YER: Cezayir Restoran
TARİH: 3 Ocak 2016, 14:00-17:00
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / İstanbul Platformu (Ali Faik Aydın)
2 / İstanbul Hepimizin (Şahin Tekgündüz)
3 / Düşünce Suçuna Karşı Girişim (Şanar Yurdatapan)
4 / Uluslararası Kudüs Platformu (Mustafa Haksever)
5 / Şahlanış Hareketi (Murat Altun)
6 / İnsan Hakları Derneği (Şenel Karataş)
7 / Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
8 / Emekli İlahiyatçılar Derneği (Vasfi Kösebey)
9 / ASDER (Çetin Çanak)
10 / Tüketici Birliği Federasyonu (M.Bülent Deniz)
11 / Tüketici Güvenliği Derneği (Jale Yanılmaz)
12 / Tüketici Sorunları Derneği (Rıdvan Yıldız)
13 / Demokrasi Gönüllüleri (Demir Küçükaydın)
ODALAR, SENDİKALAR
1 /
MİLLETVEKİLİ:
1 / HDP İstanbul Milletvekili Celal Doğan
GÖZLEMCİLER:
1 / BBP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Av. Kemal Yücel
2 / CHP Beyoğlu İlçe Başkan Yardımcısı Dr. Pelin Taşkıran
BELEDİYE BAŞKANI: YOK
İZLEYİCİ
1 / HDP İstanbul mv. Celal Doğan’ın danışmanı Haldun G.
2 / TÜSODER Ümmühan Bektaş
3 / Demokrasi Gönüllüleri Sami Sarı
4 / BBP İstanbul İl Bşk Yrd. Harun Kuzu
5 / Tüketici Güvenliği Derneği Mustafa Bal
6 / LİBAD Vildan Şelale
BASIN, MEDYA
1 /
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 2 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Yakup Kadri Karabacak
GENEL KONU: “Bitmeyen çatışmalar ve topluma yansımaları”
KONUŞULANLAR
Toplantının moderatörlüğünü yürüten Yakup Kadri Karabacak, toplantının gündemleri, özel konukları, milletvekillerinin katılım durumları ve işleyişine yönelik tüm katılımcılara açıklamalarda bulundu. Yerel gündemle ilgili özel konuğun gelmemesi ve bu durumu geç iletmesi sebebiyle, yerel gündeme “Bitmeyen çatışmalar ve topluma yansımaları” genel gündemiyle devam edildi. Açılış konuşmasına katılımcıların yeni yılını kutlayarak başlayan Yakup Kadri Karabacak, sunumdan eksik kalan gündem maddelerini ekledi ve “Kobani Olayları” ile ilgili gelen eleştiriyi, sunumun “Dolmabahçe Mutabakatı’ndan itibaren derlendiği” bilgisiyle cevapladı. Sonra sözü sivil topluma bıraktı.
GENEL GÜNDEM
Şanar Yurdatapan: 30 Aralık’ta Diyarbakır’a büyük bir heyetle gidildi. Sümerpark’taki toplantıda tanıklar çıkıp anlattı, anneler, babalar, muhtarlar, okuyamayan çocuklar, esnaf vardı. Ondan sonra yürüyüş başladı, amacımız Dağkapı’dan Sur’a girmek, gözlemlemek, insanlarla konuşmak. Diyarbakırlılar “ilk defa bir gazsız yürüyüş oluyor, şaşırdık“ dediler.
Dağkapı’nın önü barikatla tutulmuştu. Konuşmalar yapıldı, sonra nedense barikat açılıverdi. Gazi Caddesi geniş, hayatın aktığı cıvıl cıvıl olduğu yerdi. Tam bir harabe halinde. kepenkler kapalı, her taraf yıkık dökük, duvarlar delik deşik… sokaklara giren yollarda yine barikat var. Öndekiler girmeye çalışmış, polisler “buyrun girin ama can güvenliğiniz için söz veremeyiz” demişler. Sonra önce bir top patlaması sesi, sonra da silah sesleri…
Ordan elde ettiğimiz görüntüleri birleştirip, bir video yapacağız, bunu hiç kimse yayınlamayacak. İlk gittiğimizde dünyanın medyası vardı, ama ertesi gün hepsi “tısss”… Bunu çok yaşadığım için şaşırmadım.
Sonuç olarak, herkesten isteğim, gidin, görün… 92 yılında Almanya’dan ilk döndüğümde Kanlı Nevruz Olayları olmuştu. O vakit de aynı çağrı yapılıyordu. 100 kişi ölmüştü, Türkiye’nin batısı hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu, PKK saldırmış, ordu kendini korumuş, arada siviller de ölmüştü diye biliniyordu.
Hayır yalandı bu. Ölen 100 kişinin değil, on binlerce kişinin ölümünü vaat ediyordu bu. Şimdiki durum ise on bin değil, yüzbinlerce kişinin ölümünü vaat ediyor, bir iç savaş vaat ediyor….
Çetin Çanak: Ben askerlikten ayrılmayım, ilk kıtam Bolu Komando Tugayı. Arazide hiç görev almadım. 1984 Ağustosunda bir evladım dünyaya geldi. Onun için İstanbul’a gelmiştim, çocuğu eve getirdikten sonra geri göreve çağırdılar. İlk olay 15 Ağustos’ta Şemdinli ve Eruh’ta başladı. Haliyle dönemin en hazırlıklı olan birlikleri o bölgeye gitti. Şimdi benim 10 yaşında bir torunum var, sorun hala bitmiş değil. 1985’te Van’a atandım. Orda gördüğüm manzara şu, Doğu’nun ve Batı’nın garip insanlarını birbirine kırdırma savaşı, hala iddia ediyorum. Maalesef süreç hep bu şekilde gitti. Fransız İhtilali’nden sonra insanlıkta bir zihniyet oluştu, Jakobenizm. Jakobenizmin insanlara getirdiği sorun Türkiye için budur. Jakoben düşüncelerimiz değişmediği sürece, birilerinin birilerine “benim gibi olacaksın” düşüncesi atılmadığı sürece bugün Kürt Sorunu olur, yarın başka bir sorun olacaktır. Bu sorunu elimizi taşın altına koyarak çözeceğiz. Gerçekten her iki taraftan da görüşüyorum ben, şu anda esnaflık yapıyorum ben. Ordaki arkadaşlarla da görüşüyorum ve gerçekten vahşet yani. Ne adına yapılırsa yapılsın. Çözümün her iki tarafın elini taşın altına koymasıyla olacağını düşünüyorum.
Şahin Tekgündüz: İstanbul 2 nedenle sessiz. Bir, demin de söylendiği gibi medya, sanki 2016’ya mutluluk içerisinde, eğlenerek, hiçbir sorun yokmuş gibi dans ederek girdik. Medyanın gösterdiği resim bu. Onun için İstanbul suskun. İkincisi İstanbul’da bir kesimde, artık edecek laf kalmadığı için suskun. Benim söz almama neden olan, senin söylediğin (moderatörü kastederek) bir cümle, ona katılmıyorum. Süreci kimin bitirdiği tartışması kamuoyunda bir türlü sonuçlanmadı. Mümkün değil, o kadar açık ki! Sunum hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek şekilde izlendiğinde, süreci kimin bitirdiğini son derece güzel tarif ediyor.. Zaten 6 aydır yaşadıklarımız da bunu birebir anlatıyor. Bunu için böyle çok zeki, cingöz, yorumcu olmaya ihtiyaç falan yok. Alelade göz, bunu o kadar açık seçik görüyor ki! Ama içimize de sinen, işleyen despotik korku bunu düşünmemize bile engel oluyor, bırakın ifade etmeyi. Öyle sindirildik ki? Bu sürecin bitmesine “Recep Tayyip Erdoğan, bizzat kendisi sebep oldu” yu ifade edemiyoruz.
M. Bülent Deniz: Çözüm Süreci yürürlükteyken, o sırada Akil Heyette yer alan birkaç arkadaşımızla yine bu salonda söz almış, demiştim ki “Çözüm Süreci’ne karşı olmak nerdeyse ülkeye ihanet gibi algılanıyor. Bu kadar baskıya gerek yok ve insanların leyhte-aleyhte konuşabilme özgürlüğü olmalı” Ve o gün, çözüm sürecinin bitmeye mahkum olduğunu çünkü şeffaf yürütülmediğini ifade etmiştim. Gerçekten de çözüm sürecinde Akil İnsanların elde ettiği kazanımların ne olduğu, nerden nereye gelindiği, hangi konularda uzlaşıldığı gibi, birçok konuda toplumun bilgisiz bırakıldığını düşünüyorum. Bugün ki çatışma durmunu, o zaman tarihi bir fırsat olan Çözüm Süreci’nin bu iki nedenden dolayı sağlıklı olmamasından kaynaklı. Bizi en yakından ilgilendiren konu, yaşamların kaybolmasıdır. Çünkü insan yaşamından daha kıymetli hiçbir şey, siyaset yok. Burada TSK ve İnsan Hakları örgütleri, Kürt medyası farklı rakamlar açıklıyorlar. Dezenformasyon varsa bu karşılıklı olarak yürütülen bir süreç halini aldı. Burada halkın bilmeye en çok hakkı olduğu şey, kimlerin, kaç kişinin yaşamını kaybettiği ve kimlerin risk altında olduğunu bilmektir. Şanar Bey’in ifade ettiği gibi Batının farklı bir atmosferde yaşadığı durumla karşı karşıyayız. Bu süreçte HDP bir anahtar konumda. Ancak 20-25 gündür HDP politikalarının bu süreci rahatlatabilecek, açabilecek kıvamda olmadığını, HDP’nin halka ulaşmada yetersiz kaldığına dair gözlemlerim var. HDP anahtar konumunu unutmadan 7 Haziran’da estirmiş olduğu ümit dalgasını canlandırabilecek bir politika üretmelidir. Merak ediyorum, HDP şu anda yürüttüğü politikalara ilişkin bir özeleştiri yapıyor mu? 1 Kasım Seçim Sonuçlarına ilişkin de, Seçim bildirgesi toplatılan bir partinin girdiği bir seçimden adil bir sonuç çıkması mümkün değildir. Aslında seçimler, seçim bildirgesinin toplatıldığı gün bitmişti. 7 Haziran’da Vatan Partili bir milletvekilinin güneydoğuda yaptığı miting sonrası istifa ettirilmesi gibi… seçime gölge düşüren bu hareketlerden sonra 7 Haziran’da ve 1 Kasım’da toplumda bu kuşkunun uyandırılması gerekir.
Hüsnü Adalı: Fransız İhtilali Jakobenizmi getirdi ama ulus devlet, milliyetçilik, ırkçılık gibi sorunları da taşıdı dünyaya, hala da devam ediyor. Şanar Abi, oraya gidelim dedi, doğru. Yılbaşında Bodrum’a, Paris’e gidip bir kere bile Diyarbakır’a Tunceli’ye gitmeyenlerin, HDP-Demirtaş’a Türkiyelileşin demesi ironik bir durum. “Kürt Sorunu” değil, aslında Türkiye’nin sorunu benim ikna olduğum, Sunni, Türk ve milliyetçi devlet kafası ve bunu eleştirmeyen, itiraz etmeyen toplum yapımız. Bir de alternatif medya önerilerim var, t24, taraf, shaber, halktv, imçtv gibi… gerçeklere ulaşma, mukayese etme şansınız olabilir. Einstein’in “sorunları yaratan düşünce yapısıyla o sorunu çözemezsiniz.” “Sürekli aynı şeyleri yapıp farklı şeyleri beklemek bir çeşit delilik.” sözlerini belirtmekten bıktım. Hükümetimiz, bende, özellikle 2002-2007 döneminde AB süreci, demokratik-reformcu adımlarla, toplumda 1.lige çıktık duygusu uyandırdı. Maalesef 2010 Referandumu, Gezi ve 17-25 Aralık Sürecini takiben milliyetçi muhafazakar fabrika ayarlarına geri döndü. Devlet, şimdi damadını enerji bakanı yaparak 3.lige düşme emareleri gösteriyor. Bu savaşın galibi olmaz. Üzüm üzüme baka baka kararır. Kemalizm’in galibiyeti, yok edemediği İslamcılık ve Kürtçülüğü kendine benzetmesi. HDP’yi ayrı tutuyorum. Biz sivil toplumcuyuz, devlet-hükümet gibi düşünmek zorunda değiliz, düşünmemeliyiz. Bir tirad* var, Zizek’te** onu köşesinde yorumlamış. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü cevap vermiş. PKK’nın Marksist-Leninistliğiyle işlediği suçlar ve Türkiye’nin devlet oluşuyla devletin işlemiş olduğu suçlar üzerine. Biz ne olduğuna bakacağız, kimin yaptığına değil. 2015 yılında güneydoğuda 253 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 3 aylık Miray bebek, dedesiyle sokaktaki çatışmada öldürüldü. Alın size yeni Türkiye! Sorunların nasıl çözüldüğünü, İspanya(ETA) ve İngiltere(İRA) örneklerinden görüyoruz. Bunlar bizlerde olmayan bağımsız, güçlü bir medyaya, güçlü bir sivil topluma sahipler. Onun için sorun çözülmüyor arkadaşlar, “tepeden hiçbir şey çözülmez***” Ben bir sivil toplumcu olarak, IŞİD’e, PKK’ya karşı olduğum gibi devlet terörüne de karşıyım. İktidar HDP ile görüşmeyi iptal etmiş, gerilimin işe yaradığını gördü tabi. Machiavelli bunlara çırak bile olamaz. Özgür Mumcu’nun laflarıyla bitireceğim. “Çünkü Başkanlığa giden yolun Diyarbakır’dan değil Tekir Yaylası’ndan geçtiğine ikna olundu. Şu günlerde yaşadıklarımız çözüm değil, bir felaketin öncü işaretleri****”
*Danimarka Kralı’na ait tirad. Shakespeare-Hamlet
**ünlü filozof Slovaj Zizek’in “Türkiye’nin halinde devletin çürümüş birşeyi mi var?” köşe yazısı
*** Prens Sabahattin demişti ve o da vatan haini ilan edildi biz liberaller gibi.
****Özgür Mumcu’nun 26 Aralık 2015’te “Birbirimizi unutmayalım” yazısından alıntıdır.
Demir Küçükaydın: Ben bazı kavramların geçtiği konuşmalar sebebiyle, bir iki şerh düşeyim dedim. Türkiye’de çok yaygın bir kullanım var, Jakobenizm. Tepeden inmecilik olarak anlaşılıyor. Maalesef bu, gücü yaygınlığından gelen yanlış bir bilgidir. Jakobenizm özünde, Paris’in donsuzlarının-baldırı çıplaklarının aşağıdan gelen hareketidir. O kastedilen Bonapartizmdir. Kavramda bu anlam değişikliği Fransız devriminin ideallerini terk eden egemen sınıf, devrimin 100. 200. Yıldönümü vesilesiyle o tarihi yeniden yazdı. Doğu Avrupanın, “aslında biz Avrupa kültürüne dahiliz” diyen, rejime muhalif aydınları Fransız devrimini yeniden yazarken Jakobenizmi tepedencilik, Robespierre öyle tanımlayarak karşı devrimci bir Fransız İhtilali yorumu yaptılar. Bu da 1980lerin karşı devrimci siyasi atmosferi içersinde, dönemin dergileri aracılığıyla Türkiye entellektüel hayatına girdi, Türkiye de Batı’dan gelen her şeyi olduğu gibi alan yapısıyla aldılar bunu. Jakobenizm, aşağıdan gelen hareketlerdir; Bonapartizm, bir karşı devrimi temsil eder, yukardan gelmiştir. Örneğin Türkiye’de Atatürk bir Bonapart’tır, Jakoben değildir. Jakoben’e karşılık olarak 1908 Devrimi öncesi Balkanlardaki çeteler, Ermeni devrimciler, “vatanım yeryüzü, milletim insanlık” diyen Tevfik Fikret, Jakobenizm’in Türkiye’deki cılız sembolleridir. 1970lerden sol örgütlerin hızla yoksul mahallelerde yayılması, kürt yoksullara dayanan PKK, Hz. Muhammed’in etrafında toplanan yoksullar, Rus devrimini yapanlar Jakobendir, Türk Devleti, Muaviye, Stalin ve Napolyon bir Bonaparttı. Eşitlik, adalet ve özgürlüğü temsil eden o bayrağı aldı, Fransız ulusunun bayrağı yapıp, imparatorluk arması haline dönüştürdü. Zaten bütün karşı devrimler de devrimlerin söylemiyle gelir. Fransız Devrimi ile aydınlanmayla milliyetçilik geldi deniyor. Doğru değil. Bunlar bir karşı devrimin ürünü olarak gelmişlerdir. Aydınlanma, tüm insanların eşitliğini savunuyordu. Halbuki milliyetçiliğin ortaya çıkmasıyla birlikte insanların eşitliği yerine ulusların eşitliği kavramı gelmiştir. Uluslarda önce bir toprak parçasında yaşayanlarla tanımlanırken, daha sonra bir dilden olanlarla, bir dinden olanlarla tanımlanmaya başlamıştır. Çifte kavrulmuş bir devrim yaşanmıştır. Dolayısıyla bu sonradan karşı devrime uğramış, inkar edilmiş biçimlerine bakarak biz Fransız Devrimini yargılayamayız. Papalığın günahlarının suçlusu İsa değildir. Muaviye’nin cinayetlerinin suçlusu Muhammed değildir. Sonraki ulus devletlerin suçlusu Aydınlanma değildir. Bunları iyi ayırmamız gerekiyor.
Vasfi Kösebey: Her zaman söylüyorum, iki kimlik asla inkar edilemez. Bir, etnik, iki, dini kimlik. 1960 sonrasındaki hareketlerin temeli budur. Tabi, Türkiye’deki MHP hareketleri de bunları tetiklemiştir. Doğu’dakiler ne istiyor? Cemil Bayık, bizi İran tahrik etti diyor. Ondan sonra Selahattin Bey Rusya’ya gitti. Lavrov, Doğu’daki hareketlere dikkat ediyoruz dedi. Ne yapmak istiyorlar? Bu iktidar bunlara bir sürü şeyler verdi, saymak istemiyorum. Ne dediler? Artık dağda değil, şehirde örgütleneceğiz. Biz bekliyorduk ki, bu adamlar silahları bırakacaklar, ondan sonra oturup konuşacaklardı. Bir de baktık ki, adamlar şehirde örgütlenmişler, özerklik ilan ediyorlar… böyle bir durumda, bunlar doğrudan doğruya sözleşmeye ihanet ettiler, iktidara, yönetime karşı. Esasına geleceksek, bu adamlar diyor ki biz Kürdüz. Türkiye’de 15-20, dünyada 26-37 milyonuz diyorlar. Bu kadar bir ırkın devleti vardır yahut federedir. Bunu anlamamız lazım. Eğer bunu İslami yönden çözersen bu federedir. Eğer bunu demokratik yönden çözerse, işte Jakobenizm tepeden inecek, çünkü Kemalizm’deki metot budur. Bana göre, doğudaki bir takım şeylerin burnunu sürtecekler, ondan sonra oturup “arkadaşlar ne istiyorsunuz siz? Federe mi istiyorsunuz?” konuşacaklar. Rahmetli Özal bunları çözmüştü. Kuzey Irak’tan katacaktı, Suriye’de katacaktı. Ve çok barışçı bir biçimde bu bitecekti. Düşünün, 7 Haziran Seçimlerinde dindar Kürtler de verdi. Doğu’da daima Erdoğan’ın partisi kazanıyordu. Ne oldu, etnik kimlik dini kimliğin önüne geçti. Sonra 1 Kasım Seçimlerinde biraz geriye döndü. Kavgada atılan tokat sayılmaz sözü vardı. Bunlar normaldir. Bir de anayasa meselesi var, anayasa bu konulara nasıl girecektir? MHP, İktidarın içinde de, milliyetçi insanlar var, tereddüt ediyorlar. Yani yavaş yavaş olgunlaşarak bu iş federeye doğru gider. Onun için federeyi konuşmamız lazım. Bağımsız devlet çok zor, kürtler bunu ister mi? Türkiye’de yapılacak şey budur, ben bir Müslüman, liberal, demokrat olarak federeye razıyım.
Ali Faik Aydın: Ben anayasa konusuna değinmek istiyorum. Tarık Zafer Tunaya’nın bir önerisi vardı. Her türlü özgürlüğü kabul edebiliriz ama özgürlüğü yok etme özgürlüğü kimseye tanınamaz. Yani iktidarlara, mahkemelere dahi tanınamaz. Fakat bugün mevcut iktidar, yönetme beceriksizliği olan konularda aslında sorunun nedeni olan zor kullanmayı daha da katmerli zor kullanarak çözmeye kalkışıyor ki, bu şekilde sorun çözülmez. Ayrıca anayasa değişikliği önerisinin, asıl nedeni sanıyorum Başkanlık sisteminin yerleştirilmesi. Mevcut sistemde, düzenlemelerde Başkanın parlamenter bir başkan belli olduğu halde, fiili bir partili tek lider, başkan gibi hatta diktatör gibi davranan kişiye bu anayasal yetkiler verildiği takdirde, ben daha vahim sonuçlar çıkacağına inanıyorum.
Yakup Kadri Karabacak: Bugün yaşadığımız sorun Kürtlerin ne istediği sorunu mu yoksa devletin ne olmadığı sorunu mu? Galiba bu konuda biraz kafa yormaya ihtiyaç var. Yani Kürtler dağa çıkmasa, hendek kazmasa, silaha başvurmasa devletin ya da Türkiye’nin eli yüzü düzgün bir demokrasisi aslında var diyebilecek miyiz? Bu adımları atmamızın önündeki engel Kürt siyaseti mi? Ya da ordaki gelişmeler mi? Uluslararası gelişmeler mi?
Mustafa Haksever: Konumuz, gündemimiz terör. Biz asıl, “kim ne yaptı, şu ne yaptı” dan ziyade “bu duruma nasıl geldi?” bunu çok iyi tahlil etmemiz, çözüm üretmemiz gerekir ki, teşhisi doğru koyduğumuz zaman ancak çözüm bulabiliriz. Yoksa, “kim kime daha fazla vurdu?” kargaşa ortamında selamete çıkma imkanımız yoktur. Büyük resme bakmamız lazım. Bugün dünyada 7,5 milyar insan var. Öyle toplum mühendisleri var ki, “bu 7,5 milyar nüfus dünyaya fazla diyor. Bunu 2,5 milyara düşürmemiz lazım. Yoksa rahat geçinemeyiz.” Çünkü onun anlayışında en lüks hayatı yaşamak var. Diğer insanların canı, hukuku hiç önemli değil. Dünya şu anda bu toplum mühendislerinin cenderesinde inim inim inliyor. Bunun metodu basit, bir insana sen “al şu parayı, silahı. Git devlete kafa tut” diyorsun. Mezhepçilik, terör örgütünü yaratmada istismar edilecek bir konu. Kardeşim, biz bin yıldır beraber yaşıyoruz. Kız alıp kız vermişiz. Akraba olmuşuz. Şu anda kürtlerle türkleri kimse birbirinden ayıramaz. Ben bugünlere gelene kadar Türklüğün Kürtlüğün hiç ehemmiyeti yoktu. Bu yeni çıkarıldı. Oyuna gelmeyecek bir bilince sahip olalım. PKK’ye karşı olan çok kürt var. Terörle bir yere varılmaz. Biz birbirimizi öldürebiliriz ama o toplum mühendisleri yaşayacak bu dünyada. Neden geldik bu duruma, affedersin merkep olursak binen çok olur! Yazık bu ülkeye, bu insanlığa…
Şenel Karataş: Birincisi 5 milyon 84 bin oy almış bir partiyi dışlayarak, görüşmeyerek, marjinal getirerek demokrasi falan olmaz. İkincisi, Kürtleri evine hapsederek, çoluk çocuk, yaşlı demeden öldürerek devlet terörüyle terörü bitiremezsiniz. Terör tanımını da bir gözden geçirmek lazım. Burada ihanetten söz ediliyor, masaya oturulmadı, çekildi gidildi deniyor. Kimse burada iktidarın ihanetinden söz etmiyor. Masa devrildiyse iki tarafta devirdi. “Kürtler ne istiyor?” diye bir yazı vardı. 30 yıldır soruluyor. Yani şu ana kadar anlaşılmadıysa bu konu, Kürtleri ötekileştirerek, marjinalleştirerek söyleniyorsa, burada hakikaten korkunç bir empati yetersizliği var. Burada temel sorun, medyanın olmaması. Hitler Döneminde gazetecilere gaz odaları söylendiğinde “Bizim onlardan haberimiz yoktu” dediler. Evet, görmediniz, yazmadınız ki… ben Diyarbakır’a gidip geliyorum ve halkın o korkusu; bırakın ölümlere inanmayın, vicdanınızı böyle aklayın, çocuklardaki o travmayı en az 30 yıl gideremezsiniz. Ve bu yara devam ediyorsa hepimiz sustuğumuz için devam ediyor. Meclisin 3. Partisinin görüşülmediği anayasa çalışmaları bana ütopik görünüyor. Bir seçimi hukuksuz bir şekilde tekrar ettir ve Başkanlık uğruna bu kadar baskıyı, terörü arttır. En azından gücünüz yetiyorsa diğer medyayı da bir takip etmek gerektiğini düşünüyorum. Bu ülkedeki temel sorunlardan bir tanesi de Kürtler olmadan Kürtler tartışılıyor, Aleviler olmadan Aleviler tartışılıyor. 5 milyon oy alıyorsa ve oradaki her evden bir gerilla da varsa, gözümüzü ne kadar kapatsak da PKK de bu halkın bir gerçeği. HDP de, Kürtler de bu ülkenin bir gerçeği. Ve biz bu gerçekle yüzleşip her şeyi yapmak durumundayız. Susmak sadece iki halk arasındaki noktayı derinleştirecek.
Murat Altun: Türkiye’de vicdanlar ipotek altında. Aynı dili konuşuyoruz fakat farklı kavramlarla anlatmaya çalıştığımız için, hep bir ayrılık yaşıyoruz. Vatan, yurt, millet, ulus aynı şeyler aslında. Bugün bakıyoruz, HDP milletvekili Meclis kürsüsünden bir metin okuyor, iktidar partisinden bir milletvekili “onu sana Kandil verdi değil mi? Kandil’e git” diyor, daha sonra o metnin R. Tayyip Erdoğan’ın konuşması olduğu ortaya çıkıyor. Hayatımın 10 yılını Avrupa’da ve değişik ülkelerde yaşadım. Dış ülkelerde bu iş böyle değil. Türkiye’deki başka bir mesele de şu. “Pekeke” deyince başka bir algı, “Pekaka” deyince başka bir algı. Kısaltması p-k-k. TSK’ya biz te-se-ke demiyoruz. Sosyal Sigortalar Kurumu, se-se-ka, se-se-ke demiyoruz. Bun da bile bir ayrımcılık bir algı-tarafgirlik oluşuyor. Meselelere şöyle bakalım. Hadise şu: 1984’ten beri insanımız ölüyor. Bir taraf, “efenim bunlar cahil” diyor. Yav, neyi cahil? Tıp fakültesi son sınıfta adam bırakıp dağa çıkıyor. Dağa piknik yapmaya çıkmıyor ki, bu memleketin evladı. “Efenim, bunlar kandırıldı” , -ee, cahil değil işte. “efenim, bunlar Kürt değil de Ermeni – bak sünnetsizler – affedersin Ermeni” Bu daha da büyük bir ayıp. Ermeniler, bu coğrafyanın kadim halklarından, kültüründen, musikisinden, mimarından sayısız katkı sunmuşlardır. Kopenhag’ta, Diyarbakır’da, burda başka söylüyorsunuz. Önce “Kürt sorunu vardır, kesin çözecez” sonra “Kürt sorunu yoktur, ne istediler de vermedik” Burada sorun şu, lojmanında kafasına sıkılıp infaz edilen polise de üzüleceğiz, penceresinde, kapısının önünde öldürülen çocuğa da üzüleceğiz. Dağda hayatını kaybeden gence de üzüleceğiz, Mehmetçiğimize-askerimize de üzüleceğiz. Bir de “kız alıp, kız verdik” Verme ya, kız vermeyle alakası yok bu işin. Mert olmak lazım, bu sorunun fişekleyicilerini dış unsurlarda arıyorum. Türkiye bu konuda Selçuklu’da, Osmanlı’da ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu pratiğe sahiptir. Ben 1920 ruhuyla bu işin çözüleceğine inanıyorum.
Vildan Şelale: Mesele bir kere vicdan meselesidir. 2003 yılında Diyarbakır, Batman ve Şanlıurfa ve Hasankeyf’ten oluşan bir güneydoğu seyahatim olmuştu. 2003’ten sonra da bir daha gitmek kısmet olmadı. 2003 yılına göre eminim ki, bugün pek çok şey değişmiştir, ilerleme kaydedilmiştir. 2003’te gördüğüm manzara Doğusuyla Batısı arasında yaşam koşulları açısından bu kadar uçurumları olan bir ülke olamaz diye düşünüyorum. Bugün de o anlamda değişen fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Paylaşmayı sevmiyoruz, 1000 odalı saray değil, 250 odalı saray yapın. Gerçeklerle yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum. PKK’nın Kürt halkının kurtuluş örgütü mü, terör örgütü mü, Abdullah Öcalan’ın terörist başı mı, yoksa Kürt halkının önderi mi, olduğunu açıklamalıyız. Bu halka bu tanımları doğru yapmalıyız. İsmet Berkan’ın Diyarbakır’ın iki yüzü yazısı vardı. Medya böyle devam ettikçe, hiçbir şey çözümlenmeyecek. Türk-Kürt Kardeşliğinden bahsediliyor. Türk-Kürt kardeş falan değildir, Türk-Kürt bu ülkenin kurucularıdır. Meseleleri çözmek hem çok basit, hem de çok zor. Sadece gerçeklerle yüzleşin ve paylaşın.
Rıdvan Yıldız: Türkiye’de genel olarak sorunlar ortaya konduğunda, taraflar sorunu çözmek yerine sorunu kullanma, sorundan rant oluşturma düşüncesiyle hareket ediyorlar. Çözüm Süreci diye, Kürt Sorunu diye bir sorun ortaya kondu. Ancak biz halk olarak bu sorunun ne olduğundan, ne adımlar atıldığından habersizdik. Yani sorunu çözmek adına gerçekten bir irade gösterildi mi, gösterilmedi mi bilmiyoruz. Ve atılan adımların da sorunu çözmek yerine bugün geldiği nokta itibariyle bu sorunu kullanmak noktasına geldiğini düşünüyorum.
Celal Doğan: “Bu masayı kim devirdi?” sorusunun birebir görüşmecisiyim. Ben yemin töreninden 5 gün sonra Cumhurbaşkanından randevu istedim. Sayın Cumhurbaşkanıyla bizim hukukumuz belediye başkanlığından, onun parti kurma safhasına, hapis dönemine… dayanıyor. Kendisiyle görüşmemiz, 1 buçuk saatlik ciddi bir görüşmeydi. Görüşmede kendisinden neler söyleyeceğime dair, politik adap gereği, rıza da aldım, Partiye, kamuoyuna 3 şey söyledim. 1- Türkiye’de hiçbir koalisyon kurulmayacaktır. 2- Kasım ayında seçim olacaktır. Ankara’da ev de tutmuyorum. 3-Türkiye’de şiddet artacaktır. İşin sahibinden menkul tespitler bunlar. Bunu tüm kamuoyuna söylememe karşın, Türkiye’de insanlar hala “masayı kim devirdi?” diyor. “Şansımı deneyeceğim” dedi kardeşim. “Bizi hükümetten düşürdüler” doğru. Sizin iki ana zayıf noktanız var, biri 17 Aralık, diğeri 25 Aralık. 276yı bulmadan atlatma şansınız olmayacağına göre, ya bir partiyle koalisyon kuracaksınız ya da yeniden seçime gideceksiniz. CHP ile hükümet kurmayacaklarını, MHP ile kurma şansları olduğunu, bu hükümetin savaş hükümeti olarak algılanacağını söylediğimde ise “Seçim hükümeti” olacağını söyledi. Yani MHP’ye asla hükümet kurma teklifi yapılmamıştır. Ben CHPliyim, zaten CHPliydim, şimdi HADEPliyim. O nedenle MHPye asla “gelin sizle hükümet kuracağız” teklifi olmamıştır. 6 milyon oy almışız, bizi de yok sayan, gri gören bir parti MHP. Özet olarak, kurt kafaya koymuş, kuzuyu yiyeceğim. Yani seçim yapacağım ve seçimin sonucunu da müspete çevirmek için yapmayacağım hiçbir şey yoktur. Ceylanpınar’da 2 polis şehit edildi. Siz zannediyor musunuz ki bunu PKK yaptı? PKK’nin yapmış olduğu hiçbir eylemi reddettiğini gördünüz mü? Bu olay 1 sene gündemde kalacakken, 5 gün sonra etkisini kaybetti. Kim yaptı? Yani masayı kim devirdiği konusunda seçime karar veren mekanizma, tutacağı stratejiyi de belirleyerek, çıkardığı şiddeti de bir yere fatura ederek, seçime karar vermiştir. Fatura HDPye kesilmiştir. Genel başkanla 7000 km yol yaptık. Gidin gerçeği görün, burada Kürtlerin temsilcisi PKKdır, HDPdir… lideri de Abdullah Öcalandır. Kandille, Abdullah Öcalan arasında HDP arasında siyasi olarak yöntem farklı, biz siyasi bir partiyiz, partiyi programımız ve seçim bildirgemiz bağlar, metodumuz demokratiktir, asla ideolojik olarak bir ayrımımız yok, parti programı da birlikte yaşamak-müşterek yaşamdır, Türkiye’de yerel yönetim özerkliği tartışılmalıdır. Bu lafı bugün söylemiş gibi Türkiye’de vatan haini oluyoruz. 2 yıldan bu yana sayın Cumhurbaşkanı fiilen Başkanlık Sistemi yürütüyor, vatan haini olmuyor, biz bir sistemin tartışılmasını söylüyoruz, vatan hainiyiz. Çünkü Türkiye’nin geldiği nokta şu, iki tane ana akım medya kalmıştır. Medya hükümet konserleriyle çalışıyor şu anda. Keşke Babıali Basını kadar onurlu olsalar, 1920lerden önceki basını arıyorum.
Kemal Yücel: Ben konuşmama toplantının ismiyle başlamak istiyorum: Küçük Millet Meclisi. K harfi ironik bir şekilde küçük yazılmıştı. Meclis’te temsil edilemeyenleriz biz. Temsil edilenler burada olsa da, konuşmuş olduklarımızın temelinde yatan sorun bu. Meclis dışında, Meclis’te temsil edilemeyen ciddi bir muhalefet ve fikir var. Bu iktidarın veya Meclis’in meşruluğunu tartışmamızı gerektirmez. Demokrasi kültürümüz elverdiğince sorunların orada çözülüp, orada tartışılmasını bekliyoruz. Ama gelinen noktada Meclis sorunları yeterince tartışamıyor ve çözemiyor. Çünkü Siyasi Partiler Kanunu, Meclis İç Tüzüğü, bir takım mevzuat ve Anayasa’daki bazı hükümler, siyasi temsile yeterince imkan vermiyor. En önemli sorun da baraj sorunu ve baraj nedeniyle, Türkiye’de birçok parti Meclis’e giremiyor. Bu konuda muhalif partilerin ve bizim tekliflerimiz oldu. Genel başkanımız, seçim sürecinde geçen senelerde bu anti demokratik unsurları ve çözüm önerilerini de söyledi. Temsil edilemeyince en uçtan bir örnek vereyim, Gezi İsyanı gibi olaylar oluyor. Çünkü Meclis’te kendisini ifade edemeyen kesimler dışarda ifade etmeye çalışıyor. Dışarda ifade etmeninde yolları: STK faaliyetleri, basın-yayın faaliyetleri. Son yıllarda basın, özellikle yandaş olmayanlar ağır bir baskı altında. İşten çıkarmalar, ekonomik ve hukuki baskılarla stk ve basın-yayın organları yandaşlaşmak zorunda kalıyor. Hakareti tasvip etmiyorum ama Cumhurbaşkanımız siyasetin merkezinde olunca, ceza kanunlarına göre hakaret içermeyen eleştiriler de baskıyla karşılaşıyor. Bu bir temsil krizi. Anayasa bunu çözer mi? Anayasa aspirin değil! Aslolan hukukun iyi uygulanmasıdır. Kötü kanunlar, kötü mevzuatlar, iyi uygulayıcılar iyi sonuçlar verebilir. Ama son derece iyi hazırlanmış kanunlar ve mevzuatlar kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar verebilir. Son söz olarak, biz BBP olarak Türk Milliyetçisi bir partiyiz. İktidarın yedek partisi olarak görenler oluyor ama muhalif bir partiyiz. Ayrımcılık olarak değil, acı bir hatıra olarak söylüyorum; Çözüm sürecinde, bu ülkede Kürdüm demek ayrıcalık haline geldi, Türküm demek utanılacak bir hale geldi. Dengeyi bulmak lazım. Hiç kimse ne kürtlüğünü inkar etsin, “Kürdüm!” diyebilsin. Türk olanlar da “Ben Türküm!” diyebilsin.
Pelin Taşkıran: Ben önceden KA.Der’den Genel Sekreteri olarak geliyordum. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği açısından değerlendirmelerde bulunuyordum. Siyasetin içinde mevcut mücadele vermeden sadece STK düzeyinde bir öneri tarzında kalmadı mücadelemiz. CHP Beyoğlu ilçesinde çarşaf listede en yüksek oyu alarak CHP Beyoğlu İlçe Başkan Yardımcılığına seçildim. Benimle beraber 8 kadın da yönetimde. Toplantıdaki bir söylemden çok rahatsız oldum. KA.Der tarafım biraz daha ağır basacak herhalde. “Kız alıp vermek” meselesi maalesef her iki taraf tarafından da kullanıldı. Kız ya da kadın bir cinsiyet, bir insan arkadaşlar. Alınıp verilecek bir meta gibi bahsedilmesi son derece rahatsız edici. Erkekler de alınıp, satılabilir o zaman. Kadınlar da alınır satılır… Bu nahoş bir durum. İnsan bedeni, insan varlığı için kullanılamayacak bir cümle olarak düşünüyorum. Sunum videosu çok başarılıydı, teşekkür ediyorum. Millletvekilliği düzeyinde bir katılım olacaktı. Ben de buraya Okmeydanı’ndaki bir cenazeden geldim, bir yoldaşımız, arkadaşımız vefat etti. Birkaç milletvekilimiz ordaydı. Kongre sebebiyle, Suruç-Diyarbakır’daki temaslar sebebiyle çok yoğun bir gündem geçiriyoruz parti olarak. Bundan sonraki toplantılarda gözlemci olarak katılımcı olacağım ve Beyoğlu’ndaki stk ve örgütler adına katılacağım. İlçe Başkan Yardımcılığındaki sorumluluğum da STK-Meslek Örgütleri ve kurumsal iletişim olacak.
Toplantının 1. Oturumu sona erdi.
Vasfi Kösebey: Basının serbest olmadığı söyleniyor. Ben takip ediyorum. Hakaretten başka bir şey yok. Nefret suçu işleniyor. Fikir falan görmüyorum, zaten ideolojiler ölmüş halde. Karikatürler keza öyle. İçerde 23 gazeteci var sanırım. Can Dündar ve Erdem Gül de bütün dünyada yasak olan bir şeyi yaptı. Hükümetin güç duruma sokulmaması lazım, buna katılmam mümkün değil. Türkiye’yi çoğulcu-liberal demokrasi ancak kurtarabilir. Herkese hakkı teslim edilmelidir. Cumhuriyetin iki korkusu vardı, biri Kürtçülük diğeri irtica. Bugünki kullanılan metot onun devamıdır. Bir kere Hakkari’de dağdaki çobanla, İstanbul’daki Kürt aynı şeyi düşünür. Adamlar diyor ki, “Biz bir ırkız, devletimizi isteriz, federe olmak isteriz”
Şahin Tekgündüz: Ben Şubat’ta da bu konuyu konuşalım önerisinde bulunacağım. Bir kere “devlet” kavramını konuşmamız lazım. Devlet nedir? Hep “Devlet verdi, devlet bahşetti, devlet lütufta bulunda!”; Alevilere, Kürtlere, ihtiyaç bekleyenlere yönelik bu şekilde konuşuyoruz. Benim anlayışıma göre, devlet toplumun uşağıdır. Tahakküm unsuru değildir. “Veren” unsur değildir. Hizmetkarıdır. Anayasa tartışmalarına başlamadan önce, bence “devlet” kavramı üzerinde durmamız lazım.
M. Bülent Deniz: Baktığımız zaman sol kesimler, HDP sayesinde ilk defa bu kadar temsil olanağı buldular. Ancak bu 4-5 ay içerisinde bu kesimin sesinin çıkmadığını görüyorum. Bu dikkat çekici. HDP anahtar bir unsur. 7 Haziran’da Batıdan gelen desteğin kesildiği ve yeniden bir bölge partisine itildiğini sezinliyorum. HDP bu iki gözlemimle ilgili bir özeleştiri yapıyor mu?
Hüsnü Adalı: Sosyal olaylarda kahraman, hain kavramı değişiyor. Önce hain olan sonra kahraman olabiliyor. Mandela mesela. Silahlı terör örgütü başıydı, hapisteyken terörü bitirtti. Kahraman oldu, sonra Nobel aldı sonra cenazesine Obama geldi. Kahraman, hain jargonundan çıkmayı öneriyorum. İçine devlet kaçmış gibi konuşan sivil toplumcu, gazeteci görünce, şöyle bir önerim var. Günde 3 defa hap yutar gibi “Beynindeki polisten, ruhundaki devletten, kalbindeki zincirden, içimdeki ırkçıdan kurtulacaksın” desinler, emin olun 6 ayda iyileşecekler. Mezarlar bombalandı, ölüler araba arkasında sürüklendi, bu bir insanlık suçu. 35 çocuk devletin uçaklarıyla parçalandı, hiçbir şey yapılmadı. 3 gün sonra yılbaşı kutladık. Sonra etle tırnak gibiyiz, kardeşiz… olmuyor. Almanya homojen bir toplum olmasına rağmen, federalle yönetiliyor. Türkiye adem-i merkeziyetle yönetilmezse bölünür. Adem-i merkeziyete geçmek zorundayız. Su bile 100 derecede kaynıyor, 99 derecede değil. Şu anda biz 97-98 derecedeyiz. Herkesi akl-ı selime davet ediyorum. Bu kutuplaşma varken, Başkan da olsanız, %70 de olsanız yönetemezsiniz. Çözüm, AB Süreci’ne samimiyetle geri dönmek. Çok dilli, dinli AB üyesi olup bölünen yok, üye olmayıp bölünmeyen yok. Çatışmanın çatışmasızlıktan daha bedelli olduğunu göz önüne alıp, 3 taraf da katarak müzakere sürecine geri dönülmeli. Ya da kopmak ayrılmak, bu kadar basit.
Çetin Çanak: Medine Sözleşmesi var, Peygamberimiz döneminde. Çok uluslu, çok hukuklu bir sözleşmedir bu. İnsanların hakları, toplumların hakları, dini haklar insanlara verildiği zaman insanlara verildiği zaman sorunların çözülebileceğini umuyorum. Mesela, İslam’da Cuma namazı, bir yere misafir olunduğu zaman kılınmayabilir, çünkü o bölgenin sorunu sizin sorununuz değil, hutbesi de sizi ilgilendirmez. Haliyle yerel yönetimler güçlendirilmeli, oradaki insanlar oranın şartlarına göre idare edilmeli. Şu göz ardı edilmemeli: 92’de D. Anadolu’da Hizbullah’ın etkin olduğu dönemde bir Hizbullah üyesi gençle konuştum. Elinde silah olanın, biz her şeye hakim oluruz havası. Bundan vazgeçilmeli. Her güç sahibi için de söylüyorum. PKK şehre müdahalelerini azaltmadığı, HDP buradan kendini soyutlamadığı sürece çözüm sıkıntılı olacaktır. Sonuçta olay direk sana etki ediyor. HDP bunu görmezden gelmemeli.
Murat Altun: Hamaset ve slogandan uzaklaşmalıyız. Dar kalıplara sıkışıyoruz. Bütün kesimlerde aynı hastalığı görüyorum. Selçuklu’dan bu yana, yaklaşık bin yıldır, 5 kere bayrak değişti. 4 kere devletin adı değişti. Vatandaşlarımız, halkımız yaşıyor. Önemli olan bir ülkenin sınırları içerisindeki fikir-vicdan hürriyetleri, özgürlüklerinin güvence altına alınması. Hala 2016’da 10. Yıl Marşı’nı söylemek, dar kalıplara sıkışmaktır. Yanlıştır. Aslolan, bayrak değil, bayrağın anlattığı semboldür. Aslolan, devlet değil, devletin temsil ettiği değerlerdir. Selçuklu “Biz çift başlı kartaldan vazgeçmeyeceğiz, Konya başkent olmak üzere, bu şey dağıtmayacağız” deseydi bir beylikten Osmanlı çıkmazdı. Osmanlı da yanlış biliniyor. Devlet-i han Osmanlı değildir, Devlet-i Aliyye’dir. 1299’da değil, 1351’de Balkanlar’ın alınmasıyla kurlmuştur. 3 kere bayrak değiştirmiştir. Metotları; Batılılaşma, İslamlaşma, Türkleşme’dir. Bir İmparatorluk bakiyesi var, bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Bedenimize ruhumuz dar geliyor. Ufkumuzu geniş tutarak meselelere bakalım. Aklı selimle empati yaparak meselelere bakalım. Sevgiyi baki kılalım. Geçen bir gazeteci ölüyor, gazeteci küfürbaz diye küfürler ediliyor. Yanlışa yanlışla cevap vermeyelim.
Şenel Karataş: Soyut kavramlar olan vatan-ulus için somut kavramlar olan insan-insanlık feda edilmemeli. İnsanı öne çıkartan ve özne olarak kabul eden anlayışı STKlar olarak kabul etmeliyiz. Stefan Zweig’ın “Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi” sözü var. Barış başlatılmalı artık. Dergiye gönderdiğim bir yazıdan alıntıyla bitirmek istiyorum. “Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin. Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın. Senin bedenine dokunulmadıkça hiçbir acıyı duymazsın. Hz. Hüseyin’in kellesini vurmaz, vuranı alkışlarsın. Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın. Hz. Ömer’i bıçaklayan ele, sen bıçak olursun.” Bu yaklaşık 90 sene önce Halil Cibran’a ait bir söz. Bizi anlatıyor. Gerçekten biz bir araya gelmezsek, dur demezsek, iktidar bildiğini okuyacak. Biz alfabeyi okurken a-be-ce-de-e… diye okuyoruz, dolayısıyla da pe-ke-ke okunuşu yanlış değil, bunu da eklemek isterim.
Şanar Yurdatapan: Kan davalarının nerden başladığını araştırmadan, en sonuncunun katilini soruyorsunuz, o da “kardeşimi öldürmüştü” diyor. Niçin çıktığı unutulmuş gitmiş. Ama daha tazeyken, kökleşmeden neden çıktığını anlamak çok gerekli. Sunumda iki eksik var bence. Birincisi, Seçimlerin hemen öncesinde HDP mitinginde patlayan bomba yoktu. İkincisi de hükümet kuruluyor-kurulmuyor dönemlerinde birdenbire Genelkurmay Başkanı geldi. Cumhurbaşkanı ABD ile konuştu. Uzun süre hayır denilen birden evet oldu Amerika için. “Buyur İncirlik’i, üsleri de kullan” dendi. O vakit bir alışveriş oldu herhalde. Tamam bunu verdi ama ne aldı? 2 gün sonra IŞİD’in üzerine göstermelik bir bomba, PKK’nın merkezine “haaar” diye saldırdılar. Sen oraya saldırırsan senin elindeki güçle nizami olarak karşılaşamayacağı için başka taraflardan karşılık verirler. Kim başlattı, çok önemli. Ama vekilimiz anlattı, ben de ona katılıyorum, düşündüklerim doğru çıktı. 1 Haziran’da sevinemedim ben açıkçası. Şimdi kaybetmemek için kim bilir neler yapacaklar? Size, dün Ali Nesin’e gelen bir mesajı okuyacağım. “Hocam, merhabalar. 20. Gününde Beykoz’daki sokağa çıkma yasağı büyük bir katliama dönüşmek üzere. Yaklaşık bin kişinin yaşadığı Zap Mahallesi dört bir yandan tanklarla atılan top atışlarıyla vurulmaktadır. Hendeklerin olduğu yerler değil, her yer her ev vurulmaktadır.” Bir kelimeyi kasıtlı olarak yanlış okudum, Beykoz Silopi olacak. İçimizde Beykoz’da oturan varsa bir düşünsün. Eski ezberlerimizi yıkalım. Gidin, gözünüzle görün.
Soru-Cevap
M. Bülent Cengiz: 7 Haziran’da Batıdan gelen desteğin kesildiği ve yeniden bir bölge partisine itildiğini sezinliyorum. HDP bu iki gözlemimle ilgili bir özeleştiri yapıyor mu?
Celal Doğan: Siyasetin argümanlarını doğru değerlendiremezsek, eldeki verilerin ne olduğuna bakmazsak buradan talepte bulunmamız çok kolay olabilir. HDP’nin 15 yıllık geçmişine baktığımızda, bu partiden seçilmişlerden bahsediyorum – belediye meclisi, il genel meclisi, milletvekili, belediye başkanı, il başkanı, ilçe başkanları…, 110bin kişi telef edilmiştir. 110bin insan ya hüküm giymiş ya da vurulmuş. Dağdaki insanlardan bahsetmiyorum. 1-110bin kişilik bir kadro, CHP 90 yıllık bir parti, Ak Parti bilmem kaç senelik, bu partilerin ayakta kalma şansı olur mu? 2- Ne zamanki biz seçime parti olarak gireceğiz dedik, kıyametin koptuğu gün başlamıştır. Sebebi hem hedefimizi engelliyor, hem de amacımızdan kaynaklanıyor. Parti programındaki öz şu: Bütün farklı etnik yapıların, inanç sahiplerinin lafta değil, hayata geçirilerek içinde barındırdığı bir parti haline getirmek. Çok güzel tipik bir bahçedir bu. Elmadan tutun nar ağacına kadar tüm insanların aidiyeti var, eksiksiz. Ermenisi, kürdü, arabı, türkü, ezidisi, sunnisi, fellahı.. kim geliyorsa aklına var. Asıl korktukları bu. Devlet, bu anlayış gelip Türkiye’nin başına oturursa diye korkuyor. Bu nedenle canhıraş ve insafsızca bir saldırı var. İki örneğe benzetiyorum. Biri futbol adamı olarak söyleyim, kaleciyi direğe bağlamışsınız. Boş kaleye gol atıp, gol diye bağırıyorsunuz. 2- İngiliz tayıyla sütçü beygirini yarıştırıyorsunuz. Hakkari’deki öğrenciyle Saint Joseph’teki öğrenciyi imtihana sokan devletsiniz siz. Bu şartlarda bize siyaset yaptırıyorsunuz. Miting yapamıyoruz. 208 tane seçim büromuz tahrip olmuş. Antep mitinginde biz öldürülecekken, Ankara’ya mal oldu bu. O bombalar Antep’te patlıyordu, o mitingi iptal ettik diye tesadüfen yaşıyoruz bugün. Şu aldığım 10.08lik oy, haklısınız potansiyelimiz 30lardaydı. Terör olmasaydı 18 bandından aşağı düşmezdi. Ama 10.08 aslanın midesinden alınmış lokma kadar değerlidir. Kusur görmüyoruz, hangi siyasi stratejik hatayı yaptık da oyumuz düştü değil, oyun düşürülmesi için kurulan kapanlar tek tek örüldü ve toplum bizi böyle gördü. Şu anda içinizde bundan etkilenmeyen adam görmüyorum. PKK ile aranıza mesafe koy, kaç metre mesafe koymak gerek, PKK şiddetine karşı sesini yükselt, kaç desibel bağırmam gerekir bunun için? Ben bir siyasi partiyim. Benim terörle ilgim yok. Bütün argümanlarım demokratiktir. Bu konuda ölçü koymak doğru değil, realist de değil. Partinin 6 milyon oyunun 5 milyonu o bölgeden. Her evden 3 ölü çıkmış. Nasıl dersin ki, bu adamların amcasına-dayısına küfret? Yıllardır sövüyorsunuz ne değişti? Bizi de o katara katmak istiyorsunuz.
Vildan Şelale: Türk milleti, bütün etnik unsurları toplayan bir unsurdur. Şu anda HDP’nin de bütün etnik kimliklerini topladığını söylüyorsunuz. Amaç ne Türkiye’yi yıkıp Kürdiye kurmak mı? Ben anlayamadım.
Celal Doğan: Hiç kimsenin, bizim öyle bir derdimiz yok. Teorik olarak, Kürtler de devlet kurabilir. Türk ve Kürt halkı birlikte yaşarsa, birlikte bu vatanı elde tutabilirse, yaşama şansı var. Ötekini söylemek zor değil, engel de koyamazsınız, anayasal suç da değil. Devlet kurmak istiyorum derse, kurar. Bu doğru değil. Birlikte ve ortak vatanı inşa etme şansımızla ancak yaşayabiliriz. Türk milleti, asil bir millettir, saygı duyulacak bir halktır. Tarihte geçmişi olan devletler kurmuş bir halktır. Kürt halkı da kadim bir halktır. Alpaslan Türkiye’ye gelmeden önce, kapıyı açan bir halktır.
Vasfi Kösebey: Bu iktidar döneminde faili meçhul cinayetler oldu mu? Çözüm nedir?
Celal Doğan: Ben 1968 kuşağındanım. 2 ihtilal yaşadım, 3 muhtıra gördüm. Tanklar sağ ve sol bütün yurtseverlerin üstünden geçtiği sabıkalı bir orduyla karşı karşıyayız. Bu gerçeği unutmayalım. 12 Mart kolumuzu kesti 12 Eylül geldi bedenimizi ezdi. O dönemdeki faili meçhullerin kaç tane olduğunu Türkiye daha tespit edemedi. Doğan Güreş, Antep’e geldi ben belediye başkanıyken, “Hakkari’ye gittim can güvenliği görmedim, her şey serbest dedim.” Lafı aynen böyle. Her şey serbest demek, hiçbir hukuk yok demek. Türkiye bunların üzerine gideceğine, uyduruk davaların üzerine gitti. Keşke faili meçhullerin üstüne gitseydi, bu bir. 17bin faili meçhulün da 11bini Güneydoğu Anadolu’da. Gelelim bu güne. Keşke onlar kadar mert olsalar bunlar. Faili meçhullerin üzerine gidiyoruz diyorlar, hangisinin faili ortaya çıkmış söyleyin bana? Ankara olaylarının failini bulun? Suruç olaylarının failini bulun. PKK yapmışsa, Ceylanpınar’da öldürülen polislerin failini bulun. Geçmişteki daha mertti, biz öldüreceğiz failleri de kaybedeceğiz diyorlardı. Şimdikiler biz bulacağız ama kimse bulmadan kaybettireceğiz. Bizim saygısızlığımız onurlu devlete değil, haysiyetsiz devletedir. Adaletli değilse, şeffaf değilse, hesap vermiyorsa, her türlü dalavereyi yapıp kapatıyorsa, bu devlet haysiyetli devlet değildir. Çözüm, biz bu vatanda birlikte yaşamak istiyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini istiyoruz.
Şenel Karataş: Şiddet artacak gibi görünüyor önümüzdeki dönemde. HDP’nin böyle bir ortama yönelik somut bir planlaması var mı?
Celal Doğan: Demokrasinin en büyük ayıbı barajdır. Temsilde adalet. Çok istikrar istiyorsan, barajı %20 yapın. Daha çok istikrar olur. Bu utanç duyulacak bir olaydır. Halkına güvenmemektir. BBP var burda. Önceki seçimde % 3 almıştı. Bu parti 10 vekille Meclis’te olsa, kime ne batacak? Maksat şu. 1978, ben o zaman vekildim. Rahmetli Ecevit’e İ. Sabri Çağlayangil dedi ki, “Seçim kanununda barajı arttıralım, sol oylar size kalsın, sağ oylar bize kalsın.” Yasa, Kenan Evren faşizminin getirdiği bir yasa. Bu yasanın olduğu bir ülkede demokrasi olmaz. Birisi baraj, diğeri siyasi parti kaynaklarının araştırılması. Başbakan Davutoğlu, etik bir anayasa getireceğiz dedi. İlçe başkanı bulamazsın, çalmazlarsa gelemezler kardeşim. Bu anlayış, bu yasayı değiştirebilir mi? Yapı bu. Allah Türkiye’nin yardımcısı olsun. Şu anda Türkiye’de Kürt halkının bir demokratik direnişi var. Size ağır gelecek belki ama durum bu. Gezi’deki insanlar bir umuttu. O umut dağıtıldı. Yarın vicdanınızda hesap vermek zorunda kalacaksınız. İnanın Varşova’nın işgalinden daha fazla zülüm yapılıyor orda. 92’de Aytaç Paşa’ya sormuştum. Ne kadar asker var? 280bin asker var Güneydoğu Anadolu’da. Bir ilçeye 10bin askerle giriyorsunuz. Cizre’nin nüfusu biliyorsunuz. Tepelere geçip, mahalleyi topa tutuyorsunuz.
Mustafa Haksever: Seçim Hükümeti’nde HDP’ye iki bakan verildi. HDP bunu iyi kullanamadı mı? Ne düşünüyorsunuz?
Celal Doğan: Mustafa Bey, aile reisisiniz sanırım. (Evet) Sizi evinize sokmazlarsa aile reisi olur musunuz? Sen Bakansın, Cizre’ye giremiyorsun. Adamlar Bakanlığı kabul etti, biz de dedik ki, ayıp olmasın, devletin meşruluğu olur. Seçim hükümeti anayasal bir kurum. Ondan sonra görevimizi yürütüyoruz, Cizre’de olağan üstü hal ilan edildi. Ben Cumhuriyet hükümetinin Bakanıyım, Bakan olarak bana sormadan ilan ediyorsun, bu bir. 2- Oraya gitmek istiyorum, ben ülkenin bir coğrafyasına Bakan olarak gidemeyeceksem, Bakan olmuş olur muyum? Sen evine giremiyorsan, aile reisi sayılabilir misin? İstifa etmelidir. Haysiyetli adamlar istifa ederler. Haysiyetsizler, istifa etmezler. Kasalar çıktı, paralar çıktı, sıfırlamalar çıktı, hangi Bakan istifa etti?
Hüsnü Adalı: Bu çatışmanın sonunda özerklik çıkar mı, ne olur?
Celal Doğan: Bizim yüreğimiz yanıyor tabi şu an, biraz o yüzden böyle konuşuyoruz. Siyasetçinin yapması gereken, yüreğine taş basacak. Kan içecektir, kızılcık şerbeti. Bütün mesel yaralar derinleşmeden, derinleşse bile, kin, nefret duymadan, diyalog açık tutulmalıdır. Bizim partimizden Başbakan’a gelme denmemiştir. Söylenen lafları sert bulmuş olabilir. Çay meselesi bir espridir. Burdan sizin huzurunuzda söyleyim, sayın Başbakan gelsin buyursun, ben kendisine Antep Baklavası ısmarlayacağım. Siyasette diyalog kapısı kapanmaz. Benim tek nedenim var. 77’de vekildim. 32 yaşında yapmış olduğum görevi 70 yaşında tekrar yapmak ne caziptir, ne zevktir. Çocuklarıma bırakacağım siyasi miras 15 senelik belediye başkanlığı yaptım, 272 proje bıraktım, alnım açık başım dik. 17 tapuyla başladım, 2 tapum kaldı, hepsini sattım, hesap veremeyeceğim hiçbir şey yok. Çocuklarıma bırakacağım yegane miras Barış Hareketine bir milim ivme kazandırırsam, onun için burdayım.
Hüsnü Adalı: Soruya cevap alamadım.
Celal Doğan: Affedersiniz, eksik kaldı. Bakın, 1921 Anayasası’nda bile konuşulan konu, M. Kemal ve arkadaşlarının kurucu unsur olan Türklerin ve Kürtlerin, aslında ayrılmaları halinde her iki halkın çatışıp çatışmayacağı noktasında. IŞİD’in olduğu bir noktada PYD ve YPG bir şans. Türkiye suyu doğal akıtabilse, Kobani’deki Kürtleri komşu gibi görebilse. Bundan 30 sene önceki gibi Irak’ta kurulacak yerel Kürt yönetimlerini savaş sebebi saymayı bıraksa. MGK’da geçiyor, insan bu kadar aptal olabilir. Gittim söyledim, niye savaş sebebi sayıyorsunuz, bu saçmalık. Sonra ABD geldi, şimdi adamlar bankasını kurdu. Niye savaşmıyorsunuz? E, biz oraya Amerika’nın geleceğini bilmiyorduk. Bakın bu bir apartman, tarla değil. Bu coğrafyada Kürtler var, Kuzey Suriye’de, Irak’ta… Güneydoğu Anadolu’da Kürtler var. Eğer bu suyu doğru akıtabilseydik, PYD hareketinin başladığı gün Salih Müslüm’ü Türkiye’ye çağırsaydık, laikler, kadın savaşçıları var, “sen bizim komşumuzsun ne istiyorsun deseydik?”, Kuzey Irak’a postallı Kürt diyordun şimdi kankasın, orda Müslüm ile, içerde de oturup adam gibi konuşsa, AB’nin yerel yönetim özerklik şartı var, onları kaldıralım. İçişleri Bakanı’na dedim, Türkler ne hakka sahipse, o da onu istiyor dedim. Anadilde eğitim mi? Evet! Kimse kimseden üstün-aşağı değil. Zaten özerklik, ana parçanın içindedir. Sen Başkanlığı nasıl tartışıyorsan, ben de özerkliği tartışalım diyorum, eksik bulursun, tartışalım.
Şahin Tekgündüz: Güneydoğu’daki şehirler yıkılırken, CHP’nin bu sessizliği ne kadar sürecek? (Bu soru BBP için de yönlendirildi)
Pelin Taşıran: 7 Haziran’dan sonra mevcut iktidar çok aleni bir şekilde yaptığı planları bizlerle paylaştı. Ben kargaşa yaratacağım ve hiç kimseyle koalisyon yapmadan bu kargaşayla sizi seçime götüreceğim. 10 Ekim’de yapılan katliam, Celal Bey’in söylediklerine muhalefet olarak algılanmasın, pek çok demokratik STKnın, farklı siyasi partilerin de olduğu bir temsiliyeti vardı. Gözümüzün önünde yüzlerce insanı katlettiler. Gezi Süreci’nde halk ayaklanması olmuştu ve HDP “Biz Gezi ile aramıza mesafe koyuyoruz. Orda kafatasçı Kemalistler var, onlarla yan yana durmayacağız.” Daha sonra rüzgar başka yöne estikten sonra onlar da geldiler, bayrak açtılar ve CHP olarak biz, bütün süreçte ben de dahil ordaydık ve tek bir bayrak açmadık. Güneydoğu meselesi ise 1 Kasım’a geldiğimizde, “Artık şehit haberleri gelmeyecek” dendi. 13 yıllık iktidarda “yetmez ama evetçi” liberal arkadaşlar bir günah çıkardı, biz bunlara güvendik, anayasa değişikliğine, özgürlüğe inandık, müzakere süreci de toplantı masasına gelecekti. Daha bu sene 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de bizim içeriğini bilmediğimiz bir buluşma gerçekleşti. Sonradan haberimiz oldu. Karşılıklı sözler verildi ve belli ki, sözler tutulmadı. Güneydoğu’daki Olaylarda Genel Başkan yardımcılığı düzeyinde Selin Sayek Böke, Zeynep Altıok’lar… kadınlar olarak Diyarbakır’a gittiler. Sezgin Tanrıkulu da Gürsel Tekin ile beraber olayların olduğu yere gitmek istedi ama içeri alınmadı. Beklentiler yüksek olduğunun farkındayız. Ben de şunu merak ediyorum. Böyle bir çatışmalı ortam varken, bütün kitleleri sokağa dökmek mi doğru olur yoksa siyasetçilerin en üstten bunu çözmek için temas kurması mı doğru olur? Gidip halka dokumak önemli ve CHP üzerine düşeni yapıyor.
Kemal Yücel: Bu sorunu Güneydoğu dersen, Kürt dersen, Terör dersen ya da Uluslararası Emperyalizmin Türkiye uzantısı dersen farklı teşhis etmiş olursun. Biz sorunun Kürt Sorunu olarak görülmesine karşıyız. İbn-i Haldun’un “Coğrafya bir kaderdir” sözü var. Genel Başkanımız şu şekilde ifade etti: “Türk Bayrağının altında İstiklal Marşını okuyan Türkün de, Kürdün de, Alevinin de milliyetçisiyim ben.” Irk kelimesine itiraz etti bir arkadaşımız. Biz Türk ırkına mensubuz. “…Kahraman ırkıma bir gül…” İstiklal Marşı’nda da geçiyor. Bu ırkçılık değildir. Farklı ırkların varlığını kabul etmemiz için, kimliğimizi inkar etmeye gerek yok. Kürt kimliğini de inkar etmiyoruz. Hem coğrafya kardeşlerimiz hem de din kardeşlerimiz ve bu ayrılmaz, sarsılmaz bir bağ. Çözüm için, ifrat ve tefrite kaçmamak lazım. Güneydoğu Sorununun sosyal-kültürel-ekonomik yanlarına odaklanıp, sorunun güvenlik-askeri boyutunu görmezlikten gelemeyiz. PKK, bizim nazarımızda eli kanlı bir terör örgütüdür, Kürtlerin tamamının temsilcisi değildir, olmamalıdır da. Projelerimiz, biri G.Ö.R.: Güvenlik sağlanacak, özgürlük sağlanacak, refah sağlanacak. Diğeri: K.A.P, Kalkınan Anadolu Projesi. Anadolu yıllardır ihmal edildi. Sanayide, kültürde Batı ile Anadolu arasında fark var. Bunlar yapılırsa Güneydoğu Sorununun çözüleceğine inanıyoruz. Çünkü refahı ve özgürlüğü elde eden toplumlarda birçok sorun kendiliğinden yok olur. Tabi, olayın askeri ve güvenlik boyutunu da inkar edemeyiz. Eğer devletine, halkına, askerine silah çeken, hendek kazan, yığınak yapan bir örgüt varsa bununla da müzakere edilmez, mücadele edilir.
Sami Sarı: Bulgaristan’daki Türk Azınlığın durumu siyasal olarak hep tartışılmış mesele. Aynı mesele Kürtler açısından neden geçerli değil? (BBP’ye yöneltildi)
Kemal Yücel: Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Belçika’da, Hollanda’da… Türkler değişik mevkilere seçilebiliyorlar. Orada yaşayan Kürtler de seçilebiliyorlar. Bu mesele birbirine benzetilecek bir mesele değil. Bu mesele İsrail’in zulmüne uğrayan Filistin meselesine benzetilecek bir mesele değil. Biz 1000 yıldır bu coğrafyada beraber yaşıyoruz. Son dönemde uluslararası emperyalist güçlerin gıdıklamasıyla böyle sorunlar ortaya çıkması, teşvik etmesiyle farklı. PKK Sorununun bölge gerçekliğini yansıttığına da inanmıyorum ben. Kürtlerin talep ettiği hakların kabul edilebilir olanlar var, olamayanlar var. Anadilde konuşmalarına karşı değiliz. Anadilde eğitim görmelerine de karşı değiliz. Ama bu devletin resmi dilinin Türkçe olması ve Türkiye Devleti’nin Türk Devleti olması ve peşinden özerklikti-bölünmeyle adlandırılacak şeyler getirecekse bunlara karşıyız.
Hüsnü Adalı: Ateist ve komünist Türklerle ilgili ne hissediyorsunuz? Benim halam Amerika’da gen haritası çıkarttı yeni. %40 Türk, %25 Alevi, % 10 Avrupalı, % 15 Orta Asya, %10 Anadolulu çıktı. Benim hala nereli? (BBP’ye yöneltildi)
Kemal Yücel: Ateist, komünist Kürt diye ayrım yapmaya gerek yok. Ateist, komünist Türk de var, Kürt de var, başka insanlar da var. Ben ırk kelimesini kabul ettiğimi söyledim. Herkesin ırkına o manada saygılıyız. Ateist de olabilir ama bu tamamını tanımlamaz. Azınlıktadır, Türk’te de öyle. Komünizme gelince, ciddiye alınacak bir durumda değil, tedavülden kalkmıştır. Kitle olarak elbette vardır, hem Kürtler de, hem Türkler de ama azdır. Komünizm üzerinden 80 öncesine de gidebilir mesele. Bence bunu ateizm, komünizm düzleminde tartışmaya gerek yok. Herkesin inancına, fikrine saygılıyız. Kimseyi dönüştürme siyaseti gütmüyoruz, demek istediğim bu.
Vildan Şelale: Irk renklere göre de yapılabilir. Sarı, beyaz, zenci… böyle yapılabileceğini de biliyor muydunuz? (BBP’ye yöneltildi)
Kemal Yücel: Irk, renkler anlamında değil, Kuranı Kerim’deki karşılığı kavimdir. Allah-u Teala bir ayette “Biz sizleri kavimler olarak yarattık ki, tanışasınız, birleşesiniz” diye. Bunda yaratılıştan gelen hikmetler vardır. Irkın bizim kültürde karşılığı kavimdir, renkler anlamında değildir. Tabi, renkler de bazı ırkları temsil eder, siyahlar zencidir mesela. Bin yıllardır oluşan bazı ırklar var Türkler, Kürtler, Ruslar, İngilizler… bunu kabul etmek lazım, bu yaratılışın bir hikmetidir. Allah isteseydi, hepimizi tek ırktan taratırdı ya da ırksız yaratırdı. Bazı insanlar hümanistlikle ırkını inkar ediyor, bu yaratılışı inkardır. Allah bizi böyle yaratmış, farklı dillerde, farklı renklerde. Buna saygılı olmak lazım.
Çetin Çanak: Sizin gibi tecrübesi olan, farklı düşünebilen insanlar diyalog kapısı açmak için bir çaba sarf edecek misiniz? (HDP’ye yöneltildi)
Celal Doğan: Değerli dostumuz, avukat arkadaşımızın Kuran’dan yaptığı alıntıya takıldım, “Biz insanları kavimler olarak yarattık.” doğru. Orda “Kavimler kendi kendilerini idare etsinler” diyor. Başkası idare etsin demiyor, eklemek lazım. Siyasette çok şey yaptık belki ama yapılacak en iyi şey, Türkiye’nin “Barış Süreci” ne milimlik bir katkıda bulunmak, diyalog kapısını aralamak. Bu ülkede oğlum öldürülmüş olsa, Allah korusun, yine de Barış için kin gütmem, gütmemek de lazım. Partinin de ideolojisi bu. Ben Ecevit ile 4 yıl çalıştım, Özal ile özel diyaloglarım oldu, Demirel ile sürgünde kaldım. Dış politikada bir kavram kullanmak için 8 adama sorduklarını bilirim. Ülke güzel yönetilmiyor. Şimdi bunlar “One Minute” ten başladı, İsraili terör devleti ilan etti, bugün “İsrail dostumuz olan devlet” diyor. Siyasette konuştuğunuz bir lafın 10-20 yıl sonra karşınıza çıkacağını bilerek konuşmanız gerekir. En büyük yanlışlardan biri de Rajova’ya yapılan teşhistir. Rajova’daki halk kadim bir halktır, toprak, oy sahibi değil. İlk defa orda yönetime katılıp, kendi benliğini yaşamak istiyor. Bizim devlet, “bunlar terörist insanlardır, devlettir” Toprağını sahiplenen, koruyanlar ne zamandan beri teröristtir? O zaman M. Kemal, padişaha karşı terörist midir? Rusya’ya, bir sene önceden planlanmış şekilde gittik, kaldı ki, oraya gittik diye Ak Parti’nin politikasını savunmak zorunda mıyız? Ülkenin çıkarlarını söylediğin zaman vatan haini mi oluyorsun? Ne vatan hainliğimiz, ne düşmanlığımız kaldı? M. Kemal, Bakü’yü Lenin’e verince vatan haini mi oldu?
Ali Faik Aydın: Sevgili Celal Doğan, CHP ve BBP’den partilerinin Başkanlık Sistemi ile ilgili görüşlerini öğrenebilir miyim? (Yakup Kadri Karabacak, toplantının son sorusu olduğu için, bu soruya özerkliği-Türkiye’nin idari yapısındaki reformu da ekleyerek, siyaset masasının görüşlerini sordu”
Pelin Taşkıran: Türkiye’nin idari süreciyle ilgili mevcut konuşmaların hepsi, ırk, mezhep, din ve etnik köken üzerine döndü. Şimdi, insanların sokakta değil, evine girilerek salonunda vurulduğu, herhangi silahsız halkın buna maruz kaldığı bir durumdayız. “Halkın bu konuda ayağa kalkması gerekli mi?” Gerekli. “Evinize giderken, sürekli akrep ve tomaları aşmanız mı gerekiyor?” Hayır. Topyekün bir sınıf mücadelesi gerekiyor. Kadın meselesinde de buna vurgu yaptım. Asgari ücretle ilgili 1300 lira gibi bir söylem oldu, arkasından vergi yüküyle geri alındı bu. Sağlıkta dönüşüm dediler, cepten sağlık harcamaları %400 arttı. Bunu iyi okumak gerekir, özellikle 2008-2009’dan sonra inanılmaz bir kayıp içindeyiz. Asgari ücretle geçinen insanların reçete başına 3-4 lira ödemesi imkansız. Ben hekimlik yaparken, reçete yazdığımda “acaba bunu öder mi” diye sürekli manevra yapmam gerekiyor. SGK’ya baktığınızda 5 Türk işçi, 90 tane Suriyeli. İş güvencesiz, merdiven altı… halkın hangi kamulaşma alanından bahsedebiliriz? Karşımızda dış-iç politikada inanılmaz pespaye bir hükümetle karşı karşıyayız. Başkanlık Sistemini yok saysak da, fiilen uygulanıyor 2 yıldır. Hangi anayasal maddeye dayanarak bir Cumhurbaşkanı siyasi bir parti için oy isteyebilir? Anayasa yapmak ile ilgili samimiyet olsaydı, 3 yıllık iktidarlarında bir koalisyonu oluşturup bunu yaparlardı. Partimiz olarak, parlamentoyu yok sayan, iki dudak hareketine bakan Başkanlık Sistemi’ne geçit vermeyeceğimizi söylemek isterim.
Kemal Yücel: Başkanlık Sistemi, temelde karşı olmadığımız bir sistem. Türkiye’nin bu sisteme hazır olmadığını düşünüyorum. Rahmetli Muhsin Başkan’a sağlığında sorulduğunda, Başkanlık Sistemi’ne karşı olmadığını ama Türkiye’nin hazır olmadığını söylemişti. Hem siyasetçi hem de hukukçu olarak Başkanlık ile ilgili çok araştırma yaptık. Başkanlık, Amerikan örneği üzerinden idealize edilen bir sistem. Bunun en güzel örneği Amerika. Rusya’da var. AB ülkelerinin hiç birinde yok. Latin Amerika, Afrika diktatörlüklerinin çoğu, Asya diktatörlüklerinin tamamı Başkanlık ile yönetilir. Dolayısıyla Başkanlık sistemi, çoğunluk olarak diktatörlüklere, otoriter rejimlere dönüşen bir sistem. Sebebi, demokrasi kültürü ve gelişmişlikle alakalı. Amerika, 18 yydan itibaren özgürlükler, insan hakları, kalkınma, sanayi devrimi, demokrasi konusunda çok mesafe kat etmiş, iç barışını sağlamış, dünyanın en zengin ülkesi. Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerine baktığımızda geri kalmış, iç barışını sağlayamamış, ekonomik doyum noktasına ulaşamamış, tabiri caizse bizim gibi olan ülkelerde, katı diktatörlüklere ve otoriter rejimlere dönüşüyor. Başkanlık Sistemini bu ülkede sadece sayın Cumhurbaşkanı istiyor. Kendi partisinin çoğunluğu, diğer muhalif partiler istemiyor. Önerilen yazılı bir sistem olmasa da, Cumhurbaşkanı’nın hayal ettiğinin Amerika’daki gibi bir sistem olmadığını, Asya, Latin Amerika, Afrika diktatörlüklere benzer bir sistem olduğunu öngörüyoruz. Diğer tarafta ise devam eden bir iç savaş, bölünme tehlikesi var. Bu zeminde Türkiye’de Başkanlık Sistemi iyi sonuçlar vermeyecektir. Temelde karşı değiliz ama, güncel olarak karşıyız.
Celal Doğan: Bu ülkede reformdan ne zaman bahsedilse korkarım. Yeni anayasa, yeni reformlar… mutlaka bir kazık gelecektir. Yeni deyip, bakın çok kısa zamanda Büyükşehir Belediye Kanunu’nda değişiklik yapacaklar. Verilen hakları geri alacaklar. Biz askeri vesayet derken, şimdi bir kişinin sivil vesayetinde yaşıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız, dünya 5’ten büyüktür diyor hep. Doğru ama sanki yeni keşfedilmiş gibi söylüyor. Sayın Erdal İnönü’de bu yapıyı eleştirmişti. Hukuk fakültesi 2. Sınıfta, bu konseyin yanlış olduğunu BM’nin yapısının değişmesi gerektiği bilirler. Ama Türkiye 1’den büyüktür olamadı bir türlü. Türkiye’yi 1’den büyük yapabilecek misiniz? Bence şu anda Türkiye’den 1’den büyük değil, 1’den fersah fersah küçük. Vatandaş düşünsün, neden böyleyiz? Parlamenter demokrasinin hazzını yaşamadınız. Çünkü genel başkanlar partiyi malı kabul ederler. Seçim Kanunu da buna müsait. Bu hazzı yaşamadığımız için, bu sistem kötüdür, bir an önce Başkanlık Sistemi’ne geçelim diyorlar. Benim anlayışım, bizim kıblemiz demokrasidir. Herkes eteğindeki taşları döksün, Başkanlık Sistemi, parlamenter sistem, getirin tartışalım, buradan demokratik bir şey çıkarabilir miyiz? Tartışmaktan korkmam, çünkü aldığım abdestten şüphem yok. Ama ülkenin diktatöryal bir rejime gidecek eğilimine karşıyız.