda da tahminlerimizi söyleyelim veya daha sonra mı olur? Ben çok rahat bir anayasa değişikliği olacağını düşünmüyorum yani öyle 60'a 40, 70’e 30 gibi zannetmiyorum. Geçer muhtemelen ama 51, 52, 55 ile geçer. Bu da sonrasında çok iyi sonuçlar vermez diye ürküyorum. Çünkü anayasalar öyle nasıl kim mecliste 2/3 çoğunluk aranıyorsa, herhalde referandumda da tamam yüzde 50 + 1 yetiyor ama orada da 2/3 çoğunluk olsa daha sağlıklı olur gibi geliyor bana. Onun yakalanmayacağından korkuyorum. Bu iki aylık zaman zarfında yapılan tartışmalarda bir tek şey beni bu anayasa değişikliğinde ürküttü, onu da Taha Akyol bir TV programında dile getirdi, sonrasında baktım hakikaten şey. “Cumhurbaşkanı devletin başıdır devlet organlarının ahenkli çalışmasını temin eder” şimdi bir önceki yasada bu “gözetir” manasında idi, o kelime ile ifade ediliyordu. Şimdi ise devletin kurumlarının ahenkli çalışmasını temin eder deyince sanki biraz yaptırımcı bir güç atfediliyor. Bir burasını ben kendi görüşüm açısından sakıncalı buldum. Buna da kimse temas etmedi gibi bir şey, bu televizyondaki tartışmalarda; eğer edildiyse de ben duymadıysam o konuda bilgi sahibi değilim. Bir de bir kısmını kaygısı yine şeyden bu 103 üncü maddedeki cumhurbaşkanının kamu kurum, kuruluşları kendisi kurabiliyor diye bir madde var ya şimdi toparlayamadım, çıkaramadım. Onun ya eyalete dönüşürse gibi bir sonuç verirse gibi bir kaygıdan hareket ediyorlar. Ona da baktım cumhurbaşkanı bu yetkilerle bir bakanlık kuramaz ama TÜBİTAK gibi bir kurum kurabilir dolayısıyla televizyonda Mustafa Kamalak da geçen akşam bir internet kanalında “ya bir Güneydoğu Bakanlığı kurulursa, ya Kürdistan Bakanlığı kurulursa, ya eyalet sistemi ne geçerse” buna dayanarak diye şey yapıyor. Hâlbuki bunu incelediğimizde böyle bir yetki vermediğini görüyoruz. Bana göre kaygılar; örneğin az önce orada geçti cumhurbaşkanın partili olması zaten program burada şu, Başbakan partili, başbakan icraat yapan bir insan buradaki değişiklikle cumhurbaşkanının icraat yapan bir insan haline getirilip başbakanın adının cumhurbaşkanı olarak değiştirilmesinden başka hiçbir şey değil. O yüzden mecburen partili olacak, bugüne kadar neden Başbakanın Partili olmasını şikâyet etmediysek Cumhurbaşkanım Partili olmasında şikâyeti etmemize çok gerek yok. En çok tartışılan konulardan bir tanesi de bu fesih meselesi. Fesih meselesinde bana göre parlamento daha eli kuvvetli. Cumhurbaşkanı en fazla 2 defa fesih edebilir. Böylece kendini de yakar, parlamento isterse iki defa fesih eder kendisi devam eder. Bu açıdan bakıldığında cumhurbaşkanının parlamentoyu feshetmesi kendi ayağını kurşun sıkmasıdır. Tersine, parlamentonun Cumhurbaşkanı seçimi yenilenmesine karar vermesi -aslında bugün bir hesap yaptım- parlamento seçilen cumhurbaşkanını 5 ay içinde paketleyip evine gönderebilir. Ama cumhurbaşkanı böyle bir yetkisi yok. Kendisi kendini paketler evine gider. Dolayısıyla Bu konuda da öyle çok tartışılacak bir konu değil, aslında parlamentonun elini güçlendiren bir konu. Başka öyle aklımda da çok tartışılan konu HSYK konusu. Dünyada böyle bir konuda; şöyle olursa dört dörtlük olur, en güzel sistem budur diyebileceğimiz bir sistem yok. Yani yarın desek ki bütün HSYK’yı şu belirliyor ona da itirazlar gelecek, hayır öyle değil böyle belirlenecek, buna da mutlaka itirazlar gelecek. Ama iyi tarafı Türkiye son 10 senede üç ayrı HSYK oluşumunu denedi en azından. Bu üçünün de çok iyi sonuçlar vermediğini gördü. Bunun üç tanesi, millet adına karar verdiğini söyleyen hâkimler ve savcıları atayan kurula bugün bugüne kadar milletin eli hiç değmedi. 2007 öncesi şeklinde biliyorsunuz yüksek yargı kendi arasında bunu hallediyordu; 3 tane Yargıtay'dan, iki tane Danıştay’dan onlar hâkimleri atıyorlardı. Hâkimler diyordu ki; biz millet adına karar verdik, millet bu işin yanlış olduğunu düşününce yapacak hiçbir şey yoktu. Davul gene siyasetin boynundaydı. Bir sonraki aşama anayasa değişikliği ile adalet teşkilatının kendi içinden HSYK oluşturması. İlk bölümde biliyorsunuz, homojen bir topluluk olan Fetullah Gülen cemaati buranın tamamını ele geçirdi. Türkiye çok büyük bir badire atlattı, tam da atlattı denilemez peşinden aynı yasayla ikinci bir HSYK oluşturuldu. Burada da, bu sefer bunların elinden HSYK ya almak için Adalet Bakanlığı işin içine girdi, organize etti ortamı zar zor onlardan kurtardı. Şimdi, üç tane denedik dördüncüsü ne olabilir? İşte cumhurbaşkanına çok veriliyor, parlamentoya az veriliyor, söyle olsaydı böyle olsaydı… … Bunlar tartışılacak belki bir sonraki düzenlemede de bunun daha iyisi önümüze gelecek diye düşünüyorum.
2 / Menderes Taşkın (FETA GİRİŞİMİ) :
Melih kardeşimiz ifade ederken aynı zamanda bir özetleme yaptı. Ben de maddeleri tek tek ifade etmeyeyim. Ama genel bir değerlendirme noktasında; aslında Türkiye'nin şöyle bir sorunu var. Birtakım ideolojik, dini, tarihsel, sosyal, kültürel ölçüler üzerinden konlandık ve hep bu kodlamalar üzerinden birbirimize -ya da birbirimize demeyelim- taraflar birbirlerinin varlığını anlamayı reddettiler. Şimdi aslında, şu anda içinde bulunduğumuz durum; Yüzyıllık Cumhuriyet üzerinden ele alırsak, yüz yıllık birikim açısından aslında hiçbir tecrübemizin, birikim olmadığını gösteriyor. Mesela özellikle bu HSYK konusunda, 3 5 yılda peşi sıra gelen değişiklikler aslında farklı tecrübeleri bize kazandırdı ve aynı zamanda beraberinde farklı bakış açıları kazandırdı. Yani şunu demek istiyorum, 100 yıllık Türk siyaset geleneği, toplumun siyasete yaklaşımı noktasında toplumu ileriye götüren, daha üst düzey fikirlere götüren bir altyapı kesinlikle kurulamadı. Tam da bu çalışmalar buna zemin hazırlıyor diye düşünüyorum. Ben olaya kıyasen yaklaşıyorum. Bir şeyi kabul ederken bir şiir reddediyoruz ya da bir şeyi reddederken bir şeyi kabul ediyoruz. Mevcut olanla kıyasladığımızda yeni teklifi merkezi alıp teklif üzerinden olaya yaklaşırsak elbette ki birçok eksiklerini yanlışlarını hatalarını buluruz. Ama sonuçta cari bir sistem var ve bu cari sistem kelimenin tam anlamıyla ayak bağı mevcut. Teklife yönelik olarak getirilen eleştirilerin mevcut sisteme götürdüğümüzde çok daha büyüğünü görüyoruz. Yani tek adamlık mı, mahkemelerin bağımsızlığı mı mevcut sistemle vurduğumuzda bizi ürkütecek derecede bir tablo olduğunu görürüz. Manzara böyleyken getirilen teklifin çok daha ileride olduğunu düşünüyorum, bu bir. İkincisi, bu mevcut sistemi işte 80’ler de, 70’ler de, 60’lar da veya öncesinde kuran entelektüel temel ile günümüzdeki entelektüel temele baktığımızda orada bir tecrübeyi birikimi görüyorum. Dolayısıyla arızası nedir diye baktığımızda elbette göreceğiz. Fakat ben, bu arızalar üzerinden gittiğimiz zaman bizi geçmişe mahkûm edeceğini ve aynı zamanda bizim değişim irademizi, yenileşme irademizi, ya da daha farklı bir anlayış geliştirme irademizi yok edeceğini düşünüyorum. Sonuç itibariyle bir değişimdir, bu değişimin sancıları, yanlışları, hatta çok vahim tehditler gibi gelecek bu değişimi kucaklamamız gerekir. Bu değişim, beraberinde bizi çok daha farklı noktalara taşıyacaktır. Sözünü ettiğimiz tehditler zaten bir asırdır yaşıyoruz, bu sıkıntılara alışırız. Devamlı baygın halde yaşamaktansa bunun sonucu ortaya çıksın ya var oluruz, ya da yok oluruz.
3/ Faik Bostancı:
Arkadaşlar, ben kısa cümlelerle konuşmaya çalışacağım. 80 Anayasası yüzde 93 oyla geçti. Yüzde 90 ile geçmiş anayasadan bu ülke hayrını görmedi ve oylamada hayır oyları da vardı, demokratik bir seçim gibi oldu yani. Ben şunu söylemek istiyorum, anayasa tartışma konumuz madem, devletin en üst düzeydeki insanların bile “devlet bazen olağanın dışına çıkar” demişti. Yani anayasayı çiğner önemli değil, yazı önemli değil. Bu bir toplumsal sorun diye düşünüyorum; toplum anayasaya ne kadar uyuyacak, ne kadar sahip çıkacak. Mesela çok ayıp olacak ama Can Yücel bir kongre de “bu bir tüzük meselesi değil düzük meselesi” demişti. Anayasa yapılsa da yapılmasa da toplumsal duruş bunu belirleyecek. Gelecekteki duruşumuz ne olacak? Hayır çıkarsa ne olur, evet çıksa ne olur; herkesin hayrı farklı, herkesin niyeti farklı. Evet diyeceğim zamanlarda oluyor, hayır diyeceğim zamanlarda oluyor. Ama temel mesele anayasaların yazılması değil. Zaten bu şekilde olmaz, yüzde 10'luk bir kesimin hakları yoksa işin içinde, demokratik bir anayasa olacak mı? Hiç anayasa olmadan da olmaz mı, olur. 3 maddelik bir anayasada olur, temel hak ve hürriyetler bizim için önemli. Temel olarak söylemek istediğim şu; anayasanın yapılması değil içeriğinin olması iyi, hayata geçmesi önemli. Yani şu anda mevcut anayasa çiğnenmiyor mu? Mesela Anayasa Mahkemesi'nin geçmişte başörtüsü ile ilgili verdiği kararlar var şimdi işliyor mu, işlemiyor. Bunu kabul edecek olanlarda var, kabul etmeyecek olanlar da. Anayasanın çıkması önemli değil, bozuk da çıkar, ama toplumsal duruşumuz varsa işlemez.
4/Şaban Günel:
Ben aslında anayasa diye bir şey yok konuşmayı gereksiz buluyorum ama sizin hatırınız için konuşacağım. İşin doğrusu hiçbir devlet anayasaya uymak zorunda değil. Yönetenler yazdıkları anayasaya uymak zorunda değiller, yönetilenleri uydurmak zorundalar. Bu felsefi, ideolojik olarak da böyle, bunun pratiklerini hepimiz yaşadık aslında. Hayır diyenler bakıyorum; öncelikle dün iktidar olmuşlar, iktidarın büyük ortağı olmuşlar, yarının iktidar adaylarılar. Evet diyenler; iktidardalar, anlatıyorlar. Ben onları dinlemem arkadaşlar, benim söylediklerimi söyleseler “ben böyle söylüyorum” demem. Ulusal gelirden pay almışlar, aldıkları pay ölçüsünde eğitim almışlar, anayasa hukuku profesörü olmuş, beni aydınlatacak anayasa hakkında. Ben sınırsız, sömürüsüz, imtiyazsız bir sınıf istiyorum. Yaşasın Cumhuriyet diye düşünmüyorum, Ne mutlu Türküm diye düşünmüyorum. Askeri vesayetten şikâyetçiler; askersiz bir devlet mi tasarlıyorlar? Kürtlerden, Kızılbaşlardan, Alevilerden arındırılmış bir ordu mu tasarlıyorlar? Bir de sivil Vesayet çıktı. Yani devlet memursuz mu olacak? Bu sivil Vesayet dedikleri şey ne? Ben kendi sınıfsal kimliğimi itibariyle biliyorum, askeri vesayetten kurtulmak istiyorum, sivil vesayetten kurtulmak istiyorum. Sermayenin çıkarına asker bizi baskı altında tutuyor, sermayenin çıkarına sivil bürokrasi Mehmet Cengiz'in işlerine öncülük veriyor, beni resmi dairenin eşiğinde beklemeye bile katlanamıyor. Ben şikâyetçiyim, ama ezilen sınıfları konuşmadan, sömürülen sınıfları anlatmadan askeri vesayeti, sivil vesayeti çok güzel anlatıyorlar, çok ikna ediciler. Sanılmasın ki televizyona çıktı biri de, bir medya maymunu beni hayır demeye ikna etti. Bende doğuştan geliyor hayır. Barajı yüzde 51'e çıkarıyorlar işin doğrusu. Yüzde 10 barajını kaldırabiliriz dedi Başbakan, bence de öyle. Nasıl olsa Barajı yüzde 51'i çıkıyor. Anlaşılır bir dil benim açımdan ama daha geleneğin diliyle konuşsalar. İki başlılıktan kurtulacaklar, inşallah tek başlı olacak ama diktatörlük değil. Yani iki başlılık -Allah muhafaza- devlet için, Ümmet için, millet için felaket; aynı zamanda Türk milleti tek Yürek diyorlar. Yani cumhurbaşkanı olacak kadar oy almış birisi, Başbakan olacak kadar oy almış birisi; fakat bunlar ikisi anlaşamıyorlar. Türk milletinin tek Yürek olabileceğine inanıyorsunuz, olmamızı istiyorsunuz ama Cumhurbaşkanlığı olacak kadar oy almış, Başbakan olacak kadar oy almış iki kişi bir türlü tek yürek olamıyorlar. Lüzumsuz buluyorum bu tartışmaları, teşekkür ederim.
5/Veysel Saka:
Belki söylerken tekrar yapmış olacağım ama aslında tekrarlar da iyidir, bir takım şeyler öğrenilir diye düşünüyorum. Şimdi, okumalarıma baktığımda, şu anda 18 madde bir takım çevreler tarafından topluma sunuluyor. Dolayısıyla yargı, yürütme, yasama tek elde toplandığında bazı pürüzlerin ortadan kalkacağını düşünüyorum. Tabii ki mesele -bize yansıyan kısmıyla- bir kaos hali var; komşularımızın hali ortada, Libya'nın, Suriye'nin hali ortada, ülkemizin hali ortada. 7 Haziran'da halklar var olan egemen güçleri yendiler. Ama ondan sonraki süreçte var olan devleti elinde bulunduran güçler meseleye müdahale ettiler. Var olanı yok saygılar, tekrardan bir seçim yaptılar. Bu gündem bizim gündemimiz değil; egemenlerin, devletin gündemi. Bizim önümüze gelmiş; evet, hayır olarak gelmiş. Mesela şu anda bizim kolaylaştırıcı arkadaşımız internetten paylaşım yaptı diye tutuklandı, şu anda Ferizli cezaevinde. Bugün 100 bin kişi ekmeğinden, işinden olmuş. Yüz bin kişi de açığa alınmış. Bir kriz var, mevcut sistem bu 18 madde üzerinden mi çözülecek? Bu krizin aşağıdan, bütün insanlık tarafından ikinci bir defa 7 Haziran’daki gibi hayırla karşı koymalı bu gidişata. Masada ne varsa yıkmalı anlamında hayır vermeyi düşünüyorum.
6/Ali Yavuz Köse:
Burada, daha önce başkanlık sistemi gündemde yokken biz başkanlık sistemi ile ilgili bir oturum yapmıştık, fikirlerimizi açıklamıştık. Başkanlığı da tartışmıştık ama daha sonra önümüze Cumhurbaşkanlığı, başkanlık kimine göre reislik denilen bir yapı daha geldi. Yani sonuç olarak, kaç madde olduğu, içeriği ne olduğu önemli değil –içeriği çok iyi de olabilir- bir; bunun getiriliş biçimi, iki; halktan destek isteme biçimidir önemli olan. Bugün buna karşı olanlarla, bunu talep edenlerin eşit koşullarda değiller. Arkadaşlar söyledi ama ben de söyleyeyim; bugün bir siyasi partinin bütün başkanlarının olmaması, eş başkanların hapiste olmasının dışında bizim yaşadığımızı da söyleyeyim. Şu anda 20 tane şube başkanımız görevden atıldı, meslekten atıldı. Bunun yarısı gerekçesiz, bir bahaneyle bir terör örgütü ile irtibatlandırılıp atıldı. Şu anda hukuk denilen bir şey yok. Biz bir hafta önce Ankara'da bu ihraçlarla ilgili bir Kurultay düzenledik. O kurultayda iki tane isim önemliydi bizim için, biri Rıza Türmen eski AİHM Yargıcı diğeri de Venedik komisyonu üyesi bir Doçent arkadaşımız. Rıza Türmen in söylediği şu cümleyi size aktarayım, bu referanduma nasıl gittiğimizi anlarsınız, dedi ki “hukukun kanun olduğu yerde hukuk ile ilgili kanunla ile ilgili itirazlarınızı yaparsınız, ama hukukun ve kanunun olmadı bir yerde itirazımız olmaz. Anayasa Mahkemesi bile kendi iki üyesinin kendi hukukunda olmayan bir biçimde atılmasına sesi çıkmıyorsa, bir mahkeme verdiği karardan dolayı görevden alınıyorsa, o ülkede hukuk yoktur, o ülkede anayasa oylaması da olmaz, meşru da olmaz”. İkinci olarak, Venedik komisyonu üyesi Doçent arkadaşımız şunu dedi, “darbenin arkasından, bu darbe ile ilgili AİHM’e gidildiğinde AİHM şunu yaptı; siz hiç hukuk yollarını tüketmediniz, tüketmeden bize gelemezsiniz. Daha sonra siyasi iktidarın kendi aldığı bir karar üzerine ihraç edilenlerle ilgili 1 Ocak'ta kurulması gereken komisyonu hala kurmamasından dolayı, ihraç ettikleri insanların hukuk yollarını kapatma diye algılıyor, şimdi direkt AİHM bunların davalarını almayı eğilimindedir” dedi. Yani Türkiye'deki şu andaki anayasa ile ilgili çalışmalarda bir taraf kendi istediği şekilde -çok güzel bir metinde olabilir- savunurken, diğerleri belki bir maddeden reddedebilir ve hayır diyebilir bunun söz hakkı yoksa, bunu söyledikleri için baskı altında kalıyorlarsa, söz hakları kısıtlanıyorsa bizim de tam da durmamız gereken nokta budur. Çok güzel bir metin olabilir, bunun hazırlanış biçimi ve halka sunuş biçiminde karşı tarafın söz söyleme hakkı yoksa, biz bu noktadan bakmalıyız. Evet diyenlere her yer açık, hayır diyenlere hiçbir yer açık değil, bizim baktığımız nokta budur. Bu anayasanın halka sunuş biçimi çok tartışmalıdır, meşru değildir. İsterse çok güzel bir anayasa metni olsun fark etmez. Bizim bu noktada kendi üyelerimizin bile gerekçesiz olarak, hiçbir hukuk normuna uymayan bir şekilde görevden uzaklaştırılmaları veya açığa alınmaları ile ilgili bir hukuk yolunun açık olmamasından dolayı, bu ülkede hukuk olmadığından dolayı biz hayır diyoruz.
7/ Ömer Yaşar:
Melih Nazır kardeşim de ifade ettiği gibi 90 -100 günlük bir süreci geride bıraktık, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Tabii, olay anayasa, anayasa bir hukuk meselesidir; hukuk, hukuk bilenlerin konuşacağı bir şeydir. Sanırım Metin Feyzioğlu idi şöyle bir ifade kullanmıştı “bir anayasa yapıldı ama hukukçulara sorulmadı”, bu süreç içerisindeki dinlediğim konuşmalardan hafızamda kalanlardan bir tanesidir bu. Biz gazeteci olduğumuz için olayların biraz sosyolojik belki biraz da psikolojik tarafları ile ilgilenebilir bir konumdayız. Şunu anladım ben, o televizyonlardaki okuduklarını eğitildiklerini en güzel ifade edenler, “fena değil ya” denilen psikolojik bir algı bırakıyorlardı. Toparlarsak bu süreç içerisindeki dinlediğimiz, dinlemek mecburiyetinde kaldığımız zamanlarda oldu. Evetçilerden ben, beni ikna edecek bir şey bulamadım. En yukarıdaki okunmuşundan en aşağıdaki cahilinin de ortak bir noktası vardı, onu gördüm sosyolojik hadise olaraktan. Neydi o hadise; üniversite mezunu ile ilkokul mezununun eşitlendiği bir olaydı evet. Diyorlardı ki; bu işi tüm Hristiyan âlemi; okumuş Hristiyan âlemi demiyor ama sonuç olarak aynı, bunlar karşıysa biz bu şartlarda hayır dememiz mümkün değil. PKK hayır diyor, o Hayır diyor, bu Hayır diyor, Almanya Hayır diyor, Hollanda hayır diyor, İsviçre hayır diyor bize de evet demek düşer. Bu kadar çok basit, yani şurada fikir beyan eden arkadaşlarımız var, hepsine çok teşekkür ediyorum o anlamda. Ama ben sonuç itibariyle evetin bu kadar tutarsız olduğunu düşünüyorum. Yani o televizyonlarda ki, bilirkişi konumunda çıkanların dahi anlatımlarında zorlandıklarını, kendi aralarında konuşuyorlar, halkın anlayabileceği hiçbir şeyi ifade edemiyorlar. Muhterem arkadaşlar bir de şunu gördüm, bunu onlar görüyorlar mı bilemiyorum; hiçbir siyasi teşekkül kendi seçmeni olan kitleye yüzde yüz hâkim değil. Bu yapılan kamuoyu araştırmalarında kararsızlar olarak karşımıza çıkan bir kitle var. Kararsızların çok az olduğunu düşünüyorum, ya da onlar kararsızlar çok deyip bizi kandırıyorlar. Ama AK Parti içerisinden de hayır diyecek olanlar var. MHP evet dedi, Büyük Birlik evet dedi ama onların içerisinde liderlerine itaatsizlik hat safhada, isyan safhasında. Ben tutarlı olarak gördüğün -ama orasında da fire var- Saadet Partisi. Sayın Temel Karamollaoğlu hayır diyeceğini ifade etti ama oradan da sessizde olsa, kendini ifade edememe durumunda da kalsa evetçilerin çıkacağına inanıyorum; çünkü kendisinin milli görüşçü gibi gösterip AK Parti'ye çalışanlar var yani evete çalışanlar var. AK Parti demeyelim burada bir parti yok. Hayırlı olsun diyorum.
8/ Şadi Tanış:
Bu referandumun birçok şeklini tartışabiliriz. Başkanın (Ali Yavuz) da dediği gibi bir serbest propaganda dönemi yok, buradan da tartışabiliriz yahut maddelerin içeriğini konuşabiliriz. Bir başka konuşacağımız şeyde; Türkiye, parlamenter sistemini tüketti bir başkanlık sistemine ihtiyacı mı var? Bence konuşmamız gereken temel mesele bu. Gerçekten biz parlamenter sistemini beceremedik mi ya da parlamenter sistemi tüm kurumlarıyla çalıştırmaya çalıştık da bize mi uymadı? Eğer böyle ise dünyanın birçok ülkesinde kullandığı başkanlık sistemi ya da yarı başkanlık sistemi bizim gündemimize gelmesi doğaldır. Zaten yıllardır Rahmetli Erbakan'ın Turgut Özal'ın döneminde de gündeme gelmiş, konuştuğumuz konulardır. Yalnız dünyada başkanlık sisteminin uygulandığı ülkeler baktığımızda bunun alt kurumları var, bu kurumlar oluşturulmuş onun üzerinde şapka şeklinde bir başkanlık sistemi gelmiş. Güney Amerika ya da Afrika ülkelerinin bazılarını da ismine başkanlık diyebileceğimiz, Rahmetli Erbakan'ın bir sözü vardı “demokratur” yani demokrat sistem içerisinde bir diktatörlük, ben öyle anlıyorum o sözü. Bizde de “demokratur” olarak algılanabilecek bir sistem öneriliyor. Çünkü batıda uygulananlar da; eyalet sisteminden tutun da başkan yardımcısının seçilmesine kadar, eyaletlerde savcıların bile seçimle gelmesine kadar -hatta Amerika'da gidip gördüğüm eyaletlerin kendi vergisini belirliyor ve bu vergiyi kendisinin topladığı- yani yönetimin genellikle tabana yayılmış. Başkan ya da Başkan konumundaki kişinin sadece ülkenin genel politikalarına; işte askerlik, eğitim, dış politika gibi konularla uğraşan ama ülkenin iç idaresinin yöneten ayrı bir mekanizmanın olduğu bir sistemdir. Diğer demokratik ülkelerde, her şeye başkanın karar verdiği bir yapı. Bizdeki de ismi Cumhurbaşkanlığı sistemi diye bize yutturulan esasında gerçekten şu anda çok benzerini Meksika'nın kullandığı, meksikadaki başkanlık sistemini bize getirdiler. Doğru bir şey midir? Ben başkanlık sisteminin çok yanlış bir şey olduğuna inan inanmıyorum, ama bizde ki getirilen sistem, pratik bir başkanlık sistemi değil. Ama işin kötü tarafı şu; seçimlere çok az bir zaman kalmasına rağmen gerçekten biz, bizim seçmenimiz, bizim halkımız 15 gün sonra neyi oylayacağımızın farkında değiliz ya da bu konuda bilgimiz yok. Yani AK Parti ısrarla bize Recep Tayyip Erdoğan'ı ve Türkiye'yi oylatmak istiyor. Karşısındaki blok da hayır derken, maddelere hayırdan daha çok Recep Tayyip Erdoğan'a Hayır anlatmaya çalışıyor ama gerçekten işini özünü bir türlü konuşamıyoruz. Ben hayırcıların da neye hayır dediklerini tam olarak bildiklerini düşünmüyorum. Evetçilerin de neye evet dediklerini, neyi savunduklarını bildiklerini düşünmüyorum. Yani biz gerçekten maddeleri oylamıyoruz bir algı oluşturuldu bunlara göre hareket ediyoruz. Bir hikâye var işte Bektaşi'nin önüne iki tane şarap koymuşlar bak bakalım bunlardan hangisi daha iyi demişler, Bektaşi de birincisinden bir yudum almış tükürmüş demiş ki; öbürü daha iyi. Demişler ki; olur mu, daha diğerini tadına bile bakmadın. Bektaşi de; bundan daha kötü olamaz ki demiş. Evet çıkarsa bir tesellimiz şu olacak; parlamenter sistemi yeterince iyi kullanamadık, bir de bu sistemi deneyelim. Şunu düşünüyorum; 3 – 4 yıl sonra yeniden anayasayı tartışıyor olacağız. Dünyanın her yerine başkanlık sisteminin görevi 3 yıl ama biz de 5 yıl, bir Amerika istisna onun da sebebi şudur; yılda bir parlamentonun ya da senatonun bir kısmını yeniledikleri için halkın iki yılda bir başkana sanki bir güvenoyu gibi algılanabilecek desteğini ya da desteğini çektiği işaretler konulabiliyor. 5 yılda, 6 yılda bir yapılan seçimlerde halk tepkisini seçimlerde koyamayacak; bu sefer sokaklara dökülüyor, bu toplumsal ayrışmaya ve arkasından askeri müdahaleleri zemin hazırlıyor. Biz de inşallah böyle bir şey olmaz, ama en azından bu ara istasyonlar olsaydı iyi olurdu, getirilen şeyin isminin ne olduğunu bilmiyorum. Yani başkanlık deseniz değil, demokraturluk Erbakan hocamın tabiriyle. Biz demokratur seçeceğiz herhalde.
2. TUR KONUŞMLAR
1/ Melik Nazır Esirci:
Ben konuşmalarda kendi yorumlarımı katmayı pek sevmiyorum. Ben şundan dolayı Hayır diyorum derken; aslında şurada ki şu argümanlardan, maddeden dolayı karşıyım dersek daha iyi olur diye düşünüyorum, yoksa işte ben kamudaki kamudan 100 bin kişi ihraç edilmiş şundan dolayı anayasaya karşıyım dersem siyasi görüşümü katmış olurum. Bana kalsaydı keşke 3 milyon kişi atılsaydı kamudan, devlet kimseyi iş vermek zorunda değil, gitsin başka yerde iş bulsun kendini; kendi siyasi görüşümüz kalacaksak böyle derdim. Ben maddeler üzerinden tartışmayı doğru buluyorum. Tek adamlık tabiri çok kullanılıyor. Aslında, onu tek insan tarafından bakmamak lazım, tek kurumsal açıdan bakalım. Yani tek adam değil, hükümet burada, tek adamlık yok hükümet var. Hem hükümet hem de parlamentoyu seçiyoruz. Aslında şunu yapamıyoruz; ben hükümetten şunu görmek istiyorum, parlamentoda şunu görmek istiyorum diyemiyoruz. Tek oy vermiş oluyoruz hepsini seçmiş oluyoruz. Burada ise hükümeti ayrı seçiyoruz parlamentoya ayrı seçiyoruz. O yüzden “Demokratur” ne anladığınızı şu maddeler bakıp konuşsaydık daha sağlıklı olurdu ve sonuçta yine Demokratur ya da demokrasiye karar vermiş olurduk. Ama öyle konuşmuyoruz; herkes bulunduğu Pencereden bakıyor.. 5 yıl uzun bir süre midir, uzundur ama dört yılda uzundur yerine göre. Anayasalar Allah'ın kuralları değildir 5 yıl sonra değiştirilebilir tekrar. Türkiye’de uzun süre iki yıldan bir uzun hükümet kalmadığı için belki 5 yıllık hükümetleri denemek istiyor. Denemeden, kötüyü görmeden iyi gitmemiz söz konusu değildir. Biz bir Amerika olamayacağız, bir Fransa da olamayacağız, İngiltere de olamayacağız; Çünkü İngiltere'nin kültürü ayrı, bu bir kültür meselesi, yasalarda yazılan çok önemli değil en mükemmel yasayı da getirsen uygulama yine bugünkü gibi olurdu, olacaktır çok uzun süre. Bir yanlışlık daha; parlamenter sistemin kafasıyla biz bu sistemi isimlendirmeyi çalışıyoruz, bence en büyük yanılgıyı da burada yapıyoruz. Burada çok sorun çıkıyor.
2/ Şaban Günel:
1945'ten sonra Kızıl Ordu'nun Berlin’e gitmesi dışında burjuva demokrasisi kuruldu bu modaya uydu Türkiye Cumhuriyeti de. Burjuva demokrasisine geçti, birden fazla Partili düzene geçti. El Kaide vakasından sonra Amerika el-kaide zanlılarını işkence yapmak için “Aman ha Amerikan Anayasası'nda bir zarar gelmesin”, “Aman ha Amerikan hukukuna bir zarar gelmesin”, burjuva hukukuna bir gölge düşmesin dedi Amerika'ya ait olmayan topraklarda; Guantamano adasına cezaevi yaptı. Çok dikkatliler burjuvalar bu konuda; anavatanların da işkence yapmadılar, Polonya'da yaptıklar işkenceleri, bu ikiz kulelerden sonra Romanya'da yaptılar, havada uçakta yaptılar, yasalarına bağlı adamlar. Hukukun üstünlüğüne inanmışlar. Amerika'da böyle bir şey kesinlikle yapmadılar yani, anlattığım şey Tayyip Erdoğan, AKP falan değil. Ben hakikatten Haramzadelerden hayırlı bir iş bekleyemiyorum. Hadise bu. Sırtımdan geçinenlerden hayırlı bir iş beklemiyorum. Arkadaşlar bir de Ahmet Yasin örneğini vereyim. İnsan düşüncelerinden ötürü suçlanamaz. Hatta suç olan bir şeyi bile düşünebilir. Ben biraz mübalağalı konuşuyorum etkili olsun diye. Boynundan yukarısının kullanılamıyordu Ahmet Yasin'i vurdular, yani İsrail'deki Anarşi ve terör faaliyetlerinden sorumlu tutarak. Söz ve yazı suç değil, düşünce, söz suç değil. Düşünce özgürlüğü var ifade özgürlüğü var ama adam boynundan yukarısını kullanamıyor hangi suçundan dolayı öldürdünüz siz bunu? Burjuva demokrasisini inanmıyorum, burada Ahmet Mehmet diye bir şey yok. Ben sınıfsal kimliğimi itibariyle sırtından geçinenin her dediğine hayır diyorum, Her tekliflerini hayır diyorum; Bu kim olursa olsun.
3/ Yusuf Çetin:
18 maddeyi koydular bizim önümüze ama alt maddeleri neden yok? Bu milletin ne oy vereceğini; evet de olsa hayır de olsa onun bile farkında olmadığını düşünüyorum. Yani sürpriz Pandora'nın Kutusu açıldığında içinden ne çıkacak millet bunu düşünüyorum düşünmüyor mu emin değilim. Ama kimsenin kimseye dinlediği yok, üsttekilerin alttakileri dinlediği hiç yok. Şaban abi burjuvazi den bahsetti ama burjuvazi daha kibar kalıyor, şu anda hak, hukuk yok. Güçlünün hukuku var bu da beni üzüyor, özellikle kendi adıma değil toplum ve geleceğimiz adına üzülüyorum.
ÖNERİLER
1 / YOK
ORTAK SONUÇ
YOK
1 / YOK
2 / YOK
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
MİLLETVEKİLLERİ İLE
MEDYA İLE
KATILIMCILARLA
SONUÇLAR
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Sakarya kMM moderatörü Erhan Duru