YER: TYB, Kızlarağası Medresesi (Sultanahmet)
TARİH: 2 Kasım Pazar 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Vildan Selak (Liberal Demokrasi Hareketi)
2 / Şahin Tekgündüz (İstanbul Hepimizin)
3 / Fevzi Durmuş (Beyazay Derneği)
4 / Can Atalay (Sosyal Haklar Derneği)
5 / Gürcan Onat (As-Der)
6 / Vasfi Kösebey (Emekli İlahiyatçılar ve Din Görevlileri Derneği)
7 / Hüsnü Adalı (Liberal Avrupa Derneği)
8 / Arif Belgin (Validebağ Gönüllüleri)
9 / Mehmet Emin Uçbağlar (Ateizm Derneği)
10 / Adnan Vatansever (İstanbul Stratejik Düşünce Derneği)
11 / Meral Saklıyan (Türkiye Barış Meclisi)
12 / Şanar Yurdatapan (Düşünce Suçuna Karşı Girişim )
SENDİKALAR
Yok
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
Yok
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Serpil Öztürk (CHP Üsküdar İlçe Yönetim Kurulu Üyesi)
2 / Erdoğan Altan (CHP Üsküdar İlçe Başkanı)
DİĞER KATILIMCILAR
Kadri Kanpak (LİBAD), Ali Yılmaz, Ali Kırılı, İsmail Nas, Remzi Çelik (VBG), Ümran Aydın, Betır Morbay, Shehviyav Norbaev olmak üzere 8 izleyici katıldı.
MODERATÖR
İlhami Mısırlıoğlu
GENEL GÜNDEM: İç Güvenlik Paketi ve Yaşamımıza Getirebilecekleri
YEREL GÜNDEM: Validebağ Korusu
KONUŞULANLAR
GENEL GÜNDEM: İç Güvenlik Paketi ve Yaşamımıza Getirebilecekleri
Verilen aradan sonra Genel Gündem’e ait sunum videosu gösterildi ve İlhami Mısırlıoğlu açış konuşmasını yaptı. TkMM ilkeleri ve toplantı işleyişi ile ilgili katılımcılara genel bir bilgi verdi. Söz alan her katılımcı konuşmasının sonunda teşekkür ederek, söz sonraki katılımcıya bıraktı.
Şanar YURDATAPAN: Döne döne aynı noktalara geliyoruz. Düşünce Suçuna karşı Girişim’e ilk başladığımızda Türkiye’nin dünyada en tanınmış yazarlarından Yaşar Kemal yargılanıyordu, haklı olup haksız olduğu kısmı önemsizdi. Düşüncesi yüzünden yargılanmamalı demiştik o zaman. 20. Senesi doluyor. Aynı çarpıklık içinde dolanıyoruz. O zaman kanunlar düzeltilirse mesele hallolur sanıyorduk. İşin içine girince, evet kanunlar düzeltilmeli ama o kanun orda yazdığı halde kuvveti elinde bulunduranlar 180 derece aksini yapabiliyor. İçişleri Bakanı Efgan Ala, HDP’yi insanlara sokağa çıkın dedi diye suçluyor ve bizim kanunlarımızda bu olmaz diyor. Anayasa 34. Madde diyor ki, herkes izin almaksızın silahsız ve saldırısız gösteri ve yürüyüş hakkına sahiptir. Kanun net, bizim kanunumuz bunu mu diyor, yoksa onların kanunu diye birşey mi var? Ayrı kanular mı var, olur mu öyle birşey? Şu anda Cumhurbaşkanı olan Erdoğan Başbakan iken, “Biz size şu yeri gösteriyoruz toplanmanız için, Öyle canının istediği yerde toplantı yapamazsın, olmaz öyle şey” diyordu. Olur! İzinli toplantı olmaz. Mevcut yasaya göre haber vermek durumundasınız ama haber vermeyince bu onun kanunsuz olduğu anlamına gelmez. Sadece size saldıran biri olursa, devlete gittiğinde “Kardeşim sen beni niye korumadın” diyemezsin. Devlet, “haber ver de seni geleyim koruyum, benim amacım bu hakkını korumam, güvenliğini sağlamak olmalıdır.” der. Bu maddeler, AB yolunda çok kısa bir süre önce vatandaşa sağlanan hakların geri alınmasıdır. Yine kolluk kuvvetlerini gözetleme komisyonunda sadece STK olmalı, vali, kaymakam olmamalı. AB standartları budur.
Av. Mehmet Emin UÇBAĞLAR: Hukuki açıdan değerlendirdiğimizde bu yasanın uluslararası normlarla hiç bir alakası yok. Tamamen Totaliter Rejimin kurulması için yapılan bir işlem. Bu paketi tartışmak yerine, elimizden geldiğince çıkmaması için neler yapabilirizi tartışmalıyız. Çünkü başka da yapacak birşeyimiz yok. Diğer taraftan, zaten gösteri yürüyüşlerinde izin almak için bir durum sözkonusu değildir. Polisin yapması gereken tek şey şudur, gösteri yapan insanların etrafında bir güvenlik çemberi oluşturmak, hem gösteri yapanlara dışardan bir saldırı gelmesine engellemek hem de gösteri yapanların dışarıya zarar vermesini engellemek. Ama tvye baktığımızda, polis geliyo, izinsiz gösteri “buna izin veremeyiz” Halbuki sizin bu konuda bir yükümlülüğünüz yok. Polis sadece güvenliği sağlamakla yükümlüdür. İzin almak veya almamak anayasal bir haktır. İzni alırsınız, bir yer gösterirsiniz, size gösteri yapacağınız yeri göstermek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Ama zaten mevcut kanunlar kullanılmıyor. Ama bunu kullanmadıkları gibi, mevcut paketle bunları abluka altına alınır, o ortaya çıkıyor. Bunun demokratik bir tarafı yok. STKlar olarak buna karşı çıkmalıyız. Bunu engellememiz için ne yapmalıyız? Buna çaba sarfetmeliyiz.
Vasfi KÖSEBEY: Molotof, dinleme, gözaltı ve üç hakim değil de 1 hakim onayı ile ilgili maddeler var, öyle anladım. Şimdi molotof kokteyli ile ilgili olanları biliyoruz, bir genç kızın yüzüne geldi ve yandı. Otobüsü yaktılar, kimin otobüsünü yakıyorsun kardeşim? Bir takım yerleri yaktılar. İzinsiz gösteri diyoruz. Taksim Olayları masum ama yazılan yazılar, o tahribatlar… devlet ama dokunmayalım dedi bu sefer vatandaş palayı eline aldı. Onun için vatandaşın molotofu asla eline almaması gerekir. Şimdi 61 anayasası çok özgürlük getirdi, aynı anayasa Avrupa’da da var. Avrupa’da birşey olmuyor neden bizde birşey oluyor deniyor sonra. Sayın Yurdatapan bilir, 61. Anayası’ndan sonra neler oldu. 12 Mart’tan sonra “Bu devlet idare edilemez” diye değişti. Taksim’de de sık sık gösteri yapılıyor, kimsenin birşey dediği yok. Faydalı da, bilmediğin birşey de, orda bir cümle görüp sana faydası olabilir. Göz hapsi 24 saat denmiş. Bu süre bir kişi için, hiç böyle birşey değil yani. 12 Mart ile 11 Mart arasında şyle bir fark var. Birinde 45 gün, diğerinde bir hafta içerde tutuyor. Sen alıyorsun 300 kişilik örgütü 3-5 günde çözeceksin, böyle birşey olması mümkün değil. Dinlemeye gelince, ben bir vatandaş olarak, beni dinlerse dinlesin ne olacak? Yarası olan gocunur! Tekrar ediyorum, molotofla ilgili, polise atılması, otobüse atılması, mekana… Yurdatapan çok iyi bilir, 12 Mart’a kadar fikir vardı solda. Solda söyleyecek birşey kalmadı ve silahlı eyleme başladı. 12 Eylül’den sonra fikir bitti solda. Bugün de vaziyet odur. Hep aynı noktada. Fatih’te olmuyor, Hadımköy’de olmuyor. Hep Gazi Mh. Okmeydanı’nda oluyor. Bence bu kanun çıkmalıdır.
Hüsnü ADALI: Bazı düşünceleri duyduğumda aklıma şu cümle geliyor. MSGSÜ öğrencileri şöyle diyor: “Beynindeki polisten, ruhundaki devletten, kalbindeki zincirden ve içindeki faşistten kurtul” çok hoşuma giden bir slogan. Paket için ise, “Cumhurbaşkanı tarafından Hükümet atlanarak hazırlandığı anlaşılan yeni değişiklik paketi, muhalif kesime karşı antidemokratik ve hukuk dışı uygulamaların dayanağı olacak” diyor Ümit Kardaş. 10 saati aşan MGK Toplantıları başımıza ne bela açılacağını bize belirtiyor zaten. 28 Şubat’ta da böyle olmuştu. Bir liberal olarak bence MGK lağvedilmeli. Eğer yapılamıyorsa, toplantıları Taksim’de cam oda içinde, halka açık şekilde ve herkesin duyacağı biçimde olmalı. 28 Şubat benzeri gelişmeler yaşıyoruz. “Ne demek legal görünümlü illegal yapı?” Biz bu filmi daha önce görmüştük. Çevrenizde bu iç güvenlik paketi lafı çıktıktan sonra, kendini daha güvende hisseden bir Allah’ın kulu var mı? Einstein’ın lafına bizim kadar gönderme yapacak bir ülke yoktur. Aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemek, bir çeşit delilik. Yayın yasakları, makul şüphe gibi muğlak ifadeler… avukatların dosyalara erişememesi… ne demek tüm bunlar aptal mıyız biz? AK Parti’nin daha birkaç yıl önce anayasa taslağı hazırlattığı Ergun Özbudun, Serpil Acar ve Levent Göker gibi hukukçuların tümü bu taslağa karşılar arkadaşlar. Bir ülkede, hain, güvenlik, asayiş, emniyet gibi kelimeler çok kullanılıyorsa o ülkede demokrasi geriye gidiyor demektir. Özgürlük, şeffaflık, katılım, hesap verilebilirlik gibi sözcükler varsa demokrasi vites yükseltiyor demektir. Sizce şu günlerde hangisi önplanda? Şöyle diyor Cafer Solgun, “Teşhis doğru değilse, bulacağınız çözümler sadece sorunu daha daha ağırlaştırır.” Sorun güvenlik sorunundan çok, daha fazla özgürlük, adalet, şeffaflık, demokrasi ve adem-i merkeziyetçilik sorunudur. 46 ölü. 34 yıl sonra 6 ilde sokağa çıkma yasağı. PKKlılar, Hizbullahçılar, Ülkücüler birbirine girmiş. Yani literatüre göre İç Çatışma. Sonrasını söylemiyorum. Alın size Yeni Türkiye! Bir uluslararası çaptan düşme sendromu her alanda görülüyor. İç, dış siyaset, eğitim, hukuk vs. nedeni AB Süreci’nden uzaklaşıp içine kapanmaktır. Kesin çözüm AB Süreci’ne dönüş, evrensel hukuk, şeffaflık, katılımcılık ve adem-i merkeziyetçilik. Freud, İbn Haldun, Comte gibi düşünürlerin üstünde durduğu nokta şu: Medeni ve Bedevi ülkeleri ayıran iki temel özellik vardır. Biri adalet, biri özgürlük. Şu anda adalet ve özgürlükle ilgili ülkemizde iyiye giden bir tane bir şey bulabilir miyiz? Şöyle diyor Hayko Bağdat “AKP’ye oy vermeyen kesimlerin neredeyse tamamının bir vesileyle hain ilan edildiği bir ortamda kimse kendini güvende hissedemez. … Sıranın kendisine gelmesini bekleyenlerin ülkesi artık burası. Bu sıra elinde sonunda size de gelir. Söylemiş olayım!” diyor Hayko Bağdat.
Gürcan ONAT: Gelirken haberlerde gördüm, K. Çekmece’de yüzü maskeli çocuklar tarafından geceleyin 7 araba kundaklanmış. Hiçbirimiz arabamızın yakılmasını istemeyiz. Dolayısıyla paketteki molotof kokteyli ve maske mevzusunu şahsen destekliyorum. Ancak şunu da sormak lazım, bu insanlar niçin molotof kokteyli atıyorlar. Niçi maske takıyorlar? İşin o tarafına gitmemiz lazım. Az önce Celal Başlangıç güzel belirtti, siz insanların normal, meşru miting yapmalarını, yürümelerini yasaklarsanız, ki az önce Şanar değindi, devletin böyle bir yasaklama yetkisi yok sadece güvenlik için orada olmalı, insanlar istedikleri gibi yürürler ve istedikleri gibi konuşurlar. Bunu kısıtlamaya hakkı yok devletin. Eğer yasaklarsanız, bu insanlar da başka yollara başvurur hale gelirler. O başvurmalarını desteklemiyorum ama ona sebep de olmayalım. Şiddete bir STK ve aktivist olarak, asla diyorum. Fakat, polisin de şiddetine asla diyorum. Biz şiddet yapanları kınıyoruz, polisin bu şiddet yapanlara müdahalesi doru ama bu polis müdahalesi de şiddet kulanmadan olmalı. Polisin bu kimi yerde yaptığı şiddete de karşı çıkmamız lazım. Jandarmanın İç İşleri’ne bağlanması konusunu destekliyoruz, aslında As-Der’in önerilerinden birisiydi. As-Der’i emekli astsubaylar kurdu, ben emekli binbaşıyım. 28 Şubat Süreci’nde TSK’dan atılan insanlar kurmuştu bunu. Ta o zamanlardan beri bu mücadeleyi yürütüyoruz. Gündemimiz Darbelere karşı durmaktı. Her görüşten insanlar bir araya geldik. Hatta bu gündemlerden bir tanesi de MGK’nın kalkmasıydı. Dinleme ile ilgili düzenleme Paralel yapı ile alakalı ama geri dönüp bakınca “Ne dediler de yapmadık” lafını duyunca demek ki “Ne dedilerse yapmamak lazım” Devlet içersinde hiç kimse örgütlenemez. Devlet herkese açıktır ve uzmanlık ve ehliyet önemlidir orda, aslolan budur. Tabi paralel yapıya karşı mücadele edilirken de, başka hukuksuzlukların olmaması lazım. Göz hapsinin uzatılması, evrakın gizliliği, avukatın dosyaya ulaşamaması yeni hukuksuzluklara sebep olacaktır, bunu kabul edemeyiz.
Şahin TEKGÜNDÜZ: Ne ekersen onu biçersin. Hele toprak verimli ise, biçeceğin ekeceğinin elli katı olur. Devlet şimdi birşeyler ekiyor bu verimli toprağa. Biçecekleri çok can sıkıcı ve ümit kırıcı. Çünkü etki-tepkiyi yaratır. Fizikte de, toplumda da bu böyledir. Cumhurbaşkanımız dün gelirken diyor ki “Bundan sonra sokağa çıkarsa, Türkiye’de olacakları düşünmek bile istemiyorum.” Gibi bir laf ediyor. Bu açık açık bir tehdittir. Bu toplumu tehdit etmektir, yani “Sokağa sakın çıkmayın!” Yaklaşık 1 sene önceki Gezi olaylarına gidersek, orda oturuyorum ve fiilen bulundum. Polisin şiddet kullanmasından sonra, biliyorsunuz bariyerler kuruldu, taksim etrafı çevrildi, polis çekildi. 15-16sına kadar orada bulunan aşırı unsurlar, marjinal kesimlerden gelenler de dendi. Hiçbir şey yapmadılar. En küçük zararlı bir eylemde bulunmadılar. Eğlendiler, dans ettiler, şarkı söylediler, oyun oynadılar, piyano çaldırlar. Ne zamanki polis ağır şiddetle geldi, öncesinde de öyle olmuştu. Kıyamet koptu. Yani benim demek istediğim, ne ekersen onu biçersin. Etki tepkiyi doğurur, münbit toprakta daha fazlasını biçersin.
Fevzi DURMUŞ: Türkiye’de bu ilk çıkan kanun değil, son çıkacak kanun da değil. Kanunlar neden çıkar? Pakete götüren sebepleri biraz analiz etmek lazım. G.Osmanpaşa’da oturuyorum. Evime gitmek için yüzü maskeli 30-35 tane 16-17 yaşındaki gençlere “Şu yanan çöp kutularını çekin de, şurdan bir geçeyim” fırçasını atarak geçiyorum. “Aman abicim” desem, tepeme çullanırlar. İstanbul’da yaşıyorum ben bunu. Ellerinde molotof var ve aracımın öncamına atmamaları için bir sebep yok. Pakete bakarsak “Molotof saldırı sayılacak”: Sayılmalı, kimse bunu meşru ve mazur gösteremez. “Maske takmak”: Suç işleyecek adam yüzünü kapatır. Gösterilerde silah kullananlar: Gördük kardeşim pompalısıyla, kalaşnikofuyla adam şehrin göbeğinde… nasıl yaşanabilir hale getireceğiz bu şehri. Bunlara mı müsamaha gösterecek devlet? O zaman devlet nerede sorusunu soracak. Polise arama yetkisi verildi: Devletin polisi istediği adamı çevirsin arasın. Ama hukuk kurallarına göre arasın. Bizim kenar mahallede, çocuklar bonzai krizlerine girmiş. Napacak, arama yetkisi mi alacak adamın arabasını aramak için. Torbacı dediğimiz adamlar var, biz bunlarla nasıl mücadele etcez? Arama yetkisi alalım da, aracınızı mı arayalım diyecez? Mahallelerde bunlar cirit atıyor. Paketi eleştiriyoruz ama bir bakalım. Zararı veren, zararı ödeyecek: ATM’yi yakan, otobüsü yakan kimse 77 sülalesinden alınmalı bu para. Neden? Hangi emeği verdin sen, bir ağaç mı diktin? Nasıl kzanıldığını biliyor musun da, ateşe veriyorsun? Son derece faydalı bir paket! Gelelim sıkıntılı durumlara: Polise yetki verildi ama gözetim var, kolluk kuvvetleri üzerinde. STK’lar olacak içinde, ne kadar olacak, biz olur muyuz, olmaz mıyız, bunları tartışalım. Bunların mücadelesini verelim. Bu iş polis şiddetine, polis devletine dönüşmesin. Bu konuda hemfikirim sizinle. Diğerlerinde, sanal ortamda nefret ve terör çağrısı suç sayılacak. Doğru bu. 40 adam öldü. Birileri çıkıp çağrı yaptı diye. Kusura bakmasın kimse, tamam demokratik hakkımızı kullanalım da, işi terörize etmeyelim. İstihbari dinlemeler, Türkiye’yi geren bir konu. Yapılan dinlemelerin mecliste tüm siyasi partilerden kurulacak bir komisyon kararıyla yapılması ve burada denetlenmesi amaçlanıyor. Bana göre bu da makul. Sıkıntılı konu da avukatların dosyaya ulaşması. Bu büyük bir soru işareti. Adam nasıl savunacak? Bir paketi tamamen kabul etmek de sakıncalı, genelini reddetmek de çok makul birşey değil. Makulu arayacağız. Yani bu sakıncalı maddeler müzakere edilsin. Reel, günümüze uyan bir paket haline getirilsin.
Meral SAKLIYAN: Sosyal devlet nedir, biri bana bunların tanımını yapsın. İnsanların sokağa bu şekilde dökülmesini sağlayan kim? Bir baba çocuklarını sürekli dövüyor, çocuklar evden kaçıp babaya biraz kötü harekette bulunduğunda “Aaa, bu çocuk saygısız, gözleri de kapalı, bunlar molotofçu” Sebeplerden çok sonuçlara odaklanıyoruz. Böyle olmaz, sen babasın, devletsin, atasın! Senin, sosyal devlet olarak hepimize eşit mesafede davranman gerekiyor. Bunu sorgulamanızı istiyorum. Ben de G.O.Paşa’da çalıştım, çalışıyorum. Ordaki insanların siyasal eğilimlerini biliyorum aslında. Fakat bir insanın üstüne çok giderseniz, Hocamız bahsetmişti, etkiye tepkiyi düşünelim. Sosyal devlet lütfen kendi sosyal devletliğini bilsin. Bonzai kullanılıyorsa arka sokaklarda, bunu da devlet engellesin. Siz kanun çıkararak değil, o kendi yöntemleriyle yapacak bunu. Ben niye devleti seçtim gönderdim? Onu da ben engelleyeceksem… tüm bunlarda bir boşluk var. Boşluk olmayan yerde hiçbir şey üremez. Demekki bir devlet otoritesi boşluğu var ve o otoriteyi bize, dayak ve şiddet olarak kulanıyor. Ben ondan değil, devlete yakışan otoriteden bahsediyorum. İkincisi, Diyarbakır’da eylemlerle ilgili Pervin Buldan şöyle dedi. “Biz bu konuyu Efkan Ala ile konuştuk, izin istedik ve hep birlikte bunu yapalım dedik. Ertesi gün tanklar yürüdü.” Sürekli bir bastırma, sürekli bir darbe dönemi, sürekli susturma… Barış Meclisi’nde olmama rağmen, farklı görüşten insanlar diyalog kurmak önemli ama gözümden kaçmıyor bu. Devlet kendine çekidüzen vermeli. Sanki insanların sokağa çıkmasını istiyor da, olan bitenden sonra “Bakın neler oldu” diyen bir devlet var. Bir tiyatro var. Şiddet ilkel bir dürtüdür. Devlet bunu kullanıyor. Bunu istemiyorum. Hepimiz biraz bilimsel, etik, ahlaklı, biraz daha insani. Biz bunları istiyoruz devletten. Tutup da “Aa adam maskeli, ben onu dövecem, sokağa çıkarsa ben ona yapacağımı bilirim” değil. Bunu zaten herkes biliyor. Haklısınız, hiç kimse arabasının yakılmasını istemez. Ama biraz daha empati kurarak yaklaşalım. Normal vatandaş olarak yürüyüş hakkımızı kullanalım. Parkta “Toplu olarak piknik yapmak yasaktır” diyor. Parkı niye yaptın o zaman.
Remzi ÇELİK: Validebağla ilgili konuşurken ilk cümlemi şöyle kurmuştum. Yerel Yönetimle ve yerel yönetimi yetkilendirip gönderen halk arasında güven ilişkisi bitmiştir. Bu konuda da aynı girişi yapacağım. Güven ilişkisi bitmiştir. Molotof ve diğer konulara bakarsak, rakamsal olarak % 5lik bir kitleyi konuşuyoruz. Sokak kamusal alandır, kutsaldır. İnsanlar sokağa çıkacaklar, şiddete başvurmadan etkinlikler yapacaklar, düşüncelerini söyleyecekler. Acıbadem yokuşu üzerinde on gündür, tomalar var. Gençler de orda şiddete başvurmadan bir gösteride bulunuyorlar. Her yaştan insan var orda. Polis müdahale etmediği sürece hiçbir şey çıkmadı. Polis de neden beklediğini bilmiyor. “Hukuksuzluk var mı, aldığımız emri mi uyguluyoruz” diye kendine soruyor polis. Aniden gergin bir ortama geçebiliriz. Dolayısıyla bu samimiyetsizlik ve güvensizlik, çıkartılan yasaların AB Muktesebatı ile ilgili hiç ilgisi yoktur. Özgür düşünceyi açıklamaya yönelik bir takım kısıtlamalar olacağı endişesi, yetki veren ile yetki kuran bir güvensizlik ilişkisi oluşturmuştur. Benim haklarımdan bir tanesi, göz altına alındığınız zaman sağlık raporu almak, isteğiniz varsa doktora götürülmek gerekir. Uygulamada hepinizin gözünün içine bakıyorum, böyle birşey olabilir mi? Demirtaş Ceyhun “Bana aydın denmesinden çok korkuyorum, denmesin” diyor. Neden denilince “Arkadaşlar aydın denmesi için 700 yıl geçmesi gerekir” Yolumuz uzun. Hepimiz böyle bir haksızlıkla hangi görüşten olursak olalım, tepki vereceğiz. Molotof falan olayı çok uç noktalara çekiyor, ortalarda bir yerde görüş bildirirsek, gerçekten bunun gelmekte olan ağır baskıcı yönetimin hazırlığı olduğunu çok rahat görebiliriz.
Erdoğan ALTAN: Yapılacaklar ihtiyaçlar doğuyor demiştik. İç Güvenlik Paketi’nin gündeme gelmesini hangi olayın sonunda gördük. HDP’nin çağrısı ve Güneydoğu’daki Olayların sonucunda, 40’a yakın insanın ölmesi sonucunda. Meral Hanım değindi. Sanki oyun içinde oyun var. 2010 Referandum’unda, hazırlanan 26 madde kamuoyuna sunulmuştu. Amaç sos olarak kullandığınız 23 maddenin etrafında o 3 maddeyi geçirmekti. Vatandaş da bunu kabul ediyor. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorsunuz. Molotof kokteyli zaten suç arkadaşlar. Birine molotofla zarar verdiğinizde sizi çiçekle mi karşılıyorlar. Bundan önce de suçtu. Özellikle en vahimi, polise tanınan yetkiler. Bunu iyi anlamda yorumlayabilirsiniz. Şu anda insanlar zaten muzdarip. Bunu yasal olarak bir altyapıya bağladığınızda, vay bu milletin haline. Acı olan, iktidar bunu kendine muhalif olanlar için kullanmaya kalkışması. Uyuşturu ile ilgili, zaten uyuşturucu almak, satmak, ön ayak olmak şuanda suç. Bunun güvenlik paketiyle ilgisi ne? Buna bağlı olarak, iş yükünden dolayı Yargıtay’da dosyaların birikmiş olması. Adalet Bakanı 8 Daire koyacağız, şu kadar ek üye alacağız dedi ama amaç orada iş yükü değil. Yargıtay’daki iş yükünü göstererek oraya yeni daireler kurdular., yeni üye aldılar. Ama daha önceden ihtiyaç yok deniyordu, atamıyorlardı. 50 tane boş üyelik vardı, atamamışlardı. Bir paralel yapıdır, tutturulmuş gidiyor. Şu anda HSYK, Yargıtay, Danıştay’daki üyelerin, sözüm ona paralelci oldukları söyleniyor. Bu gerekçeyle üye sayısını arttırıyorlar, o yapının gücünü kırmak için. Bu İç Güvenlik Paketi de ona benziyor. Güneydoğu’da “çağrı” olabilir, insanlar eylem yapabilir ve ben eminim orda ölenler ve öldürülenler bu insanlar tarafından olmamıştır. Nasıl ki 12 Eylül’ü olgunlaştırmaya çalışan, darbe yapan zihniyet, bu iç güvenlik paketiyle, güvenlik endişesiyle ortaya konan yapılara devam ediyor.
Şanar YURDATAPAN: Hiç kimse Bonzai’yi, şiddeti, molotofu savunan birşey demedi. Ancak bu bahanelerle, bunların arkasına takılan şeyler gerçekten vahim. O kadar vahim ki, buna İç Güvenlik Paketi değil, Devlet Güvenlik Paketi demek lazım. İnsanları güvenliği deniliyor ama devlet kendini güvenceye alıyor. Devlet kendi savunmasını güçlendiriyor ancak insanların özgürlüklerini çiğneye çiğneye bunu yapıyor. Hiç bir zaman “Aman canım dinlerse dinlesin, benim gizli saklı birşeyim yok” diyemeyiz. T.C.’nin 5 general tarafından yaptırılmış Anayası’nda bile insanların özel hayatların gizliliği gibi kavramlar var. Buna boş ver deyip, kendi elimizle verirsek, geri almamız çok zor olur. Molotof Kokteyli deniyor ama Molotof adında bir insandı o, Sovyetler Birliği’nin Bakanıydı. Ve Nazi zülmune karşı Ural Dağları’na kadar çekilen Sovyetler, sokaklarda halkı bıraktı. Halkta son çare olarak aciz bir şelişde bir şişeye benzin koyup Alman tanklarının üstüne attı. Bu isim burdan geliyor. Acizlikten… şimdi burda da, Celal Başlangıç’ın ifadesinde olduğu gibi “Eğer bu şiddet böyle olmasa, karşı şiddeti de doğurmazdı” Molotof Kokteyli olmaması gereken birşey tabiki. Geçmişe dönüldüğünde, 1965’te Türkiye İşçi Partisi üyesiydim, Aybar Vietnam’dan gitti geldi, bir sergi yapılacak Ankara’nın semtinde… sabahleyin o ilçedeki Adalet Partisi üyeleri ellerinde sopalarla geldiler. “Çabuk defolun” dediler. Ben de polise gittim, adamlar bize saldıracak dedim. Kimmiş, nerdeymiş derken, adamlar saldırdılar. Hayatımda ilk defa orada ciddi bir şekilde kavga etmek zorunda kaldım. O böyle saldırıyla başladı ama arkadan CKMP teşkilatlandı, Ankara’dan rap rap yürüyüşler yaptılar, saldırılar çoğaldı. Sonraları bunlar silaha dönüştü ve yaşadığımız acı günler böyle oldu. Solun fikri olmadığından değil de, fikrini söyleme hakkı engellendiği için, arada yine ajanlar kışkırttılar, karşılıklı silahlandırdılar. Bunları tekrar yaşamamak için, bunlardan vazgeçelim. En son 28 Şubat’ta başka bir çağrı yapılmıştı, “Sokağa çıkın” diye insan zinciri yapıldı, ben de katıldım. Bu çağrıyı yapanlar şimdi iktidardalar. Sokağa çıkmak, bizim kanunumuzda yok diyorlar.
Hüsnü ADALI: Jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasından bahsettiniz, tamam da neden Genelkurmay Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmıyor? Askeri Mahkemeler kaldırılmıyor, falan filan… Leopar adlı bir romandan şu geldi aklıma “Hiçbir şey değiştirmek istemiyorsanız, herşeyi biraz değiştirirsiniz” Devletçi STK olur mu, diye düşünüyorum. Hükümeti destekleyen gazeteci ya da karikatürist? Hanfendi “Baba” deyince, Baskın Oran’ın tespiti “40 yaşına kadar devleti baba zannetmiştim, daha sonra anladım ki annemin kocasıymış” Bu devletin kendisinden, paralelinden, derininden hazzetmiyorum ki! MSGSÜ öğrencilerinin lafıyla bitireceğim: “Beynindeki polisten, ruhundaki devletten, kalbindeki zincirden, içindeki faşistten kurtul arkadaş”
Vasfi KÖSEBEY: Molotofta herkes hemfikir, telefon dinlemelerin de istediği kişiyi dinler, o kişide problem varsa üstüne gider yani, bir problem görmüyorum. Sokağa çıkmayacaksın şeklinde birşey görmedim bu pakette. Anayasada “İzin almadan yürüyüş yapılır” yanlış hatırlamıyorsam öyle diyordu herhalde. Vatandaş izin almadan sokağa çıkar, polis o yürüyenleri korumak zorunda ama maalesef yürüyüş içersindeki bir takım provokatör dediğimiz adamlar, sağa sola saldırıyorlar.. 6-7 Eylül’dür bunun esas başlangıcı, orda da böyle oldu. Polis o yüzden oradadır, taşkınlıkları önlemek için. Nefret suçu üretilmemeli, oraya buraya ağır yazılar yazılmamalıdır. Bence yürüyüş için herhangi bir sorun mevzubahis değildir. Ben “Bu kanunlar baskıcı kanunlar” lafını anlamadım. Olması da mümkün değil, AB’ye biz ayağımızı uzatmışız. Yeniden ta 1. Parti dönemine dönmemiz mümkün değildir. Ama ne hikmetse Okmeydanı, Nurtepe, Gültepe, Gazi Mh.’nde hep olaylar çıkıyor? Biri bana bunu izah edebilir mi? Ben de Tunel’den Galatasaray’a kadar yürüyüşe katıldım. Ben liberalim. Atilla Yayla’nın talebeseyim. Liberal olarak tamamen dediklerine katılıyoruz ama şiddete, nefrete, aşırılığa şey yok. Bir de çok komplo teorileri üretiyorlar, öyle birşey yok.
Gürcan ONAT: Altı çizilecek cümle “Bu paket devlet güvenliği için” Ama bu paket devletin güvenliği için değil, halkın güvenliği için olmalı. Aslında AK Parti ilk kurulduğu zaman bu şeilde değildi, bizim gibiydi. Ben de oraya oy verdim ama sonradan, özellikle son zamanlarda şunu mu diyor “Artık devlet benim, ben devletin güvenliği sağlarım” mı demek istiyor? Ben böyle düşünmeye başladım. Evet, yıllar önce hep birlikte sokağa çıkmıştık, el ele tutuşmuştuk, yine çıkacağız, sokaklar hepimiz içindir. Hiç kimse engellemeye çalışmamalı. Aslında son zamanlarda biraz yumurta-tavuk meselesine döndü. Etki-Tepki. Sokağa çıkmak benim hakkım, sonra öbürü ama sen sokağa çıkıp molotof attı, öbürü de ama sen molotof attın deyip benim sokağa çıkmamı engelledin… bu olmaz böyle. Artık bunu çözeceksin, ben o yüzden seni seçtim. Bunu çözerken de, polis devleti oluşturmayacaksın. Önceliğiniz devleti korumak değil, halk ve milleti korumak olacak. Karşımda CHP’yi görmüşken söyleyim, aslında Türkiye’nin bir sorunu da muhalefet olmaması. CHP’den biz muhalefet bekliyoruz. En son Emine Hanım ayrıldı, onun bir cümlesine aynen imzamı atarım. CHP’den daha ciddi bir muhalefet bekliyoruz.
Mehmet Emin UÇBAĞLAR: Arkadaşlar bu paket sadece bir değişikliği içeriyor. O da jandarmanın sivilleştirilmesi, askeriyeden ayrılması, zaten İçişleri Bakanlığına bağlıydı, özlük haklarının da bu bakanlığa devredilmesi. Onun dışında hiç bir yenilik yoktur. Diğer bahsedilen herşey, zaten bizim kanunlarımızda var. Yani molotof zaten silah kapsamında, birinin malına zarar verdiğiniz zaman onu tanzim etme yetkisi zaten var. Ekstra getirilen hiçbir şey yok. Sadece ağırlaştırılmış durumda. 2,5 yıldı, 5 yıla çıkartıldı. 7 yıldı 10 yıla çıkartıldı, suçların yargılanma sonuçları olarak.. bunun dışında mevcut olan temel hak ve özgürlüklere karşı devlet, sizin hak etmiş olduğunuz veya anayasal hakkınızla ilgili engelleme konusunda kendisine daha fazla yetki verdi. Bunun dışında değişen birşey yok. Demin belirtildiği gibi, Anayasa Değişikliği’nde güzel lanse edilecek birkaç şey koyup, arkasından insanlara bunu kabul edin… burda da aynısı. Birkaç tane güzel uygulama var, ha bunun yanıda bizim de naçizane bunlar var, bunu da kabul edin. Yani molotof suç, maske takmak suç, başkasına zarar vermek zaten suç, dinlenme zaten suç. Temel hak ve özgürlüklerimizden kolayca vaz geçmeyelim. Bunları kolay elde etmedik. Bu kadar da kolay harcamayalım. Bonzai ile ilgili not aldım, zaten her türlü uyuşturucu maddenin kanunda yasaklaması vardır. Yani bunun için ekstra yapmak gereken birşey değil bu, zaten mevcut yasamızda var. Bu paket zaten yasalar da var. Avukat olarak söyleyim, şu an bile biz gidipte ilgilendiğimiz dava dosyasına bakamıyoruz. Gizlilik kararı denen bir karar var. Gizlilik kararı alındı bakamazsın, deniliyor. Bu getirilen yasadaki de aynısı. Hiç bir yenilik yok bu pakette. Temel hak ve özgürlükler için tek bir şey yok. Devlette değil, siyasi iktidarın sadece kendini savunabilmek için kolluk kuvvete güç veriyor.
Meral SAKLIYAN: Biraz bakınca Amerika’nın yeniden keşfedilmediğini herkes görebilir. Yeni hiçbir şey yok, şiddetlendirilmiş şeyler var. Fakat bunu neden acaba, bize yeni bir şeymiş gibi sunuyorlar. Ben şahsen, bir vatandaş olarak (az önce konuştuklarım lütfen Barış Meclisi’ni bağlamasın) sanki çok fazla şey saklanıyor, üstü kapatılıyor. Biz bunları bilmeyelim diye, binbir türlü yola başvuruluyor gibi hissediyorum. Mesela Çözüm Süreci. Ben Çözüm Süreci’ni şöyle görüyorum: Bir puzzle ve hiçbir şey bilmiyorum. Ben üniversite mezunuyum, ütnüne ihtisas yaptım, çok okurum, çok zeki olmasam da, çok ilgiliyim ama ben de anlamıyorum ve ben anlamayınca vatandaş nasıl anlayacak. Çözüm Süreci’nde kim ne yapıyor, nereye gitti, kimle görüşüyor? Bilmiyorum. Biri birşey söylüyor öbürü ona haddini bil diyor, öbürü bunlar devlet sırrı diyor, siz bilemezsiniz, anlamazsınız! Niye biz geri zekalı mıyız? Anlatsınlar, biz anlamak için çaba da sarf ederiz. Bu olan bitenden sonra ben sormak istiyorum “Devlet bu kadar gizli saklı neden hareket ediyor, ne saklıyor?” biri, bilen biri cevap versin lütfen. Saklı birşey var. Biz küçükken babamızdan birşey saklardık, çünkü çok ızacağını bilirdik. Acaba devlet bizim çok kızacağımızı mı bildiği birşey mi saklıyor? Neden Çözüm Süreci hiç şeffaf değil? Neden Oslo açığa çıkmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı? Neden, Neden… neden bonzai birden türedi biliyor musunuz arkadaşlar? Ben hekimim, yoğun bakım uzmanıyım, acildeyim. Alkolü yasakladılar insanlara. Çocuklar bira yerine bonzai içiyor. Yani yasaklarla bir yere gelinmez. Bonzai, fare zehiri içeren birşey, ölümüne içiyor insanlar bunları.
Şahin TEKGÜNDÜZ: Aslında ben 3 sayfalık bir notla gelmiştim. “Devlet vatandaşı sokakta çevirip üstünü başını arama yetkisine sahip olmalı” deniliyor. Buna karşı bir sorum var. “Devlet Suriye’deki Türkmenlere yardım malzemesi götürüyorum diye iddia ettiği tırları vatandaş iradesi ve yargı nasıl sorgulayamıyor?” Niçin vatandaşın cebi, koynu, bacak arası, mahrem yerleri aranıyor da yolu çevrilip… vatandaş böyle bir hakkı kullanamıyor. Devlet her türlü yapacak, vatandaş sorgulayınca bu devlet sırrı! Yardım malzemesiyse eğer, aratmıyorsanız yalan söylüyorsunuz. Hatta yardım malzemesiyse, iftiharla gösterilir bu. Niçin saklanıyor? Çünkü devlet vatandaşına yalan söylüyor ve ondan korkuyor. Nazım Hikmet’i şiirini hatırlarsınız, Taranta Balbu…
Fevzi DURMUŞ: İçki rahat satılamadığı için vatandaş bonzai içiyor çok makul gelmedi. Birşeyi meşru göstermek için verilebilecek en kötü örneklerden biri. Bireysel zekam bunu algılamıyor. Diğeri, devlet sırrı. Arkadaşlar devletin sırrı olmazsa, zaten devlet diye birşey kalmaz. Burada tüm yapacaklarımızı tvde kamuoyuna verelim de, herkes bizim ne yapacağımızı bilsin. Böyle birşey olmaz. Makul olan, devlet yaptığı herşeyle ilgili halka hesap vermek zorunda. Hesap verilebilme oranını sorma hakkına sahibiz. Yanlış yaparsa, daha iyi yapacak kişiyi getiririz. Demokrasi bunun için var. Beğenmeyebiliriz, eleştirebiliriz, hepsi normal. Avrupa’da şöyle diyorsunuz, daha geçenlerde gözaltında Filistinli biri öldü. Cenazesine otopsi bile yaptırılamadı. Polis şiddeti her yerde olabilir. Savunacak mıyız, hayır arkadaş biz eğer özgürlüklerden yanaysak, hesabını soracağız. Birinin yaptığını da, öbürünün yaptığını da yanlışsa yanlıştır. Diğer konu, eğer biri “Benim gücüm var, istediğim yeri terörize ederim” diyorsa biz de kusura bakmayın buna göz yumamayız. Bu paketler de bunun için var. Etki-tepki ya. Eğer birileri bunu yaparsa, devlette mutlaka karşısına mukavemet geliştirmek durumunda. Ama biz neyi tartışıyoruz, tamam bu kanunun içinde şunlar yanlış olabilir. Avukatın bir dosyaya bakamaması. Makul olanları hep beraber tartışacağız. Ama bunlar yaptıysa yanlıştır demekle olmaz. Bozuk saat bile iki kez doğruyu gösterir.
Erdoğan ALTAN: Arkadaşımız biraz, devlet ile hükümeti karıştırıyor galiba. İç Güvenlik Paketi denilen paket, devleti korumaya yönelik değil biraz da hükümeti korumaya yönelik. Bu hükümet Özel Yetkili Mahkemeleri niye kaldırdı? Çünkü bu ülkede terör estirdi ÖYM’ler. Ne zamanki kendilerine döndü, kapattılar. Bu ÖYM’nin içeri tıktığı Genelkurmay Başkanı, ben uzman değilim ama, aklı azıcık çalışan bilir, Genelkurmay Başkanı Yüce Divan’da yargılanır ama kim yargıladı ÖYM. O zaman kimse birşey dedi mi? En vahimi, uygulamaya gelelim. Polise, makul suç tanımı adı altında siz işlem yetkisi tanıdığınızda, gece yarısı gelip işlem yaptığında ne diyebilirsiniz? Suçlu olun olmayın. Sizi götürüp 24 saat gözaltında tuttuğunda, sonra da pardon dediğinde, ne diyebilirsiniz? Siz ona ufacık yetki tanırsınız ama o onu kocaman kullanır. Asıl önemli olan sosyal hukuk devletinde bireyi öne çıkarmak. Bu devletin polisi, askeri, gizlisi, legali de var… siz kalkıp bireyin haklarını savunacağınıza, güvenlik endişeleri adı altında devleti baskın çıkarmaya dönük önlemler paketi ortaya koyuyorsunuz. Bu biraz da HDP’ye, PKK’ya gözdağı. Bu şekilde devam edilirse 90’lara geri döneriz.
YEREL GÜNDEM: Validebağ Korusu
Yerel Gündemle ilgili sunum videosu gösterildikten sonra İlhami Mısırlıoğlu’nun açış konuşmasıyla toplantı başladı.
Can ATALAY: Hem Sosyal Haklar Derneği Başkanı olarak hem de Validebağ’da yaşananlar ile ilgili olarak Validebağ Gönüllüleri’nin yanı sıra bu konuda emek veren İstanbul Kent Savunmasını da temsil eden birkaç söz söylemek isterim. Bu alan Validebağ Korusu’nun hemen bitiminde. Validebağ Korusuyla ilgili olarak Üsküdar Belediyesi’nin ve İBB Başkanlığı’nın yapmaya çalıştıklarını çok özetle ifade etmek gerekirse Validebağ Korusu’nun doğrudan devamı niteliğinde yapılan bir takım alanları (Marmara Üni. Den geri alarak) kamulaştırmaya açtılar. Bunlardan daha da önemlisi, bu yaz ayları içersinde Validebağ Korusu’nun kuzey kapısındaki bölgeyi, zaman içersinde ağaçsızlandırdıkları bölgeyi, otopark yapma gerekçesiyle betonlaştırmaya çalıştılar. Yurttaşlar, bu betonlaştırma çabasına, betonların döküleceği demir filizleri nazikçe alıp kenara koyarak karşı çıktılar. Hemen ardından çevresi, paravanlarla çevrildi. Konteynırlar konuldu. Bunun akşamında yapılan bir forumla, bu yapılan inşaatın son verilmesi kararı verildi. Paravanlar yıkıldı, şantiye yurttaşlar tarafından mühürlendi. Bu olaydan, yanlış hatırlamıyorsam 3 hafta kadar sonra yandaki bir alana beton dökmeye çalıştılar. Beton kalıpları söküldü ve ordaki bu işleme de son verildi. Burası, Validebağ Korusu’nun güney ucunda, ordaki yapıların, sitelerin bir tanesinin yeşil alan olmak üzere bedelsin olarak terk ettiği bir alan. Uzun lafın kısası, son 15 günde olan biten, orda önce mahalleli itiraz etti. Daha sonra dört bir yandan Koru’ya sahip çıkmak isteyen yurttaşlar gitti. Bu kadar kısa bir süre içersinde şunu söylemek gerekir, 21 Ekim akşam saatleri itibariyle İstanbul 7. İdare Mahkemesi burasıyla ilgili bir yürütmeyi durdurulması kararı verdi. 21 Ekim’den, 30 Ekim akşamı saat 18’e kadar kamu idaresi yani devlet şunları söyledi: 1-“Böyle bir karar yok”, 2-“Söz konusu karar bu alanla ilgili değil”, 3-“O karar bu karar değil”, 4-“Bu karar bize tebliğ edilmedi”. Yani 21-30 Ekim arası bütün bu arbede, bu kavga gürültü, bütün bu yediğimiz dayaklar ve tehditin gerekçesi buydu. 29 Ekim akşamı mahallelinin; çok kalabalık oldu artık orası, çadırlar, dayanışmaya gelenler, tehdit edilmeye başlanmasıyla, duruldu ve dediler ki yetkililer mahkeme kararını bekleyecekler. Bunun anlamı “Yürütmenin durdurulması kararı var, buna uyacaklar” 30 Ekim akşamı da bildiğimiz haber geldi. Sorun şu: Bu karar o karar değil deyip, bu kararın konusu olan alan burası değildi ise, o karar bu değildi ise, karar henüz tebliğ edilmediyse… 27 Ekim tarihinde İBB, bu karara itiraz dilekçesini nasıl verdi? İşin diğer tarafı, Üsküdar Belediye Başkanı camiye ve ezana düşmanlar diye belirtti. Polisin hırsından da, nefret duygusundan da bu konuşmanın bir karşılığı olduğunu görüyoruz. Ha oraya gidip tehdit eden insanlar, çevredeki, mahalledeki teyzelere sopa gösteren insanlar… 30 Ekim öğle saatleri itibariyle Belediye Başkanını ettiği bir söz, ortamı başka bir hale büründürdü. Üsküdar Belediye Başkanı dedi ki “Biz sosyal tesisten vaz geçtik, sadece cami yapacağız” Sosyal tesis nerden çıktı? Biz diyorduk ki, “Siz burda yapılaşma yapıyorsunuz, Koruya doğru genişleyecek bir adım atmak istiyorsunuz”, bunu reddediyorlardı. Ezan düşmanlığıyla, cami düşmanlığıyla hedef gösterior, itham ediyorlardı. Bir anda bir sosyal tesis lafı çıktı, bir anda sosyal tesisi ortadan kaldıracağız ortaya çıktı. Bu, açıkça söylemek gerekirse, tüm bu şiddet uygulamasıyla ve mahkeme kararlarını işine geldiğinde uygulayan, işine geldiğinde uygulamayan ve polise açık şiddet talimatı veren, plakasız araçlarla çevrede sivil polislerin dolaştığı bir uygulama, karşı karşıya olduğumuz yeni güvenlik rejimidir. İstanbul’un göbeğinde bunu yapan, Diyarbakır’da, Ermenek’te neler yapmaz diye düşünmek gerekir.
Gürcan ONAT: Burda anladığım kadarıyla iki ayrı mevzu birbirine karıştırılıyor. Bir, ordaki doğal alanın betonlaştırılması. Bir de doğal alanın dışında, yolun karşısındaki cami yapılma konusu. Bu ikisini birbirinden ayıralım. Ben ikisi için de söz söyleyeceğim. 5 vakit namazını camide kılmaya çalışan bir arkadaşınızım. Yani bu kadar önem veriyorum camiye gitmeye. Ezanı da çok seven bir insanım. Ancak camiler ile ezanlarla insan dövmeyi kabul edecek de değilim. Maalesef müezzinler ezan okurken cihazı öyle sonuna kadar açıyorlar ki sesi, ben dahi dinlemeye tahammül edemiyorum. Ezan değil adeta gürültü dinliyoruz. Zaten niye mikrofonla okuruz, niye yanımızdaki insanı rahatsız ederiz, bunu da bir türlü anlamam. Hastası mı var, bebeği mi var bunu düşünmeyiz. Önce bunu aşmamız lazım, yani orda o kadar çok tenkit edilecek konu var ki, bir kere ordaki halk bu ezan sesinden rahatsız oluyorum diyorsa, onu dikkate almak zorundayız. O zaman ordaki insanları rahatsız etmeyecek şekilde o ezan okunmalı. Ezandan rahatsız olmak ayrı birşeydir, ezanı gürültü haline getirip o şekilde insaları rahatsız etmek ayrı birşeydir. Ve bunu birbirine karıştırıyoruz. Eğer insanlar orda rahatsız oluyorsa mikrofondan değil, çıkıp minareden okursunuz. Ayrıca bir yere cami yapılacaksa ihtiyaçtan yapılır. Ve o bölgenin insanına sormak lazım. Yıllar önce Alevi köyüne cami yapılırdı, o camiye de gelen giden olmazdı. Yapılacaksa Cemevi yapılır en azından. Neticede ordaki halkın büyük çoğunluğu cami yapılmasını istemiyorsa buna da saygı duymak gerekir. Doğal alan konusu ise, çok karışık. Ben MAZLUMDER’de çalışıyorum. Yönetimde bir karar alındı, MAZLUMDER yerinde gözlem yapmak için bir heyet gönderecek. Eğer orda doğal alan gerçekten bozuluyorsa, buna hep birlikte karşı çıkmamız gerekiyor, doğal alanı korumamız gerekiyor. Ancak şimdi iki tarafı da dinlemeye çalışıyoruz, tam net bilgiler gelmedi. Bu konuda doğrusu ASDER olarak bizim de kafamız karışık. Ama elbetteki doğal alanı bozmamamız gerekiyor, yerinde gözlem yapıncaya kadar şimdilik biz doğal alanın korunmasından yana reyimizi koyuyoruz.
Fevzi DURMUŞ: Öncelikle hakikaten meselenin detaylarını bilmiyoruz. Bilgi kirliliği var. Bir taraf öyle diyor, bir taraf böyle diyor. Burda vakayı şöyle tespit etmek lazım. Kamuoyunda oluşan algı şu: Biraz önce konuşan arkadaşımızın, kötü bir muameleye tabi tutulduğunu gördük. Hiç birimiz bunu tasvip etmiyoruz. T. C. hukuk kuralları içersinde insanların makul şekilde bir şeyi beğenmeme hakkını sonuna kadar savunalım. Fakat yaşadığımız hadisenin cereyan edişi, bir de bunun kamuoyuna servis edilişi çok farklı. Arkadaşımız ifade etti, Koru’nun yanındaki alana bir cami-mescit inşaatı söz konusu. O büyüklükte bir cami olmaz çünkü, mescit demek daha doğru. Mahalle halkının dışında olaya tepki gösterenler ve bu olayı başka mecralara çekmek isteyen “nasılsa burda bir polis, iktidara yakın bir belediye var, çevre duyarlılığından girelim de bir sokak hareketine dönüştürürüz” çabası görüyorum. Bunu tasvip etmiyorum. Diğer kısma gelince, illa ki çocuklarımıza bırakacağımız yeşilliğe, doğaya ihtiyacımız var. Betonlaşmanın sağlayacağı imkanlar belli, zaten sağlayacağını sağlamış bu şehirde. Daha fazlasına ihtiyaç var mı? O kamuoyunun takdirine sunulmalı! Geldiğimiz nokta şu, Türkiye’de maalesef her platformda iki gruba ayrılma, o bunu derse, ben bunu demeliyim şeklinde düşünce eksenine çekildik. Dolayısıyla Validebağ ve Gezi’deki insanların ağaç hassasiyetinin bütün toplum bilincinde. Fakat rahatsızlık şu, daha sonra başka şeylere evrilmesi. Burada tabi, devletin tutumu, kolluk kuvvetlerinin tutumu, ordaki insanların içinde başka amaçlar güden insanların tutumu da etkiliyor. Sonra kişi soruyor “Ben buraya bunun için gelmemiştim”, ne için gelmiştin “demokratik tepkimi ortaya koymaya”, bambaşka bir sonuç çıkıyor. Arkadaşımız orda hukukçu, dernek temsilcisi belki vatandaş olarak da ordaydı. Düşünüyorum, aynı şeyleri ben söylesem, başıma bu olaylar gelse ne yaparım? Haklı olarak, gösterdiği tepkinin biraz daha fazlasını gösteririm. Toplumda empati kültürü eksik. 7. İdari Mahkeme yürütmeyi durdurma ve plan iptali kararı vermiş. Yapılan iş hukuki ama, bu kadar insan Validebağ’a gidiyor, demek ki bazı konular vicdani durmuyor. Burda toplumsal mutabakatı arkasına alabilecek hareketler sergilemeliyiz. Ben Validebağ’daki konuyla ilgili duyarlı insanlara saygı duyuyorum. Ancak işi düşmanlık boyutuna tırmandıran, çatışma ortamına zemin hazırlayan arkadaşlara da aynı müsamahayı gösteremeyeceğim. Uzlaşı kültürü hakim olmalı bu ülkede.
Şahin TEKGÜNDÜZ: Ben iki konuya değinmek istiyorum. Biri, Validebağ Korusu’ndaki açmaz. Eğer 7-8 sene önce Diyanet ya da vatandaş insiyatifi çıkıp da orda bir cami yapma girişiminde bulunsaydı, tahmin ediyorum ki bugün gösterilen tepkinin onda biri-yüzde biri bile gösterilmezdi. İhtiyaçsa cami yapılır. Şimdi geride bıraktığımız 10 yılda, kamu öylesine sabıkalarla dolu ki bu konuda, artık bu tür girişimlerin hiçbirisine toplum iyi niyetle bakmıyor. Çünkü çok şey birikti ve bunu bir yığın örneği var. Önemli olanları sıralamak istiyorum: Ankara’daki AOÇ. SİT Alanı, simgesel bir değeri var. Ve şehrin önemli bir yeşil alanı. Biliyorsunuz yok edildi. Eşi benzeri olmayan bir sultan sarayı inşa edildi. Bunun ardında başka bir art niyet var. Diğer örnek Gezi Parkı. İstanbul’un ender parklarından biri. Depremde insanların sığınacağı alan olarak işaret edildi. Orası da betonlaştırılmak istendi. Masum birşey olarak bakılamaz buna, bunlar sabıkadır. Bugün Yeditepe Bostanları’nın üstünde oyunlar oynanmaya başlandı. Zeytinlikler imara açılıyor. Hala mücadelesi devam ediyor. Ve yurttaşın direnişiyle korunmuş olan Çanakkale Sahilleri yeniden gündeme getiriliyor ve betonlaşmaya açılıyor. Bir başka örnek de Bozcaada. İki hafta önce,bir sivil toplum örgütüyle Kanal İstanbul ucubesinin yapıldığı alanı gezdim. Ordaki fecaata tanık oldum. Şimdiden o yeşil alanlar betonlaşmaya başlamış, iskana açılmış. Arsalar fahiş fiyata satılıyor. Orman ve tarım alanları katlediliyor. Saymakla bitmez, bu kadar sabıkalı bir iktidarın öncülüğünde cami yapılması bu kadar masum görülemez ve tepkiler bundan doğmaktadır. Ezanlarla ilgili, ezanların hoparlörle ve duyanları rahatsız edecek şekilde okunması çok tepki yaratıyor. Ben bunu şahsımda yaşadım. Çocukluğumdan bir anı anlatayım. Benim büyük annem sabahtan kalkardı, namazını kılmak için hazırlanırken derinden bir ezan sesi gelirdi ve “Aziz Allah” derdi. Benim içim ürperirdi. Ama şimdi ezanları öyle görmüyorum. Ve tepki duyuyorum. Camiler de gerçekten o yörede ihtiyaç varsa, halkın alttan gelen talebi varsa yapılmalı. Koşuyolu’nda yaşadım ve ordaki camiye günde sadece 8-10 yaşlı insanın geldiğini eve Cuma Namazlarından 40-50 kişinin geldiğine tanık oldum.
Vasfi KÖSEBEY: Cami konusu benim konum. Hep aynı basmakalıp cümleler. Bu işin içindeyiz yani. Aynı cümleleri duyuyoruz, 28 Şubat’ta da böyleydi. Bu medyanın oluşmasının tek sebebi “Tevhid-i Tedrisattır” Bu tevhid-i tedrisat olduğu müddetçe, adliye makamına bakıyorsun hemen hemen aynı kafa, stöler aynı tezgahtan geçmişse aynı kafa, üniversiteye bakıyorsun gene aynı kafa da… şimdi 27 Mayıs’ı yapanlar dediler ki “Biz Akis dergisi okuyarak yaptık bu ihtilali” Akis dergisi, Metin Toker, İnönü’nün damadının çıkardığı dergiydi. O dergiyi okuya okuya biz Menderes düşmanı olduk dediler. Sonra dediler ki, biz hata yapmışız. Geçen gün, Yahya Kemal’in bir hatırasını okuyorum, “1958’de bu İnönü, bu Menderes’i asacak” diyor. Bu medya Türkiye’de korkunç bir yönlendirme, kamuoyu oluşturuyor. Ezan ile ilgili, ezan makamlı okunursa, kulak daha aşina olur. Türkiye’de özgürlük tam özgürlük olmadığı müddetçe, böyle tek yönlü, çünkü bu Halk Parti, o Tevhid-i Tedrisatla, tamamen Halk Parti’ye üye yetiştiren okullar haline gelmiştir. Bu düzelmediği sürece, burdan birşey belirtmemiz mümkün değil yani. Ben cami yaptırıyorum. Bir yerde yaptırcaz mesela, Müftülük “camiye ihtiyaç var mı?” dernek veya Kaymakamlık Masası “var” diyor. Sonra Müftülük, Kaymakamlık’a “kurabilir” diyerek veriyor. Demek ki, orada ihtiyaç var ki, kurabilir diyor. Ezanı sabahleyin kısıyorlar zaten. Bir de hep aynı gruplar rahatsız oluyor. Bindirilmiş kıtalar var Türkiye’de. Kürtçülük olayı olur, o grup ordadır. Gezi olur, ordadır. 6-7 Ekim Olayları olur, ordadır. Alevi köylerinde cami filan yok, işin doğrusu şu. Bunu maalesef Diyanet doğru anlatmıyor. Dedeler, Diyanete geliyorlar. İran’daki Caferi Hareketler, Türkiye’deki Dedeleri uyardı. Onlar yavaş yavaş Cuma namazına gidiyorlar. Dedikleri aynen şu:”Benim çocuğum komunisttir, dinlen imanlan alakası yoktur. Ben bu emaneti verecek kimse bulamıyorum. Gelin siz cami yapın.” O zaman Köy Hizmetleri de bunu duyup cami yaptı. Karşı taraf hemen harekete geçti, “Oouuuvv, bizim köylere zorla cami yapıyorsunuz” Yav, böyle birşey yok. Maalesef öyle birşey var ki, laf da dinlemiyor, mantık da yok. Arkadaşlar birbirimizi anlamak zorundayız.
Hüsnü ADALI: Önce şöyle soralım, ne oldu da şehir hatları vapurunun rengini soran belediyeden Validebağ’a geldik? Otobüs duraklarının yeri bile bize sorulacaktı Sayın Topbaş, ne oldu? Neden nobran, kendisi gibi düşünmeyene saygısı olmayan, mahkeme kararlarına bile uymayan bir yönetimimiz var? Tam bir felaket, tuzun koktuğu yerdir. Çok eleştirdiğim Cumhuriyet hükümetleri de, en azından mahkeme kararlarına uymuşlardı. Nasıl oluyor da bir tvde kadın gasteci çıkıp “Burası müslüman ülke, camiye karşıysan bu ülkeden gideceksin” diyebiliyor? Halbuki insanların camiyle bir problemi yok! Validebağ Korusu’nun civarında 20 küsür de cami var. Sorun minarede değil, minareyi çalıp kılıfını uyduranlarda! Oraya zorla cami yapmak isteyenlerin de derdi esasında din, iman falan olamaz. Birincisi dinde zorlama yoktur, ikincisi İstanbul’da 36 tane cami rusatı olan yere, plan ve tadilat değişikliğiyle avm, çarşı, mağaza ve muhallebici yapılmıştır. Cevap, İranlı Sadi’nin şu özdeyişinde saklı “Bir hükümdar, haksız yere köylünün bir yumurtasını alırsa. Adamları o köydeki bütün tavuklara el koyar” İnsanların yaşadığı yere ne yapılacağını karar verme hakkı vardır, 20. Yy ve katılımcı demokrasi bunu gerektirir. Barcelona’da mahalleye yapılacak merdiveni bile mahalleye sorarlar. Bir yönetime oy vermek, “Ben sana oy verdim, ne istersen yap” mı demektir. Yoksa “Yönet, organize et ama hayatımı etkileyecek durumları uzmanların fikirleri ve şeffaf bir süreçle yapabilirsin” mi demektir? Tabi ki, ikincisi. Heryerin bir dokusu var. Nasıl ki, Fatih, Çarşamba’ya içkili lokanta açmak abesle iştigalse, Asmalı Mescit’e mescit açmak abesle iştigaldir. Bizim belediye başkanlarımız, viyadük, üst-alt geçit, köprü yapmakla övünüyor. Halbuki Paris vb. yerlerin belediye başkanları eski şehri korumakla övünürler. Bu zihniyet yüzünden İstanbul maalesef bir Ortadoğu şehrine benzemekte. Kızım birkaç yıl Paris’ten aramıştı, baba burda her yer Beyoğlu gibi demişti. Şu an ise Taksim, dünyanın en çirkin meydanı. AKM Polis Merkezi oldu. Tek bir ağaç yok, kişiliksiz bir alan. Katılımcı demokraside bana göre, bölgede yaşayan halkın şunu demeye bile hakkı vardır. Yönetenler, “cari açığı kapatmak için Nükleer santral kurabilirler.” Ordaki halk da “Teklifini dinledim, ama çevreye, ekolojik, estetik gibi kaygılarda uygun bulmadım. Cari açığı vergilerle finanse eden benim, lütfen bana başka fikirler, çözümler üret.” İdareciler, yargı kararlarına rağmen bir uygulamaya devam ederlerse, sokağa çıkmak gösteri son derece meşru bir haktır. Bir söz şöyledir “Eğer sadece birşeyden anlıyorsan, o şeyden de anlamıyorsundur” Tek alet, tek çivi misali. Kemalist arkadaşlarımız öyleydi eskiden, şimdi dinci kardeşlerimiz tek boyutlu maalesef. Üstelik Arapça bilmeden, orjinalinden bilmeden, diğer dinleri, kitapları bilmeden, dinler tarihini felsefi açıdan bilmeden dindar da olunmuyor. Birçok ateist arkadaşım benim, daha çok boyutlu ve daha renkli, evrensel açıdan düşünebiliyorlar bu dindar arkadaşlarımıza nazaran. Tek boyutlu müzikten, tek boyutlu demokrasi oluyor. Çok boyutlu müzikten çok boyutlu demokrasi oluyor. Londra’da %30larda, Paris’te %16larda, İstanbul’da ise %1,5larda şehirdeki yüzölçümüne göre yeşillik alan oranı. Çözüm adem-i merkeziyet, katılımcı demokrasi, şeffaf süreç yönetimi, ötekiyle devamlı temas, AB sürecini hızlandırmak…
Arif BELGİN: Şimdi buradaki tartışma cami tartışması değil, her şeyden önce. Israrla Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen tarafından Cami İsteyenler-Cami İstemeyenler tartışmasına sürüklendi. Bizim böyle bir tartışmamız yok. Burası yeşil alandır ve hiç kimseye sorulmadan Üsküdar Belediye Başkanı tarafından yeşil alandan dini tesis alanına çevrilmiştir. Burada yaşayanlara sorulmamıştır böyle birşey. Kendi kendine bu kararı almıştır. Ben oy aldım, istediğimi yaparım anlayışı içersinde, biraz önce bahsedilen aksaklığın en güzel örneğidir. Böyle bir anlayış ancak totaliter rejimlerde olur, demokrasilerde böyle bir anlayış kabul edilemez. Sormadığı gibi, imza toplanarak burada cami ya da herhangi birşey istemediğini belirten yüzlerce site sakininin herhangi bir görüşünü alma yönünde de bir çaba olmamıştır. “Ben istediğimi yaparım, arkamda da polis-zabıta gücü var” bu şekilde yol almaktadır Hilmi Türkmen. Bu son derece sakat bir anlayıştır. 21. yy. uymamaktadır. 20. yy.’a bile uymamaktadır. Daha eski yüzyıllara ait bir anlayışı temsil etmektedir. Lütfen kendisinin, hangi ülkede, hangi devirde yaşadığını hatırlaması gerekmektedir. Bu çabayı ne kadar çabuk gösterirse kendisi de o kadar az gerilir, toplumda o kadar az gerilir. Bu kadar insan günlerce orada bir direniş sergiliyor. Biz VBG olarak site sakinlerinin yapmış olduğu bu direnişi sonuna kadar destekliyoruz, destekleyeceğiz. Ve oraya herhangi bir bina yaptırtmayacağız. Bir an önce Hilmi Türkmen’in bunu kafasına sokmasında yarar var. Böyle bir hayalden vaz geçsin, oraya bir bina yaptırtmayacağız. Bu konuda kararlıyız, orası Hilmi Türkmen’in babasının çiftliği değildir. Konu din tartışması değildir, konu cami tartışması değildir. Konu oradaki yeşil alanın belediye başkanının kendi kişisel hırsları üzerine bir bina yapılmak üzere feda edilmesidir. Bir an önce bu konuyu din tartışmasına çevirmeden tartışmak, daha doğru olacaktır.
Vildan ŞENER: İstanbul Üni. Edebiyat Bölümü mezunuyum. Buralara yıllardır gelmiyordum. Bu toplantıya katıldığım için çok heyecanlıyım. Çok kısa konuşacağım. Ezan konusuyla ilgili. Elhamdülillah müslümanım. Ama hoparlörle ezan, benim hayatımın kabusu oldu. Çünkü ağrılar içinde olan, uyuması için dua ettiğiniz hastanızın, tam uyuttuğunuz anda o hoparlörle yüksek desibelle okunan ezan yüzünden sizi ve buna benzer pek çok kişiyi mağdur ettiği durumlar var. Hakkaten bilimsel olarak son derece sakıncalı birşeydir. Hoparlörle ezan, rahatsız edici birşeydir. Bunun inançla, dinle, hiçbirşeyle ilgisi yoktur. Kemalistlikle de ilgisi yoktur, Atatürkçülükle de.
Remzi ÇELİK: Şu anki mevcut durumda var olan tablo şu. Güven konusu bitmiştir. Yani yöneticiyle, o yöneticiyi göreve getiren seçmenler arasındaki güven duygusu sonlandırılmıştır. Nasıl sonlandırılmıştır, son 20 güne baktığımız süreçte 20ye yakın hukuksuzluk örneği sergilenmiştir. Örneğin, pafta 1/5000’den 1/1000’e geçişte askı süresi kullanılmamıştır. Metazori bir şekilde inşaat yapılacağı hiçbir iznin ruhsatın beyan edilmediği bir süreç yaşanmıştır. Sabah saat 5te konut alanına iş makinesi sokulmuştur. 2006da yayımlanan ses yönetmeliğini, bu konuda şikayet merci olan belediyenin kendisi, bizzat ihlal etmiştir. Pafta oyunları yapılmıştır ve bu pafta oyunlarından sonra bizzat kendini inkar eden bir hukuk noktasına gelinmiştir. Ve hayır o değil, budur, denilerek tekrardan başa dönülmüştür. Efendim zabıta gelmiştir, bir miletvekilinin müdahalesiyle zabıtanın resmi görevli olmadığı anlaşılmıştır. Bu güvenin bittiği nokta şöyle, insanların göz bebeği olarak gördüğü 1.Derece sit alanı olan Validebağ Korusu’na, zaten açıklanan ve seçim propagandası olan bir betonlaşmanın-yapılaşmanın olacağı korkusudur. Yoksa bunun hiçbir şekilde inançla, camiyle alakası yoktur. Samimi olmayan yerel yönetimdir. Son dönemde kadim huzur kenti Üsküdar demiştir ama TOMAlarla inşaat yapılmaktadır. Çok ironik, kendisiyle çelişen bir durum vardır. Global hareketlerin İstanbul’da sıkışıp, yer açma, alan bulma, 1000 metrekare dahil, zorunluluğundan geliyor. Asıl sorun burda, bu mekaniği çözmemiz lazım. Yani birikimin İstanbul dışına çıkması lazım. Ben makine mühendisiyim, görüşüm bu. Sermaye birikimi İstanbul dışına çıkmalı. 1000-2000-5000 metrekarede inşaata dayalı olmaması lazım, üretime dayalı yatırım politikasıyla İstanbul dışına yönelmesi lazım. Çıkış noktası budur. Bulunan her yeşil alana girilecektir, bugün Darülaceze konuşuluyor. Validebağ’ı anlatmak çok isterim, doğal yönü, tarihini… ama zamanımınız yok.
Mehmet UÇBAĞLAR: Bu toplantıda yeniyiz. Sanırım burda sorunlar ya da başlık gündeme getiriliyor. Neler yapılabilir, tartışılıyor. Bizim için elzem olan 2 başlık var. Söz almışken, ben onları dile getirmek istiyorum. Biri TCK 216. Madde. Tamamen Tanrı inancına sahip olmayan insanların üzerinde demokrasinin kılıcı gibi duruyor. Başbakan çıkıp “affedersiniz ermeniyim” dediğinde birşey olmuyor ya da “bakara makarada” bir problem olmuyor. Ancak bizim görüşe sahip ya da bir dine inanca sahip olmayan bir insan çıkıp da tanrı ya da dinlerle ilgili birşey söylediğinde, hemen bu maddeyle ilgili bir soruşturma başlatılıyor. Ve güzel de ceza veriliyor. Bunun kaldırılması veya evrensel bir statü getirilmesi için bir çalışma istiyoruz. Ve doğal olarak sizden bir yardım talebimiz olacaktır. Bir diğer konuda üyelerimiz ve destekçilerimiz arasında kapımızın çalındığı bir durum, “zorunlu din dersi eğitimi”. Çünkü bu inanışa sahip olmayan çocuklarının kendi düşünceleri doğrultusunda eğitim görmesini ve kafalarının bulandırılmasını istemiyor. Bu iki önemli başlığı belirtmek istedim. Validebağ Korusu’na gelince de, biz sonuna kadar Validebağ Oluşumunu destekliyoruz. Yani İstanbul’un yeşil alana ihtiyacı vardır.
Erdoğan ALKAN: Validebağ ile ilgili yapılmak isteneni en iyi Şahin Bey açıkladı. Şahin Bey’in bıraktığı yerden devam edeceğim. Teknik kısmını bildiğim için biraz da oraya değineceğim. Caminin yapılmak istendiği yer, aslında yeşil alan. Bitişiğindeki 85 parsele yapılmak istenen site de, zamanında ruhsat alınmak için, site buna zorunlu koşuluyor. Orayı yeşil alan olarak terk etmek için. 85 parselde burası bila bedel yeşil alan olarak terk edilmiş. 2012’de burası 1/5000lik plan değişikliğiyle Anakent burayı dini tesis alanı yapıyor. Tabi burda Mimarlar Odasının itirazı var. Dava açılıyor, bilirkişi raporları var. O günki Mer’i mevzuat, oranın cami alanı olmasına müsait değil. Çünkü yönetmelik diyor ki, minimum 2500 metrekare olması lazım bu alanın. (2012’den bahsediyorum) Ama gelin görün ki, oy çokluğuyla geçiyor plan. Dava açılıyor, o dava devam ediyor. 2013’te Üsküdar Belediyesi 1/1000lik plan yapıyor. Devamında yine itirazlar var. 1/5000lik plana yapılan itiraz sonuçlandığında yürütmeyi durdurma kararı çıkıyor. Tabi Üsküdar Bld’si 1/1000liği yapıyor , encümen kararı alıyor, parsel numarasını değiştiriyor. Burda da bir cinlik var. Mahkeme kararı oraya ait değil demişlerdi. Can Bey, biraz önce değindi. Mahkeme kararının yapmış olduğu açıklamalar da ve devamındaki 5 madde de, evrak istemişler, ilgili maddeden şunları istemişler, tamamı orayla ilgili. Ama gelin görün ki Hilmi Türkmen ve o gün biz kaymakam beyle de görüştük, hiç kimse üstüne toz kondurmadı. “Bu mahkeme kararı burayla alakalı değil.” Ama ayın 30unda İBB Başkanı Kadir Topbaş çıktı ne dedi? “Yürütmeyi durdurma kararını biz iptal ettirdik” Yani bu ne lahana, bu ne perhiz? Bazen öyle bir durum oluyor ki, işte aynası iştir kişinin lafına bakılmaz. Şahin Bey dedi “Bir ihtiyaçsa evet” İhtiyacı kim belirliyor? O korunun tarafları belirler. Eğer ordaki oturan kitle, hiçbirşey istemiyorsa sen zorla yapacağım dediğinde bu ne anlama gelir? Mahkeme doğru söylüyor, diyor ki “Araştırdın mı sen bunu?” Çünkü o gün bir anektoddur bu, o olayların bulunduğu zaman Cuma günüydü, biz ordaydık. 3 tane vatandaş geldi. Dedi ki “Biz burdan yaklaşık 200 mt. Aşağıdaki camide Cuma namazını kıldık. 3 kişi biziz, bi 20 kişi daha vardı camide.” Cuma’dan bahsediyorum ben, normal namaz vaktinden değil. Yani mesele o duyarlılıkları gündeme getirmek. Hemen bitişiğinde Validebağ Korusu var. Bunlar AOÇ parça parça yemediler mi? Sonunda da adına saray dedikleri bir yer yapmadılar mı? Devamında Çengelköy Tepesi’nde Vahdettin Köşkü vardı, olmadığı halde “Devlet Konuk Evi” adı altında binacıklar yaptılar. Keza B. Çamlıca ve K. Çamlıca’nın bulunduğu yerler 1. Derece Sit Alanıydı. Ama bunlar ne yaptı? Tamamını yapılaşmaya açtılar. Yaptıkları yapacaklarının teminatı. Vatandaşlar onun için kaygı duyuyor. Mesele orda işin şark kurnazlığıyla “cami isteyenler” ve “cami istemeyenler” meselesi değil. Bu tam zübük bir durumdur. Vatandaş diyor ki, buraya birşey yapan, Validebağ’a da el atar.
Vasfi KÖSEBEY: Ben cami yaptırıyorum. Müftülük izin vermeden, Büyükşehir onaylamadan cami yapmanız mümkün değil. Konu bu olsaydı, ben ciddi bir araştırma yapardım. Sizin konuşmanıza ben itimat etmiyorum çünkü Halk Parti iktidara geldiği yerde, kırk yalan söyler, atlatır ben camiye karşı değilim der… bir sürü demagoji yapar. Başkan geldi, Ahmet Hamdi A. Diye bir cami yapacağız, ondan sonra 2. Belediye başkanı geldi Alaattin Köseler ile Beykoz’u konuşuyoruz. “Tamam” dedi proje sundu. Dediği şu “Bu projeyi yapacağız”. “Ama elimde birşey yok” dedi. Ondan sonra gelen idareci “Tabi ya, buyrun yapın” dedi. Onun zamanında kooperatifler yapılmış, hiçbir kaydı kuydu yok yani. O zaman zaten Beykoz mahvoldu. Benim bildiğim 1994’te ilk defa Cumhurbaşkanının Belediye Başkanı olduğu zamanlar, İstanbul ağaçlandırılmaya başlandı. Ondan önce hiçbir belediyeden duymadım ben. Duyan var mı, böyle bişi yok yani! Ankara desen keza öyle. AOÇ diyorsunuz ki bugün şey yapılıyor, AOÇ yıllardan beri oraya girmişlerdi, bugün belki biraz koruma altına girecektir. Burada maalesef kelime oyunlarıyla “biz camiye karşı değiliz” bak aynı grup. Orada yeşil alan değil, bir ağaç kesilmiş değil. Ben inanmıyorum. Cami yapılan yerde ağaç kesilmemiştir. Ben araştıracağım. İkincisi, bu iktidarlar 1 ağaç kesmişse 20 tane ağaç dikmiştir. Bilseydim araştırarak gelirdim. Sonra “ateist” diyen arkadaşıma, memnun oldum. Arkadaşım, bakın şunu bilin, en ateist diyen adam dahi, Nazım Hikmet’ten örnek veririm sana. Abdullah Cevdet… en dinsiz adam bile bir an düşünür, bu metafizik bir olaydır, acaba yanlış mı yapıyorum. Hani derler ya, uçak türbülansa girdiği zaman “allahsız” kalmaz diye. Geçen bir araştırmada ateist diyenler %55’i namaz kılıyor. Yalan mı acaba bilmiyorum.
Can ATALAY: Çok hızlıca belirteyim. Orda benim gözlerimle gördüğüm 5 erik ağacı yerinden söküldü, yerine yeniden dikilemeyecek şekilde. Benim gördüklerim bunlar, sayısı daha fazla olabilir. Hocamın bize borcu yok, bizim de hocamıza bir yalan borcumuz yok. Bakın mesele şu, Gezi Direnişi nasıl başladı? Askeri Ocağı tarafındaki ağaçların, İBB’nin hazırladığı imar planlarına dahi aykırı şekilde sökülmesiyle başladı. Hala 1000 metrekareyi aşkın bir tecavüz var Gezi Parkı’nda. Sorun şudur, ağaç meselesi, 3. Köprü Güzergahı İstanbul’un 2009’da hazırlanan Çevre Düzenlemesine aykırı. 3. Köprü’nün, 3. Havaalanın yapılması durumunda İstanbul’u felaketin bekleyeceği 2009’a ait olan raporun altında benim imzam yok Kadir TOPBAŞ’ın imzası var. Kadir TOPBAŞ söylüyor bunları. Sıkıntı şudur, ben çok açık söyleyim, beyefendi dedi ki, görüntülerde gördük. Görüntülerde görmediniz, muhatap oldukları şiddeti! Aracın içersindeydi ve hastanedeydi. Biz burdan öağduriyet çıkarmıyoruz., başıma ne geleceğini, bu kadar şiddeti, tehditi beklemiyorduk. Ama bizim memlekette, ben öğrenci hareketinden gelme bir insanım, insan; polisin başına neler açabileceğini bilir. Sıkıntı, kendi yasasına dahi uymayan; 21’inden 30’una karar yok, karar orasıyla ilgili değil, o karar bu karar değil vs, uymayan bir idare. 30u akşamı acil toplantı düzenleyerek bunu nasıl duyurur? Bu tür zorbalıkla uygulamalara, özellikle ağaçlarla, yeşil alanlarla ilgili uygulamalara uymama eğilimi çok yaygındır yurttaşlarımızda. Eğer zorbalığa başvuracaksa polis, biz de o polisin zorbalıkla çevirdiği alana gireceğiz bundan sonra. Bu kendi yaşamımıza, yaşam alanımıza sahip çıkmakla ilgili birşey. Sizden şunu beklerdim. Bu memlekette, cami düşmanlığı, ezan düşmanlığı ile ilgili ithamın sonuçlarını biliyoruz biz. İyi saatte olsunlar devreye girer, birileri çıkar ve insanlar ölür. Ona karşı tepki göstermeniz gerekir. Mesele çok açıktır, beyfendi Mazlum-Der inceleyecek dedi. Söyleyim Kuzguncuk Bostanı’nda en az on tane ağaç kesildi, 300 yıllık nar ağacının canına kastettiler, mahalleli ağaca sarıldı da, canını kurtardı. Validebağ Korusu’nun Kuzey Kapısına beton dökmeye çalıştılar mı, çalışmadılar mı? Validebağ Korusu ile ilgili 5,5 metreye genişletmeye ilişkin 2009 tarihli plan iptal edilmesine rağmen buna ilişkin denemelerde bulundular mı bulunmadılar mı? Lütfen bunları sorun! Mesele budur.
Gürcan ONAT: Bilgi kirliliğinin çok olduğu bir devirdeyiz. Bildiğiniz gibi internet, facebook, twitter vasıtasıyla her türlü yalan, dolan kolayca yaygınlaştırılabiliyor. Basit bir örnek vereyim. Facebookta gördüm, CHP mv. Mahmut Tanal’ı bir bayan polis memurunu köşeye sıkıştırıp adeta nerdeyse tecavüz edecek bir pozisyonda gösteriyorlardı. Olayı inceledim ki, hiç de verdikleri gibi değilmiş. Dayanamadım, “o olayda tamamen Mahmut Tanal haklıdır” deyip, sosyal medyada paylaştım, AKP’ ye oy vermiş bir insan olmama rağmen. Yani öyle bir çarpıtılıyor ki, incelemeden kimi dinlesen o haklı gibi… Ama biz orada gözlem yapacağız. Ben şunu söylemek istiyorum, kime oy vermiş olursak olalım, kimi seçtiysek seçmiş olalım ama artık oy verme bitmiştir. Hak neyse hepimizin onu bulması lazım. Hakka talip olmamız lazım. Yani konu aşikar, orda halk istemiyorsa yapılmaz. Validebağ korusu ile camiyi ayırıyorum. Ayrı ayrı değerlendirilmeli. 5 vakit namaz kılan bir insanım, halk istemiyorsa cami yapılmaz. İş çok basit aslında, orada mahalle halkının oyuna başvurulur. Küçük bir referandum çok mu zor? Yap referandumu, halk istiyorsa tamamdır. Siz de orda gergin ortamla karşılaşmazsınız. Az önce anlatılan belediyelerin hukuksuzluk mevzusu kesinlikle kabul edilebilir birşey değildir. Bunu yerinde gözlemleyeceğiz inşallah. Bitirirken şunu söylemek istiyorum; birlikte yaşamak istiyorsak, değerlerimizi birbirimize dayatmayalım, ne olursa olsun, kim olursa olsun. Değerlerimizle birbirimizi dövmeye kalkmayalım. Değerlerimize saygı duymayı da beklemeyelim, ama değerlerimize ve birbirimize tahammül edelim. Teşekkür ederim.
Hüsnü ADALI: Daha demin Validebağ’ın Koşuyolu’nda olup olmadığı soruldu. Aklıma şunu getirdi, Gezi’ye gitmeden Gezi’yi yorumlamak. Validebağ’a gitmeden Validebağ’ı yorumlamak. Filme gitmeden filmi yorumlamak. Maça gitmeden maçı yorumlamak. Yani, bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak çok riskli olabiliyor. Bunun dışında Türkiye’nin en önemli mimarlarından Nevzat Sayın’ın birkaç cümlesini paylaşmak istiyorum. “Validebağ, şehrin çok anlamlı bir yerinde kurulmuş bir park. Kayışdağı suyunun Haydarpaşa’nın yanından denize kavuştuğu vadinin bir ucu Validebağ. Kesinlikle kalması gereken bir yer. Bir kere, bütün o bölgenin panik hâlinde kaçabileceği, acil durumlarda sığınacağı tek yer.” Gazeteci neden bu tarz yerler korunmuyor diye soruyor. “Bizim korunması gerektiğini düşündüğümüz şeylerle, bugün bu ülkede yaşayan insanlar arasında genetik bir bağ yok. Onları, onlar yapmadı çünkü. Yoksa hiç kimse kendisinin olan bir şeye bunu yapmaz. Kendilerine ait hissetmediklerinden koruma gereği de duymuyorlar. Tam tersine paradoksal bir durum çıkıyor ortaya. Türkiye’yi en fazla tahrip edenler, en muhafazakâr olanlardır. Bu hep böyledir. Türkiye’deki bütün kadroların, kurumların, fiziksel mekânların tahribatı bence tutucu iktidarlar tarafından olmuştur….Şehir insanların sadece kendisine benzeyen insanlarla karşılaşacağı yerlere dönüşüyor…Devlet ve ona bağlı olan kurumların hepsi, arsa üretim merkezi gibi çalışıyor. Devlet, en büyük spekülatör. TOKİ adıyla yapılan projelerin hepsi de spekülasyon faaliyetidir. Buradan bir şehir için ne çıkabilir ki?… AK Saray, kafası karışık, ne yapacağını bilemeyen, geriye doğru bakmayı bilmeyen, geriye doğru baktığında bulabileceği şeylerin sayısı hakkında bile bir fikri olmayan, ileri doğru bakışı tıkalı, arada bir yerde kalmış bir adamı yansıtıyor.” Peki, Türkiye’de eksik olan ne? diyor gazeteci.“Ben, şunun eksik olduğunu düşünüyorum: Ortak akıl denen şeye kimse inanmıyor. Haliç’e köprü yapılacak, bu, tartışmaya açılabilirdi. Dünya kadar insan bu köprüye gerek yok, dedi. Boğaziçi’nden, İTÜ’den seküler bir dünyaya inanan mühendisler, Süleymaniye’nin silüetini de kapattığı için bu projenin doğru olmadığını savundular. Ama muhafazakâr bir dünyaya inanan belediye başkanı, o köprüyü yaptı. Bu tuhaf, değil mi? Kime sorsanız, Boğaz’dan daha güzel bir yer var mıdır? Artık köprü çıkışına bile gökdelen yapıyorlar. Hani Boğaz dünyanın incisiydi? Adamlar, Paris’in üzerinden uçak uçurtmuyorlar. Dünyayla aramızda böyle bir fark var.” diyor Nevzat Sayın.
Fevzi DURMUŞ: Öncelikle konuyu netleştirmek anlamında, gündemimiz Validebağ ama ekseninde tezahür eden bir takım hadiseler var. İş biraz, Validebağlılıktan, yeşilden çıkıp Türkiye’nin genel gündemine oturmuş durumda. Algı biraz şu yöne kayıyor gibi. Hükümette sandıkta hesaplaşamayanlar, meydanlarda hesaplaşıyorlar şeklinde bir algı. Validebağ ile ilgili plandır, tadilattır eyvallah, arkadaşlarımız belirtti. Hukuksal gerekçeler neyse, bunlara bakalım. Mahallenin kamuoyunun yine gidelim bilgisine başvuralım. Bu size lazım mı, değil mi? Değilse de inatlaşacak düzelmeyeceği için, vaz geçilsin yani bu da erdemdir. Yani halk evet, bu kadar insan toplanmışsa, burada bir sıkıntı varsa, bunu da yani benim sopam daha kalındır anlayışıyla da çözmek doğru değil. Orada bulunan arkadaşlarımızın, bu olaydan hadi biz nasıl yıpratırız mantığıyla hareket etmesi de sağlıklı değil. Herkes bu memleketin evladı, herkesin çocuğu kendine tatlı. Herkesin yapacak başka işleri var. Gündemi bununla meşgul etmenin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta farklı görüşten insanlar oturmuşuz, birbirimizle makul ölçülerde, doğru olan bu diye burdayız. Gerginlik yaratmanın faydası yok, hem idarecileri hem de ordaki tepki koyanların da gözden geçirmesi gereken bir tutum olduğunu düşünüyorum. Gönül isterdi ki, basit bir referandumla mahalleliye sorarak iş bu noktaya varmadan çözümlenseydi, hala yapılabilir bu.
Şanar YURDATAPAN: Ortada somut bir olay konuşulurken somut verileri konuşalım. Erdoğan ilk belediye başkanıyken İstanbul yeşillenmeye başlamış olabilir. E, ne yapalım? Validebağ gerçeğini değiştirmiyor ki bu! Öbürü için teşekkür ederiz, bundan dolayı sorumlulardan hesap sorarız. Konunun özüne ait vahim bir durum var, şayet yürütmeyi durdurma istemli dava açıldığı vakit, gidip orada hile hurdayla parsel numarasını değiştirip, sonra kararla ilgili “aa burası orası değil” deniyorsa çok vahim birşey. Meşhur bir suç var, evrakta sahtecilik. Bu da mahkemeyi ve kamuoyunu kandırmak için sahte bir imar planı imal etmek. Bu çok feci birşey, hep birlikte; ben de Üsküdarlıyım, bunun hesabını vatandaş olarak sormalıyız. “Sen bunu göz göre göre nasıl yaparsın” demeliyiz. Bu düzenlemelerin, hukukiliği ile ilgili yetkililerden net bilgi istemeliyiz.
Arif BELGİN: Konu din, cami tartışmasına ısrarla getiriliyor ve ben de konu ısrarla din-cami tartışması değildir, kaldı ki insanların camiye karşı çıkma hakları da vardır, cami yapılmasın, biz ezan sesi istemiyoruz tartışması değildir. Ayrıca sandıkta yenilmiş insanlar gelip burda rövanş istiyorlar, böyle birşey de yok. Biz VBG Derneği olarak siyaset yapmıyoruz, hiçbir zaman da yapmadık. 16 yıldır bu koruyu korumak için çeşitli girişimlerimiz var. Bizi beğenenler de var, beğenmeyenler de var. Beğenmeyenlere de hatırlatmak isterim, bugün biz olmasaydık Validebağ Korusu’nda kaç rezidans, kaç avm olurdu? Bunu kendilerine sorsunlar açık yüreklilikle! Etraflarına da söylesinler. Yoksa çoktan orda avm, rezidans yükselmiş olacaktı, hala da bu niyet var. Çılgın Projelerin arka planı bu, oraya çocuk parkı yapcam diyen belediye başkanına kimse inanmmıyor. Güvenilirliğini yitirmiş durumdadır, Sayın Türkmen. Hiçbirşey kendisinin orada iyi niyetle, hiçbir rant amacı gütmeden “efendim gözlem kulesi yapmak istiyormuş”… bunlara inanmamızı beklemesin. Oraya dozeri soktuğun an, ranta açmak istiyorlar. Hüseyin Avni Paşa Korusu’ndaki köşk neden yandı? Koruma Kurulu orda bir karar verdi, aynen yapılsın diye. Sadece birkaç gün sonra niye yandı? Bunları bilmiyor muyuz? Bizi bu kadar aptal mı sanıyorlar? Şimdi Validebağ’ın burnunun dibinde yapılmaya çalışılan inşaat niye yapılıyor? Ben dozeri ara sokaklardan değil de, kestirmeden Validebağ’dan sokayım. Eh dozeri sokmuşken benim zaten çılgın projem de var. Milli Emlak G.M tahsis de yaptı Ağustos başında. “Ben burayı çılgın projelerimin meydanı haline getireyim.” Demeyeceğinin garantisi nedir, bunu takdirlerinize sunuyorum.
Serpil ÖZTÜRK: İlk etapta bu parsel numarasına bir açıklık getirmek istiyorum. Bir de bu cami alanının, Validebağ’ın dışında olduğunu kabul etmiyorum. Burası da Validebağ içindeydi ama tırtıklana tırtıklana bu duruma gelindi. Planlarda ilke kararları doğrultusunda bütün kamu kuruluşlarından görüş alınır. Bunların içinde Diyanet İşleri Başkanlığı da vardır. İhtiyaçlar belirlenir. Bu planın tasdik tarihi, 1991’dir. İhtiyaçlar belirlenmiştir ve ona göre tasdiklenir, 5000lik planlar. Ne hikmetse, daha sonra ihtiyaç olmuş, yeşil alan olarak telkin edilen yerin birden bire dini tesis alanına dönüştürülmesi gerekmiştir. Sayın Erdoğan Altan da açıkladı, o zaman ki mer’i plan şartlarına göre yapılmaması gereken bir konudur. Diğer konulara da girmek istiyorum, dini konulara hocam çok değindi. Helsinki de bir rapor açıklandı, Türkiye’deki inanç özgürlüğüyle ilgili. Bir de Alevi Köylerinde cami yapılmıyor dedi, bu konularla ilgili belgeleri kensine iletebilirim. Sonradan, bakın, plan tadilatı yaparken 178 parselin güneyinde kalan alan ibaresi kullanılıyor. Çünkü parsel numarası yok. Arkasında plan tadilatı bu şekilde çıkıyor. Mahkeme kararı bu şekilde çıkıyor. Belediye encümeni kararıyla, oraya 197 parsel numarasını koyuyor. Ve sayın belediye başkanı, kendisi hukukçudur, daha önce de belediye başkan yardımcısıdır, yüzümüze baka baka “yürütmeyi durdurma kararı bu parsel numarasıyla ilgili değil ki” demiştir, alay edercesine. Bu konu cami olayı değildir. Dini tesis alanını da sormak istiyorum, niye hep cami arkadaşlar? Cemevileri hala dini tesis alanı olarak kabul edilmiyor.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Yerel Gündem: Belli bir alanla ilgili yapılan değişikliklerde yerel halkın tercihine saygı duyulmalı ve yerel halkın ihtiyacına, talebine göre karar alınmalıdır. Hukuka saygı gösterilmelidir.
2 / Genel Gündem: Paketin getirdiği düzenlemelerin tamamına yönelik bir uzlaşı yok. Katılımcılar; paketin “devletin güvenliği için mi” yoksa “halkın güvenliği için mi” noktasında ayrılmış durumda.
DEĞERLENDİRME
Yerel Gündem konusu katılımcıların talebi üzerine, diğer katılımcıları da bildirilerek öne alındı. Toplantıda yeni stk katılımının olması hem katılımcılar tarafından olumlu karşılandı hem de içeriğe olumlu yansıdı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
Ka-Der mazeret bildirdi. Yerine bir temsilci göndereceğini belirtti ama gelmedi. İHD şehir dışında olduğu için gelemedi. Validebağ Gönülleri’nden Remzi Çelik ve Sosyal Haklar Derneği’nden özel konuk olarak gelen Av. Can Atalay, aynı gün Validebağ Korusu ile ilgili eylem çağrısı sebebiyle izin istediler ve toplantının ikinci oturumuna katılamadılar.
MİLLET VEKİLİ VE SİYASİ PARTİ İLE İLETİŞİM
HDP’nin Dünya Kobani Günü Eylem Çağrısı, AK Parti ve CHP’nin kamp dönemine denk gelen toplantı tarihinde milletvekili katılımı olmadı, parti il başkanları direk olarak telefon ile davet edilse de, bu davete bir tek CHP’den yanıt oldu ve katılım gösterdiler.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
İstanbul kMM Hamalı Cemil Altay