YER: Anadolu Gençlik Federasyonu Toplantı, Necatibey Cad. No: 20/8 Kat: 3 Sıhhiye
TARİH: 11 Ekim Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Hayat Sende Gençlik Akademisi (Nizamettin Alan – Stajyer)
2 / Marmara Vakfı (Hüseyin Avcı – Mütevelli)
3 / Anka LGBT (Rıdvan Akyüz – Üye)
4 / Anadolu Kültürünü Koruma ve Araştırma Vakfı (İsmet Erdoğan – Başkan)
5 / Ankara 78’liler Girişimi (Metin Uzunöz – Başkan)
6 / Ankara Kültür Derneği (Sebahattin Gökmen – Başkan)
7 / Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu (Yusuf Şahin – Başkan)
8 / Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – CEİD (Göksu Günay – Üye)
9 / Doğal Yaşam Derneği (Yıldırım Kaya – Başkan)
10 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
11 / Kafkas Dernekleri Federasyonu (Ömer Atalar – YK Üyesi)
12 / Sosyal Demokrasi Derneği (Kemal Akkurt– YK Üyesi )
13 / Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği (Serap Maktav– Üye)
14 / Türk Mühendisler Birliği Derneği (Mükremin Barut – Üye)
15 / Anadolu Gençlik Federasyonu (Uğur Sağın – Gen. Bşk. Yrd.)
16 / Ankara Kadın Girişimciler Derneği – ANGİKAD (Meral Güler– Üye)
17 / Türkiye Barış Meclisi (İmam Canpolat – Üye)
18 / Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği (Mete Güner – Üye)
19 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Üye)
SENDİKALAR
1 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
2 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı – YK Üyesi)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Ali Şahin (Ak Parti Gaziantep MV)
2 / Hasip Kaplan (HDP Şırnak MV)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Ayhan Bilgen (HDP)
DİĞER KATILIMCILAR
10 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Zeynep Dağı
GENEL KONU: Ortadoğu’da Değişen Dengeler ve Türkiye’nin Dış Politikası
KONUŞULANLAR
Zeynep Dağı: Gündem çok sıcak, sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz. Sadece yakın coğrafyayı değil, tüm uluslar arası sistemi doğrudan etkileyen kaotik durumu çok tetikleyecek gelişmelerle iç içeyiz. Tam da diyalogun, karşılıklı anlayışın, doğru politika üretmenin zamanı. Bu da karşılıklı fikir alışverişiyle olabilecek bir şey. Türkiye küçük Millet Meclisi, arkadaşların çabalarıyla altı yılı doldurmuş. Zaman çabuk geçmiş. Ben başta altı ay devam eder diye düşünüyordum, maşallah 6 yılı doldurmuşlar. Onların bu çabası saygıya değer. Arap baharıyla başlayan bir süreçle karşı karşıyayız. Ahmet Türk ile bir vesileyle röportaj yapmıştım. O da şöyle demişti: “Bu iş, Suriye’de boğulacak.” Onu doğrulayan bir süreci yaşıyoruz. Dini, tarihi ve kültürüyle çok iç içeymişiz sandığımız bölgenin aslında çok dışında kalmışız. Bu nedenle gelişmeleri doğru okumak kolay değil. Osmanlı’dan bu yana bu toplum hep Avrupa yönelimli olmuş. Avrupa ve Avrupalılık kimliği baskın olmuş. Ortadoğu ile kader birliği yaptığımız zamanlar olsa da genellikle sırtımızı dönmüşüz birbirimize. Bölgeyi anlamak ve ilişkileri sağlam zeminde yürütme sorumluluğumuz var bugün. İlk sözü sivil toplum örgütlerimize vererek başlayalım.
Metin Uzunöz: Küresel dünya eski statüsünü yeniden tasarlamak için ABD’nin başını çektiği Ortadoğu stratejisi Suriye’de istenilen plan henüz hayata geçirilememiştir. Bunun nedeni, Rusya, Çin, İran vb. ülkelerin direnişi ve ABD bloğundaki fikir ayrılığıdır. Bloktaki Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Mısır Sünni blok dayanışmasının daha etkili rol üstlenme isteği de bunda rol oynamıştır. Türkiye İsrail’le çelişkilerini derinleştirirken, Irak’ta Şii maliki hükümeti ile çelişkilerden Sünnilerin desteğini alma becerisini göstermiştir Barzani ile diğer Kürt oluşumlardan ayrı ilişkiler geliştirmiş, İmralı üzerinden çözüm süreci diyalogu geliştirmiş, Suriye’ye döndüğünde IŞİD ile kabul etmese de dirsek temasında bulunulmuştur. Türkiye’de çözüm sürecinin tehlikeye girmesi, oyalanılması Rojava’daki kantonlardan oluşan halklar ve kültürlerden toplumların ortak yönetiminden duyulan rahatsızlıktır. Türkiye’nin IŞİD’e destek olmasının nedenleri şöyledir: Suriye’de Sunni İslam yönetimi hedeflemiştir. PKK’yı Rojava’ya yönlendirerek orada savaşmasını ve zayıflatıp çözüm sürecinde elini güçlendirmek istemiştir. Rojava Kürtleri üzerinden PYD inisiyatifini kırmak, Kürtleri Türk devletine sığınmaya zorlamak, tampon bölge oluşturup Türk inisiyatifini Suriye’de etkin kılmaktır. Hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanının PKK ve IŞİD’i aynı kefede değerlendirmesi, güvensizliği derinleştirmiş, Kobani üzerindeki genel duyarsızlık ve yalnızlaştırma, insanlık trajedisi yaşanırken çözüm sürecinin KCK, PKK ve hükümet kanadı genel kurmay ve cumhurbaşkanının açıklaması, Güvenlik zirvesi sonrasındaki açıklamalar, sokağa çıkma yasakları, Kobane protestolarının provokasyona yönelik davranış ve eylemler kaos ortamını derinleştirmiştir.
Mükremin Barut: İş nedeniyle Kuzey Irak Kürdistan bölgesine (Başur) gittiğimde Süleymaniye, Erbil, Duhok gibi şehirlerde yaşayan insanların bizimle çok benzeştiğini gördüm. Sekülerliğimiz benziyor; dindarlığımız da; siyasetimiz de sosyal demokratlığımız da benziyor. Bu kader birliğinin Müslümanlıktan çok daha önce pagan inanç dönemine dayandığını, geleneklerinin çok benzediğini, töre toplumları olduğumuzu görüyoruz. Sykes-Picot Antlaşması (20 Mart 1916’da) var; Rusya, İngiltere ve Almanya’nın içinde olduğu, Ortadoğu’da emperyal amaçlarla imzalanmış gizli bir antlaşma. Sovyetlerde devrim olduktan sonra Lenin bu anlaşmayı afişe ediyor. 1922’de Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması’nda Sykes-Picot Antlaşmasındaki sınırlar bir şekilde kesinleştiriliyor. Sakarya’da, Gelibolu’da, Çanakkale’de savaşan gençler, Suriye’den ve Irak’tan olan gençler. Böyle bir çelişki var. Bugün Kobane’de kıyamet kopuyor. YPG güçleri IŞİD’e karşı mücadele veriyor. Salih Müslim Türkiye’ye geliyor; yardım istemiyoruz, sınırı bizim için açın, silahlarımız gelsin, bu mücadeleyi sürdürelim diyor, yanıt verilmiyor. Sormak istiyorum: Bizim Ortadoğu’da yürüttüğümüz mücadelenin adına diplomasi denir mi? Cumhurbaşkanının bu konuda kullandığı dili diplomatik buluyor muyuz? Bana göre bu bir diplomasi örneği değil. Bizim başka ülkelerin gelecekleri ya da kaderlerini tayin etmek konusundaki sözümüz biraz daha farklı bir zeminde olmalı.
Ömer Atalar: İki konuya değinmek istiyorum: Birincisi; basın özgürlüğünün Kobani’ye etkisi. Yaşadığımız havuz sisteminde televizyon tek kanaldan yayın yapıyor. Böyle bir ortamda fikir tartışılamıyor. Biz bu havuzla iktidarı sürdürüyor ve sorunları bertaraf ediyoruz. Kürtler bu tezkereye neden karşı? Kürt yaralıları, PYD yaralıları sınırda 4-5 saat bekletiliyor ve ölenler var fakat bundan Batı kamuoyunun haberi yok. Dolayısıyla Batı durumu şöyle okuyor: Bu Kürtler zaten ayrılıkçı, fırsat kolluyorlardı. Kobani’yi fırsat bilip saldırdılar, camı çerçeveyi, bankamatiği yaktılar, ne vahşi insanlar. Bunun arka planına ilişkin basında hiçbir şey yok. Neden, ne oluyor orada? Aydın bildiğimiz kişiler bile Kobani’den 160 bin kişi geldi, devlet bunları karşıladı, konaklattı diyor. Sınırda 160 bin kişilik kamplar yok. Fakir halkın kendi evlerini paylaşmasıyla hayatta kaldı mülteciler. İkinci bir nokta da şu; IŞİD’e bir destek verdik, resmi olarak kimse bunu ispat edemez (!) Üst düzey açıklamalar bu yönde. Esad’ı düşürmeye aşırı odaklanmış bir politikamız var ve bu politikanın Ak Parti içinde dahi çeşitli kademelerde eleştirildiğini duyuyoruz. Endişem şu: Esad’a odaklanan politikamızda çözüm sürecini, Kürt sorununa ilişkin atılan adımları dinamitlediğimizi fark edemedik. Kobani’de bir tepki gösterilmeliydi; tepki olmayınca Kürtler de reaksiyon gösterdi. Yine bunu basında okuyamıyoruz.
Hüseyin Avcı: Yazılı tarihten bu yana Ortadoğu’nun kaderi böyle. İnanç çatışmaları ve ekonomik nedenler var. Tüm bunlar geçmişte kaldı. Televizyon izlediğimde görüyorum; sanırsınız ki Türkiye yerle bir oldu. Basın yangına körükle gidiyor. Ortamı gerecek ne kadar şey varsa televizyonda. Ülkelerin demografik yapılarına bakarsanız, bizim Suriye’den, Irak’tan farkımız yok. Oralarda da ülkemizde de Türk, Kürt, Arap, Sünni, Alevi var. Bu çatışmalar yıllardır sürüyor. Kobani söz konusu olunca kıyamet koptu. Bugüne kadar ölenler insan değil miydi? Kobani’de ne var, Kürtler öldürülüyor. Kürtleri kurtarmak için Türkiye kapılarını açmadı mı? Türkiye bu insanlara kucak açarken, sen neden askerleri taşlıyorsun? Bir kadın milletvekili polisi taşlıyor. Bunlar hiç yakışık alacak şeyler değil. Kobani’de Kürtlerin hakkını savunuyorsun ama Türkiye’deki Kürtleri öldürüyorsun. 30 küsur insan ölmüş, tamamı Kürt. Siz neyin savunmasını yapıyorsunuz? Bu ülke bizim; Türk, Kürt, Alevi, Çerkez hepsiyle bizim. Hepimiz buna sahip çıkmalıyız. Bu ülkenin barışa, sükunete ihtiyacı var. Kobani’de ölenler de bizim kardeşlerimiz, dindaşlarımız. Ama oradaki ölümlerin önüne geçeceğiz diye buradakileri neden öldürüyorsunuz? Resmi açıklamalara göre binden fazla işyeri, araç, okul imha edilmiş. İnsanlar ölmüş. Yazık değil mi? Türkiye IŞİD’e yardım etmiş etmemiş, beni ilgilendirmiyor, ben bunu bilmem. Ancak herkesten özellikle HDP mensubu olan arkadaşlardan rica ediyorum; lütfen bu ülkedeki bu ateş sönsün artık.
Osman Karyağdı: İsrail denilen bir devlet olduğu müddetçe Ortadoğu’da huzur bulunabileceğine inanmıyorum. Biz Kürtler ve Türk kardeşlerimiz de bu oyuna geliyoruz. Seçim döneminde Trakya’da HDP’nin taşlanmasına tepki gösterdik. Ancak bakıyorum HDP de Diyarbakır’da Ak Parti seçim bürosuna Molotof atıyor. Zalim misiniz mazlum musunuz? Ben bir Kürdistan bölgesinde bunları istemiyorum. Bizim kardeşliğimiz ne bir Türk’ün ne de bir Kürt’ün bozmaya hakkı var. Evet, biz acılar yaşadık, zulme direneceğiz ama zulme direnirken de zalimleşmemeliyiz. Batman’daki arkadaşlarım işyerlerinin talan edildiğini söylüyor; IŞİD’ten ne farkı var? Çözüm süreci diye bir süreç var. Eksikleri çok ama güzel bir şekilde de ilerlediğine inanıyorum. Benim direncim insanlık suçu işleyen herkese karşı. Bizim bu şekilde bir tavır geliştirmemiz gerekiyor. Siyasi partilerin de sorumluluk geliştirmesi gerekiyor. Kobani için canımız çok acıyor ama zalim örgüte karşı senin yaptığının IŞİD’ten farkı ne? Bu farkı HDP vekilimize de soru olarak yönelteyim.
Serap Maktav: Dış politikaya dönerek iç politikayı çözemeyiz. Çünkü şu anda Türkiye’nin durumu büyük sorunlara gebe. Kimisinin 2 milyon kimisinin daha fazla dediği Suriyeli ve Iraklı, Türkiye’ye geldi; kaç kişi geldi, nereye geldi, nereye gitti bilmiyoruz. Bu insanlar nerede barınıyor, onlara kimlere destek veriyor; istatistik olarak bize verilmiyor. Bu kadar insan varsa gelenlerin yüzde ellisinden fazlasının çocuk ve kadın olduğu söyleniyor; peki bizim bir eğitim, sağlık, istihdam, barınma politikamızın neresine oturacak bu insanlar? Bu konuda hiçbir bilgi yok. Zaten Türkiye’de yaşayan çocuklarımızın sağlık ve diğer konulardaki sorunları artarak büyüyor. Biz gelen mülteciler için ne yapacağız? Çocuk felci geldiği için aşılama kampanyası yapıldığını duydum. Sağlık ve eğitim politikamız ne olacak? Yarın çok büyük sorun olacak bu. Savaşın yıllarca süreceği söyleniyor. Bizim gelen bu insanlara karşı ne gibi bir politikamız var? Bu konuya nasıl çözüm bulacaklarını hem iktidara hem de diğer partilere sormak istiyorum.
İmam Canpolat: Dış politikamız iç politikayla da çok bağlantılı. Son olayları tetikleyen de Türkiye’nin dış politikasıdır. Ortadoğu’da 40 milyona yakın Kürt nüfus vardır. Sykes-Picot ve Lozan ile beraber bu halk inkar edildi. Kürtler bugün gasp edilen haklarının iadesini istiyorlar, 40 senedir bunun mücadelesini veriyorlar. Türkiye dış politikasını Kürtlerin statü sahibi olmaması, terörist ilan edilmeleri üzerine kurmuş; özellikle Ortadoğu politikasını. Siz 40 milyon kişilik bir halkı terörist ilan edemezsiniz. Böyle bir dış politikayla baştan kaybedersiniz. Ayrıca yeni Osmanlıcılık politikası yürütülüyor. Kürtleri aşan, Arapları da sınırların içine almaya çalışan bir politika bu. IŞİD, yeni Osmanlıcılık düşüncesinin ürünü ve Türkiye de başrolde, Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte. Bunun projelendirilmesinde Batılı devletler de büyük rol sahibidir. Bunların hepsini birlikte düşünmeliyiz. IŞİD meselesi, Ortadoğu’yu teslim almak için saydığım tüm devletlerin ortaklaşa yarattığı bir canavar. Kürtler direndiği ve emperyalist sisteme boyun eğmedikleri için Kürtleri terbiye ediyor şimdi. Acımasız eleştiriler geldi, vicdanen rahatsız oluyorum. Polisin müdahale etmediği hiçbir olayda şimdiye kadar olay çıkmadı. Ak Parti iktidarı süresince, demokratik bir hak olarak eylem yapan bir sürü insan katledildi, hangisinin hesabı soruldu? Göçlerle ilgili verilen rakamlar da yanlış. Ben de Kobani’ye gittim ve kanton yetkilileriyle görüştüm; söylenen rakam 60-70 bin. Türkiye’nin dış politikasına malzeme oluşturmak için söylenen bir şey bu.
Yakup Göker: Türkiye’de geçmişten bugüne olaylar oluyor. Hep bir komplo, oyun. Bir çıkmaz içine çekilmeye çalışılıyor. Öyle bir zaman geldi ki şu anda Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Alevi’siyle, Sünni’siyle, sağcısıyla, solcusuyla birleşme ve kenetlenme zamanı. Kobani’deki kardeşlerimiz Türkiye’ye giriyorlar. Oradaki yakınlarımıza, akrabalarımıza, sokakta eylem yaparak, canımıza malımıza kast ederek değil, onları siyaset meydanında savunarak yardımcı olabiliriz. Böyle bir üslup geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Zeynep Dağı: Dış dinamikler çok önemli. Biz hep dışarıya nifak tohumları attığımız için içerideki dinamikleri de sıfırlamamıza neden oluyor. İçerde de sorun var, bölgenin kendi dinamiklerinde de. Dışarıdan düğmeye basıyorlar ve hepimiz robotuz sanki. Böyle bir şey yok. Toplumun dinamiklerini de göz önüne almak lazım. Ben robot değilim, kimsenin de öyle olmadığını düşünüyorum. Herkesin kendi tercihlerinin ve beslendiği kaynakların olduğunu düşünüyorum. Tayyip Erdoğan gitti, Amerika’dan icazet aldı, başbakan oldu. Kürt sorununa gelince; biz zaten iyi anlaşıyoruz, kardeşiz biz (!) Böyleydi evet ama Diyarbakır Cezaevi’ndeki gibi olaylar oldu. Anadili yasaklayan rejimlerle yaşadık.
Belgin Çelik: Barış sürecinden söz ediyoruz. Gezi olayları yaşandı, orada 8 kişi, bugün 36 kişi gitti. Yapılanlar sadece Türkmen ya da Ezidi kadınlara değil, tüm kadınlara yapıldı. Gaziantep’te son yaşananlara bakın. 4 ölü var. Sükunet çağrıları yetmiyor. 10 il gezdim. Mersin’de Suriyeli kadınlar parayla satılıyor, bunlar hiç dile geliyor mu? Biz genelevleri kapatıyoruz, getirdiklerimizi piyasaya sürüyoruz, sağlıksız seks işçilerine mecbur bırakıyoruz. Ben hala Sağlık Bakanlığı’ndan kondom alamıyorum. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar çığ gibi büyüyor. Konuşuyoruz bir sürü sığınmacı aldık diye ama kadınlar sokaklarda 5 liraya çalışıyor. Ebola kapımızda, IŞİD’ten daha beter. Sağlık bakanlığı yetkileriyle görüşüyorum, susuyorlar çünkü korkuyorlar. Uyuşturucu had safhada. Fare zehri kiremit tozuyla karıştırılıp hap diye satılıyor; Doğu’da da, batıda da. Antalya’da köylere kadar inmiş. Birbirimizi suçlama yerine birlikte yapabileceklerimize bakalım. Artık liderlerin de daha yapıcı olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Göksu Günay: Uzun zamandır günleri kutlayamıyoruz sıcak günlerden geçtiğimiz için. Bugün Dünya Kız Çocukları Günü derken aklıma Suruç ve Kobani geliyor. Oralarda gittim. Orada yaşananları yaşayanlar dram olarak nitelendirdi ama ben trajedi diyorum çünkü orada bir katliam var. Kobani’deki direnişi küçümseyemeyiz. Oradaki halk yaşadığı kenti savunuyor ve beni en çok etkileyen de orada bir kadın devrimi olması. Türkiye henüz bunun farkında değil ama orada çoğunlukla kadınlar çarpışıyor. IŞİD’in en büyük korkusu bir kadın tarafından öldürülmekmiş çünkü şehit olamıyor ve cennete gidemiyorlarmış. Birecik’e 30 bin kişi gitmiş ve evlerde 30-40 kişi kalıyormuş. Yöre halkı çok yardım ediyor ama orası da zengin bir bölge değil çünkü 3 yıldır tarım yapamıyorlarmış, hayvancılık da yapamıyorlarmış. Savaş vurgunları da yaşanıyor. Sınırdan geçerken de askerlerin ve korucuların hayvanlarına el koyduklarını ve aileler geçerken kız çocuklarını da aldıklarını söylediler. Uyuşturucu 500 liraya satılıyormuş. İran ve Irak’a kola kutuları içinde bira gidiyormuş. Söylenenler bunlar.
Uğur Sağın: Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki Kürt sorunu tartışılıyor. DHKPC, TİKKO gibi terör örgütlerinin koltuk altlarında larvalaşarak yetişen, sonra PKK’yı kuran, kurulduktan sonra yöre halkına zulmeden PKK, sonradan derin devletin, bürokrasinin bölge halkını PKK’nın kucağına itmesiyle bu bölgede bir zulüm başladı ve sürüyor. Ak Parti hükümeti bir çözüm süreci başlattı; BDP/HDP de bu sürece katılıyor. Siyasal kanat çözümden yana değil. Çünkü çözümü İmralı’daki Abdullah Öcalan ve Kandil’deki ahali yürütüyor. Ak Parti’nin çözüme yönelik tavrını, “Korktular, taviz verdiler” olarak algıladı derin Kürt yapısı. Suriye’de Esad başa gelince konargöçer Sünni Arapları Suriye’nin kuzeyine yerleştirdi. Türkiye’ye karşı koz olarak PKK’nın uzantısı PYD’yi kullanmak istedi. PYD buradaki Sünni Arap aşiretlerine ve Türkmenlere zulüm etmeye başladılar. Arap Baharı ortaya çıkınca PYD maalesef Esad’tan yana oldu. Rüzgar şimdi tersine döndü. IŞİD teröristçe bir iş yapıyor ama terör örgütü değil. Yıllarca baskı gören Sünnilerin bir anda ayaklanmasıdır. Yıllarca Sünni aşiretler orada baskı altında tutuldu. Tezkereye hayır diyorsunuz, Türkiye ne yapsın? Kapıları açtı, gidip operasyon yapıp onları mı kurtarsın? Bunu yapamaz, Türkiye’nin gözettiği uluslar arası dengeler var. Milli olmadan devlet yönetilmez, demokrasi olmadan ekonomik refah olmaz. Bu işin çözümü için Türk’ün dün ile referanslı adaleti ve kudreti altında birleşilmeli. Çünkü Türk mazluma kimlik sormaz. Bu işleri ırksallaştırmaktan çıkarıp toplumsallaştırmalıyız.
Kemal Akkurt: Tarafı olduğumuz İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, İnsan Hakları Sözleşmesi ve darbe anayasası olarak küçümsediğimiz 1982 Anayasası’na bile aykırı olarak Ortadoğu’ya asker gönderme, yabancı askerleri ülkemizde barındırmaya yönelik tezkere kabul edildi. Tek yanlı basının yönlendirmeleriyle çok fazla tepki gösterilemedi. Türkiye dünyada güvenilmeyen, sözüne itibar edilmeyen, “değerli bir yalnız”a dönüştü. IŞİD, MİT tırlarıyla giden silahlarla ve Türkiye’de yetişen militanlarla eli kanlı bir terör örgütüne dönüştü. Eğer IŞİD’e terör örgütü demeyeceksek, terör örgütü nedir bunu açıklamak gerek. Mevcut iktidarla birlikte sayısal çoğunluğa güvenilerek hem yasa yapım sürecinde hem de politika konularında muhalefetle ve özelikle STK’larla hiç istişare yapılmıyor. Çözüm süreci denen bir aldatmaca yaşıyoruz ama bir yandan da geldiğimiz noktada, çözüm sürecinin muhataplarıyla IŞİD denen çete aynı kefeye konuyor. O zaman IŞİD ile de müzakere edelim. Cumhurbaşkanı ve başbakan Kobani’nin düşmesinden çok memnun olacaklarmış gibi açıklamalar yapıyorlar. Unutuluyor ki Kobani akrabalarımızın olduğu bir bölge. Oradaki olayların Batıya ve İç Anadolu’ya sıçrayabileceği hesaba katılmıyor. Toplantı ve gösteri hakkı, tarafı olduğumuz uluslar arası sözleşmeler ve anayasa ile tanınan bir haktır. Emniyet güçlerinin müdahale etmediği yerlerde olaylar olmuyor ancak müdahale olan yerlerde kan dökülüyor. Elbette araya provokatörler karışmıştır ama. Devletin görevi provokatörleri ayıklayıp, suçların şahsiliği ilkesi gereğince onları cezalandırmaktır, halkın tamamına gaz bombaları atmak değildir.
Meral Güler: Bence buradaki en büyük yanlış, Türkiye’nin ne bir iç ne de bir dış politikasının olması. IŞİD için bir süre önce terör örgütü demeyen, onu savunan ve tırları gönderen hükümetimiz, ABD’ye gidip geldikten sonra IŞİD bir terör örgütüdür demeye başladı. PKK’ya terör örgütü diyor ve çözüm sürecine giriyorsak IŞİD ile de girebiliriz söylendiği gibi. Bunu söylemek de bir hata. Türkiye’deki herkesin kardeş olduğunu ben burada defalarca söyledim. Dış siyasetimiz olmadığı gibi iç siyasetimizin de olmadığını düşünüyorum. Şu anda ölen insanların kim olduklarını bilmiyoruz. Kimler bu işin içinde, kim kimle savaşıyor? Tüm bunların nedeni iç ve dış politikamızın olmaması. Çözüm süreci diye de bir şey yok ortalıkta. Çünkü nelerin görüşüldüğünü bilmiyoruz. Ortadoğu halkı da benzer durumda. Orada da ağır silahlar satılıyor, insanlar birbirlerini öldürüyor. Bu silahları satanlar ve politikalara karar verenler, Amerika, Avrupa ve İngiltere. Türkiye’nin halkları da birbirini öldürüyor. Ben halkların kardeşliğine inanıyorum. Milletvekillerimizin iç politika ve dış politikanın yerleştirilmesine katkı sunmalarına ve bunlar hakkında bizlere bilgi verilmesine ihtiyacımız var.
Zeynep Dağı: Burada çok farklı görüşte sivil toplum örgütleri var. Hepsinin düşüncelerinden çıkan sonuç şu ki, çok sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Birlikte kenetlenmeye daha çok ihtiyacımız olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Hasip Kaplan: Ortadoğu’daki sınırlar 1. Dünya Savaşı’nın akabinde çizilmiştir ve doğal, etnik mezhep ve sosyolojik gerçekliklere göre belirlenmiş sınırlar değildir. Petrol nedeniyle İngilizlerin Musul ve Kerkük gelmeleri; Türkler ve Kürtler’in ilk kez orada kader birliği yapmalarından sonra üstlerine asker saldılar, Lozan’da Kobani ile Suruç’un arasından geçen demiryolu hattını çizdiler. Hiçbir zaman bu sınırı kabul etmedik. İran, Kuveyt Savaşları oldu. Amerika’nın müdahalesi yaşandı. Masraflarını kim karşılayacaktı? Bu konunun ekonomi-politiği üzerinde durulması gerekiyor. Ortadoğu’nun iki temel sorunu var: Biri, 40 milyon statüsüz Kürt halkıdır. Kürt halkının Farslar, Araplar, Türkler kadar Mezopotamya topraklarında özgür yaşama hakkı var. Eğitimde, dilde, kültürde eşitlik istiyoruz. Suriye’deki Kürtler yeni mi keşfedildi? IŞİD nerden geldi, o topraklarda mı yeşerdi? Bir halk, etnik kimlik, mezhep, bir din mi? Bu toplama gücü buraya kim getirdi koydu? Kobani’yi düşürüp Türkiye’den kapı açmak istiyordu. Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye bunları besledi, büyüttü, lojistik destek verdi. Kafa kesiyorlar, kadınları satıyorlar, mabedleri bombalıyorlar; İslamiyet adı altında en iğrenç şeyleri yapıyorlar. Kobani’de binlerce yıldır yaşamış ve orada onurlu bir direniş gösteren Kürt halkıyla, IŞİD’i aynı kefeye koyan zihniyet son derece çözümsüzdür. Türkiye’de dış siyaseti anlatırken, Ortadoğu’da üç tarafında Kürtlerle yaşıyorken, stratejik olarak Kürtler’le birlikte olacak mı olmayacak mı? Bizim isteğimiz birlikte yaşamak. Çözüm sürecinin kaderi buna bağlıdır.
Zeynep Dağı: 15 gün önce bir toplantıda Irak Türkmen cephesi başkanı bir açıklama yaptı. Kendisi Sünni bir milletvekili. IŞİD Telafer’e yaklaşırken, oradaki bir Türkmen cephesinin başkanı kendisine telefon ederek, dün gece iki kızını da zehirlediğini söylemiş. Çünkü IŞİD yaklaşıyor ve tecavüz edip onları öldürecekti demiş. Bunu duymak çok vahim. Tehlikeyi bilmek adına paylaşmak istedim.
Ali Şahin: Çok farklı ve karşıt görüşler var ancak herkes tarafından rahatça dile getiriliyor ve saygıyla karşılanıyor. Ortadoğu neydi, neye dönüştürüldü ve bugün ne? Pakistan’da Karaç Üniversitesi’nde Uluslar arası İlişkiler üzerine lisans ve yüksek yaptım. Arapça’m vardı ama ilerletmem gerekiyordu. Filistin asıllı Ürdünlü bir arkadaşımla mesafeli bir ilişkim vardı. Ancak zaman içinde Türkleri sevdiğini söyledi. Tarihte Türklerin Arapları sömürdüğü üzerine şeyler okumuştum oysa bizim gibi insanlarmışsınız dedi. Ürdün’ün bazı yerlerinde siyah köpeklere Türk lakabını takıyorlarmış. Hakaret amaçlı demiyorlarmış ama nedenini merak ediyormuş. Ben de Türkiye’nin bazı bölgelerinde siyah köpeklere Arap lakabının verildiğini söyledim. Bu bir tesadüf müydü? Bilinçaltlarımızda var bu. Batılı emperyalistler Doğu’yu sömürmek ve kendileri için tehlike olmaktan çıkarmak adına, Arap topluluklarından imparatorluk vaadiyle 22 sınır yarattılar. 22 Arap ülkesi aynı dili konuşuyor, aynı kıbleye dönüyor, aynı kültürde ama 22 ayrı suni sınır. Sizleri ve bizleri ayırmak, bölerek yönetmek ve fiziksel olarak da ayırmak adına aramıza mayın döşediler. Kobani ile Suruç kardeş. Bu sınırlar, Türk, Kürt, Arap köylerini birbirinden ayırmış. Bugün Ortadoğu’yu yöneten doküman Sykes-Picot öncesinde hayata geçirilen Campbell Document’tır. Ortadoğu’yu ayırabildiğimizce sınırlara ayıracağız. Bu sınırların başına azınlıkları ya da hanedanları geçireceğiz, bağımlı olacaklar. Bu coğrafyanın insanlarını cahil bırakacağız. Batılıların sömürü sürecinin uzantısıdır. Bu coğrafyayı daha yüzyıllarca nasıl yönetebileceklerine yönelik politikadır.
Hasip Kaplan: Sorularınızı sorarken hem kimlik, hem inanç özgürlüğü bağlamında sorarsanız iyi olur. Çözüm sürecine yönelik önerileriniz olursa sevinirim.
Zeynep Dağı: Biz 1916’dan hareketle Batı’yı konuşuyoruz. Böl-parçala-yönet sistemi. Batı o zamanki batı değil. O coğrafya dünya savaşları yaşadı. Bunlardan ders çıkarak bir coğrafya olduğunu da görmek lazım; özellikle insan hakları, din ve vicdan hürriyeti konusunda. Entegrasyon arayan bir coğrafyanın hakkını da teslim etmek lazım. Avrupa hukuku insanı koruyan bir hukuk. Hatalarıyla yüzleşmiş bir Batı var, göz ardı etmemek gerekiyor. Farklı toplumlardan gelen insanların haklarını garanti altına alan bir sistem var.
Soru-Cevap:
Enver Önder: Bu yaşananların, Türkiye’nin iyi yönetilememesinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Parlamenterlerimiz bu konuda ne düşünüyorlar?
Ali Şahin: Bu göreceli bir konu. Türkiye’nin iyi yönetilip yönetilememesi, sandık sonuçlarıyla değerlendiriliyor. AK Parti yüzde 52 seviyesine ulaşmış bir iktidar partisidir. Politikalarımız herkesi kuşatıp beklentilerini karşılamayabilir. Zaman içinde eksiklerimiz ve yanlışlarımız da olabilir. İyi yönetilmenin ölçüsü nedir? Türkiye’yi 10 yıl öncesine göre ekonomi, siyasal ve istikrar açısından değerlendirebilirsiniz. 10 yıl öncesine göre Türkiye ne kadar özgür, pasaportlarımız ne kadar değerli? Buna göre iyi yönetilip yönetilmediğimize halk karar verecek. Halkımızın önüne gittiği sandıklar var.
Hasip Kaplan: Türkiye’nin iyi yönetilmesi, iyi bir demokraside, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünde, bütün farklılıklara tahammül ve eşit yurttaşlık temelinde olur. İnsanların kendi dil ve kimliklerinde özgür olmalarında olur. Israrla söylediğimiz şey, yeni bir anayasa ve seçim sistemidir. Yüzde 10 barajının olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Silahlar sussun, fikirler konuşsun diyorum. Çözüm sürecinin temelini buna oturttuk, 2007’den beri görüşmeler var, yeni değil. Son 3 yıldaki görüşmeler ciddi adımlar sağladı. Son 3 günde yaşananlar bizi bir anda 90’lı yıllara geri götürebiliyor. Söylemlere bakın; sokaklar ve şehirler yasaklanıyor. Kim nerede kim tarafından öldürüldü vs. gibi bilgilerin tamamı arkadaşlarımız tarafından çıkarıldı, hepsinin kronolojisi var elimizde. 90’lı yılların söylem tarzı hakim bugün de. Muhalefet konuşamaz durumda. Bu ülkenin yüzde 50’si hain, böyle bir fikir özgürlüğü olmaz! Cumhurbaşkanı, “Türkiye’nin Kobani ile alakası ne?” diye kükrüyor. Kimlik, kan, din bağı var. Nasıl alakası olmaz. Misliyle cevap vereceğiz. Böyle demokrasi olmaz.
İsmet Erdoğan: Dünya iyi yönetilebiliyor mu; milletvekilleri olarak sizler ne düşünüyorsunuz?
Hasip Kaplan: BM’nin mevcut yapısında revizyon şarttır. AB gibi bölgesel paktlar da duyarsızdır, ekonomik çıkarlar ön plana çıkmıştır. İnsan hakları, adalet ve hukuk konularında en çok sesi çıkanların, Kobani’de yaşanan katliamlar karşısında sesi çıkmadı. Lahey’de Ulusal Ceza Mahkemesi’ne niye Türkiye, İsrail ve Amerika’nın üye olmadığını Ortadoğu’daki gelişmeler ortaya koyuyor. Üye olmalılar. Başbakan diyor ki; BM’de Dünya beşten büyüktür diyor. Evet, ama siz o gücü örneğin Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ndeki fikir çerçevesinde örgütlemediğinizde, siz o beşliyi aşamazsınız çünkü onların silah ve ekonomik gücü diğerlerini boğabilecek güçte. Bu nedenle dünyanın iyi yönetilmediği, yaşanan yakın katliamlardan da bellidir. Şengal’de Ezidi halkına yapılan katliam dünyanın gözü önünde olmadı mı? Afganistan’da, Pakistan’da, Afrika’daki 4-5 ülkede savaş vardı. Yugoslavya’da, Bosna-Hersek’te yaşananlar… Katolik, Protestan, Müslüman, Ortodoks; yani çatışmaların boyutuna bakın. Ortadoğu’ya baktığımız zaman din ve mezhep temelinde bir dış politika yapma şansımız yok, en büyük yanlışımız budur. Suriye’nin yüzde 50’si Sünnidir ama yüzde ellisi içinde Sünni Kürtler, Ermeni, Aleviler vs. var. Türkiye insan, hukuk ve demokrasi temelinde bir politikayla yaklaşırsa, komşularımızla hem Kürtlerle hem Filistin halkıyla çok daha sıcak bağlarımız gelişir. Türkiye’nin kendi içindeki kavgasını da bitirmesi lazım; yani çözüm sürecinde sabırsız olmamızın nedeni bu. Bu 3 gün bile bakın neleri getirdi.
Zeynep Dağı: Bütün bunlar gösteriyor ki savaş ne kadar kolay. Çok acı bir şey ki, barışı kurmak çok zor. Savaş ve barış nasıl iki karşıt olguysa, kitleleri sokağa dökebilmek, kanlı sonuçlar almak çok kolay ama barış çok zor, ciddi irade ve vicdan gerektiriyor.
Ali Şahin: Dünyanın iyi yönetildiğini söylemek için aklımızı kaçırmış olmamız lazım. Son 100 yıl içinde yaşanan tüm bu savaş, katliam ve kaos süreçlerine baktığımızda, dünyanın iyi yönetilmediğini söyleyebiliriz. İlk çağlardan bu yana baktığımızda, dünyadaki yönetimin ve iktidarların Doğu ve Batı medeniyeti arasında sürekli yer değiştirdiğini görüyoruz. Son olarak Osmanlı İmparatorluğu dünyaya hakim oldu. 1900’lü yıllardan sonra güç el değiştirdi ve Batı’ya kaydı. Batı’nın dünyayı yönetme şekli, hak, hukuk, adalet ve paylaşım kültürü üzerine yerleşmeyip sömürü ve kaba kuvvetle şekillendiği için çeşitli coğrafyalara açılan haksız savaşlarla dünyanın yönetildiğini görüyoruz. Halbuki, ABD’nin Afganistan’a 2001 yılında açtığı bir savaş var. Bu savaş El-Kaide’ye yönelik açılmıştı. Bu savaşın maliyeti 4 trilyon dolar. Bu savaşı açmak yerine maliyet bedeli, Afganistan’a eğitim, sağlık, altyapı ve yatırım olarak gitmiş olsaydı, bugün Afganistan terör üreten, El-Kaide’yi, Taliban’ı, IŞİD’i üreten, bunlara ilham kaynağı olan bir yer değil, kalkınmış bir ülke haline gelmiş olurdu. Dünyanın kaba kuvveti ve sömürüyü merkez alan bir anlayışla yönetilmesinden ötürü bu savaşları yaşadığımızı söyleyebiliriz.
Zeynep Dağı: Uluslar arası sistemi kim yönetecek? Herkesin uzlaştığı biri olabilir mi? Uluslar arası sistemde böyle bir karşılık yok. Yapılabilen en net şey Birleşmiş Milletler, onun da eti budu ortada. Dünya yönetilebiliyor mu sorusu çok muallak kalıyor günümüz açısında. Türkiye yönetilebiliyor mu? En azından bir devlet ve sınırlar var, bunu konuşabilmek daha kolay. Uluslar arası sistemdeki dönüşümler o kadar zaman alacak ki, herkesin kabul ettiği meşru bir aktörün doğacağı yıllar olacaktır belki.
Yıldırım Kaya: Halkların kardeşliğini en güzel gösteren simgemiz Çanakkale Şehitliği iken bugün Türkiye sınırları içerisinde Türk bayrağının ve Atatürk heykellerinin yakıldığı, askerlere ve polislere taş atıldığı bir yerde çözüm sürecine nasıl bir katkı sunabilecekler?
Hasip Kaplan: Çözüm süreci gerçekten Türkiye’de yüzde 70’lerin üzerinde kabul gören, kamuoyunun istediği ama hala “bu, heder olur” diye korktuğu, son olaylarda da yaşanan birkaç provokasyonla da tehlike çanlarının çaldığı bir durum. Karambol dönemlerinde uyuyan hücreler daima canlanır. Her zaman bir yerlerde birileri bayrak indirir, büste saldırır. Hassasiyetler kaşınır. Basının çok duyarlı olması lazım. Bunu bir partiye, siyasi görüşe karşı kullanmak şekline getirirseniz, ırkçı kışkırtmaya girer ve bu defa karşı tarafı rencide eder, diğer tarafı da tersi yönde motive edersiniz. Esnafa, şehre vs. yapılan her türlü şiddet asla kabul edilemez. Meclisteki hiçbir parti bunu istemez. Kim ister, birileri okulları bankamatikleri yaksın. Hiçbir özgürlük hareketi bu şekilde özgürlüğüne kavuşmaz. Mücadele yiğitçe dinerek olur. Onurlu olan budur. Diğeri yağmacılıktır. Herkesin kınadığı bir olaydır. 1,5 milyon nüfuslu kentte suç şebekeleri de olur, farklı gruplar da olur, provokatörler de olur. Bunu ortaya çıkarmak hükümetin ve partilerin görevidir. Çözüm sürecinin bir denge hassasiyeti vardı. Bu hassasiyet, bu gerilimin tırmanmasını önledi.
Yıldırım Kaya: Ülkelerin kendi kaderlerini tayin etme hakları varken, nasıl oluyor da hükümetin içinden birileri çıkıp da “Esad devrilecek” derken veya bir İstanbul milletvekilimiz “Dinsizin hakkından imansız gelir” derken, bu barışı nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz?
Ali Şahin: Bir devletin bir başka devleti diktatör diye tanımlama; biz bu devleti istemiyoruz, yıkılın gidin deme hakkı yok. Ancak olaylar o boyuta gelmiştir ki Suriye’nin meselesi kendi meselesi olmaktan çıkmış ve Türkiye’nin meselesi haline gelmiştir. Bugün 2 milyon Suriyeli kardeşimiz Türkiye sınırları içerisinde yaşıyor. O halde biz Kobani’ye bizim meselemiz demeyeceğiz (!) Kobani’den 3 gün içinde 130 bin kişi göç etti. Ortadoğu’daki meseleleri, Suriye’deki katliamları kendi meselemiz gibi görmeyeceğiz. Beşar Esad ile 2009’da İstanbul il teşkilatımızın verdiği bir iftar yemeğinde bir aradaydık. Beşar Esad artık Suriye olarak kapalı bir ülke olmaktan çıkıp dünyayla bütünleşmiş bir ülke haline gelmek istediklerini ve bu konuda Türkiye’nin kendilerine önderlik etmesini istediğini dile getirdi. Biz de özellikle özgürlükler konusunda bazı açılım paketleri hazırlayarak kendilerine verdik. 70-80 yıldır sınırları içerisinde yaşayan Kürt kardeşlerimizi kabul etmediklerini ve onlara kimlik vermediklerini hatırlattık. Bu paketler sayesinde bu kardeşlerimize kimlikleri verilmiştir. Tunus’ta Arap Baharı başlayınca 62 kez başbakanımız ve cumhurbaşkanımız Şam’ı ziyaret etti. Esad önceleri ılımlıyken, Baas rejimi buna müsaade etmedi. Bugünkü Suriye’yi yarattı. Biz Esad’ı bir anda karşımıza almadık. Kobani bir Kürt kentidir ve bizim uzantımızdır. Oradaki olumsuzluklara, vahşete ve katliamlara göz yummamız mümkün değildir.
Nizamettin Alan: Ak Parti olmasaydı çözüm sürecinin konuşulacağına inanır mıydınız?
Hasip Kaplan: Türkiye’de 30 yıldan fazla süren bir çatışmadan bahsediyoruz. Ak Parti’den önce rahmetli Özal döneminde ateşkes ve köklü çözüm adımları ilk olarak 1993’te atılmıştır. Erbakan ile de ciddi görüşmeler yapılmıştır. Ecevit zamanında da öyle. 5 yıl gerilla sınır ötesine çekildi. 5 yıl kaybedildi. Şırnak’ta, Hakkari’de, Van’da karakollar yapıldı. Arkasından Ak Parti iktidarı ile 2007’den bu yana görüşmeler yapıldı. İstihbarat ve devlet bazında sürdürülen görüşmeler, siyasi düzeyde gerçeklemeye başladı. Habur ilk adımdır. Parti olarak da mecliste olmamızla birlikte süreç ete kemiğe büründü. Ak Parti’ye gelene kadar görüşmeler konusunda da çok mücadele verildi. Zaman kaybettik. Ortadoğu coğrafyasında iki temel sorunun çözülmesi gerekiyor.1. Filistin halkının kendi kaderini belirleme hakkı. 2. Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkı. Bu ikisi çözülmeden hiçbir şey çözülemez. Diğer ülkelerin de elbette su ve petrol gibi güvenlik kaygıları var ama şu an Türkiye orada demokratik bir yönetime model olabilecek düzeyde değil çünkü demokratik değiliz. En çok gazeteci, siyasetçi, bizde tutuklu. Bunları aşmak ciddi çaba gerektiriyor. Şimdi çözüm çerçeve yasası çıktı. 11 komisyon kurulacak. Bu komisyonlara tüm bölge vekillerinin emek vermesi lazım. Çözüm sürecinde silahı devreden çıkarmak; orta, kısa ve uzun vadede demokratikleşmek zorunludur.
Nizamettin Alan: Gençleri kullanmak isteyen örgütlere karşı ne gibi çözümler üretiyorsunuz?
Ali Şahin: Bu sorun partimi de eleştirdiğim bir konu. Biz Türkiye’de idealist, bir gelecek tasavvuru olan, misyonlar üstlenmiş, sorgulayıcı bir nesil ortaya koyabilmiş değiliz. Ancak bu eksikliğin de farkındayız ve bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. Ak Parti’nin geldiği süreçte, birçok çevreyle mücadele ederek bu noktaya geldiğini düşünürseniz, 10 yılda her şeyi başarmak da mümkün değil. İleriye dönük olarak farklı gençlik modelleri ortaya koyma çabamız var.
Zeynep Dağı: Anlamak için soruyorum, nasıl bir gençlik?
Ali Şahin: Dindar da bir gençlik.
Zeynep Dağı: Benim eşim üniversitelerde özgürlük kampanyası yapmıştı. Oraya gelen öğrenci istediği biçimde gelebilmeli. Ali Nesin de imzacıydı ve kendi çevresinde aforoz edildi. Demişti ki “Devlet benim çocuğumu şekillendireceğine, aileler şekillendirsin.” Tek tip bir çocuk çıkacağına çeşitlilik olur böylece. Kindarı, dindarı, dinsizi, liberali, solcusu… Bırakın çoğulcu olalım, her rengimiz olsun.
Ali Şahin: Yani devletin bir gençlik modeli olmamalı mı?
Zeynep Dağı: Ben de iki çocuk annesi bir veli olarak sormuştum tamamen.
Ali Şahin: Zaten bugüne kadar devletin modeli, tek tip vatandaş yetiştirme modeliydi. Biz tek tip insan modeline karşıyız. Çünkü bu sadece fikre değil Allah’ın yarattığı fıtrata da aykırı. Allah diyor ki; biz sizleri farklı kavimlerden yarattık ki kaynaşasınız.
Enver Önder: Zorunlu din dersi bunun neresinde?
Ali Şahin: Bütün dünya Türklerden oluşsaydı, Kürtlerden oluşsaydı, çok monoton olurdu. Ekonomi olmazdı, sosyal yaşam olmazdı. Dünya yaşanabilir bir coğrafya olmazdı. Benim sözünü ettiğim gençlik; düşünebilen, amacı olan, hayalleri olan, sadece kendisi için değil başkaları için de var olabilen, farklı coğrafyaları da hayal edebilen bir gençlik. Zorla kimse dindar olmaz. Biz insanları tektipleştirmek istemiyoruz. Şimdiki gibi dijital bir zihinden ibaret amaçsız bir gençlik hepimiz için zararlı.
Hasip Kaplan: Eğitimini söyle, nasıl bir gençlik yetişeceğini söylerim. Irkçı mı, psikopat mı, uyuşturucu bağımlısı mı, eşit mi, çevreci mi, demokratik mi? Kökten bunun değişmesi lazım.
Cihat Kara: Meclisteki grup konuşmasında Recep Tayyip Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım demesiyle bir suç işlemiş midir?
Ali Şahin: Bence suç değildir. Suçsa bence Türkiye’de özgürlüklerden bahsetmememiz lazım. Ben bunu duymadım, bilmiyorum. Biz bu coğrafyada yeni sınırların oluşması taraftarı değiliz. Var olan sınırların kalkmasından yanayız. Emperyalistler tarafından sömürü amaçlı çizilmiş sınırları reddediyoruz. Sınırları çizecek bir şey varsa özgürlük, kardeşlik ve paylaşımdır. Ortadoğu’nun 100 yıldır yaşadığı, sınırlar sendromudur. Bu coğrafyada sınırlar yokken, kan ve çatışmalar yoktu. Huzursuzluk ve istikrarsızlık yoktu. Mezhep bölünmesi yoktu. Bu coğrafyayı sömürmek ve kullanılmaz hale getirmek için sınırları daha da genişletme planı var. Milletler kendi kaderlerini belirleyebilirler. Biz bütünleşmeden yanayken, Arap coğrafyası 22 parçaya ayrılırken; onlar kendi aralarındaki sınırları kaldırıp Avrupa Birliği’ni kurdular. Sizi bölerken kendileri bütünleşiyorlar. Diyelim ki Türkiye’nin güneydoğusu, Suriye’nin Kürt bölgeleri, Irak’ın kuzeyi ve İran’ın Kürt bölgeleri kopartıldı ve Kürdistan kuruldu. Bu yeni sınırdan sonra bölünmenin biteceğini sanmayın. Yine bölecekler. Türkiye Kürdü, Suriye Kürdü diye bölecekler. Bitecek mi bitmeyecek. Şii ve Sünni Kürdü diye bölecekler, bitmeyecek. Sağcı ve solcu Kürt diye bölecekler. Siz ne kadar bölünürseniz ve kanınız akarsa, birileri Batı’da o kadar rahat yaşayacak. Onların refah içinde yaşaması için sizin kanlarınızın bu coğrafyayı sulaması lazım. Onun için ben Büyük Ortadoğu projesi’ne inanmıyorum. Ben sınırsız Ortadoğu projesine inanıyorum. Sınırlarını kardeşliğin, barışın, huzurun çizdiği ve istikrarın oluşturduğu bir coğrafyaya inanıyorum.
İzzetcan Günbey: Şu anda Ortadoğu’da paylaşılmak istenen bir kaynaklar coğrafyası var. İran, Rusya, Amerika, İsrail’in de dahil olduğu bu paylaşımda Türkiye’nin yeri ne olacak?
Ali Şahin: Türkiye Ortadoğu’ya bakarken bir paylaşımı asla göz önünde bulundurmamıştır. Birinci derecede Ortadoğu halklarının güvenliği önceliğimizdir. Bölgeye istikrarın hakim olması, bölgedeki sömürülerin bitmesi ve buradaki zenginlik kendi coğrafyasında kalmasıdır.
Hasip Kaplan: Bizim parti olarak düşüncemiz çok net. Kürt sorunu Ortadoğu’da her ülkenin kendi içinde demokratik bir biçimde çözülmeli. 100 yıllık sınırlardan farklı bir duruma geçmek daha çok acı verir. Yerel yönetimlerin, yerel iktidarın güçlendirilmesini parti olarak önemsiyoruz. Avrupa Özerklik Şartı var, CHP de buna onay veriyor ama çekinceler var ve bunların da aşılması lazım. Petrol ve su; enerji ve güvenlik konusu var. İçinde bulunduğumuz yüzyılda enerji kaynakları yalnızca Irak’ta Kerkük, Musul ve Katar, bir 70-80 yıl daha yetecek rezerve sahip. BM kararıyla bu rezervlerden gelen büyük bir para savaş tazminatı olarak ödeniyor, büyük bir para da merkezi hükümete ödeniyor. Kürt, Sünni ve Şii yönetimler arasında bölüşülüyor. Ülkücü arkadaşlar bizlere saldırıyorlar. Daha dün bir milletvekili kaçırılıp infaz edildi IŞİD tarafından. Bu arkadaşlar nasıl IŞİD’İn tarafını tutuyorlar anlamıyorum. Bunu MHP’liler ile de konuşacağım.
Zeynep Dağı: Uluslar arası sistemde çok farklı dinamikler aynı anda işliyor. Örneğin Çekoslovakya ayrıldı ama AB çatısı altında beraber. İskoçya ayrılacaktı ama referanduma gittiler ayrılmama kararı aldılar. Oradaki fark şu: Biz ayrılsak mı ayrılmasak mı diye medenice tartışabiliyorlar. Bizde en büyük cinayetler eski eşlerin kadınları öldürmesi. Ben de sınırların kalkmasından yanayım. Sınırların kalkmasından yanayken tekrar mikro mikro bölünmelerin vicdani olarak doğru olmadığını düşünüyorum.
Hüseyin Avcı: PKK ne istiyor, HDP ne istiyor? Bölünmek mi istiyorsunuz, birleşmeye devam etmek mi istiyorsunuz?
Hasip Kaplan: Bölünmeye siyasi parti olarak en çok karşı çıkan biziz. Bölünme sendromu ya da hastalığında olan epey kesim olduğunu biliyoruz. Asla bölünme yok. Kendi ülkemizde eşit, özgür yurttaş olarak kendi kimliğimizle yaşamak istiyoruz.
Erdinç Şahin: Hükümet politikası, insancıl, toplumu kavrayıcı, kapsayıcı ve demokratik olamaz mı?
Ali Şahin: Herkes bu ülkede sokakta özgür; ta ki iş vandalizme dönene kadar. Kamu binalarını ve araçlarını yakıp yıkana, kaldırım taşlarını sökene kadar. Hiçbir polis ve güvenlik gücü, illegal olmayan bir gösteriye müdahale hakkına sahip değil. Gaziantep’ten sürekli telefonlar alıyorum. Buradaki olaylara polis ve güvenlik güçleri neden müdahale etmiyor diye. Polis, barışçıl bir gösteriyi şiddete dönüştürmüş olan kim varsa ona gerekli cevabı mutlaka verir. Bu tüm dünyada böyledir. Türkiye 10 yıl öncesinden çok daha özgür bir ülke. Biz iktidarı devraldığımızda Kürt kardeşlerimiz çocuklarına isimlerini veremiyorlardı.
İmam Canpolat: Hala veremiyorlar Sayın vekilim.
Ali Şahin: Alakasız. Kardeş bana geleceksin.
İmam Canpolat: Sen kimsin, başbakanın meydanlarda dün söylediklerine baksana.
Ali Şahin: Doğruyu söylemiyorsun.
Oya Özden: Lütfen, bir dakika. Üslup, üslup!
Zeynep Dağı: Evet, lütfen arkadaşlar!
Ali Şahin: Yasa çıkarttık. Daha önce köylerin Kürtçe adları değiştirilmişti. Biz tekrar Kürtçe isimlerini vermeye geldik.
Hasip Kaplan: Döndürülmedi o tabii.
Ali Şahin: Bırakın bir televizyon, kanal açmayı; Ahmet Kaya’nın bir Kürtçe kaset için başına neler geldiğini hepimiz hatırlıyoruz. Bugün bir Kürtçe kanalımız var. Kürtçe anadilde eğitimi serbest bırakmışız. İsteyen kendi anadilinde savunma gerçekleştirebiliyor. Olağanüstü hal kaldırılmış. Red ve inkar politikaları ortadan kaldırılmış.
Zeynep Dağı: Hasip Bey’in eşi de Türk, o yüzden bölücülüğe karşı.
Ali Şahin: Türkiye 10 yıl öncesine göre çok daha özgür bir ülkedir. Eksiklerimizi kabul ederim. Bu bir süreçtir. Bizim amacımız herkes için yaşanabilir bir coğrafya yaratmaktır.
Zeynep Dağı: Herkese teşekkür ediyorum. Ben de ilk kez katılıyorum ve sizleri tanımaktan çok mutluluk duydum. Umarım bu tür yararlı toplantılara devam ederler.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Türkiye’nin dış politikasında olduğu kadar iç politikasında da ciddi sorunlar var.
2 / Kobani’de yaşanan katliamlar ve IŞİD’in vahşeti karşısında Türkiye gereken tepkiyi göstermiyor.
DEĞERLENDİRME
Gündem konusu “Ortadoğu’da Değişen Dengeler ve Türkiye’nin Dış Politikası” olarak belirlenen toplantı, video sunumu ile başladı. İlk bölümde sivil toplum örgütleri 5’er dakikalık konuşmalarını yaptı. Sonrasında milletvekili ve siyasi parti temsilcileri konuya ilişkin 5 dakikalık konuşmalarını gerçekleştirdiler. Ardından milletvekilleri kendilerine yöneltilmiş olan soruları yanıtladı. Zaman zaman kısa süreli olarak karşılıklı ve söz almadan konuşmalar oldu. Ancak gerek moderatör Zeynep Dağı’nın gerekse Meclis Koordinatörü Oya Özden’in müdahalesi sayesinde kontrolden çıkan ya da uzayan polemikler yaşanmadı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
388 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu