YER: Türkiye Yazarlar Birliği
TARİH: 08.06.2014
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1. Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
2. Alevi Federasyonları Derneği (Haki Ergün)
3. İstanbul Emekli İlahiyat Öğretmenleri Derneği (Vasfi Kösebey)
4. SESAM (Yusuf Akdemir)
5. Beyazay (Şafak Ergün)
6. KADER (Pelin Taşkıran)
7. İHD (Şenel Karataş)
8. Düşünce Suçuna karşı Girişim (Şanar Yurdatapan)
9. Barış Meclisi (Meral Saklıyan)
MESLEK ODALARI Yok.
SENDİKALAR
1: DİSK Birleşik Metal –İş (Sinem Derya Çetinkaya)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ: yok
BELEDİYE BAŞKANI: yok
PARTİ TEMSİLCİLERİ:
HAK-PAR (Ali Erdoğan)
MEDYA : Apoyevmetini Gazetesi (Mihail Vasiliadis)
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 16 izleyici/gözlemci katıldı.
MODERATÖR: İlhami Mısırlıoğlu
Genel Konu: Soma’nın ardından, İş Güvenliği
KONUŞULANLAR:
İlhami Mısırlıoğlu: Bu ayki genel gündemimiz “Soma’nın ardından İş güvenliği”, yerel gündemimiz ise “Ayasofya ve İbadet Özgürlüğüne Saygı”. Genel gündem ile ilgili Sinem Hanım’a sözü bırakıyorum. Yapacağı sunumun ardından sivil toplum olarak sorularımızı da soracağımız bi zaman olacak.
Sinem Derya Çetinkaya: Disk’e bağlı Bileşik Metak İş Sendikası’nda çalışıyorum. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği hakkında konuşacağım. Geçtiğimiz hafta 300’den fazla işçimiz hayatını kaybetti ve birçoğu özgütsüzdü, taşerondu. Ve bir anda anaakım medyada beklenmedik bi infial yarattı. Aslında bizim için beklenmedik birşey değildi ama sarsıcıydı. Geçtiğimiz yıl 1300 işçi önlenebilir kazalarda hayatını kaybetti, bir çoğu da yaralandı. Her günde en az 2 işçinin hayatını kaybettiğini görüyoruz, hatta geçtiğimiz günlerde de işçi ölümü oldu ancak bu medyada yer almadı, çünkü medyanın ilgisini çekecek sayıda ölüm gerçekleşmedi. Meydana gelen kazaların %98’inin önlenebilir kaza, meslek hastalıklarının da %100’ünün önlenebilir olduğu ön bilgisiyle düşündüğümüz zaman neden hala kaza ve ölümlerin devam ettiğinin cevabını 6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği kanuna baktığımız zaman görebiliyoruz. İşçinin adının bile geçmediği bir kanunda işçi güvenliğinden bahsedilmiyor. 2012’de çok övünülerek geçen bu yasadan sonra neden hala ölüm, kaza ve hastalıklar devam ediyor sorusu gelince aklımıza, mesele aslında sosyal, psikolojik ve hukuki boyutu olan bir şey, bizim açımızdan mesele aslında sınıfsal. Kanunlar emekten yana değil. 6331 sayılı yasa görüşülürken konunun muhatapları olan sendikalar, örgütler davet edilmedi. 12 yıllık iktidar döneminde en az 14000 işçi SGK kaydına göre öldü. Bunun sebepleri, denetim mekanizması. Türkiye’de 600’ün üzerinde sosyal ve teknik iş müfettişi var. İşletme olarak da 1 milyon işletme var. Bir hesaplama yapılırsa, herhangi bir işletme için 10 yılda bir denetim mümkün olabiliyor. 6331 sayılı kanuna bakıldığında bizim açımızdan iyi niyetli olduğunu dahi düşünsek, ölümlere ve kazalara engel olacak doğru bir kanun değil. Çalışma şekline baktığımızda, güvencesiz çalışma, sendikasız çalışma, taşeron çalışma artık ana bir model haline geliyor. Ne yapılması gerekiyor, kısmına geldiğimizde ise, işin sendika tarafı da üstüne düşeni yapmıyor. Bugün bir çok sendikada İşçi sağlığı ve güvenliği birimleri yok. Olan sendikalar da 5-10 senelik bir deneyim sahibi. Benim çalıştığım sendikada 3 senedir yürüttüğü bir proje ile Almanya Sendkalar Birliği’nden destek lıyoruz. İşçi Sağlığı ve Güvenliği eğitimi veriyoruz. Hem örgütlü hem örgütsüz işçilere ulaşmaya çalışıyoruz. Bu şekilde bize gelen şikayetlerden yola çıkıp örgütlü ve örgütsüz işçilerden aldığımız bilgilerle veri topluyoruz. Sendikalar sadece toplu görüşmelerde ücret düzenlemesini konuşuyor. “Aslında iyi ücretli de çalışmalıyız, 10-20 yıl sağlıklı da çalışmalıyız.” Diyebilmeli sendikalar. Farklı iş yerlerine özgü ek protokollerle, oranın çalışma koşullarına uygun münferit toplu sözleşmeler de olabilmeli. Kitleler, işçi sınıfı, sınıf kimliğine bürünebilmeli.
Pelin Taşkıran: İşçi ve İş sağlığı ile ilgili düzenlemeler yapılıyor ama yürürlükte uyguluması yok. TTB olarak yapılan denetimlerde sertifikasyonlar özelleştirildiğinden, bu denetimler daha az yapılır oldu. Taşeronlaşma devam ediyor ve sendikalı işçiler işten çıkarılıyor. Örnek vermek gerekirse, İstanbul’da bir mobilya fabrikasında yapılan denetimde 1 üretim merkezi görünürken aslında 3 üretim merkezi olduğu ve diğer üretim merkezlerinde gerekli koşulların sağlanmadığını görüyorsunuz. Özelleştirildiği için daha az denetlenebilme ve ücretler karşılığında belli belgeler, acil eylem planı gibi daha çok prosedür ortaya çıktı yapılan denetim sözde ve göstermelik oldu.
Balık hafızalı olduğumuz için bu facia yine unutulacak ve ben birşeylerin düzeleceğine de inanmıyorum. Yine göstermelik düzenlemelerle birşey düzeltildi gibi gösterilecek.Örneğin İş Güvenliği Uzmanı olmak için verilen sertifikalarda Çevre Mühendisliği branşından gelenlere C grubu sertifika verdiler. Ancak A grubu sertifika olan 84 kişi olduğundan bu sertifikalı uzmanların denetleyeceği yere vasfı olmadan C grubundakiler gönderildi. TTB olarak biz bu denetimlerin daha sağlıklı olması için mücadele ettik ama işin iç yüzü böyle.
Hüsnü Adalı: İyi ücreti işçiye ölmeden vermek lazım. Bizde sendikalar var ama sarı sendikalar var. İktidarın gösterdiği yerde eylem yapan bir sendika, mış gibi yapan sendika. Bunun dışında bugüne kadar 3000 kişi ölmüş, 100bin yaralı var hiç bir sorumlu yok. Fransa da 50, İtalya’da 30 yıldır kaza yok ve Almanya da 3 kişi öldü ve tüm madenleri 2018’e kadar kapatma kararı aldı.
Bunun bi siyasi sorumluluğu var. Dedik ki Gezi’yi Dış Mihrak, 17 Aralık’ı Paralel yapı, peki Soma’nın sorumlusu kim? Demeç veren politikacıları görünce aklıma Orhan Veli’nin şu dizeleri geldi “Neler yapmadık bu vatan için, kimimiz nutuk söyledik, kimimiz öldük”. Yaşadıklarımız aslında ne insani, ne islami tamamen vahşi kapitalizmin örneği. Aslında Soma’da 301 insan ile Türkiye’nin ekonomik ve idari yapısı toprak altında kalmıştır. Bu yapı sürdürülebilir değildir, vizyon 2023 diyenler eğer hergün 5 kişi iş kazalarında ölürken bu bedele rağmen yakalanan büyümeyi bize başarı diye yutturabileceklerini mi zannettiler. Bu uygulama her Allahın kullandıkları dinin özüne de aykırıdır. İnsani olmayan birşeyin İslami olması da düşünülemez. Bu sorun iş güvenliğinden ve taşeron sorunundan daha büyük ve karmaşıktır. Taşeron sistemi çoğu ülkede uygulanmaktadır ve kapitalizmin içindedir. Ama kapitalizm ödülleri de cezaları da içermektedir. Burda yeri gelmişken liberalizme ve kapitalizme sallayanlara şunu belirtmek isterim. Bu olaylar Amerika, Hollanda, Japonya, G.Kore vb. Kapitalist ve liberal ülkelerde de olmaktadır ama kazalar ya çok azdır ya hiç yoktur. Burda sorun Başbakan Erdoğan’da cisimleşen, en mükemmel halini alan, gözü doymayan, dini kullanan, aç gözlü, ekonomik büyüme için iş güvenliğini hiçe sayan kalkınma zihniyetindedir. Bu büyüme zihniyeti, şehveti öyle gözünü karartmıştır ki, çok katlı binalara, gökdelenlere ruhsat verirken o inşaatta her gün 4 kişinin ölmesine göz yumabilmektedir. Son yıllarında en büyük Maden Cinayeti, cinayet diyorum çünkü defalarca olan şeye kaza denmez. Soma Holding’in Maslak’a en yüksek kulelerden birini yapabilmesi de, bu arsız dinci yönetimin de pişkinliğidir.
Mihail Vasiliadis: Aslında arkadaşlar gerekli açıklamayı yaptı. Devlet gereken denetimi yapmıyor, patronlar acımasız, sendikalar yetersiz… ancak bunlar nedeni mi, yoksa başka bir politikanın doğurduğu sebebler mi? Arkadaşımız kapitalist ülkelerden örnekler verdi ve orda bu tarz ölümlerin olmadığını ifade etti. Galiba Türkiye olarak kapitalizmi de doğru olarak uygulayamıyoruz. Çünkü herşey yandaş olup olmamanın etkisiyle meydana çıkıyor. Ve dolayısıyla bu ihaleler, bu işin üstesinden gelebilecek, gereken tedbirleri alabilecek ve bunlara rağmen kar sağlayabilecek şirketlere verileceğine, yandaş olan ancak bunun ehli olmayan, yandaş olan ve yeni kapitalist zümre yaratan bu kişilere veriliyor. Bu önlemler alınsaydı, maliyet yükselirdi ancak gerçekleştirilen üretimde böyle insan kanı olmazdı, çevreyi de korurdu.
Ali Erdoğan: Almanya’daki bir arkadaşım oradaki maden ocağını anlatırken, bir havalimanı gibi olduğunu söylemişti. Aslında sendikayı sorgulamak lazım. Batılılar kapitalizmi vahşi kapitalizm olmaktan çıkarmışlar. Öyle olmasaydı, duvarlar yıkılmazdı. Kapitalizm insan onuruna, özgürlüğüne, emeğine daha saygılı hale gelmiştir batıda. 75lerde Disk dendiğinde işverenlerin uykusu kaçardı. Şimdi öyle mi? Sendikalar bu durumda.
Şanar Yurdatapan: Kapitalistleşmekte geç kalan ülkeler, kendi insanları üzerinde baskıcı rejim ardından savaşla bu engeli aştılar. Türkiye’deki durum farklı, Kurtuluş Savaşı sonrası sermaye birikimi yok, zaten endüstrileşmemiş toplum, savaştan da araf çıkmış, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar net: Sermaye biriktirmek lazım, kim yapacak, Türk müteşebbisleri yapcak. Rahat çalışmaları içinde ortam hazırlamak lazım. Sendika yok, grev yok. Bu noktadan geliyoruz. Sevdikalaşma devlet eliyle DP döneminde Türk-iş kuruldu. İçinden kopmalarla, Disk, Kesk…ardından Hak-iş. Şu anki kapitalizmin durumu aslında zamanında mücadelelerle alındı. Almanya’da mesela sürekli devlet batacak diye önce reçete başı sonra ilaç başı 1 mark alınıyordu. Şimdi Türkiye’de de bunu görüyoruz. Yılda 1300 kişi ölüyor. Bu günlük 4-5 kişi değil de, 3-4 kez 300 kişi ölseydi, bu durumu değiştirirdi. Her gün teker teker ölüyorlar bu duruma ses yükseltmemiz lazım.
Vasfi Kösebey: Bu gibi günah keçisi aranıyor. Bu yanlış tutum. Biz bu gelişmeleri batıdan aldık. O yüzden bu tarz kazalarda da sorumlu ararken buna bakmak lazım. Sendikalar görevlerini yapmıyor. Günah keçisi de vur abalıya der gibi iktidar ve Erdoğan oluyor.
Hüsnü Adalı: Günah keçisi değil de, sorumlu diyoruz. 1 kişi ölünce trajedi, 1 milyon kişi ölünce istatistik, Türkiye’nin durumu bu. 79 ara seçimlerinde rahmetli Ecevit istifa etmişti. Buna benzer olaylar oluyor, bu istifa edenler sağ olsunlar. Bunlar utanma duygularını kaybetmemiş insanlar. Türkiyede oluşturulacak en kısa insanlar listesi dense, sorumluluklarını kabul edip istifa edenler listesi olurdu. Albert Camus “Bir ülkeyi tanımanın en doğru yolu, o ülkedeki insanların nasıl öldüğüne bakmaktır.” Yöneticiliği istifade et aman istifa etme şeklinde algılayanlar var. Çünkü insanlar makamlara değer katarlar, makamlar insanlara değil.
Haki Ergün: Eğer bir ülkede faşizm varsa, ne azınlığın haklarından, ne işçi haklarından, ne insan haklarından, yani insana demokrasiye dair ne varsa herşeyin tatışıladurduğu bir süreç varsa bunlar kaçınılmazdır. Batıda işçiler, azınlıklar bedel ödeyerek liberal ya da kapitalist olsa da bugünki insan hakları seviyesine gelirken bizde ise inanç silahı kullanılarak dincilik yapılarak dinci faşizm kurulmuştur. Bu iktidarda ne insan haklarından, ne emeğin hakkından ne huuktan ne de demokrasiden söz edebilirsiniz. Olsa olsa herşeyin kötüsünü görmek mecburiyetindesinizdir.
Şenel Karataş: Bir kere tam da burada günah keçisi aranır. Bu kadar şaibe varken, herşeyi fıtrata bağlamak da bence 301 insana ve onların ailesine yapılacak bir haksızlıktır. Basında da suç var ve trajedi üzerinden bir merhamet duygusu yaratmaya çalıştı. Mesele bir hüzün aurası yaratmak değil, bu işin asıl sorumlularının ortaya çıkarılmasıdır. Bu maden ocağı 5 sene önce kapatılmasına rağmen neden açıldığı ve hala sorumlu olan insanın neden doyurucu bilgi vermeyip saklanmaya çalıştığı. Bu göz göre göre gelen bir katliam olmuş. Bir diğer durum Başbakanın orantısız şiddeti, müsteşarının birini dövmesi… bu yenilir yutulur şeyler değil. Burda herşey rakamlara indirgendi. Ölüm insanları eşit kılan tek mefhumdur burda da bu eşitliğin bozulduğunu gördük.
Şanar Yurdatapan: Sendikaların sorumluluğu var ama iktidarların yaptığı bir sendikasızlaştırma da var.
Vasfi Kösebey: 12 Eylül’den önceki sendikalar çok kötüydü. Bir nevi etki-tepki meselesi. 74’te Petkimde bir işçi 18bin lira maaş alıyordu. Ben 4bin lira. Eskiden sendikalar kötüydü. Umarım daha iyiye gider.
Sinem Derya Çetinkaya: Avrupa’daki işçilerin mücadalesiyle Türkiye’deki işçi sınıfı mücadeleyi karşılaştırmamak lazım. DİSK 80’de yasaklanıp 92’ye kadar çalışmadı ve devlete yakın sermaye büyüdü. Bugün kapitalist çalışma biçimi hasta ediyor ve bizim ülkemiz ölümlerle yüzleşirken batıda meslek hastalıklarla uğraşıyor. Türkiye’de bu mesleki hastalıklar gündem bile değil. 6331 sayılı kanunda hak olan birşey bize hizmet olarak sunulmuş. Soma ile ilgili unutulmaması gereken şey, asıl işveren Soma’da devlet. Soma Holding taşeron. Ve devletin anayasal sorumluluğu vatandaşın sağlık, güvenli iş koşullarıyla çalışması. Bu işin asıl sorumlusu devlet.
İlhami Mısırlıoğlu: Devletin vatandaşına sunduğu haklar çerçevesinde düşünürsek, bu faciada hükümet günah keçisi olmasa bile, anayasal zeminde, katşıtlık, yandaşlık olarak değil de amaçlarımızdan biri olan “amaç bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek” şeklinde yaklaşıldığında anayasal zeminde bu durumdan hükümet sorumludur ve sadece iş güvenliği değil işçi güvenliği de düşünülmelidir.
Soru-Cevap:
Mihail Vasiliadis: Yunanistan’da duyduğum bir şarkıda şöyle bir söz var: “Ben makinenin bir parçasıyım, oğlum da yedek parçam.” Acaba hükümetin en az 3 çocuk düşüncesi, bu yedek parçalların çoğalması ve daha ucuza gelmesi için midir?
Bu konuyu kadın istihdam paketlerinde tartıştık. 3 çocuk meselesi tam da dediğiniz gibi kadının kariyer yapmasının önüne geçip, ucuz iş gücü ve savaşlar için de ucuz asker planlamasıyla alakalıdır.
Şanar Yurdatapan: İş sağlığında en önemli hangi noktalarda ve branşlarda eksiklikler var?
Biz önlemekten öte tazminatlarda uğraşıyoruz. Önlemler kısmında uğraşmazsak, kazadan sonraki tazminat kısmıyla uğraşmaya mahkumuz. Tedbirler için önce ortam güvenliği. Örneğin tersanelerin tedbirini almazsanız, ordaki kazaları da önleyemezsiniz.
Cemil Altay: Mayıs ayında Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu bir bildiri yayınladı. Burda Türkiye 5. Torbada yer alıyor. Bununla ilgili yorumunuz ve Türkiye’deki sendikaların uluslararası sendikal tanınırlığı ne durumda?
Türkiye’deki sendikaların bazısı üyeler ama yetersizler. Bu üyeliğin artısı, ülke içinde baskı unsuru olmasını sağlıyor. Bu baskı ülke içinde yapılan denetimlerin kalitesi için olumlu, uluslararası ölçekte de işveren için baskı unsuru, müdahil oluyorlar ve kampanyayla da başarılı oluyorlar.. Aslında önemli bir nokta bu. Denetim mekanizmasında meslek odası ve tabipleri, mühendisleri devre dışı bırakırsak tabiki devletin elindeki müfettişler de etkili ve sağlıklı olmayacaktır. Bugün baktığımızda bu odaların, içleri boşaltılıyor, bütçesine de müdahele ediliyor, kısılıyor ve yetkileri daraltılıyor. Uluslararası boyutu elbette önemli.
Hüsnü Adalı: Bu madenler özelleştirilse, sorun çözülür mü?
Kısa cevap vermek istiyorum. Hayır. Soma’da özelleştirilmişti.
Ali Erdoğan: Soma devletin elinde olsaydı, özelleşmeseydi.?
Muhtemelen, özelleştirmede olan şeyleri görüyoruz. Denetim mekanizmasının işlemediğini görüyoruz. Bütün sistemdee olan birşey. Fark etmiyor, özelleştirilenler şirketlerde en temel haklar çok daha fazla ihlal ediliyor.