YER: Cezayir Restoran (Taksim)
TARİH: 4 Aralık Pazar 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Fevzi Durmuş (Türkiye Beyazay Derneği)
2 / Şahin Tekgündüz (İstanbul Hepimizin)
3 / Vasfi Kösebey (Emekli İlahiyatçılar ve Din Görevlileri Derneği)
4 / Faik Güleçyüz (Kontrgerillaya karşı İnisiyatif)
5 / Hüsnü Adalı (Liberal Avrupa Derneği)
6 / Murat Altun (Şahlanış Hareketi)
7 / Ali Faik Aydın (İstanbul Platformu)
8 / Berna Akkızal (Düşünce Suçuna Karşı Girişim )
9 / Köksal Çebi (Yerel Katılımı Destekleme Derneği)
10 / Kemal Akgün ( Alevi Düşünce Ocağı)
SENDİKALAR
Yok
ODALAR
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Kemal Yücel (BBP)
2 / Mehmet Ali Erdoğan (HakPar)
GÖZLEMCİ
1 / Vildan Şelale (LİBAD)
2 / Şafak Ergün (Türkiye Beyaz Derneği)
3 / Ayşe Fildiş (Akademisyen)
4/ Suna Demirkaya (Reklam İstanbul)
5 / Şanar Yurdatapan (DSKG)
DİĞER KATILIMCILAR
1 / Nicolo Bucaria
MODERATÖR
Cemil Altay
GENEL GÜNDEM: TR-AB İlişkileri, Nereden Nereye?
KONUŞULANLAR
Sunum videosu gösterildikten sonra, toplantıya dair usülle ilgili hatırlatmalarda bulunan moderatör Cemil Altay, toplantıya katılımla ilgili bilgilendirme yaptı. Altay, genel gündeme ait TkMM’nin önceki benzer gündemli toplantılarına ait ortak paydalarını ve katılımcılara ait öne çıkan görüşlerini paylaşarak sözü sivil topluma bıraktı.
Murat Altun: Sıkıntı bekletende mi bekleyende mi? Bir kapıya gidiyorsunuz, elinizde çiçekler, hediyeler kapı açılmıyor… yarım asırdır AB kapısında bekliyoruz. AB, 1000 yıllık kendi sıkıntıların neticesinde 2. Dünya Savaşı sonrasında bir eleştiri yapıp, sentez gibi kurulmuş bir yapıdır. AB, latin ve germen çatışmasına da son vermiştir. Çünkü AB yapısı, paganist kültürle daha sonra dalga dalga gelen Hristiyan senteziyle oluşmuş bir yapıdır. Bu yapıyla Türkiye’nin sosyo-kültürüel tarihi arasında hiçbir bağı yok. AB kendi içinde o kadar mücadeleden sonra yüksek bir medeniyeti bedel ödeyerek oluşturmuş. Tabiatta hayvanlar sınıf sınıftır. Aslan kedigiller, kurt köpekgiller ailesine aittir. Kurt ısrarla aslana, ben sana katılacağım diyor. Biz bu inat ve ısrardan vaz geçmeliyiz. Türkiye komşu ülkeleriyle problem olan bir ülke bu yapıya başvurdu. Güney Kıbrıs tam üyeliğe dahil oldu. Ki SB’den kopan Doğu bloku ülkeler de dahil oldu. AB sürecinden bu uzun süren oyalamalarda bizim kendimize gelmemiz lazım. AB bize imtiyazlı ortaklık öneriyor. Yani malların, hizmetlerin ve kişilerin serbest dolaşımı. Dünya 100bin yıl yaşasa bile bu şartlar altında bizi almamaları doğaldır. Türkiye AB’ye alınırsa, nüfus 80 milyona dayandı, dolayısıyla orda İngiltere-Almanya-Fransa ağırlığında bir ülke olacak. Diyorum ki, AB kapısında bekletilmeyi, rencide edilmeyi, “madik atma” demeyi bir kenara bırakalım. Malların, hizmetlerin, kişilerin serbest dolaşımını sağla, eşit onurlu komşuluk ilişkileri kuralım, Sen de Baltık ülkeleri, Gürcistan’a uzanma… İngiltere zaten resti çekti, AB ile seviyeli ilişki içerisinde olalım. Gümrük uğradığımız zarar ortada, 600 milyon vermişler, dilencilikten de vaz geçelim. Tehdit mantığı da yanlıştır, hani biz ezilenlerin hamisiydik. Terk edilen sevgili mantığında ŞİÖ’de ne işimiz var bizim? Doğu Türkistan meselesi ortadayken, Çin ŞİÖ’nün ana lokomotifiyken. Türkiye kendine gelsin, devlet yöneticileri de bir ay konuşma orucu tutsun. Reis-i cumhur, Başbakan konuşuyor, Rusya Dışişleri , AB Sözcüsü cevap veriyor. AB bize serbest dolaşımı sağlasın, biz de üyelikten vaz geçelim, hem onlar hem de biz rahat edelim. Onurlu dış politikaya geri dönülmeli.
Berna Akkızal: Ben örnek vermek istiyorum. Siz bir ihracat firmasında çalışıyorsanız, o firmanın kriterlerini sağlamak zorundasınız. Yabancı dil bilmiyorsanız o firmada almazlar sizi. Bizim son 53 yıldaki durumumuz buna benziyor aslında. Bir takım üye olma standartları var. Bize dedikleri bu kriterleri yerine getirirseniz, üye olacaksınız. Fakat biz hem yabancı dili bilmiyoruz hem de o işi istiyoruz. Bu inadımızda da devam ediyoruz. Şimdi AB’ye girmek iyi midir, kötü müdür? Faydamıza mı, zararımıza mı, uzun bir tartışma. Yıllardır tartışılıyor, bu fasıllar açılıp kapanırken de, koşullara göre tekrar tartışıyoruz. Şöyle bir söz var bizde “Batının ahlakını değil, teknolojisini alalım!” Belki biraz ahlak değerlerini de alabiliriz, iş ahlakı gibi… biz maden işletmeciliğinde getirilmesi gereken AB yönetmeliğini 2020’ye ertelemişiz. Bu yönetmeliği, kriterleri getirseydik, bugün Galatasaray Lisesi’nin önünde hayatını kaybeden işçilerle ilgili bir protesto gördüm, bu kriterler uzaydan gelmedi, bazı durumlar sonucunda ortaklaşa alınan kararlar. Bu standartlara uysaydık o işçiler belki hayatını kaybetmezdi. Söylemek istediğim hem teknoloji hem de bazı ahlak-uluslarlararası standartları biz kendiliğimizden yerine getirmemiz gerekiyor, kendi insanımızın da faydasını gözeterek, illa AB’ye gireceğiz diye değil. Bizim kendi alanımızla ilgili AB ile en çok karşı karşıya geldiğimiz nokta ifade özgürlüğü. 146 gazeteci şu an tutuklu durumda. İlerleme raporları da sürekli geriye gittiğimiz yönünde. Yapmamız gereken, biri bize bunu söylemeden özellikle terörle mücadele yasasında değişiklikler.
Tennur Koyuncuoğlu: Ana fikir olarak biz Batı’dan ayrılamayız. Bu aslında Cumhuriyet döneminin onurlu ilişkilerine dönüş anlamını taşımaktadır. Çünkü o dönemde bugün bize “Hayır, 400 değil 450 dosyanız var” diyen Almanya, Hitler döneminde aydınlarına yaptığı saldırıları, bizim onları çağırmamızla sonuçlanması, aslında uluslararası ilişkilerde onur ve gururumuzdu. Bugün hala Almanya’da o aydınların Türkiye’ye nasıl geldiği, Ernst L. Srasse’de Türkiye’de isminin verilmesi, halen orda, bizi gururlandırıyor. Gerçekten 53 yılda, Kopenhag kriterleri… o gururlu yıllardan, onlara ulaşamadığımız gibi bulunduğumuz noktadan da geri düştük. Ya onların geldiği noktaya gelmemiz lazım, eleştirilerimizi de saklayarak. Öyle ki ifade özgürlüğünün ana hattı soyut düşünce değildir, söylediğini ifade edebilmektir, yayınlamaktır, tartışma ve sonunda da biz uzlaşmaya varabilmektir. Bütün bu kültür henüz Türkiye topraklarında yok. O zaman çağdaş ülkelerde gelinen noktayı izlemeniz, en azından ayrılmamanız gerekir. Biz idam cezasını konuşuyoruz. İdam cezası konuşulur mu, mümkün değil. İnsanlığın i harfini bilmiyoruz demektir. Cezalandırarak sonuç elde etmek mümkün değildir. Vatan için ölmek! Bunu tartışmaya açmamız gerekir. Aksi fikirde olanlar olabilir, vatanı başka türlü sevenler olabilir. İki şey istiyorlar, birincisi, Avrupa, Türk parlamenter demokrasisini temel hak ve özgürlükleri korumaya çağırıyor. Bu noktada kafamız karışık. Bu noktadaki değişimi öğrenmemiz gerekir. İkincisi, vize-göçmen anlaşması. Avrupa bu konuda iki yüzlü. Bunun ortaya çıkması önemli, demek ki, Türkiye’nin hala dünyaya katacağı çok önemli şeyler var. Ayrıca Türkiye’deki diktatörlük macerası, Şangay’ın diktatörlük ve içe kapanma sistemiyle çalıştığını öğrendik. Bu sisteme kesinlikle girmememiz lazım. Putin, korkudan, NATO varken girilmez, diyor. Belki ordaki işleri karıştıracağımızı düşünüyor. Kaos ortamına girmememiz lazım. Dünyada da var ama kaos, yeni güzellikler için de bir fırsattır. Türkiye’nin kendisine gelmesi lazım. Bu arada Avrupa ile ilişkiyi kesinlikle kesmemesi lazım.
Vasfi Kösebey: Türkiye mutlaka AB’ye girmelidir. AB’nin birçok değeri bize uymasa da, biz onları uydururuz. 70li yıllarda bir karikatür vardı, etrafında domuzlar, arkasında bir koç gösteriliyor. AB, böyle bakıyor bize. Merkel, zamanında, “İslam kültürü büyük bir kültürdür, bizi ezer”, Cameron, “Ancak 3000 yılında Türkiye AB’ye girebilir” diyor. Fransa, Avusturya bizi istemiyor. İstememelerinin tek sebebi, bizim farklı bir dinden olmamızdır. Tabi bizim değerlerimiz var. Bunlara da bakmak lazım. Ben Türkiye’de ifade özgürlüğünden dolayı içerde insan olduğunu düşünmüyorum. Önceden de 25 kişi vardı, belgeleri getirdim, tamamen terörle ilgili, bugün de böyle, doğrudan 15 Temmuz’u savunuyorlar. Maalesef AB ve ABD, 15 Temmuz’daki başarısızlıktan dolayı büyük bir üzüntü duyuyorlar. Tanzimat’tan bu yana, Cumhuriyet de dahil, İslam’a bir kayma var bizde. BM’de 170 ülke, 57 İslam ülkesi var, BM’den sonraki en büyük örgüt. Büyük bir potansiyel var. Bu potansiyele sahip olsak, belki daha farklı olacak. 56 İslam ülkesinin hepsi Türkiye’ye lider olarak bakıyor, bu da bir gerçek. Öküz ayağı olmaktansa, dana başı olmak gibi bir Avrupa sözü var. Böyle olursa AB’ye daha güçlü gireriz. Vize ve mülteci konusunda sözlerini tutmadılar. Doğu blokundan GSMH düşük olmasına ragmen birçok ülkeyi AB’ye aldılar, bizi almadılar. Avrupa’da 30 milyon müslüman var, bu da endişelendiriyor onları. Maalesef, hepsi ortada Almanya terörü destekliyor, PKK’ya imkanlar sağlıyor. Fransa ve Hollanda’da sıkıyönetim var halen. Türkiye’de bir sürü terror örgütüyle uğraşmamıza ragmen, hepsi bizi suçlu gösteriyor. Avrupa burda da iki yüzlü. Her ülke kendi yolunu takip edecektir. 1957’de 157 milyar dolar ihracat vardı, şimdi düştüğü söyleniyor. Suriye’de bizi başlangıçta destekler gibi görünüp sonra geri çekildiler, baş başa bıraktılar. Tüm bunlara ragmen AB’yi zorlamamız lazım. ŞİÖ içinse oraya girersek, Doğu Türkistan’ı unutmamızı isterler.
Hüsnü Adalı: Buraya gelirken Suriyeli 75 yaşında bir amca vardı, onunla konuştum üzüldüm. Tünelde milli aracımız TOMA vardı, yine bir şeyler için önlem almışlar. Sonra İstiklal’ e baktım, dükkanların yarısı kapanmış. Özetle, birşeyin yeni olması iyi bir şey olduğu anlamına gelmiyor, Nazi yönetimi de önceki yönetime göre yeniydi ama iyi bir şey değildi. İyi şeyler varsa söyleyin ama yeni diye konuşmak kaçak oluyor, yemiyor artık. Şahin abinin geçen toplantıdaki ilk konuşmasını düşündüm, acaba söz mü bitti diye? Hayır, söz hiçbir zaman bitmez. Bilinçli şekilde itiraz etmek, insanı hayvanlardan ayıran en büyük özellik. Gezi’de, cinsel istismar yasasında gördük ki, itiraz olunca iş halloluyor. İtirazdan başka yol yok mevcut sistemde. Ben fakir ama gururlu değil, zengin ama gururlu bir ülkenin vatandaşı olmak istiyorum. Adımız LİBAD, AB’ye katılmayı destekliyoruz zaten. Kötümser insanları görünce aklım Zweig geldi, 33’te kütüphanesi basılıyor, terk ediyor Avusturya’yı, Almanya’yı, önce Londra’ya gidiyor karısıyla sonra 43’de Brezilya’ da “bu rejimler düzelmeyecek” deyip intihar ediyor. Ama 45’te hepimiz olanları biliyoruz, o yüzden enseyi karartmayalım. 2002’de Hür Demokratlar adıyla kurulduk. 2006’da LİBAD oldu. Misyonumuz liberal, özgürlükçü ve Avrupa standartlarında bir ülke olsun, olsun da sonra AB’ye girmeyelim şart değil. Bu standartlar çocuklarımızın geleceği için önemli. Avrupa Hristiyan kulübü değildir, en büyük özelliği seküler laik olmasıdır. Ülkemiz maalesef iç dinamiklerinde 200 yıldır büyük reform yapamamıştır. Bu hükümetin ilk 5 yılda yaptıkları reformlarda hep AB sayesindedir. Tartıştığım hiç kimse AB’nin somut bir zararını söyleyememiştir bana. Ben yüzlerce yararını sayabilirim ama buna rağmen karşıtıyız, nedenini de bilmiyoruz. Bunu kullanan siyasetçileri hedef almıyorum zaten, bilmiyorlar neden bilmediklerinin nedenini de bilmiyorlar. Sade, naif iyi niyetli AB’ye karşı çıkan arkadaşlarımıza söylüyorum, AB’nin bize hiç zararı olmamıştır. AB zenginlik, refah, özgürlük, daha fazla demokrasi, insan hakları, şeffaflık, denetim demektir… evet çifte standart yapıyor ama alternatifi yok. ŞİÖ ise tek adam yönetimi, fakirlik, demokraside geriye gidiş demek. Bu yaştan sonra Duşanbe, Bişkek, Astana… bunları mı öğreneceğiz? Biz zaten 50 yaşına kadar zor öğrendik Londra, Paris, Ne York’u? Burada dünyayı dolaşan Murat arkadaşımız, Şanar Abi var. Allah göstermesin, ülkeyi terk etmek durumunda kalsalar, hangi şehre giderler? İnsanlığa katkı yaptığınızdanda karşılığını veriyorlar, Orhan Pamuk, Aziz Sancar, Behçet Uzun… Japonya, Güney Kore, hristiyan değil, katkı yapıyorlar ve durumlarını görüyorsunuz.
Köksal Çebi: Derneğimizinde faaliyetleri içerisinde, Baro temsilcimizinde söyledikleri üzerine, AB nedir, ŞİÖ nedir, özellikleri, insanlık ailesine kattıkları, biz girersek ne yapacağız… tabi büyük olmak, dünyaya hükmetmek insanın doğasında var. Limon satan biri akşam yattığında marketler zincirini hayal eder. Toplumların da şahlanışa geçmesi için bu duygulara makul ölçüde sahip olması gerekir. Belli gücün üzerine çıkarsanız size izin vermezler. AB’nin kriterleri var, girmek istiyorsanız uyacaksınız, tartışılcak bir tarafı yok bunun, içerde bahaneler üretebilirsiniz. Akşam saygın bir stönün videosunu izledim, döndü dolaştı, bu AB kriterlerine uyalım diyemedi. Hayal kırıklığına uğradım. Ben ilk toplantıya katıldığım Şanar Abi’ye birşeyler söyledim, dedi ki burada belli kurallar var. Bugün de önerim, burada birimiz konuşurken diğer dinleyenler söylenenleri tepkileriyle onaylayıp reddedebilsin İngiliz parlamentosundaki gibi? Ben böyle bir ihtiyaç hissediyorum, bu önerimi değerlendirelim. Ben biraz daldan dala atladım. Meseleye gelirsek, bunlar tartışılabilmeli, biraz itiş kakış da olmalı, sonunda da bir uzlaşılmaya varmalı. Biz dernek olarak Avrupa Yerel Demokrasi Haftası’nda Yerel-Bölgesel Yönetimler Kongresi’nin etkinliğine katıldık. Buraya binlerce yerel yönetici katılıyor ve bir ana tema belirliyor, bu sene belirledikleri tam ihtiyacımız olan şey: “Farklı kültürlerin bir arada yaşamalarını sağlayacak yol ve yöntemler nelerdir? Tartışma usülü nedir?” Ben bu tartışma usulünü yemek pişirmeye benzetiyorum. Eğer geç pişenleri önce koymazsanız, erken pişenleri sonra koymazsanız o yemeğin tadı olmaz. “Ben açık sözlüyüm arkadaş” diye bir şey yok. Kültür farklılıklarımızla birlikte yaşamayı, siyasi farklılıklarımızla birlikte nasıl yaşayabiliriz, bu aşağı yukarı belli, bunların hesabını yapmalıyız.
Kemal Akgün: AB ilişkilerinde, AB bizi kandırıyor mu, bizi yanlış mı yönlendiriyor… gibi eleştiriler aklımızın kenarından geçse de asıl olarak biz ne yapmak istiyoruz? Biz ülkemizin kalkınmış, gelişmiş, huzur içinde yaşayan bir ülke olmasını istiyoruz. Bu konuda ne yapmalıyız, önümüzde örnek var mı? En basit örnekler Batı ülkeleri… biz ne ŞİÖ, ne Doğu ne de Afrika ülkelerini kendimize örnek olarak almayı herhalde kimse önermez. Bahamalar örneğini vermek istiyorum. Dünyanın her yerinde insanlar geliyor, 700 adadan oluşuyor. 280000 nüfuslu bir yer. Bağımsızlık ilan ediyorlar. Bir yıl boyunca kutlama yapıyorlar ama sonra şunu fark ediyorlar. 280bin kişiyle gümrükten, evlilik yasasına, internetten askerliğe kadar her sorunu çözmek mümkün değil deyip ülkeyi yeniden kurmaya nüfus yetmez diyorlar ve İngiltere’ye teklifte bulunuyorlar. Adalar’dan birini Kraliçe Adası yapalım, buna karşılık iki yasamız var, biri devlet başkanımız İngiliz Kraliçesi’dir, İngiltere yasaları geçerlidir, başka kural yoktur ve sonra rahat ediyorlar. Biz çeşitli konularda kuralları doğru olarak geliştiremeyen bir ülkeyiz. Bizim kendi ahlak kurallarımızda var, diyenler de var. Madde madde sayacağım. Seçimler konusunda iyi bir noktada değiliz. Hukuk sistemimiz iyi değil. İfade özgürlüğü konusunda kötü durumdayız. Ekonomik faaliyet olarak Türkiye’yi tercih etmezsiniz. Ayrımcılık, inanç özgürlüğü, laiklik konusunda karnemiz son derece kötü. Eğitim sistemimize şu anda güvenen birisi olduğunu sanmıyorum. Altyapımız kötü. İnsan hakları karnesi, demokrasi, sosyal adalet, sosyal devlet, gelir dağılımı konusunda en kötü noktalardayız. Doğru dürüst sanatçımız varsa bunlar Batı’da yaşayanlar. Teknoloji geliştirme ve desteklemede iyi değiliz. Kalkınma konusunda doğru dürüst planları olan bir ülke değiliz. Bürükrasimiz iyi değil ve güvenilir bir ülkede yaşamıyoruz. Bu saydıklarımda AB ile karşı karşıya geldiğinizde, bu fasılların açılmasında her bir konuda çözmek için koydukları kurallar var. Bu saydıklarımda tüm AB ülkeleri genel olarak bizden daha iyi. Bizim yapmamız gereken AB gibi olmak. Fakir ama gururlu değil, zengin ama gururlu bir ülkede yaşamak istiyoruz. AB’nin hristiyan olması ve biz müslümanı diye almaması şeklinde konuşanlara söyleyeceğim: İtalya, Papa’nın olduğu ülke. Papa üniverstelerden birisinde konuşma yapmak istediği zaman hükümete başvuruyor, hükümet de üniversiteyle konuş, ben bu konuda aracı olmam diyor. Üniversite öğrencileri de “Sen dünyanın her yerinde konuşabilirsin ama buranın sınırları arasında konuşamazsın” diyor, üniversite kapısında içeri Papa’yı sokmuyorlar. Hristiyan diyorsunuz ama ben hiçbir zaman orada devlet dairelerinden, bana müslümanım diye kötü bir cümle-muamele görmedim. Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili bir toplantıda bir temsilci Türkiye’de seçimlerde muhalefete eşit haklar verilmediği için seçimlerin hakkaniyetle yapılmadığı için Türkiye ve Hırvatistan’a iki rapor veriyorlar. Türkiye’den cevap bile gelmiyor, Hırvatistan 6 ay içinde bütün yasaları değiştiriyor, denetlemelerini istiyor ve sonraki yerel seçimlerde denetlenince AB kurallarına uygun olduğu ortaya çıkıyor. Onun için Hırvatistan’ı birkaç sene içerisinde AB’ye alıyorlar, biz daha demin saydıklarımın hiç birisini kendi başımıza becerecek durumda değiliz ve bizi almıyorlar. Bunları ancak AB ile çözebiliriz.
Ali Faik Aydın: AB’ye girmekten ziyade, Türkiye’nin modern, çağdaş bir toplum olup olmayacağı önemli. Demokrasi ve insan haklarının olup olmayacağı önemli. AB’ye girildiğinde asgari hakları tanımak zorunda. Yoksa AB’nin hatırı için, dış baskıyla yönlendirilerek demokrasi, insan hakları ve çağdaşlık kazanılamaz. İsteyerek olur. Toplumun beklentileri bu yöndeyse, mevcut iktidar bunu yönlendirebilir. Fakat bu iktidarın uzaktan yakında Avrupa ile alakası yok. AB ile alaturka bir oyalama taktiği izlenmektedir. Bir de göçmenler üzerinden bir şantajcılık yapılmaktadır.
Faik Güleçyüz: Çoğu arkadaşımızın görüşüne katılıyorum. Bir kere bizim yönümüz, tarihsel olarak da Batı’ya dönük. Hun İmp., 1071’de Alpaslan’ın Anadolu’ya gelmesi ve ardından Osmanlı’nın 500 sene Avrupa’da yaşaması nihayetinde Cumhuriyet… Türkler hep Batı’ya doğru yönelmiş. Batı’dan kopamayız zaten. Ancak bugün ABD, AB ve bu ülkelerin korkunç kötülükleri var insanlığa. En basitiyle Mısır’daki darbe. Seçimle gelen Mursi’yi Sisi indirdi kimsenin kılı kıpırdamadı. Obama bilmem kaç milyar dolar para gönderdi hemen arkasından. Bu nasıl demokrasi anlayışı? 247 insanımızı 15 Temmuz’da kaybettik kimse bir şey söylemiyor. AB, ABD… gelin bu ülkelerin demokrasisine inanın şimdi? Ben inanmıyorum, ben Boşnak’ım, Bosnalıyım. Sırplar sırf müslüman olduğu için Bosna’ya saldırdı, eğer ABD’de müdahele etmese Avrupa kılını kıpırdatmazdı. Sırplar kadın, kız tecavüz ediyor saldırıyordu Boşnaklara, müslümanlara, bizlere… Avrupa’nın göbeğinde. Ama ışık gene Batı’da. Halep mahvoluyor ve Rusya mahvediyor, kimsenin umrunda değil. Avrupa’dan 3000 insan 26 Aralık’ta beyaz bayraklarla örgütlenmiş, Halep’e yürüyüş başlatıyorlar. Polonya’dan sıradan insanlar bunlar, ışık yine orda. Halkın hareketi, entellerin değil. Bir AB veya ABD devletleri ile oranın halklarını ayrı tutmalıyız. Eğer devletlerine, hükümetlerine bakıp insanlarını suçlarsak toptan yanlış yaparız. Ben bu hareketin Halep’i de Suriye’yi de kurtaracağını düşünüyorum. Türkiye’den yüzbinlerin Halep’e böyle girdiğini düşünün, Lavrov yine bomba mı atacak? Demokrasinin kalbi fikir ve inanç özgürlüğüdür. Bunun merkezi Batı’dır. Yönümüz o olmalı, arkamız Doğu, ordan da vaz geçmemeliyiz, guru da duymalıyız.
Fevzi Durmuş: Gündemle alakalı bir hikaye anlatacağım. Bir gün sırtlanın bir tanesi köylülerin kumaş boyamak için açtıkları bir çukura düşer. Ve rengarenk tüyler içinde ormana döner. Ormandaki hayvanlar bakarlar ki, değişik bir yaratık, sırtlan da kendisinden korkulduğunu görünce bir takım talimatlar vermeye başlar. Bakar ki uyuyorlar, der ki yeni kral benim. Ormanda yayılır bu, kral karşı olanlar da sırtlanın arkasına geçip kralımız bu cengaver der. Çakallar aslanın yanına giderler, aslan çakalın çakal olduğunu gözünden anlar, arkasında çok ciddi destek görür. Aslan, tamam ormanın idaresi sende, kral sen ol bana da vezirlik ver bari der, çakal da onaylar. Ormanın sevkini aslan yapar, çakal diğer çakalları da memnun edecek düzenlemeler yapar. Sonra dolunay çıkar, çakallar meşrebi gereği ulumaya başlar. Bizim çakal da ulumaya başlar. Uluyunca diğer hayvanlar anlar ve aslan onu bir pençeyle indirir. Aslana biliyordun niye geri çevirmedin dediklerin de, eğer indirseydim bunu size anlatmak için çok efor sarf edecektim, belki bir kısmını ona tabi olacaktınız ama hepiniz çakal olduğunu gördükten sonra gereğini yaptım. Bugün de Türkiye’nin AB’nin 53 senelik yaptığı çakallığa karşı yaptığı budur. Bunlar çakal sürüsü. 80 milyonluk müslüman bir ülkeyiz. Allahın izniyle 120-140 milyonlara ulaşacağız. 66 milyonluk Fransa, 80 milyonluk Almanya tabi ki bizi istemeyecek. Eğer AB’ye entegre olursak yönetimi ve mekanizmayı ele geçirmiş olacağız. O köpek kedi besleyen ama insan yetiştiremeyen yaşlı Avrupa bunu çok iyi biliyor. Ortadoğu İngiltere’ye göre ortadoğu. Yapay sınırlar. Osmanlı kültürel bir haritası var, istedikleri kadar sınır çizsinler. Bugün bu güç ayağa kalktı. İktidarı eleştirebilirsiniz ama doğrularının yanında olacaksınız. 15 temmuz’u birileri elinde kadehle şimdi sonları geldi diye seyrederken, bu millet, evlatları destan yazdı. Sağcısı, solcusu, her görüşten ikinci Çanakkale ruhu dirilmiştir, demokrasiye sahip çıktı. AB Meclis’i bombalansaydı? Mursi alaşağı edilince AB koşa koşa Sisi’yi tebriğe gitti. Türkiye’ye 2. Mahmut’tan bu yana AB kriterleri, muasır medeniyet seviyesindeki değerleri alalım. Ama çakallıklarını da görelim. Halkları ayrı ama yönetimleri sırtlan, iki yüzlü.
Kemal Yücel: Hangi AB önce ona bakalım. ŞİÖ hakkında konuşuldu ve Şangay Beşlisi öldürüyor bunu açıkça belirtelim. BBP olarak idealimiz, ne AB, ne de ŞİÖ, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Müslüman Türk Birliği. AB’ye başından beri karşıyız, alsa da almasa da. AB de, biz de almayacak bunu da biliyoruz. Bu bir oyalama, Türkiye’yi hizaya çekme süreci, AB’nin menfaatleri hizası! Kuran-ı Kerim’de “Onlar dininizi değiştirmedikçe asla sizden razı olmayacaklar!” Biz Hristiyanlaşmadıkça, AB’ye iman etmedikçe bizi almayacaklar. Hangi AB’nin alt başlıkları, ekonomik Avrupa’ya bakalım. AB ülkeleri zengindir. AB, meclisi, anayasası, bayrağı, marşı olan bir devletler birliğidir. Marşı Betthoven’ın 9. Senfonisidir, sözleri Shindler’in bir şiiridir, bir yönüyle kilise şarkısıdır. AB devlettir, zenginliğin kaynağı sanayi devrimiyle yapılan ilerleme bir yana sömürgecidir. Kanlı, gözyaşılı, Asya ve Afrika kaynaklarına dayanmaktadır, hala devam etmektedir, çoğu ülke uydusudur da. Yakın zamana kadar savaşmışlardır bağımsızlık için ve binlerce can vermişlerdir. Vietnam’da ABD işgalinden önce Fransa vardı. Belçika, Hollanda, İspanya, Portekiz… Latin Amerika’da yaptıklarını, Bolivar’ın mücadelesini hatırlayın. Türkiye’ye o gözle bakmaktadır. AB ekonomisinin temel vasfı üretendir, ilim, teknoloji, silah… ürettiklerini satacak ülkeler lazım. Biz pazarız AB için. 80li yıllarda zengin bir adam, fakir adam karikatürü vardı, zengin ortak, fakir adam pazardı. AB siyasi ve hukuki açıdan değerlendirilmeli, bu açılardan egemenlik sorunu vardır. Kendisine demokrattır. Dini açıdan, AB laik değildir, bir hristiyan birliğidir. Uygulamada laik görünüyorsa, hristiyanlığın laik sekülerleşmesindendir. Vatikan olan birlik, laik değildir. Askeri açıdan tamamı NATO üyesidir. Macaristan, Litvanya, Bulgaristan, Estonya… bunların hangisi kriterlere uygun, AB üyesi ve Türkiye bunların hepsinden güçlü, demokrat ve ileri olup alınmıyorsa meselenin kriter olmadığı açıktır.
Mehmet Ali Erdoğan: 53 yıl olmuş, çocukken AT derdik, sonra AET, en son AB. Artık zenginlik, uygarlık, medeniyet, ifade özgürlüğü ve bu zenginliğin adilce paylaşılması… bu sosyalizmdeki gibi değil kapitalizmdeki gibi, bize kıyasla zengin fakir arasındaki uçurum orda daha az. AB’ye girmek kolay değil. Ülkesinin bir tarafına bomba yağdıran, Türkiye Kürdistan’ında en az 3-5 ili yerle bir eden, yüzlerce insanı bodrumlarda katleden bir ülke AB’ye giremez. Gazetecileri, yazarları tutuklatan, siyasi partileri kapatmaya çalışan bür ülke giremez. AB’den birileri “Siz briç klubüne pişti oynayarak giremezsiniz” demişti haklı olarak. Briç kulübüne briç oynayarak girilir. Maalesef solda da, sağda da görüşlere saldırılar oluyor. Diyorlar ki “Yetmez ama evet” dediniz. AB, 2005’te “Yes, yes” hepsi Türkiye’nin alınması için “evet” dedi. Şimdi “No” diyor. Sen gazetecilerini, yazarlarını hapse koyarsan, Irak’a girip, Suriye’ye savaş açarsan, kendi şehirlerini bombalayıp, seçilmiş belediye başkanlarını tutuklarsan, kayyum atarsan, “sen seçilmiş” diyordun sürekli, sen seçilmişe tahammül edemezsen AB seni almaz. Ancak Şangay Beşlisi’ne gidersin, o da totaliter, otoriter. Nazarbayev, karısının, kızının adını aylara veriyor, herkes el pençe divan önünde, sözleri kanun, herşey. Süreç başladığında davul zurnayla kutlayanlar, durdurulduğunda “Ey Avrupa…” diye gürlüyorlar. Ancak iç kamuoyunun gazını alırsın böyle! Londra Belediye Başkanı müslüman değil ve en büyük semtlerinden birinin belediye başkanı da çok yakın köylüm. Almanya’da Yeşiller Partisi Başkanı bir Türkiyeli. Var mı İstanbul’da bir Rum, Ermeni belediye başkanı? Düşmanlık bizde, kendimize bakalım. AB bir düşünce, bir kültürdür aynı zamanda. Şimdi adam banyosunda koyun kesiyor, komşusunu çağırıyor, Alman kadın görünce şok geçiriyor tımarhaneye kaldırıyorlar. Böyle kültür bir farklılığımız var. Vaz geçmeyelim, kendimizi benzetelim, bunun dinle alakası yok. Bosna Hersek AB’ye girmek üzere, girilebiliyor.