YER: Siyav Otel, Konur Sokak No: 56 Bakanlıklar Kızılay / Çankaya
TARİH: 7 Mart Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Doğal Yaşam Derneği (Hatice Varol – Üye)
2 / Em-pati Hayvan Topluluğu (Semih Dikkatli – Üye)
3 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
4 / Elvan-Der (Mahmut Emin Avcı – Başkan)
5 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
6 / Hacettepe Üniversitesi Kuir Araştırmaları Topluluğu (Doğukan Taylı – Başkan)
7 / 78’liler Girişimi (İbrahim Yalçın – Üye)
8 / İHD (Songül Erol Abdil – MYK Üyesi)
9 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
10 / Kapitalizmle Mücadele Der. / Antikapitalist Müslümanlar (Bülent Durukan – Ankara Temsilcisi)
11 / Ankara Barosu Gelincik Merkezi (Gülşah Deniz – Avukat)
12 / Ankara Eğitim ve Kültür Derneği (Sebahattin Gökmen – Başkan)
13 / Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (Ayşen Ece Kavas – Ankara Temsilcisi)
14 / Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (Göksu Günay – YK Üyesi)
15 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Sözcü)
16 / Kafkas Dernekleri Federasyonu (Melike Meryem Atlay – MYK Üyesi)
17 / Halkların Demokratik Kongresi (Sevim Fidan – Üye)
18 / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (Turgay Özkan – MYK Üyesi)
19 / 100. Yıl Dayanışması (Fulya İnci)
20 / Anadolu Kadın Derneği (Zübeyde Ozanözü – Başkan)
21 / Şiddetsiz Toplum Derneği (Rıza Sümer – Başkan)
22 / Hukuk ve Hayat Derneği (Mehmet Kasap – Başkan)
SENDİKALAR
1 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
AKADEMİSYENLER
1 / Mine Gencel Bek (Ankara Üni. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi)
2 / Olcay Karacan (Ankara Üni. Hukuk Fakültesi Ev İçi Şiddet Birimi)
GOZLEMCİLER
1 / Behçet Sercan Karagöz (HDP Ankara İl Başkanlığı – Üye)
2/ Yağmur Bayır (HDP Ankara İl Başkanlığı – Üye)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Semra Demir (HDP Ankara Eş Başkanı)
2 / Aydın Şimşek (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Kurucu Üyesi)
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 6 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Toplumda Şiddet Kültürü: Kadına, Azınlıklara ve Farklılıklara Şiddet Hangi Zeminde Yükseliyor?
KONUŞULANLAR
1 / Oya Özden: Bugün aramızda milletvekilleri yok. HDP kadın konusunda ne erkek vekilleri kadın vekillerle yan yana getiriyorlar, ne de bu konuyu erkeklerle konuşuyorlar. Bu nedenle bir ay boyunca buraya kadın milletvekillerini getirmek için uğraştık ama olmadı. Biz 6 yıl boyunca birçok engellemeyle karşılaştık. Son dönemde bu engellemelerin dozu arttı. Örneğin şimdi toplantı yapacak yer bulamıyoruz. İstanbul’da iki yıldır Türkiye Yazarlar Birliği’nde yaptığımız toplantılar, memleketteki gerginliklerden ve tarafgir tutumlardan dolayı artık orada yapılamayacak. Ankara için de uzun süredir toplantı yeri bulamıyoruz. En son burayı bulmuştuk ancak başta ücretsiz anlaşmamıza rağmen bizden ücret istediler. Bunun ardında yine başka şeyler olduğunu düşünüyoruz. Her kesimden arkadaşlarımızı ve siyasi parti temsilcilerini buluşturmak, hala bazılarının hoşuna gitmiyor. Bunun en son örneğini İstanbul’da yaptığımız uluslararası toplantıda da gördük, Ticaret üniversitesi toplantıya bir gün kala salonu vermeyeceğini söyledi ve araya Süleyman Soylu ve Başbakanın girmesiyle salon tekrar alındı. Bu ay burada son toplantımız. Yeni kurulan bir sivil toplum örgütünün salonunda yapma durumumuz var, olursa Tunus Caddesi’nde yapacağız toplantılarımızı. TkMM’ler bütün çabamıza rağmen, Türkiye’de ana akım medyanın çok ilgisini çekmiyor ancak uluslararası alanda bilinen bir proje. Bugün aramızda Norveç Büyükelçiliği’nden Lise arkadaşımız, toplantıyı izlemek üzere bulunuyor, yanında Doğuş arkadaşımız da toplantı süresince kendisine tercüme yapacak. İlk söz hakkımız yine sivil toplumun. 5 dakikada amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Konu hassas bir konu, lütfen üslubumuza dikkat edelim; nefret söylemi, hakaret ve ırkçılıktan kaçınalım. Mecliste Kadın Erkek Fırsat Eşitliği’nin yanı sıra Kadına Yönelik Şiddetin Nedenlerini Araştırma Komisyonu kuruldu. Bundan yaklaşık 20 gün önce Mine Hocamız medyayla ilgili bir sunum yapmıştı. Kendisi davetimizi kabul etti ve aramızda. İtirazınız yoksa toplantıya kendisiyle başlamak istiyorum. Sonrasında da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na söz vereceğiz. Bu arada Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi de HDP’ye destek olduğundan, konuyla ilgili onlar da erkek konuşmacı istemiyorlardı ama Aydın Bey’den kadın konusuna girmese bile siyasi parti masasında konuyla ilgili olarak oturmasını rica ettim.
2 / Mine Gencel Bek: Merhaba, ben Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Medya, Gazetecilik bölümünde öğretim görevlisiyim. Toplumsal cinsiyet, nefret söylemi, ayrımcılık ilgi alanımdaki konulardan. Bizim bir araştırmamız vardı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından bastırılmayan. Meclis komisyonundan teklif alınca şaşırdım bu nedenle. Bahsettiğim araştırma metni Nermin Abadan Unat Hoca’ya ithafen Birkaç Arpa Boyu adlı kitapta “Türkiye’de Kadın Araştırmalarının Tarihi ve Kazanımlar” başlığıyla yayınlandı. Orada da dipnotta neden yayınlanmadığını anlatmıştım. Bu çalışmada biz, sadece kadına yönelik şiddetin ele alındığını, eşcinsellere ve LGBTİ’lere yönelik şiddetin medyada yer almamasından dolayı bu çalışmada yer bulmadığını söylemiştik. 8-9 yıl önceki bu çalışmada yine töre cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, sadece Güneydoğu’da ya da Kürtlerin işlediği bir suçmuş gibi görülmesini eleştirmiştik. Bakanlığa dönük eleştiriler getirdiğimizden sansüre uğramıştık. Komisyonda bu araştırmanın bulgularını paylaştım. Resmi görevliler beni çağırdığında şüphe duyuyorum: Biz ana akım medyanın eleştirisini yapıyoruz yıllardır. Ama durduğumuz yer cinsiyetçilik, militarizm, ırkçılık. Ötekileştirilen bütün söylem ve ideolojilere karşı ve onlara yaşam hakkı verilmesi için medyayı eleştiriyoruz. Medya sektörünün neoliberal kar güdümlü adaletsiz biçimde işlemesini eleştiriyoruz fakat ilginçtir ki bu eleştirimiz cımbızla alınıyor ve gayet muhafazakar ideolojinin kanıtları gibi kullanılıyor, bundan da çok rahatsızım. Kadın bedeninin metalaşması, cinsiyetçilik, ticarileşme, pornografi, tecavüz haberlerinin tecavüz olaylarına sanki ilham verecekmişçesine detaylarıyla yazılmasına yönelik eleştirilerimiz muhafazakar kültür tarafından parça parça kullanılıyor. Hazırladığımız Medya ve Çeşitlilik diye bir kılavuz var, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin sayfasında var. ortak bir çalışma. Sivil toplum örgütleri, gazeteciler, akademisyenler bir araya gelerek hazırladık. “Çocuklar”, “Kadınlar ve Cinsel Yönelimler” ile “Kültürel Çeşitlilik, Farklı Kültürler” alanında üç ayrı başlık yer alıyor. Bu kılavuz sanırım pek de kullanılmadığı için şu anda bunları konuşuyoruz. İlkeler üstten alta bir dayatmayla değil, hep birlikte tartışarak, uluslararası örneklere bakılarak belirlendi. Bu üç konuda ilk tavsiyemiz, medya kuruluşlarının bunu bir toplumsal sorumluluk misyonuyla, danışma kurulları oluşturarak takip etmeliler.
3 / Ayşen Ece Kavas: Ben çözüm önerilerimizden bahsetmek istiyorum. Burada herkes kadına yönelik şiddetle mücadele etmek istiyor ancak biz özellikle kadın cinayetleri demek istiyoruz çünkü kadına yönelik şiddetin en son boyutu olduğunu düşünüyoruz. Bu işin özneleriyle, kadınlarla birlikte bir süredir mücadele ediyoruz. İdam, bize göre tartışılması bile sorunlu bir konu. Kadın cinayetlerinin ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması yani nitelikli hallerden sayılması gerekiyor. Türk Ceza Kanunu’nda İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan bir kavram olarak kadına yönelik ayrımcılık saikiyle ilgili maddesi, töre saikiyle ilgili olduğu gibi 2005’teki gibi yasalaşması gerekiyor ve bu önemli ölçüde caydırıcı olacaktır. 2005’ten sonra töre saiki diye tanımlanan cinayet tarzı bıçak gibi kesildi ve bu uygulamaların kadın katilleri için caydırıcı olacağını düşünüyoruz. Takip ettiğimiz davalardan kadın katillerinin tahrik indirimlerinden yararlandıklarını ve propaganda yaptıklarını, bundan cesaret bulduklarını biliyoruz. Çözüm önerilerimizin hepsini mücadeleyle alabiliriz. Diğer önemli maddemiz, tüm siyasilerin ve parti liderlerinin kadın cinayetlerine karşı açıklama yapması ama bunu sürekli yapması ve bizzat gözdağı vermesi gerektiği yönünde. 6284 sayılı kanun çok önemli. Kadın örgütlerinin ve bizim de çok emeğimiz ve çok zor çıktı. Ayşe Paşalı cinayetinden sonra buna ihtiyaç olduğu gözler önündeydi. Yasaların olması yetmiyor, uygulama önemli. Yasaların uygulanması, çıkarılmasından daha kolay aslında. Kadın Bakanlığı kurulmalı. Ailenin içinde bir şiddet varken; kadını bir özne olarak ele almak gerekiyor. Zaten vardı, yakın zamanda kaldırıldı. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliğini esas alan bir anayasa gerekiyor; bunun için de İstanbul Sözleşmesi esas alınmalı. Bu çözüm önerileri olduğunda, 6284 çıkarılabildi. Yasa çözüm değil diyenler de var. Ancak köleliğin yasal olması ile yasak olması arasında çok fark var. Kölelik fiilen sürdürülüyor olabilir ama insanı alıp satmakla aynı şey değil. Yasaları uygulatmak, görevlilere görevlerini yaptırtmak bize düşüyor.
4 / Yakup Göker: Şiddetin her türlüsünü kınıyor ve lanetliyorum. Kadın erkek cinayetlerinin kesinlikle bizim dinimizle uzaktan yakından alakası yok. Bir insanı öldürmek demek, bütün insanlığı öldürmek demektir. Devlet ve hükümet olarak yapılması gereken, vatandaşını korumaktır. En kısa zamanda bununla ilgili yasalar çıkarması gerekiyor. Gerçekten toplumumuz çok gergin. Sadece devletle olacak bir iş değil; bireysele ve aileye dönmek gerekiyor. Herkes bilinçlenmeli ve eğitim almalı.
5 / Melike Meryem Atlay: Çerkez toplumunda kadın çok önemli bir yerde olduğu için bu tartışmaların sebeplerini kafamda oturtamıyorum. Neden bir erkek bir kadına bunu yapar ki, biz zaten böyle bir şeyi görmedik ki. Bizim kültürümüzle çok bağdaştıramıyorum. Gerçi asimile olmanın verdiği kötü sonuçlar olabilir. Batman filminde bir sahne var, şehri yok etmek isteyen; diyor ki “Suçlular toplumun hoşgörüsünden yararlanarak ayakta kalırlar.” Ben bu sözü çok önemsiyorum. Biz genel olarak suça hoşgörüyle davranıyoruz. Birileri hırsızlık ve uyuşturucu ticareti yapıyor, alkışlıyoruz, onlara hayranlık besliyoruz. Genel olarak suçu yüceltiyoruz, haliyle suça eğilimli insanlar o kanala yöneliyorlar. Örgütlü mücadeleyi ve yasalaşmayı önemsiyorum ama yapmamız gereken öncelikli şey, kendimize dönmemiz. Ben burada kadına şiddete bütün gücümle karşı çıkarken, yarın bir gün hak etmediğim bir işi almak için torpil aramamalıyım. İkisi de suç aslında. Hepsine aynı ölçüde ve samimiyetle karşı çıkmalıyız. Çerkes kültüründe ayıp dediğiniz anda her şey bitmiştir. Herkeste böyle ve ciddi yaptırımı var. Yaptırım ve suça hoşgörü beslemememiz lazım.
6 / Mahmut Konuk: Sorun sadece cinsiyetle sınırlı değil. Şiddetin ve ayrımcılığın ana kaynağı devlet ve iktidardır. Karşı çıkanları zorla bastırmak, devlet otoritesinin işidir, karşı şiddet de buna karşı gelişir. Şiddet sarmalına giren toplumun kaynağı, şiddet uygulayan devlettir. Bu devletin ideolojik argümanı ve araçları bazen dindir, bazen milliyetçilik, bazen ikisi birdendir. İkisinde de erkek egemen kültürle birlikte yürür. 1915’te yaşanmış bir olayın öyküsünü yazdım. Kurtalan’ın Beykent Köyü’ne giden yolun üzerinde bir taş tümseği vardır. bilenler oradan geçerken Fatiha okurlar. Sütü kesilen kadınlar da oraya adak adamaya giderler. 1915’teki Ermeni Soykırımı öncesinde Ermeniler, Türkler ve Kürtler iç içe yaşıyordu. Ne zaman ki Ermeni fermanı yayınlandı; her kim ki, 10 yaşından küçük Ermeni çocuklarını evlat edinip İslam ve Türk gelenekleri doğrultusundan yetiştirirse, onlara ebeveynlerinden kalan mülkleri tapulanacak ve 30 kuruş maaş bağlanacaktır. Ermeni komşularını kesip, karılarını zorla kendine nikahlayıp çocuklarını üzerine geçirip mallarını tapularlar. Toplumun büyük bölümü buna karşı çıkar, bunun zulüm olduğunu söylerler. İkinci bir fetva gelir; her kim ki yedi Ermeni’yi öldürürse mekanı cennet olur. Ermeni avı başlar. O yöreyi ve Ankara’nın üçte birini Yahudi, Rum ve Ermeniler oluşturuyordu. Ermenilerin olmadığı bir Anadolu coğrafyası yok. Kocası katledilen bir kadın bebeğini alıyor ve Suriye’ye yola çıkıyor. Yolda karşısına bir imam çıkar ve kadına tecavüz etmek ister, nikahlayacağını söyler. Kadın reddeder. İmam kadına zorla sahip olmaya çalışır. Kadın karşı çıkar, imamın yüzünü tırmalar. İmam da başını taşla ezer ya da hançerler ve zorla sahip olur. Öykü böyle gelişiyor. Bu imam, olayın ardından tepkilere rağmen hala orada imamlık yapmayı sürdürür, bu da önemli. Günümüz bundan çok mu uzak? IŞİD Şengal’de Ezidi kadınların bir bölümüne tecavüz etti bir bölümünü pazarda sattı. Bugün Süryanilere aynı şey yapılıyor. Sırbistan’da Bosna’da Sırpların yaptığı da milliyetçilik o zaman. Özü aynıdır. Burada Müslümanlar, orada Hristiyan Sırplar. Şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, kaynaklarını kurutmaktır. Devlet egemenliğine ve erkek egemen kültüre son vermektir.
7 / Enver Önder: Son 20 gündür en çok tepki verilen olay Özgecan’ın ölümüyle, yuyan vicdanları bile uyandırıp isyan ettiren kadın cinayetleri oldu. Öldürme olayının kendisi ağır bir suç, insanlık ayıbı değilmiş gibi bunu bir de yamyamca yapma ilkelliğini izlemek insanın kanının donduruyor. Kadınlar erkeğe Allah’ın emaneti diyen, kadınla erkeğin eşit olmadığını öne süren anlayış, sonunda hukuk düzenini de kendine uydurarak, hukuksuzluğa dönüştürdü. Vahşeti katmerleştiren, bıçakladığı kadının üzerinden arabayla geçen adam görünümlü canavara iyi hal indirimi uygulanarak ömür boyu hapis cezası 18 yıla indiriliyor. Böyle bir hukuk anlayışı caydırıcı mı özendirici mi olur, düşünmek gerek. Öldürmenin neresinde iyi hal var? böyle bir kararı veren yargıç gerçekten yasaya mı dayanıyor yoksa kişisel komplekslerinin başkaları aracılığıyla çözüm arayışına yanıt olduğu için mi bu kararı veriyor? En tehlikelisi ise ölüm cezasını yeniden tartışmaya açmaktır. Bir kişi başkasını öldürürse insanlık suçudur. Devlet hukuk adına planlayarak birkaç kişinin kararıyla ölüm cezasını uygular ve karşısına geçip izlerse bu insanlık suçu olmaz mı? Bu tartışma aslında çözüm yolu bulmaktan çok kısasa kısas mantığını yansıtır. Bunca kıyıma ve aşağılamaya karşın kadınlarımızın analık, insanlık ve uygarlık duygusuyla ölüm cezasından söz etmemesi övünülecek ve insanlık dersi niteliğindedir. Mevcut yasaların öngördüğü cezalar, sulandırılmadan indirimli infaz uygulamaları oyunlarıyla, hukuksuzluğa yönelmeden uygulanırsa, ağırlaştırılmış yaşam boyu özgürlüğünden yoksun bırakılma cezası yeterince caydırıcı olabilir ve bu mevzuatımızda var. uygulamadaki sulandırmadan ötürü caydırıcılığını yitirmektedir. Bir diğer sorun devlet yöneticilerinin insanları metreyle ölçüp kiloyla tartmak yerine insan olduklarını anlamaya çalışmamasıdır. Düşmanca, şiddete dayalı, cins ayrımcı söylemlere son vermeleri gerekir. Bu ülkede hukuksuzluk kurumsallaşırsa, bu toplumsal yıkımın altında ne zaman kimin kalacağı belli olmaz. Guernica tablosunu izleyen bir general tablonun yanındaki Picasso’ya sorar; “Bunu siz mi yaptınız?” “Hayır, bunu siz yaptınız!” der. Bugün ülkemizde uygulanan yöntemlere denk düşen bir şey.
8 / Belgin Çelik: Herhalde şiddete en çok maruz kalan seks işçileri çünkü onlar işçi hatta insan olarak görülmezler. Hepimiz Özgecan’ın ölümünü dehşetle izledik; genç bir kızdı, öğrenciydi. Peki ya aynı şekilde pavyonda çalışan konsomatris Nuran Dutlu’yu? 30 gündür elleri bulunmadı. Hiçbir yerde anılmıyor çünkü o bir orospu. Hepimiz ikiyüzlülüğümüzü unuttuk artık. 2010’dan bu yana 50’den fazla trans seks işçisi öldürüldü, faili meçhul hala. Medyada adı bile anılmadı. Genelevde çalışan hayat kadınları öldürüldü; onlar görülmedi. Görülmediği için ahlaken, dinen ağza alınmadı. Hepimiz Müslüman, ateist, Hristiyan’ız. İlk ve en büyük şiddet ailede başlar. Dayak yemesek bile anne babamızın bakışları bile yeter. Dayak Cennet’ten çıkmayla başlar. Bugün dayak hayvana bile yakışmıyor. Ben insanım, evladım. Bugün kadınlar bile evde gördükleri kötü muamelenin acısını parkta, dışarıda çocuğundan çıkarıyor, şiddetle ve onu örseleyerek terbiye etmeye çalışıyor. Dernek olarak bir çalışmamız vardı, işin hukuki boyutunu anlatan bir kitap. Ne yazık ki kadınlar anayasada ana olarak geçiyor, erkek hukuk. Eskiden kadın bakanlığımız vardı, o da değişti Sosyal Politikalar adını aldı. Bugün uyuşturucuda da büyük artış var. Son 12 yılda ölümler arttı. Nefret cinayetleri arttı. Mecliste bile ağız burun kırıldıktan sonra düşünün sokakları, kahveleri.
9 / Mehmet Kasap: Siyasetçilerden kaynaklanan bir nefret söylemi var ve bütün toplumda karşılık buluyor ve toplumsal bir vaka olarak karşımızda duruyor. Hukukş olarak konuya bakınca ülke olarak nefret söylemi suçunu benimseyen bir ülke değiliz. Ceza Kanununda nefret söyleminin tam olarak karşılığı yok, nefret suçu kriminal anlamda bir şiddet içieren müessir fiil dediğimiz bir şeyin karşılığı mıdır? Amerikan Federal Mahkemesi’nin kararlarına baktığımızda, oradaki nefret suçunun fiziki şiddet kadar yaptırıma tabii tutulduğunu görebiliyoruz. AB mahkemesi içtihatlarında da böyle. Dernek olarak Güney Kore’deki hukukçularla birlikte çalıştay düzenlemiştik. İlkokul çağındaki çocuklara kamu spotu olarak hazırlamışlar (bizde genel sigara gibi sınırlı konuda hazırlanıyor bu spotlar, belki biraz ilerleme var); onlara hakları anlatılıyor; babasının sendikal hakları, temel hak ve özgürlüklere ilişkin yaşama hakkı, ifade hürriyeti gibi konular çizgi filmlerle anlatılıyor. Biz TV’de bir şiddet olayı ile karşılaştığımızda, polis ile gösterici arasında bir kovalamaca ve şiddet görüntüsü olduğunda, hemen şöyle değerlendiriyoruz: Ya ne yaptı da bunlar, böyle bir şeye müstehak oldular, hak etler anlayışı oluyor. Hep güvenlik eksenli bakıyoruz. Daha ilkokuldan itibaren haklarımız anlatılmıyor. Biz TV izlediğimizde o insanların toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı var, anayasayla teminat altında diye düşünemiyoruz. Eğitim ve hukuk sistemimizle alakalı bir durum. Bunu aşmak için toplumda bir farkındalık oluşmalı. Eğitim sistemi yeniden ele alınmalı. Medyaya büyük sorumluluk düşüyor. Yine Güney Kore’de ciddi bir üniversiteye girme motivasyonu var. Bu motivasyonla sınavı kazanamadığında intihar eden o kadar çok kişi varmış ki. Karar almışlar; intihar haberlerinin hiçbiri medyada yer almıyor. Bizde ise Özgecan olayı örneğin; tüm detaylarıyla anlatılıyor. Bu da farkında olmadan insanların bilinçaltında bir yönelme ve eğilim ortaya çıkarıyor. Bugün ülkemizde hukukun işlemesine yönelik bir farkındalık oluşmadığından, bir bakan çıkıp anayasayı tanımadığını söyleyebiliyor. Özgecan’ın babası çıkıyor; evladı hunharca katledilmiş; özverili bir şekilde topluma sağduyu mesajı veriyor; bakanınız ne diyor? “Ben olsaydım, cezamı kendim verirdim” diyor. Burada neyi konuşacaksınız, hangi şiddetten söz edeceksiniz?
10 / Zübeyde Ozanözü: Benim yıllarım kadınlarla geçti, 35 yıl Sağlık Bakanlığı’nda kadının statüsü ve bunun yükseltilmesi üzerine çalıştım. Bu konuya kadınların hakları ve sorunları olarak bakmak istemiyorum. Aslında insan ve yaşam hakkı üzerinde durmamız gereken konu. Kadınların, hayvanların, azınlıkların hakkı gibi ayrımlara gittikçe parçalara ayrılıyoruz. Biz birbirimizin yaşam hakkını desteklemeliyiz. Kadınlara yönelik çalışmalar sürüyor ama sadece kadınların çözmesi gereken bir sorunmuş gibi görünüyor. Bürokrasiden ayrılınca gördüm ki; kadına yönelik çalışan sivil toplum örgütleri bir araya geliyorlar, şöyle böyle yapalım; sokağa çıkalım, haklarımızın peşinden koşalım diyorlar. Ne yazık ki elimizdeki haklarımızı koruyamamak ya da bu iş sadece kadının göreviymiş gibi bir misyon yüklediler bizi. Eğitimin özellikle evde kız-erkek çocuğu ayrımı yapmadan verilmesi gerekiyor. Biz Milli Eğitim Bakanlığı’yla bir çalışma yürüttük. Kız çocukların okullulaşmasına yönelik “Haydi Kızlar Okula” kampanyasında sayısız köye gittim. Rol model olarak görsünler, kızlarımız okuyup da ne olacak demesinler diye özellikle gitmek istedim. Kızlarımızın statüsünü yükselttiğimiz, kadına yönelik çalışmaların içerisinde şiddetin önlenmesi konusunda erkeği de konuya dahil ettiğimiz zaman, işimiz kolaylaşacak. 35 yıl bu alanda çalıştık ama aldığımız yol, ulaştığımız çıktıyla orantılı değil. Biz sivil toplum örgütleri olarak birbirimizin gücüne güç katmalıyız. Ne bürokrasiden ne de vekillerden desteği bulabiliyoruz bugün. Tunus’ta yeni bir yer açtık, arkadaşlar dediler ki “Sen bizim önderimiz ol, seninleyiz”. Sonra o derneğin başkanı olarak yapayalnız kaldım. Şimdi dört STK bir araya geldik, bir yer koyduk. Umarım bu kadar güzel bir kalabalığı alacak bir salonumuz olur.
11 / Fulya İnci: Sadece kadınlar yaşamıyor şiddeti. Şiddet bizim doğuşumuzla birlikte ailemizde gördüğümüz bir olgu. Elbette toplumsal farklılıklar var. Türkiye halklarından bahsettiğimizde hepsinde de var. Öncelikle birbirimizi ötekileştirerek birbirimize şiddet uyguluyoruz, ailemizde çocuklarımıza kadın-erkek ayrımını öğretiyoruz. Daha büyümeye başladığında, onun hissettiği değil, bizim ona verdiğimiz oyuncaklarla oynamayı öğretiyoruz. Evin içinde abisi, babası ve dedesine karşı kadın cinsiyeti açısından baskı uyguluyoruz. Cinsel olarak dini muhafazakar bir yaşayışla kadını ötekileştiriyoruz. Erkeğe farklı bir statü vererek kadını ötekileştirmeyi ona dayatıyoruz. Okula başladığında zaten bu kültürle gelen çocuklara okulda kız-erkek ayrımı getiriliyor. Öğretmen zaman zaman baskıcı bir unsur olarak yer alıyor ve şiddet uyguluyor. Özellikle taşrada öğretmen şiddetiyle karşılaşıyor çocuklar. Sol elini kullandığı için şiddet gören çocuklar bile var. Kitap çalan çocuğun sözle nasıl şiddet gördüğü ve intihara itildiğine dair bir haber vardı. Hayatın tamamında neredeyse şiddet görerek yaşıyoruz. Eğitim sistemini öyle bir hale getiriyoruz ki, sınavlar silsilesinde şiddet görüyorlar, ruh sağlığı bozuk nesiller yetiştiriyoruz. Sınava endeksli bir sistem getirildiğinden bu yana resmen bir şiddet uygulanıyor; okul-dersane-özel ders koşuşturmacası içinde çocuğun toplumu algılamaya, oyun oynamaya hakkı kalmıyor. Bu ruhsal gerilimi çocuk başkalarına şiddet olarak yöneltmeye başlıyor. Seçimlerinde üst düzey secimler dayatılıyor.
12 / Semih Dikkatli: Ben şiddeti ikiye ayırayım psikiyatrist olarak: bireysel şiddet ve örgütsel şiddet. Bireysel şiddet hasta insanların ve suçluların uyguladığı şiddet; devletin unsurları ordu, polis ve terör örgütlerinin; günümüzde olduğu gibi PKK, DHKPC gibi terör örgütlerinin uyguladığı şiddeti örgütsel şiddet olarak görebiliriz. Bu örgütlü şiddetin bir başka ayağı daha var. 12 yıllık iktidarla birlikte, doktorlarla birlikte başlayan sonra Silahlı Kuvvetler’e yönelen, sonrasında kadınlara, üniversite hocalarına, toplumun sanatçılarına yönelen bir örgütlü şiddet başlatıldı. Mevcut iktidar bunu çok bilinçli uyguladı. Başbakandan bakanlarına, yandaş yazarlarıyla birlikte sistematik örgütlü şiddeti toplumun kurumları üzerinde uygulayarak işlemez hale getirdiler. Bütün sanatçılarını işe yaramaz, öğretmenlerini yazın çalışmaz, öğrencilerine bir şey öğretmez, bütün doktorlarını paragöz, bütün orduyu darbeci, bütün polisi katil haline getirdiler. Bu iktidarın hedefinde kadın doktorlar, kadın öğretmenler var; kadınlar bu iktidarın baş düşmanı. Bu nedenle liderler şiddet içeren sözler söylediğinde onların yandaşı yazarlar bu şekilde konuştuğunda, cahil halk da bu şiddeti uygulamaya başladı. Şiddet işaretle legalize hale getirildi. “Mini etek giymeseydi, tecavüz etmezdim”, “Gece sokakta dolaşmasaydı, onu öldürmezdim.”, “Yürüyüşe katılmasaydı, kafasına sıkmazdım”. Bugün Berkin Elvan’ı anıyor herkes; çocuk ekmek almaya gitti, cebinde bilye var diye şiddeti haklı gösterip annesini yuhalattılar. Şiddetin örgütlüsünü yaratan bizzat bu iktidar ve onun yandaşlarıdır. Kabataş yalanı için 15 tane yazar aynı başlığı attı; “Diliniz kaba, vicdanınız taş” diye. Asıl onların vicdanları taş, dilleri kaba. Onlar alçağın önde gideni. Bunları milleti birbirine böldüler, kırdırdılar; her türlü şiddeti legal hale getirdiler. Bazı sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler gözünden de bakalım. Bazı terör örgütleri, legalize edildi. Özgürlük savaşçısı dendi, eline silah alanlar legalize edildi. Tersten de bir şiddet teşvik edildi. Oysa bizim toplumsal olarak devlet terörünün de iktidar şiddetinin de silahlı her türlü şiddetin karşısında duruyor olmamız lazım ki çocuklarımıza şiddeti legal kılmayalım. Şimdi siz PKK’lı eline silah almış bir teröristi…
(Nejat Kangal, Oya Hanım’dan duruma müdahale etmesini istedi. Semih Bey ile aralarında kısa bir polemik yaşandı. Oya Özden, katılımcılara sakin olmalarını söyleyerek ortamı yatıştırmaya çalıştı.)
Oya Özden: Şimdi lütfen sakin oluyoruz. Burada yürütülen bir süreç var, adına herkes farklı bir şey diyor. Semih Bey lütfen siz de ifadelerinize biraz daha dikkat edin.
Semih Dikkatli: Devlete, devletin polisine, ordusuna vururken terbiyeliyim; onlara da söylüyorum. Onlar da katil.
(Birkaç katılımcı daha tartışmalara dahil oldular.)
Oya Özden: Lütfen moderatör olarak buradayım, müdahale etmeyin.
Semih Dikkatli: Ben psikiyatrist olarak bir şey söyleyeyim.
Bülent Durukan: Gerilla neden dağa çıkıyor, önce onların psikolojisini anlayın. Devletle gerillanın psikolojisini nasıl bir tutarsınız?
Oya Özden: Lütfen ortamı germeyin.
Rıza Sümer: Arkadaşlar, süresinde herkes özgürce konuşmalı.
Oya Özden: Konuşma hakkına saygı duyalım.
Mahmut Konuk: Bunlar özgürce konuşmaya girmez.
Rıza Sümer: Ben de katılmıyorum ama bu, algı.
Aydın Şimşek: Moderatör arkadaşa bir yardımcı olalım lütfen.
Oya Özden: Böyle yapmayın lütfen. Konuşma hakkına saygı göstereceğiz, birincisi bu. İkincisi, nefret söylemi, hakaret, cinsiyetçilik, ırkçılık yapıyorsa müdahale edeceğiz. Üçüncüsü ben de alçaktı, şerefsiz gibi ifadelerden hoşlanmıyorum. Bu tür sert söylemlerden de uzak duralım. Lütfen şimdi kalan süresini kullansın. Belli bir örgüte yönelik eleştirisini yapabilir, herkes her eleştiriyi yapabilir, lütfen buna da saygı gösterelim. Buyrun Semih Bey.
Semih Dikkatli: Birincisi şiddeti, örgütsel her türlü şiddeti öven, legalize eden kişiler çocuklara kötü örnek oluyor. Bunun hangi taraftan ve ne şekilde yapıldığının hiçbir önemi yok. Ayrıca hayvanlara uygulanan şiddet ve tecavüz, yakılmaları gibi konularda da aynı şekilde. Bu şiddetin her alanına toplum olarak karşı çıkmazsak, şiddeti durdurabilmemiz mümkün değildir. Gördüğünüz gibi burada da bir şiddet vardır. ben de burada bir şiddete maruz kaldım. Buradaki sürecin nasıl işlediği de bellidir. Ben bugün bu toplantıyı terk ediyorum. Bir daha toplantılarınıza da katılmayacağım.
(Katılımcılardan küçük sözlü müdahaleler gelir.)
Oya Özden: Kendisini şiddete uğramış hissediyor olmasına da müdahale etmeyin arkadaşlar. Burada yapmayalım bari bunu. Semih Bey kalın lütfen. Burada herkese yer var.
Rıza Sümer: Semih Bey yanlış yapıyorsunuz.
(Yine teklifsiz konuşmalar, yorumlar yapılır.)
Semih Dikkatli: En azından bu görüşmeyi geren kişi olarak hepinizden özür diliyorum. Bugünlük terk ediyorum, daha sonra katılım için düşüneceğim. Gerginlik yarattığım için özür diliyorum. Söylediğim şey çok basitti. Kim olursa olsun, hiç kimsenin tarafı değilim; eline silah alan herkesi legalize ettiğinizde, şiddeti yönelttiğiniz çocuklar var, o çocuklara dikkat edin.
(Katımcılardan küçük müdahaleler ve yorumlar gelir. Oya Özden ortamı sakinleştirir.)
Enver Önder: Bir tek cümle için izin istiyorum arkadaşım.
Oya Özden: Lütfen uzatmayalım. Buyrun.
Enver Önder: Ben burada birçok düşünceye katılmıyordum ama bir savunum vardı: Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi değil, Türkiye küçük Millet Meclisi. Burası uygarlık, dostluk ve düşünce özgürlüğü yansıtan ve yaşayan bir yerdir. Orada kalalım.
Oya Özden: Ben de buna katılıyorum. Bakın altı yıldır bu işi iğneyle kuyu kazarak yürütüyoruz. Bu ve buna benzer tepkiler Ankara’da altı yılda üç kere yaşandı. Bizim bunu buradan yapmamız gerekir. Bizim karşıdaki binadan (meclisten) farkımız bu; bu farkı korumamız gerekir. Herkes burada farklılıklarıyla, ne söylemek istiyorsa söyleyerek bulunma hakkına sahip. Sizlersiniz buranın bileşeni, lütfen daha fazla uzatmayalım.
13 / Rıza Sümer: Ben bu toplantılara Türkiye Gençlik Federasyonu adına katılıyordum. Pozitif ayrımcılık anlamında gençlere elbette farklı davranmak gerekiyor; fırsat eşitliği, eğitim ve iş bakımından. Ancak gençlik yaşını sayısal olarak belirleyen yaklaşımlara karşı çıkıyorum. Federasyon başkanlığını 2 Kasım’da genç arkadaşlara devrettim. Yarın (8 Mart’ta) 20 kişi Şiddetsiz Toplum Derneği’ni kuruyoruz ve konfederasyona kadar götürmeyi düşünmüyoruz. Kurucu başkanlığı arkadaşlarım bana verdiler. Amacımız, mahalleden köylere kadar her ortamda ve herkese örgütlenmelerini önereceğiz. Şiddetten koruma ve korunma, şiddeti engelleme, tuzağa düşmeme konularında kadın, çocuk, genç, tüketici, hayvan, çevre alanlarını güçlendirme gibi iddialarla yola çıktık. Kadın cinayetleri hepimizin, rahatsız olduğu ve utandığı bir konu. Bizde erkekler çoğunluklu. Biz erkeklerin kadına karşı ürettiği bu şiddetin her türlüsüne karşı olarak yola çıkıyoruz hepimiz. Kişi olarak da örgüt olarak da azınlık kavramını asla kabul etmiyoruz. Kabul edenlere de saygı duyuyoruz. Azınlıklar yoktur, faklılıklar vardır; farklılıklarda eşitlik anlayışı olmalıdır. Tüm ırklar anayasadan başlayarak tüm yasalarda eşit haklara sahiptir, eşit yurttaşlardır. Biz yeni oluşumda, azınlıklar kavramının uluslararası alanda ve Türkiye’de kaldırılması için çabalayacağız. Sayıları az diye birilerine azınlık denemez, onlar her bakımdan eşittir. Kendi inanç ve kültürlerini yaşamalıdırlar. Son olarak şunu ekleyeceğim: Bize verilen süre nedir, 5 dakika. Lütfen dinleyelim. Küfür ve başka bir şey olmadığı sürece dinleyelim. Biz bu yeni harekette de şiddete şiddetsiz, yüz yüze ve göz göze iletişim ağırlıklı olarak hareket edeceğiz. Bize medyada ya da her hangi bir yerde şiddet uygulanırsa, karşılık vermeyeceğiz. Politikacıları büyük ölçüde muhatap almayacağız. Şiddet halkın içinde filizlenmektedir; biz de halkın içindeki insanlar olarak sivil bir halk girişimini, daha doğrusu yaklaşım farklılığını başlatıyoruz.
14 / Bülent Durukan: Şiddet kültürü veba gibi yayılmaktadır. Aranızda selamı yayınız hadisinden anladığımız gibi Muhammed Peygamber insanların birbiri arasında selamı yani barışı yaygınlaştırılmasını istemiştir. Çünkü barışın yayılmadığı yerde şiddet yayılmaktadır. Şiddetin kadına, çocuklara ve muhaliflere yöneldiği çok açıktır. Oysa Peygamberimiz kadınlar ve çocuklar konusunda çok hassasiyet göstermiştir. Muhaliflerle ilgili pek yorum yoktur çünkü kendisi var olan sisteme muhalif olarak ortaya çıkmıştır. Kadının İslam’daki yerine bakarken Hz. Hatice'nin peygamberin ilk eşi olduğu peygamberin ise Hz. Hatice'nin üçüncü eşi olduğu, peygambere onunla evlenmek istediğini haber gönderdiğinde kabul edecek kadar eşitlikçi olduğu görülmektedir. Hz. Ayşe ile çocuk yaşta evlilik yapıldığına dair ise aksi yönde kanıtlar bulunmaktadır. Bunlar Hicret olayında Ayşe'nin yaşı ve peygamberin vefatında kendisinin 28 yaşında olup son 9 yıldır peygamberle evli olduğundan yola çıkarak ispatlanmaktadır. Bunlar kesin bilgilerdir. Bugün toplantıda yaşanan tartışma ve ortaya konan şiddetvari durum şiddetin nasıl yaygınlaştığına örnektir. Sözlü olarak şiddete maruz kaldığımızı düşündüğümüzden sözlü olarak cevap vermek durumunda kaldık. Ardından katılımcı toplantıyı terk ederek tekrar şiddeti katılımcılara yöneltmiştir. Bir daha yaşanmamasını dilemekteyiz.
15 / İbrahim Yalçın: Bazı ortamlarda toplumun geneline uygun konuşmayan kişinin konuşmasına, bu konuşmaya da cevap verilmesine müsaade edilmesi lazım. Kendi iradesini kullanarak diğer konuşmacıların buna yanıt veremeyeceğini düşünen arkadaşların yanıldığını düşünüyorum. Müsaade etselerdi, biz de ona (Semih Bey’e) bunu anlatırdık; onu burada tepki koyarak göndermek çok iyi olmadı. Tam da konuştuğumuz konuyu anlatıyor bence. Yanlış şeyler konuştu ama bunları konuşmasına müsaade edecektik, öyle cevap verecektik. Esas konuya gelince… toplumda şiddet kültürünün hangi zeminde yükseldiğini anlamak için bu kültürün nasıl oluştuğuna bakmak lazım. Birçok nedeni var bunun oluşmasının; iktisadi yaşam birliği, ruh şekillenme beraberliği, dil, din, üretim alışkanlıkları gelenekleri gibi… Bu topraklar tarihi itibariyle büyük çatışma ve katliamlara, savaşlara sahne olmuş. Osmanlı’dan hatta Cumhuriyet döneminden gelen bu mirası yürütüyoruz. Kültür bir üst yapıdır ama alt yapısı da var; ekonomik alt yapısı. Bunlardan bağımsız olarak ele alacağımız şiddeti, kadına şiddeti yok etme şansımız yok. Ancak bu kapitalist sistemin fazlalıklarına karşı tedbir koymalıyız. Kadın hareketi geldiği noktada kapitalizmin uyguladığı zalimane şiddete tavır alıyor. Bu tavrı alırken, üretim sistemlerini elinde bulunduranlar, devleti ve toplumu yönetenler, kendileri açısında bakıyorlar işe. Sermaye sahibi sınıflar, kadınların ve erkeğin birliğinden fayda sağlarlar mı sağlamazlar mı? Türkiye’deki azınlıkların birleşmesinden, sorunların kalkmasından yararları var mıdır yok mudur? Bugün bunlar yaşanıyorsa, kadınla erkeğin eşit olmasından faydaları yoktur, azınlıkların kardeş olmasından karları yoktur. Bu nedenle eşitliği istemiyorlar. Hepimiz bu hakim kültürden etkilenmiş durumdayız. Bugün burada tavır koyan, bağıran, kadın eşitliğini savunduğunu iddia eden bizler de kısmen bu kadınlara karşı ayrımcılıktan etkilenmiş durumdayız. Tüm ayrımcılık sorunlarının çözülebilmesi için mutlaka eşitlik ve adaleti temin edecek kişilerin iktidara gelmesiyle olabilecektir. Bugün bir başbakan, cumhurbaşkanı çıkıp konuyu fıtrata göre anlatıyorlar. Neden bugün Müslüman ülkelerde kadın sorunu daha fazla? Bunu anlatmıyorlar, sizin bahsettiğiniz Müslümanlık nedir? IŞİD nedir? Bunları anlatmaları lazım.
16 / Hatice Varol: Ben bu konunun dinsel değil, toplumsal yozlaşmayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Eski destanlara bakıldığında han ve hatun her zaman yan yana yer almıştır. Bizim Orta Asya’ya, Anadolu’ya gelmemiz ve İslamiyet’i kabul etmemizle Arap kültürünü de aldık ve bizde kadın ikinci sınıfa düştü. Han yanında artık hatununu istemez oldu. Devlet otoriteleri bugün sağduyulu açıklamalar yapmıyorlar bu konularda; şiddet içerikli konuşuyorlar. Örneğin Gezi eylemlerinde Erdoğan, Afrika gezisine çıkarken, herkes, halkı yatıştıracak şeyler söylemesini beklemişti ama kendisi “Yüzde elliyi evinde zor tutuyoruz” diye bir açıklama yapmıştı. Bu tür açıklamalara halkı galeyana getiren zihniyet çok yanlış. Kadınların haklarının öğretimi ailede başlamalı. Ben Adanalıyım ve orada kadın neredeyse üçüncü sınıf vatandaş olabiliyor, mirastan ev içi ilişkilere kadar. Belediyelerin kadınlara dikiş nakış yerine haklarını öğretebileceği kurslar açması daha yararlı olabilir. İstanbul Anlaşması kadınlar sosyal hayatını değil ev içi şiddetle alakalı durumları düzenleyen bir uluslararası anlaşma ve Türkiye buna imza veren ilk devlet. Bununla gurur duyabiliriz belki ama bir yıl geçmesine rağmen henüz mahkemelerde uygulanma aşamasına gelinemedi. Ankara Üniversitesi Hukuk öğrencileri bunun uygulanmasına yönelik bir çalışma yürütüyor umarım başarılı olur. Tam çevirisi yanlış yapılmış anlaşmanın, haneyi bile yanlış çevirmişler. Ama orijinal metinde kadına yönelik efsane bir anlaşma. Anlaşmalara ilk imza vererek gurur duyamayız. 2001 yılına kadar seks işçilerine tecavüzde, dörtte üç oranında iyi hal indirimi veriliyordu. Kadınların ve STK’ların çabasıyla bu değiştirildi. Eğitim seviyesiyle de alakası yok bunun; eğitimli birçok erkek de şiddet uyguluyor. Pozitif ayrımcılığa da karşıyım; ayrımcılığın pozitifi olmaz. Neden erkeklere yok da kadına pozitif ayrımcılık var? Pozitif ayrımcılığa ilk başta kadınların karşı çıkması gerektiğini düşünüyorum.
17 / Göksu Günay: Getirdiğim kitap bizim ilk çalışmamız, Hollanda Büyükelçiliği desteğiyle yaptık. ŞÖNİM’leri biliyorsunuz, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri; yeni kurulmuş bir oluşum, 16 ilde var. sayısının arttırılması düşünülüyor fakat kadın dernekleri ŞÖNİM’lere karşı. Çünkü yeterli altyapı olmadan oluşturuldu ve gizli olması gereken yerler, çok açık. Çalışmamız dört ŞÖNİM üzerineydi. İzlemenin nasıl yapılacağına dair bilgiler var bu kitapta. Toplumsal şiddete gelince… Ingeborg Bachmann’ın o ünlü sözünde dediği gibi “Faşizm aslında iki kişi arasında başlıyor, bugün de şahit olduğumuz gibi… Çünkü hepimiz kendi hakkımızı düşünüyoruz. İlk kMM toplantılarına katıldığımda, benim de çok yerleşik düşüncelerim vardı çünkü ben hem sosyalist hem de feminist bir kadınım. Benim doğrularımın dışındakilere pek de tahammül edemiyordum. Ben büyük ölçüde bu konuda toplantıların yararını gördüm, tahammül ediyorum en azından kabul etmesem bile. Anlamakla başlıyor her şey. Toplumsal şiddet çok ciddi bir konu. Çeşitli etnik ve mezhepsel gruplardan arkadaşlarım var burada, ben de onlardan biriyim. “Bizde olmaz” dedi arkadaşımız, nasıl olmaz? İki kişi arasında başlayan bir şiddet, Çerkez de olsanız yaşanıyor. Şiddet sadece dayak değil, bakışlarla da yaşarsınız bunu. Ya da ekonomik özgürlüğünüz olmaz, çalışmanız kısıtlanır, şiddet yaşarsınız. Toplumsal şiddetin nedeni çok eski mülkiyetle başlayan ve kadını ikinci sınıf olarak gören eril bir anlayış ve bu dil hala devam ediyor. Özgecan’ın öldürülmesiyle ilgili de bir şey söylemek istiyorum. Aynı sıralarda Hindistan’da bir top öğrencisi tecavüze uğrayıp öldürüldü. Mahkemede sanık “Karşı koymasaydı, öldürmeyecektim” diyor; Özgecan’ın katili de öyle. Aynı düşünce bütün erkeklerde var; “Ben efendiyim, sen benim isteğime nasıl karşı çıkarsın?”. Özgecan orada müsait davransaydı, öldürülmeyebilirdi; bu bir gerçek. Ev içi şiddette de bu var; siz istemeseniz de eşiniz cinsel bir şiddet uygulayabiliyor. Avcılık ve toplayıcılık döneminde sonra mülkiyetle birlikte başlayan, kadının ve ötekilerin tamamıyla ikinci sınıfa indirgenerek, günümüze kadar ezildiklerini düşünüyorum. Özgür olmak istedikleri için öldürülüyor kadınlar.
18 / Mahmut Emin Avcı: Dünyamızı ve insan yaşamını doğrudan ilgilendiren diğer canlıların ve doğanın da katledilmesinin, şiddet unsuru olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Benden önceki değerli konuşmacılar, kadına ve çocuklara olmak üzere insanlara karşı yapılan şiddeti yeterince ele aldıklarından, sorunu genel olarak ele alacağım. Başta Ortadoğu ülkelerinde olmak üzere, ekonomik nedenlere dayanan, ancak toplumun, inançları, çağdışı geleneklerinden kaynaklı gösterilen savaşlara tanık olmaktayız. Bu savaşların temel nedeni emperyalist ülkelerin pazar ülkelerindeki ekonomik çıkarları içindir. Ekonomik kriz; sokakta, okulda, aile içinde şiddete neden olmaktadır. Yoksul insanlarda, görülen ekonomik sıkıntı, sigara, alkol ve madde bağımlılığını arttırmaktadır. Toplumumuzdaki ataerkil sistemin aşılmaması nedeni ile başta kadınlar olmak üzere, canlılar ve doğamızda şiddetten nasibini almaktadır. Şiddetin alt nedenleri arasında, halkların asimilasyona tabi tutulması, farklılıkların haklarının gaspı, eğitim, aile yapısının bozulması, iletişim organlarının şiddete dayalı yayınları, kültürel ve sosyal yapıdaki bozukluklar, inançlardaki sapkınlıkların son zamanlarda artış göstermesi sayılabilir. İnsan nüfusunun artışı ile beraber kaynakların kıtlığı, lüks içinde yaşayan insanlar ile yoksul insanlar arasındaki dengesizlik savaşı da beraberinde getirmektedir. İnsanların birbirlerine şiddet uygulamaları yanı sıra, diğer canlılara ve doğaya da zarar vermeleri gün geçtikçe artmaktadır. Şiddet; fiziksel, sözel, duygusal, cinsel, ihtiras, inanç, kıskançlık, nefis gibi duygularda kendini göstermektedir. Ama tüm bunları besleyen de ekonomik ve sosyal krizlerdir. Ülkemizdeki eğitim sisteminin çarpıklığı, toplumda huzuru yok etmektedir. Şiddeti uygulayan kişi veya kişilerin en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Şiddete maruz kalan kişi veya kişilerin bu durumu normal kabul etmesi engellenmeli, birey olma temelindeki hakları öğretilmelidir. Aileler bilinçlendirilmeli, şiddetin bir terbiye unsuru olmadığı anlatılmalıdır. Eğitim sistemimizde çocuklara şiddetin insana, diğer canlılara ve doğaya yakışmadığı öğretilmelidir. Sivil toplum örgütlerinin bir baskı unsuru olarak TBMM, Yürütme organı olan hükümete hatta Yargıya etki etmelidir. Şiddete karşı olan insanların sayısal olarak çoğunluklarını göstermesi ve bir etkinlikte bulunması gerekmektedir.
19 / Olcay Karacan: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ev İçi Adalet Birimi’nden geliyorum. Şiddete ilişkin hukuk eğitimi boyutuyla ilgili konuşmak istiyorum. Kadına ve LGBTİ bireylere yönelik şiddette hukuk eğitimi çok önemli. Belgin Hanım “Ahlak nedir, bunun üzerinden tartışmalar yürüyor ve göremiyor ve görmüyorsunuz bizi” dedi. Ahlak, namus, kadın bedeni üzerinden tanımlandığı için “bu kodlara sahip olanlar ve olmayanlar” üzerinden gittiği için ve okulumuza gelen öğrencilerin büyük bölümü de bu ahlaki kodlara sahip olarak geldikleri için bir süre sonra diğerlerini gerçekten göremiyor. Biz de birim olarak 2007’den itibaren Prof. Dr. Gülriz Uygur’un başlattığı bir girişimle Ankara Üni. Hukuk Fakültesi’nde ikinci sınıftan itibaren kadın dersleri, üçüncü sınıftan itibaren kadın hakları ve hukuk, dördüncü sınıftan itibaren ev içi şiddet hukuk kliniği, LGBTİ’lere ve seks işçilerine yönelik küçük gruplarla çalışmalar yürütüyoruz. Bu çalışmalarda başta öğrenciler çok önyargılı oluyorlar, bunları yıkmaları kolay olmuyor. Son sınıfın sonuna kadar bir kısmı önyargılarını yıkabildiklerini söylüyorlar. Baştaki videoda izlediğimiz bazı mahkeme kararları var, bu kararları ve yasaları, insanlar önyargılarından hareketle yorumluyorlar. Eğitimle bunu aşmak zorken, hiç eğitimden geçmemiş kişiler hakim, savcı oluyorlar. Kendi değer yargılarını davalara yansıtıyorlar. Sadece yasa değiştirmekle bir şey olmuyor, bizim hukuk eğitiminde bir şeyler yapmamız lazım. Sadece lisans eğitimi hiç yeterli değil. Sonraki süreçte Hakimlik Akademisi’ne gidiyorlar, toplumsal cinsiyetle ilgili eğitim yapılamıyor; aile mahkemeleriyle ilgili çok sınırlı çalışma var. Türkiye’de 75 hukuk fakültesi var, Ankara Hukuk Üni.’de 2007’den bu yana bir şeyler değişmeye başladı. Hukuk da feminist konulara girmeye başladı; kadın ve LGBTİ sorunlarına ilişkin çalışmalar yapıldı ama hukuk eğitiminin bütünü toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı olarak dönüştürülmedi. Hukuk fakülteleri muhafazakar ortamlar. Böyle olunca iğneyle kuyu kazıyorsunuz. Hukuk eğitiminde muhafazakar, geleneksel ahlak kodlarını yıkmak, hiç kolay değil. Bu süreçte bize ciddi anlamda destek olan sivil toplum örgütleri de var.
Oya Özden: Geçen yılki 8 Mart toplantısından bazı katılımcılarımız hatırlarlar. Songül Hanım, Dersim Belediye Başkanıydı. Geçen yıl yerel seçimler vardı o dönem; kendisi HDP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayıydı. Bugün İHD adına burada.
20 / Songül Erol Abdil: Bugün İHD adına buradayım, HDP ile organik bağım yok ama sempatizanıyım, politikalarını olumlu buluyorum. İHD olarak 2014 yılına ait bir çalışma yaptık, bazı verileri sizinle paylaşmak istiyorum: 2014 yılında 296 kadının öldürüldüğü, 36 kadının intihar ettiği, 191 kadının taciz ve tecavüze uğradığı, 585 kadının darp edilerek yaralandığı, 6 kadının namus cinayetiyle öldürüldüğü, 13 kadının kuşkulu biçimde yaşamına son verildiği sonucuna ulaştık. Cinsel taciz ve tecavüze uğrayan bazı kadınların yaşadıklarını, toplumsal baskı nedeniyle açıklayamadıkları göz önünde bulundurulduğunda bu sayının daha da artacağını düşünüyoruz. İHD olarak geriye dönük çalışmalarımızdan da elde ettiğimiz sonuç şu ki, bu veriler savaş halinde olabilecek veriler. LGBTİ bireylere yönelik de yoğun baskı ve hak ihlalleri var. Kadına yönelik şiddet bireysel olmanın yanı sıra toplumsal. Kürt kadınları, Alevi kadınlar, Ermeni ya da gayrimüslüm kadınlar toplumsal şiddet yaşıyor. Ankara’da Kürt bir kadın çocuğunu hastaneye götürüyor ve Türkçe bilmediğinden doktor ve hemşire, “Türkçe öğren de gel” diyorlar. Kadın bize geldi ve ağladı. Böyle bir ayrımcılık var Türkiye’de. Peki şiddetin kaynağı ne? Şiddetin kaynağında din var, dinin bazı siyasiler tarafından kullanılma şekli diyelim. Irkçı ve otoriter yönetim şekilleri var. Sadece kadınlara değil, azınlıklara ve farklılıklara yönelik olarak da söylüyorum bunu. Genellikle kültürün de kadınlar ve LGBTİ bireyler üzerinde baskısı var. Kadınlara yönelik şiddetin politik olduğunu düşünüyoruz. Ortak bir politik tutum var. Hindistan’da tecavüze uğrayan bir öğrenci vardı; zanlı iyi hal indirimden yararlandı. İran’da Reyhani Cabbari, tecavüze uğramamak için yeltenen kişiyi öldürdü, idam edildi. Bunun ardında tecavüz etmek isteyen kişinin eski istihbaratçı olması dikkat çekiciydi. Türkiye’de erkekler iyi hal ya da tahrik indiriminden yararlanıyorlar. Neyin iyi hali? Kadına yönelik şiddet kurumsal, devletin kurumları tarafından da pekiştiriliyor. Bunu önlemek için devletlerin etkili politik tutum takınmaları gerekiyor. Kadın örgütlerinin ortak hareket etmesi çok önemli. Burada kadın arkadaşlarımız yoksa kendimizi de sorgulamalıyız.
21 / Turgay Özkan: Bir erkek olarak kadınların özgürlük mücadelesinde, fikir yürütmeyi bile doğru bulmuyorum. Bir ezenin, ezilen hakkında yorum yapması çıkarcı bir bakış açısıdır. Bize düşen erk zihniyeti reddetmek ve kendimizden başlayarak bu erkin mahkum edilmesi gerektiğini söylemektir. Kadınlar bunun mücadelesini her alanda veriyorlar. Azınlıklarla ve farklılıklarla ilgili şunu netleştirmek lazım. Anadilde eğitim, din ve inanç özgürlüğü, patron-işçi ilişkisi gibi hayatında her alanında kurulan ilişkilerde şiddet var. 8 Mart geldi diye sadece kadınları konuşmak da doğru değil. Şiddet alanındaki her şey mülkiyet esaslı başlamıştır; devlet ve erk zihniyeti, şiddet eğilimini tetiklemiştir. Alevi toplumunun şiddete maruz kaldığı beş temel başlık var. Cemevlerinin ibadethane olmasının kabul edilmemesi, bir inancın kendi özkültürünü devam ettirememesi anlamına gelir. Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla kapatılan dergahlar, Alevi kültürünün sürmesini engellemiştir. Alevilerin bugün Cemevlerini ibadethane olarak işaret etmelerinin nedeni, mekansal değil; cem olabilecekleri, yüz yüze sohbet edebilecekleri bir mekanın devlet tarafından kabul edilmesidir. Dört duvar istemiyoruz. Zorunlu din dersi zulmü bir şiddet değil, insanlık suçudur. Bir inancın sistematik olarak yok sayılması ve devlet okullarından başlayarak bir okulda kendi bireysel özelliklerini kazanamayan insana bir dini aşılamak, bir asimilasyon aracıdır ve sistematik olarak yapıldığında işkencedir. Kamuda, medyada görüyoruz; “Kızılbaştır, Alevidir, tehlikelidir, teröre meyillidir.” Bunlar devletin sözleri. Alevilik’te böyle bir şey yok. Bu, bizim için devlet eliyle uygulanan bir şiddettir. Son talebimiz eşit yurttaşlıktır. Erk zihniyet, bize eşit yurttaşlık hakkı vermeyerek ve bizi tanımayarak, üzerimizde psikolojik şiddet uyguluyor. 8 Şubat Alevi mitinginde, kaç bin kişi olduğu önemli değil orada bir tane polis yoktu; bir tane kırılan otobüs durağı camı olmadı. Şiddet uygulayan olmazsa bir ortamda, şiddet ortamı doğmaz. Önemli olan barışın dilini kullanmak. Sözümü Hacı Bektaş dörtlüğü ile bitirmek istiyorum: “Erkek dişi sorulmaz bizim dilimizde / Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde / bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok / Eksiklik senin özünde”
22 / Gülşah Deniz: Ben Ankara Barosu Gelincik Projesi’nden katılıyorum. 2010 yılında başlayan bir proje bu. Önce sadece kadına karşı şiddetle başladı, hukuki yardımda bulunuyoruz. Adli yardım denilen ve avukat tutmaya gücü olmayan vatandaşlarımıza hizmet sunuyoruz. Gelincik Merkezi de bunun altında kuruldu. Kadınlara avukat tahsis edip o andaki şiddetin çözümü için değil, daha sonra boşanmak, nafaka almak veya sığınma evine yerleşmek isterse bununla ilgili de destek oluyoruz. Bu seneden itibaren LGBTİ bireylerle de çalışıyoruz. Telefon aramalarını kabul edip, şiddete uğradıkları zaman destek oluyoruz. Daha önce kadın, çocuk ve yaşlı olarak yönergemiz vardı; aramaları hukuki olarak yönlendiriyorduk ancak şimdi merkezde LGBTİ bireylerin başvurularını kabul ediyoruz. Bizim sorunumuz, sığınma evlerinin çok açıkta olması. Şiddete uğrayan kadını sığınma evine yerleştiriyoruz; tehlikeli bir durumdaysa otele yerleştiriyoruz. Sonunda eşi gittiği sığınma evini öğreniyor çünkü polisler koruma kararı veriyorlar fakat kadının adresini orada belli edecek şekilde veriyorlar. Son zamanlarda polisler bu konuda biraz daha eğitildiler. Aile hakimleriyle sürekli toplantılar yapıyoruz, görüş alışverişinde bulunuyoruz. İşlerin hızlı yürümesi konusunda çok yardımları dokunuyor. Kadın örgütleriyle ortak çalışmalar yapıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nde Türkiye ilk imzacı oldu çünkü İstanbul’da yapıldı sözleşme. Aslında hiç istediği bir sözleşme değildi. Ana Grevyo diye bir grup var kurulması gereken İstanbul Sözleşmesi’nde. Bu Grevyo ekibinin seçimi sırasında tüzel kişiliği olmayan platformların oraya dahil edilmemesiyle ilgili sıkıntı yaşandı. Ahmet Davutoğlu’nun eşinin, Sümeyye Erdoğan’ın bir derneği ile bir derneği daha ve başkanlığa Siirt Üniversitesi rektörü olan ve sonradan kapanan Emel Topçu’yu seçtiler. Kadın örgütlerine telefonlar ettik, sizin adınıza idari işlemin iptali için dava açacağız, bize vekaletname gönderin dedik. Kimse bize vekaletname göndermediği gibi o süreçle ilgili “Biz kendi avukatlarımızla düşündük ve o sırada yapılması uygun değilmiş” deyip sürenin kaçmasına neden oldular. Bu saatten sonra da bir şey yapılabileceğine inanmıyoruz, kadın örgütleriyle ilgili böyle bir sorunumuz var. Kendimiz ücretsiz şekilde olabilecek en iyi hukuki yardımı vermeye çalıştık. Ankara Barosu takibi yapacağı için daha etkili olabileceğini düşünmüştük ama grevyo seçimi tamamlandı.
Oya Özden: Şu anda bitti mi idari süreç?
Gülşah Deniz: Bazı kadın örgütleri idari sürecin bitmediğini düşünüyorlar ama bizim açımızdan bitti. Aralık ayında katılımcılara şöyle bir e-posta atılmış: Sizin sivil toplum kuruluşu olarak tüzel kişiliğiniz varsa ve imzacıysanız, o zaman sizi kabul ederiz yoksa kabul etmeyiz dediği için inisiyatifleri kabul etmemiş oldu. Orada bir araya gelen inisiyatifler zaten orada kadının hakkını ve İstanbul Sözleşmesi’ni daha iyi bilenlerdi. Onlar dahil edilmediler, toplantılar terk edildi. Biz de dahil olmaya çalıştık ama kadın örgütleri bizi kabul etmedi; anlayamadık orada ne olduğunu.
Belgin Çelik: Orada katakulliye getirildik.
Gülşah Deniz:: Orada süreç o şekilde tamamlanmış olabilir ama bu, iptal edilebilir bir idari işlemdir. O seçim ve seçilenler yenilenebilir. Siz hukuka güvenmezseniz, burada bir arada olmamızın bir anlamı yok. O nedenle örgütlerinizin başına ne gelirse gelsin, avukatlarla çalışmanızı tavsiye ediyorum.
Oya Özden: Bu önemli bir eleştiri. Ben de kadın örgütlerinin bu eleştiriyi dikkate almalarını öneriyorum.
Gülşah Deniz: Bir türlü hukuki bir süreç yürütülemedi orada. Kadın örgütlerinin cinsiyetsiz bir şekilde bu işi yapmalılar; bazen kendi ego ve hırslarının kurbanı oluyorlar bazen.
Oya Özden: Şimdi eklemeleri alacağım ama siyasi masa uzun süredir bekliyor ve sözü onlara vereceğim.
23 / Aydın Şimşek: Makro ve mikro düzeyde bir şiddet iç içe geçmiş durumda. Özellikle ataerkil anlayış, heteronormatif sistem ve hegemonik erkeklik anlayışı normatif, düzeni korumak ve düzene getirme anlayışıyla heteroseksüel anlayışı pekiştiriyor. Hegemoninin şiddeti ve şiddetin hegemonyası, iç içe geçmiş durumda. Şiddetin farklı biçimleri var; fiziksel, ekonomik sözel, psikolojik şiddet vb. Hepsi dediğim alanda besleniyor. AKP zihniyeti ya da AKP’nin İslam anlayışı kadını daha çok erkeğe emanet eden bir zihniyet. Fıtratın dışına çıkan, düzeni bozan, kadın olarak görülüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun bir açıklaması vardı; AKP döneminde şiddet % 1400 artmıştır diyeBazı örnekler vereceğim siyasiler açısından: “Bir tane kadın mıdır, kız mıdır bilmem” diyerek kadını üremeye indirgeyen cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek çıkıyor” diyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; “Anası tecavüze uğruyorsa, neden çocuk ölsün, anası ölsün” diyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek; “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar” diyen Sağlık Bakanı Recep Akdağ; “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur” diyen İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Ak Parti MV Ayhan Seferüstün; “Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak” diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; “Türk kadını evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir” diyen Eski Savunma Bakanı Vecdi Gönül; “Kızlarına sahip çıksalardı” diyerek Münevver Karabulut davasıyla ilgili konuşan Vali Celalettin Cerrah. Bence Münevver Karabulut ve Özgecan Aslan cinayetiyle ilgili ciddi düşünmemiz lazım; biri namus abidesi olarak kodlandı toplumda; diğeri için “Su testisi su yolunda kırılır” dendi. “Medya olayları abartıyor, kadına yönelik şiddet, algıda seçicilik” (Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin), “6 yaşındaki çocukla evlenilebilir” (Sosyal Doku Başkanı Nurettin Yıldız), “Annen de olsa dizkapağının üstü tahrik eder” (Furkan Vakfı Kurucusu Alpaslan Kuytul), “Bekar erkeklere cinsel ihtiyaç ödeneği verilsin” (Avukat Yavuz Balkan, bu konuda meclise dilekçe veriyor). Diyanet’in nişanlılık fetvası üzerine bir açıklaması var: “Nişanlılar İslami örtünmeyi düzeltmeli, başkalarının göremeyeceği şekilde yalnız kalmayın, el ele dolaşmayın, görüşürken örtünün.” Bir okul müdürü Filiz G. kısa etek giyen kız öğrencileri yola getirmek için tacizci erkek timi kuruyor. 2013’te Eren Keskin’in bir müvekkiline tecavüz davasında savcı “Boşver, burası Türkiye, takma kafana” diyor. Toplumsal, cinsiyet temelli aile de çözülmeye başladı. Şiddetin tekil bir yanı yok, özellikle cinsel azınlıklara yönelik tekillik ve kurban imgesi üzerinden bir algı yaratılıyor ki eril erkek şiddetini ön plana çıkartıp cinsiyetçi rejimin şiddetini perdeliyorlar. Kurban imgesi tekilliğe indirgediği için tehlikelidir. Şiddeti normalleştiriyoruz, içselleştiriyoruz. Hegemonik erkekliğin vasıfları, döllemek, geçindirmek ve korumak şeklinde tarif edilir. Bu vasıflar eksik olursa madun erkeklik doğar. Eleştirel erkeklik ise verili sistem içerisinde nerelerde ilişkiye geçtiğini sorgular ve erkekliği yeniden yapılandırır. Cinsiyet alanındaki şiddet toplumsal alandakinden besleniyor; tecavüz ve şiddetin beslendiği kaynak, toplum, düzen ve iktidardan ciddi bakiye almış fallus merkezli bir anlayıştır.
24 / Semra Demir: Konunun alt başlığına baktığımızda bile sistemle ötekileştirilen, ikincil konumda tutulan gruplardan bahsediyoruz. Şiddet kültürünü kapitalist sistemden, erkek egemen devletten ayrı değerlendirmek mümkün değil. Bugün buradaki konuşmalar gösterdi ki, devletin uyguladığı politikalar, yasalar ve devletin yetkilerinin söylemleri, şiddeti arttıran ve besleyen şeyler. Sinevizyonda gördük ki şiddet meclisten başlıyor, sokağa kadar devam ediyor her alanda. Bizim toplantımızda bile böyle bir şey yaşamak zorunda kaldık. Sistem üzerinden şiddeti ele almazsak, çözüm bulmak da çok olanaklı değil. Şiddetin kaynaklarından yola çıkarak çözüm üretmek lazım. Mecliste yasa önerileri sunarak, parlamentoyu ve söylemlerini dönüştürerek başlamak lazım. HDP olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Kullandığımız dil ve politikalarımızda da buna dikkat ediyoruz. Sokakta da şiddet var dedik. Buradaki şiddeti önlemek de sokaktaki örgütlü bir mücadeleden geçiyor. Rojava’daki, Kobani’deki kadınların örgütlü mücadelesi bize şiddete karşı koymanın yollarından birini gösteriyor. Özellikle Özgecan Aslan cinayetiyle birlikte sokaklara çıkan kadınların taleplerinden biri de buydu; özsavunma birlikleri oluşturmak gibi. Kadınlar yeniden sistem üzerinden tartışarak çözüm yollarını bulmaya başladılar. Azınlıklar konusuna gelince; halklara dönük bir politikadan da bahsediyoruz. Bunun içinde Aleviler, Çerkesler, Kürtler de var. Bugüne kadar devletin politikalarına baktığımızda hep imha, inkar ve asimilasyon görüyoruz. Halklara dönük bir katliam söz konusu; devamında da halkların inkar edilmesi ve tanınmaması var. Pratiklerin bize gösterdiği, ortak bir mücadele yürütmenin gerekliliği. Bu mücadeleyi toplumsal zeminde de meşruiyetini sağlayarak yürütmeliyiz. HDP olarak kendi politikalarımızın sözümüzle örtüşen bir hale gelmesine gayret ediyoruz. Örneğin, fermuar sistemiyle kadın adayların seçilebilecekleri yerlerden aday gösterilmesi, 550 milletvekilin 275’inin kadın olması gibi politikaları içselleştiriyoruz. Örgütlü bir mücadeleyi sokakta yürütmeliyiz. Parlamento da sokak da önemli.
25 / Behçet Sercan Karagöz: HDK Kadın Meclisi adına buradayım. Kadın ve LGBTİ bireyler üzerinden konuşmak istiyorum. Kadın sorunu bir erkeklik sorunudur. Erkeklerin kendilerini sorgulaması lazım. Siyasete kadınları katamamamız da eril zihniyetin ürünü. Evdeki erkeğin kadını baskılama, şiddete maruz bırakma durumu. Bugün burada erkeklerin daha çok konuşması bile, siyasette erkeğin ne kadar önde ve iktidar sahibi olduğunu kanıtlıyor. Ötekinin ötekisi olma durumunu da tartışmak lazım. Ev içi emeğin ücretlendirilmesi demek, kadının ekonomik özgürlüğünü kazanması anlamına geliyor. Kadın da bir işçidir çünkü. LGBTİ’lerin ötekinin ötekisi olma durumu da var. Sokakta, siyasette, mecliste; her yerde. Cinsel saldırılara, tacizlere, heteroseksist düşünceye maruz kalan bireyler var. Sistem zorunlu seks işçiliğine itiyor trans kadınları. Tabii ki tüm LGBTİ bireylere seks işçisi gözüyle bakma algısını da ortadan kaldırmalıyız. Bizim somut önerilerimiz var kadın ve LGBTİ’lere dönük. Özgecan bir simge değildir; öldürülen binlerce kadın ve LGBTİ var. Toplumun algısı medya ve siyaset aracılığıyla normalleştiriliyor. Bir araba ya da şampuan reklamında kadın yoktur, erkek simgesi vardır ve erkekliği yüceltir. Kadın ise parfüm reklamında kadınlığıyla gösterilir. Bu algı kadını eve tıkan ve ötekileştiren, LGBTİ’leri yok sayan bir anlayış. Yerelde çalışmalar yapıyoruz. Ulus’ta yanı başımızda seks işçileri var. Devlet, polis, mafya tarafından bedenleri sömürülerek orada çalıştırılıyorlar. Bu çalışmaları yürüttüğümüz için biz terörist oluyoruz. Kürt’sün, Alevi’sin ya da başka bir farklılıktansın; HDP’den geldiğini söylediğinde bir trans kadında bile “Kürt’sün, teröristsin” algısı var; işte bu ırkçılık. Kötü bir mafyalaşma ve beden sömürüsü var. Anayasada cinsel kimliğin tanınması, sadece LGBTİ’leri özgürleştirmiyor; eğitim ve barınma sorununa kadar birçok şeyi etkiliyor. Biz buralardan mücadele etmeye çalışıyoruz.
Songül Erol Abdil: İstanbul Sözleşmesi çok önemli. Özellikle bir maddesi; diyor ki, kadınlara yönelik din, kültür, ırk tehdit olarak kullanılamaz. Ancak şöyle de bir eksiği var; iç hukuka uygunluğu sağlanmamış o nedenle uygulanmıyor. Hukukçuların bunu çok iyi tartışması gerek.
Fulya İnci: Ben burada bir tane bile başörtülü arkadaşımın olmamasına hayret ediyorum.
Oya Özden: Çağrılarla ilgili değil.
Fulya İnci: Çağrılarla ilgili olmadığını biliyorum. Kadının ezilmişliğinin bürokrasideki sebeplerinden birinin dincileşme olduğu ve laikliğin ön plana çıkarılması gerektiğinin göz ardı ediliyor olmasını kabul edemiyorum.
Oya Özden: Teşekkür ediyorum. Başkent Kadın Platformu başta olmak üzere türbanlı arkadaşlarımızın hepsi bu toplantılara katılıyorlar. Bu hafta özel bir hafta, kadınların özel bir yoğunluğu var.
Bülent Durukan: Türban demiyoruz, başörtüsü.
Oya Özden: Özür diliyorum; başörtüsü diyoruz. Son olarak bir şey söylemek istiyorum: Bütün bu şiddet ikliminde, beni en çok korkutan (kişisel olarak söylüyorum) zaten kadın olarak bir sürü tacize uğrarken, bizzat benim de bunlara karşı şiddet uygulama ihtimalim. Bu ülkede böyle yaşamaktan da nefret ediyorum. Artık size başka bir yol ve yöntem kalmıyor. Şimdi şunu söylemek istiyorum; seçim yaklaşıyor. Biz seçime yönelik çalışma yapacağız. 7 Nisan’da bütün partilerin adayları açıklanmış olacak. Nisan toplantısı bu nedenle ilk değil, ikinci hafta olacak. Buraya adayları çağıracağız, seçime kadar. Şimdi aramızda Norveç Büyükelçiliği’nden Lise arkadaşımız vardı. Dışarıdan bir göz olarak bizi gözlemliyor. Kendisine söz vermek istiyorum. Toplantı hakkındaki görüşlerini siz de merak ediyorsunuzdur.
Lise Albrechtsen: Gelip dinlememe ve gözlemci olmama izin verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Beş dakikadan daha az konuşacağım. Norveç yıllardır kadın ve LGBTİ örgütlerine yardım ediyor. Daha önceki yıllara göre daha büyük bir fon aldık bu sene ve bunu sivil topluma dağıtacağız ve hangi yöntemlerle dağıtacağımızı düşünüyoruz şu anda. Burada şiddetin alt metinlerini, sebeplerini görmek, dışarıdan biri olarak farklı bakış açılarından dinlemek benim için çok aydınlatıcı oldu. Norveç’te de kadına ve çocuğa, özellikle aileye dönük şiddet olduğunu söyleyebiliriz; görünür halde değil, kadınlar ve çocuklar bunu açıklayamıyor ve haklarını arayamıyorlar. Bu, her yerde yaşanan bir sorun olduğu için, her alanda ortaya çıkarmalıyız ve bu sorunu açık bir şekilde herkesin gözleri önüne sermemiz gerekiyor. Burada sizleri dinleyebildiğim ve gözlemleyebildiğim için tekrar teşekkür ediyorum. Tercüme nedeniyle biraz ses çıkardık, özür diliyorum. Sizler için zor oldu ama benim için de o kadar yararlı oldu.
DEĞERLENDİRME
Genel Gündem konusu “Toplumda Şiddet Kültürü: Kadına, Azınlıklara ve Farklılıklara Şiddet Hangi Zeminde Yükseliyor?” olarak belirlenen toplantı, mutfak tarafından hazırlanan video sunumu ile başladı. Toplantıya katılan milletvekili olmadığından ve katılımcı örgüt sayısı fazla olduğundan iki bölümde de sivil toplum örgütleri 5’er dakika konuşma yaptılar. Bir konuşmacının sözleri bazı katılımcıları rahatsız edince kısa süreli bir gerginlik yaşandı ancak moderatörün müdahalesiyle ortam sakinleşti ve toplantıya devam edildi. Toplantı bitişinde Norveç Büyükelçiliğinden Lise Albrechtsen de toplantıya ilişkin görüşlerini paylaştı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
332 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu