YER: Kızıltepe sanayi Ticaret odası toplantı salonu
TARİH: 08.02.2015
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1/ / M.Diyadin SEYDAOGULLARI emleksılar der.bş
2/İbrahim KORHAN zahireciler dernek başkanı
3/ İbrahim Kılıçaslan iş adamı.
4/ Fethullah Karaca Kızıltepe Toplumsal Gelişim Dernek Bşk.
5/ Hamit Karaca Kızıltepe engelliler gücü Drn.Bşk
6/ Kasım Buğurcu KDP.Kür Demokratlar platformu K.tepe Bşk.
7/Cebrail Bülbül Öncü Çiftçiler dernek bşk.
8/ Hakan ÇAKAR ÇEV-GÖN
9/Menduh ÇAKAR ÇEV-GÖN der.bş
10/M.Burhan HEDBİ OHAK-DER bş
11/Şehmus TAŞKIN CHP ilçe bş.yrd
12/Eyüp KALKAN CHP.bşk.
13/Sevgi YİĞİT Kişisel Gelişim der.bş
14/Adnan KORHAN Anadolu alans
15/Mehmet ASLAN İlçe haber
16/Cebrabil BÜLBÜL M.T.D.F
17/Gökhan YILDIZ meb ÖĞRETMEN
17/Hüseyin ÇİN M.T.D.F
18/M.Ecan ESİN M.T.D.F
19/Murat ELBAN Mardin arena gazetesi
20/Hıdır İNAL CHP ARTUKLU bş
21/Ali yılmaz
22/Fazıl İNAL
23/M.Nur KALKAN M.T.D.F
24/Mahmut KILIÇ HUDA-PAR
25/Adullah KAVAN İRFAN-DER
26/Adnan göksel İŞ-KUR
27/Ferhat AKDAĞ iş adamı
28/Hidayet OGUZ valilik yatırım izleme mud.
29/Cemil AYDOGAN MEZOPOTAMYA GAZ.CEMİYET bş
30/Mithat KOPTEKİN AK PARTİ
31/K.Erdinç ÇELEBİOĞLU AK PARTİ
32/Halil YAMAK AK PARTİ GENÇLİK KOL.BŞ
33/İslam KİP Mardin türk.gençlik kulubu bş
34/Selman DÖNDER AK PARTİ İL GENÇLİK
35/Fatih SİNCAR AK PARTİ İL GENÇLİK
36/Osman GİREL AK PARTİ İL GENÇLİK
37/Hasan EMOL AK PARTİ İL GENÇLİK
38/Halil AKDAĞ AK PARTİ İL GENÇLİK
39/Yusuf AKDAĞ AK PARTİ İL GENÇLİK
40/A.Gafur AKDAĞ AK PARTİ İL GENÇLİK
41/Hüseyin AKDAĞ AK PARTİ İL GENÇLİK
42/Abdullah AKDAĞ AK PARTİ İL GENÇLİK
MESLEK ODALARI
YOK
SENDİKALAR
Yok
KANAAT ÖNDERİ VE AKADAMİSYANLAR
Yok
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
AK PARTİ MİLLET VEKLİ A.RAHİM AKDAĞ
BELEDİYE BAŞKANLARI
YOK
MESAJ YOLLAYANLAR
YOK.
GÖZLEMCİLER
İZLEYİCİLER
MEDYA
1/Adnan Koçhan Anadolu Ajansı Kızıltepe Ttemsilcisi
2/ Mehmet Aslan İlke haber ajansı
3/Yusuf Çakar Kızıltepe Gündem
MODERATÖR
Av.Abdullah DÜZGÜN
KONULAR
GENEL KONU: İslam adına yapılan terör eylemleri ve avrupada yükselen ilamfobi
YEREL KONU:
KONUŞULANLAR
1-SEVGİ YİĞİT:
Ortada çok büyük bir oyun var. Gündemde ve haberlerde ne zaman İslam’ı provoke eden bir olay olsa televizyonlar o haberlerle dolup taşar. Mesela şu Fransa’daki karikatür olayını ele alalım eğer biraz detaylı düşünecek olursak ne zaman ki Müslüman birkaç vatandaş orayı basıp can aldılar o zaman tüm dünyanın gündemi Müslümanların yaptığı hareketi kınamayla ilgili haberlerle dolup taştı yanlış anlamayın bu hareketi onaylamıyorum sadece burada biraz dikkatinizi çekmek istiyorum. Neden tüm bu olayların başına yani o karikatürlerin yayınlandığı ve Müslümanlıkla alay edildiği zamana dönmüyoruz neden o zaman dünyanın gündemi onların yaptığı hareketi kınamak olmadı neden Müslümanlar orayı bastıklarında gündem Müslümanların hatasını tüm televizyon kanalarında haykıra haykıra söyleyen insanlarla dolup taştı ama oysaki önceden uyarılmıştılar ama hayır Müslümanlar can aldı!!, Müslümanlar acımasız!!, Müslümanlar cani!! neden dinimizi koruduğumuz ve dinimiz için canımızı hiçe saydığımız için mi !?. Yada bir diğer olayı ele alalım IŞİD mesela sözde Müslüman örgütü. Müslüman örgütü diye tanımlandırdıkları örgüt. Müslümanlık adı altına Müslümanları kötü,vahşi,insanlıktan nasibini almamammış ve dinlerinin yalan olduğunu insanların beynine sempoze etmek için biçilmiş kaftan ne zaman IŞİD bir kafa kese sorumlusu Müslüman halkı gibi bir durum oluşuyor.Boş versene bunların doğru olmadığını hepimiz biliyoruz ama halkımız bazı şeyleri çok çabuk unutabiliyorlar yani balık beyinli olmakta direniyorlar neden gözlerinizi açıp bu yalanlara net bir gözle bakmaya çalışmıyorsunuz ki biraz daha derine inecek olursak yakın çağın insanlarını islam fobiyi bir yaşantıya doğru empoze ediyorlar yani İslam fobiyi bir dünya yaratmaya çalışıyorlar sizce gözlerimizi açmamızın vakti gelmedimi!! Sizce de İslam fobiyi yıkmanın vakti gelmedi mi!!Sizce bir dur demenin vakti gelmedi mi!!?
2- Abdullah KAVAN ( Kızıltepe İRFAN DER)
İslamofobi üzerinden yapılan derin hesaplar
Yıllardır körüklenen İslami Fobya, son yaşanılan Charlie Hebdo olayıyla zirve yapmış bir durumda. Bu ilk olmadığı gibi son olacak gibide gözükmüyor. Zira bunun üzerinden büyük hesaplar ve rantların döndüğünü artık herkes görebiliyor.11 Eylül saldırısıyla yıllardır gündemde olan İslamofobi hadisesi yakın zamanda Nijerya’daki Boko Haram üzerinden yaydırılmaya çalışıldığını gördük. IŞİD üzerinden küresel ve yöresel bir İslam karşıtlığı ve “İslam=Terör” tezini yaymaya çalışan toplum mühendislerini biliyoruz. Charlie Hebdo eyleminde batının ikiyüzlülüğünü bir kez daha gördük ve şahit olduk. Yıllarca İslam coğrafyasında, özelliklede Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki katliam ve zulümleri görmeyen Emperyalist devletler, konu Paris olunca en üst perdeden bunu dillendirdiler. 50 den fazla lideri Paris’te toplayarak tüm dünyaya mesaj verdiler. Oysa dört yılı aşkın bir zamandır Suriye’de ölen 250 bini aşkın insanın ölümü onlar için bir anlam ifade etmiyordu. Yine Mısır’da darbeyle devrilen Muhammet Mursi’nin yerine gelen “Sisi” bir saate katlettiği binlerce “İhvan” mensuplarının feryatlarını sadece kınamakla geçiştirebiliyorlardı. Charlie Hebdo eylemine karşı gösterilen büyük tepki batının “demokrasi” “insan hakları” ve “eşitlik” kavramlarının sadece kendileri için geçerli olduğu ve iki yüzlülüklerinin tescili olmuştur. İslamofobi’yı üç ölçekten değerlendirebiliriz. Avrupa ayağı, Ortadoğu ayağı ve yerel bölgesel ayağı:
1-Avrupa ayağı; Avrupa, hem Ekonomik hem de sosyal hayat açısından iyi bir noktada görünmüyor. Bir zamanlar Avrupalıların, Osmanlının son dönemlerinde “hasta adam” tabirini kullandıkları gibi bugünde Avrupa hasta adam konumundadır. Bugünlerde Başbakan Davutoğlu’nun, Avrupa hakkında kullandığı “hasta adam” tabiri tesadüf kullanılmış bir değim değil önemli bir tespittir. Tam bu noktada Avrupa ülkelerinde İslam’la tanışan genç nesillerin buna yönelmesi yönetimleri ciddi bazı hesaplara yöneltmektedir. Manevi açlık içerisinde olan Avrupa insanlarının aziz İslam dinine yönelmeleri ciddi bir rahatsızlıktır onlar için. İstatistikler de ortalama her gün 5 kişinin İslam’ı kabul ettiği bir Avrupa’nın İslamofobi’yı yaygınlaştırması veya buna sessiz kalması masumane değildir. Bununla birlikte ekonomik çöküntü içerisinde olan Avrupa’nın İslam coğrafyasındaki yer üstü ve yer altı kaynaklarına göz dikme ve işgaller yaparken; Avrupa topluluğunun tepkisini kırmak adına “haklıyız algısı” operasyonlarıyla gerçekleştirmekteler. Nitekim 11 Eylül saldırısı sonucu başta Afganistan olmak üzere birçok İslam beldesi işgal edilmiş ve bu kaynakların kendilerine akıtılmasına vesile olmuştur. Yine Boko Haram üzerinden Nijerya’ya girilmiş, Afrika ülkelerinin en zengin yer altı kaynaklarına sahiplik eden ülkeyi işgal etme harekâtıdır. Bu tür işgaller yapılırken kendi topluluklarından ve dünya halklarından tepki görmemek adına birkaç olay üzerinden İslamofobi’yi öne çıkarırlar.
2-Ortadoğu ayağı; şüphesiz Ortadoğu’nun bir araya gelmesi batılıların ekmek teknelerinin yok olmasıdır. Bunun için birbiriyle savaş halinde olmaları onlar için bulunmaz bir fırsattır. Malikinin politikaları sonucu büyüyen IŞİD’in ortaya çıkması onlar için bulunmaz bir fırsattır. Bu yapının onlar tarafından çıkarılıp çıkarılmadığı pek önemli değildir. Oluşan tablodan, sonuna kadar istifade etmek isterler. Ne kadar oluşum, o kadar neticedir onlar için. Müslümanlar, kendi aralarında bunların metotlarını tartışırken onlara taraf olan ve olmayan devletler ortaya çıkar. Batı devletleri için bu parçalanmayı körükleyecek ve gerektirecek her kesim ve devlet dahi kurban verilebilir. Bunun için ne kadar ekonomik yardım gerekiyorsa bu yapılır. Gerektiğinde devletlerarası koalisyon bile yapılır. Nitekim IŞİD bahane edilerek Ortadoğu’nun yıkımı için bir araya gelen koalisyon güçleri… Neticede Ortadoğu’da devletlerin bir araya gelmemesi için “mezhep” silahı ve değişik versiyonlarla bir çatışmanın olması gerekir. Bu alanlara müdahale için belirlenen bir düşman olması gerekir ve herkesin “ortak düşmanı” yaratmaları gerekir. Bunun içinde elinde bulundurduğu medya lobisi gücünü kullanarak bir sonuca varmak isterler. Bugünlerde Ortadoğu’da bunu IŞİD üzerinden yapmaktadır. Oysa IŞİD’in elindeki silahların kime ait olduğunu herkes biliyor.
3-Yerel bölgesel ayağı; İslamofobi’nın Avrupa’da olması bir nebze olsa anlaşılabilir. Ancak halkaları % 99 Müslüman olan Türkiye’de bunların sancısını çekmek gariptir. Kobani üzerinden Türkiye’de özelliklede doğu ve Güneydoğuda olan İslami kesimlerin bundan zarar görmeleri dikkat çekiciydi. Bir duygu patlamasını yaratmak adına Kobani’yi kurban seçtiler. Türkiye’deki Kürtlerle duygu bağını yaşayan bölgenin insanlarını galeyana getirmek adına “IŞİD algısı” tezini çok kullandılar. 6-8 Ekim olaylarında bölge halkı büyük zarar görürken İslami gurup ve cemaatler hedef tahtasındaydı. Kızıltepe’de yaşadığımız için biliyoruz ki iki kişinin ve yerli olmadıkları halde sakallarından dolayı katledildiler. Bu İslamofobi’nin en büyük sonuçlarından birisidir. Koban’i üzerinden sanki “Kürt-İslam” çatışması var algısını oluşturmak için her yolu ve propagandayı yaptılar. Maalesef bunu neticesinde Kürtlerin vazgeçemediği veya en değerli buldukları âlimlere düşmanlık besleyen bir nesil doğurdular. Sakalarından, sarıklarından veya İslami kıyafetinden dolayı saldırıya maruz kalan bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Bu proje yıllardır yapılan çalışmalar sonucu doğmuştur. IŞİD üzerinden tüm İslami gurup ve cemaatleri töhmet altında bırakma ve onları Kürt toplumunun bilinçaltında düşman gösterme harekâtıdır. İleride muhtemel olabilecek bir Kürdistan devletinin İslam la barışık olmaması projesidir. Yerel İslamofobi’nin sonucundan en çok etkilenen kesimlerin başında İslami guruplardır.
Sonuç olarak; küresel güçler İslam’la birçok hesap peşindeler. Eğer böyle hesaplar peşinde koşmasalardı çok farklı neticelerle karşılaşabilirlerdi. Örneğin, Suriye iç savaşından önceki Ortadoğu devletlerine bir göz atın… “Sıfır problem” parolasıyla yola çıkan Türkiye çok kısa bir zamanda yıldızı parladı. Sınırlar kaldırıldı. Siyasi ve ekonomik birçok anlaşmaya imza atıldı. Birbirine yaklaşan ve ısınan Ortadoğu’daki Müslüman devletler batılıları çok endişelendirdi. Bir süper güç yolunda olan Türkiye, İran, Mısır ve Irak’ın bir araya gelmemesi için bir hamle lazımdı. Ve aradıkları malzemeyi Suriye üzerinden yakalarken Mısır’a darbe hamlesi geliyordu. Suriye politikasında, Türkiye ve İran ayrı düşerken Ortadoğu’daki devletlerin tüm dengesini bozdu. Bunun içinde Suriye’deki savaş bitmemeliydi ve bu savaşın devamı için her yolu denediler. Bu güçlerin birleşmemesi adına bazen 11 Eylül, bazen Boko Haram bazen IŞİD gibi oluşan tablolarla Müslüman gurupları birbirlerine düşürürken; kendi işgallerini haklı bir pozisyonuna oturtma çabaları içindeler…
Abdullah KAVAN ( Kızıltepe İRFAN DER)
(Not: Fikirleri önemsediğiniz için ayrıca teşekkür ederim)
3- OHAK-DER YK Başkanı MB. Hedbi
MkMM; Mardin küçük Millet Meclisi, şubat ayı toplantısındaki İslamofobiya ve DAİŞ konusundaki sunumum!
1) DAIŞ, Şengal ve Rojava Üzerine Bir Analiz.
Bir olay vuku bulduğunda olayı çözmek ve anlamak için kimin yaptığını bilmekten ziyade kimin işine yaradığını bilmek önemli ve gereklidir.
Bana göre DAIŞ’ın eliyle Rojava ve Şengal'de yapılmak istenen iki şey vardır.
Birincisi: Müslümanları bir birine düşürerek aralarına nifak ve kin tohumunu ekip, birinin diğerine yapılanlara üzülmesini ve yardımına koşmasını engellemek! Bu yapılanlar yüzünden DAIŞ’ın şahsında Müslümanları ve dolayısıyla İslamı hem kendi kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda itibarsızlaştırmak ve bu itibarsızlaştırma üzerinden islamofobiyi körüklemek.
İkincisi: Başta ABD olmak üzere küresel ve emperyal güçlerin elinde kalan ve eskiyen silahların satılarak elden çıkarılması gerekiyordu… Bunun için de aynı merkez düğmeye basarak kaos ve kargaşayı başlattı. Ve silah satışı resmen doğrulandı.
Ey küresel ve emperyal güçler, elde etmeyi arzu ettiğiniz maddi kazanç, iktidar ve gücü aldınız! Peki, ama Şengal dağlarında susuzluktan ölen çocuklar, Şengal ve Rojavada gerçekleştirdiğiniz tüm bu ölüm, trajedi ve yaşanılanlar, elde ettiklerinize değdi mi?
Müslüman ülkelerin sessizliği daha da üzücü!
Öncelikle böylesi durumlarda islamın bakış açısının ne olduğuna kısa da olsa, birkaç soru ile açıklık getirmek gerekir. Adil bir kâfiri veya zalim bir müslümanı sevmek! Adil bir kâfire mi yardım edilmeli yoksa zalim bir müslümana mı? Kâfire yardım etmek, küfre yardım etmek! Bunlar aynı kapıya mı çıkıyor? Mazlum bir kâfire veya mazluma yardım eden bir kâfire yardım etmek, küfre yardım etmek anlamına gelir mi? Kâfiri sevmek, küfrü sevmek anlamına gelir mi? Kâfirin küfrü, hukukuna tecavüzü mubah kılar mı? Bunların cevabını bilmeden bu konuları tartışmak, islamı “Müslüman Görünümlü” kişiler üzerinden değerlendirmek doğru olmayacaktır sanırım.
İslam’ın Kur’anî bakış açısı şöyledir: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. 2/256, Ey Muhammed! “ Şayet yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğdir. 16/82, 4/20, 3/63-104; Ve “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. 16/125” Aslında İslam, bu düsturlarla günümüz anlayışlarının aksine; sadece kendi mensuplarının hukukunu değil, bir bütün olarak insanlığın hukukunu savunup, gözetmektedir.
Fakat günümüzde maalesef hakka ve hakkı haykıranlara karşı bir alerji var. Kaldı ki bu anlayış, “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. 4/135” anlayış ve kültüründen gelenlerin içinde de hâkim bir anlayış olmuştur. Bu, ayrıca üzücüdür.
Zira mesele Kürd kardeşlerimiz olunca ilk tepkinin batılılardan gelmesini bekliyoruz. Neden?
Bu farklı yaklaşım biçiminin hem Müslümanların “İslam kardeşliği” anlayışına hem de sol kesimin “Halkların kardeşliği” söylemine zarar vereceğinin altını çiziyoruz. Bu bağlamda halkların birlikteliğine de halel getirecek olan bu menfi tavırdan bir an önce vazgeçilmesinin Ortadoğu halklarının yararına olacağını da belirtmek istiyoruz.
Kendilerine oyun oynan ve başlarına çorap örülen ve bu oyunu bozacak olan da yine bizleriz. Gelin bu insanlık suçunu işleyenlere hep birlikte biz DUR DİYELİM ki en azından temsil ettiğimiz anlayışın bizlere yüklediği “Mazlumdan taraf ol” sorumluluğunu yerine getirmiş olabilelim. Bunu yaparak kendimizi ve dolayısıyla temsil ettiğimiz dini anlayışı da bu yapılanlardan temize çıkarmış olalım ki körüklenmek istenen islamofobinin önlenmesine de katkı sunmuş olalım.
Bölgemizin içinde bulunduğu ahval ve şeraite dönersek:
2) İŞİD-DAİŞ, Kürdleri İslam’dan Soğutma Projesidir.
İŞİD-DAİŞ üzerine birçok şey yazıldı çizildi. İŞİD-DAİŞ örgütünün oluşmasına zemin ve olanak yaratan sebepler, gelişimi ve neticeleri hakkında birçok şey yazıldı, yazılıyor. Kimi onu mezhep anlayışı üzerinden tanımlamaya çalıştı, kimi de batılı güçler tarafından 1991 Körfez savaşından bu yana Irak’ta ve son zamanlarda Suriye’de yaşanan menfur ve insanlık dışı gelişmeler üzerinden.
Oysa İŞİD-DAİŞ’ı sadece bir faktör üzerinden okumaya kalkışmak, sizi ya eksik veya yanlış neticeye götürecektir. Zira İŞİD-DAİŞ tekdüze, sathi, lokal ve sadece bir faktör üzerinden okunamayacak kadar girift bir projedir.
Evet, İŞİD-DAİŞ bir projedir ve bu projenin Uluslar arası güç ve inanç ayağı, Ekonomik ayağı ve Bölgesel ayağı olmak üzere üç ayağı vardır.
1- Uluslar arası güç ve inanç ayağı:
a) Çözüm-Barış süreciyle başlatılan Kürd-Türk ittifakı başarıyla neticelenirse; Türkiye, Ortadoğu’da özellikle de Irak ve Suriye’de barışın, sükûnetin ve huzurun mimarı ve limanı olacak. Bölge haklarının umudu ve mercii haline gelecektir. Türkiye’nin demokratikleşmesini de beraberinde getirecek olan Kürd-Türk ittifakı; ekonomi alanında büyümeye ve ilerlemeye de katkı sunacaktır. Bu ittifak hem bölgede hem de dünyada güç olmanın ve tarihin seyrini değiştirecektir. Doğal olarak bu gelişmeler, birilerini rahatsız etmekteydi.
b) Hıristiyan inancına kendi mahallesinde bile baskın hale gelen İslam inancını kirletmek! İŞİD-DAIŞ, İslam anlayışını kendi mahallesinde kirletme girişimidir. Müslümanları bir birine düşürerek aralarına nifak ve kin tohumunu ekip, birinin diğerine yapılan zulüm ve işkencelere üzülmesini ve yardımına koşmasını engellemek! Bu yapılanlar yüzünden DAIŞ’ın şahsında Müslümanları ve dolayısıyla İslamı hem kendi kamuoyunda hem de dünya kamuoyunda itibarsızlaştırmak ve bu itibarsızlaştırma üzerinden islamofobi’yayı körüklemek.
2- Ekonomik ayağı:
Petrol boru hatları ile yol güzergâhları ve aynı merkez tarafından kurgulanan bu kör düğüşü sayesinde başta ABD olmak üzere küresel ve emperyal güçlerin elinde kalan ve eskiyen silahların satılmasını sağlamak…
3- Bölgesel ayağı:
Bölgede yaşayan her ulusun yaptığı gibi, batılılarla stratejik ortaklık ve çıkar ilişkisinde bulunmak günümüz şartlarında elbette ki Kürdlerin de en doğal haklarıdır. Yanlış anlaşılmamak adına altını çizerek ifade etmek isterim k; Bizim batıyla bir sorunumuz yok, sorunumuz batılla!
Bu projeyle Kürdleri kendi halkı içindeki her müslümanı DAİŞçı belleyip kin duymasını ve dolayısıyla Kürdleri birbirine düşürmek ve bu bağlamda Kürd halkını ulus olma yolunda ilerlerken daha tekâmülünü bitirmeden kendilerine bağımlı hale getirmektir. Kürdlerin; sakal, sarık, başörtüsü vb. İslam kültürüne mal olmuş sembollere ve bunları taşıyanlara kin ve nefret beslemelerini sağlayarak, komşuları olan Arap, Türk ve Fars halklarına da düşmanlık beslemelerini sağlamak ve Kürdlerin bu şekilde yalnız kalmalarını başarmaktır. Zira bölgede yalnızlaşan Kürd halkının, yüzünü ve kalbini batıya çevirmesi kaçınılmaz olacaktır.
Fakat bu oyuna Kürd halkına komşu olan halklardan bazılarının da çanak tuttuğu yönünde çıkan bazı duyumların ortada dolaşması çok acı! Bu projenin bölge halkları (Devletleri) tarafından da desteklendiği duyumları ise Kürd halkının duygusal kopuşuna neden olabilecektir. Şayet bu duyumlar doğruysa, kaybeden şimdiye kadar hiçbir karşılık beklemeden ümmet ve İslam şuuruyla hareket eden Kürdler değil, diğer komşu halklar olacaktır. Zira bölgesel ölçekte analiz edildiğinde görülecektir ki: İŞİD-DAİŞ, yüzyıllardır karşılıksız islama hizmet eden Kürdleri İslam’dan ve ümmet anlayışından soğutma projesidir. Şayet ortadoğuda Müslüman olup da şimdiye kadar kendi adıyla devleti olmayan tek halk olan Kürdler, ümmet anlayışından soğutulursa; kaybeden Kürdler olmayacaktır.
Kürdlerin ortadoğuda demokrasinin öncüsü olduğunu; uğradıkları tüm kıyım ve haksızlıklara rağmen barış, huzur ve birliktelikten taviz vermediğini görenler, bundan rahatsızlık duymaya başladılar. Ortadoğu halkları nezdinde Kürdlerin parlayan yüzünün ve istikbalinin farkında olan egemen güçler, bu rahatsızlıklarına rağmen Kürdleri yanlarına çekmenin yollarını aramaya koyuldular. Günümüzün Haçlıları, hem ortadoğu coğrafyasının kaynaklarına sahip olmak için Kürdleri yanlarına çekmek adına hem de Selahaddini Eyyubi’nin intikamını Kürdlerden almak için İŞİD-DAİŞ ile Kürdleri islamdan uzaklaştırmayı hedeflemektedirler. Kürdlerin başına kendilerinin musallat ettikleri İŞİD-DAİŞ ile göstermelik de olsa mücadele ettiklerini gösterip; "Kürdlerin kurtarıcılarının kendileri oldukları" algısını yaratarak, Kürdleri yanlarına çekmeye çalışıyorlar!
Bu söylediklerim çok uzak veya uçuk karşılanabilir ve bu yüzden şimdilik çokça da eleştirilebilir veya dikkate alınmayabilir. Fakat bu egemenlerin hesap ve projelerinin gündelik olmadığı hesaba katılırsa; anlaşılabilirim sanırım.
Ama politik ve tarihsel akıl ve tecrübeye sahip olan Kürd halkının bu oyunu da bozacak basiret ve ferasete sahip olduklarına ve kendi menfaat ve maslahatlarının da barış ve diyalogda olduğunu fark ettiklerine inanıyorum. Zira Kürd halkı sadece tabut taşımak için yaratılmamıştır.
3) Kılıçlı Topluma İndirilen Kılıçsız Kur'an
Kılıçlı toplumu ıslah etmek ve eşit, adil, huzurlu ve barış içinde onurlu bir hayat yaşatmak için indirilen kılıçsız Kur'an’ın mensubu olan bizler, bugün ne haldeyiz ve neden?
Müslümanlar’ın en kuvvetli ve muktedir olduğu anlarda bile intikam almaktan ve şiddet uygulamaktan kaçınması ve her kim olursa olsun bunlara tevessül edenlere izin verilmemesi gerektiğini Mekke’nin fethinde bizzat peygamberimizin (s.a.s.) şu tavrı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s); “Bugün Kâbe’de savaşın helal olacağı gündür” şeklinde sözler söyleyen komutan Sa’d b. Ubâde’yi azlederek elinden sancağı aldı ve oğlu Kays b. Sa’d’a verdi. Sa'd'ın "Bugün savaş günüdür" sözüne karşılık, "Bugün merhamet günüdür" dedi. O kadar ki, Mekke fethine giderken Arç vadisinde, yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek görünce, köpeği rahatsız etmemesi için ordu geçinceye kadar Cuhayl b. Suraka'ya nöbet tutmasını emrettiler.
Peygamberimiz (s.a.s.), Mekkelilerden kimlerin kendisine ve sahabelerine işkence ettiğini, onları ana yurtlarından çıkmaya mecbur bıraktığını, kimlerin kendisini öldürmek için suikast tertiplediğini ve kimlerin kendisini ve İslâm’ı ortadan kaldırmak için Bedir, Uhud ve Hendek gibi savaşlara iştirak ettiğini çok iyi biliyordu.
Peygamberimiz (s.a.s), Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş; “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim!” demişti, buna rağmen Mekke’yi kan dökmeden fethetmenin verdiği huzur içinde ilerlerken, şehrin alt tarafında kılıçların parladığını görünce çok üzülmüş ve Halid b. Velid’e haber göndererek çarpışmaya son vermesini emretmişti.
Öğle vakti gelince Hz. Peygamber, Bilâl-i Habeşî'ye Kâbe'nin damında ezan okutmuş, namazı kıldırdıktan sonra halka şöyle bir hitapta bulunmuştu: "Ne dersiniz? Şimdi size ne yapacağımızı sanıyorsunuz?" Mekkelilerden, "İyilik umuyoruz, sen asîl bir kardeş ve asîl bir kardeş oğlusun" cevabını almıştı. Bunun üzerine "Ben size kardeşim Yusuf'un dediğini diyorum: Bugün sizi kınamak yok. Allah sizi affetsin. O merhametlilerin en merhametlisidir." diyerek tabiri caizse adeta genel af ilan etmişti!
Kur’an’a baktığımızda barış içinde eşitlikçi ve paylaşımcı bir yaşamı görmekteyiz. Fakat günümüz “Müslümanlarına” baktığımızda bunu göremiyoruz… Günümüz İslam âleminin bunu kendi aralarında bile gerçekleştirmeyi başaramadıklarını görüyoruz. Kur’an’dan anladığım: Mesele Firavunu, Nemrudu veya Ebu Cehilî öldürmek değil, Firavunluğu, Nemrudluğu ve Ebu Cehilliği öldürmektir. Başarı; suçluyu değil, suçu yok edebilmektir.
Cihad, Kur'an da 41 defa; Rahmet, Barış ve Şefkat ise, 355 defa geçmektedir. Bununla birlikte köküne baktığımızda "Cihad"; sadece savaş, kavga veya öldürmek anlamına gelmemektedir. Kur'an'a baktığımızda bir defa dahi olsun kılıç kelimesinin geçmediğini görüyoruz…
Kur'an sadece "öpülüp, alına konup, duvara asılmak" için indirilmemiştir. Kur'an; anlaşılmak, yaşanmak ve bu yaşanma doğrultusunda yaşatmak için indirilmiştir!
İşte bu anlayışımızı destekler nitelikte olan bazı ayetler:
“İnsanlara güzellikle söyleyin” (Bakara 2/83) “Affedin, hoş görün…” (Bakara 2/109) “Dinde zorlama yoktur!” (Bakara 2/256)
“Eğer yüz çevirirlerse bil ki senin görevin tebliğdir (duyurmaktır)” (Al-i İmrân 3/20) “Elçiye düşen sadece verilen mesajı yerine ulaştırmaktır” (Maide 5/99) “En güzel olanı ile sav!” (Müminûn 23/96) “Eğer yalanlarsa de ki sizin ameliniz size benim amelim bana!” (Yunus 10/41) “Kendini bilmezler onlara bir şey derlerse onlar “selam= esenlik” diyerek savuşurlar.” (Furkan 25/63) “İnkârcılara mühlet ver!” (Târık 86/17)
“Sen sadece bir hatırlatıcısın, onların üzerinde zorlayıcı değilsin!” (Gâşiye 88/21-22) “Bağışlamayı esas al, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!” (Araf 7/199) “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” (Kâfirûn 109/6)
Ama her ne hikmetse içinde seyf/kılıç kelimesini bir defa dahi barındırmayan Kur’an, sonraları "seyfî ayet(ler)" gibi birçok tanımlamalara maruz kaldı…
Aslında silahlı mücadele/savaş, İslam ve Kur’an ile yeni bir anlam kazanmış ve Kur’an, savaşı; kangrenleşen bir azaya yapılan tıbbi/cerrahi müdahale konumuna getirmiştir denilse yeridir.
Kur'an, sorunlarını güç ve şiddetle çözebileceklerini sanan ve bunu bir kültür haline getiren bir toplumda inmesine rağmen; sivil bir inisiyatif ile mücadele etmeyi önermiştir. Kur'an, her evde en az bir kılıcın bulunduğu bir toplumda inmesine rağmen, eşitliği, onurlu bir birlikteliği, adaleti ve barışı kılıç içermeden başarmıştır.
Kur'an kılıçlı bir topluma kılıçsız da hakkını almanın mümkün olduğunu öğretmiştir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde aslında Kur'an, sorunlarını kılıçsız çözebilecek bir toplumu inşa girişimidir de denilebilir.
Batı İslam'a Borçludur!
“Batı dünyası İslam’a çok şey borçludur. Zira İslam, dün Endülüs üzerinden batıyı medenileştirmeyi nasıl başardıysa; bugün de müslümanlar Fransa’daki olay üzerinden batılılara insanlık dersi vermeyi başarmalıdır. Müslümanlar kendi şanlarına yakışan mutedil olmayı öneren ve orta-vusta yolu seçtiren aklıselim ile hareket etmeliler. Böyle davranarak batının ikiyüzlülüğünü kendi toplumlarına da göstermeliler.”
Bunun bir yenilgi veya kaçış olabileceğini düşünenlere de Hudeybiye’yi hatırlatarak bu bir kaybediş olmayacak aksine islamin engellenmek istenen yükselişinin önünü açacak bir davranış olacaktır.”
“Sabır en büyük zaferdir”
Müslümanlar böyle davranarak; sabrın sonunun selamet ve en büyük zafer olduğunu, bununla toplumların ve milletlerin barış içinde onurlu ve huzurlu bir hayat yaşamalarının ancak ve ancak tahammül kültürünü egemen kılmakla mümkün olabileceğini de öğretecektir.
“İslam müslüman ayırımı yapılmalı”
Lütfen hiç kimse Müslümanların yaptıklarıyla İslam’ı yargılamaya kalkışmasın zira sosyalist ile sosyalizm, demokrat ile demokrasi aynı olmadığı gibi İslam ile Müslüman da aynı değildir. Ayrıca bir Müslümanın aynı zamanda bir insan olduğunu ve onun da her insan gibi hata ve günah işleyebileceği unutulmamalıdır. Fakat inancımızda; günahkârların en hayırlısının da günahından dönerek ve bir daha işlememek azmiyle tövbe eden olduğu da bilinmelidir. Her insanın Ömervarî bir geçmişi olabilir, fakat önemli olan Ömervarî bir geleceği yaşayabilmek ve yaşatabilmektir.
“Bizim de katledilen karikatüristlerimiz vardı”
Bizim de katledilen karikatüristlerimiz vardı, hem de hiç kimsenin mukaddesatına hakaret etmedikleri halde katledilen karikatüristler! Bırakın katledildi diye birilerinin onlar için yürümesini, kimse onları görmedi bile. Yüzünü göremediğimiz ve gayr-i müslimlere gösterilen hassasiyet müslümanlara da gösterilmedikçe yüzünü hiç göremeyeceğimiz Hanzala'nın çizeri Filistinli Naci Ali de katledilen o karikatüristlerden sadece birisiydi. Çizdiği karikatür hiç kimsenin "dînî ve ahlâkî değerlerine" hakaret içermemektediydi. Coğrafyasında işlenen mezalimi görmeyenlere o da arkasını dönmüştü sadece!
Ama olsun tüm bu yaşananlara rağmen biz Müslümanlar, dün İslam coğrafyasında işlenen katliamlara sessiz kalan kültürün mensupları şimdi Fransa'da, şurda-burda öldürülürken, aynı hataya düşmeyecek ve dünyaya bir ders vermeliyiz. Batı dünyası müslüman kıyımına seyirci kalmaya devam ededursun biz müslümanlar, insanlık ailesinin şerefini kurtarmak adına dik durmaya devam edecek; batının uyguladığı çifte standardın aksine nerede ve kimlerden olursa olsun insan hakları ihlaline, inançların yaşanmasına konulan kısıtlamalara ve insan katline karşı durmaya devam edeceğiz. Zira biz müslümanlar, zulme uğrayanlara ve zalimlere, öldürülenlere ve öldürenlere; 'siz hangi dine mensupsunuz' demeyen bir kültürün mensuplarıyız.
4) Kara Propaganda İle Karartma Girişimi
Dünyadaki güç dengesi sürekli değişir. Bu sosyal bir gerçekliktir. Bir zamanlar yaşamın her safhasında doğuya bağımlı olan batı, epey bir zamandır doğuyu kendine hayran bırakmayı başarmıştır.
İşte bu dengenin yeniden yer değişmesinden korkan batı, bunu engellemek için türlü yollara başvurmaktadır. Bana göre batı, doğuyu ancak ve ancak dünyevileştirerek alt edebileceğini bildiği için genellikle bu yola başvurmakta ve kısmen de olsa sonuç da almaktadır.
Batının dünyevileşmesi anlaşılabilir fakat Risaletin menba'ı ve en önemlisi de vahyin son halkası Kur'an'nın nüzul yeri ve Peygamberinin doğup büyüdüğü coğrafya olan doğunun dünyevileşmesinin anlaşılır bir yanı ve açıklaması yoktur…
Eskiden olduğu gibi artık ilim, bilim, kültür-sanat ve manevi bir ahlak ile donanmış bir biçimde akın akın gelen İslam gençliğine karşı, mevcut gençliğiyle karşı duramayacağını anlayan batıyı bir korku sarmış durumda.
Maddeyi takdis ve takdir etmek suretiyle toplumu bir arada tutan inanç ve manevi bütün mukaddesatlardan uzaklaşarak ahlaki değerleri yozlaşan bir nesil ile karşı karşıya kalan ve bunlarla nasıl baş edebileceği konusunda çaresiz kalan batı, islama akın eden kendi gençliğini elinde tutamadığının farkına varmış. Bundan ötürü de bazı yazar-çizerlere İslam ve Peygamberi üzerinden kara propaganda yaptırmak suretiyle hem kendi gençliğini elinde tutmak hem de doğu gençliğini kendi öz kültürü ve mukaddesatından uzaklaştırmayı hedeflemektedir.
Batının taptığı materyalist ve hümanist algı, etrafında toplanacak ve kenetlenecek hiçbir ahlaki değer yargı bırakmadığı gibi toplumları ayakta tutan en önemli birim sayılan aile bağını da bitiren, sorumsuz, başıboş, tabiri caizse nerde ne zaman ve kime patlayacağı belli olmayan serseri kurşun misali bir nesli de oluşturdu. Artık maddeyle her şeyi denedikleri halde ruhi boşluğu dolduramayan bu neslin önünde durmak, onları tatmin etmek ve onları yönetmek zordur! Böylesi bir çıkmazın içinde olan batı, oluşturduğu bu gediği kapatmak için çatışma metodunu devreye koymuştur. Kendi içinde yaşadığı bu çıkmazı bu yolla aşmak, kendi toplumunu bununla biraz daha oyalamak ve elinde tutmayı başarmak için islama türlü yollarla saldırmaktadır.
Bu yollardan en önemlisi de kara propaganda ve iftiradır.
Fakat bunların hesaba katmadıkları bir şey vardı. O da Allah’ın bu teminatıydı: "Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.61/8-9/32” Bu ayeti âcizane günümüz günceline cevap niteliğinde ve batılıların yazar-çizerlerinin kara propaganda ile yaptığı saldırıları kapsayacak şekilde yorumluyorum. Şöyle ki: "Onlar cihad ve ilmi alanda baş edemedikleri islamı kara propaganda ile karartmak için girişimde bulunacaklardır fakat gerçekleri örtbas edenlerin zoruna gitse de Allah, nurunu tamamlayacak ve kuvvetlendirecektir, onlar istemeseler de."
"İyiler-kâmil insanlar, kâfur katılmış dolu bir kadehten içerler. (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.76/5-6" Allah'ın has kullarının içtikleri bu has meşrubat öyle bir kaynaktan çıkar ki, o kullar onu istedikleri zaman ve zeminde emirleri altında bulundurup içebilirler.
Peki, kimdir bu iyiler?
"Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.76/8"
Buradaki "Esir"den kasıt; kafirlerden ele geçirilen kişiler olmakla beraber müslüman yahut gayri müslim "şartların esiri" olan herkesi kapsadığı biçimde mecazi bir yorumlamayı da içermektedir. Allah, bu esirlere yemek yedirmeyi, iyi olma kriterinden saymıştır. Yani "kâfur katılmış dolu bir kadehten içecek" olan iyiler, kendilerine esir düşenlerin başını kesenler değil, onlara yemek yedirebilenlerdir.
Ancak bunun aksini İslam mış gibi yansıtmaya çalışan bazı odaklar vardır. Kalplerindeki kuraklığın yansıması olan bu kara propaganda ellerinde patlayacak ve kendi toplumlarından gizlemeye çalıştıkları İslam peygamberinin o engin şefkat ve merhametini karartmaya güçleri yetmeyecektir. Taif'te O'nu taşlayanlara bile beddua yerine dua eden islam Peygamberinin (s.a.s) şefkat ve merhameti batıyı da kapsayacaktır.
Yeter ki ümmeti O’nun bu şefkat ve merhametini sözde bırakmayıp hayatlarına yansıtabilsin ve onun inşa ettiği yaşam biçimi neyi gerektiriyorsa öyle davransın. Zira günümüz Müslümanlarının dua yerine birbirlerine beddua etmeye başlamış olması; imanımızda veya İslam anlayışımızda ciddi bir sıkıntının varlığını net olarak ortaya koymaktadır.
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (s.a.s) SADECE MÜSLÜMANLARIN PEYGAMBERİ DEĞİLDİR!
Ayrıca İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) sadece biz müslümanların peygamberi değildir. Batının arzu ettiği böylesi yanlış tanımlamalardan sakınmamız gerekir. Batının oluşturmaya çalıştığı şey de tam olarak budur. İslam Peygamberini toplumlar arası bir sürtüşme sebebi kılmak ve müslüman toplumu ile batı toplumunu bunun üzerinden karşı karşıya getirmek suretiyle kendi toplumlarını islam peygamberinden uzak tutmak hatta onun nefretini kendi genç nesillerinin kalbine ekmek suretiyle islamdan uzak tutmaya çalışmaktır!
Biz müslümanlara düşen peygamberimizin tüm insanlığa hatta âlemlere gönderilmiş olan bir rahmet peygamberi olduğu hakikatini gür ve yüksek sesle dillendirmek ve onun o şefkat ve merhametini hayatımızda yaşatarak göstermek olacaktır.
23 yıllık tebliğ, yaklaşık 2 milyon kare toprak; düşmandan 250 (veya 111) askerin ölümü ve yaklaşık 150 (veya 93) Müslüman şehid!
Merhamet ve şefkat peygamberi olan peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik döneminin tümünde yapılan savaşların çoğu savunma merkezli diğerleri de bedenin geri kalan bütününü korumak için kangrenleşen bir azaya lokal bir cerrahi operasyon mesabesinde gerçekleşmiştir. Meskenlere, doğaya zarar verilmediği gibi bu savaşlarda; yaşlılara, kadınlara, çocuklara, din âlimlerine ve ibadethanede ibadetle meşgul olanlara da dokunulmamış olması da yine o merhametin tecellisidir…
Şimdi islam peygamberine "Savaş Peygamberi" yakıştırmasını yapanlar, dönüp kendi kültürlerinin yaptığı tahribata baksın ve bunun muhasebesini yapsın! İstikbal İslamındır.
{ OHAK-DER YK Başkanı MB. Hedbi } 08:02:2015
4-Kasım BUGURCU: “İslam ve terör sözcüğünün yan yana olmasından rahatsız oluyorum”
İslam ve terör sözcüklerinin yayana getirilmesinden rahatsız olduğunu söyleyen Kızıltepe Kürt Demokratlar Platformu Başkanı Kasım Buğurcu, İslam’ın şefkat ve merhamet dini olduğunu belirterek, “ Özellikle bu iki sözcüğün yan yana gelmesinden rahatsızlık duyuyorum. İslam’ın kökenine baktığımız zaman, İslam’ın selamet merhamet dini olduğu ayeti kerimelerde de teyit edilmiştir. Yani İslam rahmet dinidir. Tabi İslam’ı birkaç kelimeye sığdırmak mümkün değildir. Karşılaştırmak babından bir örnekten bahsetmek istiyorum. Zeyd bin Harise 6 yıl Resulullah (s.a.v) evinde kalmış. Vazifesini bitirdikten sonra sahabeler soruyorlar. Resulullah (sav) nasıl birisiydi? Zeyd bin Harise, ‘6 yıl içerisinde yaptığım hatalara karşı kesinlikle kalbimi kırmadı. Beni ikaz etmek isteğinde en ince ve en zarif bir şekilde ikaz ederdi.’ demiştir. İslam’a baktığımız zaman, bir merhamet şefkat ve selamet dini iken, bizler de öyle bir Peygamberin ümmeti iken, bazı kesimler birtakım sembolleri kullanarak İslam adına İslam düşmanlığı yapıyorlar. Bunları İslam’ın güzel merhamet ve şefkat yüzünü başkalarının gözünde karartmak, küçük düşürmek ve İslam’a darbe vurmak için yapıyorlar. Bunlara aldanmamalıyız.” şeklinde konuştu.
5-AK PARTİ MİLET VEKİLİ A.RAHİM AKDAĞ: “Kürdistan’da İslam’ı temsil yetkisi olmayanlar temsilcisi gibi lanse edilmeye çalışılıyor”
Mardin Milletvekili Abdürrahim Akdağ da toplantıda yaptığı konuşmada, İslam âleminin İslam’ı öğrenmeye, içselleştirmeye ve pratiğe dökmeye muhtaç olduğunu belirterek, “ Birbirimizle karşılaştığımız zaman, selam veririz. Selam emin olmak, emniyette olmak, güvende olmak, zarardan uzak olmak, hayırda bir arada olma manasına gelir. Her gün onlarca, yüzlerce defa bunu yapanların birbirlerine hürmetsizlik etmesi, birbirine kötülük düşünmesi, zarar vermesi, bu işin aslına ve tabiatına aykırı bir durumdur. Bunu üzülerek söylüyorum. Bir buçuk milyar olarak tarif ediliyor İslam âlemi. İslam âlemi, İslam’ı öğrenmeye, bilmeye, içselleştirmeye ve pratiğe dökmeye muhtaçtır. Çok değer verdiğim bir yazar bir kitabında şunu diyor: ‘Biz İslam ile insanlar arasına girmemiş olsaydık, insanlar Kur’an ve Kur’an’ın uygulaması ve pratiği olan sünnetle karşılasalardı, fevç fevç, grup grup, bölük bölük İslam’a gireceklerdi.’ Yine çok saygıyla andığım Türkiye’nin saygın psikologlardan Nevzat Tarhan şunu diyor, ‘İnsanın kişiliği iki şeye borçludur. Biri dil, diğeri dindir. Dil tek başına eksik, din de tek başına olmaz.’ Ama üzülerek söylüyorum bu gün Kürdistan’da İslam’ı temsil yetkisi olmayan İslam üzerine bir söz söylemeye hakkı olmayanlar, bugün adeta İslam’ın temsilcisi gibi lanse edilmeye çalışılıyor. Kusura bakmasınlar, karşılarında cahil, köksüz, soysuz, irfansız bir toplum yok. Etraflarına baksınlar, Hz.Nuh’u (as) görecekler, Cizre’de İbrahim’i (as) görecekler. Urfa’da binlerce evliya ve enbiya bu topraklarda yatıyor. Vefat eden, eli öpülecek binlerce âlimlerimiz var. Şu anda hayatta olan ilim, irfan, mektep ve medrese medeniyet şiarı olan insanlarımız vardır. Birileri ‘Kürtlerin kimliklerini kişilikleri savunuyorum’ diyorsa, dinini de savunmak mecburiyetindedir. Yoksa bu davayla çelişki içerisinde olur. Ben bir kardeşiniz ve bir milletvekili olarak bu iki değeri birbirinden ayırmam.” diye konuştu.
6-8 Ekim olaylarında yapılan vahşeti herkes gördü”
Bu gibi toplantılarda Kürtler adına yapılan terörün de konuşulması gerektiğine vurgu yapan HÜDA PAR Kızıltepe ilçe teşkilat yöneticilerinden Mahmut Kılınç, 6-8 Ekim olaylarında Kürdistan coğrafyasında yapılan vahşetin herkes tarafından görüldüğünü belirterek,“ İslam adına yapılan terör olayları, gerçekten önemli bir başlıktır. Keşke bu başlıkla birlikte toplantılarımızda Kürtler adına yapılan terörü de dile getirebilseydik. Geçen dönemlerde özellikle 6-8 Ekim olaylarında Bölgemizde yaşanan vahşetleri hepimiz birlikte gördük, şahit olduk. Bölgemizin de Kobani adı altında nasıl Kobani’ye çevrilmek istendiğini, Yasin Börü’lerin fakir fukaraya et dağıtırken, üçüncü katlardan nasıl aşağıya atıldığı vahşeti hepimiz gördük. Kürtlük adına Kürdistan coğrafyasında yaşanan vahşetleri de bu gibi toplantılarda dile getirebilseydik, çok daha anlamlı olurdu.” şeklinde konuştu.
6-Menduh ÇAKAR: İslam ve Kürtler büyük acılar çekti.”
Toplantıda bir konuşan Kızıltepe Çevre Gönüllüleri Derneği Başkanı Menduh Çakar ise,
“Emperyalist Güçler, Yahudi Lobisi, İslam üzerindeki satranç oyunu ve de İslam ve Osmanlı toprakları üzerinde, Kürdistan coğrafyasında son yapılan savaşlar, tabiri caizse yapılan katliamlar ve yaşanan şiddet hepimizi üzmüştür. Tüm dünya, emperyalist güçler, İslam ile alay ediyor. Bir de bunların para babaları, gündem değiştirip bu kadim topraklar üzerindeki madenleri, zengin kaynakları ve de petrolü elerinde tutmak için ellerinden geleni yapıyor. En son gördüğünüz gibi; bu topraklar üzerinde yapılan oyunlar ve bir takım katliamları İslam Dini'ne mal edip, aynı halkı birbirine düşürmek için oyunlar oynuyorlar. Şengal durumu, Suriye (Rojava) durumu, Kobane durumu ve ne acıdır ki yıllardır Filistin işgali ve soykırımı üzerine, buna IŞİD de eklenince, İslam ve Kürtler büyük acılar çekti. Bu oyunları düzenleyenler, bu insanları birbirine düşürmek, bölgelerini parçalamak istiyorlar.
NATO, Birleşmiş Milletler ve başta Amerika Komutası, IŞİD ile baş edemiyor. Buna inanıyor musunuz? Kesinlikle buna inanmıyorum. Tek gayeleri dengeyi korumak. Temennimiz önümüzde seçimler var. Barış sürecine inşallah zarar gelmez, engellenmez. Ve gene 6 -7 Ekim olayları gibi provokasyonların olmaması en büyük dileğimizdir. Tüm insanlık olarak buna karşı duyarlı olmalıyız.” ifadelerini kullandı.
“Dünya’da 60 ülkenin nüfusuna sahip bir ilçede üniversite yok.”
2012 verilerine göre Kızıltepe ilçesinin nüfus bakımından Türkiye’nin 43 ilinden daha büyük olmasına rağmen, bir üniversitesinin olmamasından yakınan Çakar, “ Keşke diğer vekillerimiz, belediye başkanlarımız, burada olsaydı da, onlara seslenseydik. İlçemiz Kızıltepe 2012 sayımlarına göre, dünyada 60 ülkeden daha büyük nüfusa sahip. Türkiye’de de 43 ilin nüfusundan daha çok. İlçemizin nüfusu 300 bini geçmiş. Sanki bu ilçe cezalandırılmıştır. Şu ana kadar bu ilçede ne bir yüksek okul, ne bir üniversite ne bir fakülte var. Bu utanç vericidir! Yazıktır, günahtır.” diyerek sitem etti.