YER: Iğdır Tarımsal Danışmanlık Toplantı Salonu
TARİH: 3 Aralık 2016 Cumartesi
SAAT: 13.00
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ferzende Şavluk (Din Adamları derneği)
2 / Tahir Kavri (Ti-Der))
3/ Fırat Akkuş (Çi-Der)
MESLEK ODALARI
1 / Levent Aydın (Iğdır Tarımsal Danışmanlık)
2/ Sabahat Karagöz (Eczacılar Odası)
SENDİKALAR
1 / Ahmet Karakuş (Yol-İş Sendikası İl Temsilcisi)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
Mehmet Alp (Eski Belediye meclis üyesi-Kanaat önderi
Yok
GOZLEMCİLER
Murat Akkuş- TkMM İl Girişimcisi
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
Yok
BELEDİYE BAŞKANLARI
Yok
MESAJ YOLLAYANLAR
Yok
MEDYA
Her zaman ki gibi haber yapıp meail atıyoruz. Hepsinde haberimiz çıkıyor.
MODERATÖR
Murat Akkuş- TkMM İl Girişimcisi
KONU
" Türkiye-AB İlişkileri, Nereden Nereye?"
KONUŞULANLAR
Sabahat Karagöz (Eczacılar Odası): Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslar arası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin etkin bir üyesi olmuştur. Bu doğrultuda, insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959'da Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes yapmıştır. Menderes, bu başvuruyla, Türkiye'nin Avrupa'ya ilk adımı attığını ifade etmiştir.
AET Bakanlar Konseyi, Türkiye'nin yapmış olduğu başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önermiştir. Söz konusu Anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ankara Anlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır. Anlaşma'ya imza atan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Birliği'ni, "Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser" olarak tanımlamıştır. Ankara Anlaşması'nın 2. maddesinde Anlaşma'nın amacı şöyle belirtilmektedir: "Türkiye ekonomisinin hızlı kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi özendirmektir."
Ankara Anlaşması'nın 28. maddesi ise Türkiye'nin üyeliğini düzenlemektedir: "Anlaşma'nın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşma'dan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye'ce üstlenilebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılması olanağını incelerler." Bu maddeden açıkça anlaşılmaktadır ki, "Türkiye-AET ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye'nin Topluluğa tam üyeliğidir." Ankara Anlaşması, Türkiye'nin AET'ye entegrasyonu için hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç devre öngörmüştür. İlk dönem, Anlaşma'nın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 tarihi itibarıyla başlamıştır. Taraflar arasındaki ekonomik farklılıkları azaltmaya yönelik ‘Hazırlık Dönemi' olarak belirlenen bu dönemde, Türkiye herhangi bir yükümlülük üstlenmemiştir. Tesis edilen ortaklık ilişkisinin işleyişine yönelik olarak iki taraf arasında bazı kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar arasında en üst düzey karar alma organı ise Ortaklık Konseyi'dir. 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile birlikte, Ankara Anlaşması'nda öngörülen hazırlık dönemi sona ermiş ve "Geçiş Dönemi"ne ilişkin koşullar belirlenmiştir. Bu dönemde taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ve Gümrük Birliği'nin tamamlanması öngörülmüştür.1971 yılı itibarıyla, Katma Protokol çerçevesinde, Topluluk, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye'den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını tek taraflı olarak sıfırlamıştır. Buna karşılık, Türkiye'nin AB kaynaklı sanayi ürünlerinde gümrük vergilerini tedricen sıfırlaması öngörülmüş ve böylece Gümrük Birliği'nin fiilen yürürlüğe girmesi için 22 yıllık bir süre tanınmıştır. Türkiye-AB ilişkileri, 1970'li yılların başından 1980'lerin ikinci yarısına kadar, siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir seyir izlemiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ilişkiler resmen askıya alınmıştır. 1983 yılında Türkiye'de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren Türkiye'nin ithal ikameci politikaları hızla terk etmesi ile beraber, Türkiye'nin dışa açılma süreci başlamıştır. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başlamıştır. Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması'nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, üyelik başvurusunda bulunmuştur. Komisyon, bu başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989'da açıklamış ve kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye'nin, Topluluğa katılmaya ehil olmakla birlikte, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu nedenle, üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir.
Bu öneri Türkiye tarafından da olumlu değerlendirilmiş ve Gümrük Birliği'nin Katma Protokol'de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. İki yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece, Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin "Son Dönem"ine geçilmiştir (Bkz. III. Gümrük Birliği). Gümrük Birliği, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından biridir ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırmıştır.
Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Helsinki Zirvesi'nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program v takvimimizi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümetimiz tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonu'na 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilmiştir. Ulusal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncelleştirilmiştir. Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ortaya koyan siyasi irade, reform çabalarına da ivme kazandırmıştır. Böylece, müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Meclisten geçirilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir. Bu çerçevede 2002-2004 yılları arasında 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa Paketi TBMM'de kabul edilmiştir. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi'nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve'de Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yine aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi yayımlanmıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir. Katılım Müzakerelerinde mevcut durumda şu ana kadar 16 fasıl müzakerelere açılmış, bir tanesi geçici olarak kapatılmıştır.
Mehmet Alp (Eski Belediye meclis üyesi-Kanaat önderi): Türkiye'nin sosyal, siyasal, ekonomik ve insan hakları konularında Türk demokrasisini ileri demokrasi merhalelerine taşınması lazım. AB'ye üye olmanın koşulu Avrupa değerlerini paylaşmaktır, ancak Erdodoğan hükümetinin şu anda planladığı idam cezası bu değerler arasında bulunmamaktadır. Avrupa kriterlerine uyan adımların atılması ve hatta daha ileri demokratik, sosyal, ekonomik iyileştirmelerin yapılması gerekir. muasır medeniyet seviyesini Avrupa istediği için değil kendi insanımız için hayata geçirmeliyiz.
Tahir Kavri (Ti-Der): 2004’teki “müzakereler başlasın” kararından, müzakerelerin resmen başlayacağı tarih olan 3 Ekim’e giden yol da, Türkiye-AB ilişkilerinin her dönemimnde olduğu gibi, zorluklar ve sıkıntılarla dolu oldu. Türkiye, AB’nin müzakerelerin başlaması için ortaya koyduğu kriterleri son anda, koyulan hedefe saatler kala yerine getirebildi. O kadar ki, AB’nin son dakikada ortaya koyduğu yeni ve beklenmedik zorluklar, hiçbir ülkeye daha önce uygulanmamış siyasi kriterler nedeniyle, bir ara müzakerelerin belirlenen tarihte, 3 Ekim’de başlayamaması bile sözkonusu oldu. Kıbrıs konusunda ve Türkiye’nin “statüsünde” yine sorunlar çıktı, bu nedenle Türk heyeti müzakerelerin resmen başlama töreninin yapılacağı Lüksemburg’a gidişi geciktirdi. O dönemde AB dönem başkanı olan İngiltere’nin bulduğu son dakika formülleri ile Türk heyeti Lüksemburg’a yola çıkmaya ikna edildi. Ancak saat geç olmuş, Türk heyeti Lüksemburg’a müzakerelerin başlaması için belirlenen 3 Ekim bittikten hemen sonra, gece saat 24.00’ü geçince varabilmişti. Burada da çözümü yine “İngiliz pragmatizmi” buldu; 23 Ekim tarihinin dönem başkanı olan “İngiltere’nin saatine” göre belirlenmesi gerektiği fikri ortaya atıldı. Saatler buna uygun olarak “durduruldu”. Ve böylece aslında tören 4 Ekim’in ilk saatlerinde yapılmış olsa da, kayıtlara “3 Ekim” olarak geçirildi.Türkiye ile AB arasındaki müzakereler bundan sonra birkaç yıl öngürüldüğü şekilde devam etti. Arada bazı siyasi ve teknik sorunlar çıksa da, diplomasi yoluyla bu sorunlar aşılabildi. Aşılamayan ise, 2004 yılında, Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen ve çözümlenememiş siyasi sorun görmezden gelinerek AB’ye dahil edilen Kıbrıslı Rumlar’ın uzlaşmaz tavrı oldu. Rumlar, Türkiye ile AB arasındaki pekçok müzakere başlığının başlamasına “veto” koyarken, açılan başlıkların kapatılmasını da yine Kıbrıs sorununda çözüm kriterine bağladılar. Kıbrıs’ta bugüne kadar bir çözüm bulunamadığı için de, türkiye ile AB arasındaki 30’dan fazla müzakere başlığından sadece bir tanesi, müzakerelerin başladığı tarihte açılan ve “sembolik” kabul edilebilecek “bilim ve araştırma” faslı hariç, hiçbir başlık kapatılamadı. Yine o dönemde Fransa’da iktidara gelen Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy de 5 başlığa veto koymuş olsa da, Sarkozy’nin görevi bırakmasının ardından Fransız vetosu kaldırıldı. Ancak Rum vetosu hala devam ediyor. Türkiye-AB arasındaki müzakere süreci, aksayarak da olsa, 2011 yılına kadar sürekli gelişme trendindeydi. Ancak 2011 sonrasında AKP iktidarının Türkiye’de başlayan kişisel özgürlüklere yönelik bazı hamleleri ile “gelişme dönemi” yerini, önce “duraklamaya”, ardından da “gerilemeye” bıraktı. Özellikle son iki yıl içinde, AKP hükümetinin basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve siyasi özgürlükler konusunda, terörü bahane göstererek attığı adımlar, AB ile ilişkileri kopma noktasına getirdi. Ankara, Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesinden AB’yi sert sözlerle teröre destek vermekle suçlarken, AB’den de “Türkiye yasakçı ve anti demokratik uygulamalarla üye olamaz” sesleri giderek daha yüksek perdeden dile getirilir oldu. Son olarak 15 Temmuz darbe girişiminin ardından gelen olağanüstü hal ile, onlarca gazete, dergi ve televizyonun kapatılması, kamuda savunma hakkı verilmeden yapılan toplu işten çıkarmalar, 15 Temmuz’la bağlantılı toplu gözaltı ve tutuklamalar ile işkence iddiaları, AB ile ilişkileri iyice gerdi. Bu dönemde ilişkilerin devamını sağlayan en önemli unsurlardan biri, Türkiye’nin evsahipliği yaptığı 3 milyon Suriye mültecinin AB’ye gitmesini engellemesi karşılığında, AB’nin de vermeyi taahhüt ettiği 3 milyar Euroluk yardıma ilişkin anlaşma oldu.
Ancak bu anlaşmanın uygulanmasında bile çok büyük sorunlar yaşandı. son olarak, geçtiğimiz birkaç hafta içinde önce Cumhuriyet Gazetesi’ne baskın, ardından da aralarında Eş Genel Başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere, çok sayıda HDP’li vekilin tutuklanması, HDP’li belediye başkanlarının görevden alınıp tutuklanması, yerlerine kayyum atanması, AB ile ilişkileri kopma noktasına getirdi. Avrupa parlamentosu’nda dün yapılan oylama da, böyle bir ortamda gerçekleşti. Ve sadece 12 yıl önce coşkuyla, pankartlarla Türkiye’nin üyeliğine ‘evet” diyen Avrupalı Parlamenterler, bugün büyük bir oy çoğunluğu ile “Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasına” karar verdiler. Avrupa Parlamentosu’nun bu kararı “bağlayıcı değil.” Yani karar, bir çeşit tavsiye niteliğinde. Üyelik müzakerelerinin kaderini belirleyecek olanlar ise, AB’nin devlet ve hükümet başkanları. Aralık ayında yapılacak AB devlet ve Hükümet başkanları konseyinde, Türiye’nin durumu da görüşülecek. Ancak beklenti, Türkiye’ye uyarılarla dolu bir metin çıkması dışında, AB ülkelerinin “üyelik müzakerelerine devam” kararı vermeleri.
Ahmet Karakuş (Yol-İş Sendikası İl Temsilcisi): Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri başladığı günden bu yana hep inişli çıkışlı oldu. Buna rağmen bu ilişkilerde Türkiye’nin hukuksal statüsü daima yükseldi. Ancak Avrupa ve Türkiye’deki gelişmeler ve uluslararası konjonktür nedeniyle ilişkiler bugün bir tür menfaat ilişkisine dönüşme eğiliminde. Brüksel’de 15 Aralık’ta yapılan AB liderler zirvesinde Türkiye ile ilişkiler sadece göç odaklı 18 Mart mutabakatı kapsamında ele alındı. AB liderleri ayrıntıya girmeden kısaca bu mutabakata “bağlı kalacakları” mesajı vermekle yetindi. AB’nin günümüzde özellikle düzensiz göç ve terörle mücadele konularında Türkiye’ye ihtiyacı var. Birlik buna karşılık Ankara’nın AB üyelik sürecini mümkün olduğunca düşük profilli tutmaya çalışıyor. Bu da sadece Türkiye'nin demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti sorunlarından kaynaklanmıyor. Özellikle Sovyetik rejimler sonrası Avrupa siyasal yaşamına damga vuran AB projesi bugün eskiden olduğu gibi popüler değil. Bu projenin en önemli halkalarından olan AB genişleme süreci ve bu sürecin belki de en iddialı parçası Türkiye de bundan olumsuz etkileniyor. Türkiye-AB ilişkilerinde inişli çıkışlı dönemler hep oldu. Her birinde Gümrük Birliği, adaylık statüsü alma, müzakerelere başlama gibi ara hedefler oldu. Fakat bugün tam üyelik dışında somut bir hedef kalmadı. Geçmişte Türkiye’nin üyelik perspektifinin ilerlemesinde öncü rol oynayan Avrupa sol ve liberal partileri, Ankara’nın üyeliğine hiç de sıcak bakmayan muhafazakar popülizm karşısında zemin kaybetmekte. Tüm bunlara bir barış projesi olan AB’nin savaş rüzgarlarının estiği uluslararası konjonktür nedeniyle geri plana itilmesi de eklendiğinde Türkiye’nin üyelik perspektifi daha da kararıyor.
Levent Aydın (Iğdır Tarımsal Danışmanlık); 2017 Türkiye-AB ilişkileri açısından kağıt üzerinde kayıp bir yıl olmaya aday. Ne Türkiye ne de AB şu anda karşılıklı masaya oturup birbirleriyle ciddi olarak bir şey müzakere edecek enerjiye sahip değiller. Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri başladığı günden bu yana hep inişli çıkışlı oldu. Buna rağmen bu ilişkilerde Türkiye’nin hukuksal statüsü daima yükseldi. Ancak Avrupa ve Türkiye’deki gelişmeler ve uluslararası konjonktür nedeniyle ilişkiler bugün bir tür menfaat ilişkisine dönüşme eğiliminde.
Ferzende Şavluk (Din Adamları derneği): Avrupa birliği bizi oyalıyor. Bizi birliğe almayacaklar. Ben birliğe girilmesine karşıyım.
ORTAK GÖRÜŞ
Yok
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
Sivil toplum kuruluşuna duyuru yapıldı. e-mail? Sözlü? Telefonla? Mesajla Toplantı lobisinde bulunuldu. Toplantıda Çay, kahve ve kuru pasta ikramı yapıldı.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Mesajla ve Telefonla davet edildiler.
MEDYA İLE
Ulusal basın temsilcileri ve yerel basın mensupları davet edildi. Gelemeyenlere haberi attık. Yayınladılar.
KATILIMCILARLA
Katılımcılarla birlikte yerel konuyu belirlemeye devam ediyoruz.
SONUÇLAR
Iğdır küçük Millet Meclisi çalışmaalarını sürdürüyor.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Iğdır kMM Girişimcisi Murat AKKUŞ