YER: Kafkas Dernekleri Federasyonu Toplantı Salonu Meriç Sokak No:44 Beştepe
TARİH: 1 Kasım Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ankara Eğitim Kültür Derneği (Erdinç Şahin – Üye)
2 / Banka Finans ve Sigorta Sendikası- BASİSEN (Ferhat Aznevi – Örgütlenme Sek.)
3 / Doğal Yaşam Derneği (Hazal Ecevit – Üye)
4 / Elvan-Der (Mahmut Emin Avcı – Başkan)
5 / Em-pati Havan Topluluğu (Semih Dikkatli – Üye)
6 / Başkent Kadın Platformu (Döne Yılmaz – YK Üyesi)
7 / Mazlum-Der (Abdülazim Şimşek – Üye)
8 / İHD (Hüseyin Küçükbalaban – MYK Üyesi)
9 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
10 / Kafkas Dernekleri Federasyonu (Zeki Kartal – YK Üyesi)
11 / Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği (Onur Tatar – Başkan Yrd.)
12 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
SENDİKALAR
1 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı – YK Üyesi)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Kemal Aktaş (Bağımsız Van MV)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Aydın Şimşek (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi)
DİĞER KATILIMCILAR
3 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Yaşar Seyman (Sendikacı-Yazar)
GENEL KONU: İç Güvenlik Paketi ve Yaşantımıza Getirebilecekleri
KONUŞULANLAR
Yaşar Seyman: Daha önce Adıyaman toplantısında moderatörlük yapmıştım. Üniversitesinden siyasetçisine ve sivil toplumuna herkesin katıldığı, son derece verimli, insanı çoğaltan, herkesin özgürce konuşabildiği bir toplantıydı. Bugün de yine herkes özgürce konuşacak. İletişim devriminde zaman konusunda uzmanlar şöyle diyor: Birisi size “Bir dakikanız var mı?” diye sorduğunda, ona “Yeterli mi?” diyeceksiniz. Yani bir dakikada bile insan çok şey anlatabilir. Türkiye ne yazık ki her gün bir kazayla uyanıyor. Daha Ermenek’te göçük altındaki işçileri kurtarmadan, Isparta’da bir kaza oluyor. 18 kişiden umutlu bir haber beklerken, 19 kişinin kötü haberini alıyoruz. Biz Soma’da önlemleri alsaydık, kontroller yapılsaydı, uluslararası normlara uymayan çalışma yasalarına karşın var olan yasalara göre bir şeyler yapabilseydik, bugün Ermenek yaşanmazdı. Önyargılardan arınalım, nefret söylemi oluşturmayalım diyoruz ama bir bakan açıkça “misliyle cevabını alacaktır” diyor. Çağdaş bir devlet ve toplum için bu söylemler doğru değil. Çalışma yaşamından tüm alanlara kadar yapılan haksızlık ve hukuksuzluklar, bireyin temel ve hak ve özgürlüklerini koruyan bir devlet olmaktan çok uzak olduğumuzu, kar hedefli ve insanın değerinin olmadığı bir ülkede yaşadığımızı açıkça gösteriyor.
Enver Önder: Ülkemizin iyi yönetilememesi sonucu, sürekli yeni düzenlemelere gerek duyulmaktadır. Her düzenleme daha çok geriye gidişi ve bozulmayı beraberinde getirmektedir. Hukuk düzeniyle yönetilen ülkelerde, akşamdan sabaha yasa değişmez, hukuk bir düzen koyar, kurallar toplumun gereksinimlerini karşıladığı sürece yürürlükte kalır. Toplumsal yaşayışa uygun düşmeyen, yetmeyen yasalar da toplumsal mutabakatla değiştirilir. Bizde süreç böyle işlemiyor. Devlet etme kaygısıyla değil de aşiret mantığıyla – bu yasa işime gelmiyor, değiştiriyorum – hareket edildiğinden, artık toplumun da yasalara saygısı kalmadı. Biz kendimizi neye göre güvende hissedeceğiz? Güvenlik paketiyle getirilmek istenenler de evrensel düzenlemeler değil, günü kurtarmaya, polisi halka ve demokrasiye yabancılaştırmaya yönelik düzenlemelerdir. Makul şüphe gibi göreceli, hiçbir yasal dayanağı olmayan şeyden ötürü insanları gözaltına alma şansı sağlarlar kendilerine. Bu, gerçekten yasa koyma kaygısı değil, toplumu sindirmek ve huzursuz etme yaklaşımıdır. Bu mantık kabul edilemez. Ülkemizdeki hiçbir olay mevzuat eksikliğinden değil, mevzuatın uygulanmamasından ve yanlışlıkların görmezden gelinmesinden, bazı kesimlerin koruma altına alınması kaygısından kaynaklanıyor. Somut örnek: Ermenek’te sondaj yapılmıyor ve güvencesiz biçimde işçiler yerin altına sokuluyor. Ama devlet bu ihmali suç saymıyor. Peki 18 kişiyi kim öldürdü? İşçilere 3 aydır maaş ödenmiyor. Bu ülkede emeğin karşılığı ödenmiyor, ancak bunu ödeyecek kodaman koruma altındadır. İç güvenlikle ilgili düzenlemeler kimseyi güvence altına almayacak ancak korunmak istenenleri güvence altına alacaktır.
Semih Dikkatli: Ülkemizde çıkarılan birçok yasa, özellikle güç ve para sahibi insana hizmet etmek için çıkarılmaktadır. Tüm insanların düşünülmediği, belli azınlıkların çıkarının gözetildiği ortamda, doğanın ve hayvanların düşünülmesi neredeyse imkansız. Gelir dağılımının bozulduğu, işsizliğin arttığı, suçun yasallaştığı ülkemizde, şiddet ve suç eğilimi gösteren insanlar da artmaktadır. Bu, tüm doğa ve insanlık için tehdittir. Bu insanlar her türlü dini, etnik ve politik gerekçeyi kullanarak şiddete ve suç işlemeye hazırdır. Ancak buradan yola çıkarak masum insanların makul istekleri için çıktıkları sokaklarda gözaltına alınması, dövülmesi ve öldürülmesi hiç insani değildir. Şiddet eğilimli insanların masum insanlardan ayrıştırılarak ve önceden tespit edilerek, mümkünse tedavi ve ıslah edilmesi, değilse cezalandırılması olmazsa olmaz bir şarttır. Bu noktada sokak hayvanlarının haklarıyla, insanların güvenliklerinin sağlanması çakışmaktadır. Çocukluğunda hayvanlara şiddet uygulayan, tecavüz eden birisi, insanlara aynısını yapabilir. Hayvanlara şiddet uygulayan herkesin ciddi şekilde cezalandırılması, ıslah için tedavi edilmesi ve yıllar içinde takip edilmesi, toplum için hayati için önem taşımaktadır. İç güvenlik yasasını sadece matematiksel bir işlem gibi görmek, ciddi bir hatadır. Kanun ve yönetmeliklerin bir ruhu olmalıdır. Bu ruh sadece cezalandırma değil, olan bir olayı yatıştırabilme ya da olmadan önleyebilme becerisini, suç işleme potansiyeli olanların önceden tespitini içermelidir. Bu yasaya hayvana şiddet ve tecavüzün hapisle cezalandırılması, suçluların gözaltı sürelerinin yazılması konusu eklenmelidir.
Mahmut Emin Avcı: İnsanlar eskisi kadar sivil toplum örgütlerine ilgi göstermediklerinden daha önce yaptığımız faaliyetlerimizi yeterince gerçekleştiremiyoruz. İnsanlar alanlara çıkmak, eylem yapmak, sorunlara çözüm bulmaktan çekinmektedir. İktidar ülkeyi istediği kişilerle, istediği biçimde yönetmektedir. Azınlık haklarını, etnik ve mezhepsel farklılıkları yok etmeye çalışmaktadır. Kürtleri çözüm süreci aldatmacası ile oyalamakta, Alevileri açılımla aldatmaktadır. İnsanları Türk ve Sünnileştirme politikasında yeni taktikler üretmektedir. Kentsel dönüşümlerle yerleşim alanlarında rant sağlamak, istedikleri yerlere ibadethaneler ve AVM’ler kurmak, eğitim, kültür ve sanat alanlarında dünya görüşleri doğrultusunda dayatıcı olmak, şehir meydanlarını yok etmek için trafiği araçlara açmaktadır. Zenginliğimiz olan farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Hükümet haklarını aramak için kendilerine karşı direnen kesimleri, polisiye tedbirlerle durdurmak istemektedir. Baskı ve şiddet, Kürdistan’da metropol ve yerleşim alanlarında ayaklanma diyebileceğimiz eylemlere kadar varmıştır. İnsanlar seslerini alanlarda özgürce duyurmalıdırlar. İktidar azınlık haklarını dikkate almalıdır. Baskılar, yasaklar şiddet doğurmaktadır. Son polisiye tedbirlerin de birçok sivil toplum örgütünü, kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakabileceğini düşünüyorum.
Osman Karyağdı: Ülkemizin kuruluşundan itibaren ruhsuz bir toplum ve ulus bilinci, tektipleştirici ve kimsenin konuşturulmadığı bir devlet yapısı var. Kobani sadece Kürtlerin değil, halkların kardeşliğine inanan herkesin acısı olmalı. Ama herkes kendi acısını biliyor. Kürdistan bölgesinde geçmişte bir Susa Katliamı vardı, camiden çıkartılıp 15 kişinin katledildiği; PKK’nin üzerine atılıyor, ne kadar doğru bilmiyorum. Sivas Katliamı ve ona misilleme olarak Başbağlar Katliamı var. Şu bir gerçek ki herkesin eli kanlı. Kobani’de bir vahşet var. Kendi İslami çerçevesi dışında düşünen herkesi yok sayan bir IŞİD var. Ancak geçen hafta Diyarbakır’da yaşanan vahşeti şiddetle kınıyorum. Suçu olmayan üç kişiyi camdan atıp, kafasını ezip yakmak. Demokrasi ve insan hakları diyen bir kitlenin bu kadar canice ortaya çıkması çok kötü. Zulüm, baskı ve şiddet kimden gelirse gelsin, ona karşı gelebilsek. Çıkacak iç güvenlik yasası kimseyi tatmin etmeyecek çünkü yazık ki mayamızda şiddet var. Kimin gücü kime yetiyorsa zulmediyor. Bu ülke polis devleti olmamalı. Gezi sürecindeki şiddeti gördüm. Acısını çektim, insanım diye. Alevi bir arkadaşımla nasıl zorunlu din dersine karşı duruyorsam, bu kişilerin de farklı anlayışa sahip insanların haklarına çıkması gerekiyor. Bu iş iç yasalarla değil, ruhumuzla yapabileceğimiz bir şey ama bu konuda biraz umutsuzum çünkü herkes kendi zalimini alkışlıyor.
Yaşar Seyman: Sevgi yüreğimizde olsa, dilimiz barışı çok kolay örer. Toplumun en çok gereksinimi olan sevgiyi tükettiğimiz için empati tatilde. Siz de sözlerinizi dile getirirken ses tonunuz yükseldi biraz.
Osman Karyağdı: Ben biraz heyecanlı biri olduğum için…
Yaşar Seyman: Haklısınız ama çatışmacı dilden uzaklaşmak lazım.
Osman Karyağdı: Ben kendimi insancıl biri olarak tanımlıyorum. Sivas Katliamı’nda ölen 33 kişi için eğer benim yüreğim yanmıyorsa, bırakın İslamcılığımı, insanlığımı sorguluyorum. Ama aynı şekilde bir tarafta birilerinin kafası ezilirken hiçbir şey yokmuş gibi davranırsa, batsın öyle barış; ben böyle barış istemiyorum.
Onur Tatar: İlk defa böyle bir toplantıya katılıyorum. Konunun dışına çıkmak istemiyorum ve amaç da bu olmalı. Genellemeler doğru değil bir defa. Hepimizin mayası bozu gibi bir tabir kullanıldı, herkes kendi mayasına bakacak. Ben üzerime alınmıyorum. Herkesin eli kanlı dendi. Herkes kendi eline bakacak, elinde kan olan elini yıkayacak.
Yaşar Seyman: Bu tür nefret söylemlerinden uzaklaşmak lazım.
Onur Tatar: Ben Sivas Katliamı davasının avukatlarından birisiyim. İnsanlık tarihinin en vahşi olaylarından birisidir. Sivas ile Başbağlar Katliamı’nın alakası yoktur. Bir tanesi bizatihi devletin gözetiminde ve tüm insanların gözü önünde gerçekleştirilmiş bir vahşettir. Yargılaması 20 yıl sürmüştür. Başbağlar katliamı ise kim tarafından düzenlendiğini bilmediğimiz, hangi saikle yapıldığını bilmediğimiz yine vahşi bir katliamdır. Ancak ikisini denkleştirmek, bilmemekten kaynaklanmaktadır. Asıl konuya gelince…
Yaşar Seyman: Keşke cevap vermek yerine bir hukukçu olarak konuyla ilgili konuşsaydınız.
Onur Tatar: Dünyanın her yerinde otoriter devletler ilk önce savunma hakkına müdahale ederler. Avukatların dosyaya erişim hakkı her zaman tartışılır. Sanılıyor ki her istediğimiz dosyaya rahatlıkla erişebiliyoruz, zaten böyle bir durum yoktu. Öyle de olmamalı ama kısıtlamalar getirilirken bunlar, 17 ve 25 Aralık operasyonlarına ilişkin olmamalı. Burada siyasi iktidarın açık niyeti ortaya çıkıyor. Gözaltı süresi, örgütlü suçlar bakımından savcı kararıyla 4 güne kadar çıkabiliyordu. Temel gözaltı süresi 24 saatten 48 saate çıkarılmak isteniyor. Çıksa ne olur, bunun mantığı ne diye düşünülebilir ama bu işkence olasılığını artıran bir durum ve bu sürede avukata erişimi de kısıtladığınızda işkencenin mağduru olabilirler. TCK’nın 94. Maddesi avukata işkenceyi düzenliyor. Dünyada tek bizde var çünkü böyle bir ihtimal var. Bir bütün olarak toplumsal muhalefetin bu tip yasal düzenlemelerle susturulmak istendiğini düşünüyorum. Savunma hakkına müdahale etmektedir. Cezaların arttırılması, toplumsal sorunları çözmek bakımından tek başına yeterli değildir. Daha kalıcı sosyal politikalara ihtiyacımız var.
Hazal Ecevit: Doğada yaşayan tek canlının bizler olmadığı ve her canlının yaşama hakkı olduğundan hareketle, kentimizi, köyümüzü ve mahallemizi, tüm canlıların birbirini yok etmeden, özgürce yaşayabildiği bir hale getirmeliyiz. Kentleşme, rant hırsı ve nüfusun artışıyla birlikte çevre sorunları tehditkar hale geldi. Çevre sorunları sadece insanları değil, hayvanları, evreni, bitkileri de tehdit etmektedir. Örneğin Gezi direnişi, Taksim’e yapılacak toplu kışlası için yayalaştırma adı altında kesilecek ağaçları savunan bir grup aktivistle başlamıştır. Çevre duyarlılığının yanı sıra demokrasi ve özgürlük mücadelesi baş göstermiştir. Tepkisini dile getirmek için parkta kitap okuyan ve müzik yapan insanların üzerine biber gazı ve tomalarla saldırılmıştır. Özgür yaşam hakkını ve doğayı savunmak demokratik bir haktır. Bu paketle birlikte ortaya çıkacak yönetimin ve güvenlik güçlerinin otoriterleşeceği, toplum üzerine baskı, korku ve şiddet salacağı ortadadır. Gezi Parkı’nı ve bugün Validebağ Koru’sunu korumak isteyenler suçlu konumuna düşürülecekler. O bölgede 26 cami var, koruyu bozup üzerine bir cami daha yapılacağı söyleniyor. Mahalleliler orada nöbet tutuyorlar. Hukuku, çevre katliamlarını ve sosyal adaletsizliği polisin zor kullanımına uyduruyorlar. Doğa ve yaşam alanlarının talanı, polis şiddeti durdurulmalı, gaz bombası yasaklanmalı ve keyfi gözaltılar engellenmeli diyen insanları makul şüpheyle sindirmeye çalışacaklar. Gözaltı sürelerinin artırılması ve makul şüphe, bana Cumartesi annelerini hatırlattı. Bu yasayla 90’ların karanlık dönemine mi dönülüyor diye düşünüyorum.
Belgin Çelik: Birçok paşayı, generali geride bıraktık sanıyorduk ama parlamenterlerimiz hala 12 Eylül darbe anayasasıyla ülkeyi yönetiyorlar. Hepsi ülkeyi bu anayasanın köleliğinden kurtarmak için geldiler ama bizi aldattılar. Ak Parti’ye kadar kaç parti geldi geçti, hepsi bu anayasayı değiştirecekti. Ne oldu? Hepimiz memnunuz, oturuyoruz sıralarda, elimizi kaldırıyoruz, indiriyoruz. 70’lerden günümüze neler yaşandı. İstanbul Sansaryan Hanı Emniyet Müdürlüğü’ydü, Diyarbakır Cezaevi gibidir. İşkenceleri, tabutlukları yaşayan bilir. Türkiye’de Laz’ı, Kürt’ü, Çerkez’i, orospusu, eşcinseli hepsi yaşadı. Vekiller ne yaptılar, ancak önergeler verdiler ve kınadılar. Bugün polise tam yetki veriliyor. Dün askerden şikayetçiydik, Doğu’da insanlara kendi pisliğini yedirenler vardı. Aynısı polis olarak geliyor. Polisler benim kapımı çalıp, taciz edecek. İnsanların evine ne şekilde gelecek? Peki bizi polislerden hangi yasalar koruyacak, böyle bir yasa var mı? Ben derneğimde seks işçileriyle çalışıyorum. Kimsenin adını anmadığı ve o arzu tramvayına herkesin bindiği, ötekileştirdiği kişilerle. Bugün birçok şehirde özel Balyoz timi var, MİT gibi. Bunlar istediklerini yapıyorlar, hakkını savunamıyorsun, ceza kesiyorlar. Bunlar devlete aktarılıyor. Dünyada BM Raporu’na göre 78 milyon AIDS’li hasta var. Türkiye’den rapor isteniyor ama verilmiyor. Cezalarla, özgürlüğün olmadığı bir ortamla şiddet, nefret artar.
Abdülazim Şimşek: Kobani için yapılan eylemlere dikkat çekmek istiyorum. Diyarbakır, Batman ve Şırnak’ta yapılan eylemlerde hem cana hem mala zarar geldi. Maliye Bakanlığı’nın açıklamasına göre Batman’da banka atm’lerinden 3 trilyon para çalınmış. Hizbullah’ın, Hüda-Par’ın günahını herkes biliyor. Mazlum-Der’e zamanında zararı da oldu. Ama bu, bize onların çocuklarına zarar verme hakkını vermez. BDP’nin bunun farkında olması lazım. Biz iki bildiri yayımladık bu konuda; BDP, PKK ve Kürtler mağdur olduğunda da bir şeyler yapıyoruz. Dinsel ya da etnik kimlik gözetmiyoruz. Bir arkadaşımız Kobani için yardım topluyor ve bu nedenle BDP ve PKK’dan tehditler alıyor. Tehditi gönderenin de Feleknas Uca olduğu söylendi.
Yaşar Seyman: Size yanıt veremeyecek kişileri burada anmayalım.
Abdülazim Şimşek: Feleknas Uca’yı Kemal Bey iyi tanıyor diye söyledim ben.
Kemal Aktaş: Arkadaşımız gitmeden yanıt vereyim dilerseniz. Feleknas Uca’nın yardım toplayan birine tehdit içerikli bir uyarıda bulunacağına inanmıyorum. Genellemelerin arasında bazı ağır ithamlar gelişiyor. Dolayısıyla bunları ortadan kaldırabilmek için üsluba dikkat etmek gerekiyor. Ortalıkta dolaşan, ortamı farkı noktalara evirmek isteyen provokatif girişimler var. Batman’da bankalardan 3 trilyon para çekildiğini söylediniz. Dezenformasyon içerisinde hükümet tek taraflı propaganda yapıyor. Kimse böyle bir şeyi tasvip etmez ama gerçekliği araştırılmalı. Bunları tek bir şeye yüklemek yanlış olur. Herkes bunun toplumsal bir patlama olduğunu söylüyor. Bu tür yaklaşımlarla toplumu bastırmaya çalışırsanız, önünü kimsenin alamayacağı toplumsal patlamalar yaşanır. Bunun için herkesin daha soğukkanlı bir tarzda…
Osman Karyağdı: (Kuraldışı olarak söze karışır.)
Yaşar Seyman: Ama konuşurken lütfen müdahale etmeyelim; Sayın vekil sizi dinledi.
Osman Karyağdı: … Aynı parti başka baskı da yapıyor mu?
Kemal Aktaş: Ben genel olarak söyledim.
Teklifsiz konuşma sürünce moderatör tekrar müdahale etti.
Yaşar Seyman: Karşılıklı konuşmuyoruz. Osman Bey bakar mısınız, ben burada yönetiyorum, lütfen.
Osman Karyağdı: Özür dilerim.
Yaşar Seyman: Kimse kimsenin sözünü kesmesin. Vekilin konuşmasının düzeni de bozuldu. İki siyasetçimiz herkesi dinledikten sonra kendilerince bir kurguyla konuşacaklar. Mazlum-Der’den katılan arkadaş gideceği için vekilimiz yanıt verdi. Doğru bulmuyorum bu davranışı.
Osman Karyağdı: Özür dilerim, kusura bakmayın.
Yaşar Seyman: Yalnız Feleknas Uca’yı da tanıyorum Avrupa Parlamentosu’ndan. Birikimli ve nitelikli bir kadın hakları savunucusu aynı zamanda. Öyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyorum.
Zeki Kartal: (Kafkas Dernekleri Federasyonu ile ilgili bilgi verdi) 150 yıllık diaspora yaşamında alışmak zorunda kaldığımız inkar, asimilasyon ve inkar politikalarının farklı argümanlarla tekrar karşımıza çıkartılması bizim için yeni olmayacak. Ancak iktidar giderek farklı seslere karşı daha da tahammülsüzleşmiştir. Son yıllarda çıkan yargı paketlerine ek olarak 6-8 Ekim olaylarındaki şiddetle mücadele etme argümanından yola çıkılarak hazırlanan İç Güvenlik Yasa teklifi meclise sunuldu. …Eğer bu şekliyle yasalaşırsa iktidar otoriterleşme yolunda önemli adım atmış olacaktır. Bu durum gerçekleşirse, Türkiye son on yıldır “artık bittiği” iddia edilen bir döneme, bizatihi “o dönemleri biz bitirdik” diyen iktidar tarafından geri götürülecektir. Bu yasa teklifinde özgürlüklere ciddi sınırlamalar getirilmektedir. Güvenlik güçlerinin eli güçlenirken, yurttaşların özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Bu konuda en kaygı uyandıran örneklerden biri, daha yedi ay önce, durumun aciliyeti nedeniyle, “makul şüphe” yerine “somut delillere dayanma” koşulunu getirilmişken şimdi tekrar “makul şüpheye” dönülmesidir. Diğeri ise polise, savcıya haber vermeden 24 saat alıkoyabilme yetkisi verilmesidir. İktidar son yıllarda yaşanan toplumsal olayların teşhisinde büyük hatalar yapmaktadır. Olayları başlatan nedenleri anlamaya çalışmamakta ve artık tarafları dinlememektedir. Olayların büyümesinin nedenini, güvenlik güçlerinin yeterince yetkiye sahip olmaması olarak algıladığından söz konusu yasayı hazırlamıştır ki bu yanlış teşhisin yanlış tedaviye yol açması muhtemeldir. Kaffed olarak, herkesi şiddetin diliyle mücadele etmeye, sağduyulu olmaya ve adımlarını uzlaşma yolunda atmaya davet ediyoruz.
Döne Yılmaz: Bugüne kadar hukuki bir nedenle hakim karşısına çıkmadım, hiçbir hayvana eziyet etmedim. Hiç kimseyi ayrıştırmadım. İnsanlara yardımcı olmaya çalıştım, kişisel ve toplumsal rollerim gereği. Uyumlu bir vatandaşım sanırım. İstiyorum ki ben, bu hassasiyetimin karşılığında bir gösteri sırasında benim evim yıkılmasın, taşlaşmasın, arabam yakılmasın. Küçük esnafın camı kırılmasın, dükkanı ateşe verilmesin. Şiddetin psikiyatrik bir durum olduğuna sonuna kadar katılıyorum. Şiddet görenler şiddeti kullanıyor ve öfke dilini kullanıyor. Mazlum ve masum insanları mağdur duruma düşürür ve bunu gidermezseniz, şiddeti benimseyen insanlar ve şiddet gören başka insanlar üretirsiniz. Bu süreçte siyasilerin özellikle BDP’nin büyük bir vebal aldığına inanıyorum. Umarım ki bu sorumlulukla hareket etsinler. Düne kadar mazlum olanın bugün tekrar zalimliği oynamasının önüne geçecek olanlar da yine o mazlumiyeti yaşayanlar olacaktır.
Ferhat Aznevi: Mevcut ceza muhakemesi yasasında ve kolluk güçlerinin görevlerini düzenleyen mevcut yasalarda toplumsal olaylarda kontrolün sağlaması, polisin ve jandarmanın müdahalesi konusunda gereken enstrümanlar düzenlemeler var. Bu taslağın “Biz yetkin tedbirler alıyoruz, kolluk güçlerinin yetkisinin daha da artırılması gerekir” anlayışıyla yapıldığını düşünüyorum. Yakın zamanda toplumsal olaylar oldu, mala cana zarar veren şiddet olayları yaşandı. Suriye’deki gelişmelerle birlikte özellikle Doğu bölgemizde kitlesel şiddet içeren gösteriler yapıldı. Bu şiddet içeren eylemler yasalarla önlenir mi? Sadece yasal düzenlemelerle bu gösterilerin önlenebileceğini sanmıyorum. Bu olayların hayata yansıyan ve bizi tedirgin etmesi gereken kısmı şu; bizim birlikte yaşama, ortak paydalara sahip olma ve bu topraklarda barış içinde aydınlık yarınlara kavuşma yolundaki geleneksel; yurttaşlarımızın taşıdığı inancın örselenmemesi yıpranmaması gerekir. Ekim ayındaki şiddet içeren gösteriler umarım birlikte yaşama inancına zarar vermemiştir. Ukrayna’da iki Ortodoks Slav halk birbirine düştü. Buradaki sorun etnisite ya da din değildi. Ülkemizde çok eski tarihlerden bu yana yaşanan birliktelik; tek ulusun bayrağı altında, bu ulusa ait devletimizi yaşatmamızı sağlamaktadır. Türkiye’deki yurttaşların ortak yaşama konusundaki bilincinin geliştirilmesi gerekir. Empatiyi ve özeleştiriyi herkes yapmalı. Farklı toplumsal özelliklere sahip olup aynı ülkede aynı ülkü ve ideallerle yaşayabilmek mümkündür. Örnek vermek istiyorum: Bulgaristan’da hak ve özgürlükler hareketi var. Bu partideki milletvekillerinin hepsinin yakasında Bulgaristan bayrağı vardır. Bulgaristan anayasasını kabul ettiklerini ve sosyal barışı arzu ettiklerini ortaya koymuşlardır. Hem taşra hem merkezdeki siyasalarına baktığımızda Bulgaristan’ın anayasal düzenine saygılı davranma, Bir Bulgaristan partisi gibi davranma ilkelerine titizlikle uyduklarını, yönetimini üstlendikleri Belediyelerde de buna uygun davrandıklarını görüyoruz.
Hüseyin Küçükbalaban: Türkiye’de iç güvenlik yasaları, olağanüstü yasaları, olağanüstü hal uygulamaları, milli güvenlik kurulu kararları ile ilk defa karşılaşmıyoruz. Son 10 yıldır iktidarda olan hükümet, geçmiş dönemin tüm uygulamalarının vesayetçi bir sistemden kaynaklandığını, kendilerinin de bunun mağduru olduklarını ve bundan sonra her şeyin daha güzel olacağını iddia etmişlerdir. Belli dönemlerinde bazı yasaları değiştiriyormuş gibi yaparak her kesimin oylarını alabilmiş bir siyaset yürütmüşlerdir. Gelinen noktada, önlerinde engel olduğunu düşündüğü şeyleri, iktidarlarını sürdürebilmek adına kendilerine göre düzenlediklerini görüyoruz. Yoğun baskıyı öngören düzenlemelerin özünde Türkiye’de demokrasinin olmaması var. Kürt meselesi ve Kürtlerin talepleri var. Aleviler var, onların talepleri var. LGBT bireyler ve diğer farklı kimlikler ve inançlar var. Hrant sokak ortasında öldürüldü. Ali İsmail Korkmaz’ın sokak ortasında sopalarla öldürüldüğü görüntüler var. 10 binin üzerinde kayıp ve faili meçhuller var. Bunların ortaya çıkmasının yolu hakikatleri araştırmaktır. Bu ülkenin geçmişten bugüne neler üzerine kurulduğunu; kimin hangi suçu işlediğini, ne kadar elini kana buladığını ortaya koyalım. Bir Alevi’nin inanç merkezine ucube dendiğinde, bir Müslümanın çıkıp tepkisini ortaya koyması ve iktidarı gerçeğe davet etmesi daha gerçekçidir. İslamiyeti sadece diyanetin İslam’ı olarak görmeyen ve bunun dışında inancını yaşayanlara saygı duymak gerekir. İç güvenlik yasasının bir çözüm yolu olmadığını, daha fazla demokrasi ve insan haklarının bu tür yasalara ihtiyaç bırakmayacağını düşünüyorum.
Erdinç Şahin: Gündemde, devletin güç kullanan kesiminin balyoz gibi kafamıza vurmalarına yönelik bir manevra var. Bu iktidar 12 yıldır ülkeyi yönetiyor ama gelinen noktada özgürlük, demokrasi, açılım saçılım derken, sonunda namlunun ucu hepimize doğrultuldu. Sivil adla da olsa daha fazla şiddet yetkisi istiyor arkadaşlar. Bunda iyi niyet yok. Bizim yapabileceğimiz çok şey de yok. Hepimiz, inancımız, dinimiz, kökenimiz ne olursa olsun, güvenlik içinde yaşamak istiyoruz. Mevcut Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle…
Semih Dikkatli: Biriniz de Türk deyin. Herkes Kürt, Laz, Çerkez diyor, Türk demiyorsunuz.
Yaşar Seyman: Semih Bey, siz dersiniz.
Erdinç Şahin: Bunu söylemeye gerek yok zaten alt kültürler eziliyor. İşin doğrusu bu. Bu özeleştiriyi yapmaktan da korkmayalım. Neden ötekileştiriyoruz? Ben kendimi bu ülkede bir paydada ifade edebiliyorsam, adımın ne olduğu önemli değil. Ben yaşadığımla varım. İnsanlar başkalarına neden özenir, kendinde olmayanı başkasında gördüğü için. Solcular Rusya’ya, liberaller ABD’ye özenirdi; ikisinin de kof olduğunu gördük. Rusya Ukrayna’ya çok farklı mı davranıyor bugün? Dengesiz yapılar kaosa giriyor. Kontrolsüz güç var ortada. Yaşadığımız durum bu. İnsanlığın, hayatın dili ortaktır. Bu ülkede dile, dine, ırka bakmadan insanca yaşamanın yollarını aramalıyız. CMUK’a şimdi ne oldu da tükaka diyoruz. İktidarlar her zaman kendi güçlerini sürdürmek için her şeyi meşru görüyorlar ve bizi malzeme olarak görüyorlar.
Yaşar Seyman: Bir cümlelik laf atılması, sizi daha dinamik yaptı. Demek ki arada bir konuşmacıya söz atmakta fayda var.
Semih Dikkatli: Burada Türklüğe vurgu ırkçı bir tanım değildir. Eğer sayılıyorsa hepsi sayılmalı. Yoksa çeşitli etnik kökenler der geçersiniz. Ben bu ayrışmaya katılmadığımı dile getirmek istedim.
Yaşar Seyman: Bu ülkede milyonlarca Alevi yurttaş oruç tutuyor, sessiz ve sitemsiz. Sitemleri çok olmasına karşın. Muharrem orucu tutuyorlar, kimsenin haberi var mı? Hangi gazetede Alevi kalemler yazıyor, hangi TV’ler program yapıp anlatıyorlar?
Ercan İpekçi: Konuyla ilgili taslağı meclisin sayfasında göremedim; bakanın açıklamalarından, basından, sosyal medyadan ve buradan öğrendiğim bilgiler üzerinden bir şeyler söyleyebilirim. Bu paket yeni bir şey getiriyor mu, bu zamana kadar yapılması gerekenleri yapmadılar da bu kanunla mı yapacaklar; bunların hepsi muamma. Kamuoyunu ikna edebilecek bir açıklama yok. Herkes kökenden, dilden, ırktan söz ediyor. Neden kimse sınıfından bahsetmiyor? Farklılıklarımızın haricinde hepimizin ezilen sınıfa ait olduğumuz, işçi sınıfından olduğumuz gerçeği söz konusu. Bu kanunlar da işçi sınıfının temsilcilerine esas itibariyle, üretimde örgütlü olan sendikalara danışılarak mı yapılıyor? Örgütlülüğün temeli sendikalaşmadır. Üretimde tüketimde etkin olacak güçler, gerektiğinde üretimi durduracaktır. Ama sendikalarla ilgili konuşulanlar, Soma olayında olduğu gibi, medya ve hükümet tarafından özellikle; beni irkiltmişti. Çünkü sorumluluk sendikalardaymış gibi bir hava yaratıldı. Sendikaların fonksiyonlarını yerine getirmediğini kim iddia ediyor? Basın özgürlüğü mücadelesinde hükümete verdiğimiz önerilerin haddi hesabı yok. Sesimizi burada duyuramadığımız için temaslarımızı yurtdışıyla sürdürmek zorunda kaldık. İşten çıkarılan ve hapisteki gazetecilerle ilgili meselede örneğin. Sendikasızlaştırmaya yönelik olarak bazı gazetelerde köşe yazarları karşı eleştiri geliştirdi; birisi yanlış, diğeri daha yanlış. Basında sendikaları bitiren sizsiniz; iktidarın emrine girmiş medya sendikaları gazetelere taşımayan da sizsiniz. Genel itibariyle getirilen değişiklikler altyapısı oluşturularak, bir ihtiyaca karşılık geliyormuş gibi sunuluyor ama bize danışılmadan yapılıyorsa, bu sadece iktidara hizmet ediyor demektir.
Kemal Aktaş: Bugün Kobani ile dayanışma günü. Bu çağrıya vesile olan bütün ülke ve kurumları tebrik ediyorum. İnsanlık onurunun korunduğu bugünde yola çıkan yürüyen, eylem yapan herkesi içten kutlarım. Milletvekilliğine içerdeyken seçildim. 2009’da KCK operasyonu içeri alınmıştım, 8 aydır aranızdayım ve mücadeleye bıraktığım yerden parlamentoda devam ediyorum. Ben ömrümün yarısından fazlasını, 27 yılımı cezaevinde geçirdim. Siyasetin bedelini ağır koşullarda yaşadım. 12 Eylül’ün baskısını ve işkencesini yaşamış ve sağ kalanlardan biriyim. Baskı, şiddet, işkence içeren, insan haklarına aykırı her türlü yasanın nelere yol açtığını iyi biliyorum. Cezaevindeki deneyimlerini biriktiren biri aynı zamanda yarı hukukçu, yarı doktordur. En karanlık ve zorlu süreçlerde bile insanlığın ve halkların geleceğine dair umudumu hiç yitirmedim. İnsanların otak çıkar ve birikimlerinin korunması zorlu süreçler. Bugün yine aynı heyecan ve coşkuyla, insanların haklarına ve geleceğine, demokratik çözüm sürecinin başarı kazanması açısından mücadeleye devam edeceğim. Konuşan arkadaşlarımızın ortak görüşü, bu yasanın hayra alamet olmadığı ve geçmişi çağrıştırdığı yönünde. Bu yasa, var olan ortamın daha iyiye evrilmesine ket vuran, geriye çeken böyle bir içerikte. Yasa, “Yapılanlar karşılığıyla ödetilecek” sözünün arkasından gelmektedir. Kısasa kısastır, aşiret mantığıdır. Nefrete dayalı ve düşmanlığı körükleyen, iyileşmeyi ve ortaklaşmayı dinamitleyen ve farklı misillemeleri besleyen bir yasadır. Bu ülkede yasalarda engelleyici ne var, uygulanmayan yasa mı kaldı? 30 yıllık savaşta, faili meçhuller, toplu katliamlar, köylerin yakılması, cezaevlerinin doldurulması gibi şeyler yaşandı. Polis müdahalesi, OHAL, Jitem gibi şeyler uygulandı zaten ve çözüm olmadığı ortada. 2013’ten sonra barış deklarasyonu ile Türkiye yeni bir sürece adım attı, buradaki diyalogun önünü kesen yaklaşımlarla bunun gerçekleşmeyeceği ortada. Bu yasalar hepimizin mücadele gerekçesi olmalı; özgür ve onurlu yaşamı savunan insanlar olarak karanlık günlere dönmemek için hepimize sorumluluk düşüyor. Ancak bu sayede özlemini duyduğumuz demokratik ülkeye kavuşabiliriz.
Aydın Şimşek: İç güvenlik paketini tartıştığımız şu gündemde Kobani sürecinde Akp’nin ikircikli tutumu ve koridor meselesinde takındığı tavır toplumu gerdi ve olaylar yaşandı. Makul şüphe yani şüphenin yeterli sayılmasını öngören bir yasa, makul olmayan bir içerikle meclise sunuldu. Paketin tamamında bir doktrin var; tamamen önleyici polislik doktrini. Doktrin, “olmamış ama olacak olan bir suç vardır ve polis olmamış suçu önleyecektir. Suçla mücadele sadece yargının alanı olarak tanımlarsak; sadece işlenmiş suçlarla mücadele etmiş oluruz oysa bunun kadar önemli olan unsur, kamu düzenini bozma potansiyeli taşıyan kişi, grup ve olayları öngörerek onları önlemektir.”der. AKP Artık sınırlarına dayandı, toplumsal talepleri karşılayamaz hale geldi, çözüm olarak polisin baskısını gördü. Belirli sosyal yardımlarla gerçekten mağdur olan insanların bir kısmını sistem içinde tutarken, yoksul kesimlerin, LGBT’lerin ve kentte çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu yoksul vatandaşların derdine deva olarak bu paket gündeme geldi. İç Güvenlik Paketi kapsamı itibarı ile Polis ve Korku Cumhuriyeti, Polis Devleti, Polis Partisi vb görünümü veriyor. Ne getiriyor bu paket:
Aramalar kolaylaştırılıyor: Yani CMUK’un 116. Maddesi yumuşatılıyor. Önceden somut delillere dayalı kuvvetli şüphe gerekiyordu; ama makul şüphe geliyor. Yasanın mevcut halinde bu yönde bir arama kararı çıkarılabilmesi için ‘suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ olması gerekiyor. Teklif ile ‘somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüphe’ yeterli sayılıyor.
Avukatların soruşturma dosyasına ulaşım hakkı yeniden kısıtlanıyor: Mevcut Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153. Maddesi gereği savunma hakkının bu önemli parçası sınırlanamazken, teklif ile, ‘soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek’ durumlarda bu hakkın sınırlanabileceği öngörülüyor. Teklif yasalaşırsa birçok soruşturmada savunmanın soruşturma dosyasına ulaşım hakkının sınırlanacak.
Soruşturma sırasında el koyma yetkisi genişletiliyor: (CMUK’un 128. Mad.) 128’te düzenlenen, soruşturma sırasında şüpheli veya sanığın taşınmazlarına, alacaklarına ve genel olarak haklarına el koyma tedbirinin uygulama alanını genişletmeyi amaçlıyor. Yani hakkında henüz hüküm bulunmayan birisi için süren yargılama nedeniyle varlığına tedbir konacak.
Dinleme, gizli soruşturmacı kullanma ve teknik takip yetkileri genişletiliyor: CMUK’un 135,139. ve 140. maddelerinde var olan uzak iletişimin takibi, gizli soruşturmacı atanması veya teknik takip gibi tedbirlerin uygulanabileceği suçların listesi genişletiliyor. Soruşturma kapsamında telefonunuz dinlenecek, mesajlarınız takip edilecek ve polis sizi takip edebilecek.
Kamu görevlisine yan gözle bakan yanacak: TCK’nın 116 maddesinde de var; suç, bir kamu görevlisine karşı yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenirse, ağırlaştırıcı nedenle 2-5 yıl arası ceza verilecek. Zaten uygulanıyor bu.
Polisin olaylara müdahale yetkisi arttırılacak: Direkt hedef gözeterek vurabilecek, gaz atabilecek; karşılığında cezasızlık zırhıyla korunacak. Gözaltı süresinin ilk 24 saatinin yargı denetimi dışında olması, işkence ve kötü muamele riskini artırıyor.
Molotof kokteyli ateşli silah sayılacak: Hiç kimse Molotof kokteylinin barışçıl bir ifade biçimi olduğunu iddia etmeyecektir. Gerçekten de Türkiye’de elinde Molotof kokteyli ile bir gösteride yakalananlar hafif cezalara mı maruz kalmaktadır? Gerçek hiç de böyle değildir. Bu tarz gösterilerde bu şekilde yakalanan hemen bir şekilde bir örgütle ilişkilendirilmekte, faaliyetleri hemen ‘terör’ kategorisi altına sokulmakta ve bir anda haklarında istenen cezalar onlarca yıla ulaşmaktadır. Bu konuda Türkiye’de cezasızlık sorunu yaşandığı iddiası temelsizdir.
Ak Parti hükümeti Almanya’yı örnek vererek yola çıkmış görünüyor. Almanya da güneş gözlüğü, üstüne bere, üstüne kapüşon takılması bile bu kapsamda değerlendirilmemiştir. Daha da önemlisi başta Alman Anayasa Mahkemesi olmak üzere Alman yargısı toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını aynı seçimlere katılmak gibi temel bir siyasal katılım hakkı olarak görmekte ve bu hakka getirilen sınırlamaları sıkı denetime tabi tutmaktadır.
Soru-Cevap
Döne Yılmaz: Hükümet başlarda mağduriyet giderici yasalar yapıyordu ancak zamanla tutum değiştirdi. Hükümetin böylesi bir dönüş yapmasının nedeni sadece devletleşmesi mi yoksa toplumda birtakım unsurların bu sürece ket vuracak davranışlar içine girmesi de buna dahil mi?
Aydın Şimşek: Son dönemde gözaltına alınan ve cemaatçi olarak adlandırılan polislerin içeri alınmasına kuşkuyla bakıyorum. Silivri Cezaevi hukuk adına dolduruldu. Şimdi AKP ile ittifaka Sahne bir Silivri vakamız oldu. Hukuk herkese lazım. Tayip Erdoğan’a da lazım. Ak Parti’ye baktığımızda, Cumhuriyet’in defolu yanına sarıldığını görüyoruz. Artık Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasından çıkan her şey 21. Yy. padişahının çizgisidir. AK Parti, doğanın tahribinden, LGBT bireylerin haklarına ve kupon arazilerin satışına kadar yaşamın her alanında otoriterdir. Söz sahibi. Geçmişte her derde deva olarak “dış mihraklar” söylemi kullanıma sokulurdu.. Bugün tüm somut talepleri paralel diye boğmak, hukuku ise kendi duruşuna uygun şekilde yapılandırmak söz konusu. Bu durum 17–25 Aralık yolsuzluk süreç ile daha da belirgin hale geldi.
Enver Önder: Kürt sorununun çözümü konusunda Kürt kesiminin parlamentoda grup kuran bir partisi var. Neden çözüm parlamentoda tartışılmıyor da kişiler ya da gruplar aracılığıyla bir yerlere havale ediliyor ve çözüm aranıyor? Çözümün parlamentoda mı yoksa bugün olduğu gibi sokakta aranması mı daha sağlıklı?
Kemal Aktaş: Savunulacak olan meşru alan, parlamentonun kendisidir. Neden parti kurarak mücadele eder ve iktidarı hedeflersiniz? Programınız temelinde hedeflerinizi gerçekleştirmek için. Bu konuda geleneksel olarak partiler, Kürt sorununa yönelik çözümü parlamentoda aramış. Dünyanın 30 ülkesinde Kobani ile dayanışma için çağrı yapılıyor; İç İşleri Bakanı diyor ki, sokağa çıkmak yasadışıdır, gereği neyse önlemini alacağız diyor. 6-7 Ekim olaylarının hassasiyetine dikkat çekmek ayrıdır; ama sokağa çıkmayı yasadışı ilan etmek terörize etmektir. İnsanlar gösteri, yürüyüş, toplantı hakkını kullanacak, sen müdahale edeceksin; ortam bu durumda çatışma alanına dönüşmüyor mu? Parlamento dışındaki arayışların yanı sıra İmralı’da Sayın Öcalan ile yürütülen tartışma da parlamentonun bu işe el atması gerektiği, komisyonların kurulması gerektiği yönünde. Bu süreç farklı seçim hesapları ve itibar inşası gibi gerekçelerle heba edilince, toplumda birikimler patlak veriyor. Sokakta değil elbette parlamentoda çözüm aranmalı ancak engelleyici unsurlar nedeniyle böyle şeyler yaşanabiliyor.
Osman Karyağdı: Seçim dönemde bazı akrabalarım, Demirtaş’ın PKK’cı olmadığını bilsem, ona oy veririm gibi bir yorum getirdiler. Ben bunu çok kişiden duydum. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde dili çok makul ve barışçıldı. Ancak şimdi söylemi mi değişti, farklılaştı mı? Gerekli hassasiyeti gösterdiğini düşünüyor musunuz?
Kemal Aktaş: Demirtaş’ın yaşananlardan daha güçlü sonuçlar çıkardığını, farklı projeksiyonlarla değerlendirdiğini biliyorum. Cumhuriyet’in defolu yönlerine tekrar sarılmak, algıları değiştiriyor. Ölen 48 insanın vebali Selahattin’e yükleniyor. Siyasi iktidar neden böyle bir algı oluşturdu? Türkiye toplumunda ezilenlere ve dışlanan her kesime hitap edebilen biri neden günah keçisi ilan edildi? Müzakere sürecinde karşılıklı tartışmaların yürütüldüğü bir kişi neden böyle oldu? Basın-yayın tek yönlü yayın yapıyor. Salih Müslim ve Asya Abdullah telefon açarak diyor ki; “Eğer sizler insanlar olarak ne yapacaksanız şimdi yapın, burada büyük bir katliam yaşanacak, yeni bir Halepçe ve Şengal yaratılmak istenmiyorsa harekete geçin” çağrısı yapıldı. Kürtlere böyle bir çağrı vardır; “İmdada gelin”. Türkçesi yetmiyor yani. Sahiplenme günüdür. Benim ablam, teyzelerim, yeğenlerim orada; insanlığın yanı başımızda ölümüne nasıl sessiz kalabilirim; ben sokağa çıkmazsam kim çıkacak? Demirtaş, söz bitti dedi. Kobani’ye insanlık adına, bir halkın soykırımdan geçmemesi için sorumluluğa davet etti herkesi; şiddet çağrısı yapmadı ki. Ama siz Antep’te bir ülkenin cumhurbaşkanı olarak “Kobani düştü düşecek” beklentisini yaratırsanız, IŞİD ile PKK ve YPG’yi, orada direnenleri; insanları katleden ve kadınların ırzına geçenleri, kendi toprağını ve namusunu korumaya çalışanlarla bir tutarsanız; infiale yol açarsınız. Kimsenin tasvip etmediği linç girişimlerine, korkunç ölümlere neden olursunuz. Neden bunu görmüyoruz? Dünden beri yeni bir linç girişimi var. 6 eşbaşkanımız, hükümet barışçıl, demokratik girişimlere saygı duysun diye çağrı yapıyor. Bu çağrı, Kobani ile 30 ülkenin yaptığı dayanışmadan başka bir şey değildir. Ama hükümet terörize ediyor ve bu nedenle polise ihtiyaç duyuyor. Demirtaş değişmemiştir, değişen hükümetin bastırmacı, yasaklayıcı arayışlarıdır.
Döne Yılmaz: Doğrudan bana hitap edildiği için bir şeyler söylemek istiyorum.
Osman Karyağdı: Herkese hitaben söylendi.
Yaşar Seyman: Peki, pozitif ayrımcılık yaptım, buyurun.
Döne Yılmaz: Bir vatandaş olarak hükümet savunucusu gibi görünmekten rahatsızım. Yaşananlardan ıstırap duyuyorum. Şiddete karşıyız ama dil şiddeti doğurur, dil şiddeti kullandığı müddetçe karşılıklı suçlamalar yaşanıyor. Benim vatandaş olarak gördüğüm şu; bana ne olursa olsun barıştan yana olduğunu söyleyen Aysel Tuğluk’un polise taş atması, şiddete karşı olduğu düşüncesi uyandırmıyor.
Yaşar Seyman: Siyaset ve toplumsal mücadele dille yapılır. Bir dil uzmanı diyor ki, dil aklın ayak izidir. Dil insanı beyan eder. Savaş çok kolaydır, barış dünyanın her yerinde çok zordur. Barışı işlemek, barışçıl bir dille olur, sevgiyle ve önyargısızca olur. Ben de Kobani’ye gittim. Döndük, misliyle sloganı ve bugün güvenlik paketi. Bunları tartışırken, ben de yurttaş olarak diyorum ki, oy verdiğimiz partilerden daha demokrat ve aydın davranmamız gerekiyor.
Semih Dikkatli: 27 yıl içeride kalma gücünü kendisine veren ideoloji neydi, şu andaki siyasi görüşü ne? Selahattin Demirtaş’ın, toplumsal olayları gerçekleştiremeye çağrı yapan kişinin Gezi eylemcilerini terörist gibi algılaması yakıştı mı ona?
Yaşar Seyman: Şöyle bir açıklama yapma gereği duyuyorum. Selahattin Demirtaş genel başkan olduğu için bunu sorabilirsiniz yoksa herhangi bir milletvekili olsa ve burada olmasa, onun bu kadar polemik konusu yapılmasını doğru bulmam.
Kemal Aktaş: Ben 2002’de dışarı çıktıktan sonra, 20 yıl yatmış 5 arkadaş bir aradaydık. Bir doktor arkadaş, “ben sizi doktor olarak çok merak ediyorum, aklım kaldırmıyor; 20 yıl içerde kalmış insanlar nasıl bu kadar neşeli, sistematik düşünebiliyor? Sizinle bir gün tıbben konuşmak istiyorum, bunun sırrı nedir?” Bunun sırrı güçlü bir irade ve inandığın dava. Benim davam insanlık davasıdır. Ben insanlığın temel birikimlerinin hepsinin savunucusuyum; hem Kürt halkının hem tüm insanların. Bugün herkes Kürt vardır diyebiliyor. KCK operasyonlarında biz anlaşılmayan bir dille konuştuk. Ben Kürt davası için bölücü terörist bir örgütün üyesi olarak yargılanıyorum, Kürtler için yargılanıyorum ama Kürtçe konuşmam yasak, düşünebiliyor musunuz? İki yıldan sonra direniş sonucu yasal düzenleme geldi. Elbette kendi halkımın özgürlüğünün yanı sıra dışlanmış, hakları elişnden alınmış tüm halkların özgür, eşit ve ilerde barış içinde yaşayacağı bir coğrafya, ülke tahayyül ediyorum. Kürtlerin bir devleti olsun, bayrağı olsun diye bir düşünce yok. Bu evrensel çağda devlet kurmak başa bela bir iş. Ben öz kimliğimle, öz varlığımla yaşamak istiyorum. Diyarbakır’da vahşet sürecini yaşadık. 3 yıla yakın bize “Ben Türk’üm” dedirttiler. Ya öleceksin ya da komutanın önünde esas duruşta “ Ben Türk’üm” diye haykırıp bayrağın önünde selam vereceksin. Yaşanan bir halkın soykırımdır, kimliğinin ortadan kaldırılmasıydı. Hitler’i 1940’larda Yahudilere yaktığı için lanetlemiyor muyuz. Ama Hitler Yahudilere Alman olduklarını söyletmedi. Bize yatılı okuduğum ilkokulda da “Ne Kürt’ün ne Arap’ım; Türk oğlu Türk’üm” diye yürüyüş yaptırıyorlardı. Ben bu süreçlerden gelmiş biri olarak ifade ediyorum. Bunlar size abartılı gelebilir ama yaşandı. Sadece Kürtler için değil, Musul Kerkük’te yaşananlara da bu partinin sessiz kalmadığını söylüyorum. Gezi eylemleri sırasında içerdeydim. Sürece geç dahil olunduğu konusunda eleştiriler getirilebilir ama eylemlerin sonradan neye dönüştüğünü iyi biliyoruz bazı illerde. Şovenist ve amacının dışına taşan bir yöne dönüştüğünü biliyoruz. Fırsatçı damarlar göz ardı edilmemeli.
Aydın Şimşek: Kemal Ağabey cezaevinde olduğu için bilgi eksikliği olabilir. Selahattin Demirtaş’ın özellikle ırkı- faşist söylemleri olan Türk Solu çevresi için bir değerlendirme yaptı, Gezicilere terörist demedi.. Bazı anlayışların orada olayı saptırdığına yönelik tedbir geliştirmek gerektiğini söyledi ama geneli itibariyle düşündüğümüzde, BDP’nin yerinde olsak şunu yapardık: 100 yıllık bir sorunu kuyruğundan yakalamışız, kendimizi oraya koyduğumuzda ben BDP’nin yaptığını doğru buluyorum. Onlar destek verdiklerini söyleseler dahi destek vermemesini reel siyaset açısından anlaşılır görüyorum.
Semih Dikkatli: Makyavelist bir bakış açısı.
Aydın Şimşek: Semih Bey’in söylediğinin arkaik bir sol söylem olduğunu görebiliyorum. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin neye tekabül ettiği ekseninde bir noktaya getirmek istiyor. Latin Amerika da hareketlerin mayalanmasında Kiliselerin ve Papazların rolü olmuştur. Bu duruma ne demeliyiz? Bu durum bilindik okumalarla açıklanamaz. Her durumu donmuş doktrinlerle açıklamak doğru değil. Atatürk bu ulusu ulus yapmadan önce Divan-ı Harp’te terörist olarak yargılandı ve Türk ulusunu kurdu. Terörist ile kahraman olma arasındaki inci çizgi şudur: Başarırsanız kahramansınız, başaramazsanız teröristsiniz. IŞİD’e şimdi terörist denip denmemesini muhalefet malzemesi yapanları anlayamıyorum. Yıllarca devrimcilere de terörist dendi. Erdoğan’ın birilerine terörist deyip dememesi kıstas oldu. Terörizm, siyasal, dinsel veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımıdır. Bu yolun gereklerini yapanlara da terörist denir. Daha çok resmi bir söylem olarak “aşağılamak” yerine kullanılır. Yıllarca anarşi/anarşist bu ülkede terörizm ve terörist yerine kullanıldı. Yıllarca bizlere de söylendi. Mandela 27 yıl terörist olarak hapis yattı; bugün Abdullah Öcalan terörizm davasından İmralı’dadır. Atatürk de bir dönem terörist ilan edildi, bir ulusu ulus yapınca ulusun Ata’sı ve kahramanı oldu. Kürt özgürlük hareketinin gelmiş olduğu nokta, iç metinlerine bakarsak; özgür vatanda demokratik ulus yaklaşımı var. Küreselleşen dünyada ulus devlet formu artık ömrünü doldurmuştur. Burjuva Demokratik Devrimini tamamlamış Avrupa ülkeleri ve dünyanın diğer ülkeleri (az gelişmiş) dahil, IŞİD’e eleman gönderirken, Kobâne’de IŞİD’e katılan bir tane insan çıkmamıştır. Orada birden çok halklar var ve birlikte özgürce bir yaşam inşa ediyorlar, seküler yanları çok belirgin. IŞİD Kürt düşmanı olduğu için Kobane’ye saldırmıyor. IŞİD orada Kobâne modelini esas alacak olan Kürt’ü de, Türk’ü de, Laz’ı da, Çerkez’i de hedefine koyar.
Belgin Çelik: Ben de bir Türk olarak bu ceberut devletten çok çektim. Hayatımda ilk defa 70’lerde bir Kürtçe şarkı dinliyoruz, gestapolar geldi götürdü, işkence gördük. Yanımdaki adam Kürt olduğu için ben de Türk olarak Kürtçe şarkı dinlediğim için işkence gördük. Aynı! Anlatacak çok şeyimiz var. Bu yasa için hiçbir ayrım gözetmeden direnmeliyiz. O kapı çaldığında hepimiz açacağız. Teşekkürler.
Ferhat Aznevi: Acaba 7-8 Ekim olaylarında demokratik tepkide bulunmanın, kitlesel gösteri yapmanın sınırları sizce aşılmış mıdır; özeleştiri ile bakacak olursanız?
Kemal Aktaş: Aşıldığı açıktır. Bunlar araştırma konusu. Meclis ya da insan hakları kuruluşları bunu araştıracak belki. Bunlarla paralel gelişen bazı olaylar var, örneğin Bingöl’de. Buna ilişkin saldırının ardından 4 kişi infaz edildi, hükümet intikam alınmıştır deyip polisleri kutladılar. Sonraları basın bu insanların tek tek kimlikleri açıklandı. Bir tanesi gerilla, biri memur, diğerleri de sivil. Böylesi olaylar hep muamma olarak kalıyor, gizlilik kararı nedeniyle sorgulanamıyor. Bingöl olayında da benzer bir şey yaşandı. Grup Başkanvekilimiz İdris Baluken orada yaptığı soruşturma sonrasındaki çelişkili delillerden hareketle meclis araştırma önergesi vererek bir komisyon oluşturulması ve konunun araştırılmasını istedi ama reddedildi. Neden? Bu failleri zaten infaz etmişsiniz, kamuoyuna neden açıklama yapmıyorsunuz; burası madem demokratik bir hukuk devleti? Başbağlar Katliamı hala muamma içinde değil mi? Bu ülkede barışı istiyorsanız, geçmişle yüzleşmelisiniz. Erdoğan, niye Dersim katliamını sırf CHP’yi suçlamak için katliam olarak nitelendirdi; böyle olmaz. Böyle güven tesis edilmez. Legal mekanizmalar çalıştırılmalı, tek taraflı dezenformasyonla bunu sağlayamazsınız. Demokratikleşme sürecinin ardından yine yasalarla geriye dönülmeye çalışılıyor. STK’ların devreye girmesi devleti sınırlandıracaktır. İrade ortaya çıkacaktır. Çözüm süreci biz bu iradeyi ortaya koyduğumuzda tesis edilecektir.
Yaşar Seyman: Umarım Türkiye’nin tarihindeki karanlık sayfalar açılır ve çözülür. Berlin Parlamentosu’nun önündeki Yahudi Anıtı gibi, Taksim’de 1 Mayıs Anıtı gibi, Roboski gibi çok sayıda karanlık olay var. Her ülkenin tarihinde karanlık olaylar var. Başta da söylediğim gibi bu güvenlik paketi “misliyle karşılık bulacaktır” sloganından hareketle ortaya çıkmıştır. Bu mu bireyini korutan çağdaş devlet? Dünyanın neresinde zorlayıcı kurallar koyarak kamu düzeni sağlanmış? Çağdaş devletin görevi bireyi terbiye etmek değil, bireyin hak ve hukukunu, yaşam koşullarını düzeltmektir. Ülkemizde devleti birey koruyor. Çağdaş devlet bireyini korur. Polis devleti olmanın getirdiği bir yasadır bu. Hangi dünya görüşünden olursak olalım, aidiyetlerimiz ne olursa olsun bu yasanın karşısında direnelim.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / İç Güvenlik Paketi gibi yasal düzenlemeler, iktidarın devletin iyi yönetmemesinden ve kendi iktidarını ve çıkarlarını sürdürmek ve koruma altına almak adına başvurduğu yöntemler olarak görülüyor.
2 / Sokağa çıkmak, toplantı, gösteri ve yürüyüş yapmak insanların yasayla güvence altına alınmış bir hakkıdır. Baskı ve şiddet yoluyla insanların demokratik hakları ellerinden alınamaz.
3 / Makul şüphe uygulaması, polisi ve kolluk güçlerini keyfi uygulamalara sevk edebilir.
DEĞERLENDİRME
Gündem konusu “İç Güvenlik Yasası ve Yaşantımıza Getirebilecekleri” olarak belirlenen toplantı, video sunumu ile başladı. İlk bölümde sivil toplum örgütleri 5’er dakikalık konuşmalarını yaptı. İkinci bölümde milletvekili ve siyasi parti temsilcisi, moderatörün katılımcıların da onayını almasıyla 10 dakikalık konuşma yaptılar ve ardından kendilerine yöneltilmiş olan soruları yanıtladılar. Zaman zaman çok kısa karşılıklı ve söz almadan konuşmalar oldu ancak moderatör Yaşar Seyman tatlı sert bir üslupla karşılıklı konuşmaları sonlandırdı ya da söz hakkı doğan kişilere konuşma hakkı verdi. Sivil toplum örgütü katılımcıları moderasyondan son derece memnun kaldılar. Daha önceki toplantıların altında bir katılımcı sayısı vardı; bunun nedeni mekanın merkeze uzaklığı, 1 Kasım Kobani günü dolayısıyla bazı örgütlerin eyleme katılmasına bağlanabilir.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
320 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu