YER: Cezayir Restoran (Taksim)
TARİH: 9 Ekim Pazar 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Erol Önderoğlu (RSF)
2 / Şahin Tekgündüz (İstanbul Hepimizin)
3 / Mustafa Şentürk (Siyaset ve Strateji Derneği)
4 / Faik Güleçyüz (Kontrgerillaya karşı İnisiyatif)
5 / Hüsnü Adalı (Liberal Avrupa Derneği)
6 / Murat Altun (Şahlanış Hareketi)
7 / Ali Faik Aydın (İstanbul Platformu)
8 / Zeynep Serinkaya (Düşünce Suçuna Karşı Girişim )
9 / Mustafa Haksever (Uluslararası Kudüs Derneği)
10 / Şener Mengene (Strateji Enstitüsü)
11 / Doğan Bermek ( Alevi Düşünce Ocağı)
SENDİKALAR
Yok
ODALAR
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Kemal Yücel (BBP)
GÖZLEMCİ
DİĞER KATILIMCILAR
3 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Yakup Kadri Karabacak
GENEL GÜNDEM: OHAL’de İfade Özgürlüğü ve Medyanın Durumu
KONUŞULANLAR
Sunum videosu gösterildikten sonra, toplantıya dair usülle ilgili hatırlatmalarda bulunan moderatör Yakup K. Karabacak, toplantıya katılımla ilgili bilgilendirme yaptı. Karabacak, katılımcılardan, genel gündeme ait görüşlerinin yanı sıra ABD’deki 45. Başkanlık Seçimleri ve HDP milletvekillerinin tutuklanması ile ilgili görüşlerini paylaşmasını da arzu ettiklerini belirtip, sunumda eksik kalan bilgileri de ekleyerek sözü sivil topluma bıraktı.
EROL ÖNDEROĞLU: 20 yıldır beraber bu düşünce özgürlüğü mücadelesini yürütüyoruz. 90lı yıllardaki OHAL Sistemini de birazcık biliyoruz. O zamanlar sadece OHALin geçerli olduğu şehirlerdeki gazetelerin dağıtımının engellendiği, 20ye yakın bir gazete listesi hatırlıyorum, 2002ye kadar bir keyfiyet rejimiydi o. 20ye yakın gazeteci, orada ana akım medya bulunmazken, infaz edilmişti. Bugün bu cinayetlerin hepsi de cezasız kalmış durumda. Bir tek Kürt Sorununa iyi niyet olarak, hükümet Musa Anter cinayetini son anda zaman aşımına girmeden raftan indirdi ve 23 yıldır süren bir dosyamız var. 90-02 arasındakiyle bugünki OHALi yan yana getirdiğimizde dudak uçuklatan keyfiyet sıkıntısı görüyoruz. Sadece rakamları yan yana getirdiğinizde yargının ve idarenin eline, sadece var olan tartışmalı bir yargıyı uygulamak değil, devlet içerisinde ideolojik geçişi tatmin edecek bir pratik olduğunu görüyoruz. 90lı yılarda da ne Şanar Yurdatapan ne bizler çok makbul görülmüyorduk. Yine hakkımızda şemalar çıkıyordu, dış çıkarların hizmetindeydik gibi ithamlarla karşı karşıya kalıyorduk. Fakat bugünki tablo, toplumun tüm çeşitliliğiyle beraber bir suç odağı haline getiren bir uygulamaya neden oluyor. Biz aslında burada şüpheliler olarak yer alıyoruz. Yürürlüğe konulan politika Türkiye’nin daha kapalı idaresini sağlayan bir program. Vitesi boşa alınmış bir rejimle karşı karşıyayız. Tüm Türkiye’nin OHALin aslında ne olduğunu görene kadar rejimsel bir sonuca doğru gidiyor. Meselenin Cumhuriyet gazetesine kadar gelmesini tezden aklımıza getirmedik, sanırım günlük hayatta beteri öteleyerek düşünüyoruz. Fakat ilk iki KHKyı görünce, Türkiye’de ne bir medya çeşitliliği ne de bir eleştirel düşüncenin kalamayacağını düşündük. Çünkü bizi birkaç senedir bir Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne hazırlayanlar vardı. Bu sistem geldiğinde Türkiye’de hangi parti ayakta kalabilir, demokratik kurum işlev görür, hangi var olan devlet mekanizması gerçekten demokratik sınırlar içerisinde faaliyetini yürütebilir?… sorularının bugünlük geçerliliği yok. Bildiğimiz şey, Türkiye daha kapalı bir modele gidiyor. Malezya modeli gibi bir model zihinlerinde var. Finansal olarak çıkar gruplarıyla ilişkiler yürüyebilsin de, içeri de kim nefes alıyor, almıyor bunun çok bir önemi yok. Yeni bir gazeteci tiplemesi yarattılar. Dar finansal çıkarlar içerisinde çalışan, etik olarak bütün değerleri her istendiğinde ayaklar altına alan, böyle bir derdi de olmayan bir camiaya ihtiyaçları var. Ve son 5 senedeki yarattıkları gazeteci tiplemeyle artık meslek içi bir standart veya yurttaşın gözüne bakacak bir ahlak ihtiyaçları da kalmamış. Dolayısıyla biz meslek içi diyalog, etik veyahut gazeteciliğin sorgulanması süreçlerini çoktan geçtik. Ve bizlerin de bastırılmasıyla, daha geniş anlamda çevremiz, politik kitlemiz, toplumsal kesimlerimiz, soluk almaya ihtiyaç duyan bütün çevreler de soluksuz bırakılacak. AB, uluslararası mekanizmalara bel bağlanmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü birkaç sene önce Ab dahil, Türkiye’deki insan hakları meselesinin başka çıkarlar adına rahat bir şekilde gözden kaçırılabileceğini hepimiz biliyorduk . Tabi ki ilerleme raporlarında, heyetler geldiğinde biz de görevimiz gereği bu bilgileri değerlendiriyorduk . Fakat Suriyeli sığınmacılar meselesinin kıtalararası bir çıkar, öncelik getirdiği günden beri aslında ifade özgürlüğü AP’nin “Türkiye ile ilişkileri karmaşıklığını da gözetin” bakışı içerisinde dünyaları yerinden oynatacak bir boyutu olmayacağını biz gördük. Ama görevimizi en sıkı şekilde de yapmaya devam etmeliyiz. Çünkü yeni gazeteci durumlarıyla karşı karşıyayız. Ana akım medyada gazeteciliğin yok edildiğini gördükçe, sürgünde gazeteciler listesinin uzadığını görüyoruz. Veya ana akım, muhalif konvansiyonel basın birbiri ardına KHKlar ile kapatıldığında daha fazla konsolideye ihtiyaç duyulan online mecralarda gazeteciliğin yine yaşatılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu gazeteciliği kendi geleneksel köklerinden kopararak ve mobil özelliğini ön plana çıkararak, muhalefeti bu şekilde güçlendirerek, siyasal muhalefetleri de bu mobil gazeteciliğe eklemlendirerek, aslında ses çıkarmaya devam etmek gerekiyor. Salı günü ABD Seçimlerinden çok daha önemli bizlerin de davaları var. Seçimleri bir taraftan izlerken, Adliye önünde hakimin karşısına çıkan muhalif arkadaşlarımızın dosyalarını da izleyeceğiz. Bu sessizliği kırmak gerekiyor. Her birimiz bulaştığımız şeylerin birebir sorumluluğunu almak zorundayız. Gruplara, kitlelere güvenmekten çok, sistem bize aslında “Sen ne kadar benim karşımda var olabilirsin?” diyor. Gazeteci, muhalefetten siyasetçi, sivil toplumdan temsilci olarak bireysel fedakarlığımız ve gücümüzle karşı karşıyayız. Pes etmek yok, mücadeleye devam. Bugünlerin de üstesinden geleceğiz.
ZEYNEP SERİNKAYA: Herkes için ortak olan bir tehlikenin ortaklığının görülememesi maalesef çok ürkütücü sonuçlara sebep olabilir. Ohal suresinde geldiğimiz durum vahimdir. Demokratik bir rejimde toplumu bir arada tutan zemin hukukun üstünlüğü normalde. Herkes için eşit bir zeminde işleyen yapısıyla ancak biz farklılıklarımızı bir arada tutabiliyoruz. Fakat totaliter rejimde ise bizim giderek içine girdiğimiz tüm toplumu temsil ettiği iddiasındaki tek bir kişinin sözü haline gelir ve bu iktidar yapısı kendi suretinde bir yapı inşa etmeye çalışır. Bu nedenle de büyük yıkımlara girişir. Bizim yaşadığımız durum da budur. Totaliter rejim tüm o mutlak hakimiyet görüntüsü altında çok zayıf bir rejimdir. Çünkü konsensus alanını giderek daraltır. Şiddete başvurarak da zayıflar ama beraberinde de tüm bir toplumu da götürür. Ben tek başıma var olurum yanılgısı ve bu yanılgıyı da tüm topluma dayatması ile zayıflar ve zayıflatır. Bu gün basına karşı konulan yasaklar, ifade özgürlüğünün şiddetle bastırılması gibi durumlarda bu yanılgıyı sürdürmeye yöneliktir. Tüm toplumun her konuda hem fikir olduğu ve farklı düşünen, farklı bir ses ile fikir dile getirilen, farklı bir düşünce ile zemin oluşturanların düşman olduğu fikri ile bu sahte konsensüs görüntüsü çizilmekte. Bu yanılgıyı bu gün destekleyen herkesin, yarın en ufak bir fikir ayrılığında terörist veya vatan haini adledilmeyeceğinin hiç bir garantisi yoktur. Bu gün milliyetçilik ve muhafazakarlık üstünden şekillenen muhalefette dönem dönem bir ortaklık olabiliyor iktidarla birlikte veya iktidara karşı. Bu darbe girişiminden sonra yaratılan ortamın belki en acı sonucu gerçekliğimizin eğilip bükülebilir hale gelmesidir. Yani dün söylenen şeyin bu gün yalanlanması, bu gün söylenen şeyin yarın kalmayacak olması gibi garip absürt bir durum yaratılmasıdır. Tarafsız ve muğlak olmayan bir hukuki zemin olmadığı için de geldiğimiz son nokta: Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyondaki savcının aslında Feto dan yargılanıyor olup bu konuyu dile getiren gazetecinin hakkında soruşturma açılması ve tüm bunların normal olması aslında gerçekliğimizin ne kadar kaypak bir zemin üstüne oturduğunun bir göstergesidir.
HÜSNÜ ADALI: Genç arkadaşımız bana 68 kuşağının bir lafını hatırlattı. 30 yaşının üstündekilere asla güvenmeyin diyor. Gerçeklik payı var. Birgün gazetesinin dün ki manşeti şöyleydi işte “İslamcıların iktidarında yaşadığımız cehennem, birisi mecliste bomba atar diğeri muhalefeti hapse atar.” Hakikaten mağdurun mağdur yaratması çok hazin bir durumdur. Cuma akşamı Sümeyye Erdoğan Tekel sahnesinde Hamlet i seyretmeye gelmişti. “Danimarka krallığında çürümüş birşeyler var” diyor. Sümeyye hanım Machbeth i de seyretmiş mi? Oyunun bir tiradı şöyle: “sebep yok onu öldürmem için beni mahmuzlayan tek şey yükselme hırsım. Engel tanımam artık kendi çıkarımın önünde, öylesine kan içinde yüzüyorum ki artık geri gitsem de bela, ileri gitsem de…” Tarihe Shakespeare olarak da geçebilirsiniz zalim bir lider olarak da. Ziya paşa “zulm ile abad olanın ahiri berbat olur.” der. AB adayı İslam dünyasının örnek ülkesi Türkiye den şimdi geldiğimiz noktayı göstermek istiyorum arkadaşlar Star gazetesinin başlığı: İDAM.. bu tip gazeteler sayesinde biz de BİRGÜN, DİKEN, T24 gibi yayın organlarının değerini bir kat daha anlamış olduk. Yiğit Bulut, Yalçın Akdoğan yazıyor STARda. Altan biraderler şu anda yazamıyor. Hikmet Çetinkaya 1995 yılında Gülenle ilgili DİN BARONUNUN KAZLARI isimli kitap yazmıştır. Şimdi Fetoya hain diyenler o zaman hoca efendinin kucağına oturuyordu. Aslı Erdoğan kitapları onlarca dile çevriliyor, Necmiye Alpay önemli bir dil bilimci, merak ediyorum bu insanları tutuklayan savcılar, emniyet müdürleri, başbakan, cumhurbaşkanı falan bunların bir kitabını okumuşlar mı ? Bu kitapları yazanlar Türkiye’nin yüz akıdır. Bu insanlar içerde, Fetonun, ortakları dışarda. Buna kargalar bile güler diyemeyeceğim çünkü gülmez arkadaşlar. HDPli milletvekillerinin evlerini basıp, kapılarının kırılarak göz altına alınması sonra sosyal medyanın da sansürlenmesi aklıma şunu getirdi. Geri toplumlarda insanlar yaptıklarından değil bunun duyulmasından utanırlarmış. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır diye bir laf var, BAŞKANLIK SİSTEMİ için aklıma geldi. Taş devri taşlar tükendiği için bitmedi, bu devirde zalimler tükendiği için bitmeyecek. Şu anda su 98 derecede ve suyun kaç derecede kaynadığını hepimiz biliyoruz.
ŞAHİN TEKGÜNDÜZ: Ben bir cümle söyleyeceğim. Sözün anlamı ve ağırlığı kalmadığı için bu gün konuşmayacağım.
DOĞAN BERMEK: Hala yakınmak ve dert yanmak durumundayız. Bundan kurtulalım. Bu gün olanların olacağı yıllar önceden belliydi. O zaman yakındık kimse dinlemedi. Bu gün olay yaşandıkça dünle ilgili hayıflanmalar içindeyiz. Yarın ne olacağın düşünelim.biz kendimize bir medya yaratabilecek miyiz? Diken t24 vs. tarafına kaydık artık ve nasıl birbirimizin elini tutacağız, bunu konuşalım. Yarınının planını yapalım. Kendi medyamızı kuralım. Birbirimizle nasıl iletişim kuracağız. Ne istiyor nasıl bir Türkiye istiyoruz? Yapılan yanlıları söylemekten doğruyu unuttuk. Hanginiz oturup bakanlar komitesine bir mektup yazdınız. Hangi STK Avrupa parlamentosunun ilgili birimleri ile ilişkiye geçti. Burada birbirimizin gözüne baka baka ağlayıp sızlayıp evlerimize gidip internete oturup ah vah ediyoruz. bu vahlanmalarla bu iş böyle gider. Başka türlü bir sonuç beklemiyorum. Beklemediğim sonuca da maalesef Türkiye’yi getirdik. Yarın nasıl bir Türkiye görmek istiyorsunuz? bunun tahayyülü var mı elinizde ?kimlerle paylaşabiliyorsunuz bunu ?bunun AKP içinden de çok sayıda insanın sizinle paylaşacağından eminim. AKP kesiminin de içinde olup bitenden çok rahatsız olanlar var. Âmâ biz kendimizi başka bir cephe içinde zannedip o parantez içinde birbirimize hayıflanıyoruz ve bu bir yere götürmüyor bizi. Doğan yeni internet medyasını nasıl kullanmalıyız? Nasıl destek olmalıyız ona bakalım. Irak Suriye de olup biteni unuttuk. Dünya müthiş bir değişim geçiriyor ve bu değişim sürecinin tümüyle dışında kaldı Türkiye’deki aydın kesim veya STK lar çünkü kendi içimizde o kadar çok bela var ki dışında ne yapıldığını izlemek için vakit harcayamıyoruz. Ben kendimizi toplayıp bu gün için hayıflanıp vakit kaybetmek yerine yarın için ne yapmamız gerektiği konusunda kafa yormaya davet ediyorum.
FAİK GÜLEÇYÜZ: Ben burada kendimi şüpheli olarak hissetmiyorum. Açık legal yasal bir insanım. Hiç bir partiye üye değilim. Hiçbir ideolojiye bağlı değilim. Şefim de yok.74 yaşındayım. Kuran ı 4. defadır okuyorum ne diyor diye. Bir ayette diyor aklınızı iyiliğe çalıştırmazsanız başınıza pislik yağdırırım ben. Ben halimize bakıyorum ayet doğrultusuna aklımızı iyiliğe kullanmamız için başımıza daha ne pisliklerin gelmesi lazım doğrusu şaşırmış vaziyetteyim. Ben 12 marttan geliyorum Türkiye halk kurtuluş partisinden geliyorum. Yani Türkiye’de silahlı mücadeleyi ilk defa başlatan Mahir Çayan’ın örgütünden geliyorum. Şimdi haberlere bakıyoruz CHP Genel Başkanı posterle Cumhuriyet Bayramı’nda yürüyor Mahir Çayan’ın resmi posterde ne demek istiyorsun? Mahir Çayan banka soydu, Kadir Has’ ı kaçırıp 400 bin lira aldı, Errom’ u kaçırdı infaz etti. Kızıldere de 3 teknisyeni infaz etti yani bu yolu mu öneriyorsun bize? 45 yıldır aynı şeyi söylüyorum bir yerde mutabık olmak zorundayız. Cuntaya, darbeye, silahlı mücadeleye, siyasette teröre karşı olacağız bu gün bunun başlıca adı PKK’dır. Ergenekon’dur, Feto dur bunlar karşı olacağız. 15 Temmuz bir milattır bu konularda. devrimdir, Fransa da ne olduysa 200 küsur sene once, 15 temmuzda da aynı şey oldu. Halk tank üstüne çıkarak cuntayı darbeyi Feto’yu durdurdu ve önledi. Bizim işimiz bu yolda yürümektir. şehitlerin açtığı yolda yürümektir. yoksa biz hakikaten nankör durumuna düşeriz. Demokrasinin onunu açmak ve daha da geliştirmek için onların bu fedakarlıklarının kıymetini bilmemiz lazım bir defa. Türkiye’nin u anda en büyük sorunu PKK dır bir defa. Eğer PKK silahlı mücadeleyi bırakırsa Türkiye huzura da kavuşur, Türkiye’nin onu tamamen açılır, tüm sorunlarımızı konuşabilir hale geliriz.
MURAT ALTUN: Bu topraklardaki kesimler arasındaki ayrılığı görünce, aynı dili konuşup aynı ülkede yaşayıp bu kadar farklı düşünen insan topluluklarının olması da beni ciddi derecede şaşırtıyor. AKP iktidara geldiğinde yasaklar, yolsuzluk ve yoksulluklarla mücadeleyle yola çıktı. Bir batı çocuk hikayesinde üvey annesi tarafından dışlanan ve kovulan iki kardeşin karanlık ve soğuk ormanda bir teyzenin evine sığınmasını anlatan öykü var bilirsiniz. Belli bir süre bu çocukları besliyor, Türkiyede dışlanmış kesimlerle Kürt, alevi, liberal camia ile 2002 de yeni Türkiye, özgürlükler bir kol kola yürümesi 2010 yılı referandumuna kadar devam etti. Sonra geldiğimiz durumda bakıyoruz teker teker yola çıktığı insanların hepsini dışlayan ve ciddi derecede yükselen bir tek adam idaresi var. Orda karanlık ormana sığınanlar teyzenin cadı olduğunu anladılar, bizim insanımız onu anlamıyor. Sayın cumhurbaşkanımız kendisine çok büyük kötülük yapıyor. Ayar bozulmuş terazi bozulmuştur. Parti kapatmak çözüm değil. 1990ların başında gördük işte Orhan Doğanları, Leyla Zanaları… Bu parti kapatma demokrasiye uygun olmayan ve yakışık almayan bir uygulamadır. Türkiye kapatılmış partiler çöplüğüdür. MNP, MSP, FP, RP kapatıldı, bu gün Saadet Partisi yine yaşıyor. HADEP, DTP, BDP onların da 4 partisi kapatıldı. Dalları budanan ağaç nasıl gürleşirse kapatılan partiler o kadar gürleşiyor. Mağduriyetler oluşturmaktadır. Bu gün tutuklanan bir partinin genel başkanı bu ülkede cumhurbaşkanı adayıydı, yüzde onun üzerinde oy aldı. Bu kabul edilebilir değil. Demokrasiyi biz hazmedemedik. 2 metodoloji var. Biri, Türkiye de şu anda uygulanan çoğunlukçuluk, çoğunluk ne derse o olur. 2, çoğulculuk : Farklı düşünce, sesler, gerçekler ve farklı tercihlerin hür ve özgür biçimde yaşaması, kendini ifade etmesi, işte demokrasi bu. AKP sözcülerinin, yöneticilerinin hitapları beni ciddi derecede rahatsız ediyor. Geçenlerde Mehmet Metiner o kadar dalga geçiyor ki CHPli eski Musul başkonsolosuyla. Türkiye yıllardır rövanş mantığında devam ediyor. Türkiye de taraftarlığın gözleri, vicdanları kör eden, ağar eden bu dilden kurtulmamız icap eder. Aksi halde burada muktedir olanlar yarın ayaklar altında ezileceklerdir.
MUSTAFA HAKSEVER: Dünyaya geniş çaplı baktığımızda güçlü ülkeler terör örgütlerini ve medyayı maşa olarak kullanıyor. Ve bunda başarılı da oluyorlar buna dikkat çekmek istiyorum. İkinci olarak bu olaylar karşısında bizim ne yapmamız gerekiyor abilerimizin ifade ettiği gibi bu mozaik toplumda her çeşit düşünceye, eğilime sahip toplum kaynaşmasını nasıl sağlayabiliriz? Nasıl bir arada geleceğe gelecek hazırlarız ?bunun üzerinde kafa yormalıyız abimizin de dediği gibi. Yapmadığımız taktirde terör örgütlerinin, karışıklık yaratmak isteyen insanların ideallerine alet olmuş oluruz. Bundan kurtulmamızın tek çaresi gerçekten medyamız yerli ve milli olarak şu anda nasıl olmalı? bunun üstünde kafa yormalıyız. Şu anda terör örgütlerinin gayesi ortalığı karıştırarak icraatlarını gerçekleştirmek. O yüzden şu anda medya terörle arasına mesafe koyması lazım. Güçlü ülkeler medyayla birlikte siyasileri de kullanıyor. Siyasi partiler dahi şu anda güçlü terör örgütlerinin maşası durumuna düşüyor. bu sosyolojik ortamda bu kaynaşmayı nasıl sağlarız, bir araya nasıl geliriz bunun hesabını kitabını yapmalı bir araya gelmeliyiz. Fakat burada terör örgütüyle aradaki mesafeyi de göz önünde bulundurmalıyız. Mesela düşünce özgürlüğünü savunurken bir başlıyorsun anda terör örgütünü savunmaya ve o konumda olmaya. Ben dikkatleri bu noktaya çekmek istiyorum. Bir araya gelelim çalışalım günlerce, aylarca, yılarca çalışalım ve geleceğimizi inşa edelim. Yoksa ülkemiz üzerinde emelleri olan güçlere karşı karşı duramayız ve onlara alet oluruz. Terör örgütüyle herkes arasına mesafeyi koyacak ve onlara alet olmayacak.
ALİ FAİK AYDIN: Dünyada bu kadar eşitsizlik ve ülkemde bu kadar adaletsizlik, işgal ordularının bile savaş kurallarına uyması gerektiği halde bunları da aşacak uygulamalar varken bunlara karşı söylem, bir paragraf geliştiremediğim, slogan üretemediğim ve kitleleri hazır olması gerektiği halde harekete geçiremediğim için kendimi sorumlu hissediyorum.
ŞENER MENGENE: Ülke, dünya ve bölge gündeminin en yoğun yaşandığı tarihsel bir süreci yaşıyoruz. Özellikle her yüzyılın ilk çeyreğinde böyle değişimler olur. 1700lerde İspanya 'nın paylaşılması, 1800lerin başında Viyana Konferansı, 1900lerin başında 1. Dünya Savaşı ve arkasındaki paylaşım 2015 2016 yıllarının tarihi sürecinde de yeni bölgemizde tarihi paylaşımdan söz etmemiz gerekiyor. Ülkemizde başkanlık sistemi, terörle mücadele, medya, operasyonlar gündemde. Bölge gündeminde Irak ve Suriye'nin paylaşılması ve dünya gündeminde ise de ABD seçimleri, 4.sanayi devrimi, 5g, 3d yazıcılar , yapay zeka, kadim bilim gibi dünyanın geleceğini değiştirebilecek çalışmalar yapılıyor. Bir de tabi dillendirilmiyor 3.Dünya Savaşı, bu bölgesel savaşta olabilir konvansiyonel savaşta olabilir. Dünya gündeminde böyle yoğun sorunlar ve gelecekle ilgili planlar yapılırken biz içerde bu dünya gündeminden kopuk bir şekilde yol alıyoruz ve tüm enerjimizi içerde tüketiyoruz. Bu noktada Türkiye’nin normalleşmesi adına 7 haziranda güzel bir tablo ortaya çıkmıştı. Eğer Selahattin Demirtaş silah bırakmayı abisinden başlatmış olsaydı 8 haziranda, HDPnin diğer genel başkanı da sırtını dağa ve diğer terör örgütlerine değil de hukuka ve halka seçmenine dayamış olsaydı belki Türkiyede bu sorunları konuşuyor olmayacaktık. Başlayan silahlı mücadele gittikçe gerginleşti. Türkiye’nin batı Atlantik ve Avrupa ağırlıklı politikalardan, Avrasya ağırlıklı dış politikaya geçiş noktasında bir düzlem değişikliği yaptığı noktasında bir görüş var. Bu görüşe göre de NATO’ya ve batı tandanslı medya ve siyaseti Türkiye’de kaybettiler, tasfiye ediliyorlar. Bu sıkıntıların temeli de geçmişte bu sorunları çok daha basit çözebilecekken, o noktalarda çözülmediği için şimdi daha büyük bedeller yaşamak durumunda kaldık. Bir de Türkiye de şöyle bir yanlışlık var, iktidarın yaptığı her şey doğru muhalefetin her yaptığı doğru yanlış. Siyasilerimizde uzlaşma kültürünün olmaması da bu gerginliği oldukça arttırıyor. Bu bakımdan katıldığımız tüm STKlarda herkesin sorunları tespit ettiğini, sorunları konuştuğunu ama çözümle ilgili uygulamayı ortaya koymuyorlar. Tüm medya STK’lar geleceğe yönelik adım atmalıdır. Dünya değişiyor ve biz bu değişime hazır değiliz.
KEMAL YÜCEL: Yasal mevzuatın yok sayıldığı bir dönemdeyiz. Cumhurbaşkanı istediğini yapıyor ama arkasında yoğun bir halk desteği var. Belki bunun üzerinde düşünülmesi gerekir. Erdoğan tabanının beklentilerini gerçekleştiren bir lider, altını çizelim. Gazetecileri tutuklanması, gazetelerin kapanması… keşke olmasaydı. Gazetecielrin yanlış yaptıkları oluyor, göz ardı edemeyiz. Basın hiç bir zaman tam bağımsız, hukuki olmadı. Ama bu yapılanların doğruluğu tartışılabilir. Hukuki açıdan, tutuklanmayıp, ifade alındıktan sonra serbest bırakılsalardı, daha doğru olurdu. Kaçma şüphesi var mı, tutuklanmayanların yurt dışında olduğu düşünldüğünde, kaçma şüphesi görülüyor ki, var. Hukuki açıdan yasal kılıfa uygun, toplumun beklentilerine de uygun. Toplum zaten hem HDP’ye hem de PKK-FETÖ’yü destekleyen gazetecilere tepkiliydi. Yargının verdiği kararlar toplumda geniş bir tepki görmüyor. Ben özellikle sosyal medya karartmalarından rahatsızım. Twitter’a ta 17 Aralık’tan alışmıştık. Ama buna whatsup eklendi. Bunu anlayamıyorum. Başbakan güvenlik tehlikesi dedi, neden tehlikeli? Cevaplamadı. 15 Temmuz’da darbeci askerler whatsuptan yazışmış, böyle bir engelleme mümkünse, o gece niye yapılmadı? diye bir soru işareti var şimdi. Whatsupp ve facebook çok siyasi bir zemin değil, sosyalleşme yeri. Twitterı ayırıyorum, muhalif kesimin uzun zaman önce çekildği, çoğunlukla iktidarın kullandığı bir alan. Ne paylaşılsa suç, bir korku hakim twitterda. Ama apolitik kesim facebookta. Dolayısıyla facebook ve whatsuppın kapatılmasının beklenilmeyen sonuçları olabilir. Necip Fazıl “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın…” Erol Bey’e destek için söylüyorum. Uluslararası toplum, NATO, AB, emperyal güçler daha kolay sömürmek için demokrasi istemezler, diktatör daha elverişlidir. Tüm olaylar Başkanlık Sistemi ile alakalı. Türkiye NATO güdümüne girdiğinden beri düşmansız bir gün geçirmedi. Önce komunizm sonra irtica sonra terör… Mahir Çayan son röportajında “Terörü bitireni bitirirler” demişti.