YER : SAİT TANIŞ KÜLTÜR MERKEZİ
TARİH :09 / 01/ 2015
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1/ Değirmen Dergisi – Rüstem Budak
2/ Sakarya Fikir Kulübü – Çetin Öztürk
3/ Sakarya Fikir Kulübü – Şadi Tanış
4/ Demokrasi ve Gelişim Platformu – Remzi Cinemre
5/ Demokrasi ve Gelişim Platformu – Demirali Bayraktar
6/ Feta Girişimi – Menderes Daşkıran
MESLEK ODALARI
1/ İMO Sakarya Şubesi – Hüsnü Gürpınar
SENDİKALAR
1/ Eğitim İlke-Sen, Beytullah Önce
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1/ Veysel Saka
2/ Şaban Günel
GÖZLEMCİLER
1/ Yok
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1/ Yok
PARTİ
1/ Yok
BELEDİYE BAŞKANLARI
1/ Yok
MEDYA
1/ Yok
GENEL GÜNDEM:
Şadi Tanış: Cemaat hareketi ya da Türkiye’de cemaatler diye baktığımızda, ilk defa Hizmet hareketinde diğer cemaatlerden farklı bir şey gözlemledik. Diğer cemaatler, daha çok dini yol gösterici hareketler ya da dini ibadetlerin öğreticiliği ile uğraştıklarını gördük. bu hareket ise sosyal hayata çıkan, okulları, dershaneleriyle, bankaları ve holdingleriyle, normal bir dini tarikat olmanın dışında bir şeydi. Tabi yapı, çok fazla genişleyince, bir dönem cemaat hareketinin içinde olmak maddi bazı getiriler sağlıyordu. Mesela bazı işleriniz daha kolay oluyordu, haliyle bazı işe yarar yönleri olduğu görünce, bazı insanlar da cemaatle aynı halka içinde olmanın telaşı, çabası içine girdiler. Buna bağlı olarak suni bir büyüme de oldu. Tabi bu da, cemaatin kendi insanlarını koruma, kollama çabasını güçlendirdi. Bu çaba bazılarını memnun ederken, bazılarını da rahatsız etti. Örneğin geçmişte bir vali, milli eğitim müdürlüğünün yaptığı bir toplantıya katıldığında, protokolün cemaat mensuplarınca nasıl ihlal edildiğini gösteren bir durum anlatmıştı. Tabi şu an bilmediğimiz bir yapı söz konusu. Şimdi iktidarla mücadele halinde olduğunu görüyoruz. Televizyonda bir profesör, “cemaat ne zaman Ankara’ya yöneldi, iktidardan pay istedi, işte o zaman sıkıntı başladı, mücadele başladı” diye meseleyi özetlemişti. İşin tam, net konumu da cemaatin önde gelenlerince kamuoyuna tam doğru şekilde açıklanmadı. Şahsen, bu konuda kafam karışık.
Şaban Günel: Dünyaya gözümü açtığımdan beri hep aynı meseleler. Kendimi tekrar etmek istemiyorum ama tarikatler, cemaatler bu bölgenin bir gerçeği. Dünyayla iddiası olan herkes bu cemaatleri biliyor. Biz, 1980’lerde Fethullah Gülen ile, cemaat ile ilgili bir kanaat oluşturdum ve o günden beri o kanaatlerim değişmedi. Biz bunlara sırtımızı döndüğümüz halde ne olup bittiğini biliriz. Peki Müslümanlar şimdi bu cemaati nasıl keşfetti? İktidar bunları bile bile ittifak etti, ilişki geliştirdi. Hükümet eleştirisi başka bir şey, devlet eleştirisi başka bir şey. Olan bitenden devlet sorumludur, hiç kimse cemaat’i sorumlu tutamaz. Televizyonlarda bankaların, dershanelerin, okulların hedef gösterildiğini görüyoruz. Şimdi bunlara operasyon yapan partinin kendi tüzüğünde serbest piyasa savunuluyor. Yani kendilerinin hiçbir kabahati yok, sadece cemaat suçlu. Böyle bir şey yok. istedikleri operasyonu yapmayan, kararı almayanları görevden alıyorlar, böyle bir şey yok. Biz yargının güvenilmez olduğunu hep söylüyorduk, şimdi hükümet de aynı şeyi söylüyor. Benim aleyhimde alınan kararlar tartışılmıyor ama iş iktidar sahiplerine, mal sahiplerine yöneldi mi, yargı kötü oluyor. Eğer öyleyse geçmişe dönük tüm kararları iptal edilsin. Hükümet’in hiçbir mazeretini kabul etmiyorum.
Rüstem Budak: Şimdi, Türkiye’deki cumhuriyet dönemi cemaat-devlet ilişkisine baktığımızda, cemaatlerini, tarikatlerin dindar halkın kendi içindeki örgütlenme biçimi olduğunu görüyoruz. İnsanlar bunun içinde dini yaşamak istiyor. Cumhuriyet döneminde Kemalist paradigmayla birlikte tüm cemaatler yasaklandı, tekke-zaviyeler kapatıldı ve bunların fiili çalışmaları da hemen cezai yaptırımlarla, tatbikata uğradı. 1950’lerdeki nispi genişlik ve ardından gelen 1960 darbesi, bu sosyal realitenin, özellikle sağ partiler tarafından, reddedilemeyeceğini ortaya koydu. Sağ partiler, buralardan insanları milletvekili olarak meclis’e taşıdılar ama onları karar mekanizmalarına dahil etmedi. Özal’la birlikte cemaatler, halk dindarlığı daha çok görünür oldu ama 1990’larda her şeyin günah keçisi olarak dindar kitleler gösterilmeye başladı ve akabinde 28 Şubat geldi. Ruşen Çakır’ın Ayet ve Slogan kitabında, Türkiye’de ilk defa cemaatlerin ve tarikatların haritası çıkarılmıştı. İlk defa bu realite net şekilde ortaya koyulmuştu. 28 Şubat süreci bütün bu cemaat ve tarikatlerin varoluşuna ve çalışmalarına dönük bir müdahaleydi. İmam-hatipler, kuran kursları engellenmeye çalışıldı. Tabi tüm bu dönemlerde, bütün cemaatler gibi, Gülen cemaatinin de siyasi anlamda bazı tasavvurları vardı. Yani sadece Gülen cemaati değil, bütün cemaat ve tarikatlerin siyasal alana dönük bazı talepleri vardı. Gülen cemaatinin farklılığı, devlet sistemi içinde örgütlenmeye yönelik bir çözümlemesi vardı. Buna göre devletin bürokrasisi vardı, yargı, emniyet gibi bürokratik alanlarda bir kırılma yaşanmadan da bazı şeylerin düzelmeyeceği düşüncesindeydiler. Bunun için adam yetiştirdiler ve buralara kendi mensuplarını yerleşmelerine çalıştılar. 2002’den sonra Ak Parti’nin başa gelmesiyle birlikte, iş daha normal bir seyre büründü. Ak Parti cemaatlerle ilişkisinde, sadece Gülen cemaatiyle değil tüm cemaat ve tarikatlerle birlikteydi. Onları dinledi, taleplerini yerine getirdi. Tabi bunu AK Parti sadece tarikat ve cemaatlerle bugüne geldi demek istemiyorum. Fakat gülen cemaati ile AK parti arasında İsrail, İran, Kürt sorunu ve bürokratikleşme noktasında paradigmatik farklılıklar olduğu da anlaşılıyordu. Özellikle TEvhid-Selam davasıyla bu farklılık ya da paradigma değişikliği net görülüyordu. Şimdi bakıyoruz, Gülen cemaati ekonomik, kültürel ve sosyal alanda öyle güçlendi ki, bürokratik bir müdahale ile Ak Parti iktidarına da nüfuz edebileceğini düşündü ve bugün görünen süreç yaşandı.
Veysel Saka: Devlet bence sönümlenmesi gereken bir baskı aygıtı. Devlet yerine demokrasinin gelmesini istiyorum. Benim bakış açım, “benim güvenliğim yoksa, seninki de olmasın” şeklinde. Şimdi Hizmet hareketine ya da cemaatlere ben ticaret yapan, anonim bir şirket olarak bakıyorum. O günkü koşullarda mevcut iktidar, bir ulusalcılarla, iki Kürtlerle, üç Hizmet hareketiyle ittifak yapacaktı; hükümet Hizmet hareketini seçti. Bugün farklı koşullar var ve Hükümet de buna göre ittifak değiştiriyor. Tabi burada tüm faturanın iktidara çıkarılması gerektiği fikrini destekliyorum. Yargı meselesini de önemsiyorum. Hakim ve savcının da güvenliği olması gerekiyor. O yapı içinde hakim ve savcı olmaz, avukat olabilir. Meselenin bir de temas, diyalog tarafı var. Çözüm sürecini kast ediyorum. Yani benim tüm meselelere bakışım bu noktadan. Yani Türkiye’nin en temel meselesi Kürt meselesi. Ben de bakışımı bu mesele üzerinden geliştirmeye çalışıyorum. Şu an, 90 yıllık sorunu çözme iddiasıyla diyalog ve müzakare noktasında iki kişi var, Abdullah Öcalan ve Tayyip Erdoğan. Çözüm noktasına gelebilecekler mi? Demokrasi içinde bir çözüm geliştirebilirler mi, tam bu noktayla ilgileniyorum.
Çetin Öztürk: Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen arasında gelmesini ön gördüğümüz iktidar kavgası yaşanıyor. Ben meseleyi böyle özetliyorum.
Hüsnü Gürpınar: Açıkçası Fethullah Gülen hareketi başladığında ben iyi niyetle bakıyordum, kafamda bazı soru işaretleri de yok değildi. televizyonlarına bakınca, Türkiye cumhuriyeti’nin yapamadıklarını yapan bir hareket olarak görüyordum, işte yurtdışındaki okullar filan… Yani ilk başka bendeki olumlu bir bakıştı. Ama insana yapılan bu yatırıma bakınca, bu insanların yarın yönetime geldiklerinde nasıl hareket edeceklerini merak ediyordum. Ben adil hareket edeceklerini bekliyordum ama bir yerlere gelmeye başlayınca, kendilerinden olmayanı ötekileştirdiklerini görünce hayal kırıklığına uğradım. Yargı meselesine gelince… herkes, yargı bağımsızlığı istiyor ama gücü eline alan, yargının kendisine göre karar vermesini istiyor. Paralel yapı meselesinde, hükümetin yaptıklarını da iyi niyetli görmüyorum. Eğer devlet paralel yapı arıyorsa, bunu doğuda arasın, orada ayrı polisler var, ayrı yargılamalar var… Orada boşluk var, ona baksın. Eğer hizmet hareketi, kendisinden olmayanı ötekileştirmeseydi, sadece bürokraside değil, ticarette de böyle, sanıyorum bugün daha farklı noktada olurdu. Yani kapalı devre ilişkiler geliştirilmemeliydi.
Demirali Bayraktar: İnsan yaşadığını, bildiği türküyü söylermiş. Biz hep dinleme ve okuma mantığıyla hareket ettik. Her çeşit insanın olduğu bir topluluk. Ülkemizin gerçekliğine de uygun. Her çeşit görüş bir arada. Biz insanı Yaratan’dan dolayı sevmişiz. Müslümanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Pek, Türkiye’de nasıl bir Müslümanlık isteniyor? Namazını kıl, hacca git, zekatını ver, o zaman senden iyi Müslüman yok. istenmeye ne? Düşünen Müslüman, aktif Müslüman. Cenazeni dilediğin gibi kaldır, sünnet cemiyetini yap, istediğin kadar mevlit okut, sana karışan olmaz… Geçenlerde bir toplulukla oturuyoruz. “Müslüman mıyız arkadaşlar” dedim. “Evet, müslümanız” dediler. “Geçen hafta hangi kitabı okudunuz” dedim. “Yok.” “Geçen ay hangi kitabı okudunuz” “Yok” “Geçen son altı ayda hangi kitabı okudunuz” “Yok” Altmış senelik hayatınızda kaç kitap okuduklarını sordum, o da yok. iyi ama Kur’anın ilk mesajı ne? “Oku.” O zaman biz nasıl müslümanız? Demek ki biz Roma’da doğsak, Hırıstiyan olacakmışız. Bizde gelenektir, damadın koltuk altına bir Kur’an verilir, o Kur’an duvara asılır, ancak ölünce asıldığı yerden istenir. Bu olmaz. O halde bizim öncelikle bu cehaleti yenmemiz lazım, bunun yolu da eğitimdir. Bizim yetki verdiğimiz tüm memurlar, en sıradan da olsa, en üst birimde de olsa, hepsi 657’ye tabidir. Hepsi ay-yıldızlı nüfus kimliğini taşıyor. Yani herkes bu ülkenin sahibi. Biz birilerine emaneti verdiysek, onu iyi kullanması gerekiyor. Hepimiz aynı otobüsün içindeyiz. Biz 90 senesinde burada bir dershane açtık. O zaman Sakarya’nın üniversiteye giriş sıralamasındaki yerimiz 56. Sondan 10’uncuyuz. Demokrat bir dershaneci arkadaşımız vardı, açılışa geldi, “Kaliteli bir müessese olacağını düşündüğümüz için seviniyorum” dedi. Tabi biz dershaneleri açınca herkes konuşmaya başladı. Biz ise işimize baktık. Bir yıl sonra Sakarya, üniversiteye girişte Sakarya 35’inci oldu. Bu bizim kurduğumuz eğitim biriminin aktivasyonuyla oldu. Biz ne yaptık? Bir sürü insana eğitim verdik. Ben 37 yıldır bu işin içindeyim. Biz iyi insan, güzel insan yetiştiremezsek, yolları altından yapsak, onları da çalarlar. Bizim ilerlememiz için iyi insanlara ihtiyacımız var. 1950’lerde demokrasi gelsin diye Kore’ye giden insanlarımız vardı bizim, bugün biz nerdeyiz, Kore nerde? Nerden nereye geldik? Niye, eğitimsizlikten… Bugünkü eğitim gerçeği nedir? Yüzde 18 lise mezunu. Yüzde 30 küsür liseye kadar okumuş. Yüzde 7 üniversite mezunu. Böyle bir ülke mi istiyoruz? Ne olursa cehaletten olur. Ana hedef, kaliteli insan yetiştirmek. Düşünen insan yetiştirmek. Dini çok önemli değil. Kaliteli insan olursa, ana babasına, topluma, millete, devlete ihanet etmez… Şimdi dışarıda herkes konuşuyor, bırakalım bunları. Biz işimizi yapalım, iyi yapalım. Kaliteli insan yetiştirirseniz, size herkes kapısını açar. Ama ana felsefemiz budur; çok iyi insan yetiştirmek. Eğer biz bunu yapabilseydik bu ülkede kardeş kardeşi boğazlamazdı, 30 bin insan ölmezdi… Telaş bu. Yoksa herkesin yediği bir lokma ekmek.
Remzi Cinemre: Şimdi, ben tüm katılımcı arkadaşlara teşekkür ediyorum. İkinci katılımım. Tabi bunda geç kaldığımı düşünüyorum. kendi içerimizde farklı faaliyetlerimiz oluyor ama demek ki buraya ulaşamamışız. Ben hizmet hareketiyle, bu son olaylarla ilgili konuşmak istiyorum. Son bir senedir çeşitli ithamlar var, masa başında söylenenler var, duvar arkasındaki mahlukun fille ilgili yorumu gibi.. Ama ne yazık ki insaf ehlinden kimse gelip de “neler oluyor” diye gelip de bize sormuyor. Demirali abimiz bize cemaatin varlık sebebini geniş bir persfektiften sundu. Cemaatler bu ülkenin bin yıllık geleneğinin bir parçası olan bir yapı. Hangi cemaat olursa olsun, hepsi insanlarımıza, devletimize hizmet içindir. Bu cemaat de Said-i Nursi’den neşet eden bir hareket. Şeffaf bir hareket, tüm kurumlarıyla, kuruluşlarıyla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışan bir yapı. Şeffaf olmaya, kapılarımızı herkese açmaya çalışan bir yapımız var. Bu faaliyetlerde yetişen insanların devletin sızmaya çalışması meselesi ise sadece bir iftiradan ibarettir. Bu kurumların hepsi bizim kurumlarımızdır, bizim çocuklarımız bu kurumlara hizmet eder. Ben 17 aralık süreciyle birlikte görevimden alındım. Bir okul müdürüydüm, sanki okulu sadece bu cemaat için kullanmışım gibi. Oysa bu cemaat açıktır, hedefleri bellidir. 2010’daki referanduma kadar da Cemaat hiçbir siyasi angajmana girmemiştir. O ise anayasanın değişmesi, ülkemizin demokratikleşmesi içindi. Ama ne olduysa bundan sonra oldu. Oysa bizim sadece derdimiz, topluma iyi insan yetiştirmekti. Türkçe olimpiyatları bizim sevdamızdı, bunu toplum adına bir kazanımdı. Oralarda Türk bayrağını açmak, İstiklal Marşı okutmak bizim sevdamızdı. Ama 17 aralık’la öyle bir yere geldik ki, biz devlete darbeyle, hükümet’e darbeyle, olmaz olmaz iftiralarla karşı karşıya kaldık. Bunlarla ilgili bilgi, belge varsa, hepsi ortaya çıkarılmalı. Varsa bir suç, herkes yargı önüne çıkarılmalı. Ne suçu varsa yargılanmalı. Eğer cemaat’e menfaati için gelen varsa bunlar elbette ayrıştırılmalı ama herkesin üstüne suçluymuş gibi gidilmemeli.
Menderes Daşkıran: Körlerin fil tarifinden bahsedildi. Hayatın her alanı böyledir. Ben kendimi bir inançla mensubiyet ilişkim vardır. Cemaatsel mensubiyetleri ise her zaman kullanılmaya elverişli, taşeronluğa hazır yapılar olarak değerlendirmişimdir. Özelikle İslamiyet’in hiç cemaat kabul etmeyeceğini düşünürüm. Oysa genelde bunun tam tersi yaklaşımlar vardır. Bir şehir cemaatin, küresel bir cemaatin çok çabuk taşeronlaşabileceğini düşündüğüm için bunu doğru bulmam. Aslında olan bitenin, topluma yönelik bir faydası olduğunu da düşünüyorum. Böylece İslam’ın özgürlükçü yorumlarının öne çıkacağını düşünüyorum… Başlangıçtaki tüm yapılar saf niyetlerle, iyi niyetlerle yola çıkmıştır ama zamanla farklı müdahillikler kimliğe zarar vermiştir. Hele ki İslami yapılar için bu tür dahil olmalar çok sakıncalı olabilir. Müslümanlar bu sürecin sonucunda alabildiğinde bireyselleşeceklerdir… Bakın, şimdi bir cemaate dönük süreç var ve buna müdahil olarak, farklı şekilde, hem de çok çirkin şekilde faydalanmaya çalışanlar da var. Ben bunu doğru bulmuyorum. Müslümanların kendi özgür iradeleriyle yaşabilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Fakat bu hesaplaşmadan nereye varacağımızı bilemiyorum.
II. Tur
Rüstem Budak: Her cemaatin ya da STK’nın örgütlenme, devleti etkileme, siyaseti şekillendirme hakkı olduğunu düşünüyorum. mesele adil olup olmadığıyla ilgili. Şu an gülen cemaati ve iktidar arasındaki mücadele, yeni Türkiye’yi de şekillendirecek sonuçlar doğuracak. Geçmişte cemaatler yok sayılıyordu, bugün ise cemaatlerin yetiştirdikleri insanlara da devleti yönetmede söz hakkı veriliyor. Devlet bunu yaparken, cemaatlere her şeye hükmetme hakkı olmadıklarını da hatırlatıyor. Sanıyorum son tartışma da buradan çıktı. Cemaat, devleti şekillendirecek ve ona hükmedecek bir güce eriştiğini düşündü ama devlet buna karşı böyle bir refleks geliştirdi. Bundan sonraki süreçte ise cemaatlere de şöyle bir mesaj veriyor. Sizinle çalışmaya varım, fakat bana hükmetmeyeceksiniz. Önümüzdeki yüzyıl buna tanıklık edebiliriz. Biliyorsunuz, cemaatlerdeki kişiler birbirleriyle görüşür, bürokratik ilişkiler gelişir. Şu anda bile bazı cemaatler devlet içinde bu tür ilişkiler geliştirmeye başladılar ama devlet, bunlara da kendisine müdahale hakkı vermeyecek. Devlet şu an kendini korumak için diğer cemaatlere, tarikatlara pozitif ayrımcılık yapmaya başladı ama bu da sorunlu, çünkü Alevilerin ya da başka insanların bürokraside yer almasını engelliyor. Yargı meselesinde ise durum şu: Yargı halk içindeki meseleyle devlete karşı meselelerde farklı refleksler sergiliyordu zaten. Devlet kendisiyle ilgili davalarda kendisini koruyordu. Halkın kendi arasındaki davalarda ise adalet zaten tesadüfe kalmış vaziyette. Yani yargı da aslında bir krizin içinde. Fakat devlet içindeki büyük krizden dolayı bu şimdilik görünmüyor. Türkiye’de yeni bir korumacılık oluşmaya başladı. Yargıda hakimler, savcılar arasında yeni ayrılıklar oluşmaya başladı. Şu an kim, ne tarafta belli ve hakimler buna göre birbirini kolluyor ya da birbirinden dosya kaçırıyor. Bu tür bir tartışma alanı da adalet zeminini tamamen yok etmiş durumda. Herkes kendi davası kimin eline düşmüş, ona bakıyor. Böyle bir düzende adaleti beklemeyelim, belki kazara size de uğrar.
Şadi Tanış: Şu anda cemaatten, paralel yapıdan dolayı bir arkadaşımızı Ankara’ya ispiyonlamaya başlamışlar; görevden aldırıp, onun yerine başkasına geçirmek istiyorlar. Yani cemaat lafı oldukça kullanışlı olmaya başladı. Hakikaten bu kavga bir an önce biter. Ben bu süreçten, cemaatin arınarak çıkacağını düşünüyorum. Birkaç sene önce beni cemaatten arayıp, ‘burs, kurban’ isteyen arkadaşıma tesadüf ettim, “bırakın şunu ya” dedi. Yani cemaat, bu tip insanlardan da arınmış olacak. Tabi şu da var. O dönemde ben bana hangi öğrenciye burs verilecekse, isim istedim, hesap istedim; kabul etmediler. Niye? Çünkü hesap ortak bir havuza aktarılıyordu. Kurban meselesi de böyle. Yani dini bir takım hassasiyetler gelir kapısına döndü, bunu da gözden geçirmek gerekiyor. Ben güney vieatnam’da bir okula gitmiştim. 100 öğrencisi vardı ve bunlardan sadece biri Müslümandı. “Dört yıllık eğitim süreci sonucunda bunlardan kaçı Müslüman olur” deyince “Burası ruhban okulu değil, biz onların iyi bir insan olmasını istiyoruz” demişti. Buna benzer bir lafı Kırım’da da duymuştum. Güney Afrika’da gittiğimiz okul ise bir imam-hatip okuluydu, ilk defa böyle bir şey görmüştüm. O da yeni trendmiş, Güney Afrika’daki okulda din eğitimi de veriliyormuş. İnşallah bu da sadece bir mezhebin öğretilmesi değildir diye düşündüm. Ben ilk defa bu son süreçte cemaatin haddini aştığını düşünüyorum. Kendilerine bir haksızlık yapılıyor olabilir, kendileri de bu süreçte arınır ve belki yine asli vazifelerine dönerler diye ümit ediyorum.
Menderes Daşkıran: Mazlumiyet noktasından meseleye yaklaştığımda, feryat eden birileri var. Eğer bu süreçten arınılarak çıkılacaksa, bu bizim tüm ümitlerimizin sönmesi gerekecektir. Eğer ben, basit nitelikli olacak tarzda bireye dönük dini vecibelerimi ısmarlama yoluyla yapacaksam, bu dinin başlı başına tahrifatı demektir ki, bu birincil bir meseledir. Cemaatin eğitimciliği konusuna gelince… Eğitimci olarak meseleye yaklaşsam, mazlumiyet çağrıları benim ilgimi çekmiyor. İşkence, zulüm demek, sadece mahpushanelerde iki tokat yemek değildir. Sınav sektörü de bir işkence ve Cemaat de bu sektörde tamamen palazlanmış vaziyette. Evet, diğer ülkelerdeki eğitim kurumlarında bizim hamiyetimizi okşayan hareketleri var ama bu ülkeye gelince, sınav sektörü tam bir cinayet ve bu görülmüyor. Bazı faaliyetlerine bu konuda dini argümanları olabilir ama taşıdıkları batı bilgisi bile başlı başına bir problemdir. Mevcut iktidarın yaptıklarını zulüm olarak görebiliriz ama bu sadece cemaatin değil ümmetin arınması meselesi olarak görebiliriz.
Çetin Öztürk: Birincisi, paralel yapı diye adlandırılan cemaat-hükümet kavgasının sahici bir kavga olduğunu düşünmüyorum. İki iktidar erkinin arasındaki bir kavga. Şu saatte anlaşsalar, tüm kılıçlar yerine sokulur ve kavga biter, o yüzden sahici bulmuyorum ama sonuçları itibariyle bir sürü insanı da mağdur ediyor. Ben cemaat yapılarının, dini bir kuruluş gibi olduğunu da düşünmüyorum. Bu zaten içtimai bir kuruluş ve bunlardan dini bir şey beklemek bana çok da gerçekçi gelmiyor. Dini öğrenmek için insanların bir sürü yolu olabilir, bu tür yapılar ise sosyal, ictimai birlikteliklerdir. Dershaneler konusunun eğitime çok büyük bir katkısı olduğunu düşünmüyorum, aksine eğitimin çok gerilerde olması, Türkiye’deki tüm eğitim sisteminin eksikliğidir ve dershaneler de bu çarpık sisteminin çarpık bir sonucu. Tabi dershaneler eliyle herkesin kendine taraftar bulmak için bu yapıları kullandığını düşünüyorum. Bu kavga bir yerde bitecektir, çünkü sahici değil. Cemaat ya da cemaatler ortadan buhar olmayacağına göre, bir süre sonra bununla da bir uzlaşıya varılacağı kanaatindeyim. Yargıyla ilgili kısımda ise yargının zaten saygın bir konuma hiç gelmediğini düşünüyorum.
Hüsnü Gürpınar: Cemaatlerin insan aklını kullanmasına engel olduğunu, insanın muhakeme gücünü azalttığını düşünüyorum. Cemaat insanlarının inanmadığı bir konuda dahi cemaatin karar vericilerin aklıyla hareket ettiğini görüyorum. Allah insana akıl vermiş, cemaatler bunu engelliyor.
Demirali Bey: Buradaki toplantı, bundan evvelki ve bundan sonraki toplantılar, ülkemizin demokratik olarak ilerlemesine sebep olacak toplantılar. Biz burada birbirimizle ne güzel anlaşabiliyoruz. Burada tabi ayırmamız gereken mefhumlar var. Devlet kalıcıdır, hükümet gidicidir. Devlet ve bayrak kalıcıdır, biz bunun geleceğini sağlama mücadelesidir. Devleti parçalayacaksak, bir köşeyi ona, bir köşeyi buna vereceksek; bizim Sevri dayatanlardan farkımız kalmaz. Bizim bu ülkenin bütününü korumamız gerekir. Bunun için içeride de dışarıda da yapılması gereken faaliyetler var. Bundan evvel milyonlarca dolar Yahudi lobilerine, Ermeni lobilerine gitti, onlar savundu. Oldu mu? Olmadı. Bir dönem o Yunan, bu Ermeni, şu Arap derken bakıyoruz, herkesle kavgalıydık. Özal’la bu aşılmaya başladı. Biz bugün Rusya’ya ihracaat yapıyorsak, bu oradaki olumlu kanaatlerin oluşturulmasıyla sağlandı. Bugün 160 ülkede çalışan arkadaşlarımız var. Bizim telaşımız iyi insan yetişmesi. Ne dinle alakası var bunun, ne ırkla, renkle. İnsana değer verirsek toplum değer kazanır. İnsana değer vermezsek toplum değer kaybeder. Bizim mefhumları birbirinden ayırmamız lazım. Kanun ayrıdır, hukuk ayrıdır, devlet ayrı, hükümet ayrı. Eğer kanunu hukuk zannedersek Hafız Esad’ın Suriyesine döneriz. Bakın, bir yıl geride kaldı; paralel deniliyor ama ortada hâlâ delil yok, hukuk yoluyla verilmiş bir karar yok. Çalmadık, yemedik, hırsızlık yapmadık. Olsaydı zaten bir yılda canımıza okunurdu. Şimdi çıkarılan kanunlara bakın, karar veren hakime itiraz etmemiz isteniyor. Açıklık, şeffaflık olmazsa bir yere varamayız.
Remzi Cinemre: Cemaatler bu ülkenin gerçeğidir. Bunlar bu devlete, bu millete hizmet etmişlerdir. Bizim de yaptıklarımız bu minvaldedir. Burada tabi bu yapılan işlerde, cemaatin genel olarak yaptığı işlerde, cemaatin birileriyle pazarlık yapmasını çıkar amaçlı, menfaat odaklı gibi görürseniz haksızlık etmiş olursunuz… Türkiye’deki cemaatlerin nüfusa oranı ülke genelinde yüzde 80’miş, Star Gazetesi’nin haberi bu. Gülen cemaati de bunun içinde diğerlerine oranla biraz daha fazlaymış. Şimdi iktidar önce sarı ineği kurban ediyor. Oysa biz bu süreçte en çok yargıya güveniyoruz, ‘çıkın ve ortaya delilleri getirin, yargılayın’ diyoruz ama şu an yargıya da çok ciddi müdahale ediliyor. Artık et kokmuyor, tuz kokuyor. Yargıya bu tür müdahaleler olmamalı, yargıya müdahale kesinlikle olmamalı. Dershane meselesini basite almayın, keşke milli eğitimde çok ciddi çalışmalar yapsak da bu çocuklara sadece okula gitmekle üniversiteyi kazandırabilsek. Ama böyle kapattım demekle olmuyor, nesilleri kaybediyoruz. Bakın, dershaneden mezun herkes cemaat mensubu olmuyor. Bakın Sakarya milletvekili Ali İhsan Yavuz da, Serdivan Belediye Başkanı Yusuf Alemdar da bizim dershanelerimizde okudu ama şimdi AK Parti’de görev yapıyorlar, yani illa ki bizim dershanemize gelen bizden olmuyor.
ÖNERİLER
Yerel Gündem maddesi olarak Sakarya’nın Mahkeme Binası ihtiyacı sorununun bir sonraki ay görüşülmesi önerildi.
ORTAK SONUÇ
Ortak bir sonuç çıkarılmadı.
DEĞERLENDİRME
Sakarya küçük Millet Meclisi Oca ayı oturuma katılan konuşmacılar, yaptıkları sunumlarda daha çok Gülen Cemaati meselesini tartıştılar. Genel bağlamda sorunu devlet-cemaat ilişkisi bağlamında değerlendirenler, cemaatlerin siyasal alanda rol almalarının ve tarafgir hareketlerinin dine de zarar verdiği ileri sürdüler. Meseleyi daha çok bir iktidar kavgası olarak değerlendiren tartışmacılar, bu konuda kendi kişisel tecrübelerinden hareketle cemaat ve iktidar hakkındaki görüşlerini paylaştılar. Konuşmaların daha çok minvalde yapıldığı, meselenin yargı sistemiyle ilgili boyutuna dair pek fazla görüş serdedilmediği gözlemlendi. Konuşmacılar, yargı meselesiyle ilgili olarak ise kısaca, yargı sistemin güvenirliği konusunun eskiden beri sorun olduğunu, yargının her zaman iktidar gücünü elinde tutanlara göre kararlar verdiğini belirttiler.
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
Birçok sivil toplum örgütüne duyuru yapıldı. E- mail, mesaj ve telefon ile ulaşıldı. Bazılarına doğrudan ziyaretlerde bulunuldu ve davet edildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Sakarya Milletvekilleri Hasan Ali Çelik- Ayşenur İslam- Ali İhsan Yavuz- Ayhan Sefer Üstün- Münir Kutluata- Engin Özkoç ile hem mesaj hem de e-mail yoluyla iletişime geçildi ve kendilerine davette bulunuldu.
MEDYA İLE
Sakarya ilinde faaliyet göstermekte olan ulusal basın temsilcileri ve yerel basın mensupları e-mail aracılığıyla davet edildi.
KATILIMCILARLA
Tüm katılımcılara, daha önce verdikleri iletişim bilgilerine dayanarak kısa mesaj ve e-mail aracılığıyla davet gönderildi. Bazı katılımcılarla ise yüz yüze görüşmeler yapılarak davette bulunuldu.
SONUÇLAR
Sakarya küçük Millet Meclisi, ocak ayında düzenlenen oturum ile çalışmalarını yeni yılın ilk ayında da sürdürmüş oldu.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Beytullah Önce