YER: MÜSİAD Toplantı Salonu
TARİH: 03.12. 2016
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / İlim ve Hayra Hizmet Vakfı ( Zülfü Biçerer – Genel Başkan )
2 / Azadi Hareketi ( Atik Okuyucu – İl Temsilcisi )
3 / İpekyolu Derneği ( Abdulkerim Avanoz – Başkan )
4 / Elazığ STK Platformu ( Resul Şahin – Danışma Kurulu Üyesi )
5 / Birlik Vakfı ( Selahattin Canpolat – Başkan Vekili )
6 / Bingöllüler Derneği ( Suphi Döner – Başkan )
7 / Tüm İşçi Emeklileri Derneği ( Mehmet Kayabaş – Başkan )
8 / Evrensel Hafızlar Derneği ( Abdurrahman Gül – Başkan )
9 / KAYED ( Murat Özekinci – Genel Başkan )
10 / Emlakçılar Derneği ( Mehmet Kıran – Yön. Kur. Üyesi )
11 / Böbrek Hastaları Derneği ( Filiz Özel – Başkan )
12 / Altı Nokta Köyler Derneği ( Refik Temiz – Başkan )
MESLEK ODALARI
SENDİKALAR
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 / M. Milat Özçelik
2 / Sezai Somunkıran ( İpekyolu Derneği )
GÖZLEMCİLER
*****************
BELEDİYE BAŞKANLARI
Katılım olmadı.
MESAJ YOLLAYANLAR
DİĞER KATILIMCILAR
MEDYA
Kanal Fırat
Kanal E
MODERATÖR
Resul Şahin ( Elazığ STK Platformu Danışma Kurulu Üyesi )
KONULAR
GENEL KONU: TR-AB İlişkileri; Nereden Nereye?
KONUŞULANLAR
1 / Resul Şahin: Bildiğiniz gibi AB maceramız 1963 Ankara Anlaşması ile başladı. Yani yaklaşık 53 yıldır bitmeyen bir aşk gibi devam etmektedir. Biz Avrupa’ ya gireceğiz diye uğraşırken, AB ise tamam sizi alacağız ama siz bize gelmeyin, size bahçede bir kulübe yapalım ne tam içeri girin ne de tam dışarıda kalın demektedirler. Dışarıda kalırsan ne yapacağın belli olmaz çünkü senin bir tarihin var, içeriye girersen sen büyük bir ülkesin biz seni hazmedemeyiz demektedirler. Bildiğiniz gibi parlamento raporundan sonra bazı yetkililer açıklama yaptılar; bu yanlıştır, durdurmayalım görüşmeler devam etsin dediler. Müzakereler devam ettiği sürece biz Türkiye’ ye müdahil olabiliriz. Ancak müzakereleri durdurursanız Türkiye’ ye müdahale edemezsiniz dediler. Yoksa Türkiye’ de ekonomi düzelsin, insan hakları düzelsin gibi bir niyetleri yoktur. Bugün Türkiye’ nin Ortadoğu’ daki konumu hepimizin malumu, ama onlar diyor ki: Türkiye elimizden gitmesin bizimle beraber olsun ve biz ondan istifade eldim, aksi takdirde bizim kontrolümüzden çıkarsa Ortadoğu’ daki pastamıza ortak olur diye düşünmektedirler.
Hakikaten bizim anlaşma metinlerine ve kriterlerine hiçbir itirazımız yoktur. Kopenhag kriterleri denen maddeler gayet insani ve bizim de inancımızın gereği olan kriterlerdir. Bunlara hiçbir itirazımız yok ama keşke bunda samimi olsalar. Demir perde ülkelerinden ayrılıp bizden sonra AB’ ye başvuran ve bizim yakaladığımız kriterlerin çok gerisinde kalan ülkeleri kabul ettiler ama bizi kabul etmediler. Ben şahsen AB’ nin tamamen yersiz olduğunu söylemiyorum; bildiğiniz gibi Türkiye’ de vesayet kurumları vardı. Millet iradesi ne olursa olsun vesayet kurumları farklı bir yol çizmekteydiler. Gelen hükümetlere direktifler verilmekte ve ülke bu doğrultuda yönetilmekteydi. Bizim demokratik ve hukuki anlamdaki yenilikler ve vesayet kurumlarını saf dışı bırakmak hususunda AB kriterlerinin çok büyük bir payı vardır. Ayrıca bu kriterlerin insani olduğunu hepimiz biliyoruz. Avrupa’ nın dayatmasıyla hem hizmet sektöründe, hem gıdada, hem de üretimde standartlara kavuştuk.
Biz asıl Avrupa’ nın samimiyetsizliğine itiraz ediyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi; dünyada hiçbir terör örgütü F 16 savaş uçağı kullanmamıştır, yakıt tankerleri kullanılmamıştır ama bunlar kullandı. Meclisimiz bombalandı, insanlarımız şehit edildi. Ancak bizim yaşadıklarımız her hangi bir Avrupa ülkesinde yaşansaydı acaba o zaman da Avrupa’ da demokrasinin ‘‘D’’ sinden bahsedilir miydi? Gel gör ki terör örgütü listesinde olmalarına rağmen PKK onların meclislerinde konuşma yapmıyor mu? Salonlarında resim sergileri açıp bayraklarıyla propaganda yapmıyor mu? Avrupa’ dan her türlü desteği görmüyorlar mı? Özellikle şu anda firari durumda olan FETÖ’ cüler şu anda neredeler tabi ki Almanya’da. Peki; Fransa’ ya saldıran herhangi bir terörist, başka bir Avrupa ülkesinde tolerans görebilir mi? Tabi ki hayır bu mümkün değil.
Kısacası Avrupa’ nın samimiyetine inanmıyorum, ancak kriterleri kendimiz için de olsa uygulamalıyız ve yolumuza devam etmeliyiz. Şanghay da olur, gerekirse D 8 de olabilir.
2 / Atik Okuyucu: Avrupa Birliği zaten emperyalist ve sömürgeci bir güçtür. Şanghay’ da bunlardan farklı değildir. Ancak siz kendinize bir alternatif yaratmazsanız nereye giderseniz gidin size yine kriterler koyarlar. Çünkü Avrupalılar yıllarca kiliselerinde Müslümanlar, Türkler ve Kürtler hakkında çok olumsuz propagandalar yapmışlardır. Bizlerin Selahattin Eyyubi’ nin torunları olduğumuzu çok iyi bilmektedirler. AB’ ye girseniz bile sevilmeyeceğinizi bilmelisiniz. Muhakkak bir alternatif bulmamız gerekmektedir.
Üstat Bediüzzaman 1907’ de; Avrupa Osmanlı’ dan gebedir, doğacak olan çocuk da Osmanlı olacaktır ve aynı şekilde Osmanlı da Avrupa’ dan gebedir ve doğacak olan çocuk da Avrupa olacaktır demiştir. Aslına bakarsanız faizle, fuhuşla ve ahlaki çöküntüsüyle Avrupa Birliği’ ne çoktan girmişiz. Fakat Türkiye kendine has koşullarında mücadelesini vermelidir. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra bir takım salvolar oldu. Ancak değerli devlet büyüklerimizin; tüm bu yaşananlardan sonra gerek AB, gerek Şanghay ve gerekse D 8 ler konusunda ülkenin çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerine inanıyorum.
3 / Selahattin Canpolat: Biz gerçekten de Avrupa’ ya girmişiz. Bunu nereden anlıyoruz derseniz; 15 Temmuz gecesi F 16 lar meclisimizi bombalarken ve tanklar halkımızı ezerken hangi ülkelerde sevinç çığlıkları atıldığını gördük. Bundan da anlaşılıyor ki Avrupa bizim dostumuz değil ve hiçbir zaman da dostumuz olamaz. Bizim Avrupa birliği meselemiz deve ile domuzun meselesine benzemektedir. Şöyle ki: her gününü birlikte geçiren deve ve domuz bakmışlar böyle olmuyor. Deve domuza evlilik teklifinde bulunmuş. Ancak domuz: boyun uzun, sırtın eğri, kuyruğun kısa diye diye deveyi kendi ölçülerine getirerek kendine benzetmeye çalışmış. Deve: Tamam mı şimdi oldu mu? diye sorduğunda domuz: aslında sen çok aptal bir hayvansın daha ilk gün evlilik teklifi yaptığında bu işin olmayacağı belliydi. Sen Allah’ ın yarattığı bir deveydin ve güzel bir şeklin vardı oysa bugün ne olduğun ve neye benzediğin belli değil.
Gerçekten de yıllardır AB’ ye girelim dedik ama AB bizi şekilden şekle soktu. Birçok örf ve adedimizi onlar belirlediler. Ancak bugün AB’ ye alternatif olarak başka arayışlar içerisine girmiş bulunmaktayız. Aslında sadece D 8’ ler değil, ne kadar Müslüman ülke varsa bir araya gelmeleri gerekmektedir. Çünkü Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu yoktur.
4 / Zülfü Biçerer: AB Türkiye ilişkilerinin tarihine baktığımızda; esas olarak Avrupa Birliği Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra 6 devlet tarafından ekonomik amaçlı olara kurulmuş bir birliktir. Şu anda 28 devletten müteşekkil Avrupa Birliği’ ne ise Türkiye 1956 yılında müracaatını yapmıştır. Ve yıllardır da kapısında bekletilmektedir. Bunun asıl sebebi de bizim Avrupa ile doku birlikteliğimizin olmamasıdır. Yani biz ne kadar istekli olsak da medeniyetlerimiz arasında farklılıklardan dolayı onlar bizi bu topluluğa almayacaklardır. Bu durumda kendi ipimizi kendimizin kesmesi gerekmektedir. Bu ekonomik birlikteliğe alternatif olarak, Şanghay Beşlisi’ nin yanı sıra, İslam ülkeleri de kendi aralarında ekonomik birlikteliklerini oluşturmalıdırlar. Tabi bu oluşturulurken sadece sözle olmuyor; bunun için ileri teknoloji sahibi olmamız lazım, büyük finans kuruluşlarımızın olması lazım ve gerçek anlamda bir birlikteliğimizin olması gerekir.
Şimdi bizim ihracatımızın yüzde otuz dokuzu ve ithalatımızın ise yüzde kırk dokuzu Avrupa Birliğiyledir. Yani ekonomik olarak tam bir entegrasyon söz konusudur. Siyasi birliktelik olarak da NATO üyesi olduğumuz gibi AB devletleri ile askeri iş birliklerimiz de bulunmaktadır.
Türkiye’ nin bu noktada çok dikkatli olası gerekmektedir. Çünkü bir binaya giren bir insan kapıdan değil de pencereden çıkmaya çalışırsa bu durum ona çok pahalıya mal olabilir.
5 / Abdulkerim Avanoz: AB; Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarafından 25 Mart 1957’ de kurulmuştur. Roma’ da kurulan bu birlik ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal bir ortaklık amaçlamaktadır. AB İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılan Avrupa’nın yeniden dünya hâkimiyeti kurma projesidir. Asırlar boyu sömürgeci olmuş emperyalist Avrupa ülkelerinin günümüz şartlarına uygun olarak yeni bir sömürgecilik geliştirme sistemidir. Türkiye’ yi bu birliğe katmak isteyenler Türkiye’ yi maddi ve manevi olarak sömürülmesine neden olacaklardır.
1996 yılında yapılan gümrük birliği anlaşması Türkiye’ nin aleyhine ancak AB’ nin lehine olmuştur. Şayet Türkiye AB ile birlikte Ortak Pazar’ a girerse Avrupa’ nın sömürgesi olacaktır. Merkezi hükümetin bir valiye hükmü ne ise AB’ nin de hükmü aynı şekilde olacaktır. AB Müslüman Türkiye’ yi Hıristiyan Avrupa içerisinde eritme planıdır.
AB’ ye giriş r5eferandumla millete sorulmalıdır. Geçici hükümetler karar vermemelidirler. Türkiye’ nin tarihi, sosyal, kültürel ve inanç yapısı bu birliğe engel teşkil etmektedir.
Avrupa Birliği ABD’ nin güdümündedir. Batı; özelde Türkiye’ ye, genelde de İslam coğrafyasındaki devletlere sömürgeci bir gözle bakmaktadır.
AB 1963’ te Türkiye’ nin Ortak Pazar’a özel statülü bir üye olarak katılmasını uygun gördüler ve 13 Eylül 1963’ te Ankara Anlaşması yapıldı. 1 Aralık 1964’ te de bu anlaşma yürürlüğe girmiştir. AB ile ikili ticari anlaşmalar karşılıklı denge esasına dayalı menfaatler korunarak yapılabilir. Ahlaklı yönetici ve toplumların yasalara ihtiyacı yoktur. İslam dini insanın başıboş yaratılmadığını hayvanlar gibi yaşamalarına müsaade etmediğini görmekteyiz. Ana ve baba’ya akrabaya eşlere, evlatlara komşulara müminlere tüccarlara, müşterilere ve yöneticilere birey ve toplumlara davranış edep ve ahlakını yaşayarak öğreten başöğretmenimiz Hz. Muhammet efendimizdir.
Bunları bir kenara bırakıp Avrupa kriterlerini sosyal hayatımıza dikte edersek inancımızdan vazgeçmiş olmaz mıyız?
6 / Mehmet Kıran: Bizler bilim ve teknolojide Avrupa gibi olalım ancak ahlak ve maneviyat konusunda Türk ve Müslüman kalalım. Oysa biz bunun aksini yapmış bulunmaktayız ve bu anlamda çok şey kaybettik. Rahmetli Erbakan Hoca’ nın: Biz Avrupa’ nın kokmuş vagonlarına bineceğimize İslam birliğimizi kurup makinist koltuğuna oturalım demişti. Osmanlı’ nın torunları olarak bu bize yakışır. Avrupa zaten kokuşmuştur; gençleri uyuşturucu batağında boğuşurken yaşlıları çocuk yerine kedi ve köpeklerle kendilerini avutmaktadırlar. Bu toplumun istikbali olmadığı gibi, bizlere verecekleri bir şey de yoktur. İstikbal Türk İslam birliğindedir. Bize AB ve Kopenhag Kriterleri değil de İslam Birliği kriterleri ile yönetilmek yakışır.
7 / Mehmet Kayabaş: Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda her zaman uluslar arası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslar arası oluşumlarda kendini konumlandırmıştır. İnsanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomi Topluluğu’nun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye’ de bu gelişmeye kayıtsız kalmamış ve Temmuz 1959 da topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur.
Bu başvuru üzerine Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerine yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanması önerilmiştir. Söz konusu anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’ da imzalanmıştır.
Ankara Anlaşması Türkiye’nin AET’ye Entegrasyonu için hazırlık, geçiş ve nihai dönem olmak üzere üç kademeli bir süreç öngörmüştür. Anlaşmada öngörülen hazırlık dönemi 1973 yılında katma protokolün yürürlüğe girmesi ile sona ermiş ve geçiş dönemine girilmiştir. 1970’lerin ekonomik zorlukları ve 1980 darbesinin etkisi ile yavaş ilerleyen geçiş dönemi nihayet 1996’ da Türkiye’ nin gümrük birliğine girişiyle sona ermiştir.
10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan zirvede tam üyeliğe adaylığımız tescil edilerek Avrupa Birliği ile uzun bir geçmişi bulunan ilişkilerimizde yeni bir dönem başlamıştır. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel zirvesi, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Zirvede Türkiye’nin siyasi Kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlanması önerilmiştir. Önerilen tarihte katılım müzakerelerine başlanmış olup, müktesebat uyum çalışmaları halen devam etmektedir.
8 / Filiz Özel: Benim anlamadığım Avrupalılar; özellikle de Osmanlı döneminde yemek kültürünü, banyo ve tuvalet kültürünü bizden almışlardır. Onlarda daha önce böyle bir kültür yokmuş. Bu gerçeklik ortadayken biz neden bugün kalkıp Avrupa Birliğine girmek istiyoruz ki. Belki ekonomik olarak bunun bize bir faydası olacaktır ama sosyal ve kültürel anlamda bizim için bir kayıp olacağını düşünüyorum.
9 / Suphi Döner: Yaşananlara baktığımız zaman Avrupa ile Türkiye arasındaki farkı din merkezli olarak ele almamız gerekmektedir. Tarihe baktığımız zaman biz Anadolu’ yu Anadolu olarak biliriz ancak onlar Belde-i Rum olarak bilirler. Uzak Doğu, Yakın Doğu veya Orta Doğu dediğimiz bölgeler Yunan merkezli açılımlardır. Batı ve özellikle Yunanlılar, Romalılar aracılığıyla kendilerini hep bilimin ve medeniyetin merkezi olarak görmüşlerdir. Bu bir döngüdür, bu döngü içerisinde geçen bin yıla baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğu dünya üzerinde bir imparatorluk kurmuştu ve dünya siyaseten nerdeyse Osmanlının etrafında dönerdi. Tabi çözülmeyle birlikte başlayan 1. Dünya Savaşı ve sonrasında yeni kurulan ülkeler ve sanayileşmeyle birlikte dünyanın zirvesine oturdular ve bu kez de dünya bunların ekseni etrafında dönmeye başladı. Tabi bu çağa damgasını vuran Avrupa’ dır. Ancak din karşısında bunlar hepsi tek millettir. Yeri geldiğinde batısıyla, doğusuyla hepsi birleşecek ve bize ise sadece Müslümanlar kalacaktır. Dolayısıyla bizim bu medeniyete doğru bir akımımız var. Neden maya tutmadığımız konusuna gelince ilk sırada bizim Müslüman olmamız gelmektedir. Ayrıca geçmişten günümüze kadar İslam ülkelerinin batıda bıraktıkları izler ve yaralar vardır. Bu yaraların sebebi de; biz İslam’ ın fetih tebliğiyle çalışmalarımızı yapmışız, onlarda o dönem güçlü olduklarından kendi egemenliklerini kaybetmek istememişlerdir.
Bugün Türkiye veya gelecekte Türkiye gibi ülkeler oraya yönelirlerse bilsinler ki yaşanan sıkıntıların temelinde din vardır. Bunlar kolay kolay maya tutmayacaklardır. İkiye bölünmüş bir elma ile armut nasıl ki bir birini utmayacaksa, bu yakınlaşma da ne siyaseten ne de inanç olarak birbirini tutmayacaktır.
Hakikaten İslam coğrafyası çok zor bir süreçten geçmektedir. Avrupa’yı ve batının dostluğu söylemlerini bir kenara bırakıp, kendi ayaklarımız üzerinde durmak için çaba göstermeli ve birbirimizin dertleri ile dertlenmeliyiz. Avrupa’yı çok merkezimize almamamız gerektiği gibi, yöneticilerimiz gerekli durumlarda gerekli refleksleri göstermektedirler.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
100’ e yakın sivil toplum örgütüne E-Mail, SMS ve sözlü olarak haber verildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Milletvekillerine E-Mail ve SMS atılarak toplantı hatırlatıldı.
MEDYA İLE
İldeki neredeyse tüm yazılı ve görsel basın davet edildi, 2 tv kanalı katıldı.
KATILIMCILARLA
SONUÇLAR
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ercan Sözüer / Elazığ kMM Girişimcisi