YER : SAİT TANIŞ KÜLTÜR MERKEZİ
TARİH :06 / 02/ 2015
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1/ Feta Girişimi – Menderes Daşkıran
2/ Sakarya Fikir Kulübü – Şadi Tanış
3/ Demokrasi ve Gelişim Platformu – Remzi Cinemre, Ali Örer
4/
5/
MESLEK ODALARI
1/ İMO Sakarya Şubesi – Hüsnü Gürpınar
2/ Sakarya Barosu – Zafer Kazan, Özgür Kınalı
SENDİKALAR
1 / Eğitim İlke-Sen, Beytullah Önce
2/
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1/ Veysel Saka
2/ Şaban Günel
3/ Ömer Yaşar
GÖZLEMCİLER
1/ Sakarya Dayanışma Derneği – Muharrem Demircan
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1/ Yok
PARTİ
1/ Yok
BELEDİYE BAŞKANLARI
1/ Yok
MESAJ YOLLAYANLAR
1/ Yok
DİĞER KATILIMCILAR
1/
2/
3/
MEDYA
1/ Yok
GENEL GÜNDEM: "İslam ve Terör, Avrupa'da yükselen İslamofobi"
GÜNDEM MADDELERİNİN GÖRÜŞÜLMESİ
I. OTURUM
ŞABAN GÜNEL: Uygarlık tarihine bakılınca, yüzeysel de olsa, uygarlık götürme savaşları var ama bu dönemki savaşların buna uymadığını görüyoruz. Demokrasiyi götürme adına yapılan savaşların da demokrasiyi götürmek için olmadığını biliyoruz. Hayata dönüş operasyonu yapıldı bu ülkede, sonuçlarını biliyoruz. Yani birileri adını öyle koyuyor diye, onu kabul etmemiz gerekiyor.
Ben uygarlık tarihi boyunca dinler, mezhepler adına savaş yapıldığını düşünmüyorum. insanları ölüme götürmek için çeşitli motivasyon unsurları arıyorlar, buluyorlar da… Bugün de Müslümanlıkla motive edebilirler ama kimse bunun için doğrudan ölüme gitmiyordur…
Ben, asıl sorunun dünya nimetlerinin doğru paylaşılmadığından kaynaklandığını düşünüyorum. Biz de mesela, kapitalizmin saldırısını Hristiyanlığın, Yahudiliğin saldırısı olarak öğrendik… Yani bizi savaştırmak için bu şekilde motive ediyorlar.
VEYSEL SAKA: Burada, ABD’nin uyguladığı bir şey var. Zararlı haşereye karşı başka bir haşere oluşturuyor, yani haşereyi yiyecek bir haşere oluşturuyor. Mesela DAEŞ, Irak’ta Haşimi’yi yemek için oluşturuldu… Ama bizim bu konudaki dilimizin, egemenlerin diliyle kirlenmiş bir dil. Kendi dilimizi oluşturmamız gerekiyor.
DAEŞ, mazlum halkların meşru taleplerinden filizlenen direnişleri çürütmüş bir örgüt olduğu ortada. DAEŞ, dünyanın her yerindeki Müslümanlara karşı dinamiklerin harekete geçmesine de yol açıyor. İnsanlar her şeye rağmen akın akın bu örgütlere katılıyorsa, bunun bir sosyolojisi olduğunu da görmek gerekiyor. Kendi ülkemizde de bunun altyapısı olduğuna dair veriler var… Bu insanların nerden çıktığını, ABD’de ikiz kulelere saldıracak kadar güçlendiğini de görüyoruz, peki bu aklı kim örgütlüyor? Tabi bu tartışmayı İslam üzerinden yürütmek de doğru olmayabilir.
Mesela Charlie Hedbo saldırısı sonrası yürüyüşe katılan ulus-devletlerin yöneticilerine bakalım, onlar, aslında bu terörün kaynağı değiller mi? Bunun için bizim öncelikle kendi dilimizi geliştirmeli; varsılların, ulus-devletlerin dünyasında yeni bir şey yapmalıyız, var olan terörün ana kaynağı olan devlet yapılarını
AHMET HASANOĞLU: İslamofobi diye bir şeye inanmıyorum. Asıl olan çıkarlar, menfaatler dünyasındaki rekabettir. Birileri bir oyun kuruyor ve bizim de bunu oynamamızı bekliyorlar. Şimdi duruma bakalım; TSK’nın 700 bin askeri var, Irak’ın ordusu var. Peki oyun kurucular müsaade etmeseydi, bu güçlerin arasında, Irak’ta IŞİD gibi bir grubun ortaya çıkması mümkün müydü? Bir takım gruplar çıkıyor, işte El Kaide, Taliban filan ve bunlar da gidip İkiz Kuleleri vuruyorlar, bir yerleri yıkıyorlar öyle mi? Ben buna inanmıyorum.
Bir takım güçler var, bunun içinde İsrail’in olduğunu da düşünüyorum. Bunlar kendi çıkarları için bir oyun kuruyor ve bizim de buna inanmamızı istiyorlar. Tüm bunların bizim üzerimizde oynanan bazı oyunlar olduğu kanaatindeyim, İslamofobiyle ilgisi olduğunu da düşünmüyorum.
MENDERES DAŞKIRAN: Tüm dinler, buna Budizm, Şamanizm de dahil, insanları olgun bir ahlaka çağırır. Kıyaslama değil de müntesipleri üzerinden gittiğimizde, İslam’ın insan aklının ve duygularının ötesinde ahlaki bir çağrı yaptığını görüyoruz. Müslüman topluluklar arasında böylesine vahşeti uygulayan gruplar çıkmış mıdır? Oldukça zor… Taliban’dan bahsediliyor. Bu topraklar üzerinde gayrı Müslimler üzerindeki tapınaklar muhafaza edilmiş ama şimdi Taliban diye bir grup çıkıyor ve tüm bu tapınakları yıkıyor. Demek ki Müslümanların kendi gündemleri üzerinden şekillenmiş bir durum söz konusu değil…
Bir de dinin kutsallarına sövmekle ilgili bir gündem var… İslam’da bu tür hakaretleri yapanlara karşı açık bir emir yoktur, daha çok bu tür davranışların toplumun kendi arasındaki usüllerle, nasihat, tenkit vs. asgariye indirildiğini biliriz ama o kadar. Ama şimdi birileri çıkıp, Müslümanların sinir uçlarına dokunuluyor ve bunlara karşı da başka birilerini harekete geçiriyor…
Bakın, Franz Fanon’un Yeryüzü Lanetlileri’nde, terör denilenin her neyse, batının İslam topraklarında geçmişte nasıl uyguladığını anlatıyor. Bugünküler bunun bir nevi paranoyaya dönüştürülmesinin bir sonucu. Bunu mazaret olarak ileri sürmüyorum ama bunun bir sonuç olduğunu da görmemiz gerekiyor.
ÖMER YAŞAR: İslamofobi üzerine söylenenlerin çoğuna katılmamak mümkün değil. Üzerinde özellikle durduğum, gazetecilik mesleğim dolayısıyla da daha yakından gördüğüm bir şey varsa, o da dünyadaki olayların, olan bitenlerin küresel emperyalizmin uygulamalarından başka bir şey olmadığıdır. Bunları yaparken de kitle iletişim araç-gereçlerini iyi kullanırlar.
Okuduğumuz her haberin aslında bu açıdan çok önemi vardır. Biz, bugün hangi haberlere inanıp, hangisine inanmamız gerektiğini de onlar gösteriyor. Şimdi bu örgütlerin gerçekleştirdiğini söyledikleri bazı olaylar var; benim bunlara inanasım gelmiyor… Toplu iletişim araçlarının kimin elinde olduğu sorusu bu açıdan önemli. Sadece dünya iletişim araçları açısından değil, yerel gazeteler açısından da bu konu böyle… O halde küresel emperyalizmin oyunlarını bozmak adına, bu tür algılama operasyonlarına dur diyelim.
ÖZCAN ÇANDAR: Üstün Dökmen’in bir sözü var, “herkesin din dersinin 5 olduğu yerde, bu kadar hırsızın ne işi var,” önce bunu hatırlatıyorum. Dünya genelinde İslam’ın terörle anılmasından esef duyuyorum, utanç duyuyorum. IŞİD, dibine kadar bir terör örgütüdür. Terörün de dini, imanı olmaz; bunu hatırlatıyorum. Evrensel değerlere önem vermemiz gerekiyor.
Demokrasi, hürriyet, tam bağımsız yargı gibi değerleri egemen kıldığımızda bu tüm sorunlarımızı çözecektir. İslam’ın her gün konuşulduğu bir dönemdeyiz, eğer din her yerde konuşuluyorsa, burada bir sorun var demektir, demek ki konuşulduğu kadar yaşanmıyor demektir.
HÜSNÜ GÜRPINAR: Ben bu akşam açıkçası bilgilenmek adına geldim, gündemle ilgili söz söyleme yetkisini kendimde pek görmüyorum. Ama şu hususları vurgulayabilirim: Hiçbir insanın inancından dolayı katledilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Din üzerinden siyaset yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bir din yayılmak isteniyorsa, bu kafa keserek değil, yaşam tarzıyla örnek olarak insanların kazanılması şeklinde yayılması gerektiği kanaatindeyim.
ŞADİ TANIŞ: İslam adına yapıldığı söylenen terör olayları var, bir de bu terör olaylarıyla bir Müslüman kesimin diğer kesimlere karşı öcü olarak gösterildiği İslamofobi meselesi var. Bizim bir Müslüman olarak yapmamız gereken, her türlü adaletsizliğe ve şiddete karşı çıkmaktır, bu noktada “ama” dersek önüne geçme şansımız yok.
Bir de bu terör olaylarını, kim, nerde yapıyor diye bakarsak, geleceği olmayan yarınsız insanların olduğu yerlerde gerçekleştirildiğini görüyoruz, tabi bunlar batılı güçler tarafından da ciddi şekilde destekleniyor. Bu konularda, gündemin en önemli boyutunda Irak’ta, Suriye’de ve bu bölgede yaşadığımız savaşlar olduğunu düşünüyorum. Ama Müslümanların Müslümanları öldürdüğü bir mezhep savaşına doğru ilerlediğimizi de görüyorum, buralarda insanların hangi ruhla bunları yaptıklarını anlayabilmek için bölgeyi gezen, bölgeyi tanıyan insanlara kulak verilmesi gerektiği kanaatindeyim.
ALİ ÖRER: Hayata dönüş diye bir operasyon olmuştu bu ülkede, insanlar orada ölmüşlerdi. İslami terör de aynen bunun gibi, operasyonel güçlerin, çeşitli ülkelerin entelijansiyalarının olayları çeşitli şekillerde, kendi amaçları doğrultusunda isimlendirdiklerini ve buna uygun operasyonlar yürüttükleri düşünüyorum. Yoksa bizim dinimizin hiçbir şekilde bu tür olaylara izin vermediği kanaatindeyim. Batı toplumları kendi bayraklarından iç çamaşırı yapabiliyor, kendi peygamberleriyle alay edebiliyormuş, peki biz bu hoş görüyü gösteremez miymişiz?
Biz, hiçbir zaman ne onların bayraklarıyla ne de peygamberleriyle alay etmemiş insanlarız, onların da bizim kutsallarımıza saygı göstermeleri gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir zaman kutsallar, dalga konusu, alay konusu, hafife alma konusu olamazlar.
REMZİ CİNEMRE: Şimdi bu akşamki konu üç anabaşlık çerçevesinde oluşuyor, İslam, terör, İslamofobi. Ben bir ilahiyatçı değilim ama “İslam bir terör dini midir?, İslam teröre refere olur mu” sorularına hiçbir zaman olumlu yanıt veremem. Burada İslami öğretememe gibi bir sorunumuz olduğu kanaatindeyiz. Efendimiz a.s. bir savaşta, mancınıkla atılan taşların düşmana değil de sivillere gitmesini yasakladığını biliyoruz. Savaşta ölenlerin vücudunu paylaşmasını yasaklamıştır, İslam böyle bir şiar getirmiştir.
İslam dininde, karşıdaki insan, büyük bir varlık kabul edilir, hangi din ya da meşrepten olursa olsun bir değeri vardır. Biz, İslam’ı böyle anlatamadık. Bunun neticesinde de İslam, bütün dünyada terör dini gibi gösterildi. Oysa İslam’da kesinlikle terör dini değildir. Müslüman da terörist olamaz. Müslüman feraset sahibi olmalıdır, bir başkası plan yapıyorsa da, bir oyun hazırlıyorsa da, bunların dolduruşuna gelmemelidir. Attığı adımlara dikkat etmelidir.
Bakınız, ben Türk okulları sebebiyle Pakistan’a gittim iki kez, oradaki insanlardan bazılarının yöresel kıyafetlerini beğendiğim için birlikte fotoğraf çekilmek istedim, ama sırf sakalım yok diye önce çekilmek istemediler, onlar için ben kafirdim. Kelimeyi şehadet getirdim, yine inanmadılar. En son Hanefi olduğumu da söyleyince kabul edip, foto çekildiler. İslam’ın böyle öğretilmesi doğru değil, önce bunu düzeltmemiz gerekiyor.
ZAFER KAZAN: Söyleyeceklerim, hukuku referans alarak söyleyeceğim şeylerdir. Ben her fikrin, her düşüncenin özgürce ifade edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Eğer hakaret yoksa, her düşünce ifade edilebilir. Hakaret başlı başına bir şeydir. Her düşünce, her fikir eleştiri noktasında eleştiriye açık olmalıdır, din de bunun içindedir.
İslami gelenekte şöyle bir problem var: Bize oyun kuruyorlar, tuzak kuruyorlar, biz sürekli bir oyun içindeyiz. Devletlerarası ilişkiler karşılıklı ilişkiler üzerinden yürür. Satranç gibi. Eğer siz oyunu oynamayı bilmiyorsanız, kendi kaybınızı sürekli olarak karşınızdakinde arayamazsınız. Biz, başkalarının hakaretlerini görüyoruz, peki biz kendi çevremizde inanmayanlara hakaret etmiyor muyuz? Kendi içimizdeki problemi görmüyor muyuz? Esas problem, kendi içimizdedir.
Bakınız, Hz. Ali ile Hz. Ayşe Cemel vakasında niye karşı karşıya geldi? Hz. Ömer, Hz. Osman Müslümanlar eliyle katledilmedi mi? Demek ki Müslümanların içinde de şiddetten beslenen bir akım da var. IŞİD de, kendi dinamikleri içinde, yani halifeleri öldüren o kaynaklardan beslenen, motivasyonlarını buradan alan insanlardan ortaya çıkmıştır. ABD, İsrail bunlara yardım ediyor olabilir ama asıl motivasyon içeriden geliyor, bunu da görmemiz gerekiyor. Hiçbir şey insan, öldürmeye sebep değildir, bunun ‘aması’ yoktur. Dolayısıyla amasız bir şekilde bazı şeylere karşı çıkmamız gerekir.
Burada konuştuklarımız çözüm odaklı olmalıdır, bazı şeyleri görmemiz de bir sonuç ifade edecektir. Eğer insan öldürülmüşse, onun hakareti gölgede kalır, bu durumda onun hakareti gündemden düşer.
MUHARREM DEMİRCAN: İslamofobi kolay bir konu ama bunu oluşturan İslam, terör gibi kavramları konuşma o kadar kolay değil. IŞİD, Taliban, Boko Haram gündeme geldi, bunlar İslam dünyasındaki parçalı yapılardan, daha çok da Ehl-i Sünnet düşüncesinden gelen hareketler… Adamın biri Sudan’dan çıkıp, üzerindeki düzenekle Londra’da kendini patlatabiliyor. Geçen yıl da Suriye’den Türkiye’ye gelen bir kişi böyle bir düzenekle yakalanmıştı… Peki, insanlar bu karara nasıl geliyor? Yani bir insanın kendi kendini öldürmeye karar vermesi o kadar kolay bir karar da değil…
Acaba bu eylemlerin altında şöyle bir mesaj da var mıdır? “Ey İngiliz halkı, neden devletlerinizin Arap topraklarına, Müslüman topraklarına gitmesine, beni sömürmesine izin veriyorsunuz?” Bunu da sorgulamamız gerekiyor. Milletler, devletleriyle etle tırnak gibi iç içe geçmiş vaziyette ve devletlerinin neler yaptıklarını sorgulamıyor.
BEYTULLAH ÖNCE: Karşımızda teolojik, ilahiyat alanını ilgilendiren bir mesele yok, politik ve iktisadi bir mesele var, bunun felsefi, dini bir konuya dönüştürülmesi yanıltıcıdır. Charlie Hebdo dergisinin yaptığı karikatürlerin, içeriği itibariyle ne fikirle, ne de düşünceyle ne de bunların ifade edilmesiyle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bu saldırının hedefinin de ifade özgürlüğü olduğu kanaatinde değilim. Evet, ifade özgürlüğü gibi bir meselemiz var ama ifade özgürlüğünü bu saldırıdan hareketle tartışılmasını anlamlı bulmuyorum. Charlie Hebdo saldırısına bakarak İslam ve terör gibi başlıklar açılmasını da manipülasyondur. Bu başlıklar bizi şiddetin kaynağından uzaklaştırıp, sonuçları konuşmaya yönlendiriyor. Konuşuruz ama sonuç değişmez.
Şiddet, dinin değil insanın doğasındadır.Sevgi, barış da öyle. O halde insanları şiddete sevkeden ve onun barışçıl yönlerini ifsad eden siyasal ve kültürel sistemleri görmeden, özellikle son birkaç yüzyıldır kapitalist dünya sisteminin insanlığa karşı uyguladığı şiddeti sorgulamadan, tekil olaylara bakarak sonuç çıkaramayız…
Charlie Hebdo saldırısının kabul edilebilir ya da makul bulunabilir en ufak bir noktası yok. lakin, onları bu tür bir katliamın hedefi haline getiren süreçlerin doğru tahlil edilmemesinin, yaşadığımız şiddet döngüsünün kırılmasına yol açmadığı da aşikar.
Milyonlarca insanın sadece son on yıllık işgal, savaş ve kriz süreçlerinde en ağır travmaları yaşadığını yok sayıp, bu insanları neyin böylesine yozlaştırdığını ve gözü dönmüş bir caniliğe sürüklediğini atlayıp, evrensel bir batı normu gibi ifade özgürlüğünü tartışmaya açmak bana laf ebeliği yapmak gibi geliyor.
Müslümanların şiddetle ilgili bir sorunu varsa, bu tevhid ve adelet dininden değil, siyasal iktidarların, iktidar mücadelelerin ürettiği ortamlardan, sorunlardan kaynaklanır. Bu bağlamda Müslümanların ciddi, hem de çok ciddi özeleştiri yapmaları gerektiğinin farkındayım. Ama bunun için bir nebze soluklanmaya, barış ve esenliği solumaya ihtiyacımız var. Dünya sistemi siyasal, ekonomik ve askeri şiddetini soluklanmadan üstümüze boca ederken, sağlıklı bir düşünce ve eleştiri ortamı bulmamız ise mümkün değil..
II. OTURUM
YEREL GÜNDEMİN GÖRÜŞÜLMESİ
ZAFER KAZAN: Sakarya’da adliyeyle ilgili çarpıcı bir durum var. Sakarya adliye binası yeni yapıldığı söyleniyor, haliyle sakarya’da bir adliye binası ihtiyacı olduğunu söylemek yadırganıyor. Türkiye’nin her yerine adliye binası yapılırken, Sakarya’da bu ihtiyacı karşılayan bir bina yapılmadı. Yapılan resmi daireler kampüsüydü ve adliye de son anda oraya dahil edildi. Oysa Sakarya’nın adliye binası ihtiyacı eskiden beri süregeliyordu. Bir önceki binada, krişleri kesilen koridorlar bölünerek yer ihtiyacı karşılanmaya çalışıldığı için de o bina depremde yıkıldı. Depremden sonra derme çatma bir binada insanlar adalet aradılar. Ama inanın o bina bile şimdikinden daha iyiydi. Kısaca, Sakarya 1998 yılından beri şehrine bir adliye yapılmasını bekliyor.
Türkiye’de adliyesi yıkılan tek il Sakarya, ama adliye yapılmayan tek il de Sakarya. Hükümet’in böyle bir siyasi iradesi de yok, o halde bu bina niye yapılmıyor, bunun cevabı yok. Yeni bir hakim gelmiş adliyeye, avukatlara ayrılan küçük bir oda var, oranın yeni hakime tahsis edilmesi isteniyor. Koridorlara gelin, adliyeyi gezin, nasıl yeni odalar açılmaya çalışılıyor, bunun için neler yapılıyor bir bakın, o zaman bu neden bir sorun, daha iyi anlaşılır. Eğer bir dava dolayısıyla hakimin önüne düşerseniz, onun önünde yığılan dosyaları ve o hakimin o dosyaları bitirmek için nasıl acele ettiğini de görürsünüz, o zaman yeni mahkeme açılamadığı için verilen acele kararların nelere yol açabileceğini de bizzat yaşayabilirsiniz.
Sakarya’da hiçbir şeyin yeri doğru değil. Bölge adliye mahkemesi, orada olmamalıydı. Sekiz ilden gelecek davalıları, o trafiğin içine sokmak, sorunu iyice büyütür. Peki adliye binası doğru yerde mi? Sırf bir yerleşim bölgesi hareketlensin diye, oraya adliye taşınır mı? Asli unsurlar olmadan, insanların oraya gelmesini beklemek doğru değil. Gece geç saatlerde biten duruşmalar var, düşünün oraya giden insanlar o saatte oradan dönme konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor.
Orası şu an adalet sarayı değil, aslında adalet kümesi. Biz, profesyonelce, her şartta işimizi yaparız ama adalet, hepimizi etkileyen bir şeyse, buna hep birlikte sahip çıkmalıyız. O bizden ziyade halkın bir ihtiyacı. Bizim kendi binamız var zaten. O yüzden “bir gün oraya düşersem” diye düşünüp, hep birlikte hareket etmeliyiz.
Maalesef bizim avukat vekillerimiz, yani adalet teşkilatından çıkan vekillerimiz dahi bu soruna sahip çıkmadı. Yöneticilerimize, vekillerimize bu konuda baskı yapmalı, soruna sahip çıkmalıyız. Yoksa yeni bir bina yapılmadan, dilerim yolunuz adliyeye düşmez, o zaman başında binlerce dosyayla bekleyen hâkimin karşısına tanık diye gelip, sanık diye çıkmanız da işten bile değil.
Nasıl, hasta olmasak da hastanenin olmasını, iyi şartlarda olmasını istiyorsak, aynı şeyi mahkemeler için de istemeliyiz, çünkü oradaki adalet hepimizin hayatını etkiliyor. Sivil toplum kuruluşları şehrin sorunlarına daha çok sahip çıkmalı. Sorunları birlikte ortaya koymalı. Eylemsel çözüm arayan bir irade, hepimizin bünyesinde şekillenmeli.
ŞADİ TANIŞ: Başkanımız bu konuda meramını çok iyi anlattı, buna kimsenin itirazı yok. Ama o dönem, o bina yapılırken sizin meslektaşlarınız buna karşı çıkmadı. O binanın tamamı adliye olsa, yine yetersiz, bunu biliyoruz. Geçen gün bir arkadaşı götürdüm, araba bırakacak yer bulamadık. Adliye için uygun bir yer bulunması gerektiği kanaatindeyim.
HÜSNÜ GÜRPINAR: Yasamayla, yürütmenin ayrı olması gerektiğini biliyoruz ama biz bunu fiziki olarak da sağlayamadığımız ortada. Bir de bizde şöyle bir sıkıntı var, başımıza gelmiyorsa, o problemi kendi problemimiz olarak görmüyoruz. Oysa gece yarılarına kadar devam eden davalar olduğunu düşünürsek, baronun ulaşılabilir bir yerde ve fiziki yeterliliğe sahip olması gerekiyor. Mesela ben Şeker Fabrikası ile stadın bulunduğu o geniş arazinin, kamu adına tescil edilerek, valilik, adliye ve hatta simge camisiyle orada merkezi bir hal alabilmesi sağlanabilseydi. Bu olmadığı gibi, şimdi TOKİ, stad arazisini toplu konut arazisine çevirmeye çalıştı. İlk aşamada yürütme durduruldu ama yerel yönetim, o araziyi yeni planda da konut ve ticaret alanı olarak gösteriyor. Biz buna itiraz ediyoruz ama şimdi yeni bir yasayla, bizim idarenin kararlarını yargıya taşımamızın da önü kesilmek isteniyor. Haliyle vatandaşın kendi sorunları için sesini çıkarması gerekiyor. Sakarya, her ne hikmetse, vurdumduymaz bir toplum oldu, çıktı. Sivil toplum da, meslek odaları da, ortaya bir fikir atıyor ama biz, fikre değil ortaya atana bakarak bir tepki veriyoruz. Yani farklı fikirler zenginlik olarak görülüp, sahiplenilmiyor.
ÖZCAN ÇANDAR: Çok kısa bir katkı yapayım: Burası deprem bölgesi, zemin, toprak oynak.. Ama toprağın üstendekiler çok daha oynak. Onun için bu tür meseleler gündeme gelmiyor!
REMZİ CİNEMRE: En başta, vatandaşların çok sıklıkla gittikleri o adliyenin şehir merkezine yapılması taraftarıyım. Geniş olmalı, yüzeysel olarak yayılmalı. Adliyeye gelen vatandaşların yaşadığı sıkıntıları o binada çalışırken yakından gördüm. Bir önceki valinin de o binanın orada olmasından yakındığını ve bakanlıktan şehir içinde bir yer istediğini de bir sohbet ortamında kendisinden dinlemiştim. Devlet kurumlarının ta orada yapılması er kişinin aklı değil. Şimdi, orada başka boş binalar da var ve onlar da meslek yüksek okulu yapacaklar. Bu olursa, o kadar öğrenci orada nerde kalacak, nasıl gidiş-dönüş yapacaklar, belli değil. Oysa bu tür kararlarda, vatandaşın durumuna bakılmalıdır.
VEYSEL SAKA: Hep topu, sivil topluma atıyoruz ama bizim de burada ne yapabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Yani sorunu sadece burada tartışmak yetmez, vatandaşın da bu konuda bilgilenmesi için bir şey yapamaz mıyız? Küçük Meclis’in formatında bunun olmadığını biliyorum ama biz, buraya temsilen geldiğimiz sivil toplum kuruluşlarını harekete geçirebilir, plana, projeye dönüştürerek, Sakarya kamuoyunda bir baskı oluşturabiliriz.
AHMET HASANOĞLU: Bu konunun önce yatırım takvimine girmesi gerekiyor. Eğer bu takvime bağlandıysa, o zaman iş siyasi iradededir.
ÖNERİLER
2. oturumda, Sakarya Barosu başkanı Av. Zafer Kazan tarafından teklif edilen ve yerel gündem maddesi olarak tartışılan “Sakarya’nın Mahkeme Binası ihtiyacı”nın, diğer katılımcılar tarafından kendi sivil inisiyatiflerinde gündeme alınması teklif edildi.
ORTAK SONUÇ
Ortak bir sonuç çıkarılmadı.
DEĞERLENDİRME
Sakarya küçük Millet Meclisi şubat ayı toplantısı iki oturum halinde gerçekleştirildi. İlk oturumda genel gündem maddesi olarak "İslam ve Terör, Avrupa'da yükselen İslamofobi" konusu tartışıldı. İkinci oturumun gündem maddesi ise yerel bir sorun olan “Sakarya’nın Mahkeme Binası ihtiyacı” idi. İlk oturumda, konuşmacıların düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda farklı eğilimleri olsa da, ortak bir tutum olarak Charlie Hebdo saldırısına kesin bir şekilde karşı çıktıkları gözlemlendi. Kimi konuşmacılar, meseleyi siyasal ve iktisadi bir soun olarak görüp değerlendirirken, kimi konuşmacılar ise din-şiddet ilişkisi bağlamında değerlendirmelerde bulundular. Terör ve terörle mücadele söylemlerinin dünya sistemine yön veren egemen güçlerin kendi planlarını kolaylaştırmaktan başka bir sonuç vermediği düşüncesini ileri süren konuşmacıların, İslamofobi tartışmalarına da bu bağlamda çekinceli yaklaştılar. Meseleyi din-şiddet bağlamında değerlendirenler ise, İslam tarihi boyunca Müslümanlar arasındaki çatışmalara dikkat çekerek, bu konuda daha sağlıklı değerlendirmelere olan ihtiyaca vurgu yaptılar.
İkinci oturumda ise Sakarya Barosu Başkanı Av. Zafer Kazan, Sakarya’daki mahkeme binası ihtiyacını detaylı bir şekilde anlattıktan sonra, diğer katılımcılar da sorunun kendilerinin bildiğinden daha detaylı ve önemli olduğunu ifade ederek, bu ihtiyacın karşılanması gerektiği yönünde kanaatlerini ifade ettiler.
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
Birçok sivil toplum örgütüne duyuru yapıldı. E- mail, mesaj ve telefon ile ulaşıldı. Bazılarına doğrudan ziyaretlerde bulunuldu ve davet edildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Sakarya Milletvekilleri Hasan Ali Çelik- Ayşenur İslam- Ali İhsan Yavuz- Ayhan Sefer Üstün- Münir Kutluata- Engin Özkoç ile hem mesaj hem de e-mail yoluyla iletişime geçildi ve kendilerine davette bulunuldu.
MEDYA İLE
Sakarya ilinde faaliyet göstermekte olan ulusal basın temsilcileri ve yerel basın mensupları e-mail aracılığıyla davet edildi.
KATILIMCILARLA
Tüm katılımcılara, daha önce verdikleri iletişim bilgilerine dayanarak kısa mesaj ve e-mail aracılığıyla davet gönderildi. Bazı katılımcılarla ise yüz yüze görüşmeler yapılarak davette bulunuldu.
SONUÇLAR
Sakarya küçük Millet Meclisi, şubat ayında düzenlenen oturum ile çalışmalarına devam etmiş oldu.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Beytullah Önce