YER: Mazlum-Der Genel Merkezi, Mithatpaşa Cad. No:62/4 Kızılay Çankaya
TARİH: 3 Ocak Cumartesi
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Doğal Yaşam Derneği (Yıldırım Kaya – Üye)
2 / Em-pati Hayvan Topluluğu (Semih Dikkatli – Üye)
3 / Mazlum-Der (Ramazan Tekeş – YK Üyesi)
4 / Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği (Kemal Akkurt – Başkan)
5 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
6 / Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği (Meral Güler – Şube Bşk)
7 / 78’liler Girişimi (Metin Uzunöz – Başkan)
8 / İHD (Hüseyin Küçükbalaban – MYK Üyesi)
9 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
10 / Kapitalizmle Mücadele Derneği (Bülent Durukan)
11 / Devrimci 78’liler Derneği (Nejat Kangal – Gen. Bşk.)
12 / Sebahattin Gökmen (Ankara Eğitim ve Kültür Derneği – Başkan)
13 / Nilgün Nazilli (Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu – Üye)
14 / Göksu Günay (Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – YK Üyesi)
15 / Mehmet Kasap (Hukuk ve Hayat Derneği – Başkan)
16 / Ömer Atalar (Kafkas Dernekleri Federasyonu – YK Üyesi)
17 / Tekin Başer (ÖZEV – YK Başkanı)
18 / Berrin Sönmez (Başkent Kadın Platformu – Üye)
19 / Hayrettin Açıkgöz (Evrensel Hukukçular Platformu)
MESLEK ODALARI
1 / Mükremin Barut (TMMOB Ankara Şubesi – Delege)
SENDİKALAR
1 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
2 / Osman Karyağdı (Özgür Eğitim-Sen – Üye)
GOZLEMCİLER
1 / Lokman Ergün (HDP Ankara İl Eş Başkanı – Üye)
2/ Semra Demir (HDP Ankara İl Eş Başkanı – Üye)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Atilla Kart (CHP)
2 / Hasan Hüseyin Türkoğlu (MHP)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Emir Ali Türkmen (HDP Parti Meclisi Üyesi)
2 / Aydın Şimşek (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Kurucu Üyesi)
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 8 izleyici/gözlemci katıldı.
MODERATÖR
Hasan Seymen, Avukat
KONULAR
GENEL KONU: Devlet-Paralel Yapılar, Güvenlik ve Yargının Tarafsızlığı
KONUŞULANLAR
1 / Kemal Akkurt: Devletin 2002 AKP iktidarıyla birlikte paralel olarak yapılandığı bir sır değildi. Çünkü AKP hazırlıksız iktidara geldi. Önceki koalisyon hükümetinin uyumsuzluğu, ekonomik kriz nedeniyle yapılan erken seçim sonucu AKP merkezin sağın da dağılmasıyla tek başına iktidara geldi. Cemaatin ise özellikle emniyet ve yargı içinde yapılandığı biliniyordu, ekonomik olarak güçlenmişti. AKP iktidarıyla birlikte bu yapılar cemaate teslim edilmiş oldu. Bunun sonucunda uydurma ve yaratılan delillerle Ergenekon Balyoz, Oda TV ve KCK tutuklamaları başladı. İnsanlar uzun süreler haksız yere tutuklu kaldılar. 2013 sonunda hükümetin dershaneleri kapatma kararıyla birlikte AKP-cemaat kavgası su yüzüne çıktı. Önce MİT müsteşarının tutuklanmak istemesi, 17 Aralık 2013 operasyonları üzerinde durulması gereken gerçekleri özetliyor. Cemaat 17-25 Aralık operasyonlarını çok önceden biliyordu. AKP ile devam edemeyeceklerini anladılar. Kavga başlayınca itiraz edip yargı süreci başlattılar. Bu süreçte güvenlik birimleri arasındaki ikilik belirginleşti; bir gecede binlerce güvenlik mensubunun yeri değişti. Toplumun emniyete zaten az olan güveni iyice sarsıldı. Toplantı ve gösteri hakkı, güvenliğin orantısız müdahaleleriyle yok edilmeye çalışıldı. Tomalar ve biber gazlarıyla halk cezalandırıldı. Yargının durumu daha vahim. Son HSYK seçimlerinde, ayrışmalar yaşandı. Yargının tepesindeki HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak atamalarda yargı tamamen hükümetin güdümüne alınacaktır. AKP-cemaat ittifakı zaten başından yanlıştı; bugünkü kadrolaşma da yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına son darbeyi vurdu. Hükümetin yargısı, emniyeti vardır bugün. Bu kavgalar dolayısıyla herkesin güvenlik ve yargıya karşı saygısı sıfırlanmıştır.
2 / Nilgün Nazilli: Birkaç şey kafamda çok net değil. Paralel yapıdan bahsettiğiniz zaman, doğası gereği iki çizginin olması gerekiyor. Bunlardan birisi Cemaat ise, o zaman, diğerini Hükümet olarak almamız gerekiyor. Acaba Hükümet’te tek bir yapı mı var? Son dönemdeki gelişmeleri izlediğimizde özellikle beş tape ile Bakanlar Kurulu ve Başbakan arasında da sanki bir paralel yapılanmanın olduğunu görüyoruz. Bütün bu süreç içerisinde, özellikle kamuda ana muhalefet partisinin içinde birden fazla paralel yapı varmış gibisinden bir algı var. Ve maalesef, ana muhalefet partisinin, özellikle son dönemde, Türkiye’de neredeyse her şey çığırından çıkmışken, kamuoyunda sağaltıcı olacak söylemlerde bulunduğuna ben şahit olmadım. Yargının durumunu irdeleyebilecek, bu konuda ana muhalefet partisini temsil eden kişi aramızda, onu dinleyebileceğiz. Ancak ana muhalefetin yargının bu durumuna itirazı, anayasa mahkemesinin kapısına giderek yaptığı itirazlardan öte, bence kamuoyuna yansıyabilecek genişleyen halkalar halinde olmalı. Yoksa ana muhalefet partisinin bu sessiz direnişi kamuoyunda bir karşılık bulamaz. Ayrıca bu paralel yapı son dönemlerde özellikle ekonomide kendisini gösteriyor. Yapılan son bütçenin bize birçok yanlışın ipucunu vermesine karşılık, yine de STK’lardan ve ana muhalefet partilerinden yeterli bir itiraz göremiyoruz. Cemaat ve AKP birbirini yerse ve bitirirse sanki Türkiye düze çıkacakmış gibisinden bir algı var. Küçük Millet Meclisi’nden benim beklediğim şey, burada konuşulan şeylerin çeşitli eylemlere dönüşmesidir. AKP ve cemaat kavgasının sonucunda Türkiye’nin düzeleceği beklentisi nedeniyle oluşan bu siyasi pasiflik ortamında, 2015 yılının 2014’ü aratacağını düşünüyorum.
3 / Hayrettin Açıkgöz: Paralel yapı söylemi yeni cadı avlarının anahtar kelimesi olarak kullanılıyor. En son, kırmızı kitap olarak belirtilen siyasi kitaba geçtiği haliyle, otoriterleşmenin önünün açılması isteniyor. Bu kavramı başlı başına sakıncalı buluyorum. Ve özel olarak bu kavramın geliştirildiğini düşünüyorum. Öncelikle, şimdiye kadar yapılan konuşmaların içeriğinde var olan bir şeye dikkat çekmek istiyorum: Özellikle Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını cemaatin yaptığına ilişkin yaygın bir kanaat var. Bu hukuksuzluklar cemaate mal edilmeye çalışılıyor. Ben buna katılmıyorum. Bir kamuoyu araştırması yaptığımızda bunun böyle olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu süreçleri baştan beri yöneten ve sürdüren tarafın hükümet olduğu iddiaları doğrudur. Bu soruşturmaları yürüten hâkim, polis ve savcılardır. Hangi sıfatla? Kolluk kuvveti sıfatıyla. Kimin emir ve talimatıyla? Hükümetin. Varsa eğer bu türden hukuksuzlukları cemaatin yaptığını söylemek kolaycılığa kaçmaktır. Paralel yapı denilen gücün hükümete rağmen bunu yapma durumu varsa, hükümetin kendisini düşürdüğü konum ortadadır. Dolayısıyla, hem o günkü hem de bugünkü hukuksuzlukları yapan kurumun hükümet olduğu çok açık. Hükümet sürekli otoriterleşme trendi içerisinde bir yol izliyor. Gelinen nokta itibariyle de, yolsuzluklara, ifade özgürlüğüne vb. yönelik baskılar da ortaya çıkarıyor ki, hükümet paralel yapı adı altında ortaya koyduğu korku duvarının arkasına sığınarak daha da baskıcı bir biçim kazanacaktır. Bu durumdan cemaat değil, ülke zarar görecektir. Bu bağlamda, ülkedeki bütün kesimlerin bu otoriterleşme eğilimine karşı durması gerektiğini düşünüyorum.
4 / Ömer Atalar: Hükümete yakın birisine yolsuzluk ile ilgili konuları açtığınız zaman, makuliyetten oldukça uzak cevaplar alabiliyorsunuz. Şu anda görevden alınan en ateist insan bile cemaatçi olarak yaftalanıyor. Davalara bakan hâkim yürütmeyi durdurursam başıma ne gelir diye kaygılanıyor. Bu bir realitedir. Biz her türlü paralel her türlü demokratik olmayan yapıdan şikâyetçi isek, daha öncesinde de böyle olduğunu unutmamak gerekiyor. Sacit Karasu neyin kahrından öldü? Önceki HSYK’nın. Bundan önceki HSYK başka bir paralel yapıydı. Peki, biz, meclisteki muhalefet partileri ve STK’lar olarak, bir ateistin, bir ülkücünün, bir devrimcinin, bir dindarın, bir başörtülünün hakim ve savcılık konusunda hiç başka bir kriter olmaksızın, liyakati ile o konuma gelebileceği bir Türkiye’yi ne zaman ve nasıl yaratacağız? Buna biraz kafa yormamız lazım. Buradan çıkış için bence demokratik değerler üzerinden tartışmaların yürütülmesine bağlı. Eğer yolsuzluk yaptıysa başbakanın oğlunun da kendisinin de cezasının verilmesi gerekiyor. Bu gereğin yapılması için biraz cesaret gerekiyor.
5 / Meral Güler: Toplantı daveti geldiği zaman başlığa dikkat ettim. “Devlet, Paralel Yapılar, Güvenlik ve Yargı”. Paralel yapı değil paralel yapılar diye yazılmış. Demek ki bir sürü paralel yapı var. Ben AKP’nin ABD gibi güçlerin bir projesi olduğunu düşünüyorum. AKP’nin iktidara gelmesi, Ortadoğu’daki İslam’ı kabul etmiş olan ülkelerde yeni bir yapılanmaya işaret ediyordu. Bu projenin içerisinde tabii ki cemaat de AKP de vardı. 17 – 25 Aralık’a gelene kadar her şey çok güzel gidiyordu. Cemaat ve AKP kol kolaydı. Sürekli olarak paralel yapıya karşı hükümetin birtakım operasyonları oluyor. Hükümet kendi kirli işlerini paralel yapı diye adlandırdığı bir yapıya atfederek, temizlemeye çalışıyor. Bunun için hem Yargı’da hem de HSYK’da bir sürü değişiklikler yapılıyor. En son HSYK’nın veya Danıştay’ın kimlerden meydana geldiğini gözden geçirmemiz gerekiyor. HSYK’yı ya da yargıyı küçük hesaplar yaparak oluşturmak yerine, daha geniş bir tablodan bakmamız gerekiyor. Şu anda en fazla önem vermemiz gereken şeyin % 10 barajı olması gerektiğini düşünüyorum. Muhalefet neler yapıyor? Acaba gerçek düşman ile tali düşman arasında bir seçim yapmak konusunda kararsız olduğu için mi sessiz kalıyor? Burada ABD ve cemaat gibi yapıların oyunlarını bozmak için bizim yapmamız gereken şey, yüzde on barajını kaldırmak için hep beraber bir şeyler yapmaktır. Bu durumun temini için muhalefetin nasıl bir adım atmaya çalıştığını sormak lazım. En önemli sorun şu anda % 10 barajının kaldırılmasıdır. Bunun için hep beraber hareket etmemiz gerekiyor.
Oya Özden: Ben bir açıklama yapayım. Orada paralel yapılar ifadesi özellikle seçtiğimiz bir şey. Şu anda sadece cemaati konuşuyoruz ama geçmişte özellikle emniyet birimleri ve yargıya baktığımızda farklı yapılanmaların olduğunu görüyoruz. Bu konuyu hep birlikte ele alalım diye bu başlığı seçtik.
6 / Osman Karyağdı: Türkiye’de paralel yapılar Cumhuriyet’ten beri vardı. Olmaya da devam edecek. Bu ülkede Mustafa Kemal’in askerleriyim diye bağıran zümre yeri geldiğinde bana işkence yapacak diye korkuyorum. Benim de Ak Parti’ye karşı sert eleştirilerim var. İki tarafa da güvenmiyorum. Güvenlik birimlerine de güvenmiyordum. Poşu taktığım için öğrenciyken gözaltına da alındım. Paralel yapı her zaman vardı. MİT müsteşarına karşı yapılan en büyük operasyon kim üzerinden gitmek istemişti; paralel yapı. MİT müsteşarının ilk geldiğinde Filistin ya da Türki devletlere yaptığı yardımlardan ötürü İsrail’in gözüne batmıştı. İran Humeynici bir adam MİT’in başına geçti diye bir yaygara koparmıştı. Bizim paralelimiz herhalde onların dikey yapısı; hemen MİT müsteşarı ile ilgili harekete geçildi. Bunu da konuşmak gerek. Çözüme gelince… 80 anayasası değil, 80 yıllık bir anayasa kullanıyoruz. Çözüm istiyorsanız, hep beraber bir anayasa oluşturalım. Öyle bir şey yazalım ki, cumhurbaşkanı da yargılanabilsin. Kim olursa olsun bu ülkenin kurucu zihniyeti değildir. Bunu ortadan kaldıracak bir şeyler yazalım. Buradaki siyasi partiler de bazı arkadaşlar da eminim buna karşı çıkacaklar çünkü gücü kaybetmek birilerinin çok zoruna gidiyor.
7 / Bülent Durukan: Baktığınız zaman aynı dine inanan, aynı dinin aynı mezhebine mensup insanlar bir şekilde kavga ediyorlar. Bu işte bir sıkıntı var, bunu anlamak gerekiyor. Din nedir diye bir soru sormak gerekiyor. Maalesef Turan Dursun bu soruyu çok acımasızca sordu. Yaşam biçiminiz dininizdir. Ama Türkiye’de bu yaşam biçimi bir formülasyona tabii tutuluyor. Örneğin diliniz Osmanlıca olacak, yılda iki bayram, günde beş vakit namaz vb. Bunlar belli. Bunların dışına çıktığınız zaman hemen din dışına çıkarsınız. Bunun gerekçesine bir bakmak lazım. Bu insanlar neden birbirlerine girdiler ve neden kontrol altında tutma ihtiyacı duyuyorlar? Buradan hemen Marksist yorumlara gitmemiz gerekiyor. Sınıflı yapıların ortaya çıkması ile beraber dinler ortaya çıktı. Din haklın örgütlenme biçimidir. Halk diniyle örgütlendi. Dinin içinde örgütlendi. İsa Peygamber’in yaptığı şey din ile ticareti ayrıştırmaktı. Herkes, bu olayın içinde ya da dışında olsun, Muhammed peygambere inanıyor ama onun davrandığının çok dışında davranıyor. Peygamberimiz bir ortaklaşacılık getirdi. Şimdi, peygamberiniz bunu yaparken siz neden bunu yapıyorsunuz? Sınıflı toplumlarda bu yasa değişmeyecek. Biz dinimizi kurtarmaya çalışıyoruz.
8 / Metin Uzunöz: Sosyolojide bir tanımlama var, görünüş gerçek değildir diye. Esasında paralel yapı dediğimiz şey, devletin kendisidir. Devlet kendi meşruiyetine gölge düşürmemek için bir derinlik aramaktadır. Aslında bu görünüş üzerinden insanların nasıl aldatıldığını göstermektedir. Koşulların olgunlaştırılmasını devlet sağlamıştır. Devlet ve derinliğin amacı iktidarı ele geçirmektir. İster A partisi ister B partisi tarafından olsun devlet mekanizması kullanılmıştır. “Sıra kimde” eylemlerinde müthiş bir furya vardı. On binlerce siyasetçi içeriye atıldı. Tüm darbelerin kahrını sosyalistlerin çektiği süreçler yaşadık. Bir cenaze için köyüme gittiğimde, paralel soruşturmasından yargılanan bir polis amiri ile göz göze geldik. Şimdiye kadar yaptığınız operasyonları neden yaptınız dedim. Dedi ki, onlar teröristti. E peki, yarın senin eline kelepçe takıldığı zaman sen ne olacaksın? dedim. 1 hafta sonra kendisi de tutuklandı. Demokrasi ve hukuk herkese lazım. Bunu sürekli olarak yaşayarak görüyoruz. Derin devlet anlayışı iktidarı ellerinde bulunduranlar adına çalışıyor.
9 / Belgin Çelik: Cemaat ile hangi iktidar çalışmadı? Hatırlarım, rahmetli Ecevit plaket bile vermişti. Paralel yapıda, Balyoz ve Ergenekon davaları yapıldı. Burada herkes kendi tarafından bakıyor. Hepimizin canı yanıyor. Beni burada ilgilendiren devletin adalet bakanlığıdır. Beni Fetullah Gülen değil, beni AKP değil beni devletin adaleti tesis etmesi ilgilendiriyor. Bir insan 7 yaşında örgüt kurabilir mi? Bu kadar mı bu devlet aciz? Seks işçilerine yapılan işkenceleri kimse konuşmuyor. Biz hala neyi konuşuyoruz? Paralel yapı bunu yaptı, şunu yaptı. Daha düne kadar Gülen hakkında bir sürü güzel şey söylüyordunuz. Ne oldu da bu büyü bozuldu? Sadece ve sürekli olarak birilerini suçluyoruz.
10 / Semih Dikkatli: Sosyalistlerle ilgili bir şey söyleyelim, başlarına ne gelirse müstahaktır. Kemalistlerin işkenceci olduğunu söylemek kaba bir yaklaşımdır. AKP’nin kazansa da kaybetse de, iktidarını bırakmayacağını düşünüyorum. Sözlerime bir masalla başlamak istiyorum. Çok eski yıllarda bir krallık varmış. Bu krallığın geniş toprakları, kocaman bir ordusu, hanları, hamamları varmış. Sultan’ı çok kudretli bir adammış, cariyeleriyle mutlu mesut yaşarmış. Zenginlik ve güç o kadar kanına işlemiş ki, onun için halkın hiçbir önemi kalmamış. Sultan gücünü koruyabilmek için bazı vezirlerine özel görevler vermiş; tüm devleti vezirlerine dağıtmış. Sonunda dış güçlerden destek almış ve orduyu sözünü dinlemiyor diye tasfiye etmiş. Sonunda sultanın bazı makamlara yerleştirdiği kişiler kurgusal davalarla içeri alınmış, orduyu vezirler yönetir olmuş. Bu arada sultan servetine servet katmaya devam etmiş. Sultan güçlendikçe hırçınlaşmış. Herkesi ulu orta tokatlıyor, vezirlerini herkesin önünde rezil ediyormuş. Vezirler bu durumdan çok rahatsız olunca, sultana dur demek istemişler. Yıllardır muhalifleri sindirmek için kullandıkları yöntemleri sultana karşı kullanmaya karar vermişler. Ses kayıtları kahve köşelerine düşmüş. Herkes bu kayıtları konuşur olmuş ama halk biraz cahilmiş ve darbe palavralarına inanmışlar. Sultan bundan böyle vezirleri devlet içinde devlet olarak görmüş. Vezirleri görevden almaya ve hapislere atmaya başlamış. Bu durum vezirlerin çok ağırıma gitmiş ve sultanın yaptıklarını halka söylemeye karar vermişler. Ancak halk derin bir uykunun içindeymiş. İki tarafta birden bire ortada devlet diye bir şeyin kalmadığını fark etmişler. Sultan son bir umutla halkına sarılmış. Masalın sonunda dış güçler orduyu ele geçirmiş… Bence bir ordu ulusal olmalı. Dış güçlerin müdahalesinden uzak tutulmalı. Neyse ki bizim ordumuz artık hem ulusal bir ordu hem de darbeci değil.
11 / Berrin Sönmez: Ben, devletliler açısından konuya bakalım derim. Bize şekil verenlerin durumu nedir? İşte çok yakında kırmızı kitap açıklandı. Önümüzdeki 5 yıl boyunca, yakın zamanlarda yaşanan MGK toplantısı ile tehlike arz ettiği kararlaştırılmış olan bir paralel yapı deşifre edildi. Bir cadı avı gibi devam edecek bir dizi uygulama resmiyet kazanmış oldu. Peki, bundan önce, 1997 28 Şubat’ındaki MGK toplantısında yapılan şu anda bu kararı alanların başının ezildiği bir zamanda, o zamanki devlet şu anda iktidarda olanların başını ezmişti. Bu bir döngüdür. Her bir darbe bir diğerini darbeci yapıyor. Ülkemizde böyle bir sistem var. Demek ki sistem hastalığımız var demektir. Hepimizin bildiği bu duruma tek bir çaremiz var: anayasa. Denge Denetleme Ağı olarak yeni bir anayasa kampanyası başlattık. Bütün toplumsal kesimlerin anayasanın hazırlanması aşamasından itibaren kendisini bu sürecin içinde görmesini bekliyoruz. Birbirlerini aynı dinsel söylemler üzerinden hırpalayan kişilerin iktidarını sınırlayacak tek şey hukuk ve anayasadır. Şu anda bu anayasanın yapılması için parlamento bize hala borçludur. Bize yeni bir anayasa yapmak zorundalar. Ama bu sürece bizim de katılmamız gerekiyor. Demokratik, şeffaf, katılımcı ve eşitlikçilik esaslı bir anayasa bizi bu sıkıntılarımızdan kurtaracaktır.
12 / Mehmet Kasap: Hukuk ve Hayat Derneği başkanı olarak buraya katılıyorum. Derneğimiz 2003 yılında kuruldu. 500’den fazla avukat fiili olarak faaliyetlerimizi takip etmektedir. Ailemde CHP’den olan birçok kişi vardır. Ankara Üniversitesi’ne geldiğimde hizmet hareketi ile tanıştım. Dergide geçen bir yazı beni çok etkilemişti; Orada şu deniyordu: “Hizmet, insanı sevmek ve sevdiğini hissettirmektir.” Bu hümanist yaklaşım beni çok etkiledi açıkçası. O günden bu yana Fethullah Gülen’in konuşmalarını ve kitaplarını takip etmeye çalışan birisiyim. Hükümet tarafından mali birtakım destekler verildiğini, kadroların tahsis edildiğini, Cemaat ile devletin bir güç birliği bir paylaşım içinde olduğunu bazı arkadaşlar dile getirdi. Üzülerek görüyorum ki, hizmet camiası kendisini topluma anlatamıyor. Hizmet camiasının kendisi devleti ele geçirmeye çalıştığı şeklindeki fikirlerden oldukça rahatsız. Bu sadece bir iktidarı ele geçirme meselesi olsaydı Hizmet hareketinin de, dünyanın 160 ülkesine gidip okul açmasını birilerinin bize izah etmesi gerekiyor. Bu kadar ekonomik kaynağı, bu kadar insan kaynağı niçin yurt dışına aktardığını birilerinin bize izah etmesi gerekiyor. Türkiye’de iktidarı ele geçirmek istese tüm insan ve ekonomik kaynaklarını yurtiçine teksif ederdi. Devlette bir paralel yapı olduğu iddiasını ben şiddetle kınıyorum. İnsanların “paralel” olarak fişlenmesinin insan haklarına aykırı olduğunu düşünüyorum. Bizi insanların nasıl sosyalleştikleri, Fethullah Hoca’nın derslerini takip edip etmedikleri ilgilendirmemeli. Fakat insanların kamu yetkisini kullanırken, kararlar alırken hukukun ya da mevzuatın dışına çıkıp çıkmadıklarına bakmalıyız. Bence bir entelektüelde, bir hukukçuda olması gereken ilk şey samimiyettir. Siz samimiyseniz, demokrasiye inanıyorsanız anti demokratik kararlara kimin maruz kaldığına bakmadan o değerlere sahip çıkmalısınız. Bu konuda en güzel örneğin CHP milletvekili Mahmut Tanal olduğuna inanıyorum. Kime yapıldığına bakılmadan ortak evrensel insani değerlere kim bir saldırı düzenliyorsa ona hep birlikte karşı çıkmalıyız.
13 / Mükremin Barut: Şöyle bir gelenek var, hep bugünü ve içinde bulunduğumuz durumu tartışıyoruz. Muhalefet de bir gündem yaratıldığında bunun peşinden koşmak durumunda kalıyor. 1908 II. Meşrutiyet, 1913 İttihat Terakki’ye kadar paralel. 1923’e gelene kadar İstanbul’da bir hükümet var. Ankara’da da paralel bir hükümet var ve kararlar alıyor, antlaşmalar yapıyor, insanları asıyor. Mustafa Kemal Samsun’a hareket etmeden önce Malta sürgünleri var. Bunların içinde ittihat terakkici güçlü bir grup var. Bugünkü KCK gibi. İki yıl Malta’da kalıyorlar, sonra Kemalistlerin önü açılıyor ve bugün Ergenekon’daki gibi birer ikişer ya da gruplar halinde özgürlüklerine kavuşuyorlar. Sadece değinildiği için söylüyorum. Yüzde 10 bizim sistem partilerinin amentüsüdür. Birleşik oy pusulalarında Kürtler bağımsız adaylarla yet almaya başladığında tüm sistem partileri tüm bağımsız adayların birleşik oy pusulalarında olmasını istedi. Benim odam, Kaçaksaray’ı gündeme taşıdı. Bizim paralel ile ilgili geleneği çok iyi bilip önce onunla yüzleşmemiz gerekiyor, gerisi kolay.
14 / Nejat Kangal: Son maddeyi öne alarak söyleyeyim: Hukukta sorun yok, düzenin hukuku işliyor. Zaman zaman ihtiyaca göre üzerinde oynadıkları bir şey bu. Yasalarla yönetilen bir garip ülkeyiz. Ben Gülen cemaatinin kesinlikle paralel bir yapı olduğu kanaatinde değilim. Devletin olağan, geliştirdiği bir yapı. Fethullah Gülen cemaati devlet içinde örgütlenmemiştir; devlet bu yapıları örgütlemiştir. 17-25 Aralık’ta bir darbe teşebbüsü olduğundan söz ediliyor; bir teşebbüs değil bir darbe olmuştur zaten. Hırsızlık, yolsuzluk vardı; devlet dengesini yitirmişti. Bölgede Kürt hareketi gelişiyordu, daha önemlisi HDP yükseliyordu. Yeni bir düzenleme gerekmiştir. Buna da devletin dışında olmayan yapılar omuz vermiştir. Ak Parti’yi devirmek için değil, devletin yeniden düzenlenmesine omuz vermişlerdir. Bizim karşısında olmamız gereken düzenin kendisidir, parçası değil. Herkes parçayı eleştiriyor oysa 17-25 Aralık sürecinde devletin içindeki yapıların hepsi düzenleme için uğraşmıştır. Devlet yıllarca kendisine hizmet eden yapıların içindeki insanların cezaevlerinde yeterince kaldığını ve bırakılmaları gerektiğine karar vermişti. Ana muhalefet partileri de buna destek vermişlerdir, meclisteki tek muhalif BDP idi. Bu süreçte paralel yapıları aramamıza gerek yok, karşımızda bir devlet var, kötü bir yapı. Hukuk sisteminde değişikliklerden bahsediyoruz ama sadece devletin acil sorunları çözmekle ilgili yaptıkları. Söylenenlere bakınca Ergenekon ve derin devlet dışında bir şey görmüyorum. Var olan ve karşısında durmamız gereken bir düzen görüyorum.
15 / Enver Önder: Dünden bugüne gelen sistemin ezici, insan haklarına özensiz davranan bir sistem olduğu anlatıldı, gerçek bu. Bugünkü iktidar bir darbe sendromu içerisindedir. Bu sendrom kafasının önünde ve arkasında, tüm davranışlarına yön vermektedir. Kafalarının önündeki darbe tutkusu, Cumhuriyet ve değerlerine, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve demokrasiye düşmanlık olarak gelişmektedir. Her gün yeni bir darbe planlamaktadırlar. Kafalarının arkasındaki ise darbe korkusudur. Türkçe ile felsefe yapılamayacağını öne sürseler de her gelişmenin kendi karşıtını da içerdiğini seziyorlar. Bu nedenle bu darbeci girişimin karşı darbeye çağrı çıkacağından korkuyorlar. Bu korkuyla var olan kurumları çürütüp kokuşturuyorlar, sürekli toplumu gererek, konudan uzaklaştırarak kendilerini güvenceye alıyorlar. Bunun en çarpıcı örneği, 10 yıl birlikte yürüdükleri bir yapıyı düşman ilan ederek toplumu tartıştırmalarıdır. İç güvenlik gerekçesiyle gelen torba yasalar, tam da güvensizliği kurumlaştırmaktadır. Dayanaksız yasalar olmamalıdır. Yasallığın sistematiği bozulmaktadır. Yasalar aşiret mantığıyla yapılmaktadır. Bu, insanlarda güvensizlik yaratıyor. Devlet yurttaşı kul ve ümmet olmak için buyruk altına almaya çalışıyor. Önümüze süreçler sunuyorlar. Çözülmüş hiçbir şey yok, tartışarak zaman kazanıyorlar. Alevi sorunu neden bugüne kadar yoğun değildi? Bu, hükümetin orayı da kullandığı anlamına geliyor. Kürt sorunu diyorlar. Kendileri, burjuvazinin Kabe’si sandıkları TBMM’ye bu sorunu getirmiyorlar. Kapalı kapılar arkasında konuşuyorlar. Binlerce yıldır birlikte yaşadığımız kardeşlerimizle neyin boğuşması içindeydik, kim ne istiyor, kim ne veriyor, anlaşmazlık nerede bilmek istiyorum yurttaş olarak. Bizi kullanıyorlar, buna son vermeliyiz.
16 / Hüseyin Küçükbalaban: Cumhuriyet’ten bugüne birçok paralel yapı vardı. Erdal Eren’in yaşını büyütüp asan, Seyit Rıza’nın yaşını küçültüp, oğlunun yaşını büyütüp asan hangi paraleldir? 15 bin faili meçhulün kararını hangi paralel vermiştir? 6 bin köyün boşaltılması, 3 milyon insanın yerinden edilmesi, 12 Eylül’de yüzbinlerce işkenceye uğrayan insanla ilgili kararlar hangi paralel yapınındır? Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekten demokratik, evrensel hukuka ve insan haklarına dayalı, tüm farklılıkların kendilerini özgürce ifade ettiği bir devlet olmasını istiyor muyuz istemiyor muyuz? Kendi samimiyetimizi bu noktada gözden geçirmeliyiz. Yönetenlerin haricinde bu işten rahatsız olanlar, tüm hakikatleri objektif olarak araştırmak ve bunlarla yüzleşmek kararlılığında mıyız? Mesela “Yeni anayasa yapalım” diyenlerin darbe anayasasındaki bazı maddeleri tartışmaya açmayalım demeleri anayasa yapalım söylemlerinde samimi olmadıklarını gösterir. Kürtlerin anadilde eğitim ve kamusal hizmet taleplerinin darbe anayasasında düzenlenen yasakçı maddeleri savunmakla ötelenmesi, Kürt sorununda çözümsüzlüğün devam ettirilmesi anlamını taşır. Bir şeyi gerçekten demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi noktada tamir edilmesi yönünde bir tavır benimsemiyoruz. Bu ülkenin yönetim zihniyeti tekçi, Türkçü, ırkçı ve dinci bir anlayıştır. Her inancın, etnik kimliğin, milletin kendi kimliğiyle yaşayabileceği ve bu kimliğinden ya da cinsel yöneliminden dolayı baskı görmeyeceği bir hukuk devletinden yana mıyız? Ağır ceza mahkemeleri, DGM’ler bu ülkede ne yaptı? HSYK değişti, hükümet kendine göre uyarladı deniyor; doğru. Ama dünkü hukuk sistemi de bu sözünü ettiğim kimliklerin hakkını savunmak için dava açtılar mı, açmadılar. Bahtiyar Aydın’ın öldürüldüğü Lice davasının 20. yılı doldu, bununla ilgili bugün dava açılmıyor. Böyle yüzlerce zamanaşımına uğramış olay var. Yeni Güvenlik paketi ile getirilen birçok şeyin polise öldürme yetkisini verdiği; hükümetin kendisine muhalif olan herkesi sindirmeye yönelik tavır takınacağının göstergesidir. Biraz daha samimi olmak ve geçmişten bugüne hakikatleri açığa çıkarma çabası içine girmek gerekiyor.
17 / Emir Ali Türkmen: Türkiye parlamentosunun ya da sivil toplumun başka alanlarda tartışamadığı Türkiye’nin temel meselelerini burada farklı bakış açılarımızla konuşma imkanımızın olduğunu düşünüyorum. Sizleri dinleyince şöyle düşündüm: Herkesin farklı bir Türkiye’si var ve birbirimizinkiyle çok az kesişiyor. Bu devlet bireyini ve yurttaşını, onun haklarını esas alan bir cumhuriyet değil. Devletin bekasını esas alan, yurttaşlarını kulu gibi gören ve devletin bekası için her şeyi mubah sayan bir tarihe sahip. 12 Eylül ve sonrasını düşününce, o mahkemelerde ben kendimi daha özgüvenle savunuyordum. Evet, başka bir Türkiye olacak ve orada sizin gibi yargıçlar olmayacak. 80’ler ve 90’lardaki polis şefleri şöyle anlatıyorlardı: Türkiye’de teröristler var, Türkiye’yi yakıp yıkıp bombalıyorlar. Bunların hesabını görmek için hükümet bize yetki vermeli ve gerekeni yapmalıyız. Bunun gerekliliği 15 bin faili meçhuldür, boşaltılan köylerdir. Bugün rejim krizdedir ve Ak Parti devam ettirmektedir. Özgürlüklerimizi talep etmeye devam edeceğiz. 1 Mayıs yasak dediler, hala sokaklara çıkıyoruz. Gezi’yi yaşadık. Özgürlük talep ediyorduk orada; Geziyi yapanlara darbeci dediler. Bugünkü iktidar bloğunun Özal’dan, Çiller’den, Demirel’den ne farkı var? Onlar daha Türkçüydü, bunlar daha İslamcı. Bu ülkede Roboski, Soma olmadı mı? 6-7 Ekim’de yanıbaşımızda 50 insan öldü, nasıl öldüler dendiğinde cevapları ne? Yeni bir Türkiye’ye ve bunu nasıl kuracağımızı konuşmaya ihtiyacımız var. Yeni Türkiye kafamızdakilerle olmaz. Demokratik ve çoğulcu olmalı ve adalet sistemine oturmalı.
18 / Atilla Kart: 80-90 yıllık Cumhuriyet sürecinden alıp genel değerlendirmeler yapmak mümkün ama son 12-13 yılın fotoğrafını ortaya koymak gerekiyor. Ak Parti iktidarını Gezi süreci sonrası Nabi Avcı çok iyi özetledi; “Bu olay sanki bir ağaç olayı diye başladı, bir baktık, toplumun her kesiminden insan, buraya toplanmışlar.” dedi ama bir analizle devamını getirmedi. Açık fotoğraf şuydu: İktidar olarak öyle yanlışlıklar içinde oldun ki, mağduriyetler yarattın ki, toplumun her kesimi bundan payını aldı. O süreçte bir vesileyle toplumsal bir tepki oluştu. Ak Parti üzerinden yaratılmak istenen algının, cilanın da sökülmesi anlamına geliyordu. Ak Parti’ye demokrasiyi, değişimi, dönüşümü gerçekleştirme misyonu yükledik. Ak Parti de Ab sürecini ve o mekanizmayı o kadar iyi kullandı ki. Türkiye’nin bugünkü fotoğrafını İnsan Hakları Danışma Kurulu, 2014 Ekim ayında ortaya koydu. İşkence, düşünce özgürlüğüne karşı gerçekleştirilen uygulamaları bunlar anlatılıyordu. Yolsuzlukların kurumsal hale gelmeye başladığını ifade ederek, sistemin başbakanlıkçı sisteme dönüştüğünü vurguluyordu. Biz bunları anlattığımızda statükocu CHP olarak anılıyoruz. Bugün yarın mecliste kişisel veriler yasası görüşülecek. Kişisel verileri izleme kurulu kuruluyor; hükümet ajanlarından. Mevzuatımız genel anlamda evrensel normlara yakındır. Ama bu iktidar içini öyle ördü ve boşalttı ki. Birer hükümet ajandasına dönüşmüş durumda. Ak parti hiçbir zaman devleti hukuka uygun yönetmek değil, devleti ele geçirmek amacında oldu. Temel olay bu. Önümüzdeki açık ve yakın bu tehlikeyi görelim.
19 / Hasan Hüseyin Türkoğlu: Devlet insanların yeryüzünde kurabileceği en yüce organizasyon. Devletin olmadığı yerde özgürlük ve haklardan bahsedilemez. Devletler egemenlik sahası üzerinde meşru olarak güç kullanma hakkına sahip olması sebebiyle her zaman daha fazla güç sahibi olmak ve hatta devleti ele geçirebilmek arzusuyla hareket ederler ve burada dengeyi kuran ise hukuktur. Bizde de devleti ele geçirmek isteyenler olmuştur ama anayasa müsaade etmemiştir. 2002’den sonra bu süreç tersine döndü. Devleti ele geçirmek isteyen bir güç var ve anayasayı da çiğniyor. Paralel yapı ile ilişkileri noktasında; AKP hükümetinin paralel olarak nitelenen cemaat ve hizmet organizasyonuyla işbirliği yaptığına dair iddialar da kısmen doğrudur ama araştırılmaya da muhtaçtır. Bugün paralel yapı mazereti hükümetin toplum üzerinde baskı kurmak için kullanabileceği en geçerli argüman haline getirildi. AKP’nin darbe paranoyasından bahsedildi ama buna inanmıyorum. Darbenin AKP paranoyası var bence. AKP darbeyi kullanıyor. AKP sadece kendisine muhalefet edenlere karşı darbeyi kullanıyor. Kendi yolsuzluklarını ortaya çıkaranları paralel ve darbeci diye yansıtıyor ve bunda başarılı. Burayı dinlediğimde 12 Eylül’den önce ne kadar sosyal demokrat ve sol görüşlü insan varsa öldürülmüş; Allah rahmet eylesin. Recep Haşatlı’yı, Hikmet Tekin’i, MHP GOP İlçe Başkanı ile karısı ve kızını bilen var mı? Bahçelievler katliamını… Herkes cenazesiyle ilgili farklı tepkiler ortaya koyabilir. Birileri de sadece boynunu büküp dua eder. 12 Eylül’den önce bu memleketin çocukları 1915’te bir nesil nasıl yok edildiyse, 12 Eylül’de de araya nifak sokulmak suretiyle bir nesil yok edildi. Olaya tek açıdan bakılmamalı.
20 / Aydın Şimşek: Emir Ali Bey’in herkesin bir Türkiye’si var sözüne şunu ekleyeceğim; herkesin farklı bir paralel yapı algısı var. Bugün tüm topluma ait olarak ortaya konan devlet aygıtı belirli bir kesimin kendi ayrıcalıklarını savunmak için işlev görür. 2015 bütçesine bakarsanız daha net anlaşılır. Sağlık, eğitim hizmetlerine ilişkin 22 milyar, güvenliğe ise 58 milyar bütçe ayrılmış. Burada bunların vergisini ödemiş vatandaşa “güvenli ölebilirsiniz” denmiş oluyor. Devlet ve zenginler güvenlik, vatandaş ise eğitim, sağlık ve yatırım hizmetleri talep eder. Paralel devlet nedir peki? Bunu kavramsal olarak Robert Pacson, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya atmış: “Mevcut devleti tamamen ele geçirmiş bir siyasi erkin ideolojisi ve uygulamaları doğrultusunda o siyasi gücün emrinden asla çıkmadan hareket eden ama kendi içinde adeta bir devlet yapılanmasına hatta bazen devletten daha fazla yetkiye sahip olan resmi ya da sivil organizasyonlar için kullanılmıştır.” Bugün AKP’nin sıklıkla dile getirdiği meşru iktidara alternatif gayrimeşru bir ‘devlet içinde devlet’ten bahsetmemiz mümkün değil. 2007’den bu yana AKP’nin dile getirdiği paralel yapı, yani gladyo, Ergenekon’dur. Bugünkü paralel yapı AKP’dir. AKP eğer bir projeyse, geleneksel devletin ideolojisiyle ittifak halindedir. Paralel devlet evrensel, ulusal hukuk standartlarına uymazlar, yargısız infaz yapabilirler ama derin devletten farkı şudur: İnfazlarını, ele geçirdiği medya vasıtasıyla halka, hukuk kriterleri içinden sunabilirler. Roboski, AKP’nin Çorum’u, Maraş’ı, Dersim’idir. Derin devlet faili meçhulleri gizler. Paralel devlet yani AKP, yaptığı işi hukuk çerçevesinde kamuoyuna sunabilmiştir. AKP 12 yıldır paralel devletten bahsediyorsa, bir diktatör yönetiminden de bahsediyordur. Yargının saygınlığı meselesinde söyleyeceğim tek şey var; AKP kendi suretinde bir hukuk ve yargı yaratmıştır, vatandaşın da ciddi güven sorunu vardır.
Soru-Cevap
Osman Karyağdı: 6-7 Ekim ve Cizre olaylarını Demirtaş, provokasyon olarak nitelendirmişti. Bu provokatörler insanları yakanlar mı, insanları kurşuna dizenler mi? Bu özgürlüğün neresinde duruyor?
Emir Ali Türkmen: 6-7 Ekim’in İstanbul ve Ankara’daki Kürtlerin Kobani karşısındaki tepkileri olduğunu düşünüyorum. Bu tür büyük eylemlerde istenmeyecek olaylar olmuştur. Bunu onaylamak mümkün değil, prensip olarak insanlar, insanların ölümlerini savunmamalıdır. Ama sokaklara çıkan binlerce insanın hükümetin “Kobani düştü düşecek, sizin akrabalarınız ölebilir” dediğinde sokağa çıkmak insanların demokratik hakkıdır. Ölenler karşısında partimiz insanların hayatını savunur.
Oya Özden: Lütfen konuyla ilgili sorular olsun arkadaşlar, konu dışı yok.
Bülent Durukan: Nur Suresi 22. Ayet; “İnsanların renkleri ve dilleri Allah’ın ayetleridir” diyor. Bu bağlamda Kürtçe’nin anadil olarak öğrenilmesini önerecek misiniz Anayasa Komisyonu’nda, bunu destekleyip savunacak mısınız?
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Hucurat Suresi’nde de “Biz sizleri bir erkek ve dişiden yarattık; birbirinizi daha iyi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere böldük. Akıl sahipleri için bunda bir hikmet vardır” diyor. Anayasa ile ilgili tartışmalarda anayasanın değişmesini isteyenlerden özellikle istirhamım şuydu: Anayasanın hangi maddesinin değişmesini istiyorsunuz? Rahatsız olduğunuz maddeler hangileri? Bugüne kadar 120’den fazla maddesi değişmiş bir anayasa var elimizde. Maddeler arasında bir ahenksizlik var derseniz anlarım. Ama 120 maddesi değişmiş bir anayasada artık değişecek ne kalmış? Sadece ilk üç madde kalmış. Eğer devletin şekli, hukuk devleti olduğu, başkenti, dili ve bayrağı tartışılacaksa biz orada yokuz. Anadilde eğitime, ikinci bir resmi dile karşıyız; bu konuda tavizsiz bir duruşumuz var; değiştirmeyi de düşünmüyoruz ama insanların kendi dillerini konuşmalarını ve kültürlerini yaşatmaları noktasında da vatandaşlarımızın Kürt’ün de, Arap’ın da, Türkmen’in de yanındayız. Bunların hepsinin Türk olduğunu düşünüyoruz. Alt kimliklerin kendi değerlerini yaşatmaları noktasında evet ama üst kimlik olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Türk milleti; tek dil ve tek bayrak altında olması gerektiğini düşünüyoruz.
Semih Dikkatli: PKK paralel midir? (Emir Ali Türkmen) / 2015 Temmuz’da olası bir darbe hakkında ne düşünüyorsunuz (Aydın Şimşek)
Emir Ali Türkmen: PKK bir paralel yapı değildir. PKK örgütlenmiş, belli bir programı ve tüzüğü olan, bunu açıktan savunan bir siyasal oluşumdur. Şiddeti araç olarak kullanmış (aranızda bunu onaylamayanlar olabilir; ben şiddeti onaylamayanlardanımdır) ama siyasal talepleri olan bir örgüttür.
Aydın Şimşek: İnsanlar tarih boyu karşı karşıya kaldığı sorunları çözmekle mükellef olmuş, geleceğe ilişkin bir soru sordun. Hayatımız boyunca olmuş olan darbelere karşı olduk. Olası darbelere de karşı oluruz.
Metin Uzunöz: Makul şüphe kavramının ardından çok masum basın açıklamaları bile engellenmeye başladı. Direnme hakkı diye bir şey var. Parlamento bizi bazı şeylere dikkat ediyor. Siyasi parti temsilcileri üyelerine sokağı gösterebilecekler mi?
Atilla Kart: Aslında bir süreçten bahsediyorsunuz. Makul şüphenin yanına sulh ceza hakimliklerini, devlet düzeni ve anayasal düzene ilişkin suçlarla ilgili yargı paketinde getirilen değişiklikleri koymak da lazım. Bu pakette haksız el koymadan, arama ve gözaltıya kadar konularda o yöntemleri geliştiren uygulamalar getirildi. Türkiye’de fikir özgürlüğüne karşı bir kuşatmayı, sivil toplumu, meslek kuruluşlarını ve vatandaşları esas alan bir kuşatmayı, mal varlığına yönelik bir düzenlemeyi görüyoruz. Mal varlığıyla ilgili suçla arasında illiyet bağı olmasa bile malvarlığına el koymayı getiren bir düzenlemeden söz ediyorum. Bunun adı siyaset biliminde faşizmdir. AKP ve kadroları bir yandan Makyavelist yöntemleri ustalıkla kullanan bir taraftan da anarşist bir yapıya sahip olan; her yönteme başvuran diğer yandan da pragmatik anlamda hiçbir değere sahip olmayan bir kadrodan söz ediyorum. Böyle bir süreç sonucunda Türkiye’nin anayasal kurumları askıya alınmış durumdadır, işlevsizleşmiştir. Mevzuat talan edilmiş durumdadır. Hukukçularımız mevzuatı uygulayamaz hale gelmişlerdir. AKP acil eylem planında kamu personel reformunu vaat etti. Bugünkü noktada böyle bir yapılanma yok, devleti ele geçirme mekanizması söz konusu.
Emir Ali Türkmen: AKP’nin bu yasayı çıkarmasının nedeni, Gezi ile başlayan ve devam eden süreçte kitlelerin demokratik taleplerini sokakta dillendirmesini önlemektir. AKP toplumsal meşruiyetini artık kitlelerden alamadığı için otoriter rejim sürecini hızlandırarak kitleleri sokağa çıkarmamanın yolunu aramaktadır. Bunu hem yasal olarak yapmaya çalışmaktadır hem de Gezi’de başlayan polis şiddetinin ve keyfi tutumunun önünü açacak bir yöntem inşa etmektedir. İlk örneği de Diyarbakır’da gerçekleşmiştir. Silahla ilgisi olmayan genç bir arkadaşımız bu yasa üzerinden, polis tarafından vurulmuştur. AKP halk kitlelerinin demokratik hak talepleri için sokağa çıkmasını önlemek ve bunu bastırmak için bu yasayı icat etmiştir. Önümüzdeki dönemde daha otoriter bir rejimle karşılaşacağımızın göstergesidir.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Partimizin sokak eylemleri konusunda hassasiyeti var. Biz sokak hareketleri ile sonuç alınamayacağını, ucunun nereye gideceğinin kestirilemeyeceğini ve kontrol edilemeyeceğini düşünüyoruz. Gezi sürecinde gerekçenin haklı olduğunu ama sokakta süren eylemlerin doğru olmadığını ifade ettik. Birçok yerde de o kitlenin enerjisini başka yerlere çekmek isteyen provokatörler olduğunu da gördük. AKP de bundan çok faydalandı. PKK bir paralel yapıdır, asıl paralel yapı odur. Cemaat ve hizmet hareketinin paralel yapı olduğuna inanmıyorum. Cemaatin içinde bazı kimseler emniyet ve yargıdaki güçten faydalanarak hatalar yapmışlardır, suç da işlemişlerdir. Bunu yargı sürecine bırakmak ve objektif olarak değerlendirilmesini sağlamak lazım. Asıl paralel yapının doğu ve güneydoğuda PKK tarafından yapıldığını düşünüyorum. Cizre’de meydana gelen olayların 2005 yılında KCK’nın bildirisinde zikredilen hususlar olduğunu hatırlatmak isterim. Devletin valisi ve kaymakamı dün Cizre’de asayişin sağlanması için kimliksiz, sıfatsız teröristlerle aynı masada oturup bunları konuşmuşlardır. 17 bin faili meçhulün katilini de bulamazsınız, bu kadar adam nerde, bu kadar cenaze nerde; bunlar propagandadan öte şeyler değil.
Aydın Şimşek: Farklı fikirlerin kendilerini ifade etme biçimlerini demokratikleştirmezsek, sokak da çok meşru bir muhalefet alanı olarak kullanılabilir. Demokrasisini geliştirmiş bütün ülkelerde kullanılan bir haktır. Bizimkiler Almanya’yı örnek vererek bir temellendirme yapıyorlar. İç güvenlik yasasına baktığımız zaman, Almanya’nın ceza hukukunu almak isteyen devlet aklı, hukukunu almıyor örnek açısından. İç güvenlik paketindeki yaptırımlar, aramaların kolaylaştırılması, soruşturma dosyasına ulaşımın kısıtlanması, polise 24 saatlik gözaltı süresinin uzatılması, yargının denetimi olmuyor. Bunun işkence ve dayak olduğunu biliyoruz. Soruşturma sırasında makul şüpheliyseniz, önleyici polislik doktrinine dayanır bu; malvarlığınıza el konacaktır. Dinleme ve teknik takip meselesi var. Bir polis çok rahatlıkla sizi savcıdan izin almaksızın, sizi dinleyecek ve takip edecek. Önleyici polislik doktrinine göre bir suç olmuştur ve yargının denetimindedir; burada olmamış ama önlenmesi gereken bir suç kavramı vardır; bunun anlamını bir düşünün.
Berrin Sönmez: Yüzde 10 barajı ile ilgili şu anda yapılabilecek bir şey var mı; mevcut partilerin bu yönde bir çalışması var mı? Ayrıca anayasaya ilişkin partilerin çalışması var mı? Yeni anayasadan söz ediyorum burada.
Atilla Kart: Yüzde 10 barajı, Türkiye’de demokrasinin önündeki en temel sorunlardan birisi. Kürt sorununun çözümünü tıkayan en önemli sorunlardan biri. Barajdan siyasi iktidar nemalanıyor. AKP barajı ben getirmedim diyor ama darbe anlayışından yararlanıyor. Yasal düzenlemeyle bunu gidermek mümkün. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda açıkça ortaya koyduk, yasa tekliflerimiz ortada. Bu baraj bana göre sıfırlanmalı ama partimizin görüşümü bunun yüzde 3’ü aşmaması gerektiği yönünde. Anayasa mahkemesinin muhtemel bir hak ihlali kararı, bu konuda yeni bire yasal düzenlemenin önünü açar mı açmaz mı, konuşmak gerek. Anayasa 138 gereğince bir ay içinde yasal düzenleme yapılması zorunluluğu var. Tabii siyasi iktidar bunu yapar mı; savsaklayacak. İkinci boyutu şu: Anayasa Mahkemesi, hak ihlali meselesini bekletici sebep kabul edip genel kurul aşamasında ilgili yasanın iptali hususunu da resen tartışabilir. Siyasi iktidar bu noktada Anayasa mahkemesini baskı altına alıyor. Teorik olarak bir engel yok. Toplumun duyarlılığı ve partilerin tavrı belirleyici olacaktır. Anayasanın değişmesi değil, yeni bir anayasa olmalı. Anayasal kurumlar askıya alınmıştır. Anayasa ihlallerinin dışında 15 Ağustos 2014’ten bu yana Türkiye’de fiili olarak anayasal darbe hali mevcuttur. Seçilmiş cumhurbaşkanı hem başbakanlık hem genel başkanlık yapıyorsun. Anayasanın amir düzenlemeleri, TBMM, başsavcılık devrede olması gerekirken, çalıştırılmadılar. Yeni sarayda gölge kabine kuruluyor; yapılan bu.
Hasan Seymen: Toparlarsak…
Atilla Kart: İzninizle bunu tamamlayayım. Diğer sorularda hakkımı kullanmayayım. Toplantı amacına ulaşacaksa, o şekli kısıtlamaları aşalım arkadaşlar. Bakın; ne yapılıyor? Bazı cumhurbaşkanlarının sembolik başkanlığından değil, başka bir hadise. Sen gölge kabine, mevcut hükümete hükmeden paralel hükümet kuruyorsun. Bu anayasal darbedir. Zaten anayasal kurumlar işlemiyor. Yeni anayasa derken yerel yönetim merkezi hükümet yapılanması, parlamenter sistemin icrai denetiminin sağlanması, eşit yurttaşlık… Ne mutlu Türk’ün diyene; saygı duyarım, demeyene; ona da saygı duyacağız. Bu mantaliteyi anlatmaya çalışıyoruz. Ben etnik kimliğimle, dinimle, anadilimle kendimi nasıl ifade etmek istiyorsam buyum; sen şusun busun demeyeceksiniz. Temel hak ve özgürlükleri artık tartışmamalıyız. Eşit yurttaşlığın özünde BM insani yaşam indeksi vardır. Devlet bunu başarabildiği ölçüde yurttaşının mensubiyetini sağlar. Demokrasinin anlamı budur. Diğer konu Diyanet yapılanması. 66. maddeyi düzenlememiz gerekiyor. Bunları korkmadan konuşmamız gerekiyor. Türkiye kanunsuz emir ve talimatlarla yürütülen bir ülke. Maden mevzuatı diyor ki maden ruhsatını vermek, sicilini tutmak Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı. Gereğini yapmıyorsun, bir de 2015 sayılı genelgeyle yasal düzenleme olmaksızın kendi uhdeni alıyorsun; madenleri, ormanları, meraları Ankara’dan tahsisle yönetiyorsun. Türkiye’de hukuk ihlali değil anayasal darbe sürecini yaşıyoruz. Bunu görelim.
Hasan Seymen: Hüseyin Bey; Atilla Bey 8 dakika konuştu, umarım sizinki daha kısa olur ama aynı süreyi kullanabilirsiniz.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Yeni anayasa diye başlığı koyduğunuz zaman Atilla Bey’in söyledikleri olur. Çok dilli, milletli ve devletli bir yapıdan bahsederseniz bu yeni anayasa olur. Biz yeni anayasa istemiyoruz.
Atilla Kart: Benim söylediklerim çok farklı, amacı dışına çıkarmayalım onu. Benim söylediklerimi konuşup açabiliriz ama benim adıma hüküm kurmayın.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Düzeltiyorum. Atilla Abi’nin de söylediği ama ben daha geniş anlamda dışardan da söylenenleri katarak…
Atilla Kart: Bana atfederek söylemeyin ama; kendinize göre endişelerinizi ifade edin. Bunu demek istiyorum.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Atilla Abi’yi çıkarıyorum (gülüşmeler). Yeni anayasa tartışmalarının içerisinde daha çok kastedilen bunlar. Yeni anayasaya değil anayasanın yenilenmesine evet. Yeni anayasa yeni bir kurucu irade gerektirir. Bugün için yeni bir irade yoktur. Biz kurucu irademiz 1923’te inşa etmişiz. Dolayısıyla…
(izinsiz olarak müdahale gelir)
Hasan Seymen: Lütfen müdahale etmeyelim, konuşmacıyı kesmeyelim.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Tartışılmak, değiştirilmek istenen konular 1923’teki iradeye yönelik olduğu için o dönemi söyledim. 1982 anayasası darbe döneminde yapılmış bir anayasadır. Anayasanın yenilenmesi noktasında MHP olarak 2007’de ve 2011’de parlamento oluştuktan sonra katkıda bulunacağımızı söyledik. 2007’de mecliste maalesef böyle bir komisyon oluşturulamadı ama 2011’de oluşturulan komisyona üye verdik. Ancak iktidar partisinin başkanlık sistemi dayatmasıyla o çalışma kadük kaldı ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun dağıtılmasının sebebi iktidar partisi ve şimdiki cumhurbaşkanı olan kişidir. Evet, anayasanın toprak bütünlüğü, egemenlik, eşitlikle ilgili maddeleri yürürlükte değil. En bariz örneği PKK’li teröristlerin ellerinde silahlarla sokakta dolaştığı bir atmosferde onları yakalamakla görevli kişilere kanunsuz emir verildi ki anayasanın 137. maddesi bu konuda açık. Kanunsuz emir uygulaması var. MİT Kanunu’nda, toplumsal bütünleşmeyle ilgili kanunda getirilen imtiyazlarla, hukuki ve cezai sorumluluğu yaratıldı; bunlar açıkça anayasamıza aykırı. İstediğiniz anayasayı getirin, Atatürk “Tatbik ve icra eden, her zaman karar verenden daha güçlü ve üstündür” diyor. Aslolan uygulama; uygulayıcıların ona inanması. Elimizdeki parlamenter sistem nasıl uygulanıyor? Hükümet parlamentodan çıkıyor, yasama zaten hükümetin kendisi. Yürütme de bizzat kendisi. Yaşadığımız süreç yargıyı da ele geçirme süreci. AKP 62. hükümet programında bugünkü paralel başbakan dedi ki; “restorasyon”. Biz bu ifadeyi duyunca Erdoğan’ın tarumar ettiği devleti tamir edecek birisi geldi herhalde dedik. Öğrendik ki restorasyon bir siyasi kavram. Carl Schmit gibi alman faşizminin felsefi temellerini oluşturan ilahiyatçı sosyologların ve siyaset bilimcilerin ortaya attığı bir kavram. Buna göre Tanrı, muktedir, her şeyi yaratan, aleme nizam veren kişi, siyasi yönetici de onun yeryüzündeki gölgesi. O tanrının adına yapıyor her şeyi. Onun kararları dava konusu edilemez, imtiyaz verdiği kişiler tartışılamaz. Bunlar parlamenter sisteme karşı olan restorasyoncular. Bugün AKP’nin yapmak istediği siyasal restorasyon. Türkiye’yi itiraz edilmeyen bir siyasi otoritenin, tanrının gölgesi olan bir yöneticinin yönetmesi sistemi öngörüyorlar. İç güvenlik yasası da bunu öngörüyor. Mülki amire, polise dinleme ve gözaltı yetkisi veriliyor. Toplantı ve gösteriş hakkını kullanmaya itecek düzenlemeler getiriyor. Bunu PKK’ya, 6-7 Ekim olaylarındaki katillere mi uygulayacaklar sanıyorsunuz? Hayır. Türkiye’nin batısında yolsuzluğa ve bölünme sürecine karşı çıkanlara; hak ve özgürlükleri ellerinden alındığı için itiraz edenlere karşı kullanacaklar ve insanları sindirecekler. Korku imparatorluğu yaratarak, kendilerine itiraz eden sadece siyasi partileri bırakacaklar. Ellerindeki medya ve algı yönetimi politikalarıyla siyasi partileri marjinalize edecekler.
Mehmet Kasap: MHP'nin son süreçte yargı ve emniyet bürokrasisinde almış olduğu bir takım avantajlar nedeniyle muhalefet görevini hakkıyla yerine getirmediği şeklinde bir kanaat var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Biz kendi felsefemiz ve ilkelerimiz çerçevesine muhalefetimizi yapıyoruz. MHP şu anda siyasetin en kritik partilerinden birisi. Yapılan anketlere bakın, CHP’li ve AKP’li seçmenin birçoğunun ikinci tercihi MHP. Üzerimizde ciddi bir spekülasyon var. 2011 seçimleri öncesinde olduğu gibi 2015’te de baraj altında kalması için hazırlıklar olduğunu biliyoruz. Paralel başbakanın yakında bizim bozkurt işaretini yaparak gezmesi bile bizi şaşırtmayacak çünkü çok milliyetçi söylemler kullanmaya başladı. MHP’nin baraj altında kalması halinde AKP anayasayı değiştirme gücüne erişebileceğini hesaplıyor. PKK’lılarla ya da onların siyasi uzantılarıyla işbirliği yaparak anayasayı değiştirmeyi planlıyor. Toplumda MHP muhalefet edemiyor diye bir algı yaratmaya çalışıyor. 2010 yılında anayasa değişikliğiyle ilgili HSYK konusunda tavrımızı net koyduk; bu yanlış, gelin HSYK’yı işin içinden çıkaralım, diğer anayasa değişikliklerine evet diyelim; bu iki hususu referanduma götürelim dedik; hayır dediler. Bugün MYK haklıymış deniyor. Bizim değerlendirmelerimiz sağduyulu ve milletin menfaatine; bu eleştirileri kabul etmiyorum.
Meral Güler: Atilla Kart ve Hasan Hüseyin Bey’e sormak istiyorum.
Metin Uzunöz: Diğerlerine de sorun arkadaşlar.
Hasan Seymen: Bundan sonra rica ediyorum; sadece bir soru ve bir kişiye soru soralım. Yoksa diğer soru soracak arkadaşlara sıra gelmeyecek.
Meral Güler: İki vekil de devletin nasıl bir yapıdan oluştuğunu söylediler. 6-7 Ekim ve Cizre olaylarına bakarsak devlet yok gözüküyor çünkü burada Kürtlerle Hizbullah savaşıyor vs. ve bunlara müdahale edilemiyor. Devlet sadece kendi yolsuzluklarını örtmek için hukuksuzluk yapmakla ya da yargıyı buna yönlendirmekle meşgul. Devletin olmadığı bugünlerimizde acaba hükümet oluşturmak için bu kısa sürede bir programları var mı?
Atilla Kart: Türkiye cumhuriyeti 5-6 yıldır özellikle güneydoğu bölgesinde egemenlik yetkisini kullanamaz halde. 6-7 Ekim olaylarında somut olarak ortaya çıktı. Türkiye’nin genel anlamda anayasal işlevlerini kaybetmesi, demokratikleşme ortamının giderek yok olması ve açılım adına altında benzeri süreçlerin siyasi iktidarın tamamen kişisel konjonktürüne göre siyasi çıkarlarının üzerine şekillenmesiyledir ki; bu süreç giderek tırmanıyor. Haziran’dan evvel bütün bunları orada engellemeye yönelik nasıl bir girişim olabilir ki? Yeni bir hükümet kurulması söz konusu olamaz. Türkiye sivil itaatsizlik ve meşru direnme noktasına gidiyor. Siyasi iktidar evrensel bir hak olan sivil itaatsizlik ve meşru direnme hakkını çatışma ortamına dönüştürmeden götürmek istiyor. Çünkü yolsuzluk ve hukuksuzlukları o kadar bariz bir hal almış durumda ki kendi safında edebildiği kadarını bloke etmek istiyor. Varsın ülke çatışma ortamına ve iç savaşa girsin, umurunda değil. Haziran seçimleri demokrasi ve toplumsal barış anlamında kritik bir seçim.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Seçimlere kadar böyle bir atmosfer olduğuna dair, bölgede devlet kurumları tesis edilmesine dair bir ortak irade yok. Ancak MHP olarak biz gerçek anlamda sosyal, ekonomik restorasyon anlamında projelerimiz var. Şu anda Türkiye’de, doğu ve özellikle güneydoğuda meydana gelen devletin egemenlik gücünün kırılmasından rahatsız bir iktidar yok ki.
Meral Güler: Ben sadece doğuyu söylemiyorum. Ondan önce Urla’da, İstanbul’da oldu.
Hasan Seymen: Karşılıklı konuşmayalım.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Biz Türk kavramını tarif ederken bile bu topraklar üzerinde yaşayan tüm alt kimlikleri birleştiren bir tarifle yola çıkıyoruz. Türklüğü bir etnik kimlik, etnisite olarak bile görmüyoruz. Bir kültür olarak görüyoruz. Burada bile bir baraj kokusu var. bir arkadaşımız şunu söyledi; 12 Eylül’den sonra burnumu kırdılar dedi bir arkadaş. Kürt kökenli olduğu ya da Kürtçe konuştuğu için; Türkiye’de böyle sistematik bir şeyden söz edemezsiniz. Böyle bir çatışma ve ayrışma yok. Felsefe olarak birleştirici bir anlayışımız var.
Oya Özden: Hakkaniyet açısından söylüyorum; Aydın ve Emir Ali Bey’e soru soralım.
Nejat Kangal: Size göre nasıl bir anayasa, özgürlük ve sokak?
Emir Ali Türkmen: Ben süreme uymaya çalışıyorum ama diğer konuşmacıların meclis alışkanlıkları galiba; bu hassasiyeti göstermiyorlar. Ben asıl problemin bu olduğunu düşünüyorum. Sözüme başlarken herkesin bir farklı Türkiye’si olduğunu söyledim. Burada da herkes o farklı Türkiye’sini anlatmaya devam ediyor. 12 Eylül’den beri iktidar fikri ve hapishane gelenekleri devam etmektedir. Zikirleri ya da kadroları 12 Eylül’den sonra belki hapisten çıkmıştır. Çocuklarımız, arkadaşlarımız ya da dostlarımız, düşmanlarımız bile olsa dağlara gidip ölmesinden mutluluk mu duyuyoruz? Ben hiçbir insanın ölmeyeceği bir toplumsal hayatın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bugün geldiğimiz yer itibariyle Kürtler ve Türkler veya başka azınlıklar, kendimiz gönül rahatlığıyla bütün olarak, Cumhuriyet’in yurttaşı olarak hissetmezsek, insanlar ölmeye devam edecek. Bunu önleyecek yöntem, herkesin bu Cumhuriyet içinde bir yurttaş olarak kendisini var edeceği bir toplumsal yapı inşa etmektir. Bunun için ya insanlar silahlanıp dağa gidecek ya da parlamentoda oturup bu beyefendilerle konuşacaklar. Üçüncü bir yöntem daha var. 90’larda gördük; insanları faili meçhul cinayetlerle öldüreceğiz. Bunun çözüm olmadığını düşünüyorsak; burada oturan arkadaşların daha sağduyulu ve pozitif olmaları gerektiğini düşünüyorum. Hala tek millet edebiyatı yapmanın, bizim partimiz diyerek başkalarını aşağılayan bir dil kullanmanın ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Kendisine yapılmasını istemediğini karşındakine de yapmayacaksın. Bunu bir prensip haline getirmenin yöntemini bulmak lazım. 21. yüzyılda hepimizin kendisini ifade edebileceği yeni bir anayasaya ihtiyaç var. Bu anayasa çok kimlikli ve çok kültürlü olmak zorunda. Sünni inanç üzerinden getirilen sisteme itiraz eden Alevilerin bu toplumda kendilerine yer bulacakları bir anayasa gerekli. Bir Çerkez’in, bir Kürt’ün kendini ifade edebileceği anayasaya ihtiyaç var.
Aydın Şimşek: Her şeyden önce terörist üretmeyecek bir anayasa. Eşitlikçi, özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü; toplumsal mutabakatı temel almış bir anayasa. Yasa yapıcının tanımını yaptığım devlet gereği sadece belirli egemen gücü korumayan demokratik bir anayasa, toplumsal rızaya dayanacağı için bünye terörist ve terörizm üretmez. Bu masadaki her arkadaş devletin bekasına yönelik bir cümle kurduğunda potansiyel teröristtir. Terörist ile ulusal kahraman arasında ince bir çizgi var. Atatürk bir dönem Osmanlı’ya başkaldırdığı için terörist ilan edildi, yedi arkadaşıyla Yüce Divan’da yargılandı. Başardığı için ulusun babası ve kahramanı oldu. Mandela teröristti, 27 yıl yattı ve bir ulusu inşa etti ve dünya ölçeğinde barışın sembolü oldu. Bu kavramı kullanırken PKK olgusu neden midir, sonuç mudur; buna bakalım. Her şey güllük gülistandı da birileri şizofrenik bir biçimde dağa çıktı; yoksa gerçekten 66. maddeyi konuşmamız bile bir züldür. Ben Türk değilim, Ermeni ve Kürt’üm, ne yapacaksınız beni?
Hasan Hüseyin Türkoğlu: 66 (gülüşmeler)
Aydın Şimşek: Özür diliyorum. Abdullah Öcalan’ı beğenelim ya da beğenmeyelim; PKK somut bir olgudur, bu bir gerçekliktir. Bu iş bir şekilde çözüme ulaşırsa, tıpkı Mandela ve Atatürk gibi bir ulusun kahramanı olacaktır. Eğer bugün IŞİD’e terörist demekle vicdanını rahatlatan insanlar varsa bence aynı eksende iş yapıyorlar. Bir dönem devrimcilere de terörist dendi ama çözüm üretmediğini biliyoruz. PKK’ya terörist demenin geldiğimiz noktada hiçbir karşılığının olmadığını gördük. Daha somut olgularla ilgilenmemiz gerekiyor. Tekçi bir zihniyetle mi hareket edeceğiz yoksa gerçekten bu ülkenin çoğulcu eksenini, çok kültürlü yapısını temel mi alacağız? Yeni bir anayasa yapım süreci de sadece siyasi elitlerin karar vereceği bir iş olmamalıdır. Toplumun tüm kesimlerin, odaların, sivil toplum örgütlerinin, işin ehli uzmanların da işin içine dahil edilmesi gerekiyor. Yoksa yine terörist üretecek bir anayasayla devam edeceğiz.
Hasan Seymen: Süremiz doldu ama cevap hakkı doğduğunu düşünüyorum. Bir söz vermek lazım.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: Emir Ali Bey’in ifadelerinden biraz üzerime alındım. Ben ortaya söylemiştim ama onun beni kastederek söylediğini düşünüyorum. Bizim Türk milletini tarifimiz bellidir. Özü Atatürk’ün tarifidir, Başbuğ Alpaslan Türkeş tarafından daha genişletilmiş bir tariftir. Etnik bir temele dayanan ve faşizan bir anlayış içinde olan bir yaklaşım değildir. Bu konudaki eleştirileri kabul etmiyorum. Diğer taraftan PKK bir terör örgütüdür. 1978’de Lice’de kurulurken, Birleşik Bağımsız Kürdistan hedefiyle kurulmuştur. 13 kongre yapmıştır. Birçok prensibiyle ilgili değişiklik yapmıştır ancak Birleşik Bağımsız Kürdistan felsefesinden dönmemiştir. Diğer yandan PKK bugüne kadar en fazla Kürt kökenli insanımızı katletmiştir. Abdullah Öcalan denilen o bebek katilinin telsiz emriyle, “Öldürelim, otorite olalım” ifadesi de kayıtlardadır. Bingöl’deki 33 erin şehit edilmesi döneminde kaymakamdım. Orada da onun emri vardır. Cizre’deki olaylar da KCK’nın 2005 beyannamesi çerçevesinde gelişmektedir. Dolayısıyla bunu yanlış anlıyorsunuz denirse bize, aklımızla dalga geçtiğini düşünürüz.
Atilla Kart: Ben de üç beş cümle ifade etmek isterim.
Oya Özden: Bir dakika…
Atilla Kart: Bakın demokrasiyi konuşuyoruz ama çok otoriter bir yönetim.
(Milletvekilleri, siyasi parti temsilcilerine, sivil toplum katılımcılarının da destek geldi)
Hasan Seymen: O halde siyasi parti temsilcilerine 2’şer dakika süre verelim.
Mükremin Barut: Cevap hakkı doğarsa?
Hasan Seymen: Cevap hakkı yok, cevap hakkı doğmayacak şekilde konuşmaya da dikkat edelim.
Emir Ali Türkmen: Ben Türkiye’de eksik olan şeylerden birinin de siyasi incelik olduğunu düşünüyorum. Önemli siyasi geleneklerden gelen siyasi partilerin bir miktar bu siyasi incelikten mahrum ve kargadan başka kuş tanımayan bir siyasetin etrafında dönmeye devam ediyorlar. Ben buna gençliğimde faşizm derdim. Şimdi hızlı biçimde AKP otoriterleşirken, faşizm denen bir damarının olduğunu düşünüyorum. Kendisini esas alan ve başkalarını yok sayan bir siyasal fikriyat üzerine kendini inşa etmektedir. Parlamentomuzda bu çok kalın bir damardır. Bugün önemli ölçüde zayıflamakla beraber; 1 Mayıs’ta, Gezi’de sokağa çıkanların demokratik haklarını kullandıklarını düşünüyorum. Gezi’ye darbe diyenlerin ya da “Biz gençlerimize sokağa çıkmayın diye çağrı yaptık, akıllı olun, yüzde 10 barajı da kalkmasın, tek devlet ve millet olarak yolumuza devam edeceğiz, sokaklarda gençler ölsün” diyen zihniyetin Türkiye’yi demokratikleştirmeyeceğini düşünüyorum. 21. Yüzyılda yeni bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Ben geldiğim siyasal hareketin 21. Yüzyılın Türkiye’sinin çok kimlikli ve kültürlü, herkesin birbirine saygı duyduğu, herkesin birbirinin farklılığını meşru gördüğü ve ona hürmet ettiği bir dünya olacağını düşünüyorum ve ben o yeni dünyanın temsilcisi bir partinin yöneticisi olduğumu düşünüyorum.
Atilla Kart: Ben Cumhuriyet’in kazanımlarını çok önemsiyorum. Laiklik, kadın-erkek eşitliği, kadın hakları, hukuk devrimi, emperyalizme başkaldırı devrimi, Köy Enstitüleri ruhu gibi.. Ama biz ne yaptık? Ama biz bazı kavramları eşit yurttaşlıkla dolduramadık. Demokrasi ile inşa edemedik. Türkiye’de ne oldu, devlet içinde çeteler oldu. 80 öncesinde de sonrasında da. Cemaat kavramını kullanarak devlet gücünü kötü kullanan mekanizmalar oldu. Ben cemaat kavramına kişisel olarak uzak olan bir insanım. Ama onların hak ve hukuklarını, düşünce özgürlüğü kapsamında savunuyorum. Ancak bazı kavramları siz her türlü liyakat uzmanını dışlayarak kamu yönetimine egemen hale getiriyorsanız, bu olmaz. Deniz Yıldırım’ların davasında delil üretiyorsak, yargıç ve savcının dışında birileri gelip tutuklama müzekkeresine tahliye talebi reddedilsin diyorsa, bu olmaz. Bunlara tepki vermeliyiz, herkes hukukla yüzleşmeli. Bu mekanizmanın kurulması gerekiyor, nasıl? Suç ve cezanın şahsiliği; suç ve ceza adaleti kavramlarını esas alarak ve cemaatin etkili mekanizmalarının da bir yüzleşme cesareti göstermesi gerekiyor. Bu yüzleşmeyi yapmak gerekiyor; ancak o zaman demokrasi mücadelesindeki dayanışmamız güç kazanır. Türkiye bugün kamu düzeni ve kamu müsteşarlığı MİT ve emniyet üzerinden yönetilir hale gelmiş durumda. Bunun anlamı çok açık; anayasanın 137. Maddesinin kanunsuz emir ve talimatları; o ilkeyi yok ederek ve her türlü hukuki denetimin dışında olan üç odaktan söz ediyorum. Bugün bu üç odak Türkiye’yi yönetiyor.
Hasan Hüseyin Türkoğlu: MHP olarak refah seviyesi yükselmiş, evrensel hukukun egemen olduğu, anayasal sistemin hukuki prensiplerinin geçerli olduğu bir Türkiye hedefliyoruz. Şunu da biliyoruz ki, yaşadığımız coğrafya üzerinde inanılmaz hedef ve politikalar var. Bugün bunların en geçerli olanı Büyük Ortadoğu Projesi ve bu kapsamda projenin müellifleri, Türkiye’nin sınırlarının değişeceğini açıklıkla ifade edebiliyorlar. Böyle bir yapının ve hedefin içinde, kullanılan enstrümanlara karşı bir duruş sergilememizden daha doğal bir şey olamaz. Çünkü biz milliyetçi bir partiyiz ve millet kavramını daha önce ifade ettiğim şekilde algılıyoruz. 12 Eylül darbecilerini alkışlayan bir yazar, Turgut Özal’ı sonra Demirel’i alkışlıyor, ondan bir baba çıkarıyor. Sonra Tayyip Erdoğan’ı alkışlıyor aynı adam. Dün söylediğine bugün başka bir şey söylüyor ama onu okuyan kitle aydın, entelektüel ve yön veren bir kişi gibi görüyor. Bu insanların da bu örgütlerin de neyi hedeflediği konusunda bilinçli olduğumuzu düşünüyorum. Hiçbir annenin gözyaşı akmasın ama toprağımızdan ve bayrağımızdan analarımız ağlayacak diye vazgeçmemizi bekleyen varsa boşa bekler.
Aydın Şimşek: Kapitalist modernitenin tekçi ulus anlayışı, bu topraklarda ötekileştirdiği iki dinamik, siyasal İslam ve Kürtler. Kabul edelim ya da etmeyelim, Cumhuriyet’i yeniden tanımlıyorlar. Tekçi anlayışla kendimizi dayattığımız ve çoğulcu fikirlere olanak tanımadığımız zaman doğal olarak bu denklem çözümlenmeyen bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. 21. yüzyılın temel sorusu bence şu: Benim gibi düşünmeyenlerle birlikte yeni bir toplumsal projeyi nasıl inşa ederiz? Bunun yanıtlarını aramak konusunda benim gibi düşünmeyenlerle yola çıkabilirim. Tekçi zihniyetin yani Kemalist dönemin önümüze getirdiği çözümlenmeyen sorunlarla uğraşıyoruz. İsterdim ki bir arkadaş da şunu sorsun: AKP nasıl paraleldir? Bu soruyu bekliyordum açmak için, kimse sormadı. Hemen söylüyorum: Biz olgusal olarak mı paralel devlete karşıyız; kimin paralel olduğuna bağlı olarak kınama manifestoları mı yazıyoruz? Olgusal olarak karşıysak; kavramın mucidi demiş ki “Paralel devlet, devlet geleneği ve siyasetiyle toplumsal ideolojisiyle uyumlu olan, onun karşısında olmayandır”. Almanya’da Nazi Partisi, burada ise AKP’dir. Amerika’da üretilen bir proje olarak devlet geleneğiyle uyumlu ve ittifak haldedir, devletleşme içindedir. Bir paralellikten söz edeceksek, AKP’nin paralelliğinden söz edebiliriz. Özgürlükçü, demokratik, çoğulcu bir yaklaşımı temel almalıyız. Benim gibi düşünmeyenlerin kendisini/fikirlerini ifade edebilmesi için hayatımı ortaya koyabilirim.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Türkiye’de hukukun ve anayasal kurumların işleyişi konusunda devlete karşı bir güvensizlik ortamı mevcut.
2 / Darbe döneminin izlerini taşıyan bugünkü anayasa, talepleri karşılamıyor ve tüm yurttaşların haklarını kapsayan, demokratik ve özgürlükçü bir anayasaya gereksinim var.
DEĞERLENDİRME
Gündem konusu “Devlet-Paralel Yapılar, Güvenlik ve Yargının Saygınlığı” olarak belirlenen toplantı, video sunumu ile başladı. İlk bölümde sivil toplum örgütleri 5’er dakikalık konuşmalarını yaptı. İkinci bölümün başında da söz almak isteyen birkaç sivil toplum örgütü konuşmalarını yaptı. Ardından milletvekili ve siyasi parti temsilcileri, 5 dakikalık konuşma yaptılar Soru-cevap bölümünde sivil toplum örgütü siyasilere sorularını yönelttiler. Bazı sorularda yanıtların süresi uzadı. Toplantının sonunda gerek siyasilerin gerekse sivil toplumun ortak talebiyle siyasilere 2’şer dakikalık söz hakkı tanındı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
327 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu